Onlardan kimi zaman "bir elmanın yarısını teşkil
ederler" diye bahsedilir. Kimi zaman ayaklarının
altlarına "sahte cennetler" serilir, "Onlarsız
devrim olmayacağından" sözedilir. Birçok zamansa
onların "Sırtından sopayı karnından sıpayı eksik
etmemek" gerektiği söylenir veya "Saçlarının
uzun akıllarının kısa olduğu" ilan edilir. Onlar
ki kadınlardır; "Anamız, avradımız, yarimiz"
diye şiir dizelerine işlenen ama her gün çifte sömürünün
altında ezilen kadınlar...
Tabi onların da bir tarihi var. İnsanın tarihiyle yaşıt.
Ve uzun bir ezilmişlik destanı boyutlarında.
İnsanlığın gelişim tarihi incelendiğinde görülür ki
anaerkil düzende hiç kimseyi ezmeyen kadına ilerleyen
tarihsel süreç içerisinde iki tane efendi bağışlanmıştır,
kapitalizmde bu efendilerden birincisi sermaye sahibi
kapitalist iken ikincisi de erkekler olmuştur.
Kapitalist sistem kadını herzaman ucuz işgücü ucuz emek
olarak algılamıştır. Bu nedenle de bu cins emeğe ihtiyaç
fazla olduğu zamanlarda işe sürülmüş diğer zamanlarda
ise evinde mahkum edilmiştir. Bu noktada dikkat çeken
olgu şu olmaktadır: Kadının üretime katılıp üretimde
pay sahibi olması onu özgürleştirmemiş tersine sömürüyü
ikiye katlamıştır. Bunun nedeni ise kadına ikinci sınıf
bir yer biçen çok boyutlu bir kültürün oluşturuluşudur.
Bu kültüre göre kadının yeri evidir. Onun görevi çocuk
doğurmak, çocuklarına bakmak, erkeğinin isteklerini
karşılamak, daha ilerki tarihsel süreçte de buna ek
olarak bir işte çalışmak olmuştur. Yani ona toplumda
ve yozlaşmış aile değerleri içersinde bir metanın durumundan
farksız bir değer biçilmiş, o en ucuz meta olarak algılanmıştır.
"Modern kapitalist toplum, ilk bakışta görülmeyen
bir yığın yoksulluk ve zulüm olaylarının gizlendiği
yerdir. Orta sınıf halkın dağınık aileleri, esnaflar,
fabrika işçileri, katipler anlatılmayacak kadar yoksuldurlar
ama en iyi zamanlarında bile kıt kanaat geçinirler.
Bu tür ailelerdeki milyonlarca kadın birkaç kuruşla
ailelerini doyurup giydirmek için çok fazla günlük çaba
harcayarak, kendi emekleri dışında her şeyden tasaruf
yaparak ailenin kölesi gibi yaşarlar.
"İşte kapitalistler en çok evde çalışan ve kendisi
ve ailesi için bir dilim daha fazla ekmek 'kazanmak'
için çok düşük bir ücrete razı olan bu kadınlar arasından
işçi çalıştırmak arzusundadırlar. Bütün ülkelerin kapitalistleri
en 'uygun' fiyatla istedikleri kadar cariyeyi yine bu
kadınlar arasından seçmişlerdir. Fahişelik hakkındaki
hiçbir 'ahlaki öfke' kadınların vücutları üzerindeki
bu ticareti engelleyecek hiç bir şey yapamaz; ücretli
kölelik var olduğu sürece fahişelik de kaçınılmaz olarak
sürecektir. Toplum tarihi boyunca bütün ezilen ve sömürülen
sınıflar, ezenlere ilk önce ödenmemiş emeklerini, ikinci
olarak da karılarını 'efendileri'nin cariyeleri olarak
vermek zorunda kalmışlardı" diyen Lenin kadının
sömürü sistemlerine özgü yerini çok net ortaya koymuştur.
Ve Bugün Kadın, Ve Türkiye'de Kadın:
Bugün genel olarak kimi burjuva demokrasilerinin varolduğu
ülkelerde kadının toplum içersindeki konumu birazcık
ilerleme kaydetse de yine de sistemin özünden fazla
bir şey kaybetmemiştir.
Az gelişmiş ülkelerde ise kadının konumunda fazla bir
değişme olmamıştır. Eğer bu noktada Türkiye'ye değinilecek
olursa Cumhuriyet'le birlikte seçme -seçilme hakkı,
okuma-yazma hakkı gibi kimi nisbi-görüntüsel haklara
karşın kadının durumu fazlaca değişmemiştir. Çünkü toplumda
normal olarak egemen sınıfın egemen kültürü vardır.
Bu kültüre göre "kadın erkeğin tarlasıdır",
"saçı uzun aklı kısadır", kafası fazla bir
şeye çalışmaz. Bu anlamda kadınların işte çalışmaları,
okumaları, hatta bir bayan başbakanımızın bile olması
bizi aldatmamalıdır.
Açık ve net olan odur ki kadın bugün daha fazla metalaşmıştır.
Daha fazla cinsel tacize uğramaktadır. Artık kadın özellikle
reklam sektöründe olabildiğince ön plana çıkartılmış,
bir araba reklamında "otomobillendir beni Macit"
diyen veya "yiyin beni" diye pirinç reklamı
yapan kadınlar ön plana çıkmıştır.
Kendi istemlerine ulaşmayan, kendi varlıklarını ispatlayamayan
kadınlar fuhuş sektörünün sermayesi olmuştur. Aslında
fuhuşun artmışlığı, sistemin çürümüşlüğünden, kokuşmuşluğundan
başka anlam ifade etmemektedir. Zaten sistem kadına
biçtiği konum itibariyle onu bir fahişe olarak algılamaktadır.
Eğer ki fahişeliğin bir kadının para karşılığında erkeklerle
birlikte olması diye anlamı varsa kızların başlık parası
adı altında alınan paralarla evlendirildiği, evliliklerin
sevgi temeline değil para-mal-mülk ilişkisine dayandığı
bir toplumda, topluma göre ya da sistemin değerlerine
göre "fahişe" olup olmamakla gerçekte fahişe
olup olmamak da tartışılır bir konudur.
Fakat bu konuda çok açık olan bir gerçek vardır. Toplumda
ya da ülkede, ben kaldıracağım demekle ne bir kişi ne
de bir parti fuhuşu kaldırabilecektir. Bu anlamda da
RP'li bir belediye başkanının ya da başka bilmem kimin
bu pisliği temizleyeceğiz sözleri ucuz demogojiden ibarettir.
Çünkü bu sektörü sistem yaratmıştır. Sistemle birlikte
varolmakta ve onunla birlikte çürümektedir. Ve bugün
bu ülkede en yüksek vergiyi patroniçe Manukyan'ın verdiğiyle
övünülmektedir. Birkaç yerin kapatılmasıyla fuhuşun
biteceğinin sanılması bir yanılsama veya kendini kandırma
olacak, sadece görüntü değişmiş olacaktır.
Öyle ya da böyle bu sorun sistemin bir ürünüdür ve onunla
birlikte yok olacaktır. Bunu da ancak erkekle birlikte
üreten ve onunla birlikte yaşayan, onunla omuz omuza
verdiği mücadeleyle özgürleşen kadın yapacaktır. Ve
bugünün kardelenleri yarının güzel günlerini hazırlayacaklarıdır.
|