Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

 

Geçtiğimiz ayın politik gelişmelerinden biri de cezaevlerinde Devrimci Sol tarafından yapılan üç cezalandırma sonrasında İHD İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu'nun yaptığı açıklama ve buna karşı gelişen yoğun bir suçlama-tehdit kampanyasıydı. Yine aynı şeylere, aynı polemik üsluplarına ve tavırlara tanık olduk ve doğrusu artık bütün bunların bir biçimde değişebileceğine olan umudumuz da hiç kuvvetli değildir. Artık bütün bütüne bir "kapalı devre" durumu sözkonusudur ve bu durumun aşılabilme imkânları ufukta görünmemektedir. Ama öte yandan, gerçekten de devrimci hareketin bütününe verilen çok ciddi zararlar sözkonusudur ve dolayısıyla yeniden-yeniden yöntem üzerinde durmak, bir şeyleri deşelemek gerekli olmaktadır.
***
Başından başlayalım... Olay neydi?
Bilindiği gibi, geçtiğimiz ay, Devrimci Sol, Ankara ve İstanbul cezaevlerinde daha önceleri kendi unsuru olan üç kişiyi, ihanet ya da polisle işbirliği gibi gerekçeler uyarınca ölümle cezalandırmıştı. Aynı güne denk düşen bu üç uygulama kuşkusuz devrimci kamuoyunda da ilgi yaratmıştı.
Önce, bir noktayı çok net olarak vurgulamak gerekiyor: Devrimci mücadele, sert bir süreçtir. Özellikle ülkemizde bu konuyu tartışmak bile anlamsızdır. Bu süreçte düşmanla karşılaşmanın çeşitli biçimleri vardır. Ve eğer önünüze reformist bir tarzı değil de, en azından ilke olarak devrim perspektifini koymuşsanız, cepheden, sert bir hesaplaşma yaşarsınız. Doğal olarak böylesi bir süreçte ihanetler de kahramanlıklar kadar keskin olur. Devrimci temeli zayıf insanların belli koşullarda düşmanla işbirliğine yönelmesi ya da düşman tarafından zorlanarak-şantajla, vb., bu yola çekilmesi mümkün olduğu gibi, daha en baştan eğitilerek devrimci harekete enjekte edilen unsurlara da rastlamak çok olasıdır. Devrimci hareketin görevi, siyasi yaşamının her noktasında örgütsel uyanıklığını ayakta tutmak, pratik içersindeki denetim ve gözlemiyle bu unsurları açığa çıkarmak ve ekarte etmektir. Çoğu kez bir devrimci hareketin yaşamını sürdürebilmesi, bu konulardaki kararlılığına bağlıdır. Bunlar, çoğunlukla "sevimsiz" işlerdir ama yaşamın keskinliği içerisinde zorunlu oldukları da bir o kadar kesindir. Fidel'in çok sonraları yaptığı konuşmalarda bile, ta yıllar öncesine Sierra Maestra'daki hain Eutimio Guerra olayına kadar uzanıp örnekler vermesi boşuna değildir. Çünkü bazen bu tür olaylar dönüm noktası da olabilirler.
Dolayısıyla, bu tür durumlara bulutlar üzerinde bir "hümanizm" noktasından bakmak (tırnak içinde bir "hümanizm"den sözediyoruz!), bizim açımızdan mümkün değildir. Hainlik ve işbirlikçilik, devrimin büyük yürüyüşü içersinde, onun adalet kurallarınca ele alınabilecek konulardır.
Devrimci Sol'un geçtiğimiz ay cezaevinde gerçekleştirdiği cezalandırmaları da böyle bir bakış açısından ele almak gereklidir.
Ancak, tam da bu noktada çok ciddi bir sorun vardır...
Sözkonusu olaylar üzerine bizim herhangi bir yorum yapabilmemiz mümkün değildir. Çünkü, bu konuda verilere sahip değiliz. Bütün verilere sahip olabilmemiz de bu tür olayların doğasından ötürü zaten mümkün değildir. Normal olarak, devrimci güçler böylesi durumlarda kendi aralarındaki güvene dayalı bir davranış çizgisi izlerler. Yani, sorunu yaşayan ve kuşkusuz en sağlıklı bilgilere sahip olan (ki, bu bilgilerin tümünü açıklamak da her zaman doğru olmayabilir) devrimci hareketin bu konuda sunduğu veriler, aksi yönde çok net bir gelişme sözkonusu değilse, yeterli kabul edilir. Bütün bunlar, işin ABC'sidir.
Ama zaten sorun da işte bu noktadadır. Maalesef, Devrimci Sol'un genel tavrı ve bir dizi olaydaki tutumu, söylemi, bu konudaki doğal güven ortamını törpülemiş ve zedelemiştir. Ortada bir güven erezyonu vardır ve devrimci insanlar, gruplar, Devrimci Sol çevresinin söylediklerini en baştan, önsel olarak "güvenilir-objektif veriler" tanımlaması içinde düşünmekte zorlanmaktadırlar. Bu bir olgudur. Devrimci Sol, bunun kendisine olan düşmanlıktan kaynaklandığı görüşünde olabilir ama bugünün gerçeği budur. Özellikle son bir yıldaki olaylarda Devrimci Sol'un "halkın adaleti" çerçevesine neleri sığdırdığı düşünüldüğünde, ayrılık olayındaki tutumu ve düpedüz bir siyasi facia haline gelen öldürme olayları değerlendirildiğinde, insanların bu "adalet" üzerine ciddi kuşkulara sahip olması çok da şaşırtıcı değildir. Devrimci Sol'un "karşı-devrimci, hain, namussuz, ajan, vb.." gibi kavramları kullanmaktaki "rahatlığı", kendisi gibi düşünmeyen unsurları ve yapıları çok kolayca "karşı-devrim" cephesine yerleştiren genel tavrı ve dünyayı "Devrimci Sol ve düşmanları"ndan ibaret bir yüzey olarak algılama alışkanlığı artık kronikleşmiştir. Dolayısıyla insanlar artık bir tür "teşmil" yöntemiyle, Devrimci Sol'un başka olaylardaki tutumlarına bakarak, "cezalandırma" olaylarını da değerlendirmekte ve çoğu kez kuşku üretmektedirler. Çok haklı "cezalandırmalarda bile devrimci insanlar bu olaylara belli bir mesafeyle yaklaşmakta ve salt Devrimci Sol'un açıklamasını "yeterli" bulmamaktadırlar. Bu kuşkunun bazı durumlarda sübjektivizme vardığı ve bazı durumlarda da reformist çizgilerin silahlı mücadeleye karşı olan allerjik reaksiyonunu ifade ettiği doğrudur. Ama her şey bu kadar da basit değildir. Devrimci bir içtenlikle olaylara yaklaşan insanlar da benzeri kaygılara sahiptirler.
Ve aslında tabii ki böylesi bir durum hazindir. Çünkü gerçekte, bir devrimci örgütün açıklaması herhangi bir olay üzerine en ciddi referans kaynağı olmalıdır, doğrusu da budur. Ne var ki, yaşanan gerçeklik, bu konuda bulanıklıklar yaratmıştır. Devrimci Sol herkese istediği kadar ateş püskürebilir ama her şeyden önce aynaya bakmasında yarar olduğu da kesindir.
***
Kaldı ki, sözkonusu olaylarda, sorgulama biçiminin devrimci kriterlerin dışında olduğu yolunda da iddialarda bulunulmuştur. Bu konuda biz kendi gözlemlerimize dayanan somut verilere sahip değiliz. Şüphesiz bu konuda duruma açıklık getirmesi gerekenler, böylesi gözlemlere sahip olanlardır.
Ama, Devrimci Sol çevresinin son yıllarda ciddi bir kültürel erezyon yaşadığı da bizim gözlemimizdir. Giderek "Ortadoğu Tipi" bir önderlik anlayışının baskın hale gelmesi, "mubah" olan fiiller konusundaki rahatlık, kaçırma ve sorgulama konularında oluşan "gelenek"ler bu "yeni tipte kültür"ün parçalarıdır. Sözgelimi, Devrimci Çözüm kanadından bir devrimcinin öldürülmesinin ardından cezaevinde hayli keyifli kutlamalar yapılabiliyor olması, çok çarpıcı ve aynı zamanda çok düşündürücüdür, bir ruhsal biçimlenişin işaretleridir. Doğrusu, bu davranış çizgisi, Elrom gibi bir İsrail ajanını cezalandırdıktan sonra bile kusarak son derece insani bir tepki duyabilen Mahir ÇAYAN'ın kültüründen (ki ne hikmet-olayı zikreden KAYNAK Yayınları’nın THKP-C ile ilgili kitabında bu davranış, bir tür "zayıflık" gibi sunulmaktadır!..) oldukça farklı, tamamen "yeni" bir biçimleniştir.
Zaten tehlike de buradadır. Bütün bu olayların en kötü yanı, insanların ölümünün de ötesinde, "bu tür işleri yapabilen, mubah davranışlar konusunda karnı geniş olan" bir insan tipinin yaratılıyor olmasıdır. Bu, bir kültürel biçimlenişin yaratılmasıdır.
Muhtemeldir ki, bugün "bitirildiği" söylenen "darbecilik" olayı, TC'nin şu malum Kıbrıs sorununa dönecek, "ihtiyaç duyulan" zamanlarda yeniden gündeme gelerek yeni saldırılara yol açacaktır.
Dolayısıyla, böyle bir kültürel biçimlenişin varlığını gözlemliyor oluşumuz Devrimci Sol'un devrimci kriterlerden uzaklaşmasının çoğu durumda mümkün olduğu kuşkusuna sahip olmamızı da beraberinde getirmektedir.
Sonuç olarak, bugünkü durumda, bir çok devrimci çevre gibi biz de Devrime Sol'un sözü geçen icraatları ve bu icraatların devrimci normlarla ilişkisi konusunda net yorum yapabilmemize imkân sağlayan verilere sahip olmaktan uzağız. Doğal bir referans kaynağı olarak kabul edilmesi gereken Devrimci Sol açıklamalarının ise gerçekten böylesi bir niteliğe sahip olmaması durumu zorlaştırmaktadır. Böyle bir önsel güvenin olmasını çok isterdik ama yazık ki artık pek çok şey zedelenmiştir.
Biz kendimizi özel bir yargıçlık konumunda görmüyoruz, hiç görmedik. Bizim sorunumuz, yeni devrimci kuşakların doğru bir kültürle ve devrimci normlara, devrimcilerin ilkelerine tam bir güvenle yetişmesi sorunudur. Ve, şu ya da bu tekil olaydaki somut durum ne olursa olsun Devrimci Sol bu alanda genel olarak ciddi yaralar açmıştır. Sağa-sola ateş püskürmek, başkalarını suçlamak bu sorunu çözmez; Devrimci Sol, kendisine, kendi davranış çizgisine sorgulayıcı yaklaşmak durumundadır.
***
İHD ile ilgili soruna dönersek...
İHD ile ilgili konunun özü de aslında çok temel bir sorunun yanıtına denk düşmektedir. Herkes Devrimci Sol gibi düşünmek zorunda mıdır, değil midir?
Temel soru budur.
Ve yanıt çok nettir: Herkes Devrimci Sol gibi düşünmek zorunda değildir... Herkes Barikat gibi, (Alınteri gibi, SİP gibi...) düşünmek zorunda da değildir. Siz, bir şey düşünür, doğru bulur, yaparsınız, başkaları da başka türlü düşünür ve yazıp söylerler. Bu, onların "karşı-devrimci, hain, vs.”, olduğunu değil, sizden farklı olduklarını gösterir...
Devrimciler, kendileri için çok hayati konularda da böyle çelişkiler yaşayabilirler. En basitinden, olaya çok kaba bir sınıfsal tahlille yaklaştığımızda bile, toplumsal muhalefetin geniş yelpazesi içinde çok çeşitli kategorilerden insanların ve onların düşüncelerinin yeralmasının doğal, hatta kaçınılmaz olduğu ortadadır. Toplumsal muhalefetin yelpazesi salt tek bir güçten ibaret değildir, öyle olsaydı zaten o bir yelpaze olmaktan çıkardı. Bunlar çok basit gerçeklerdir, tekrarlamak bile aslında gereksizdir.
"Bizim adaletimiz sorgulanılmaz!" dediğinizde, bu düpedüz boş laftır... Dünya yüzeyinde eleştiriden muaf hiç bir şey yoktur ve olmayacaktır. Siz, bir şeyin doğru olduğuna inanır ve yaparsınız, başkaları da, sövgüye başvurmamak ve sizin doğrularınıza saygı duymak koşuluyla kendi özgün düşüncelerini söylerler, tavırlarını alırlar. Burada, bakış ve norm farklılıkları sözkonusudur, kimsenin de aynı bakışa ve normlara sahip olması mümkün değildir. Üstelik, toplumsal muhalefetin çeşitli kesimleri tarafından "sorgulanıyor" olmak da o kadar kötü bir şey değildir.
Çok uç bir örnek vermek istiyoruz, Engels'in "Blankici Komün Mültecilerinin Programı" üzerine söyledikleri gerçekten de çok öğreticidir. Komün sonrası toplantılarda "biz Komün'de olan herşeyin sorumluluğunu yükleniyoruz" türünden keskin laflar eden Blankicilere şöyle yanıt veriyor Engels:
"Başka zamanlarda olduğu gibi, her devrimde de kaçınılmaz olarak bir çok hata yapılır ve nihayet insanlar olayları eleştirel bir biçimde yeniden gözden geçirebilecek kadar yatışınca, kaçınılmaz olarak şu sonuca varırlar: yapılmadan kalması çok daha iyi olacak bir çok şey yaptık ve yapılsa daha iyi olacak bir çok şeyi yapamadık ve işte işlerin sarpa sarması bundandır. Ama Komün'ü kusursuz ve yanılmaz ilan etmek ve her ev yakıldığında ya da bir tutsak kurşuna dizildiğinde, bunun, hakedilen bir ceza, tam da yerinde bir iş olduğunu iddia etmek ne büyük bir eleştirel tutum yoksunluğudur. Bu, mayıs ayındaki hafta boyunca, kurşuna dizilen insanların ne eksik ne fazla, kesinkes kurşuna dizilmesi gereken kimseler olduğunu, ateşe verilen evlerin, ne eksik ne fazla, kesinkes ateşe verilmesi gereken evler olduğunu iddia etmekle aynı şey değil midir? Bu, birinci Fransız Devrimi konusunda şunu söylemekle aynı şey değil midir: her boynu vurulan hakettiğini buldu, ilkin Robespierre'in boynunu vurdurdukları, ardından da Robespierre'in kendisi? Özünde çok iyi huylu kimselerin acımasızca gaddar görünme hevesine kapılmaları işte böyle çocukluklara neden olur..." (Seçme Yapıtlar II / Komün Üzerine)
İbret vericidir... Öğreticidir... Düşünün ki, burada Engels'in sözünü ettiği şey işçi sınıfının en tarihsel, en şanlı eylemidir. Ve Engels böyle bir şanlı eylemi bile sorgulanamaz saymıyor, hiç bir şekilde onu eleştiriden muaf tutmuyor.
Bugün yaşananlarla Komün'ün kıyaslanmasının komik olduğunun farkındayız. Ama yine de bu uç örneği devrimci tutumla, "biz yaparız, kimse de sorgulayamaz" diyen tutum arasındaki farkı netleştirmek için veriyoruz...
İHD'ye gelince... İHD, özgün bir kurumdur ve onun doğasından gelen bir olgu olarak değişik kriterleri vardır, olabilir. Onun savunmayı görev bildiği normlar ve kriterler ile iktidar perspektifiyle yürüyen ve bunun için de silahlı mücadele yolunu seçen bir devrimci örgütün normlarının, kriterlerinin aynı olması hem mümkün değildir, hem de zorunlu değildir. Aksi halde İHD'ye ya da bu türden kuruluşlara hiç gerek olmazdı... İHD, insan hakları mücadelesinin genel normlarıyla olayların üzerine gider, düşüncelerini ifade eder. İHD, ölüm cezaları, işkence, savaş gibi çok temel konularda bu genel kriterlerle davranır. Sözgelimi "barış" politikası bir devrimci örgüt için taktik evre olabilirken, İHD türü kurumlar için sürekli bir ilkedir. Ya da örneğin İHD'nin tutup bir "cezalandırma" eylemini savunması düşünülemez, vb., vb.. Biz, örneğin İHD'nin şu ya da bu konuda "devrimci hareketin gereksinmelerini anlayamadığını ve böylece genel bir hümanizmle olaylara yaklaştığını" söyleyebiliriz. Ve aslında bunu yapmakla çok yeni bir şey de söylemiş olmayız. Gerçek budur çünkü. Devrimci bir partinin gerekli olmasının sebebi de budur. Devrimci parti, bütün diğer toplumsal örgütlerin başaramadığı ve başaramayacağı bir işe, iktidar işine soyunmuştur ve yaptığı bu işin kendi gereksinimleri, ilkeleri, kuralları vardır.
Yani, kimse sapla samanı birbirine karıştırmasın, bu bir gerçektir. Kendimizin ne olduğunu ve İHD türü örgütlerin ne olduğunu bilirsek, sorun yoktur. Meseleye doğru baktığınızda, ortada ne "kontra ajanları" vardır, ne de "karşı devrimci, namussuz, şerefsiz, vb.."ler... Ortada farklı kanallar ve farklı muhalif çemberler vardır.
Eğer isterseniz, eğer bunu filan kongrenizde bir gereksinim olarak tesbit ederseniz, tutup, daha kendinize yakın, daha farklı bir kurum yaratabilirsiniz. Ve tabii ki orada işler farklı bir disiplinle ve ideolojik birlik temeliyle yürür. Ama hayat bundan ibaret değildir. Başka insanlar, toplumsal muhalefetin şu ya da bu noktasında duran başka kurumlar vardır. Esasında devrimci hareketin toplumsal muhalefetin diğer kesimleriyle ilişkisi bir çemberler ilişkisidir. Bu çemberin merkez noktasında devrimci parti duruyorsa eğer, bu her şey değildir. Daha dış çemberler, dış yüzeyler vardır ve orada bizimle ayniyeti olmayan gruplar, insanlar vardır. Bizim politik gücümüz ve yürüttüğümüz mücadele, ülkedeki muhalefetin en dış çemberlerini bile bir biçimde bize bağlayacak bir etki yaratır, onların kendi duruş noktalarını bize göre ayarlamalarını sağlar, bu bir süreç sorunudur ve bunu metazori gerçekleştiremezsiniz. M. ÇAYAN'ın "solu toparlamak" derken kastettiği de sanırız ki genel anlamıyla budur: bir çekim merkezi olmak ve düzenden bir biçimde hoşnutsuz olan herkesi devrimci hareketin yörüngesine sokan bir politik prestij yaratmak... Bu, emekle varılabilecek bir noktadır ve o noktada da devrimci hareket ile değişik kurumlar arasında yine farklar vardır. Sözgelimi uç bir örnek olsun, kimse Latin Amerika ülkelerindeki "Özgürlük Teolojisi" akımına bağlı rahiplerden aynen devrimci örgütler gibi düşünmelerini istemez, kendi inanışları gereği bu insanlar ölüm ve savaş konusunda farklı şeyler söylerler ama nihayetinde keskin dönüşüm süreçlerinde de durdukları yer bellidir.
Ama, ortaya çıkıp, "ben halkların öncüsüyüm, herkes secdeye kapansın!" derseniz bu mümkün olmaz, anlamlı da olmaz... Kimsenin böyle bir mecburiyeti yoktur.
Kendi kanallarında akan muhalefet ırmaklarını, derelerini birleştirmek hakaretlerle, saldırılarla da becerilebilecek bir iş değildir. Siz, ta İHD'nin kuruluşuna dek uzanıp, Didar Abla'dan başlayarak önünüze geleni sövgü yağmuruna tutuyorsanız (ki, bizzat Didar Abla'ya fiziksel saldırıda bulunulduğu da bir gerçektir), böyle bir misyondan da uzaklaşırsınız. Sövgüleriyle anımsanan bir hareket olursunuz, o kadar.
Doğrusu bütün bu söylediklerimizin Devrimci Sol çevresinde algılanabileceğinden umutlu da değiliz. Daha çok kendi insanımıza bir şeyler söylemek derdindeyiz, doğru bir kültürü yaratmak gibi bir derdimiz var. Devrimci Sol çevresi kendi siyasal tarihi boyunca "bu ülkede bizim dışımızda devrimciler var, bu insanlar doğru şeyler de söyleyebilirler" gibi bir düşünme tarzına sahip olmamıştır. Ki aslında, belki siyasal bir ironidir, bu gelenek de onlara Devrime Yol'dan akıp gelmiştir. Devrimci Yol'un son zamanlardaki dağınıklıktar kaynaklanan "demokrat”lığı biraz aldatıcıdır. DY, geçmişi itibarıyla ülke tarihindeki en ben-merkezci siyasi hareketlerden biridir.
***
Sonuç olarak, bizim için durum yeterince nettir. Ercan Kanar ya da bir başkası... Bu insanlar, bu ülkede insan haklarıyla ilgili olarak görev yapan devrimci-demokrat insanlardır. Bir çok noktada aynı düşünmeyebiliriz, hatta çok sert ve derinlikli eleştirilerimiz de olabilir. Ama bugüne dek bu insanların devrimcilere karşı ahlak-dışı bir tutum takındıklarına tanık olmuş değiliz. Bu insanlara ağıza alınmaz sövgülerle saldıran yazılar ve mektuplarda da bu yönde ortaya konmuş bir kanıt sözkonusu değildir.
Eğer sorunun canalıcı noktası bu insanların Devrimci Çözüm kanadının davalarına giriyor olması ise ki öyle görünüyor, doğrusu artık bizim söyleyecek bir şeyimiz yoktur. Bir hesaplaşmanın, hem de kana bulanarak sürdürülen bir hesaplaşmanın, insanların oligarşinin mahkemelerindeki "savunma hakkı"nı engellemeye dek vardırılması, doğrusu bizim aklımızın anlamakta aciz kaldığı bir noktadır...
***
Yaşam sınar... Yargıç odur...
Eninde sonunda herşey yerine oturur, herkes doğruları ve yanlışlarının birbirine oranı ölçüsünde başarılar ve başarısızlıklarla karşılaşır.
Bundan kimsenin kuşkusu yok.
Dert odur ki, bütün bu süreç içinde kapanması zor yaralar açılmasın.
Yaralar, gerçekten zor kapanıyor çünkü...

 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19