Marks'a Göre Yabancılaşmamış İş ve Yabancılaşmanın
Aşılması
Görüldüğü gibi Marks'ın yabancılaşma kuramının temelinde,
onun insanın niteliğine ilişkin görüşü bulunmaktadır.
Marks'a göre insan, kendi varlık yapısının ayırıcı özelliği
olan iş'in kendisine zorla kabul ettirilen bir etkinlik
ve çalışma sürecinde kendini geliştirip gerçekleştirmesini
engelleyen bir yaşantı olarak duymakla yabancılaşmaktadır.
Yine Marks'a göre, yabancılaşma toplumun tüm kurumlarına
yayılan ve her sınıftan bireyin değişik boyutlarda da
olsa içinde bulunduğu bir durumdur. Çünkü Marks'ta "insan
kendi türsel özelliğine (Gattungsweven) yabancılaşmıştır."
Tümcesi bir insanın bir diğerine ve onlardan her birinin
insani öze yabancılaşmış olması anlamına gelir.
İnsanın niteliğini oluşturan "iş" olunca,
onun (insanın) toplumsal bir varlık olduğu gereksinimlerini
ancak diğer kişilerle birlikte ortak etkinlikte bulunarak
karşılayabilmesi bakımından toplumsal bir varlık olduğu
kendiliğinden anlaşılmaktadır.
Her ne kadar Marks'a göre, toplumu da, tarihi de yaratan
insan ise de: "Tarih hiçbir şey yapmaz sınırsız
zenginliklerin sahibi değildir, savaşları o yapmaz.
Bütün bunları yapan, nesnelere sahip olan ve savaşları
veren insandır. Tarih, amaçlarına ulaşmak için insanların
giriştiği etkinliklerden başka bir şey değildir."
(Marks, Toplum Kuramı) Aynı insan, bu görüşe göre sadece
ürettiğinin bir ürünü olduğundan ve bireylerin maddi
yaşamı asla kendi istemlerine bağlı olmadığından toplumsal
koşulları hazırlayan insanı yaratan da bu koşullardır.
Marks'a göre insanın özünün gerçek temeli her bireyin
her kuşağın kendinden önce bulduğu üretim güçlerinin,
sermayelerin ve sosyal ilişki formlarının toplamıdır.
Marks'a göre bez, yün vb. nasıl insanın ürünüyse aynı
şekilde sosyal ilişkiler de insan ürünüdür. Böylece
"yani üretim güçlerinin elde edilmesiyle, insanlar
üretim biçimlerini, üretim biçimlerinin de değişmesiyle
bütün toplumsal ilişkilerini değiştirirler."
Bu bakımdan Marks'a göre, insanın varlık yapısından
kaynaklanan öz etkinliğinin kendine karşı yabancı bir
güce dönüşmesi, bu etkinliğe insan egemen olacak yerde,
etkinliğinin onu (insanı) boyunduruğuna alması demek
olan yabancılaşmanın aşılması demek olan yabancılaşmanın
aşılması ancak üretim biçiminin değişmesiyle mümkündür.
Marks, yabancılaşmamış işten neyi anladığını şöyle dile
getiriyor; "İnsan olarak (varlık yapımıza uygun
olarak) ürettiğimiz varsayalım. İçimizden her biri kendi
üretiminde kendini ve diğer insanları iki kez evetlemiş
olsun. Bu durumda, 1- Üretimimde bireyselliğimi, bireyselliğime
özgü olanı nesnelleştirmiş, böylece etkinliğinim sırasında
hem yaşamın bireysel bir dışa vuruşunun tadına varmış,
hem de ürettiğim nesneyi algılarken, kişiliğimi nesnel,
somut ve her türlü kuşkudan arınmış bir güç olarak bilmenin
sevincini duymuş olurdum. 2- Benim ürünümden senin zevk
alman ya da onu kullanman dolayısıyla gerek işimde bir
insani gereksinmeyi karşıladığım, gerekse insani özü
nesnelleştirdiğim ve böylece başka bir insanın kendi
özüne uygun bir gereksinmesini karşılayacak nesneyi
yarattığım için dolaysız bir zevk almış olurdum. 3-
Senin için insan türü ile senin aranda bir aracı olmaktan,
böylece senin özünün bir tamamlayıcısı sıfatıyla ve
gerekli bir parçan olarak senin tarafından bilinmiş,
duyulmuş olmaktan, yani senin hem düşüncenden hem de
sevginde kendimi kabul edilmiş görmekten sevinç duyardım.
4- Ben yaşamı bireyselliğim içinde açığa vururken, doğrudan
doğruya senin yaşamının açığa vurulmasında yol açtığımdan,
kendi etkinliğimde dolaysız bir tarzda kendi gerçek
(hakiki) özünü (mein wahers wesen), kendi insani ve
türsel özümü böylece onaylatmış ve gerçekleştirmiş olmaktan
zevk almış durdum. Bu durumda, bizim ürünlerimiz özlerimizin
birbirini aydınlattığı çok sayıda ayna olurdu."
Marks'a göre, insanın varlık yapısına uygun bu tarz
bir iş ise, yabancılaşmış emeği doğuran koşullarını
ortadan kaldırılması, özel mülkiyetin, iş bölümünün,
dinin vb. aşılması ile, başka bir deyişle sosyalist
toplum ve sosyalist toplumun bir üst aşaması olan komünist
toplum evresine ulaşmakla mümkündür.
Marks, kendi zamanına kadar uzanan tarihi gelişmenin
ana uğraklarından birinin yabancılaşma fenomeni olduğunu
ileri sürerken ve bunun belirtisinin herkesin tek bir
etkinliğe hapsedilmesi olduğunu ifade ederken, "buna
karşılık herkesin özel bir etkinlik alanına sahip olmadığı,
dilediği her dalda kendini yetiştirebileceği sosyalist
toplumda, toplumun genel üretime egemen olmasından dolayı
avcı, çoban, balıkçı ya da eleştirmen olmadan bu gün
bunu, yarın şunu yapmayı, isteğe göre sabahleyin avlanmayı,
öğleden sonraları balık tutmayı, akşamları hayvan bakmayı,
yemekte eleştiri yapmayı (mümkün kıldığını söyler. (Deutsche
İdeologie)
Marks'a göre sosyalizm "insanın kendi kendine yabancılaşması
olarak özel mülkiyeti ve bunun ayrılmaz unsuru olan
işbölümünü ortadan kaldırılarak insanın "doğa ve
insan, özgürlük ve zorunluluk, birey ve tür ile çatışmasını
çözen, tarihin probleminin çözümüne ulaştığı, insanın
toplumsal bir varlık olarak kendisine döndüğü pozitif
bir hümanizmadır.
Mars, insanın yabancılaşmasının aşıldığı toplum düzenine
dış ve iç koşulların zorlaması dolayısıyla er geç ulaşılacağını
düşünür.
Marks'a göre, "özel mülkiyet dünyasının biçimleri
olan proletarya (işçi sınıfı) ve zenginlik (sermaye)
birbirine karşı olarak bir bütünün iki ayrı yönü olarak
açıklanamaz. Bu bütün içinde özel mülkiyet Marks'a göre
kendini ve karşıtını ayakta tutmak zorundadı4r. Bu,
söz konusu karşıtlığın olumlu yanıdır. Öte yandan ise
proletaryanın (işçi sınıfının) proletarya olarak hem
kendini, hem de onu proletarya yapan karşıtını ortadan
kaldırma zorunluluğu vardır. Bu zorunluluk, karşıtlığın
olumsuz yanıdır.
Daha önce görüldüğü gibi yabancılaşma, Marks'ta, toplumun
bütün bireylerinin içinde bulunduğu bir durum idi. Üretim
araçlarını elinde bulunduranlar ile bunlardan yoksun
olan proletarya (işçi sınıfı) da, insan olarak aynı
kendine yabancılaşma içinde bulunuyorlardı.
Ancak birincisi (üretim araçlarının elinde bulunduranlar)
kendisine yabancılaşma içinde kendisi rahat, onaylanmış
duyuyor, yabancılaşmayı kendi öz gücü olarak biliyor
ve görünüşte bu yabancılaşma içinde insani varoluşunu
elde ediyordu."
Buna karşılık ikincisi (proletarya=işçi sınıfı) kendini
yabancılaşma içinde mahvolmuş duyuyor, onda kendi güçsüzlüğünü
ve insani olmayan bir varoluşun gerçekleşmesini görüyordu.
Marks'a göre özel mülkiyet "eşyanın doğası gereği"
proletarya, öte yandan devletin yapısına ilişkin öne
sürülen bu sava uygun olarak Marks, devlet ne kadar
güçlenirse, kendi varlık nedeninin oluşturan "toplumsal
kötülükleri" kavraması da o kadar güçleşir görüşündedir.
Bu bakımdan Marks'a göre devletin temel işlevi insanın
yoksulluğunu, yabancılaşmasını gizlemek ve dikkatini
kendi dışındaki şeylere yöneltmektir. Bu bağlamda bürokrasinin
varlık nedeni de açıklanmaktadır.
Marks'a Göre Politik Yabancılaşma
Tıpkı din gibi devlet de Marks'a göre insanın yarattığı,
belirlediği bir kurum olmasına karşın "belirleyenin
belirlenen, üretenin ürettiğinin ürünü olduğu"
(Mars, Zur Kritik der Hegel. Rechtsphil 25) ter bir
durumun doğmasına yol açması bakımından yabancılaşmanın
bir başka görünümüdür.
Marks'ın devlet eleştirisinin çıkış noktasının, Hegel'in
bu konudaki görüşünü oluşturur.
Hegel'de doğa, ide'nin henüz kendi kavramına ulaşmış
olduğu bir alan idi. (Hegel Die Vernunft in der Geschichte)
Geist'ta ise ide kendi alanına girdiğinden "ide'yi
bilmek ancak orada mümkün"dü. Öte yandan Geist,
Hegel'e göre "en somut gerçekliğine dünya tarihinde,
onu gözlediğimiz bu tiyatro sahnesinde ulaşır. Geist'in
kendine ilişkin9ilk bilgisi, onun öznel yanını oluşturan
bireydir. Ancak Geist'in gerçekte ne ise onun bilgisine
vardığı, kendini nesnel olarak açığa vurduğu biçimlerdir
ve aynı zamanda dünya tarihinin ereğine ulaşmasının
basamaklarıdır.
Mutlak son ereğin gerçekleşmesinin, başka bir deyişle
Geist'in kendinde ve kendisi için olması yolunda "kurtuluşu"nun
hareketinde meydana gelen bu basamaklar hukuk, moral,
ahlaklık biçimleriyle objektif Geist'i, sanat, din,
felsefe olarak da mutlak Geist'i oluşturur.
Hegel'e göre aile ve sivil toplumun yasaları, çıkarları
devletinkilere bağımlıdır. Kendini bilen Geist'in devlet
olarak ana amacı ise içinde özel çıkarların da korunduğu
genel çıkarı gerçekleştirmektedir. Devlet ancak kendi
genel amacı ile yurttaşın özel çıkarının birleştirdiği
zaman kurtuluşuna ve doyumuna ulaşır. Hegel de "dünya
tarihi ebedi aklın bir ürünüdür. "Bu bakımdan"
kendinde ve kendisi için son amaç aklın bir kategorisidir
ve akla uygun olan gerçektir, gerçek olan akla uygundur.
Yine de GEist bu amacına ancak bazı araçlar kullanarak
erişebilir. Bu araçlar istek, çıkar, tutku eylemlerin
sonsuz bir yığındır, ki, bunların sahibi bireyler ve
halklardır.
Marks, Hegel'in devlet görüşünü eleştirmiştir. Marks'a
göre devletin bağımsız biçimi özelin çıkarı ile genelin
çıkarı arasındaki çelişkiden doğmuştur. (Marks, Deutsche
İdeologie s. 360)
Devlet, kamusal yaşayış ile özel yaşayış arasındaki
genel ve özel çıkarlar arasındaki çelişkinin üzerine
kurulmuştur.
Uygar toplumdaki çeşitli grupların birbirlerini talan
etmelerinin toplum yararına aykırı niteliğinden doğan
kurumlar karşısında, yönetimin doğal yasası erksizliktir.
Bu bölünmeler, uygar toplumun bu aşağılığı ve köleliği,
modern devletin dayandığı doğal temellerdir. Devletin
varlığı ile köleliğin varlığı birbirinden ayrılamaz.
Köleden ise, modern devlet söz konusu olduğu zaman Marks'ın
anladığı, sivil toplumun bireyi, yani öteki bireylerle
tek bağı özel çıkarı olan bağımsız birey, bilinçsiz
doğal zorunlulukla ücretli emeğin, kendisinin ve başkalarının
doğal gereksinmelerin kölesidir.
Marks'a göre modern devletin tıpkı din gibi çalışma
sürecindeki belli ilişkilerinden doğan yabancılaşmanın
bir ürünü olması dolayısıyla bu tür ilişkilere son verildiğinde
ortadan kalkacak bir kurum olduğu görüşüne kendiliğinden
varılmaktadır.
İlişkiler insanın yabancılaşmasına yol açmayacak tarzda
düzenlendiği taktirde, bu görüşe göre modern devlet
"kendi varlığını da son vermek zorunda kalacak,
çünkü devletin varoluşunun ancak bunlara oranlıdır."
Marks'a Göre Dinsel Yabancılaşma
Marks, bu biçimde yabancılaşan bir dünyanın manevi aromasının
din olduğunu düşünür.
Marks, dini, acı çeken insanın bir "iniltisi"
insani özün (menschliches wesen) kendi gerçekliğini
bulmadığı zaman, bunu hayali olarak gerçekleştirmeye
(phantastisch verwirklichung) çalışması şeklinde görür.
Bu bakımdan din Marks'a göre "halkın afyonudur".
Dolayısıyla Marks için dini eleştirmek, toplumun yapısını
eleştirmek, "gökyüzünün eleştirisinden, yeryüznün
eleştirisine geçmek" demektir. Çünkü din Marks'a
göre "insan kendi çevresinde hareket etmediği sürece
insanın çevresinde dönen yanıltıcı bir güneştir."
Bu yanıltıcı güneşin etkisini yok edebilmek için ise
"yanılsamalara gereksinme yaratan durumun"
yani önce ekonomik yabancılaşmanın ortadan kaldırılması
gerektiğini düşünür.
Dinin, insani özelliklerin bir Tanrı'ya yansıtılması
olduğu yolundaki Feurbach'ın yorumu, Marks için yetersizdir.
Çünkü Feurbach'a göre insan yetkin bir varlıktır ve
Tanrı'ya atfettiği özellikler, onun kendi sıfatlarıdır.
Marks'a göre insan, kendi niteliğini oluşturan işinde
yabancılaştığından varlık yapısından yoksun bırakılarak
dine sarılmıştır. Dinin varoluşu, bir eksikliğin varoluşundandır.
Bu eksiklikle kendini pratik yaşamda belli edecektir.
Din artık bir sebep anlamına gelmez. O ancak dünyevi
sınırlılığın bir fenomeni olarak geçerlidir.
Marks şöyle der; "İnsanın dünyevi engellerini yok
etmek için dini sınırlılığı ortadan kaldırmayı değil,
insanın dünyevi engelleri yok eder etmez dini sınırlılığı
ortadan kaldıracağını iddia ediyoruz." Çünkü, Marks'a
göre bilinç, yaşamı, belirlemez, tersine yaşam bilinci
belirler. Bu nedenle moral, din, metafizik ve herhangi
bir ideoloji ile bunlara karşılık eden bilinç formlarının
bağımsızlıkları yoktur. Tersine maddi üretimlerini,
üretim ilişkilerini geliştiren insanlar bu yol ile kendi
gerçekliklerini değiştirdikleri gibi düşüncelerini ve
düşüncelerini ürünlerini de değiştirirler.
|