Teslimiyetin
Körelttiği Bıçak:
Filistin
|
Emperyalizm, Ortadoğuda dengeleri kendi lehine çevirme
çabasını sıklaştırdı. Yeni dünya düzeni'ni kurma manevraları,
yeni bir devrimci dalganın çekirdeklerini de içinde
taşıması pahasına sürdürülüyor. Reel sosyalizmin çözülüşünü
izleyen yıllarda bunun en önemli halkalarını "Körfez
Savaşı" ve "İsrail-Filistin anlaşması"
teşkil etti.
Bu anlaşmaya "İsrail-Filistin anlaşması" demekten
çok "İsrail-El Fetih" anlaşması demek daha
doğru olur. Çünkü henüz görüşmeler sürerken (20 Mayıs
1993 tarihinde), Filistin Kurtuluş Örgütü içerisindeki
muhalif kanadı oluşturan ve halkın % 70'inin desteğine
sahip (*) (FHKC, FDKC, Filistin Halk Mücadele Cephesi,
Halk Kurtuluş Cephesi, AS-SAİKA, Filistin Ulusal Kurtuluş
Hareketi Fatah-İntifada, Hamas, İslami Cihad) cephenin
basın açıklaması bu konuda işaretler sunmaktadır.
"Tunus'taki önderliğin, görüşmeleri sürdüren heyete,
Filistinliler tarafından reddedilen son öneriden daha
da tehlikeli tavizleri içeren bir belge gönderdiği ve
bu belgedeki tavizlerin, FKÖ'nün, Madrit-Washington
görüşmeleriyle başlattığı ve devam eden tavizler dizisinin
son perdesi olduğu" görüşlerine de yer verilen
açıklama, FKÖ içerisindeki kanatların, Arafat'ın gerçek
yüzünü çoktan gördüğünü gösteriyor. Aynı bildiride,
Muhalif kanadın, henüz 20 Mayıs'ta anlaşmaya tavır belirlediğini
gösteren şu cümleler de var!
"Biz, ikili ve çoklu görüşmelerden, Filistin örgütleri
demokratik temelde ulusal birlik kurana ve bu birlik
Filistinin vatanı için tavırlar belirleyene dek çekilmemiz
için çağrıda bulunuyoruz".
Şöyle bir parantez açmamız uygun düşer, El-Fetih'in
veya FKÖ'nün bürokrat-diplomat kanadını oluşturan ve
elinde bulunduran Arafat çevresinin Filistin Ulusal
Hareketi içerisinde güç yüzdesi düşüktür. Ancak şu gerçek
de bütün açıklığıyla önümüzde duruyorki, Yaser Arafat
takımının, her karışında kan olan Filistin toprağını
siyonizme ve Emperyalizme satması, diğer hareketlerin
silahlarına tutukluk yaptırmış, bir pasifizasyon çukuruna
sürüklemiştir
Aynı durumun Filistin halkında yarattığı tepki de dikkate
değerdir.
Bir kesim, teslimiyet politikasının karşısındaki tek
örgüt olan HAMAS'a destek verirken, diğer kesim Yaser
Arafat'ın karizmasına sığınarak anlaşmanın bir zafer
olduğuna inanıyor. İkinci kesim hiç de azımsanmayacak
bir çoğunluk. Dediğimiz gibi, Arafat, karizmasının meyvelerini
yiyor. Ama bu, siyonların portakalarına benzemez, hemen
tükenebilir.
Arafat'ın teslimiyetçi çizgisi, kökünü ülke topraklarıyla,
savaşla olan bağın mültecilik aracılığıyla erimesinden,
bürokrasinin, diplomasinin tembel ve korkak karakterinden
alır. Teslimiyet bayrağını çekenleri ve teslimiyetin
Filistin Hareketi içinde geçirdiği evrimi tarihsel gelişmiyle
izleyelim.
FKÖ, 1964 yılında, gerici Arap devletlerinin kumandasını
elinde tuttuğu bir mekanizma olarak doğuyor. Arap devletleriyle
olan ilişkiler veya kısaca Arap devletleriyle Filistin
Hareketi arasında olan belbağı, FKÖ'nün kuruluşundan
bu yana bir sakatlık olarak varlığını sürdürüyor. Sözkonusu
ilişki, bölgesel ittifak ilişkisini, politik denge ilişkisini
(Ortadoğu gibi politik heterojenliği sınırsız bir bölgeden
bahsediyoruz) ve aynı nesnellikte bir çok ilişkiyi aşan,
hatta ve hatta FKÖ'nün politik gündemine damga vuran
bir ilişki sistemidir. FKÖ'nün ekonomik ve askeri alanda
Arap devletlerine bağımlılaşması, bu ihtiyaçları karşılayabilmesi
için, politik temelde ve mücadele hattında Arap devletlerinin
çıkarlarıyla ters düşmemesi ters orantısınıda hayata
geçirdi.
1968'de silahlı mücadeleyi savaşımının eksenine koyan
FKÖ, Arap devletleriyle arasındaki bağı çatlatır gibi
oluyor fakat, bu bağ günümüze kadar yaşayabiliyor. 1969
yılında başrol oyuncusu Yaser Arafat, en çok tutulan
rolüyle yani FKÖ Yönetim Kurulu Başkanlığı ve Filistin
Kurtuluş Ordusu Genelkurmay Başkanlığı rolüyle sahneye
adım atıyor.
70'lerle birlikte FKÖ silahlı mücadeleye yüklenerek,
askeri alanda gayet disiplinli eylemlilikler gerçekleştirir.
Bu eylemlilikler İsrail'e azımsanmayacak ölçüde darbe
indirir. Terörist bir devletin zeminini hazırlama uğraşına
girer Siyonizm. Askeri teknolojiyi yakından takip ederek,
tam teçhizatlı, normal standartlarda olağanüstü durumlar
için eğitilen, modernizasyonu gelişmiş, dünyanın en
iyi ordusunu hazırlar. Fakat buna rağmen sürekli, Ürdün
sınırından vuran FKÖ gerillası karşısında aciz düşer.
Başarılı gerilla eylemlilikleri, Filistin'i dünya devrimci
kamuoyu içerisinde özel bir noktaya oturtur. Artık Filistin
bir devrimci odaktır. Bu etkiyi Türkiye devrimci hareketinde
de görmek mümkündür. Deniz Gezmişlerin çok bilinen Filistin
gerçeğinin yanısıra yüzlerce genç, enternasyonalist
dayanışma duygularıyla ülkemizden Filistin'e gitmiş
ve Türkiye devrimci hareketi, ondört yiğit evladını,
Filistin topraklarına gömmüştür.
FKÖ'nün silahlı mücadelesi Filistin'in bir devrimci
odak olmasını sağladığı gibi uluslararası kamuoyunda
diplomatik bir özne olmasını ve 1974 yılında BM tarafından
tanınmasını sağlamıştır. Bu süreçle birlikte FKÖ'nün
Ortadoğu'nun politik gündemindeki etkisi de artmıştır.
Arap ülkelerinin iç politik dengelerinde de etkinliği
olan bir FKÖ ortaya çıkmıştır. Bundan en çok rahatsız
olan Ürdün Krallığıdır. Çünkü FKÖ kampları Ürdün sınırları
içerisindedir. Aynı zamanda Ürdün sınırları içerisinde
yoğun bir Filistinli nüfusu sözkonusudur. Ve Krallık
otorite nezdinde zayıflamış, hakimiyeti FKÖ'yle paylaşmak
zorunda kalmıştır. Bunun yanısıra Ürdün, yeni bir "6
gün savaşı" istemiyordu. Ve dolayısıyla yeni toprak
kaybı da. Bu nedenle 1968 sonbaharında FKÖ'nün bağlarının
kopmasını bekliyordu. Bu oldu ve FHKC 425 yolcu taşıyan
üç uçağı kaçırıp Amman'daki havaalanına indirince çatışmalar
başladı ve Temmuz 71' de FKÖ güçleri Ürdün'ü terkederek
Lübnan'a yerleşmek zorunda kaldı.
Lübnan'da taban insiyatifi, yenilginin ve dağınıklığın
etkisiyle FKÖ önderliğine silahlı mücadeleyi dayatır
hale geldi. Bu baskı yönetim mekanizmasında da ses bulunca
FKÖ silahlı mücadeleye tekrar bir ivme kazandırdı. Tabanın
insiyatifi önemli bir etkendi, fakat zaten FKÖ, diplomatik
alandaki gücünü yitirmiş, etkinliği düşmüştü. Silahlı
mücadele tekrar eski disiplini ve akıcılığıyla Filistin
politikasına yön verdi. Bu hamleyle FKÖ, Yom Kippur
(4. Arap-İsrail Savaşı) savaşıyla FKÖ'den ayrılan FHKC'yi
çekme uğraşına da girişmiş oldu.
Silahlı mücadelenin gelişmesiyle FKÖ tekrar diplomatik
etkinliğine kavuştu. İşte ihtiyar (Arafat'ın El-Fetih
kadroları içindeki lakabı) tekrar uzlaşmacı kimliğiyle
buluşma fırsatı buldu. BM'nin 242 sayılı kararı (Gazze
şeridi ve Batı Yakası üzerinde bir Filistin devleti
ve diğer Filistin topraklarında bir İsrail devletinin
kabulünü buyuruyor) üzerinde anlaşmaya varma planlarıyla
Cenevre'de 13 Kasım 1974 tarihinde yapılan BM toplantısına
katılmak için yola koyuluyor. Henüz bir Filistin devleti
için çok erken olduğu cevabını alıp geri dönüyor.
Lübnan'daki dengeler, 70'lerin ekonomik paradokslarının
ağır darbeleriyle altüst oluyor. Ve iktidar emperyalizmin
tam desteğine sahip Maruni'lerin eline geçiyor. Maruniler
Lübnan'daki sol ve müslüman hareketlere karşı geniş
çaplı bir operasyon başlatıyor. Bunu Suriye'nin Lübnan'ı
işgali izliyor. Ardından 1978'de İsrail'in birinci işgali
gündeme geliyor. Ve 82'de ikinci İsrail işgali... 1982
Filistin tarihinde önemli bir yıldır. İsrail'in bu ikinci
işgaline karşı hiçbir direniş gösterilmemiştir. FKÖ'nün
askeri kanadı, büyük bir bozguna uğramış ve Arap ülkelerine
dağılmıştır. Bu dağınıklıktan FKÖ önderliğinin payına
Tunus düşmüştür. İsrail'in bu ikinci işgali FKÖ'yü tamamen
yoketmeye yöneliktir. Bu operasyondan Sabra ve Şatilla
kamplarında yaşayan Filistinli mülteciler de yoğun şekilde
paylarını almışlardır. MOSSAD'direktifleriyle gerçekleştirilen
katliamda tetiğe basanlar yine MOSSAD kökenli Falanj
Milisleri'ydi.
İşgal İsrail açısından gayet olumlu ve verimli geçmişti.
Ancak 10 Aralık 1982'de ilginç bir gelişme olmuş, BM
Genel Kurulu Filistin devletinin kurulmasını sadece
4 aleyhte oyla (Kanada, Kosta Rika, İsrail, ABD) kabul
etmişti.
İNTİFADA:
Koskoca Filistin Hareketini anlatırken neden ilk altbaşlığı
İntifada'da açtık? Çünkü İntifada bugün içinde yaşadığımız
döneme benzer koşullarda ortaya çıkmıştı. Arafat'ın
milliyetçi-burjuva radikalizminin siyonizmin ve emperyalizmin
saldırılarıyla diplomasizme yüz çevirmesinin, birden
tecrübeli birer bürokrat konumuna geçmelerinin koşullarında,
bir halk insiyatifi olarak doğmuştu İntifada. Madem
ki bir altbaşlık atma imkanı bulduk, öyleyse bu yazıyı
yüzlerce İntifada şehidinden biri olan Şubat 88'de Cenin'de
vurularak öldürülen 4 yaşındaki Kasım Abu Zeid'e adayalım.
Ve bütün küçük direnişçi yüreklere...
İntifada, işgal altındaki toprakların özne güçleriyle
Aralık 87'de ilk kıvılcımı çakıyor. Her bölgedeki Halk
Komiteleri, Yurtsever Birleşik Önderlik (YBÖ) merkezi
örgütlenmesiyle hareket etmektedir. YBÖ, gençliğin başını
çektiği bir örgütlülüktür. Yapısında Hamas dışında bütün
gruplar bulunmaktadır. Ancak şu şekilde; Bu örgütlülük
dışarıdaki merkezi otoriteden bağımsız olarak hayata
geçirilmiştir. Hatta bu örgütlülük, yurtdışındaki önderliklere
birleşmeleri için baskı yapmış ve bunu başarmıştır.
Bu baskının sebebi, YBÖ'yü yaratan sebepten farklı değildir.
Bu sebepte "Hiçbir Arap devletine veya örgütüne
güvenilmez; kendi özgücüne güvenmek esastır. Ve bunun
ilk koşulu da birleşmektir" sloganında kendini
bulmaktadır.
YBÖ "Eylem ve Halk Komiteleri" dışında tam
12 ayrı komite kurmuştur. Bunlar: 1- Beslenme, 2- İlk
yardım, 3- Ticaret, 4- Enformasyon 5-Araştırma-soruşturma,
6- Destek, 7- Gözlem, 8- Kadın, 9- Tarım, 10- Demirci,
11- Nöbetçi, 12- Gönüllü İş Komiteleridir. Ve bu örgütlülükler
bütün bir halkla kopmaz ilişkiler kurmuşlardır. Arafat'ın
şoförünü ajanlaştıran, Arafat hakkında bilgisayarından
8 saat boyunca bilgi akımı alan MOSSAD, bu örgütlülüğü
çözmeyi başaramamıştır. 459 köy, kent ve kampta 1,5
milyon insanı örgütleyen (Batı Şeria ve Gazze'nin toplam
nüfusu zaten 1,6 milyondur) YBÖ, MOSSAD'ın kafasını
en çok karıştıran örgüttür. YBÖ'nün eylemlilik yelpazesi
gayet geniştir. Genel grevlerden, miting-gösterilere,
muhbir-ajan cezalandırmalardan, kısmi grevlere, İsrail
devletinin baskı aygıtlarının tasfiye edilmesinden,
teknisyenler tarafından halka tarımsal üretimin öğretilmesine...
bir çok yeni, dinamik ve deforme olmamış cepheden siyonizme
karşı bayrak açmıştır.
Bu güçlü direniş karşısında İsrail ordu ve polisi, işgal
altındaki her karış toprağı bir işkencehaneye, her karakolu
Nazi Toplama Kampına çevirmiştir. Sadece yetmiş bir
gün içerisinde (8 Aralık 87-19 Mart 88 arası) İsrail
güçleri tarafından öldürülen 194 kişiden 19'u, 1 yaşının
altında, yanarak ve göz yaşartıcı bombadan zehirlenerek
ölen bebeklerdi. Ve bu 194 kişinin 64'ü, 18 yaşına basmadan
vurularak, işkencede, ezilerek (askeri araçlar tarafından)
ve sokak ortasında dövülerek öldürülen gençlerdi. Yine
iki gün içerisinde (7-8 Mart 88) sadece Gazze Şeridi'nde
12 hamile kadın gözyaşartıcı bombalardan etkilenerek
düşük yapmıştır. (**)
Bu verilen ilk bakışta çok trajik olabilir. Fakat göstermek
istediğimiz şey, siyonist güçlerin, Filistin Halkının
Ulusal Ayaklanması olan İntifada'ya karşı ne kadar kudurgan,
ne kadar pervasızca saldırdığıdır.
İşte İntifada, Filistin'in direniş geleneği içerisinde
kendine böylece üstün özelliklerle bezenmiş ve has bir
yer ediniyor. İntifada başlığını attıktan sonra bir
özelliğinden bahsetmiştik, ülke dışında hareketlilik
potansiyeli taşıyan öncü örgütlülüklerin, pratik olarak
açmazda olduğu bir dönemde kendi iç dinamikleriyle gelişiyor
demiştik.
Anlaşmanın zeminini oluşturan koşullarda da, Filistin'li
örgütlerin durumu, ister askeri olsun, ister diplomatik
olsun tam bir açmazı ifade ediyor.
ANLAŞMAYI OLUŞTURAN KOŞULLAR
ANLAŞMA ve SONRASI
Anlaşmayı oluşturan koşullar denilince elbetteki bölgenin
siyasi arenasını alt-üst eden, Körfez Savaşı'nı ve Sovyetler
Birliği'nin dağılışını, tüm bunların yanısıra FKÖ'nün
bu iki etkenle birlikte vardığı noktayı açıklamalıyız.
Körfez Savaşı, Ortadoğu ve Arap Yarımadası'ndaki ülkelerin
politik misyonlarının netleşmesini (değişip derişmediğini,
etkinliklerini) sağladı. Filistin Hareketi'nin Arap
ülkeleriyle olan göbek bağından bahsettik. İşte Körfez
Savaşı, bu yaşamsal etkenin ne kadar sağlıksız olduğunun
da bir aynası oldu. Mesela FKÖ'nün en büyük mali kaynaklarından
Suudi Arabistan ve Emirliklerin, ABD'nin bir üssü olması
ve FKÖ'nün Irak'ı desteklemesiyle bu kaynakların kesilmesini
getirdi Körfez Savaşı. Yine diplomatik alanda Filistin,
bir 'yok sayma' kıskacına sokuldu. Bunun en belirgin
örneği bugüne dek Arap Birliği toplantılarında birinci
gündem maddesi olan Filistinin Fas'taki Arap Birliği
toplantısında zar-zor üçüncü gündem maddesi olabilmesidir.
Yine Sovyetler Birliği'nin dağılması, Filistin'in dünya
bağlamındaki en büyük destekçisinin yok olması anlamına
geliyordu. Sonuçları konusunda fazla bir şey söylemek
gereksizdir. Gelelim Filistin Hareketi'nin durduğu noktaya;
FKÖ diplomatik alanda bütün bu etkenlerle bir 'hiç'
konumuna düşmüşken, askeri alanda da eskisi gibi umut
vaad etmiyordu. Gerilla büyük bir disiplinsizlik ve
başıboşluk içinde (Cephenin sıcaklığından tam anlamıyla
kopma bunun en açık sebeplerindendir), edilgenliği sindirmiş
bir vaziyette kendi köşesine çekilmişken, kurşun sıkacak
konumunu çoktan terkettiğini gözler önüne seriyordu.
Bütün bu etkenlere çok şey eklenebilir. Ama bu etkenlerin
Filistin Hareketi'ni tanımlayıcı olduğunu düşünüyoruz.
FKÖ'nün yönetim mekanizmasında bu etkenler uzlaşmacı
Arafat çizgisinin güçlenmesini, buna rağmen savaşçı,
anti-emperyalist unsurların etkinliğinin düşmesini sağladı.
Bu durum meyvelerini vermekte gecikmedi. Camp David
Anlaşması'ndan bu yana emperyalizmin Ortadoğu'daki gözdelerinden
olan Mısır'ın başkenti Kahire'de Emperyalizmin Ortadoğu
ve özellikle Filistin üzerine yeni senaryolarını içeren
"Ortadoğu Barış Görüşmelerinde" başlayan süreç
Beyaz Sarayın bahçesinde, Filistin'in teslimiyet belgelerini,
emperyalizm ve siyonizmin zafer belgelerini imzalamalarıyla
son buldu (13 Eylül 1993). Gazze Şeridi ve Eriha üzerinde
bir Filistin devleti, diğer Filistin topraklarında bir
İsrail Devletiyle kardeş kardeş geçineceklerdi. İsrail
(Hüsnü Mübarek'in yoğun çalışmalarıyla) 13 Nisan'a kadar
sözkonusu bölgelerdeki bütün güçlerini çekecekti. Senaryonun
özeti buydu. Ama bu iki cümlede özetlediğimiz senaryo,
emperyalizmin bölgedeki statükosunun oturmasını, İsrail
için yaptığı büyük harcamaların kesilmesini, yeni Camp
David'leri ve bunların hayata geçmesini, yani emperyalizmin
"Yeni Dünya Düzeni" içerisindeki Ortadoğu'yu
ifadelendiriyor.
Emperyalizm tarafından anlaşmanın nitelenmesi bu noktalarda
yoğunlaşıyor. Filistin Hareketi içerisinde de, yarım
yüzyıla yakındır süregelen bu mücadelenin, bütün alanlarında
sıfırlanmasının en büyük hamlesi olma özelliğine sahip.
Daha öncede belirttiğimiz gibi teslimiyetçi Arafat kanadı,
Filistin topraklarında azımsanmayacak bir güce sahip
olduğundan, sözkonusu gücü sokaklardan, caddelerden,
alanlardan, evlere taşıyacak, mücadeleyle bu gücün,
kitlenin, yaşamın en derin noktalarına nüfuz etmiş bağlarının
koparılmasının motoru işlevini görecek.
Anlaşmanın bir diğer sonucu da, Marksist-Leninist Hareketlerin,
İslami Hareketler tarafından ezilmesini, Marksist-Leninist
Hareketlerin, politik bağlamda (elbette ki dünyaya egemen
olan ikliminde etkisiyle) atılımsızlığının tabii bir
sonucu olarak İslami Hareketlerin (özelliklede HAMAS)
en büyük muhalefet odakları olmasıdır. Filistin'de M-L
güçler tarafından hayata geçirilen en büyük eylemlilik
(sayılı gerilla eylemlerinden biridir) Politikleşmiş
Askeri Savaş Stratejisini kendine temel alan FHKC'nin
iki sürat teknesiyle, İsrail'in kıyı güvenlik birimlerine
saldırması olmuştur. Sadece 20 dakika süren bu eylem,
bu tarama eylemi, maalesef M-L güçlerin etkin olabilen
az sayıda ki eylemlerinin en güçlüsüdür. Bu durum üzücü...
Başta FHKC olmak üzere bütün ilerici-devrimci Filistin
güçlerinin bir atılım sürecine girmesi gerekiyor. Şayet
bu atılım gecikirse -tıpkı gerillanın yaşadığı gibi-
Filistin'in mücadeleci halkının da, mücadeleyle olan
bağları zayıflar, disiplinsizlik/ örgütsüzlük, geleneğin
temellerinin çökmesini sağlar. Ve düşman, bu çöküşü
yaratmak için yeni bir cephe daha ele geçirmiş durumda,
hem de direniş güçlerinin onlarca yıldır verdikleri
mücadalede hiç karşılarına çıkmamış bir cephe; Amerika'nın
Otonomi kıstaslarında bir devlet.
Gelelim çiçeği burnunda Filistin Devletçiğine... Filistin
Devleti krizle çok erken karşı karşıya geldi. Arafat,
zengin Arap ülkelerine, mızıkçılık yapmamaları, sözünü
verdikleri ekonomik yardımı yapmaları için yalvarıyor.
Kimsenin oralı olduğu söylenemez. Filistin Burjuvazisinin
Arap Yarımadasındaki yatırımları kısıtlanıyor. Ve şu
saatten sonra da, daha fazla emperyalizmin eteği altına
girmek, içinde bulundukları darboğazdan çıkmalarının
tek umudu onlar için.
Arafat'ta kendi alanında sahipleri gibi bir kriz yaşıyor.
Halk, yerel yönetimlere karşı büyük tepki duyuyor (özellikle
Gazze'de). Bir diğer örnek, Filistin Polisi, 25 Haziran'da
Farid Jarbua adlı Filistinliyi işkencede öldürüyor.
Bir diğer örnek; EL Halil camiinin taranmasıyla 63 Filistinli
öldürülüyor. Sonrasındaki gösterilerde 2 kişi ölürken
60 kişi de yaralanıyor. Örnekler çoğaltılabilir. Filistin
Devleti, daha işin başında otoriteyi yitiriyor. FKÖ'nün
gerileyişi yavaşlamış değil.
Emperyalizm son yıllarda sık sık denediği bir taktiği
Filistin'de başarıya ulaştırdı denilebilir. Bu taktik,
yükselen halk mücadelelerini, işbirlikçi reformist kanatlara
küçük tavizler vererek geriletmektir. Bu taktiği ve
işbirlikçi reformist kanadı Politik-Askeri atılımlarla
altedebilmek, Silahlı mücadelenin ivmesini yükseltmek
için Filistin'de ki en büyük aday FHKC, FHKC'nin ülke
gündemiyle arasında ki uçurumu sıfırlaması için vakit
hiç de erken değil. Geç kalındığı bir gerçek. Ama er
ya da geç, siyonizmin işgalci güçlerini Filistin topraklarında
meşrulaştıran bu anlaşmaya kurşunla cevap verilmesi
gerekiyor. Sadece İsrail işgali altındaki değil, Filistin
Devleti sınırları içerisinde yaşayan halkın da beklentisi
bu. Öyleyse, Filistin'in bilinen sloganı bugün hâlâ
geçerlidir:
THAWRA HATT EN-NASR!
ZAFERE KADAR DEVRİM!
(*) FHKC ve FDKC'nin bir basın açıklamasında belirtilen
oran.
(**) Veriler: Filistin Kazanacak (Ceylan Göllücü) Belge
yayınları.
|