Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

İşçi sınıfının mücadelesi bütün tarihi boyunca yaşanan deneyimleri ucuca ekleyip gelişen bir süreçtir. Bu tarih, olumlu ya da olumsuz sonuçlanan bir dizi yerel-genel direnişin tecrübelerinin yoğrulmasından meydana gelir. Tarih böyle işler, birbirini izleyen mücadeleler gelenekleri oluşturur ve bu gelenekler zaman zaman yeni arayışlarla zenginleşir, yeni gelenekler ortaya çıkar.
Gebze Belediyesi'ndeki direniş de sonradan hakkında ne türden spekülasyonlar üretilmiş olursa olsun, bu anlamda işçi sınıfının mücadele tarihinin bir parçası olmuş, o tarihe bir şeyler eklemiş ve son yılların mücadele sürecinin çok önemli bir halkası olarak yerini almıştır. Kavel'den Profilo'ya, Zonguldak'a dek uzanan bu süreç Gebze deneyimi ile biraz daha zenginleşmiş ve gerçekten sınıfın mücadelesini büyütmek, onun sorunlarına ciddi olarak eğilip çözümlemek isteyen devrimci güçler için az bulunur bir tecrübeler birikimine ulaşmıştır. Sınıfın genel ya da yerel direnişlerine dar politik hesaplarla değil de "buradan ne sonuçlar çıkarıp geleceğe taşıyabiliriz" mantığıyla yaklaşan güçler için gerçekten eşi bulunmaz deneyimlerdir bunlar. Her direnişin ardından, olayların, hem bütün olarak, hem de tek tek parçaları açısından masaya yatırılıp sorgulanması, çözümlemeler yapılıp sınıfın belleğine aktarılması aynı zamanda devrimci güçler için bir görevdir. Devrimci örgütlülüğün esasen varlık nedenlerinden biridir bu. Çünkü devrimci örgüt, bir mücadele aygıtı olmaktan öte, işçi sınıfının, ezilenlerin mücadelesinin o büyük tarihsel akışının belleğidir de. Dünü bugüne taşımak, bugün olanı çözümleyip yarına aktarmak onun temel fonksiyonlarından biridir.
BİR DİRENİŞ KENTİ: GEBZE
27 Mart seçimlerinin ardından özellikle RP tarafından ele geçirilen belediyelerde işçi sınıfına dönük yeni uygulamalar aslında bekleniyordu. "Adil düzen” sloganıyla, sosyalist hareketten çalınmış vaadlerle zihinleri bulandıran RP'nin gerçek yüzü hakkında devrimcilerin görüşleri oldukça netti. RP'nin mümkün olan en kısa zamanda ve mümkün olan her yerde büyük bir işçi kıyımına girişeceği, böylece kendi kadrolaşmasını gerçekleştireceği kimse, için sır değildi. Ayrıca, sorun yalnızca RP sorunu da değildi. Burjuva kampın bütünü epeydir "durmadan sorun çıkaran" şu belediye işçilerinden rahatsızdı. Büyük kentleri felç etme gibi bir kozu ellerinde tutan belediye işçileri arasında genel olarak sol bir potansiyelin hakim olması, sendikal hareketin bu bölümünü gelecek açısından "tehlikeli" kılıyordu. Bu gücün mümkün olan yerlerde sendikal bürokrasi aracılığıyla "uysallaştırılması", başka bazı yerlerde de ezilmesi bütün düzen partilerinin ve kurumlarının ortak isteğiydi. Belki dar-günlük burjuva politikası içinde rakip partiden bir belediye başkanının grevlerle biraz yıpranması "arzu edilir" bir durumdu ama aynı süreçler sınıfın canlanışı anlamında da çok rahatsız ediciydi. Bütün bu bakımlardan düşünüldüğünde, bir kıyım furyasının başlatılacağını ve bunun devlet destekli olacağını tahmin ermek zor değildi.
Süreç, bazı yerlerde yavaş, bazı yerlerde ise hızlı gelişti. Öteden beri devrimci-demokrat bir yapıya sahip olan Gebze Belediyesi'nde ise durum biraz daha acildi!. Buradaki potansiyelin dağıtılması gerekiyordu ve bu yönde de sert adımlar atılmasına karar verildi.
Bütün RP'li belediye başkanları gibi seçim öncesinde "kimseyi işten atmayacağım" vaadlerinde bulunan başkan Ahmet Pembegüllü, 10 haziran 1994 günü akşamüstü "Kıyım Listeleri"ni astı.
O andan itibaren artık her şey değişmişti... Şaşkınlık öfkeye, öfke de direniş kararına dönüştü ve bütün kenti bir mücadele alanına dönüştüren Gebze direnişi başladı. Toplam 733 işçi ve memurun işten atıldığını bildiren listeler hemen devrimci güçler ve öncü işçiler tarafından yırtıldı ve daha ilk gün saldırı için hazırlanmış polisle çatışmalar yaşandı.
Ama artık belediyenin önü doğal bir direniş alanı haline gelmişti. Bir anda herkes ayağa kalkmıştı. Bu noktada daha pasif türden direniş yollan seçilebilirdi. Ama sendika temsilcileri, öncü işçiler ve devrimciler son derece yerinde bir kararla daha zorlu ama daha çarpıcı bir yolu seçtiler ve belediyenin önünü, dolayısıyla kentin kalbini bir direniş mevzisi olarak saptadılar. Hiç şüphe yok ki, bu tarz, çeşitli sendika ve parti binalarında sürdürülecek zayıf bir eylemden çok daha etkiliydi. Süreç içinde çok zorlu çatışmalara ve saldırılara yol açsa da böylesi bir direnişin etki alanının genişliği kanıtlandı. Öyle ki, daha ertesi günden itibaren Gebze kentinin bu merkezi alanı tüm Türkiye'nin ilgi odağı haline geldi ve sınıf dayanışmasının, devrimci dayanışmanın en güzel örneklerinin yaratıldığı bir zemin oldu.
Böylece işçi ve memurların, işten atılanların ve henüz atılmamış olanların kaynaşmasının da ilginç örneklerinin yaratıldığı Gebze Direnişi daha başından itibaren tam bir kent direnişi haline geldi ve üstelik kent boyutlarını da aşarak bütün ülkedeki duyarlı insanların adeta nefeslerini tutarak izledikleri bir sürece yol açtı. Artık Gebze bir "ziyaret yeri" gibiydi, hergün sabahtan akşama dek sendika heyetleriyle, devrimci-demokrat kurumların temsilcileriyle ve bir biçimde desteğini sunmak isteyen insanlarla dolup taşıyordu. Her gün gelip giden binlerce destekçi-konuk bunun en açık göstergesiydi. Gebze Belediyesi'nde öteden beri varolan devrimci potansiyel, böylece yaratılan zemin üzerinden yeni kanallara akıyor, başka güçlerle birleşiyordu. Devrimci güçler bütün direnişin motor gücünü oluşturuyor ve organizasyondaki bütün aksaklıklara karşın sürecin merkezinde bulunuyordu. Kuşkusuz, temel talebi işten atılanların geri alınması olan direniş böylece kısa sürede 5 Nisan sonrası genel kıyım sürecine karşı bir tavrı da kapsamış oluyordu.
Kadınlar da direnişin bir önemli unsuruydu. Direnişin bütün kente yayılan niteliği ve fiilen belediye faaliyetini felç eden eylem tarzları çoğu kez onların öncülüğünde yayılıp genişliyordu. Direniş, başından beri 12 Eylül'ün sınıf için, ekonomik mücadele için çizdiği “deli gömleği" benzeri yasal sınırları zorlayan bir nitelik göstermişti. Başından beri bir alanın işgali söz konusuydu ve bütün belediye işleri fiilen durdurulabiliyordu. Esasen, buna bir "işgal" demek de mümkün değildi, çünkü işçiler gerçekte kendilerine ait olan bir mekanı ve bir kenti "işgale karşı" savunur durumdaydılar. Bunu zaman zaman çok radikal eylemlerle de desteklediler, direniş kırıcılarına karşı alınan sert önlemler, otobüsler konusundaki çatışmalar bunun örnekleriydi. Dışardan pek görülmeyen onlarca küçük eylem bu büyük direnişin parçalarını oluşturdu.
Kentin bütününü aktif destek konumuna sokabilmek çok mümkün olmadıysa bile, bu süreçte en azından halkın belli bir sıcaklığının sağlandığı da bir gerçektir. Çoğu durumda bu sıcaklığın ziyaretlere, fiili desteklere dönüştüğü de bilinmektedir.
GEBZE BİR BAYRAM YERİYDİ AMA AYNI ZAMANDA DA ARTIK BİR HEDEFTİ...
Kısacası, neresinden bakılırsa bakılsın, Gebze direnişinin "farklı" türden bir direniş olduğu görülüyordu. Esasında bu, daha sonra da ARAS KARGO'cuların sürdüreceği bir arayışın ifadesiydi. Tam deyimle söylersek "taşları bağlayıp köpekleri serbest bırakan" sendikal düzen çerçevesinde elleri kolları bağlanmış, olan sınıfın bu kör daireyi kırma çabasıydı. Gebze, hak arama çabasını binbir çeşit cenderenin arasına sıkıştırıp kilitlemiş olan faşist yasallığın ciddi şekilde zorlanışıydı. Koca bir kentin ortasında direniş odağı yaratılmış ve gece gündüz sönmeyen bir ateş yakılmıştı artık, ilk öfkeden düzenli işleyişe doğru geçen kalabalık, giderek organize olmuş, yiyecek sorunlarını çözmeye çalışan, nöbetlerini organize eden bir noktaya varmıştı.
Sonradan, (az sonra değineceğimiz) çok spekülasyon yapıldı. Abartılı laflar ortalıkta uçuşup gitti ama her şey bir yana hiç abartmasız söylenebilecek olan şey, bu direnişin giderek artık genel olarak düzen için "rahatsız edici" bir noktaya ulaşmış olduğudur.
İşin püf noktası da budur! Gebze'de bunu görmemek körlüktür. Bu direniş, sona erdirilecekti, ne pahasına olursa olsun! Bu, RP filan bir yana artık devlet açısından kesindi! Gebze sorunu, egemenlerin masasına, hedef tahtasına konmuştu ve çözülecekti!..
Bu gerçeği görmeden Gebze'yi anlamak mümkün değildir.
Gebze'de sözkonusu olan, aylarca yıllarca sürdüğü halde bir etki sağlayamayan, işçiler grevdeyken işlerin ve üretimin bal gibi sürdüğü sıradan bir "direniş" değildir. Bu kez sözkonusu olan "farklı" bir şeydir. Kıyıma başlarken işçi düşmanlarında varolan "bir-iki mızıldanır, bir yerlerde eylem yaparlar, biter" biçimindeki tahmin tutmamış, Gebze işçisi belediyenin bütün işleyişini ciddi şekilde tıkayan bir tarz geliştirmiştir. Böylece ortaya bütün medyayı kendisine çeken, ülke gündeminde yer işgal eden bir sorun çıkmıştır. Her akşam haberlerinde artık Gebze direnişinden sözedilmesi normal hale gelmiştir. Bu, Gebze'nin yerelliğinin ötesinde bir olgudur. Direnişin tarzı ve işçilerin, devrimcilerin seçmiş olduğu yol böyle bir sonuca yol açmıştır.
Ve işte bundan dolayıdır ki, Gebze direnişi başlangıcından bir süre sonra devlet açısından "bir an önce çözülmesi gereken bir sorun" haline gelmiştir. Tek başına Gebze direnişinin de ötesinde bu tür "aykırı" direniş tarzının başka yerler ve sınıfın başka kesimlileri için de örnek olabileceği kaygısı bizzat devleti harekete geçirmiştir. Burada sektör de sorun değildir. Bazen, bir bisküvi fabrikasındaki direniş de izlediği yol açısından devlet için çıbanbaşı olabilir.
Olayın mantığı budur.
Şehrin kuşatılıp alandaki direnişin kırılması da bu mantığın içindedir.
"ELEŞTİRİ" YERİNE ÇAMUR SAVAŞI
SOLUN ESKİ HASTALIĞI...

Yani, ne abartmaya ne de küçültmeye gerek vardır. Ama, kim Gebze direnişinin aynı biçimiyle ilelebed devam edebileceğini düşünmüşse, onun saf olduğu da kesindir. Bu, yalnızca saflığı değil, devletin konumu ve niteliği üzerine de ciddi bir bulanıklığı içinde taşır. Sıradan olmayan bir direniş olarak Gebze, bir noktadan sonra artık bir "işe alınma" sorunu çerçevesini aşmış, RP olayı olmaktan da çıkmıştır. Onun için, böyle bir direniş üzerine konuşurken, "başarı" ya da "başarısızlık" gibi göreli kavramları dikkatli kullanmak gerekir. Gebze türü bir direnişin bir biçimde devlet saldırısına uğrayacağı ve eninde sonunda başlangıçta sürdürülen biçiminin kırılacağı bugünün Türkiye'sinde kesindir. Dolayısıyla, burada yapılacak bir tartışmada, Gebze'ye "devrim misyonu" yükleyen abartmalardan uzakta durup, serinkanlı olmalı ve devrimcilerin göz göre göre hazırlanan saldırıya daha iyi hazırlanmalarının mümkün olup olmadığı üzerinde yoğunlaşılmalıdır. Yani, taleplere ulaşılamayabilir. Bu, tek başına bir başarı ölçütü değildir. ARAS'ta da işe alınma talebine ulaşılamamıştır. Sorun, bir fiziksel güçler dengesizliği içinde direniş kırılsa bile, bu yenilginin salt fiziksel olması, yani her koşulda sınıfın bu olaydan siyasal-psikolojik olarak kazançlı çıkması ve hemen direnişin başka biçimlerinin örgütlenebilmesidir. Direnişi yönlendiren güçlere eğer bir eleştiri yöneltilecekse, işte bu açıdan yöneltilmelidir. Yoksa, ne kadar kamuoyu desteği sağlamış ve yaygınlaşmış olursa olsun bir direnişe "asla kırılmamalı" diye bir keskinlik noktasından bakmak, (üstelik, genel bir devrimci ivme yüksekliği koşulları da yaşanmıyorken) devletin zor güçleri karşısında nihayetinde çıplak elleriyle savaşabilecek insanlara haksızlıktır.
Direnişi yönlendiren devrimci güçler, şüphesiz daha iyi kestirimler yapabilirlerdi. Devletin tavrını doğru olarak yorumlayabilecek bu güçler, saldırı olasılığının artık tam olarak kesinleştiği son günlerde daha kapsamlı düşünerek, saldırının nasıl ve ne zaman olabileceği üzerine doğru saptamalar yapıp önlemler alabilirlerdi. Böyle önlemlerin alınması ve hazırlık yapılması halinde de devlet fiziksel gücü nedeniyle galip gelebilir ve alandaki direnişi kırabilirdi. Ama bunun için ağır bir siyasal bedel öderdi ve ayrıca bu durumda işçilerin siyasal-psikolojik atmosferi de bugünkünden çok daha farklı olurdu.
Direnişi yönlendiren güçler arasında oldukça etkin bir konumda olan taraftarlarımız da zaten bizzat kendilerinin yayınladığı değerlendirmelerinde bu konuda daha doğru hareket etmelerinin mümkün olduğunu, saldırıyı kestirip hazırlanma konusunda hatalarının olduğunu söylemektedirler. Onca zaman bir direnişi fiilen yönetmiş bu insanlar, direnişi daha fazla yayma, kent çalışmasını daha iyi yapma, vb... gibi konularda da eksikliklerini ortaya koymuşlardır.
Ama işte sorun tam da bu noktadadır!..
Soldaki genel hastalık tam bu noktada kendini açığa vurmuştur. Bir işçi direnişine, geleceğe taşınacak dersler çıkarma mantığıyla değil de, birilerini "hain" ilan edip "biz olsaydık..." türünden masallar anlatmak için yaklaşanların doğru bir yaklaşım üretmesi de imkânsızdır.
Özellikle KIZIL BAYRAK, EMEĞiN BAYRAĞI ve ALINTERİ örneklerinde bu çok somut olarak izlenmiştir. Boyluboyunca keskinlik edebiyatı içine gömülmüş olan bu dostlarımızın elinde "her direniş için geçerli" olan bir şablonları vardır. Bu şablon, çok basit olarak üç köşelidir: Düşman güçler + işçileri satanlar + tabii ki kendilerinden ibaret olan devrimciler(!)
Bu şablon, bütün direnişlere aynen uygulanır. Burada ne bir anlama çabası vardır, ne de geleceğe dersler çıkarma mantığı... Aslında mantık da gayet basittir: eğer bir direnişi KIZIL BAYRAK'çılar (ya da ALINTERİ'ciler... vb...) yönetmiyorsa, bütün yapılan şey direnişin bitişine kadar "gerekli bilgileri(!)" toplayıp beklemek, sonra da ortalığı çamur deryasına bulamaktır. Zaten bu ülkede kendilerinin dışında devrimcilerin bulunması "mümkün olmadığından(!)", işçilerin satılacağı kesindir!.. Bu arkadaşlar, aslında direniş üzerine dergilerinde yazacaklarını ta direnişin en başında hazırlamaktadırlar. Doğrusu fazla şüphecilik oluyor ama insan bu arkadaşların gelecekteki sayılarının mizanpajını en baştan hazırlayıp hazırlamadıklarını da merak ediyor... Çünkü nasıl olsa yazılacaklar bellidir "kendilerinin kahramanca çabalarına karşın", "küçük burjuva devrimcileri teslimiyetçilik yapmışlardır" vb...
Burada iyi niyet filan sözkonusu değildir. Hele KIZIL BAYRAK için hiç değildir. Direnişin en başından en sonuna kadar işin içinde olmayan, bütün olaylar sırasında bir "teferruat" konumunda olan KIZIL BAYRAK'ın neyi eleştirdiği ciddi bir sorudur.
Neyi eleştiriyor KIZIL BAYRAK'çı arkadaşlar ve diğerleri? Onca süre direnişi yönlendiren, bunun için her fedakarlığa katlanan insanlara şu kadarcık saygı duymayı hiç düşünüyorlar mı acaba? Bu insanlar, direnişi yönlendirmişlerdir ve uzun süren bir eylem içinde her gün değişik kararlar alırlarken bunların bir bölümünde doğal olarak eksik düşünmüş de olabilirler. Ama bu insanlar, sabahın köründen gecenin sonlarına dek ORADADIRLAR!.. Her ne karar almışlarsa bunların uygulanmasında da bizzat bulunmuşlar ve her türden sonuçlarına da katlanmışlardır. Direnişin süreci içinde bu insanlar KIZIL BAYRAK'çıların ve diğerlerinin ruhunun duymadığı eylemleri düzenlemişler ve "direnişi nasıl daha çok güçlendirebiliriz" diye kafa patlatmışlardır. Direnişi bizzat yönlendiren insanlar olarak, kıyıda durup dergileri için "eleştiri biriktirme"(!) gibi bir lüksleri de olmamıştır.
Oysa, her sertleşme ve çatışma durumunda ortalıkta görünmeyen dostlarımız yalnızca her şey olup bittiğinde kalemlerini sivriltip saldırıya geçme yolunu benimsemişlerdir.
Daha da doğrusu şudur: onlar bir direnişin eleştirel sonuçlarını çıkarmak derdinde değillerdir. Zaten direnişi fiilen yönlendirenler bizzat kendileri kendi eleştirilerini bütün bu kalem erbabından daha iyi yapmışlardır. Direnişin daha yaygılaştırılması ve saldırı zamanının kestirilip önlemlerinin alınması konusunda direnişi yönlendiren insanların kendilerine yönelttiği eleştiriler ortadadır.
Onların derdi ise bellidir: dergi sayfalarından saldırı kampanyasına girişip, "işçi sınıfı Barikatları da aşacaktır" türünden saygısız edebiyat denemeleri yapmak!..
Ama, sormak gerekiyor; Barikatları aşacak olanın elini tutan mı vardı?
Sormak gerekiyor; son gece neredeydiniz? Saldırı gecesi ortalıkta hiç görünmediğiniz halde, oradaki 70-80 adamın polis sürülerine karşı ne yapmasını bekliyorsunuz? O gece saldırı olacağının önceden hesaplanması gerektiği belki söylenebilir, ama saldırı başladıktan sonra bir işgal ordusu gibi Gebze'ye yığılan terör gücü karşısında yapılabileceklerin sınırı bellidir. “Alan niye boşaltıldı" edebiyatı yapacağınıza, niye kendinize "biz o gece neredeydik" diye sorma zahmetine katlanmıyorsunuz? Niye bu kadarcık devrimci ahlakı göstermiyorsunuz?
Kimsenin yanlış anlamaması için çok net söylüyoruz: direnişi yönlendiren taraftarlarımız elbette ki eleştiriden muaf değillerdir, elbette eleştirilebilirler. Nihayetinde bu bir sınıf direnişidir ve gelecekteki direnişlere deneyim aktarmak açısından eleştirilip sonuçlar çıkarılabilir. Ama yapılan bu değildir. Yapılan, düpedüz direnişi yönlendiren insanlara ve onların üzerinden BARİKAT'a karşı bir çamur kampanyasının başlatılmasıdır. Direniş içinde solda sıfır noktasında kalanlar, tek bir ciddi pratiği yaşamayanlar, direniş sonrasına doğrusu hemen broşürler çıkarabilecek kadar "hızlı" çalışmışlardır.
Söylenenleri tek tek yanıtlayacak değiliz. BARiKAT olarak öteden beri sol-içi ilişkilerde bir yol izledik ve o yoldan ayrılmayacağız. Bu dostlarımız, dergi sayfalarında yapılan "kayıkçı döğüşleri"ni pek eğlenceli bulabilirler, zaten bunu kendi aralarında 20 yıldır yapmaktan hiç vazgeçmemişlerdir. Aynı yolda devam etmekte özgürdürler! Ama bizim işimiz var! Biz, ciddi bir işle, devrimle uğraşıyoruz!
Ayrıca, bizim seviye gibi de bir derdimiz var ve hep olacak. Küfretmeyi sevmiyoruz ve küfürlere yanıt vermek de canımızı sıkıyor.
Birileri çıkar, biz bu direnişi tartışmak ve gelecekteki direnişlere kollektif bir ders çıkarmak istiyoruz derse, bunun için günlerimizi, gecelerimizi veririz. Ama tutar, esamenizin bile okunmadığı bir direniş sonrasında direnişi yönlendiren devrimci insanlara "işçileri satmak" gibi küfürlerle saldırırsanız, orada film kopar, sizinle konuşacak tek sözcüğümüz bile yoktur. Kendi devrimci seviyemizi sizin bulunduğunuz yere kadar indiremeyiz...
Herşeyi tartışırız... Dürüst olmak kaydıyla...
Sözgelimi, "direniş sürecinde komite bilgisi dışında yayın dağıtmama" kararını da tartışırız. Doğrudur, yanlıştır... Direnişi yönlendiren insanların kararları tartışılmaz diye bir kural yoktur. Ama daha ağzınızı açtığınızda, "gerici komite"den sözederseniz, oturur kendi kendinize tartışırsınız!..
Herşeyi tartışırız...
Sözgelimi, direniş sürecinde yaşanan bir şiddet olayı vardır, onu da tartışırız. Ama önce dürüst olmak kaydıyla!.. Doğrudur, direniş sırasında KIZIL BAYRAK'ın bir taraftarına taraftarımız olan bir arkadaş tarafından şiddet kullanılmıştır. Biz, BARİKAT olarak dün ve bugün şiddet konusunda aynı tavırdayız. Böyle bir davranışı hiç bir koşulda onaylamayız ve savunmayız.
Ama çizilen manzara dürüst değildir. Komitenin açık kararına rağmen fırsatçılıkla "özel sayı" dağıtmak isteyen KIZIL BAYRAK taraftarı engellenmiştir, bu doğru. Ama şiddet olayının bu konuyla hiç ilgisi yoktur. Çizilen manzara, KIZIL BAYRAK taraftarının siyasi faliyetinden ötürü şiddete maruz kaldığıdır ki bu düpedüz yalandır. KIZIL BAYRAK taraftarı bütün kitlenin içinde temsilci arkadaşa "ajan-provakatör" suçlamasıyla hakaret etmiş ve bu nedenle sözkonusu arkadaşın şiddetiyle karşılaşmıştır. Şiddetin doğru olmadığı kesindir. Ama, kimsenin de devrimci insanların onuruyla oynamaya hakkı yoktur!
KIZIL BAYRAK, renkli broşürler yayınlamaktan önce, çok basit bir başka şeyi yapabilir, örneğin bu tür direnişlere göndereceği insanlarını daha iyi seçebilir... Nerede neyi konuşacağını bilmeyen, eleştiriyle küfrü birbirine karıştıran insanlarını denetim altına almak şüphesiz onların işidir.
Siyasi fırsatçılık bir siyasal harekete yalnızca geçici yararlar sağlar. Derginizde olayları çarpıtarak yazarsınız, ortalıkta görünmediğiniz bir direnişi yönlendirenlere "işçileri satmak"gibi küfürleri sıralarsınız, hatta hızınızı alamayıp özel broşür yayınlarsınız ve elbette taraftarlarınızı bir süre için aldatmış olursunuz. Ama siyasette yalan yalnızca bir süre için işe yarar. Eninde sonunda insanlar gerçeği öğrenir. Hiçbir yalanı sonsuza dek sürdüremezsiniz!
GEBZE'DEN ÖĞRENMEK
YENİ GEBZE'LER YARATMAK...

Sonuçta, herkesin siyasi hırslarını gemleyip serinkanlı olmasında yarar vardır. Elbette BARİKAT'a ve onun direniş içindeki taraftarlarına ahlak dışı saldırılarda bulunursanız yanıtını alırsınız ama bizim esas anlatmak istediğimiz şey, bir işçi direnişine genel olarak nasıl yaklaşmak gerektiğidir.
Gebze'de "devrim" filan başlamamıştır... Sonuçta biten de "devrim" değildir...
Sözkonusu olan şey, bir işçi direnişidir ve onun yararlanılabilecek deney zenginliğidir. Gebze direnişi böyle bir deney birikimini hepimize sunmaktadır. Böyle bir niyetle yaklaşıldığında tartışılmayacak hiç bir şey yoktur ve olamaz. Her şey masaya yatırılır ve enine boyuna yeniden yeniden sorgulanır. Buna da kimsenin itirazı yoktur.
Zaten bir direnişe yaklaşımın doğru biçimi de budur. Çünkü ancak böyle bir yaklaşımla sınıfın mücadele belleğine bir şeyler katılabilir ve gelecekteki bir başka direnişte "Gebze'deki şu deneyimlerden yararlanalım, şu yanlışları da yapmayalım" diye bir pratik yarar noktasına ulaşılabilir.
Ama, hırs akıldan öne geçerse... orada ne dürüstlük kalır, ne de iyi niyet... Yalan ve demagoji politikanın bir biçimi haline gelir ve artık o noktadan sonra bir katkı'dan sözedilemez...

 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19