Gebze-Tuzla-Maltepe-Kadıköy'den
Barikat Okuru Bir Grup İşçi ve Memur
Emekçi Kardeşler;
|
Herkesin bildiği ülke gerçekleri olsa da bazı gerçeklere
değinmek ist iyoruz.
Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, yada halka layık görülen
öyle bir yaşam tarzı ki, aslında adı yaşamamadır. Herkese
her an ve her yerde bir kurşun çıkabilir. Evnide, işyerinde
ve sokakta insanlar polis tarafnıdan, karınlık güçler
tarafından öldürülüyor. Aslında yargılı infaz olan ama
toplumda konuşulagelen adıyla yargısız infazlar artık
önü alınamaz noktaya gelmiştir. 16 yaşındaki bir gençten,
enyüce olarak kubul ettikleri bir meclisin üyesine kadar
herkesin can güvenliği tehdit altındadir. Açıkçası Kürdistan
başta olmaak üzere yaşam hakkı adına muhatap olacak
yada olan kimse de yoktur. Ölen ölür, sıra kalan sağlara
gelir. Olay budur.
Öte yandan, işkence, sistemi ayakta tutan ve insanları
öğüten bir araç olarak hala sistemli bir şekilde devam
ediyor ve gencecik bedenler çürütülüyor yada acılar
içinde öldürülüyor. Dur durak bilinmiyor. İşin ilginç
yanı, artık bu durum yada durumlar toplumda kanıksanır
ve olağan şeyler sayılır hale geldi. Bütün insanlığa
karşı, milyonlarca emekçiye karşın bu çark hala pervasızca
çevrilebiliyorsa, kitlelerde de, demokratik güçlerde
de ve insanlık değerlerinde de bir takım eksiklikler
ve aşınmalar var demektir. Özellikle Kürt bölgelerindeki
işkenceleri anlatmaya vahşet sözü bile yetmiyor.
Anlatılması gerekenlerin hepsi bu değil elbet. İnsanlar
gözgöre göre gözaltın8a alınıp kayıp ediliyor. Bugüne
kadar onlarca insan kayıp edildi. Ortada bir merci yok.
Gözler görmez, kulaklar sağır kesiliyor adeta. Asıl
önemlisi toplum duyarsızlaştırılmaya devam ediliyor.
Kürdistan kan revan içinde. İnsanlık utancı var ortada.
Öyleki en doğal demokratik talepler kabul edilmiyor.
Doğan tarihi fırsatlar değerlendirilip barış sağlanacağına
askeri çözümlerle kan ve göz yaşına devam ediliyor.
Toplumun çoğunluğunda bu savaşa seyirci ve duyarsız
kalmakla yanlış içinde. Kendi ne insanım diyen herkes
devletin saldırılarına karşı durmak, Kürdistan'daki
kıyıma karşı mücadele etmek zorundadır. Kürt ulusunun
Kendi Kaderini Tayin Hakkını daha fazla savunmak gerekiyor.
Oradaki özgürlük mücadelesini sahiplenmek gerekiyor.
Ülke ekonomisi alt-üst. Ekonomide bir karmaşa sürüp
gidiyor. Karmaşa olmayan şey, sermayenin daha fazla
kar etme yollarında adım atmaları ve IMF ve Dünya Bankası
gibi kuruluşların ellerini gırtlağı5mıza kadar sokmuş
olmalarıdır.
Yıllarca özel sermayeye kaynak aktarılan kurumlar olan
ve yüzbinlerce emekçiyi barındıran kurumlar, bu kez
doğrudan özel sermayenin emrine mülkiyetine verilmek
isteniyor. Bu kurumların halkın paraları ile kurulmuş
olduğuda işin bir başka yanı. Durum bu olunca, emekçilere
ise kapı gözüküyor. IMF ve Dünya Bankası bastırınca,
Başbakanlık özelleştirme adımlarına yöneldi ve bunun
bir parçası olarak da yüzbinlerce emekçinin 15 Ekime
kadar kapı duşu edilmesini içeren bir genelge yayınladı.
Sakıp Sabancı buna hemen destek verdi. Sabancı, cesur
adım atmak ve işçileri çıkarmak lazım diye açıklama
yaptı. Yabancı ve yerli sermaye elele vermiş durumda.
Yüzbinlerce emekçiyi işsizlik bekliyor. Tabiki işsizlik
ordusuna yeni üyeler katılacak.
Bizzat devletin, hükümetin binlerce emekçiye yönelik
bu tutumu, özel sermayeyi cesaretlendiriyor. Bir yandan
işçi ücretleri düşük tutulurken, diğer yandan işveren
istediği işçiyi istediği zaman kapı dışı edebiliyor.
Gerekirse fabrikayı kapatıyorum bahanesiyle bütün işçilerin
işine son verebiliyor. Örneğin son günlerde bunun en
canlı örneği Gebze'de kurulu bulunan PORLAND fabrikasında
yaşandı. Bunların yanında, işverenler sendikasızlaştırma
operasyonlarına girişmiş durumda. Öyleki bugün bir çok
fabrikada işçiler ya sendikalaştılar diye yada sendikalaşmaya
başladıklarında toptan işlerine son verilmektedir. Örneğin,
yine bir kaç gün önce Gebze'de kurulu bulunan BETASAN
sanayinde işçilerin başına gelen budur. Fabrikalar geçici
işçi çalıştırmayı benimsemiş durumda. Üç ay çalıştırıp
çıkış yapıyor ve yeniden giriş yapıyor. Böylece sendikalaşmayı
önlediği gibi ücret artışını, kıdem gibi olguları da
ortadan kaldırmış oluyor. Bütün işkollarında yoğun bir
taşeronlaşma sözkonusudur. İşçiler yasal anlamda çaresizce
ve kendilerine sahip çıkacak sosyal kurumlar yoktur.
Kısacası işçi, hükümet ve işveren kıskacındadır.
Memurların durumu çok farklı değil. ILO sözleşmeleri
kabul edilmesine ve seçim zamanında söz verilmesine
karşın memurların sendikaları varsa ona ancak fiili
olarak sahip olabildiler. Memurlar oyalandıkça oyalanıyor.
Bırakalım Kamu emekçilerine toplu sözleşmeli ve grevli
sendika hakkı tanımayı hükümet memur sendikalarını kendi
denetimine almak ve onları adeta danışma kurulları durumuna
sokmak istiyor. Zaten uzun süredir yasa çıkaracağız
dedikleri olay da budur.
Yalnızca işçileri değil kamu emekçilerini de kıyım bekliyor.
Bugün sürgün, komik ücretler, sendika hakkını tanımama
şeklinde süren baskılar ve kıyımlar yarın kapı dışarı
etme şeklini alacaktır. Çünkü IMF ve Dünya Bankası ve
hükümetin hesaplarında bu vardır.
Bugün hedef seçilen yalnızca işçiler emekçiler değildir.
Halkın sorunlarına sahip çıkan basın yayın organları
baskı altındadır ve görevlerini yapmaları engellenmektedir.
Gerçekleri yazan ve gerçek basın işlevi gören yayın
organları yasak, gözaltı, toplatma, ağır hapis cezaları
ve kapatma tehlikesi altında çalışmaktadır. Gerçek gazeteciler
hatta ve hatta yok edilmekte, kurşunlanmakta ve hapislere
atılmaktadır.
İşte özetle yaşadığımız gerçekler. Bunu halklara yaşatan
reva gören ise kokuşmuş, boğazına kadar yolsuzluğa,
şiddete, riyakarlığa ve yalana batmış bir sistem. Evet
milyonlara rağmen yapılmaktadır bunlar.
Bunları söylemek yetmez. Bütün bunlara karşı birşeyler
değil, çok şey yapmak zorunludur. Bunu yolu da Türkiye
ve Kürdistan emekçilerinin, emekten yana kesimlerinin
platformlarda biraraya gelmeleri, güçlerini birleştirmelerinden
geçiyor.
Devletin Kürdistan'a saldırılarına karşı direnmek, işkence
ve işkencecilere karşı mücadele etmek, infazları önlemeye
çalışmak, işten atmaların karşısına barikat kurmak dikilmek,
memurların istemlerini gerçekleştirmek için zindanlardaki
özgürlük savaşçılarının serbest bırakılmasın sağlamak
için işçi ve memurların, tüm emekçilerin topyekün direnişine
ulaşmaya çalışmak gerekiyor. Nerede bir saldırı varsa
hepimizin orada olmasını sağlayacak organizasyonlara,
çalışmalara gitmeliyiz.
Bunun için işçi ve memur sendikaları kendi aralarında
Topyekün Direniş komitesi yada platformu oluşturmalıdır.
Bu organizasyon ise önüne bir program koyarak örgütlenebilir
emekçilerin gücü ile sistemin karşısına çıkmalıdır.
Evet, güçlü bir dayanışma, ihmal edilemez bir dayanışma
ve yardımlaşma ile direnişleri ve tavır alışları birbirine
bağlayacak, birimiz nerde binimiz orda diyebileceğimiz
bir organizasyonu oluşturmak zorunludur. Çünkü tek yumruk
tek barikat olmak dışında başka yol yok.
|