Kapitalizmin
Bataklığında Bir Damla:
Rüşvet,
Avanta ve "Hür Seçimler" Masalı
|
Artık görünen köy kılavuz istemiyor.
Lağım çukurunun kapakları açıldı ve öyle görünüyor ki
Mart seçimleri yaklaştıkça başka kapaklar da açılacak,
pislikler daha çok su yüzüne çıkacak.
İLKSAN ile başladı, İSKİ ile sürdü, dallandı budaklandı...
Ankara'da bir dosyalar savaşı, bir şantaj savaşı hergün
daha büyük dalgalar halinde genişliyor.
Ankara'da dosyasız parti yok. Bugünlerde "dosyasız"
olmak ayıp sayılıyor. Bugünlerde basın içinde, TV'ler
için de pislik çomaklamamak eksiklik sayılıyor.
ANAP, bir bakanı tepetaklak edecekmiş, hazır bekliyor.
DYP, eski ANAP bakanlarının günahlarını yeniden yeniden
deşiyor.
SHP, şaşkınlık içinde "hodri meydan"(!) kabadayılıkları
yaparken başka bazı ufak partiler de, "temiz"
olma sevinç ve iddiası içindeler.
Şimdilik tabii!....
***
Savaş kızışıyor. "Temiz toplum" istiyoruz
ya! Artık birazcık pisliği günyüzüne çıkarmakta kimse
mahzur görmüyor. Düzen, kocaman bir kanalizasyon çukuru
halindeyken, ortalığa bir iki marjinal örnek atıp insanları
kandırmak bugünlerin modası oldu.
Bu arada "demokrasi"mizin ne kadar gelişmiş
(!) olduğu da görülmüş ve gösterilmiş oluyor. Kendini
eleştirebilen, tabu tanımayan bir demokrasi!... Ne müthiş
bir şey!
Partiler bile, düzen partileri bile kendilerini eleştiriyorlar,
hesap vermeye hazır olduklarını bağıra bağıra ilan ediyorlar.
Hele "mal beyanı" açıklamak artık tam bir
moda oldu. Daha doğrusu, önce bir yerlerden sızdırılan
bilgilerle ortalık karışıyor, çarşaf çarşaf haberler
çıkıyor sonra da utanmazca bir "samimiyet"(!)
gösterisi başlıyor.
***
Ama bütün bu çalkantı içerisinde bir nokta kaynayıp
gidiyor.
"Hür partiler (!) ve "hür seçimler(!)"
Daha doğrusu, yapılan yayınların temel özelliği "dosya
gazeteciliği"nden kaynağını aldığı için, özellikle
belirli partilere saldırı şeklinde gelişiyor ve bu arada
bütün parlamenter sistemin içinde kulaç attığı bataklık
gözden gizlenmiş oluyor.
"Hür seçimler" demogojisi yine "kutsal"bir
ilke gibi orta yerde kalıyor.
Ama nedir "hür seçim"?
Seçimlerin "hür" olması, insanın oy verirken
kafasına silah dayanmıyor olması mıdır?
Peki o medya terörü ve şatafatlı kampanyalar ne oluyor?
O değirmenlerin suyu nereden geliyor?
Şimdi yine Mart seçimleri var ve trilyonlar hazırlanıyor,
yine tam sayfa ilanlar göreceğiz, masraflı seçim gezileri
ve rengarenk afişler izleyeceğiz...
Nereden geliyor değirmenin suyu?
SHP eski genel saymanı Fikret Ünlü açıkça söyledi: "Biz
ve bütün partiler kitabına uydurup işadamlarından para
alıyoruz..."
Ama yalnız SHP değil, tümü için böyle.
İşadamları filan bir yana, RP'nin Suudi kaynakları bir
sır mı? Suudi bankalarının akıttığı paralar bir sır
mı? MHP'nin "örtülü ödenek"ten ve hatta İsrail
kökenli örgütlerden, Avrupa Neo Nazi kaynaklarından
paralar aldığı bilinmiyor mu?
Temiz olan bir tek düzen partisi yok ki?
Üstelik geri-zekalı bir komedi de yaşanıyor: 50 milyon
TL. sınırı... İşadamlarının bir yılda yapacağı bağış
miktarı 50 milyonla sınırlanıyor ve böylece tekellerin
politikadaki etkinliği sınırlanmış oluyor(!) Sanki Türkiye'de
bir yerden biryere para aktarmanın binlerce değişik
yolu yokmuş gibi!
İSKİ'deki olay, büyük avantalar kazanmak için şirketlerin
"mecburi" bağış yapması olayıdır, bir anlamda
haraçtır. Oysa aynı bağış işinin büyük ellerden ve gönüllü
(politik yatırım anlamında) biçimleri pek de kurcalanmaz,
kurcalanmıyor.
Büyük tekellerin ve her boydan şirketlerin düzen partilerine
para aktarması bu anlamda ne yenidir, ne de boyutları
bugün bilinenlerle sınırlıdır. Büyük sermaye ta başından
beri korkunç miktarlarda parayı düzen partilerine, üstelik
çoğu kez birkaçına birden akıtmaktadır. İşin "kirli"
denilen bölümü bu akış içinde yalnızca bir parçadır.Evet,
bu parça da önemlidir; MDP'nin kuruluşundaki mafya yardımları
ya da ANAP'ın kirli bağlantıları bilinen şeylerdir.
Ama sermayenin akıttığı paranın bir bölümünü "kirli-kara"
sayıp, esas önemli bölümünü temiz saymak, düpedüz düzenin
aklanmasıdır.
Düzen gazetecilerinin huyu her zaman küçüğe ve bu "kirli"
kesimlere vurmak olmuştur. Aslında bu bir "huy"dan
çok aldıkları görevin gereğidir.
Düzen gazetecisi, Topkapı'nın sucuk imalatçılarına (polis
desteğinde) baskın yapar; ama Maret'i Pınar'ı şöyle
bir yoklamayı aklına bile getirmez.
Düzen gazetecisi, bankerlere kudurmuş gibi gibi saldırır;
ama büyük bankalar için ağzını bile açmaz.
Küçüğe ve marjinal olana vurmak, böylece gerçekte insanları
düzenin büyük kurumlarına yöneltmek, ekmek yedikleri
kapıya hizmet etmelerinin bir yoludur.
Partiler ve bağışlar konusunda da yapılan tam tamına
budur. "Kirli" diye nitelenen para akışına
(artı-değerden elde edilen büyük sermaye kaynakları
çok temizmiş gibi!) ve haraç biçimlerine dikkat çekilirken,
finans akışının esas ırmağı gözlerden gizlenmektedir.
***
Kaldı ki, bu yapılan bile çok sahtekarcadır. Kimsenin
gerçekten ciddi bir araştırma yaparak yolsuzluk dosyası
açığa çıkardığı yoktur. Çoğu kez yapılan rakip politik
kanatların ya da devlet kaynaklarının sunduğu dosyaların
kullanılmasıdır.
Dürüstlük, oligarşik düzenin hiç tanımadığı bir nesnedir!
Her şey büyür, gırtlağa kadar gelir. Ortalığı iyice
lağım kokusu kaplar. Ve tam bu noktada düzen birden
"dürüstlük" rolünü anımsar. Olaylar "titizlikle
araştırılmaya" (!) başlanır.
"Titizlik"ten kastedilen ise, olaydaki düzeni
yıpratabilecek unsurların ciddiyetle ayıklanmasıdır.
Böylece her şey temizlenir ve yine "hür seçimler"
masalını dinlemeye başlarız.
Sanki, trilyonlarca liranın terörü altındaki bu maskaralık
insan iradelerinin tutsak edilmesinden başka bir anlama
geliyormuş gibi...
***
Sonuç olarak, çok ciddi bir soru işaretini ortaya koymak
gerekiyor: Niye İSKİ ve Ergün Göknel?
Örneğin, Kürdistan savaşında kullanılmak üzere alınan
trilyonluk savaş araçları alınıyor sözediliyor. Milyonlarca
liranın döndüğü çok yoğun bir alışveriş trafiği sözkonusu
ve kuşkusuz yine bu işler de ihale sistemiyle yapılıyor.
Türkiye'nin bugünkü çürümüşlüğü içinde, bu alanın "temiz"
olduğunu kim söyleyebilir? Milyarların döndüğü bir pazarda,
şu ya da bu çokuluslu şirketin tercih edilişinde nasıl
ölçüler kurcalıyor?
Hiç kimse!...
Hiç kimse kurcalamıyor... TV'lerin yakışıklı soytarıları
bütün bu alan üzerine parmağını bile oynatmıyor.
Çünkü, ilkin bu alan zordur ve tehlikelidir...
Ama daha önemlisi, bu alan "milli birlik ve bütünlük"
ile yakından ilgilidir. Bu alandaki rezilliklerin açığa
çıkışı yüce devletimizi ciddi olarak zaafa uğratabilir...
Oysa Ergun Göknel'i kim umursar?
Ergun Göknel'e vurulabilir, giydiği donun markasına
dek bütün herşey araştırılıp, dizi film bile yapılabilir.
Oysa Lookheed skandalı hiç de böyle olmamıştır. Lookheed
firması kendi kayıtlarında "Türkiye'de rüşvet dağıttık"
derken, Türkiye'de olay savuşturulmuş, işin sorumlusu
Emin Alpkaya sessizce sıyrılmıştır.
Kısaca durum tam da şu atasözüne uygundur: "Eşeğini
dövmeyen, semerini döver!"
***
Türkiye'nin gerçekten bir "temiz toplum" projesine
ihtiyacı var.
Ama bu proje, elleri leş kokanların işi değildir.
Düzenin kendini "arıtma (!)" numaralarıyla
da bu pisliğin temizlenmesini bırakın, açığa çıkarılması
bile mümkün değildir.
Düzen boydan boya pisliğin içine gömülmüştür. Ve zaten
(çoğu kez gözden kaçırılan bir noktadır bu) sistemin
varlık nedeni ve bizzat kendisi, sömürü denilen en kirli
işe yaslanır:
Gerçek bir temizlik ise, karşılığını ancak bir devrimde
bulacaktır. Elleri temiz olanların devrimi.
"Temizlik" ve "devrim" kavramları
tam da yanyana durmaktadır.
Evet, bir devrim...
Bütün bu pisliği süpürüp atmak için!
|