(Yalan
Politikanın Bir Biçimi midir?)
Gebze'den Öğrenmek
|
İşçi sınıfının mücadelesi bütün tarihi boyunca yaşanan
deneyimleri ucuca ekleyip gelişen bir süreçtir. Bu tarih,
olumlu ya da olumsuz sonuçlanan bir dizi yerel-genel
direnişin tecrübelerinin yoğrulmasından meydana gelir.
Tarih böyle işler, birbirini izleyen mücadeleler gelenekleri
oluşturur ve bu gelenekler zaman zaman yeni arayışlarla
zenginleşir, yeni gelenekler ortaya çıkar.
Gebze Belediyesi'ndeki direniş de sonradan hakkında
ne türden spekülasyonlar üretilmiş olursa olsun, bu
anlamda işçi sınıfının mücadele tarihinin bir parçası
olmuş, o tarihe bir şeyler eklemiş ve son yılların mücadele
sürecinin çok önemli bir halkası olarak yerini almıştır.
Kavel'den Profilo'ya, Zonguldak'a dek uzanan bu süreç
Gebze deneyimi ile biraz daha zenginleşmiş ve gerçekten
sınıfın mücadelesini büyütmek, onun sorunlarına ciddi
olarak eğilip çözümlemek isteyen devrimci güçler için
az bulunur bir tecrübeler birikimine ulaşmıştır. Sınıfın
genel ya da yerel direnişlerine dar politik hesaplarla
değil de "buradan ne sonuçlar çıkarıp geleceğe
taşıyabiliriz" mantığıyla yaklaşan güçler için
gerçekten eşi bulunmaz deneyimlerdir bunlar. Her direnişin
ardından, olayların, hem bütün olarak, hem de tek tek
parçaları açısından masaya yatırılıp sorgulanması, çözümlemeler
yapılıp sınıfın belleğine aktarılması aynı zamanda devrimci
güçler için bir görevdir. Devrimci örgütlülüğün esasen
varlık nedenlerinden biridir bu. Çünkü devrimci örgüt,
bir mücadele aygıtı olmaktan öte, işçi sınıfının, ezilenlerin
mücadelesinin o büyük tarihsel akışının belleğidir de.
Dünü bugüne taşımak, bugün olanı çözümleyip yarına aktarmak
onun temel fonksiyonlarından biridir.
BİR DİRENİŞ KENTİ: GEBZE
27 Mart seçimlerinin ardından özellikle RP tarafından
ele geçirilen belediyelerde işçi sınıfına dönük yeni
uygulamalar aslında bekleniyordu. "Adil düzen”
sloganıyla, sosyalist hareketten çalınmış vaadlerle
zihinleri bulandıran RP'nin gerçek yüzü hakkında devrimcilerin
görüşleri oldukça netti. RP'nin mümkün olan en kısa
zamanda ve mümkün olan her yerde büyük bir işçi kıyımına
girişeceği, böylece kendi kadrolaşmasını gerçekleştireceği
kimse, için sır değildi. Ayrıca, sorun yalnızca RP sorunu
da değildi. Burjuva kampın bütünü epeydir "durmadan
sorun çıkaran" şu belediye işçilerinden rahatsızdı.
Büyük kentleri felç etme gibi bir kozu ellerinde tutan
belediye işçileri arasında genel olarak sol bir potansiyelin
hakim olması, sendikal hareketin bu bölümünü gelecek
açısından "tehlikeli" kılıyordu. Bu gücün
mümkün olan yerlerde sendikal bürokrasi aracılığıyla
"uysallaştırılması", başka bazı yerlerde de
ezilmesi bütün düzen partilerinin ve kurumlarının ortak
isteğiydi. Belki dar-günlük burjuva politikası içinde
rakip partiden bir belediye başkanının grevlerle biraz
yıpranması "arzu edilir" bir durumdu ama aynı
süreçler sınıfın canlanışı anlamında da çok rahatsız
ediciydi. Bütün bu bakımlardan düşünüldüğünde, bir kıyım
furyasının başlatılacağını ve bunun devlet destekli
olacağını tahmin ermek zor değildi.
Süreç, bazı yerlerde yavaş, bazı yerlerde ise hızlı
gelişti. Öteden beri devrimci-demokrat bir yapıya sahip
olan Gebze Belediyesi'nde ise durum biraz daha acildi!.
Buradaki potansiyelin dağıtılması gerekiyordu ve bu
yönde de sert adımlar atılmasına karar verildi.
Bütün RP'li belediye başkanları gibi seçim öncesinde
"kimseyi işten atmayacağım" vaadlerinde bulunan
başkan Ahmet Pembegüllü, 10 haziran 1994 günü akşamüstü
"Kıyım Listeleri"ni astı.
O andan itibaren artık her şey değişmişti... Şaşkınlık
öfkeye, öfke de direniş kararına dönüştü ve bütün kenti
bir mücadele alanına dönüştüren Gebze direnişi başladı.
Toplam 733 işçi ve memurun işten atıldığını bildiren
listeler hemen devrimci güçler ve öncü işçiler tarafından
yırtıldı ve daha ilk gün saldırı için hazırlanmış polisle
çatışmalar yaşandı.
Ama artık belediyenin önü doğal bir direniş alanı haline
gelmişti. Bir anda herkes ayağa kalkmıştı. Bu noktada
daha pasif türden direniş yollan seçilebilirdi. Ama
sendika temsilcileri, öncü işçiler ve devrimciler son
derece yerinde bir kararla daha zorlu ama daha çarpıcı
bir yolu seçtiler ve belediyenin önünü, dolayısıyla
kentin kalbini bir direniş mevzisi olarak saptadılar.
Hiç şüphe yok ki, bu tarz, çeşitli sendika ve parti
binalarında sürdürülecek zayıf bir eylemden çok daha
etkiliydi. Süreç içinde çok zorlu çatışmalara ve saldırılara
yol açsa da böylesi bir direnişin etki alanının genişliği
kanıtlandı. Öyle ki, daha ertesi günden itibaren Gebze
kentinin bu merkezi alanı tüm Türkiye'nin ilgi odağı
haline geldi ve sınıf dayanışmasının, devrimci dayanışmanın
en güzel örneklerinin yaratıldığı bir zemin oldu.
Böylece işçi ve memurların, işten atılanların ve henüz
atılmamış olanların kaynaşmasının da ilginç örneklerinin
yaratıldığı Gebze Direnişi daha başından itibaren tam
bir kent direnişi haline geldi ve üstelik kent boyutlarını
da aşarak bütün ülkedeki duyarlı insanların adeta nefeslerini
tutarak izledikleri bir sürece yol açtı. Artık Gebze
bir "ziyaret yeri" gibiydi, hergün sabahtan
akşama dek sendika heyetleriyle, devrimci-demokrat kurumların
temsilcileriyle ve bir biçimde desteğini sunmak isteyen
insanlarla dolup taşıyordu. Her gün gelip giden binlerce
destekçi-konuk bunun en açık göstergesiydi. Gebze Belediyesi'nde
öteden beri varolan devrimci potansiyel, böylece yaratılan
zemin üzerinden yeni kanallara akıyor, başka güçlerle
birleşiyordu. Devrimci güçler bütün direnişin motor
gücünü oluşturuyor ve organizasyondaki bütün aksaklıklara
karşın sürecin merkezinde bulunuyordu. Kuşkusuz, temel
talebi işten atılanların geri alınması olan direniş
böylece kısa sürede 5 Nisan sonrası genel kıyım sürecine
karşı bir tavrı da kapsamış oluyordu.
Kadınlar da direnişin bir önemli unsuruydu. Direnişin
bütün kente yayılan niteliği ve fiilen belediye faaliyetini
felç eden eylem tarzları çoğu kez onların öncülüğünde
yayılıp genişliyordu. Direniş, başından beri 12 Eylül'ün
sınıf için, ekonomik mücadele için çizdiği “deli gömleği"
benzeri yasal sınırları zorlayan bir nitelik göstermişti.
Başından beri bir alanın işgali söz konusuydu ve bütün
belediye işleri fiilen durdurulabiliyordu. Esasen, buna
bir "işgal" demek de mümkün değildi, çünkü
işçiler gerçekte kendilerine ait olan bir mekanı ve
bir kenti "işgale karşı" savunur durumdaydılar.
Bunu zaman zaman çok radikal eylemlerle de desteklediler,
direniş kırıcılarına karşı alınan sert önlemler, otobüsler
konusundaki çatışmalar bunun örnekleriydi. Dışardan
pek görülmeyen onlarca küçük eylem bu büyük direnişin
parçalarını oluşturdu.
Kentin bütününü aktif destek konumuna sokabilmek çok
mümkün olmadıysa bile, bu süreçte en azından halkın
belli bir sıcaklığının sağlandığı da bir gerçektir.
Çoğu durumda bu sıcaklığın ziyaretlere, fiili desteklere
dönüştüğü de bilinmektedir.
GEBZE BİR BAYRAM YERİYDİ AMA AYNI ZAMANDA DA ARTIK
BİR HEDEFTİ...
Kısacası, neresinden bakılırsa bakılsın, Gebze direnişinin
"farklı" türden bir direniş olduğu görülüyordu.
Esasında bu, daha sonra da ARAS KARGO'cuların sürdüreceği
bir arayışın ifadesiydi. Tam deyimle söylersek "taşları
bağlayıp köpekleri serbest bırakan" sendikal düzen
çerçevesinde elleri kolları bağlanmış, olan sınıfın
bu kör daireyi kırma çabasıydı. Gebze, hak arama çabasını
binbir çeşit cenderenin arasına sıkıştırıp kilitlemiş
olan faşist yasallığın ciddi şekilde zorlanışıydı. Koca
bir kentin ortasında direniş odağı yaratılmış ve gece
gündüz sönmeyen bir ateş yakılmıştı artık, ilk öfkeden
düzenli işleyişe doğru geçen kalabalık, giderek organize
olmuş, yiyecek sorunlarını çözmeye çalışan, nöbetlerini
organize eden bir noktaya varmıştı.
Sonradan, (az sonra değineceğimiz) çok spekülasyon yapıldı.
Abartılı laflar ortalıkta uçuşup gitti ama her şey bir
yana hiç abartmasız söylenebilecek olan şey, bu direnişin
giderek artık genel olarak düzen için "rahatsız
edici" bir noktaya ulaşmış olduğudur.
İşin püf noktası da budur! Gebze'de bunu görmemek körlüktür.
Bu direniş, sona erdirilecekti, ne pahasına olursa
olsun! Bu, RP filan bir yana artık devlet açısından
kesindi! Gebze sorunu, egemenlerin masasına, hedef tahtasına
konmuştu ve çözülecekti!..
Bu gerçeği görmeden Gebze'yi anlamak mümkün değildir.
Gebze'de sözkonusu olan, aylarca yıllarca sürdüğü halde
bir etki sağlayamayan, işçiler grevdeyken işlerin ve
üretimin bal gibi sürdüğü sıradan bir "direniş"
değildir. Bu kez sözkonusu olan "farklı" bir
şeydir. Kıyıma başlarken işçi düşmanlarında varolan
"bir-iki mızıldanır, bir yerlerde eylem yaparlar,
biter" biçimindeki tahmin tutmamış, Gebze işçisi
belediyenin bütün işleyişini ciddi şekilde tıkayan bir
tarz geliştirmiştir. Böylece ortaya bütün medyayı kendisine
çeken, ülke gündeminde yer işgal eden bir sorun çıkmıştır.
Her akşam haberlerinde artık Gebze direnişinden sözedilmesi
normal hale gelmiştir. Bu, Gebze'nin yerelliğinin ötesinde
bir olgudur. Direnişin tarzı ve işçilerin, devrimcilerin
seçmiş olduğu yol böyle bir sonuca yol açmıştır.
Ve işte bundan dolayıdır ki, Gebze direnişi başlangıcından
bir süre sonra devlet açısından "bir an önce çözülmesi
gereken bir sorun" haline gelmiştir. Tek başına
Gebze direnişinin de ötesinde bu tür "aykırı"
direniş tarzının başka yerler ve sınıfın başka kesimlileri
için de örnek olabileceği kaygısı bizzat devleti
harekete geçirmiştir. Burada sektör de sorun değildir.
Bazen, bir bisküvi fabrikasındaki direniş de izlediği
yol açısından devlet için çıbanbaşı olabilir.
Olayın mantığı budur.
Şehrin kuşatılıp alandaki direnişin kırılması da bu
mantığın içindedir.
"ELEŞTİRİ" YERİNE ÇAMUR SAVAŞI
SOLUN ESKİ HASTALIĞI...
Yani, ne abartmaya ne de küçültmeye gerek vardır. Ama,
kim Gebze direnişinin aynı biçimiyle ilelebed devam
edebileceğini düşünmüşse, onun saf olduğu da kesindir.
Bu, yalnızca saflığı değil, devletin konumu ve niteliği
üzerine de ciddi bir bulanıklığı içinde taşır. Sıradan
olmayan bir direniş olarak Gebze, bir noktadan sonra
artık bir "işe alınma" sorunu çerçevesini
aşmış, RP olayı olmaktan da çıkmıştır. Onun için, böyle
bir direniş üzerine konuşurken, "başarı" ya
da "başarısızlık" gibi göreli kavramları dikkatli
kullanmak gerekir. Gebze türü bir direnişin bir biçimde
devlet saldırısına uğrayacağı ve eninde sonunda başlangıçta
sürdürülen biçiminin kırılacağı bugünün Türkiye'sinde
kesindir. Dolayısıyla, burada yapılacak bir tartışmada,
Gebze'ye "devrim misyonu" yükleyen abartmalardan
uzakta durup, serinkanlı olmalı ve devrimcilerin göz
göre göre hazırlanan saldırıya daha iyi hazırlanmalarının
mümkün olup olmadığı üzerinde yoğunlaşılmalıdır. Yani,
taleplere ulaşılamayabilir. Bu, tek başına bir başarı
ölçütü değildir. ARAS'ta da işe alınma talebine ulaşılamamıştır.
Sorun, bir fiziksel güçler dengesizliği içinde direniş
kırılsa bile, bu yenilginin salt fiziksel olması, yani
her koşulda sınıfın bu olaydan siyasal-psikolojik olarak
kazançlı çıkması ve hemen direnişin başka biçimlerinin
örgütlenebilmesidir. Direnişi yönlendiren güçlere eğer
bir eleştiri yöneltilecekse, işte bu açıdan yöneltilmelidir.
Yoksa, ne kadar kamuoyu desteği sağlamış ve yaygınlaşmış
olursa olsun bir direnişe "asla kırılmamalı"
diye bir keskinlik noktasından bakmak, (üstelik, genel
bir devrimci ivme yüksekliği koşulları da yaşanmıyorken)
devletin zor güçleri karşısında nihayetinde çıplak elleriyle
savaşabilecek insanlara haksızlıktır.
Direnişi yönlendiren devrimci güçler, şüphesiz daha
iyi kestirimler yapabilirlerdi. Devletin tavrını doğru
olarak yorumlayabilecek bu güçler, saldırı olasılığının
artık tam olarak kesinleştiği son günlerde daha kapsamlı
düşünerek, saldırının nasıl ve ne zaman olabileceği
üzerine doğru saptamalar yapıp önlemler alabilirlerdi.
Böyle önlemlerin alınması ve hazırlık yapılması halinde
de devlet fiziksel gücü nedeniyle galip gelebilir ve
alandaki direnişi kırabilirdi. Ama bunun için ağır bir
siyasal bedel öderdi ve ayrıca bu durumda işçilerin
siyasal-psikolojik atmosferi de bugünkünden çok daha
farklı olurdu.
Direnişi yönlendiren güçler arasında oldukça etkin bir
konumda olan taraftarlarımız da zaten bizzat kendilerinin
yayınladığı değerlendirmelerinde bu konuda daha doğru
hareket etmelerinin mümkün olduğunu, saldırıyı kestirip
hazırlanma konusunda hatalarının olduğunu söylemektedirler.
Onca zaman bir direnişi fiilen yönetmiş bu insanlar,
direnişi daha fazla yayma, kent çalışmasını daha iyi
yapma, vb... gibi konularda da eksikliklerini ortaya
koymuşlardır.
Ama işte sorun tam da bu noktadadır!..
Soldaki genel hastalık tam bu noktada kendini açığa
vurmuştur. Bir işçi direnişine, geleceğe taşınacak dersler
çıkarma mantığıyla değil de, birilerini "hain"
ilan edip "biz olsaydık..." türünden masallar
anlatmak için yaklaşanların doğru bir yaklaşım üretmesi
de imkânsızdır.
Özellikle KIZIL BAYRAK, EMEĞiN BAYRAĞI ve ALINTERİ örneklerinde
bu çok somut olarak izlenmiştir. Boyluboyunca keskinlik
edebiyatı içine gömülmüş olan bu dostlarımızın elinde
"her direniş için geçerli" olan bir şablonları
vardır. Bu şablon, çok basit olarak üç köşelidir: Düşman
güçler + işçileri satanlar + tabii ki kendilerinden
ibaret olan devrimciler(!)
Bu şablon, bütün direnişlere aynen uygulanır. Burada
ne bir anlama çabası vardır, ne de geleceğe dersler
çıkarma mantığı... Aslında mantık da gayet basittir:
eğer bir direnişi KIZIL BAYRAK'çılar (ya da ALINTERİ'ciler...
vb...) yönetmiyorsa, bütün yapılan şey direnişin bitişine
kadar "gerekli bilgileri(!)" toplayıp beklemek,
sonra da ortalığı çamur deryasına bulamaktır. Zaten
bu ülkede kendilerinin dışında devrimcilerin bulunması
"mümkün olmadığından(!)", işçilerin satılacağı
kesindir!.. Bu arkadaşlar, aslında direniş üzerine dergilerinde
yazacaklarını ta direnişin en başında hazırlamaktadırlar.
Doğrusu fazla şüphecilik oluyor ama insan bu arkadaşların
gelecekteki sayılarının mizanpajını en baştan hazırlayıp
hazırlamadıklarını da merak ediyor... Çünkü nasıl olsa
yazılacaklar bellidir "kendilerinin kahramanca
çabalarına karşın", "küçük burjuva devrimcileri
teslimiyetçilik yapmışlardır" vb...
Burada iyi niyet filan sözkonusu değildir. Hele KIZIL
BAYRAK için hiç değildir. Direnişin en başından en sonuna
kadar işin içinde olmayan, bütün olaylar sırasında bir
"teferruat" konumunda olan KIZIL BAYRAK'ın
neyi eleştirdiği ciddi bir sorudur.
Neyi eleştiriyor KIZIL BAYRAK'çı arkadaşlar ve diğerleri?
Onca süre direnişi yönlendiren, bunun için her fedakarlığa
katlanan insanlara şu kadarcık saygı duymayı hiç düşünüyorlar
mı acaba? Bu insanlar, direnişi yönlendirmişlerdir ve
uzun süren bir eylem içinde her gün değişik kararlar
alırlarken bunların bir bölümünde doğal olarak eksik
düşünmüş de olabilirler. Ama bu insanlar, sabahın köründen
gecenin sonlarına dek ORADADIRLAR!.. Her ne karar almışlarsa
bunların uygulanmasında da bizzat bulunmuşlar ve her
türden sonuçlarına da katlanmışlardır. Direnişin süreci
içinde bu insanlar KIZIL BAYRAK'çıların ve diğerlerinin
ruhunun duymadığı eylemleri düzenlemişler ve "direnişi
nasıl daha çok güçlendirebiliriz" diye kafa patlatmışlardır.
Direnişi bizzat yönlendiren insanlar olarak, kıyıda
durup dergileri için "eleştiri biriktirme"(!)
gibi bir lüksleri de olmamıştır.
Oysa, her sertleşme ve çatışma durumunda ortalıkta görünmeyen
dostlarımız yalnızca her şey olup bittiğinde kalemlerini
sivriltip saldırıya geçme yolunu benimsemişlerdir.
Daha da doğrusu şudur: onlar bir direnişin eleştirel
sonuçlarını çıkarmak derdinde değillerdir. Zaten direnişi
fiilen yönlendirenler bizzat kendileri kendi eleştirilerini
bütün bu kalem erbabından daha iyi yapmışlardır. Direnişin
daha yaygılaştırılması ve saldırı zamanının kestirilip
önlemlerinin alınması konusunda direnişi yönlendiren
insanların kendilerine yönelttiği eleştiriler ortadadır.
Onların derdi ise bellidir: dergi sayfalarından saldırı
kampanyasına girişip, "işçi sınıfı Barikatları
da aşacaktır" türünden saygısız edebiyat denemeleri
yapmak!..
Ama, sormak gerekiyor; Barikatları aşacak olanın elini
tutan mı vardı?
Sormak gerekiyor; son gece neredeydiniz? Saldırı gecesi
ortalıkta hiç görünmediğiniz halde, oradaki 70-80 adamın
polis sürülerine karşı ne yapmasını bekliyorsunuz? O
gece saldırı olacağının önceden hesaplanması gerektiği
belki söylenebilir, ama saldırı başladıktan sonra bir
işgal ordusu gibi Gebze'ye yığılan terör gücü karşısında
yapılabileceklerin sınırı bellidir. “Alan niye boşaltıldı"
edebiyatı yapacağınıza, niye kendinize "biz
o gece neredeydik" diye sorma zahmetine katlanmıyorsunuz?
Niye bu kadarcık devrimci ahlakı göstermiyorsunuz?
Kimsenin yanlış anlamaması için çok net söylüyoruz:
direnişi yönlendiren taraftarlarımız elbette ki eleştiriden
muaf değillerdir, elbette eleştirilebilirler. Nihayetinde
bu bir sınıf direnişidir ve gelecekteki direnişlere
deneyim aktarmak açısından eleştirilip sonuçlar çıkarılabilir.
Ama yapılan bu değildir. Yapılan, düpedüz direnişi yönlendiren
insanlara ve onların üzerinden BARİKAT'a karşı bir çamur
kampanyasının başlatılmasıdır. Direniş içinde solda
sıfır noktasında kalanlar, tek bir ciddi pratiği yaşamayanlar,
direniş sonrasına doğrusu hemen broşürler çıkarabilecek
kadar "hızlı" çalışmışlardır.
Söylenenleri tek tek yanıtlayacak değiliz. BARiKAT olarak
öteden beri sol-içi ilişkilerde bir yol izledik ve o
yoldan ayrılmayacağız. Bu dostlarımız, dergi sayfalarında
yapılan "kayıkçı döğüşleri"ni pek eğlenceli
bulabilirler, zaten bunu kendi aralarında 20 yıldır
yapmaktan hiç vazgeçmemişlerdir. Aynı yolda devam etmekte
özgürdürler! Ama bizim işimiz var! Biz, ciddi bir işle,
devrimle uğraşıyoruz!
Ayrıca, bizim seviye gibi de bir derdimiz var
ve hep olacak. Küfretmeyi sevmiyoruz ve küfürlere yanıt
vermek de canımızı sıkıyor.
Birileri çıkar, biz bu direnişi tartışmak ve gelecekteki
direnişlere kollektif bir ders çıkarmak istiyoruz derse,
bunun için günlerimizi, gecelerimizi veririz. Ama tutar,
esamenizin bile okunmadığı bir direniş sonrasında direnişi
yönlendiren devrimci insanlara "işçileri satmak"
gibi küfürlerle saldırırsanız, orada film kopar, sizinle
konuşacak tek sözcüğümüz bile yoktur. Kendi devrimci
seviyemizi sizin bulunduğunuz yere kadar indiremeyiz...
Herşeyi tartışırız... Dürüst olmak kaydıyla...
Sözgelimi, "direniş sürecinde komite bilgisi dışında
yayın dağıtmama" kararını da tartışırız. Doğrudur,
yanlıştır... Direnişi yönlendiren insanların kararları
tartışılmaz diye bir kural yoktur. Ama daha ağzınızı
açtığınızda, "gerici komite"den sözederseniz,
oturur kendi kendinize tartışırsınız!..
Herşeyi tartışırız...
Sözgelimi, direniş sürecinde yaşanan bir şiddet olayı
vardır, onu da tartışırız. Ama önce dürüst olmak kaydıyla!..
Doğrudur, direniş sırasında KIZIL BAYRAK'ın bir taraftarına
taraftarımız olan bir arkadaş tarafından şiddet kullanılmıştır.
Biz, BARİKAT olarak dün ve bugün şiddet konusunda aynı
tavırdayız. Böyle bir davranışı hiç bir koşulda onaylamayız
ve savunmayız.
Ama çizilen manzara dürüst değildir. Komitenin açık
kararına rağmen fırsatçılıkla "özel sayı"
dağıtmak isteyen KIZIL BAYRAK taraftarı engellenmiştir,
bu doğru. Ama şiddet olayının bu konuyla hiç ilgisi
yoktur. Çizilen manzara, KIZIL BAYRAK taraftarının siyasi
faliyetinden ötürü şiddete maruz kaldığıdır ki bu düpedüz
yalandır. KIZIL BAYRAK taraftarı bütün kitlenin içinde
temsilci arkadaşa "ajan-provakatör" suçlamasıyla
hakaret etmiş ve bu nedenle sözkonusu arkadaşın şiddetiyle
karşılaşmıştır. Şiddetin doğru olmadığı kesindir. Ama,
kimsenin de devrimci insanların onuruyla oynamaya hakkı
yoktur!
KIZIL BAYRAK, renkli broşürler yayınlamaktan önce, çok
basit bir başka şeyi yapabilir, örneğin bu tür direnişlere
göndereceği insanlarını daha iyi seçebilir... Nerede
neyi konuşacağını bilmeyen, eleştiriyle küfrü birbirine
karıştıran insanlarını denetim altına almak şüphesiz
onların işidir.
Siyasi fırsatçılık bir siyasal harekete yalnızca geçici
yararlar sağlar. Derginizde olayları çarpıtarak yazarsınız,
ortalıkta görünmediğiniz bir direnişi yönlendirenlere
"işçileri satmak"gibi küfürleri sıralarsınız,
hatta hızınızı alamayıp özel broşür yayınlarsınız ve
elbette taraftarlarınızı bir süre için aldatmış olursunuz.
Ama siyasette yalan yalnızca bir süre için işe yarar.
Eninde sonunda insanlar gerçeği öğrenir. Hiçbir yalanı
sonsuza dek sürdüremezsiniz!
GEBZE'DEN ÖĞRENMEK
YENİ GEBZE'LER YARATMAK...
Sonuçta, herkesin siyasi hırslarını gemleyip serinkanlı
olmasında yarar vardır. Elbette BARİKAT'a ve onun direniş
içindeki taraftarlarına ahlak dışı saldırılarda bulunursanız
yanıtını alırsınız ama bizim esas anlatmak istediğimiz
şey, bir işçi direnişine genel olarak nasıl yaklaşmak
gerektiğidir.
Gebze'de "devrim" filan başlamamıştır... Sonuçta
biten de "devrim" değildir...
Sözkonusu olan şey, bir işçi direnişidir ve onun yararlanılabilecek
deney zenginliğidir. Gebze direnişi böyle bir deney
birikimini hepimize sunmaktadır. Böyle bir niyetle yaklaşıldığında
tartışılmayacak hiç bir şey yoktur ve olamaz. Her şey
masaya yatırılır ve enine boyuna yeniden yeniden sorgulanır.
Buna da kimsenin itirazı yoktur.
Zaten bir direnişe yaklaşımın doğru biçimi de budur.
Çünkü ancak böyle bir yaklaşımla sınıfın mücadele belleğine
bir şeyler katılabilir ve gelecekteki bir başka direnişte
"Gebze'deki şu deneyimlerden yararlanalım, şu yanlışları
da yapmayalım" diye bir pratik yarar noktasına
ulaşılabilir.
Ama, hırs akıldan öne geçerse... orada ne dürüstlük
kalır, ne de iyi niyet... Yalan ve demagoji politikanın
bir biçimi haline gelir ve artık o noktadan sonra bir
katkı'dan sözedilemez...
|