İrlanda'da
Kalıcı Bir Barışa Doğru
|
"Gerçek Barış, Demokrasi ve Kendi Kaderini
Tayin Hakkı'yla
mümkündür. Aksi halde 'Barış' yeni çatışmalar için
hazırlıktan başka bir işe yaramayacaktır..."
Kendi Kaderini Tayin Hakkı ile ilgili her tartışmada,
ötedenberi bu sorunun kördüğümleştiği ülkeler olan İrlanda
ve BASK önemli bir yer tutmuştur. Bask sorunu son aylarda
Kürdistan çıkmazıyla ilgili olarak burjuva politikacılarının
ağzında gezinirken, İrlanda sorunu ise İngiliz başbakanının
"diyalog" üzerine söyledikleriyle yeni bir
boyut kazandı. Bir yanda bağımsızlık için mücadele veren
IRA eylemlerini sürdürürken, öte yanda bu mücadelede
politik-cephesel bir rol üstlenmiş olan SİNN-FEİN siyasi-diplomatik
ataklar yapıyor. Bütün bu sürecin daha iyi kavranabilmesine
bir katkı olarak SİNN-FEİN'in 1992 yılında hazırlamış
olduğu "Barış Programı"nın tam metin çevirisini
sunuyoruz. Bir tür "ateşkes çağrısı" niteliği
de olan tarihsel belgenin, en azından İrlanda sorununu
kavramakta okurlarımıza ve devrimci kesimlere bir kaynak
olabileceğini düşünüyoruz.
Özet
1. BARIŞ, savaşın nedenlerini ortadan kaldıracak
demokrasi, özgürlük ve adalet koşulları gerektirir.
2. İRLANDA HALKI, tüm diğer uluslar gibi, uluslararası
hukuk tarafından tanınan ve tarih boyunca uygulanan
ulus olma ve egemenlik hakkına sahiptir, İrlanda'nın
bölünmesi, kabul edilen uluslararası normlara karşıdır,
ulusal demokrasiye ters düşer ve ülke içinde uzlaşmayı
önler.
3. İRLANDA'DAKİ İNGİLİZ YÖNETİMİ, ülke içinde
ve uluslararası ölçekte, demokratik yasallıktan yoksundur
ye büyük ölçüde baskı ve bölme siyasetine dayalıdır.
İngiliz Hükümeti, 1921'de İrlanda'yı bölmekle işlediği
tarihi hatayı kabul etmelidir.
4. DUBLİN HÜKÜMETİ, İngiliz Hükümetiyle işbirliği halinde
ya da gerekirse bağımsız olarak, ülkenin yeniden birleşmesini
sağlamakta ki sorumluluğunu yerine getirmelidir.
5. İRLANDA'DAKİ BİRLEŞME YANLISI AZINLIĞIN, Birleşmiş
İrlanda'dan korkması için neden yoktur. Birlikçi Veto'nun
geri alınması, İrlanda halkının geri kalanıyla yapıcı
bir diyalogun başlamasına olanak sağlayacaktır.
6. İRLANDA'LI CUMHURİYETÇİLER, İrlanda'da ulusal
demokrasinin kurulmasında yapıcı bir rol oynamaya kararlıdır.
7. İRLANDA, siyasi ve ekonomik dönüşümler bakımından
tarihi bir süreç içinde bulunan Avrupa'nın bir parçasıdır.
İngiliz-İrlanda çatışması sürüp giderken bu süreç tamamlanamayacaktır.
İrlanda'nın bölünmesi ve İngilizlerin Altı İl üzerinde
hak iddiası bir Avrupa sorunudur. Sinn Fein, İrlanda
ulusunun tüm kesimlerinin çıkarlarını savunacak demokratik
ve egemen bir İrlanda istiyor.
8. BİRLEŞMİŞ MİLLETLER, İrlanda'nın sömürgelikten
kurtuluş sürecinde gözlemcilik yapma yetkisine sahiptir.
Geçici bir önlem olarak, Sinn Fein Birleşmiş Milletler
Genel Sekreteri'nin, İngiliz Hükümeti'nden, İngiltere'nin
İrlanda'da oynadığı rol hakkında yıllık raporlar istemesini
ve İrlanda'daki bölünmüşlüğün sürmesinin sonuçlarıyla
ilgili bir yıllık dergi yayınını yönetmesini önerebilir.
İRLANDA'DA KALICI BİR BARIŞA DOĞRU
l.Giriş
İrlanda halkının büyük çoğunluğu barışı yürekten istiyor.
Bu özlem, halkın dileği olmakla sınırlı kalırsa, gerçekleşemez.
Gerçek bir barış süreci, çatışmaya son verilmesinin
kendiliğinden kalıcı bir barışa götürmeyeceğinin bilinmesini
gerektirir. İrlanda tarihi, bize savaşa son verilmesinin,
gelecekteki çarpışmalara hazırlık anlamına geldiğini
öğretmiştir. Barış sürecinin, anlamlı ve aynı zamanda
uzun süreli olabilmesi için, çatışmanın köklü nedenlerini
hedeflemelidir. Çünkü gerçek ve uzun bir barış sürecinin
demokrasi ve kendi kaderini belirleme hakkı bağlamında
gelişmesi gerektiğine inanıyoruz. Gerçek barış süreci,
bu boyutlar üzerinde odaklanmalıdır. Aşağıdaki öneriler,
İrlanda'da uzun süredir geciktiğine inandığımız barış
görüşmelerine sağduyulu ve gerçekçi katkılarda bulunacaktır.
Bu belgeyi, bu görüşmelere katkı olarak sunuyoruz.
2. Ulusal Demokrasi ve Barış
Barış, yalnızca çatışmanın yokluğu anlamına gelmez.
Savaş ve çatışma nedenlerini kökünden söküp atmak üzere
adalet, demokrasi ve eşitlik koşullarının da varolması
gereklidir. Bunun anlamı, savaş ve çatışmanın varolmayışının
kendiliğinden kuvvet bulduğu koşulların varoluşudur.
İrlanda halkı, uzun bir süre barışı reddetti. Ülkemizde
savaşın olmadığı kısa zaman aralıklarına karşın, güç
kazanan ve dayatılan anti-demokratik koşullar bizi uzun
süreli çarpışmalara zorladı. İrlanda halkı barışı haketmiştir.
Barışı destekleyecek ve sürekli kılacak siyasi yapılara
sahip olmayı haketmiştir. Bu yapıların neler olacağına
karar verme hakkına sahip olmayı da haketmiştir ve bu
yapıların özellik ve pratiğinin İrlanda halkına eşitlik
güvencesi getirmesini ve İrlanda halkının tümünün çıkarlarına
en iyi biçimde hizmet etmesini sağlamak zorundadır.
İrlanda'da sürekli barış, adalet, demokrasi, fırsat
eşitliği ve istikrar aradıklarını ileri sürenler, kesin
ve değişmez olan, evrensel olarak tanınan, demokrasi
ilkesine kutsallık kazandıran ulusların kendi kaderini
belirleme hakkının, bu politik ve toplumsal amaçlara
ulaşmanın ve bir kez elde edildikten sonra onları sürdürmenin
en güvenilir aracı olduğunu inkar edemezler.
İrlanda halkının kendi kaderini belirleme hakkını kullanmasına
izin vermemek İngiliz Hükümeti'nin her zamanki politikasıdır
ve bu, bugün de aynıdır. Bu politika, İrlanda'daki çatışmanın
en köklü nedenidir. Bu politika ile birlikte bunu sürdürmek
için alınan önlemler, İrlanda halkı arasında ve İrlanda
ile İngiltere arasındaki ilişkilerin kopuşunun temel
nedenidir.
Bu politikanın dayandığı ilkeler, bölme ve baskı yapmadır.
Bölme, yalnızca ülkeyi fiziksel bakımdan parçalara ayırmak
biçiminde olmakla kalmaz, parçalanan ülkemizin her bir
bölgesindeki politikaları belirleyen 1922'deki iç savaşın
yolaçtığı bölünmeler de yeniden gündeme getirilir. Eşitsiz
bir ayrıcalık sisteminden ve İngiliz Hükümeti'nin çok
şey borçlu olduğu "Birlikçi Veto"nun desteğinden
yararlanan birlikçiler ve milliyetçiler arasında da
bölünme sözkonusudur. Son olarak, milliyetçilerin arasında
da en gerçek anlamında, bir çok bölünme vardır.
Kendi kaderini tayin hakkının, bir ulusun dıştan gelen
herhangi bir etki sözkonusu olmaksızın ve ulusal birliğe
ve toprak bütünlüğüne kısmen ya da tam olarak zarar
verilmeksizin kendi toplumsal, ekonomik ve kültürel
gelişimini belirlemek üzere, siyasi özgürlükten yararlanma
hakkı anlamına geldiği evrensel olarak kabul edilmiştir.
Bu ölçütler İrlanda'da gözetilmemiştir. İngiliz Hükümeti'nin
İrlanda'ya müdahalesi, yurtta barış, demokrasi, adalet,
istikrar ve ulusal özgürlüğün kurulmasını ve daha sonra
İrlanda ile İngiltere arasında iyi ilişkilerin gelişmesini
sağlayan koşulları yaratan ve destekleyen uluslararası
düzeyde geçerli normlara ters düşmektedir. İrlanda Ulusal
Toprakları, Altı İl üzerinde egemen olduğunu varsayan
İngiliz Hükümeti tarafından parçalara ayrılmıştır. İrlanda
halkı Altı İl içinde de, Altı İl ile 26 İI arasında
da bölünmüştür. Ulusal birliğin gelişmesine izin vermek
şöyle dursun,' İngiliz Hükümeti bu birliği kendi çıkarına
bilinçli olarak, bilerek ve isteyerek parçalamıştır.
İrlanda'nın toplumsal, ekonomik ve kültürel gelişimi
kesintiye uğratılmış, durdurulmuş ve aşındırılmıştır.
İngiliz Hükümeti tarafından İrlanda'nın ulusal birliğini
bile bile parçalamak amacıyla kötüye kullanılan Birlikçi
Siyasi Veto, İngiliz Hükümeti'nin Altı İl üzerindeki
egemenliğini sürdürebilmesinin temelini oluşturmuştur.
İngiltere Hükümeti'nin, politik, toplumsal ve ekonomik
ayrıcalıklar sistemi yardımıyla İrlandalı protestan
ve katolikler arasındaki politik bölünmeyi kışkırtması,
Altı İlde birlikçi ve İngiliz yanlısı geleneği güçlendirmiştir.
Birlik yanlıları, İngiliz yönetiminin sürmesini istiyor.
Birçok neden arasında ayrıcalıkların sağladığı çıkarların
korunacağının anlaşılması da var. Birlikçiler (ve onların
şiddete olan yetenekleriyle sözümona kan gölü senaryoları)
İrlanda'daki sürekli varlığının en başta gelen nedeni
olarak İngiliz Hükümeti tarafından destekleniyor.
Birlik yandaşlarının bugünkü savunucuları İrlanda ulusunun
%20'sini temsil eder. Bu bir ulusal azınlık demektir,
önemli bir azınlıktır, ama ne de olsa, yine de azınlıktır.
Bir ulusal azınlığa, ulusal bağımsızlık ve egemenlik
konusunda veto hakkı tanımak, ulusların kendi kaderlerini
belirleme hakkına ters düşer. Ulusun geri kalanından
ayrı, bağımsız bir kesim olan ulusal azınlığa, ulusun
kaderini belirleme hakkının yerilmesi, kendi kaderini
belirleme ilkesinden sapmadır. İngiliz Hükümeti'nin
politikası, siyasi görüşlerde bölünme yarattı ve bunu
sürdürdü. Bu bölünme, bir yanda apaçık biçimde ulusal
çoğunluğu oluşturan Ulusal Görüş taraftarları ve öteki
yandaysa ulusal azınlığı oluşturan İngiltere taraftarları
olmak üzere iki kamp biçiminde ortaya çıktı.
İngiliz Hükümeti'nin politikası, keyfi biçimde ve baskı
yoluyla, ulusal çoğunluğun ulusal ve demokratik haklarına
karşı, ulusal azınlığı oluşturan Birlik yanlıları topluluğunun
siyasi görüşlerini destekler.
Bir halk siyasi görüş bakımından bölündüğünde, demokratik
ilke, özellikle ulusal haklar gibi temel haklar sözkonusu
olduğunda, çoğunluğun haklarının korunmasını gerektirir.
Bağımsız bir İrlanda'da, birey olsun, önemli bir ulusal
azınlık olsun, Birlik yanlıları yalnızca desteklenebilir
olmakla kalmayıp desteklenmesi zorunlu olan demokratik
haklara sahiptir. Bu bir demokratik normdur. Bu, barış
ve istikrarın öğelerinden biridir.
Yine de bu haklar, tüm İrlanda halkının ulusal hakları
konusunda bir vetoya dönüşecek kadar genişletilmemelidir.
Üstelik de, Birlikçi topluluğun elinde tuttuğu veto
hakkı sınırlıdır. Tapu senedi, Westminster ve Downing
Street politikacılarının elindedir. Birlikçi Veto, aslında,
Altı İl ve 26 İl devletlerinin halk nüfuslarını kendi
kafasına göre uyduran ve yüzölçümlerini dikte eden İngiliz
Hükümeti'nin, seçim bölgelerini çıkarına göre ayarlama
oyunundan başka bir şey değildir. Bu oyunun tarihteki
ve bugünkü amacı, İrlanda'nın sonsuza dek birleşmesine
karşı dikilen engelleri ayakta tutmaktır. İrlanda'nın
birleşme isteği, tüm genelgeçer demokratik görüşlere
uyar. Buna karşın, temelde çiğnenmiştir. Altı İl devletinin
yolaçtığı eşitsizlikler, onun varoluşunun kaçınılmaz
sonucudur. Eşitsizlik, adaletsizlik ve istikrarsızlık,
ekonomik, toplumsal ve politik ayrıcalık sistemi temeli
üzerinde kurulan bir devletin Ödemek zorunda olduğu
bedeldir. Bu devlet varoldukça, bu bedel talep edilmeli
ve ödenmelidir.
Bu bölünmenin sorumluluğu, bu bölünmeyi tertiplemenin,
kışkırtmanın ve sürdürmenin sorumluluğu İngiltere Hükümeti'ne
aittir. Bölünme için ileri sürülen bahaneler, yani ulusal
azınlığın İrlanda'da İngiliz yönetiminin sürmesini istemesi,
ulusal çoğunluğun açıklığa kavuşan istekleri karşısında
geçersizdir.
3. İrlanda'nın Egemenliği
Bölünmeden önceki ve sonraki kuşaklar boyunca, İrlanda
halkı ulus olma hakkını, ulusal bağımsızlığını ve egemenliğini
ısrarla istemiştir. İrlanda halkının ulus olduğu, bağımsız
ve egemen olduğu aşağıdaki tarihi belgelerle doğrulanmıştır.
A. Cumhuriyetin İlanı, 1916
"İrlanda halkının İrlanda'ya sahip olma, İrlanda'nın
kaderini hiçbir kısıtlayıcı bağ olmaksızın kontrol etme
ve egemenlik hakkını ilan ediyoruz. Bu hak üzerinde
ısrar ederek ve tüm dünyanın önünde bu hakka sahip olduğumuzu
öne sürerek İrlanda Cumhuriyeti'ni bağımsız ve egemen
bir devlet olarak ilan ediyoruz."
B. First Dail'in Bağımsızlığının ilanı, 21 Ocak
1919
"Yeni tarihi dönemin eşiğinde, 1918 Aralığındaki
genel seçimlerde, İrlandalı seçmenlerin ezici çoğunluğu,
İrlanda Cumhuriyeti'ne kesin bağlılıklarını açıklamak
için ilk kez olanak bulmuşlardır. İrlanda halkının Ulusal
Parlamento'daki seçilmiş temsilcileri olan bizler, İrlanda
ulusu adına, İrlanda Cumhuriyeti'nin kuruluşunu onaylar,
kendimiz ve halkımız adına bu açıklamanın bizim emrimizle
etkili olması için elimizden geleni yapacağımıza yemin
ederiz. İrlanda halkını bağlayacak yasaları yapma iktidarına
ancak İrlanda halkının seçilmiş temsilcilerinin sahip
olduğunu ve bağlı olduğu tek parlamentonun İrlanda Parlamentosu
olduğunu kabul ediyoruz. İrlanda'da bir yabancı hükümetin
ulusal haklarımızı çiğnemek anlamına geleceğini, buna
asla katlanamayacağımızı resmen açıklıyor ve İngiliz
Garnizonu'nun ülkemizden çekilmesini talep ediyoruz."
C. 1937 Anayasasında tanımlanan Ulus kavramı:
Madde 1. İrlanda ulusu, bundan böyle kendi hükümet
biçimini seçmede, başka uluslarla ilişkilerini belirlemede,
kendi yetenek ve geleneklerine uygun biçimde politik,
ekonomik ve kültürel yaşamını geliştirmede vazgeçilmez
ve feshedilemez egemen haklara sahip olduğunu doğrular.
Madde 2. Ulusal topraklar tüm İrlanda Adası ve karasularıdır.
Madde 3. Ulusal toprakların birleşmesini askıya alarak
ve bu anayasayla kurulan hükümet ve parlamentonun tüm
bu topraklar üzerinde yasama yetkisine zarar vermeksizin,
bu parlamentonun çıkaracağı yasalar Saprstat Eireann
(Özgür İrlanda Devleti) yasaları gibi, aynı yüzölçümü
üzerinde geçerli olacak ve aynı uygulanabilirliği taşıyacak
ve ülke dışında aynı ölçüde etkili olacaktır. .
D. 10 Mayıs 1949'da, Dublin'de, Leinster House'da,
seçimle işbaşına getirilmiş temsilcilerin oybirliğiyle
kabul ettiği bildiri:
"İrlanda halkının ulusal toprak birliği ve bütünlüğüne
sahip olma hakkını yeniden resmen onaylayarak, "İrlanda
halkının kendi hükümet biçimini seçmede ve demokratik
kurumları aracılığıyla, dışarıdan hiç bir müdahale olmaksızın,
ulusal siyasetle ilgili tüm sorunlar konusunda karar
vermede egemenlik hakkım yeniden doğrulayarak, "İngiliz
Parlamentosu'nun, bu haklan çiğneyerek İrlanda'nın toprak
bütünlüğünü etkileyen yasalar çıkarma iddiasını tanımayarak
ve "İrlanda halkının, ülkemizin haksız ve anormal
biçimde bölünmesine karşı mücadeleyi başarılı bir sonuca
varana dek sürdürme kararlılığını ısrarla belirterek:
"İngiltere Parlamentosu'nda İrlanda'nın şimdiki
bölünmüşlüğünün onaylanması ve sürdürülmesinin tartışılmasına
karşı öfkeli protestosunu kayda geçirir, ve "İngiliz
Hükümeti'ni, Kuzey Doğu Bölgemizdeki Altı îl'in sürüp
giden işgaline son vermeye ve böylece İrlanda'nın birliğinin
yeniden kurulmasını sağlamaya ve iki ulus arasındaki
ezeli farklılığı ortadan kaldırmaya çağırır."
E. Dublin'de Dışişleri Bakam, Dr. Patrick Hülery'nin
1969'da, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 'ndeki
konuşması:
"Altı İl, İrlanda Adası'nın ayrılmaz bir parçası
ve tarih boyunca evrensel olarak bir bütün gözüyle bakılmış
olan ülkenin önemli bir kısmıdır. İrlanda'nın tarihsel
bütünlüğü o denli apaçık bir gerçektir ki, tartışılmaz
bile. İrlanda ulusunun, İrlanda'nın tamamını kontrol
etme hakkı, İrlandalı kadın ve erkeklerin yüzyıllar
boyu ardarda gelen kuşaklarınca gözetilmiştir ve İrlanda
halkının hiç bir sözcüsü bu gerçeği tekrarlamaktan vazgeçemez.
Büyük Britanya temsilcisi, kuşkusuz bu hakkın ortaya
konduğu günden bugüne dek kesintisiz olarak desteklendiğinin
ve bundan asla ödün verilmediğinin, İngiliz Hükümeti'nin
tek yanlı bir eyleminin, doğanın ve tarihin tek kıldığı
bir bütünü parçalayabileceğinin farkındadır."
"Bölünmeye neden olan, İrlanda ulusu içindeki karşıt
düşünceli bir azınlığa ödün vermeyi amaçlayan İngiliz
Hükümeti'dir. İrlanda, 1920'de, İngiltere Parlamentosu'nun
çıkardığı, fakat hiç bir İrlandalının oy kullanmadığı,
hazırlanmasında ne Kuzey'in, ne de Güney'in rol oynadığı
bir yasa gereğince bölünmüştür."
F. Yeni İrlanda Forumu, Mayıs 1984
"Forum'un gerçekleşmesini istediği politik birleşmenin
özel yapısı, anlaşma ve özgür irade temeline dayalı,
tüm adayı kapsayan ve hem Birlikçiler'in hem de' Milliyetçilerin
kimliklerini koruyup gözetmeyi geri dönülmez biçimde
güvence altına alan, bölünmez bir devlettir.
"Bölünmez devlet, bir hükümet ve tüm ada halkının
seçerek iş başına getirdiği bir parlamento aracılığıyla
İrlanda Adası'nı tek bir bütün olarak yönetecek ve İrlanda'daki
iki farklı kimlik ve geleneği anlaşma yoluyla birleştirmeye
çalışacaktır. Tarihte, 1920 yılına dek, İrlanda tek
bir bütün olarak yönetilmişti ve 1801 Birleşme Yasası
gereğince, anayasal olarak, ayrı ve kuramsal bakımdan
eşit haklara sahip bir krallıktı. Böyle bir devlet,
yeni bir anayasa gerektirecek kadar büyük bir anayasal
değişim anlamına gelir."
G. Hillsborough Anlaşması, Kasım 1985
İrlanda Anayasası'nın en üst düzeydeki yorumcusu olan
Dublin Yüksek Mahkemesi, geçenlerde Mc. Gimpsey ve İreland
and Others'da, Hillsboroug Anlaşması'ndan önceki yasa
tartışmalarında, İrlanda Anayasası'nın 2. Maddesinin
politik bir istek ya da talep olmayıp bir "yasal
hak talebi" olarak yorumlanması gerektiğine karar
vermiştir. Yüksek Mahkeme, hiç bir İrlanda Hükümeti'nin
bu talebi herhangi bir yasal araçla reddedemeyeceğini
ve Hillsboroug Anlaşması'nın, İrlanda'nın (ya da İrlanda
halkının) İngiltere'ye ulusal toprakların herhangi bir
parçası üzerinde kontrolünü sürdürme hakkı tanımadığını
savunmuştur.
4. Uluslararası Hukuk ve İrlanda'nın Demokratik
Hakları
İrlanda'nın yeniden birleşme, bağımsızlık ve egemenlik
hakları -tümüyle İrlanda halkının kendi kaderini belirleme
hakkı- artık uluslararası hukukun kabul ettiği ilkeler
tarafından evrensel olarak desteklenmektedir. Kendi
kaderini belirleme hakkı, 1966 yılında imzalanan iki
Birleşmiş Milletler anlaşmasıyla, yani Uluslararası
İnsan Hakları ve Siyasi Haklar Anlaşması ve Uluslararası
Ekonomik, Toplumsal ve Kültürel Haklar Anlaşması ile
kabul edilmiştir. Her iki anlaşmanın da 1. maddesinde
şunlar yazılıdır:
"Tüm halklar kendi kaderlerini belirleme hakkına
sahiptir. Bu hakka dayanarak ekonomik, toplumsal ve
kültürel gelişmelerini belirlerler."
Birleşmiş Milletler Beratı'na uygun olarak ülkeler arası
işbirliği ye dostça ilişkilerle ilgili Uluslararası
Ülkeler Bildirisi'nde şunlar açıklanmaktadır:
"... tüm halklar, dışarıdan hiç bir etki altında
kalmaksızın, siyasi statülerini özgürce belirleme ve
ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişimlerini sürdürme
hakkına sahiptir ve her devlet, Berat'ın koşullarına
uyarak bu hakka saygı göstermekle görevlidir."
Bölünme, Birleşmiş Milletlerin Sömürge Halklar ve Ülkelerin
Bağımsızlığını Güvence Altına Alma Bildirisi'ne de apaçık
biçimde ters düşmektedir. 6. maddede şunlar yazılıdır:
"Bir ülkenin ulusal birliğini ya da toprak bütünlüğünü
kısmen ya da tümden bozmaya yönelik herhangi bir girişim,
Birleşmiş Milletler Beratı'nın öneri ve ilkeleriyle
bağdaşamaz." Bu tutum, 9 Temmuz 1975'te, Avrupa
Güvenlik ve İşbirliği Konferansı Kapanış Bildirisi'nin
(a) maddesinde, "Katılan Devletler Arasındaki Yönlendirici
İlişkilerin İlkeleri Hakkında Açıklama" başlığı
altında açıkça belirtilmiştir:
VIII. Bölüm. Halkların eşit hakları ve kendi
kaderlerini belirleme hakları; "Toplantıya katılan
devletler, her zaman Birleşmiş Milletler Beratı ilke
ve önerilerine ve devletlerin toprak bütünlüğüyle ilgili
olanları da dahil, uluslararası yasa normlarına uygun
davranarak halkların eşit haklarına ve kendi kaderlerini
belirleme haklarına saygı göstereceklerdir.
"Eşit haklara sahip olma ve kendi kaderini belirleme
hakkı sayesinde tüm halklar her zaman tam bir özgürlükten
yararlanma, dışarıdan gelecek hiç bir etki altında kalmaksızın
istedikleri zaman iç ve dış politik statülerini belirleme
ve siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişimlerini
istedikleri biçimde sürdürme hakkına sahiptir.
"Toplantıya katılan devletler, aralarında olsun,
diğer devletlerle olsun, dostça ilişkilerin gelişmesi
için halkların eşit haklardan yararlanması ve kendi
kaderini belirlemesi ilkelerini etkili biçimde uygulamalarının
evrensel önemini kabul eder ve bu ilkelerin herhangi
bir biçimde çiğnenmesinin, önlenmesinin önemini de göz
önünde bulundururlar."
5. İngiliz Yönetimi: Bölme ve Baskı
İngiltere'nin İrlanda'yı yönetmesi, bölme ve baskı temeline
dayanır. İngiliz yönetiminin sürmesi yararına, ada halkı
arasında bile bile oluşturulan bu bölünme, 20.yy'da
ortaya çıktı. İngiliz Hükümeti'nin İrlanda'yı bölmesi
ulusal birlikte ilk parçalanmaya yolaçmakla kalmadı,
buna Altı İlde ve 26 İlde yaşayanlar arasındaki bölünmeyi
de ekledi, hatta milliyetçiler arasında bile bölünmelerle
sonuçlandı. Klasik sömürgeci böl ve yönet stratejisi,
İrlanda ulusunu farklı yönlere yöneltti. Etkisi, bölünmenin
nedenleri karanlıkta kalırken, sonuçları açıkça görünecek
biçimde ortaya çıktı.
Bugünkü propaganda, bunu onursuzluk değil modaya uygun
bir davranış sayar, bu bölünmeleri, kendi iradeleriyle
ortaya çıkmış, özgür düşünceli birimler olarak kabul
eder. İngiliz Hükümeti'nin yarattığı bu bölünmeler,
üç ilişki türüyle açıklanmaya çalışılır: Altı İldeki
iki topluluk arasındaki ilişkiler, Altı İl devletiyle
26 İl devleti arasındaki ilişkiler ve Dublin ile Londra
arasındaki ilişkiler. Bu yaklaşım dikkati çatışmanın
temel nedeninden uzaklaştırmaktan başka bir şeye yaramaz.
Temel neden, İrlanda'da İngiliz varlığıdır. Ancak bu
neden tam olarak ve zorla ortadan kaldırıldıktan sonra,
İrlanda halkı, İrlanda'da ulusal birleşme ve demokratik
uzlaşma yönünde ilerlemeye başlayacaktır.
İngiliz yönetiminin sürmesi için temel koşul olan İrlanda
ulusunun bölünmesi, İngiliz güçlerinin tehdidine ve
kullanılmasına dayanır. Bölünme, İrlanda halkına "derhal
korkunç bir savaş çıkaracağız" tehdidi altında
dayatıldı. Altı İl devleti, kuruluşundan beri, varoluşunu
sürdürmek için askeri ve paramiliter güçler ve boyun
eğmiş adalet mekanizması yüzünden zorla kabul ettirilen
bir baskı sistemine bağlı kılındı. Anormal bir "sürekli
olağanüstü hal" bir tür norm olup çıktı.
Yirmi yıldır, baskı yöntemleri, İngiliz yönetiminin
başlıca aracı olmuş, yönetilenlerin özgür iradesinin
yerini, yönetenlerin zor kullanması aldı. Bu süre içersinde,
30.000'den fazla askerden oluşan İngiliz güçleri, bir
işgal ordusu gibi İrlanda'ya çıkarma yaptı. 3000 kadar
kişi öldürüldü ve 30.000'den fazlası yaralandı. İngiltere'de
olsaydı, bunun anlamı 10.000 ölü ve bir milyon yaralı
olacaktı.
Bugün İngiltere'nin, İrlanda'nın sürekli bölünüşünü
haklı çıkarmak için ileri sürdüğü tek kanıt, Altı İl'de
yapay biçimde oluşturulan Birlikçi azınlığın istekleridir.
Bir de buna İrlanda'nın yeniden birleşmesiyle ilgili
dehşet verici bir "kan gölü" senaryosu eklediler.
Daha önce de gördüğümüz gibi, bu iddialardan hiç biri,
uluslararası hukuka dayanmaz ve kesin de değildi. Bu
bilindiğine göre, İngiliz Hükümeti ve İngiltere Emek
Partisi konumlarını da elverişli duruma getirmeyi amaçlamaktadırlar.
Peter Brook, İngiltere Hükümeti'nin İrlanda'daki bölünmüşlüğü
sürdürmekten "hiçbir bencil çıkarı olmadığını",
yalnızca barışı korumaya çalıştığını öne sürdü. Emek
Partisi daha da ileri giderek, İrlanda'da "özgür
iradeye dayalı bir birim" yaratıldığını öne sürmektedir.
Bu iki iddianın ne denli doğru olduğunu görebilmeliyiz
ama daha önemlisi, başarısızlığa uğrayan bölme politikasının
ötesinde her türlü hareket konusunda, yapay olarak oluşturulan
ve desteklenen Birlikçi Veto'nun partizanca kabulüyle
işlenen kusur sözkonusudur. Peter Brooke, İngiliz Hükümeti'nin
İrlanda'da kalmakta "hiç bir bencil çıkarı bulunmadığı"
iddiasını onun daha başka sözleriyle karşılaştırmamız
gerekir.
Brooke şöyle demiştir:
"Şimdiki hükümeti destekleyen parti, Muhafazakar
ve Birlikçi Parti'dir, başbakansa parti başkanı olarak,
görüşlerinin Birlik'in taraftar olduğu görüşler olduğunu
açıkça belirtmektedir. Muhafazakar Parti, Kuzey İrlanda'nın
Birlik'in bir parçası olarak kalmasını istemektedir."SDLP
lideri John Hume, Brooke'un "hiç bir bencil çıkarın
sözkonusu olmadığı" anlamına gelen sözlerinden,
İngiltere'nin "tarafsız" olduğu ve Birlikçileri
İrlanda'nın birleşmesine ikna etmeye çalışanların safına
İngiltere'nin de katılmasının milliyetçilerin tutumuna
bağlı kaldığı sonucunu çıkarmıştır. Brooke ise, bunun
"eğer İngiliz Hükümeti ikna etmeyi amaçlayan bu
sürecin bir parçası olarak düşünülüyorsa, bu yanlış
bir analizdir" demiştir. Muhafazakar Parti olsun,
Emek Partisi olsun ya da koalisyon olsun, İngiliz Hükümeti'nin
yakın gelecekle ilgili resmi tutumu, Londra ve Dublin
hükümetleri arasında 1985'te imzalanan Hillsborough
Anlaşması'nın l (a) maddesinde açıkça görünmektedir:
"İki hükümet, a) Kuzey İrlanda'nın statüsündeki
herhangi bir değişmenin, ancak Kuzey İrlanda halkının
çoğunluğunun rızasıyla meydana gelebileceğini doğrular."
İngiliz konumunun sürekli iki yanlı kaldığı siyasi gerçeği,
bu resmi tutuma dayanır. İrlanda'da bölünmenin sınırları
böyle bir çoğunluğu olanaksız kılacak biçimde çizilmiştir.
Hillsborough, bu konumu yalnızca onaylamaktaydı. Fianna
Fail lideri Charles Haughey, bu anlaşmayı o zamanlarda,
haklı olarak bölünmenin "demir sürgüsü" diye
nitelendirmiş ve İngiliz Hükümeti bakanlarından Tom
King, "pratik bakımdan, sonsuza dek, hiç bir zaman
birleşmiş bir İrlanda olamayacağı" anlamına geldiğini
belirtmişti, İngiltere'de partilerin, kamuoyuna yaptığı"
hiç bir bencil çıkarın sözkonusu olmadığı" ve "rızaya
dayalı birlik" gibisinden açıklamalar, İrlanda
halkının çoğunluğunun isteğine aykırı olarak, 70 yıl
önce, Westminster'in İrlanda'yı şiddet yoluyla bölmesine
saygınlık yaldızıyla kaplı bir kılıf geçirme girişiminden
başka bir şey değildir. Fakat halkın politik görüş,
bölünmeye son verme sorumluluğunun, büyük ölçüde İrlandalı
milliyetçilere düştüğü, onların bunu kendi güçleri ve
İrlanda'nın yeniden birleşmesinden en iyi biçimde çıkar
sağlayacağı inancını Birlikçiler'in büyük bir yüzdesine
aşılama yeteneği sayesinde başaracakları biçimindedir.
Fakat bu, tümüyle Westminster tarafından tezgahlanan,
fakat zararlı sonuçlarına tüm İrlanda halkının katlandığı
bir durumun çözümlenmesi sorumluluğunu başkasının üzerine
yıkmak üzere yapılmış yüzeysel bir girişimden başka
bir şey değildir. Ne denli çoğunlukta olursa olsun,
halkın siyasi görüşü, bu gerçeği değiştiremez. İngiltere
Hükümeti için. Altı İl'i yönetme siyasi stratejisi alanında
gerçek değişimler görüldü. 1973'ten beri, bu strateji,
bölünme için İrlandalı milliyetçilerin, Dublin Hükümeti'nin
ve SDLP'nin etkin desteğini kazanmayı hedefler. 1973'teki
Sunningdale Anlaşması, 1974'teki güç dağılımı yasası,
1985'te imzalanan Hillsborough Anlaşması ve 1991'de
Brooke'un konuşmaları yeniden gözden geçirilmelidir.
Bunların tümü, siyasi bir amaç olarak bölünmenin sürdürülmesi
için kullanılan araçlardır. Bunların tümünde, bölünmenin
sonuçları incelenmekle birlikte, anlaşmazlık ve çatışmaların
köklü nedenlerine hiç dokunulmamaktadır.
1969'da Dublin Hükümeti, Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi'ne yazılan bir mektupta, haklı olarak İngiliz
askeri birliklerinin müdahalesi "...barışçı koşulların
yeniden kurulmasını amaçlar ve kesinlikle uzun süreli
olmayacaktır" sözlerinin yanlış olduğunu belirtmişti.
Bölünmeden önce de, sonra da bu görüş egemendi ve bu
şimdi de böyledir. İrlanda'da İngiliz yönetimi ve çatışma
aynı anlamdaydı ve bu şimdi de böyledir.
Bugün, İrlanda'da barış diyen pek çok ses yükseliyor.
Ama yine de, çatışmanın kaynağını ortadan kaldırmak
şöyle dursun, bunun ne olduğunun açıkça belirlenmesi
için bile hemen hemen hiç bir siyasi irade gösterilmiyor.
Gerçekte savunulan barış değil, bölünmeyi siyasi temellere
oturtmak ve sürekli kılmak için uygulanacak bir programdır.
Barış yalnızca savaş ya da çatışma olmaması demek değildir.
Barış, daha önce de belirttiğimiz gibi, savaş ve çatışmanın
nedenlerini ortadan kaldıran koşulların da varolması
anlamına gelir. Sürekli bir barış ancak böyle bir temele
dayanır. Bölünme genelgeçer demokratik ilkeleri çiğnemekle
kalmaz, evrensel olarak kabul edilen standartların hiç
biriyle de bağdaşmaz.
Bölünmenin Toplumsal ve Ekonomik Sonuçları
Siyasi çatışma ve bölünmeyle güçlenen sekter düşünce
ayrılıklarından başka, toplumsal ve ekonomik sonuçlar
da Güney ve Kuzey bölgelerinin çalışan halkı için çok
zarar vericiydi. New İreland Forum'da şunları okuyoruz:
"Adanın bölünmesinin, özellikle ticaret ve bazı
bölgelerin gelişmesi açısından bedeli yüksek oldu. Fakat
genellikle, küçük bir adada, sorunları ve kaynakları
dağıtarak, iki ayrı ekonomi siyaseti uygulayan yönetimler
de ekonomik koşulları ağırlaştırdı. Kuzey bölgesi, doğal
bir ekonomik ya da yönetsel birim değildi ve birleşik
planlama ve sermaye yatırımı program hazırlıkları olmaksızın,
her iki kesim için tek bir politika yerine farklı yaklaşımlar
sonucunda adanın geri kalanından ayrılması, çok ağır
ekonomik sonuçlar getirdi... Buna ek olarak, resmi ve
özel düzeyde çabalar iki kat artmış, fakat ulaşım, turizm
ve enerji sektörleriyle eğitim ve sağlık hizmetlerinde
ekonomik denge kurulamamıştır."
Yine bölünme, iş yaşamında eşitsizliğe yol açmış (Birlikçiler
çoğunluklarını sürekli kılmaya çalışmışlardı) ve her
yıl "güvenlik" için milyonlarca pound ziyan
edilmiştir. İki farklı ekonomi, her iki devlette de
sanayide geri kalmışlığı, işsizliği, göç ve yoksulluğu
birlikte getirmiştir, oysa ki bunlar 32 İl'de de Avrupa
normlarından oldukça yüksekti.
Bölünme, toplumsal geriliğin tüm İrlanda'yı etkisi altına
almasına yolaçmıştır. Her biri adanın en tutucu unsurları
tarafından yönetilen iki devletin yaratılması, toplumsal
ilerlemeyi yıllarca geriye itmiştir. İki devlette de
kadınların durumu, boşanmanın yasaklanması, iki devlette
de, bugün bile, eğitim, sağlık ve öteki halk hizmetleri
alanlarında kilisenin kontrol derecesinin artması, bölünmenin
kolaylaştırdığı durgunluğun daha başka belirtileridir.
Yeni Birleşik İrlanda, zorunlu olarak demokratik ve
çoğulcu olacak, inanç özgürlüğüne, bireysel tercih özgürlüğüne
saygı gösteren, hoşgörülü, açık düşünceli bir toplumun
gelişimine izin verecektir. İrlanda'nın bölünmesinin
demokrasiye ters düştüğü gerçeğinin bilinmesi ve kabul
edilmesi, bir çözüme varmanın hareket noktasıdır. En
önemlisi, barışı kendi kendine yeter kılabilecek demokratik
bir çözüme varılması, bu gerçeklerin İngiliz Hükümeti'nce
kabul edilmesine bağlıdır. Bu başarılamazsa, İngiliz
Hükümeti'ni, bölme siyasetinin başarısızlığa uğradığı
ve İrlanda halkının tüm olarak kendi kaderini belirleme
hakkının tanınmasının tek gerçekçi seçim olduğu gerçeklerinin
mantığına uygun davranmaya yöneltecek yeterli politik
baskı uygulanmalıdır. Gerçek anlamda barış görüşmeleri
yapılacaksa, bunlar ele alınacak temel gerçeklerdir.
Ancak bu bağlamda, bizi uğraştıran tüm öteki sorunlar
üzerine yapılacak tartışmalar, anlamlı bir biçime bürünebilir
ve gerçekçi biçimde bunlara çözüm arayabilecek siyasetler
ve önlemler üretebilir.
6. Demokrasi ve Barışın Koşulları
İrlanda'da barışı aramak herkesin görevidir. Bu, özellikle
siyasi partiler, kiliseler, sendikalar, sanayi kuruluşları,
kadın hareketi, kültür kurumlan ve medya gibi toplumsal
örgütlere düşen bir sorumluluktur. Bu, özellikle iki
"egemen" gücün, Londra ve Dublin'in sorumluluğudur.
Zorunlu değişimi gerçekleştirebilecek güce sahiptirler.
Bugünkü küresel bakış açısından bu aynı zamanda uluslararası
bir sorumluluktur.
Barış, yalnızca bir özlemse, ya da halkın bir talebi
olarak dile getiriliyorsa yararı sınırlıdır. Barışın
elde edilmesi, bir barış sürecini gerektirir. Barış,
temel taşı ulusların kendi kaderlerini belirleme hakkı
olan demokrasi temeline dayanmalıdır. Ulusların kendi
kaderini belirleme hakkının kullanılması, tüm başka
hakların istenmesi, kullanılması ve savunulmasını sağlayan
çekirdektir. Barışı amaç olarak öne süren herhangi bir
inisiyatif konusunda yargıya varmanın ölçütü, ulusların
kendi kaderini belirleme hakkının kullanılacağı koşulların
gerçekleşmesini ne dereceye kadar vaadettiğidir. Çatışmaya
son vermek, tek başına barış değildir. İrlanda deneyiminde,
barışın tarihini belirleme yerine, yalnızca bir bekleyiş
dönemi sözkonusudur -çatışma on yıl kadar ya da bir
kuşak değişimi süresince ertelenmiştir. Amaç, elbette
ki çatışmaya son vermek olmalıdır. Fakat, kalıcı bir
değer taşıması için, çatışma nedenlerini ortadan kaldıran
bir barış süreciyle bağlantılı olmalıdır. İrlanda'daki
İngiliz yönetimi ve çatışma eş anlamlıdır. İrlanda'daki
İngiliz yönetimiyle barış birbiriyle bağdaşamaz. Ada
halkının uzun, trajik ve acı deneyimi, bunu tam, kesin
ve çürütülemez biçimde doğrular. Sonuçta, İrlanda'da
sürekli barış koşullarının yaratılması, gelecekteki
bir tarihte İrlanda'da siyasi denge durumuna İngiliz
müdahalesi olasılığının ortadan kaldırılmasını içermelidir.
Barış koşulları getirmek için gerekli öğeler şunlardır:
(i) Bölünmeye son vermeyi kendine siyasi amaç edinen
bir İngiliz Hükümeti;
(ii) Aynı siyasi amacı güden bir Dublin hükümeti;
(iii) En kısa zamanda, en büyük çoğunluğun özgür iradesini
kendi yanına çekerek ve her tür zararı en azına indirerek,
ortak amaçlarına ulaşmak için İngiliz ve Dublin hükümetlerinin
işbirliği;
(iv) Bunun, İrlanda'daki azınlığın, yani hem Kuzey Bölgesi'ndeki
Birlikçilerin temsilcilerinin hem de Kuzey Bölgesi'ndeki
milliyetçilerin temsilcilerinin düşünce birliği ve işbirliğiyle
yapılabilmesi için demokrasi ve pratik talepler. Yani,
gerçekte bir ulusal uzlaşma süreci. Barışı amaç edindiğini
ileri sürenlerin, karşılamak için çalışacakları gereksinimler
işte bunlardır.
7. İrlanda'da Silahlı Çatışma
İrlanda'da şiddet yeni bir şey değildir. İngiliz müdahalesi
başlayınca çatışmalar da yeniden başladı, bu İngiliz
müdahalesinin doğrudan sonucuydu. Son zamanlarda, İrlanda'da
İngiliz yönetimi yanlısı politikacılar dikkatlerini
yalnızca cumhuriyetçi şiddet üzerinde yoğunlaştırarak,
İngilizlerin ve İngiliz yanlılarının uyguladığı şiddeti
IRA eylemlerine karşılık verme gibi gösterip çarpıttılar.
Son 23 yılın olayları bu gerçeği kanıtlar. İngiliz-Irlanda
çatışmasının şimdiki aşamasının başlangıcında, 1912'deki
Hume Rule Bunalımı zamanındaki gibi, siyasete şiddeti
ve şiddet tehdidini bulaştıran Birlikçilik ve İngiliz
devletidir. 50 yıl süreyle, Altı ilden oluşan devlette,
milliyetçi halka karşı şiddete dayalı bir devlet yönetimi
sürdüren Birlikçiler, 1960'lı yılların sonlarına doğru,
demokratik haklar için bir barışçı kampanyayla karşılaştılar.
IRA'nın hareketsiz olduğu bir zamanda, devletin kuvvetleri
-düzenli RUC birlikleri ve özel RUC jandarma birlikleri-
resmi olmayan kral yanlısı güçlerle birlikte, savaşın
ilk kurbanını bahane ederek ve milliyetçilerin yaşadığı
bölgelerde katliam düzenleyerek, kaba kuvvetle bu kampanyaya
tepki gösterdiler. İngiliz ordusunun ülkeye girmesi,
IRA'ya karşı çıkmak için değildi -IRA o zamanlarda bir
askeri güç olarak henüz yoktu- bu askeri müdahale, insan
hakları kampanyasına Birlikçilerin şiddetle tepki göstermesi
yüzünden ortaya çıkan siyasi bunalımı ve güvenlik bunalımını
desteklemek için yapılmıştı. Bölünmeyi ve Kuzey devletini
sürdürmek İngiliz çıkarlarına uygundu; Kuzey devletinde
istikrar bozulmuştu; bundan dolayı İngiliz Hükümeti
doğrudan müdahale etti. Yoksa, askeri birliklerin ülkeye
sokulmasının nedeni, milliyetçi topluluğu korumak değildi.
Daha önceki yıllarda, krallık yanlılarının ve RUC birliklerinin
milliyetçi topluluğa saldırıları olmuş, fakat İngiliz
devleti ortada kendi durumunu tehlikeye sokacak bir
şey olmadığından, doğrudan müdahale gereği görmemişti.
1969 ile 1971 yılları arasındaki dönemde (savaşın bu
döneminde ilk İngiliz askeri IRA tarafından öldürüldüğünde)
milliyetçi topluluk, tekrarlanan RUC\kralcılar\İngiliz
ordusu saldırılarını öne sürdü. IRA'nın silahlı müdahalesinin
şimdiki aşaması bu koşullar altında başladı. Kuzeyde
silahlı çatışmalar, IRA savaşının başlamasından daha
önceki tarihlere dayanır. Tüm savaşlarda olduğu gibi,
en çok acı çekenler sivillerdi. Çoğunu milliyetçilerin
oluşturduğu sivil ölümlerin çoğunluğuna İngiliz askeri
güçleri ve krallık yanlıları sebep oldu. Kralcılar tarafından
öldürülenlerin %90'ı, İngiliz kraliyet kuvvetleri tarafından
öldürülenlerinse %55'i sivildi. İngilizler tarafından
kral yanlısı askerler arasından oluşturulan, resmi olmayan
ölüm mangaları hesaba katılırsa, İngilizlerin uyguladığı
şiddetin çapı daha iyi anlaşılır. Ard arda gelen İngiliz
hükümetlerinin İrlanda'daki anayasal durumlarını değiştirmekten
aciz kalışı, bu trajedinin sürüp gitmesinin nedenidir.
Sonuçta, ülkemizdeki politik çatışmada ölen ya da yaralananların
sorumluları İrlanda'daki milliyetçi ya da Birlikçi halk
kesimlerinden biri değil, İngiliz Hükümetidir.
Silahlı Mücadele
Tüm tarih boyunca ve dünyanın her yerinde, silahlı mücadele,
yabancı baskıya karşı halk direnişinin yasal bir öğesi
sayılmıştır. İrlanda'da, 26 İl üzerinde İngiliz hak
iddiasına son veren ve parçalanmış da olsa, ayrı bir
İrlanda devletinin ortaya çıkmasının koşullarını hazırlayan
yine silahlı mücadeledir.
Yine de, silahlı mücadele, özgürlüğe götüren tüm yollar
denendiğinde ve sonuçsuz kaldığında, başvurulan son
çaredir.
İrlanda'da, ulusal demokrasiye kavuşmak için tutarlı
hiç bir yasal strateji bulunmadığım kabul etmek gerekir.
Kuşkusuz, sürüp giden çatışmaların son 20 yılında hiç
bir tutarlı ve ilkelere bağlı strateji öne sürülememiştir.
Silahlı mücadelenin nesnel evrimi, İngiliz Hükümetininki
de dahil olmak üzere, mücadelenin geçmişinin, yakın
gelecekte de sürdürülmesi gerektiğini gösterdiğini kanıtlar.
Bu koşullarda, silahlı mücadeleye geçerli bir alternatif
yaratılabileceğini öne sürenlere yeni görevler düşer.
Böyle bir alternatif tüm adada ve en fazla da bölünmeden
beri ve özellikle son 20 yılda İngiliz yönetiminin çilesini
çeken Altı İl'in ezilen milliyetçi bölgelerinde sevinçle
karşılanacaktır.
Böyle bir alternatifin geliştirilmesi, Sinn Fein tarafından
da memnunlukla kabul edilecektir.
(15. Sayıda Devam Edecek)
Açıklama:
Metinde Birlikçiler deyimi, İrlanda'nın birleşmesini
isteyenler anlamına gelmeyip, Birleşik İrlanda Partisi
(United İreland Party ya da Fine Gael) üyeleri ya
da taraftarları anlamındadır. Bu parti ılımlı ve
ulusalcı bir program izleyip İngiliz imparatorluğu
içinde birleşik bir İrlanda istiyordu. Bugün azınlıkta
kalmışlardır. İkinci bir büyük parti de Fianna Fail
(Kader Ordusu) partisidir. 1926'da Eamon de Valera'nın
kurduğu bu parti 1933'de İngiltere'nin 5 yıl sürecek
bir ekonomik savaş açmasına neden olan bir kararla
bağlılık yeminini ve İngiltere'ye verilen vergileri
kaldırmıştır.
Ekler:
Demokrasinin İnkarı
"Ulster'in hakları ne olursa olsun, İrlanda'nın
tüm geri kalanının yolu üzerinde duramaz. Yarım
taşra bölgesi, İrlanda ve İngiltere demokrasileri
arasında uzlaşmayı sonsuza dek engelleyemez."
Winston Churchill, 1912'de British House of Commons'da
Home Rule Bill'in ikinci okunuşu sırasında yaptığı
konuşmadan.
Demokrasinin İnkarı
" Hiç bir İngiliz Hükümeti unutmamalıdır
ki bu feci an, daha önceki birçokları gibi, ülkemizin
birinci derecede sorumlu olduğu tarihi bir çıkıştır.
İngiltere, İrlanda'yı kendi askeri çıkarı için
işgal etti. Stratejik güvenliğini sağlamak için,
oraya Protestan göçmenler yerleştirdi. İrlandalıları
ve onların katolik mezhebini aşağıladı. Sonra
da, tüm adada daha fazla tutunamaz duruma geldiğinde,
göçmenlerin soyundan gelenleri adada alı koydu.
Bu sözümona çözüm, herkes gibi Protestanlara da
acı getirdi. Adaletsizliğimiz bu durumu yarattı
ve çoğunluk (Kuzeydeki) istedikçe işgalin süreceğini
durmadan yineleyerek, Katolik ve Protestanların
birlikte yeni bir gelecek kurmak için çalışmalarını
engelliyoruz. Bu şiddete giden yoldur ve protestoda
bulunanların kendilerini siyasi suçlu saymalarının
da nedeni budur."
Dr. John Austin Baker, Salisbury Anglikan Piskoposu.
1980 Long Kesh Açlık Grevi sırasında yaptığı bir
konuşmadan.
|
|