Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Belge/Çeviri

Aşağıdaki makale Dr. Faysal Daraj tarafından yazılmış ve El Hedef dergisinin, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi'nin kuruluş yıldönümü dolayısıyla, 27 Aralık 1992'de çıkan 1130 nolu özel sayısında yayınlanmıştır. FKÖ'nün yeni politikalarının tartışıldığı günümüzde tarihe bir bakış olarak yayınlamayı önemli buluyoruz.

Bir ulusal cephe oluşturma sorunu, tarih boyunca, ilerici güçler ve ulusal kurtuluş hareketleri için can alıcı bir sorun olmuştur. Böyle bir cephe, bir sınıfla sınırlı güçleri ilgilendiren siyasi amaçlara ulaşmak için yürütülen ortaklaşa, olumlu bir eylem demektir. Ulusal cephenin biçimi ve işlevi, onun farklı tarihsel mücadelelerde mükemmel bir temel oluşturmasını sağlamıştır.
Ekim ve Çin Devrimleri, kendilerine özgü bir öncünün, yani komünist partinin adıyla birlikte anılır. Yine de bu iki partinin pratiği ve programı, gizliden gizliye ya da açıktan açığa, toplumun büyük çoğunluğunun çıkarlarını dile getiren geniş bir ulusal cephe politikası uyguluyordu. II. Dünya Savaşında, Nazi ordusu Fransa'yı işgal ettiğinde, Komünist ve Sosyalist Partiler, nazi tehlikesine karşı direnmek üzere gerekli temeli oluşturacak bir ulusal cephe kurdular. Vietnam ve Cezayir de aynı olaya tanık oldu bu iki ülkede kurtuluş cepheleri kuruldu. Şili'de, Salvador Allende'nin trajik deneyimini ve Nikaragua'daki Sandinist hareketi de anımsayabiliriz. Tüm bu örneklerde ve diğerlerinde, ulusal demokratik ve ilerici güçler, kitlelerin ortak iradesini dile getiren bir politika izlemek üzere, tüm yaşamsal toplumsal güçleri kapsayan bir siyasi çerçeve oluşturmuşlardır.
Bu sorunun önemi, Bulgar komünist lideri Dimitrov'u, özellikle böyle bir cephe konusunda, geniş biçimde yazmaya yönlendirmiştir. Bu cephe üç temel unsura dayanmalıdır: birincisi, düşmanın kimliğini ve hedeflerini ortaya çıkarma zorunluluğu; ve ikincisi, düşmanla savaşmaktan dolaylı ya da dolaysız çıkarı olan toplumsal güçleri saptama zorunluluğu; ve üçüncüsü, zafere ulaşmak için uygulanacak doğru politikayı belirleme zorunluluğu. Burada iki olasılık sözkonusu. Birincisi ancak ve ancak devrimci güçler iktidardayken uygulanabilir. Bu durumda devrimci güçler, Bulgaristan Komünist Partisinde olduğu gibi, kendi siyasetlerini belirleyebilir ve yürütebilirler. İkinci olasılık sözkonusu ise, yani devrimci güçler iktidarda değilseler görevleri daha da karmaşıktır. Birlikten, geleneksel politikalara karşı çıkmak ve bunları zayıflatmak için sürekli bir mücadele biçimi olarak yararlanmalıdırlar. Bu durumda doğru politikaları ortaya koymak ve desteklemek, belirli siyasi hedeflere ulaşmayı özleyen toplumsal güçlerle günlük karşılıklı etkileşimi gerektireceğinden, mücadele cephe içinde ve halkın siyasi yaşamında sürdürülmelidir.
Fransız komünistleri Maurice Thorez, V. Rochet ve Jacques Duclos, Fransa'da halk cephesi sorununu ortaya atmışlardır. İncelemeleri, Bir Savaş Biçimi Olarak Birlik başlığı altında, bir kitapta toplanmıştır. Burada savaş sözcüğü, komünistlerin birleşmeyi öngördüğü öteki politik güçlere, özellikle de Sosyalist Parti'ye gönderme yapmaktadır. Geçmişte, Fransız komünistlerinin konumu, şu sloganla özetlenebiliyordu: Birlik için mücadele, birliğin içinde mücadele ve mücadelede birlik. Ayrıca, Fransız komünistleri, devrimci güçler doğru bir politika ortaya koyup hayata geçiremezlerse, özlemini duydukları cephenin amaçlarına ulaşamayacağı sonucuna varmışlardı. Yine bu sonuç, mücadelenin özüne ışık tutmaktadır; yani, devrimci ve merkezi güçlerin siyasi bir cephesini yaratmak, eğer bu cephe, biçim ve içerik bakımından devrimci güçlerin konumunu güçlendirmezse, anlamsız olacaktır. İlerici güçlerin etkisinden yoksun bir cephe, merkezi ve oportünist güçlerin elinde önemsiz bir araç olup çıkacaktır.
Bu konu birçok kitapta ele alınmıştır, fakat doğruyu bulmak isteyen biri için en iyi kaynak gerçek deneyimin ta kendisidir. Vietnam deneyimi, ulusal cephenin ideal örneğidir. Bunun tam tersi olan birçok örnek de vardır. Fransa'da, 1930'ların ikinci yarısında Leon Blum'un halk arasında sevilmeyen politikası yüzünden, halk cephesi yalnız başına kalmıştır. Şili'de halk cephesi, Sosyalist Partinin fazla esnekliği, kitleleri silahlandırmayı ve kapsamına almayı reddetmesi yüzünden, Allende'nin fedakarlığına ve kendini adamışlığına karşın çökmüştür. Cezayir'de devrim, diktatörlüğün tohumlarını da birlikte getirmiş, bunun sonucunda, zaferden sonra, komünistlerle demokratlar arasındaki ilişki kopmuştur.
Başarılı olsun olmasın, ulusal cephelerin geçmişteki deneyimlerinden, bazı ilk sonuçlar çıkarılabilir. En başta, Afrika Ulusal Kongresi'nde (ANC) olduğu gibi, açıkça belirli, tutarlı bir siyasete dayalı politik netlik, ulusal mücadeleyi nihai hedeflerine doğru götüren temel bir etkendir, ikincisi, halk cepheleri sözkonusu olduğunda, demokrasinin iki anlamı vardır: Herhangi bir ulusal cephe için uygulanması zorunlu olan demokrasi ve cephe ile halk güçleri arasında yer alması zorunlu olan demokratik ilişkiler. Birinci durumda, gelişen ve değer kazanan görüşler, tavırlar, örgütler ve hatta kişiler, kabile, hizip ve örgüt hesaplarından uzaklaştığında, demokrasi nesnel ölçütlere güvenle bağlanma yoluyla ortaya çıkar. İkinci durumdaysa, demokrasi halk hareketine dayanması, yani halkın tutumuna, özlemlerine, fedakârlıklarına ve hatta ruh haline saygı duyması dolayısıyla ortaya çıkar. Bu ikinci durumda, ulusal cephe plan ve tasarılarını, belirli koşullarda halk hareketinin yeterlilik düzeyinin ışığında hazırlar, değiştirir ve geliştirir.
Her türlü karışıklığı önlemek için, sorumluluk ve olabilirlik arasında bir ayrım çizgisi çekmeliyiz. Sorumluluk, demokratik halk eyleminin tarihsel amaçlarını sürekli savunmak anlamına gelir, olabilirlik ise, istenenle olanaklar çerçevesinde bulunanı birbirinden ayırmayı içerir. Bu ayrım da uygun bir zaman dilimine oturtulmalıdır: İsteneni belirsiz bir geleceğe ertelememeli, mümkün olanı ise, geleceğin ufuklarının getireceği potansiyelleri küçümseyerek, şimdiki kurulu düzene bağlı kılmamalıyız. Kısacası, militan kendiliğinden hareketleri yaratıcı eylemlere dönüştürecek biçimde, yükümlülük ve kendiliğindenlik ikilisini başarıyla uygulayabilen, örgütlü ve örgütsüz siyasi biçimler aramalıyız.
El Fetih'in ideolojisi:Maskeler hiyerarşisi
1948'de Filistin topraklarından zorla çıkarıldıktan sonra, Filistinliler, geri dönüş umutlarını Arap yönetimlerine bağlamışlardı, ta ki ulusal davalarını Arap krallarının ya da devlet başkanlarının ellerinden çekip almak, bağımlılık ve pasiflik durumundan kendilerini kurtarmak zorunda olduklarını acı deneyimleriyle öğreninceye kadar... Filistinli imajı değişti, artık Filistin denince, bir sığınmacı değil, bir komando canlanıyordu herkesin gözü önünde. Bu değişim çok yönlüydü: Siyasi düzeyde, bağımlılıktan özerkliğe geçiş anlamını da kapsıyordu. Ahlaksal insancıl düzeydeyse, baş eğme başkaldırıya dönüşmüştü. Yine, klasik çatışma biçimlerinden, uzatmalı halk savaşına inanan, başkalarının devrimci deneyimlerini özümleyen ve pratik anlamda, Arap yönetimleriyle İsrail arasındaki resmi sürtüşme biçimini eleştiren, yeni tipten savaşçıların başlattığı silahlı halk mücadelesine niteliksel bir geçiş anlamına geliyordu bu değişim. Bu niteliksel, çok boyutlu geçişin sonucu olarak, Filistinliler saygı ve hayranlık kazandılar. Bazı aşamalarda, özgürlüğüne kavuşan halk iradesine dayalı, milliyetçiliğini militanca savunan yeni bir Arap ulusu perspektifiyle, emperyalist-Siyonist işbirliğini yenmeyi amaçlayan yeni bir mücadele biçimini yenilmiş Arap kitlelerine kabul ettiren bir öncü gözüyle baktılar onlara.
El Fetih, bu yeni eğilimi başlatan gücü oluşturduğundan, silahlı mücadelenin, yurda dönüşün, şehitliğin, zaferinin vb. ilk sloganlarını atan ve hayata geçiren olduğundan apaçık bir üstünlük kazandı. El Fetih'in keskin bir öngörüşe sahip ideolojisi, El Fetih herkesin örgütüymüşçesine, hepimizi anayurdumuza götürecekmişçesine, herkesi hoşnut eden ve kimseyi kışkırtmayan, anlamı açıkça belirgin olmayan, genel sloganlar halinde yayıldı. Bu sınırlar içerisinde, El Fetih bir anda, egemen ve yönetici bir güce dönüşmüştü ve 1967'de, Haziran yenilgisi dramatik ölümünün habercisi oluncaya dek, olumlu kurtarıcı rolü oynayan Arap ulusal burjuvazisinin klasik işlevini çağrıştırıyordu. El Fetih, geçmişteki "aydın burjuvaziyi”de anımsatıyordu, böylece tarihte eskiye dönüş gibi görünüyor, fakat önemli yeni katkılarda bulunuyordu.
El Fetih kitlelere güvenen ve kendisi de onların desteğini kazanan, egemen bir güç olarak ortaya çıktı. Kitleleri son hedefe götürmeye, onurlarını kurtarmaya, hayallerini ve özlemlerini gerçekleştirmeye yeterli bir güç olduğu görülüyordu. Aslında, El Fetih'in egemen duruma gelmesinin nedeni, kelimenin tam anlamıyla önder bir güç oluşundandı. Kitlelerin özlemlerinin bilincindeydi ve bunlar için savaşıyordu, ilk Filistin örgütü, ilk şehidi veren örgüt imajını benimsemişti. Kitle örgütleri düzeyinden başlayarak, FKÖ’nün temsil ettiği ulusal cepheye varıncaya dek, Filistin mücadele arenasında baş rolü oynadı.
Yanlızca birkaç yıl içinde, El Fetih Filistin arenasında, birçok nedenden dolayı en etkili güç olarak kendini kabul ettirdi. Birincisi, kuvvetli dozda romantizm içeren Arapçılık sloganları altında sürdürülen mücadele yıllarından sonra, Filistinlilere politik bakımdan bağımsız bir temsilci kazandıran, öz be öz Filistinli bir örgüt olarak ortaya çıkıyordu. Bu bağımsızlık atılımı, tüm ulusal siyasi güçlerin yetersizliğini açığa vuran 1967 yenilgisinin ardından hızlanmıştı. Ayrıca, İsraillilerin askeri açıdan bağımlı kılma mantığına doğru bir yanıt olan silahlı mücadele sloganını da ilk kez El Fetih örgütü atmıştı. El Fetih'in, ilk yıllarda, zaman zaman abartıya varan, hatta yüksekten atan açıklamaları, kendisini tüm öteki örgütler ardından sürükleyen yeni bir örgüt olarak tanıtıyordu. "Arap düşünüşünün tam tersi olan El Fetih mantığının açıklığı, ta baştan beri ortaya attığı bir dizi slogandan bellidir. Silahlı halk mücadelesi sloganı, hem klasik savaş hem de yıldırım savaşı kavramlarının reddi anlamına gelir. Üstelik de bu slogan, yani Filistin için kurtuluşun birlik yolundan geçtiği anlayışı, Arap birliği kuruluncaya kadar kurtuluş savaşının ertelenmesi görüşüne taban tabana zıttır," diye yazıyordu Hani El Hasan 1972'de, 7 nolu Palestinan Affairs dergisinde.
Çelişkili sözcüğü, El Fetih'in ilk yıllardaki tüm kuramını özetler. Bu, mücadele aracılığıyla birliği gerçekleştirecek, dinamik bir silahlı halk eylemi kuramıydı. Yine de, bu savın yurtsever tonu ve taşıdığı iyi niyet, onda varolduğu ileri sürülen açıklığın bulunmadığı gerçeğini örtemiyordu. Çünkü bu sav, asla düşman hakkında, ya da El Fetih'in kendisi hakkında açıkça belirgin bir ideoloji ya da kurama dayandırılmamıştı. 1967 yenilgisinin nedenlerini ve bundan kaçınmak için neler yapılması gerektiğini açıklayacak bilimsel bir analizden de yoksundu.
Egemen Arap ideolojilerini reddetmekle, El Fetih'in bir ideolojiye sahip olma düşüncesini bile bir yana itmek istediği, savaşmanın pratik deneyiminin savaş ideolojisini yarattığını düşündüğü görülüyor. Çünkü, geçmişte silahı çıkış noktası kabul etmenin, kendi başına özel bir ideoloji olmayıp teori ve pratiği birbirine bağlayan, açıkça belirlenmiş bir ideolojiden yoksunluk anlamına gelip gelmediği tartışılabilir.
Açığını kapatmak için, El Fetih kadrolar oluşturan ve onları idealleştiren, abartılı bir teknik yönetsel sistem getirdi. Herşeye karar veren bu kadrolardı, halk güçleri kadroların kararlarını yerine getiren hammaddelere indirgenmişti. Bu eğilim, kısmen geçmişle bugün ve istenenle mümkün olan arasında keyfi bir ayrım yapma gibi soyut görüşler karşısında gözleri kamaşan bir gurup aydının oluşturduğu El Fetih lider kadrolarının toplumsal yapısından kaynaklanıyordu. Soyuta yönelik bu eğilim, gerçek bir ulusal iradeyi dile getiriyordu, fakat en başta, kendilerine kültürsüzleri yönetme hakkı veren, lider kadrosunu beyinler, komandolarıysa fiziksel güçler olarak görmelerine yol açan ve böylece kitleleri üstün yeteneğe sahip liderlerin elinde önemsiz bir alete indirgeyen kültürü, bir statü ve prestij aracı sayan geleneksel aydınların ifadesiydi.
Başlangıçtan beri, El Fetih geleneksel aydınların mantığıyla yönetilmişti. Hareket büyüdükçe, statü olarak bu aydınların felsefesi, dar ve kapalı bir bürokrasi çevresi oluşturarak maddi bir boyut kazandı. Sonra bu siyasi seçkinler grubu, reddettikleri halk denetimi için erişilmez hale gelen, ayrıcalıklı bir bürokrasiye dönüştü. Bu bürokratik seçkinler grubu, popülist ideolojiyi ihtiyaca göre, ya kendilerini halktan ayıran, ya da halkla birleştiren bir maske olarak takındı. Silahlı mücadeleden ve kutsal dava uğruna şehitlikten sözederken halkla birleşiyor, yalnızca bir taktik olarak uyguladıkları silahlı mücadele de dahil, bir takım siyasetler güderken halktan ayrılıyorlardı.
Tüm bunlara, Arap petrol devletlerinin yardımı ve ayrıcalıklı bürokrasinin yeni baştan formüle edilmesine ardı ardına konan Arap ambargolarının eklenmesi, seçkinler grubunu, örgütün halkın üzerinde egemen olduğu, başkasına lider kadrosuna sözünü geçirdiği, kapalı bir siyasi kuruma dönüştürdü. Bu tanım gerçi soyut kalır, ama çok önemli gerçekleri, özellikle de tüm ulusal iradenin bir bireyin kişiliğinde ya da en iyi olasılıkla, bir birey grubunda cisimleştiği geleneksel siyasi eylemi kusursuz temsil ederek, gelişen mutlak hiyerarşiyi ortaya koymaktadır. Bu hiyerarşik düzen, siyasi eylemin papazlık mevkii gibi bir şeydir, burada ulusal eylem hareketleri, yüksek bir seçkinler grubunun katılımıyla gerçekleştirilen başkalarına kapalı bir törene indirgenmiştir. Bu, en müthiş biçimiyle geleneksel politikadır, bunun yan ürünleri görüşlerin tekdüzeliği, muhalefetin reddedilmesi, siyasi kurumların özel mülkler gibi işlem görmesi ve bunların kendi başlarına birer erdem sayılması, artı keskinleşen bürokrasi ve egemenlik-boyuneğme ikilisinin onaylanmasıdır. Bu durumda, kurumun korunması nihai amaçtır ve tüm uygulamalar da bu bakış açısından geliştirilir.

İdeolojiye karşı bürokrasi
Papazlık siyasetine en iyi uyan ideolojik unsurlar nelerdir? Bunlar, kişinin bir Filistin devletinden, ulusal haklardan, zorunlu barıştan, kutsal Kudüs'ten, doğru çözümlerden, karşılıklı birbirini tanımadan, Arap dayanışmasından, müslüman halkların birliğinden vb. sözedebileceği genellemeler ve soyutlamalardır. Sloganlarla hedefler arasındaki yaşamsal bağı oluşturan halkalara burada yer yoktur. Daha da kritik olanı, Filistin'in Siyonist sömürgecilikten kurtuluşunun ideolojik savı da burada yoktur. Kurumsal tartışmaların sisleri arasında, insanlar kaybolur gider; bu, sanki ulusal davayı değil de siyasi kurumları korumak gerekliymiş gibi, apaçık bir ulusal ideolojinin yokluğunun, fakat iyice belirlenmiş bir otorite yanlısı ideolojinin var olduğunun ifadesidir. Böyle bir bakış açısı, İsrail'in emperyalizmle bağlarını kopardıktan sonra Arap dünyasıyla birleşmesi olasılığı, Arap ve İsrail uygarlıklarının birleşmesi, Filistin ve İsrail "dehalarının" bir araya gelmesi gibi bir takım çarpık görüşler doğurur.
Tüm buna benzer ideolojiler, gerçeklerden çok, kurumsallaşmış irade ya da çıkarlara dayalı birleşik bir siyaset yaratır. Bu tür ideolojiler, kurumu yaratan tarihten çok, bu kapalı kurumun geçmişinin ifadesidir. Soyut ideoloji, kısa süreli ve belirli bir amaca yönelik yapıda, değişen koşullara göre, zaman zaman şunu bunu değiştiren, standart bir politika doğurur. Bu politika tüm Filistin'in silahlı mücadele aracılığıyla kurtuluşuyla başlar ve sahne arkası diplomasisi aracılığıyla kendini yönetmeyle son bulur. İdeolojide genelleştirme, genel ve ne olduğu belirsiz bir politikaya götürür. Sonuç olarak Kudüs'e dönüş, kahramanlık ve şehitler konusunda konuşanların sesleri yükseldikçe verilen ödünler de birikir. İsrail'i tanır, gizli bir diplomasi sürdürür ve intifadayı her fırsatta överler. Öteki Filistinli fraksiyonlarla diyaloga girmeyi nefretle reddederlerken düşmanla konuşmak için deli olurlar. Genelleştirme bağlamında, kurum, statüsünü korumak için mücadele eder, kendi hayatta kalma uğraşına dalmıştır. Uluslararası düzeydeyse kurum, Arap ve İsrail düzeyinde meydana gelen dramatik değişimlere karşın, yeni eylem biçimleri aracılığıyla dönüşüm aramayan, durağan bir yapı halini alır. Değişiklik varsa bile, bu ancak geriye adım atma ve daha çok ödün verme biçimindedir.

Yüzeyde kalan ulusal birlik
Bu genelleme ve muğlaklık bağlamında ulusal birlik ne anlama gelir? En azından, yanıtın bir kısmı sorunun kendi içindedir, çünkü buradaki birlik tipi, bazı koşullar altında var olan ve kurulu düzeni korumayı amaçlayan genel bir tiptir. Bu, mücadelesiz bir birliktir, mücadeleyi minumuma indiren bir birliktir, çünkü mücadelede herşeyden önce eylem ve değişimin unsurlarından biridir.
Burada, FKÖ içindeki en büyük muhalif güçlerin, en başta FHKC ve DHKC'nin (Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi) ve yine Filistin Halk Partisi'nin (eski komünist parti) rolüyle ilgili yeni bir soru karşımıza çıkar. Bu sorunun iki yanıtı vardır biri basit, diğeriyse daha karmaşıktır. İlk seçeneği ele alırsak, FKÖ içindeki yönetici aygıt, ayrıcalıklara kokuşma noktasına varacak derecede bayılan bir bürokratik tabaka üretirken, muhalif güçlerin bir ölçüye kadar ve pürüzlü bir biçimde de olsa, bu olayı zapturapt altına aldığını ya da üstesinden geldiğini söyleyebiliriz. Ancak, bu ahlaksal kısıntılar, bürokratik eğilim üzerinde caydırıcı bir etki yaratmayı başaramamış ve bürokrasinin günlük tekdüze rutini yönetmesi, salt yönetsel bakımdan önem taşımıştır. Ahlaksal ölçütler, durağan yapılar bağlamında önemini yitirmiştir ve bu yapılar tembellik doğurur. Üstelik, bu durağan yapılanma, örgütün başlangıçtaki özlemleriyle, bunları gerçekleştirmede gösterdiği güncel hüner arasında bir uçurum yaratır, çünkü sloganları pratiğe geçirme düzeyinin yükseltilmesi alışkanlık ve geleneklere karşı isyana, deneyim ve yeniliklerin kabulüne, ve hatta yeni politik yaklaşımları deneme riskini göze almaya yol açar. Bu elbette ki, partinin önderliğindeki durağan yapılanmaya ters düşer, bürokratik alışkanlıkları temelinden sarsar ve sınırlı bile olsalar, bu alışkanlıkların getirdiği günlük ayrıcalıkları tehlikeye atar.
Ne FHKC ne de DHKCnin siyasi ya da ideolojik genellemeye inanmadığı kesindir. Her ikisi de, "sözüm-öna-barış-süreci" ve ulusal birlik kavramı konusundaki politik ve ideolojik açıklığın daha yüksek bir düzeyine erişme çabası içindeler. Ama ne yazık ki, bu açıklık hep gelip bürokratik uygulamalara toslamakta ve bu yüzden hayal aleminin sınırlarını aşamamaktadır. Bu ise, kısır döngüye götürür. Bürokratik alışkanlıkların kısırlığı açıklığı bulanıklaştırır ve yeni yaklaşımların özümlenmesinde kısa atımlılığa neden olur. Bu, FKÖ tarafından temsil edildiği gibi, aynı anda ulusal birlik çerçevesinin hem içinde hem de dışında muhalefet örgütlenmelerine yol açar. Bu ulusal birliğin parçasıdırlar, çünkü FKÖ'nün birliğine aittirler ve bunu savunmaktadırlar. Aynı zamanda, dıştadırlar çünkü egemen lider kadrolarının iradesine uygun hareket etmemektedirler.
Bu ikiliği çözmeyi denemek için, egemen liderliğin hatalarını eleştiriyor ve hatta mahkum ediyor, FKÖ kuruluşlarına reform çağrısında bulunuyorlar. Söylemek bile gereksiz, bugünkü koşullarda bu reforma asla girişilemez, çünkü gerçekte en azından kokuşmuş kuruluşlar kadar büyük bir sorun da reform çağrısı yapan güçlerin içinde bulunduğu karmaşadan ve tutarsızlıktan kaynaklanmaktadır. İlk önce, bu güçlerin yeni siyasi formüller ve yeni ittifak biçimleri arayarak, kendi kendilerini reformdan geçirmeleri gerekir.
Sorunun daha karmaşık yanıtı, FKÖ'nün birliğini ulus çapında savunmanın mantıksal zorunluluğuna bağlıdır. Çünkü FKÖ, Filistin halkının bağımsız siyasi temsilcisidir. Burada iki etken iç içe girmiştir: Bunlardan birincisi tarihi etken, yani Filistin halkının bağımsız karar verme hakkı ve ulusal temsiliyeti mücadelesidir. Bu bağlamda, FKÖ onların ulusal kimliğidir, mücadelenin simgesi, ürünü ve gerçeğe dönüşen özlemlerinin cisimleşmesidir. İkinci etken, "ulusal ruh hali" ile ilgilidir. FKÖ'yü terk etme ya da iradesini çiğneme düşüncesi bile Filistinli kitlelerce nefretle reddedilir, çünkü FKÖ, onlar için düşmana baş eğdirmeyle eşanlamlıdır. Burada tartıştığımız konu, ulusal etkenin önemini ve halkın duygularının içtenliğini küçümsemek anlamı taşımaz. Ama dikkatimizi, daha çok ulusal birliğin nesnel anlamı üzerinde odaklandırıyoruz. Nesnel olarak konuşursak, şimdiki biçimiyle Filistin ulusal birliğinin, mücadeleyi reddeden, bunu küfür ve ihanet sayan durağan bir şey olduğunu itiraf etmeliyiz. Kuşatılmış bir kurtuluş hareketinin zorunlu kıldığı ulusal birlik biçimini inkar eden, yüzeysel bir birliktir bu.
Bu sonuç bizi bundan sonra sorulacak soruya götürür: Egemen bir geleneksel otoriteyle, verebileceği pek az bir şeyi olan muhalif güçler arasında nasıl bir ulusal birlik biçimi kurulabilir? Böyle bir birlik, iki unsura dayanır. Birincisi, çeşitli dereceden bürokratik uygulamanın belirlediği çeşitli siyasi güçler arasında egemenlik-boyun eğme ikilisini yeniden yaratan birleştirici bir eleman gibi görünmektedir. Önemli kararlar ancak büyük örgütlerin liderleri ya da lideri tarafından alınır, ufak tefek sorunların çözümüyse daha küçük örgütlere bırakılır.
İkinci unsur, gerçek güç dengesinden kaynaklanır. Geleneksel yönetim, aynı zamanda en güçlü yönetim olduğuna göre, geleneksel bir siyasi birlik formüle edecektir. Gerçekte bunun anlamı, ulusal birliği temelden yıkmaktır. Geleneksel yönetimlerce kontrol edilen uydurma örgütleri zorla dayatmak; gerçek örgütleri bölmeye, sabote etmeye ve dağıtmaya çabalamak; rüşvet yedirmek, kadroları yozlaştırmak ve ulusal kuruluşları yapay biçimde çoğaltmak; ayrıca yalan yanlış propaganda gibi uygulamalar, geleneksel siyasi birliğin kullandığı yöntemler arasındadır.
Böyle bir durumda, ulusal birlik bir kota sistemi biçimine bürünür. Burada ortak iradeyi dile getirecek bir ulusal siyasi programdan ziyade, "özel mülkiyet" birlik için dayanak noktası halini almıştır. Siyasi program, her örgütün böylesi bir ulusal birliğe yanaşmanın bedeli olarak payına düşeni koparmak istediği bir kota sistemi tarafından bir yana itilir. Böylece, ayrılığın ve koalisyonun dayanak noktası bir politik platform değil de kotalar olduğundan, ulusal birliğin temelleri çarpıtılır, altı üstüne getirilir.
Reform isteği bile, payların bölüşüm sisteminde reform yapmaya indirgenir. Politik ve ideolojik sorunlar yerini sıradan yönetsel işlere bırakır. Filistin ulusal birliği, egemen liderliği nasıl ebedileştirdiğine bağlı olarak değerlendirilir. "Mücadelede birlik, birlik içinde mücadele" ilkesi, yukarıda sözünü ettiğimiz basit nedenden dolayı anlamını yitirmiştir; çünkü mücadele eylem doğurur. Egemen tabaka, kendisinin kuralları çiğnemesini, FKÖ'ye karşı çıkmasını hatta ihanet etmesini eleştiren herkesi suçlama eğilimindedir; oysa FKÖ özünde, Filistin'in tüm ulusal çabalarının sonucudur.
FKÖ'nün deneyimi, otorite yanlısı Arap rejimlerini anımsatır. Burada yönetimdeki seçkinler tabakası, özellikle de yöneticinin kendisi, öylesine yüceltilir ki; öteki siyasi güçler, yöneticinin ait olduğu güç de dahil olmak üzere bir kenara itilir hatta kuşatma altına alınır. Yönetici kendisini iktidara getiren parti de dahil, tüm öteki siyasi partileri silip atabilir. Yönetici seçkinler grubunun, örgütleri dağıtmasına, halk güçlerini kuşatmasına ve kişilerle ilişkiler örgütlerle ilişkilerden daha kolay olduğuna göre, toplum içinde ünlü olan "yıldızların" peşinden koşmasına hayret edilmemelidir. Bu geleneksel siyaset, eskide "direniş prensleri" yaratmıştı; daha yakın bir geçmişteyse "intifada prensleri" yarattı. Bu durum, liderliği kendi özel mülkü gibi algılayan geleneksel yönetim kurumlarının izlediği siyasi çizgiye bağlıdır ve bu tutum, siyasi gücü bir ekonomik güce dönüştürür. Bu görüş açısından, halka saygı duyan ve halk hareketini bağımsız bir güce dönüştürmeye çalışan tüm siyasi etkinliği durdurmak gereklidir.
Prens ve yoksul temeline dayalı bu hiyeraşik siyaset anlayışı, ulusal birliği egemen seçkinler tabakası için, yalnızca onların bireyci siyasetlerine ortak bir kılıf olarak işlev gören bir özel konu haline getirir. FKÖ liderliğinin siyasi uygulamalarını incelersek, ulusal birlik karşısında oynanan, birliğin maske, bireyciliğinse gerçek yüz olduğu, maskeler oyununu fark etmekte güçlük çekmeyiz. Yine, muhalefetle egemen liderlik arasındaki ittifağı, aslında ip arasındaki ilişkiye döndüren, ödünlere dayalı böyle bir oyun, faydacı bir siyasetle bir arada oynanıyor... Bu, klasik politik perspektif tarafından formüle edilen yüzeysel bir birlik siyasetinin ifadesidir.
Bu klasik siyaset, Arap klasik siyasetiyle, tüm Arap dünyasına yayılan bölgecilik ideolojisini de paylaşır; çünkü uygulanan rejimleri teorik ve pratik bakımından doğrulamaktadır. Arap ülkeleri arasındaki ayrılmaları onaylamak, bir kural ve bir strateji halini almıştır. Özünde, bölgecilik Arap rejiminin emperyalizme bağımlılığının ifadesidir. Bu, FKÖ siyasetinin klasik yönünü ve egemen Arap siyasetlerinin arasına katılmasını akla getirir. Her fırsatta, FKÖ gerçek bir uygulama gibi değil, ideolojik bir kimlik olarak Filistinlilerin kendi verme haklarını slogan olarak ortaya atmaktadır. Bu arada, Arap rejimleri bu tür bir bağımsızlığı güya öve öve göklere çıkarıyor, bundan Filistin davasını terk etmişliklerini gizlemek için yararlanıyorlar.

Yeni bir siyaset arayışı
Klasik siyasetin avukatları, halk kavramını nasıl algılar? Akılcı bir bakış açısından, gerçi ulusal birlik yaratıcı bir halk niteliği ortaya çıkaran, niceliksel bir yığılmadır. Bu nitelikle büyülenen klasik politikacılar, halkın yaratıcılığını inkar ederek, siyasi çalışmalarda, seçkinler tabakasının kararlar alması, halkın da bu kararları uygulaması biçiminde keyfi bir iş bölümü yapıyorlar. Böylece halk kitleleri, bağırıp çağıran, taş atan bir fiziksel güç halini alıyor, fakat onlara seçkinlerin "olgun" beyinlerinin yardımına gereksinimi olan küçük çocuklarmış gibi davranılıyor. FKÖ liderleri sanki intifadanın tek işlevi onların çıkarlarına hizmet etmek ve statülerini sağlamlaştırmakmış gibi, intifadayı ihtiyaca göre durdurma ya da tırmandırma iradesi gösterdiğinde, bu sözünü ettiğimiz mantık çok açıkça belli olmuştu. Bunun anlamı, intifadanın ancak onların emirlerini dinler ve ihtiyaçlarını yerine getirirse istendiğidir. Halkın siyasi iradesi bir yana bırakılmıştı. Böylece, çelişki intifada ile Filistin'in bürokratik siyasi kurumları arasındaki ilişkinin temel belirleyici özelliği haline geldi. Filistinli demokratik güçlerin, işgale karşı koymak için birliği sürdürmekten çıkarı olduğundan, bu çelişki son haddine kadar gelişemedi. Yine de, bunun anlamı intifadanın hem Siyonist baskı hem de Filistin bürokrasisinin hizipçi, kısa görüşlü hesapları tarafından çifte kuşatma altına alınmış olduğuydu.
İntifadanın tarihsel önemi, halk hareketinin özerkliği doğrultusunda yürümesi ve halkın militan, kendiliğinden hareketini, siyonizme karşı mücadele etmekte serbest bırakmasından ileri geliyordu. Böylece, gerçek savaşçılar lider oldu ve liderlik statüsü salt öznel hesaplara dayanan "örgütsel talimatlara" değil, aktüel günlük pratiğe bağlı kılındı. Açıkça görülüyor ki, halk arasındaki yeni intifada eğilimi, kendiliğinden gelişen olayı kontrol altına almak için aceleyle "kadroların rolünü" şişiren klasik liderliğin ölçütleriyle bağdaşmamaktadır.
İntifadanın patlak vermesinin ardındaki halk güçlerine gelince, onlar da kendi hesaplarına, bürokratik çevrelerin zararına özgür halk eylemlerine öncelik tanıyacak biçimde, denklemi tersine çevirmeye çalıştılar.
Bürokratik güçlerin, halkın seçkinler gurubunun günlük hesaplarının ham maddesiymişçesine işlem gördüğü, eski kurulu düzeni geri getirmek için böylesine gayretkeşlikle çabalaması bu nedenledir.
Bu liderlik çevresinin Filistin uğruna savaşmayı düşündüğünden kuşku duymuyoruz, fakat gerçekte uygulamaları mücadelenin akışından sapma gösteriyor. Ulusal eylemi durduruyor, halkın insiyatifini söndürüyor ve meydanı klasik, zamanı geçmiş ve yüzeysel düşünmeye ve çalışma biçimlerine bırakıyordu. Kısacası, egemen liderlik ulusal mücadeleye en başta kendi statüsünü korumak için ve ikinci planda da Filistin'de ulusal hakların yeniden elde edilmesini sağlamak için girişmişti. Öyleyse, klasik liderlik çevrelerinin ileri gelenleri ve hatta bunların yardakçıları, muhteşem villalar inşa ettirirken, Gazze'deki halkın yiyecek alabilmek için ev eşyalarını sattığını duymak şaşırtıcı olmamalıdır. Bu durumda, intifadanın temel güçleri, bir yandan işgale karşı mücadele, öte yandan da bürokratik seçkinlere karşı kendilerini savunma zorunluluğu içinde bulundukları bir konumda sıkışıp kalmışlardır. Ulusal birlik böylesine kritik bir duruma düştükten sonra, arayış biçimi ne olmalıdır?
Çok eksik ve basit bir yanıt vermekten kaçınmak için, FKÖ de içinde olmak üzere, tüm Filistinli siyasi güçlerin, onları hiçbir yere götürmeyecek, yahut da mücadeleyi sürdürmek istiyorlarsa, kendilerini yenilemeye zorlayacak bir çıkmaza girdiği hatırdan çıkarılmamalıdır. Ulusal birlikten sözetmek, zorunlu olarak, çeşitli derecelerde kararsızlıkla, tutarsızlıkla ve hareketsizlikle yozlaşmış mevcut siyasi güçlerden de sözetmek demektir. İntifada desteklenir ve tırmandırılırsa, bazı şeylerin düzeleceği söylenebilir, ama bu da çok genel ve çok soyut bir söylemdir; çünkü intifada da yer alan halk kendi koşullarına ve kendi potansiyeline göre savaşmaktadır. Daha başkaları, solda birliğin sağ kanatla mücadele ve karşılaşılan güçlüklerin altedilmesi için bir koşul olduğunu söyleyebilirler. Tabii bu doğrudur, tek ki sol ardı ardına meydana gelmiş olan tarihsel değişimlerin ışığında, açık görüşlülükle birçok şeyi yeniden gözden geçirebilsin. Bu da kolay birşey değildir, çünkü solda önemli bir değişiklik olmamıştır ve şimdiki durum gerçekten de çok kritiktir. Flistin bürokrasisi, tarihsel açıdan konuşacak olursak, güçsüz ve yararsız bir hale gelen egemen Arap siyasetinin ayrılmaz bir parçası olarak hüküm sürüyor. Şimdiki durumun bir başka yönü de, Arap güçleri ve uluslararası düzeydeki güçler arasındaki mevcut denge yüzünden, sağcı politik çizgiye bakmaksızın, Filistin sorunu için barışçı bir çözüm getirme pazarlıklarına girişmenin olanaksızlığıdır. Filistin'de sağ, daha sağlam bir konuma geçse bile, bu hiçbir şeyi değiştirmez.
Üstelik, Filistin arenasında, büyüyen dinsel güçlerin oynadığı rolün önem kazandığı da görülüyor. Bu etkinin artması, geleneksel siyasi güçlerin tarihsel gerilemesini doğruluyor ve son dayanak noktası ulusal birlik değil din olan yeni bir siyasi alternatif doğuruyor. Dinsel güçlerin çoğalması, FKÖ'nün rolünün azaldığını ve tüm Filistin ulusal mücadelesinin geriye çekildiğini ortaya vuruyor. Bu güçlerin oynadığı militan rolü küçümsemek niyetinde değiliz, ama kurtuluş mücadelesinin bu aşamasında, çıkış noktası anavatan toprakları, dayanak noktası kitleler ve hareket noktası da Arap milliyetçiliği ideolojisi olan bir ulusal cepheye ihtiyacımız var. Dinsel alternatif, günümüzdeki egemen biçimiyle bu temel noktaları es geçer, ortak, demokratik ve anti-siyonist eylemin dağılmasına yol açar.
Teoride halkın demokratik liderliğiyle, intifada militan, yaratıcı, ortak irade tarafından belirlenen, yeni siyasi ufukları niteliksel olarak geliştirilebilirdi. Fakat FKÖ'nün çok yönlü örgütsel yetersizliği ve artan Siyonist baskı, giderek şiddetlenen ve şimdi dinin alternatif ideoloji olarak kabul edilmesiyle doruğa çıkan bir toplumsal bunalım yaratarak bu güveni yıktı. Dinsel bağlar, FKÖ'nün geleneksel siyasi güçlerinin, Filistin'de kitlelerle günlük, demokratik karşılıklı ilişkiler kurmakta yeteneksizliğini gösterir.
Dinsel güçleri bir seçenek olarak görmek, varolan durumu ve maddi gerçeği reddetmek, başka bir seçenek aramak anlamına gelir. Dinsel güçlerin yükselişi, halk kitlelerinin huzursuzluğu yansıttığı gibi, daha önceki geleneksel vizyonun ve örgütlenme biçimlerinin kusurlu oluşunu da yansıtır. Bu nedenle gerçek sorun, bu güçlerle birleşelim mi birleşmeyelim mi, hangi koşullar altında birleşelim gibi konularla uğraşmayı bırakıp dikkatleri şimdiki bunalımın nedenleri üzerinde odaklandırmaktır.
Filistin ulusal projesi yeniden gözden geçirilip düzeltilmeli, Filistin'in kurtuluşu için mücadele, Filistin siyasi yaşamının çağı geçmiş ve kokuşmuş yönetimlerden, formül ve geleneklerden kurtarılması anlamına gelmelidir.
Bunun anlamı, beyinleri hayallerden ve insanları baskıdan kurtarmaya çalışmaktır. Körler körleri nasıl yönetebilir? insanların özgürlüğe kavuşmasına ters düşen siyasetlerle anayurdumuzu nasıl kurtarabiliriz? "Yurt" kavramının bir inanç olarak algılandığı dinsel ideolojide, yurdun anlamı nedir? Halka inanmayan, ileri gelenlere ve onların kuklalarına inanan bir kişide cisimleşen ulusal siyasetin anlamı nedir?
Edward Sait herhangi bir bireye değil, pazarlığa yanaşmayan bir örgütün yürüttüğü, açıkça belirli bir siyasete değinerek "Heyhat! Bizim bir Mandelamız yok,"


 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19