Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

 


Bir Devrimci, olası bütün koşullara karşı kendini hazırlamalı, eğitmelidir. Bir yandan bugün bulunduğu mücadele alanını genişletmeye, daha birikimli, daha etkin, daha üretken bir devrimci olabilmeye çalışırken, öte yandan da ansızın değişebilecek yaşamında karşılaşabileceği her durum için hazırlıklarını yapar. Bilgisini, inancını ve bağlılığını derinleştirir.

Bir devrimcinin, sosyalist bir savaşçının, yaşamının her hangi bir anında, çok değişik nedenlerle düşman tarafından tutsak alınabilir. Devrimci, tutsak düşmemek, mücadelesini daha uzun zaman dilimlerinde sürdürebilmek için gereken önlemlerini alır, davranışlarını ve ilişkilerini ayarlar. Ama yine de tutsaklığın onun için her an sözkonusu olabileceğini bilir.
Kaldıki bugünün koşullarında "sağ ele geçmek", "kaybolmamalı", sağ ele geçtikten sonraki "sorgu" süreçlerini de sağ atlattıktan sonra sağ salim tutsak olmak dahi bir şans(!) durumuna getirilmiştir.
Düşman, hergeçen gün biraz daha azgınlaşıyor, pervasızlaşıyor. Sürekli insan yutan, yuttukça daha fazla isteyen, daha fazla yuttukça daha çok azan bir canavar haline geliyor.
Bu canavara rağmen bir devrimci olarak yaşamanın ve varolmanın anlamı, onurdur. Nerede olursa olsun, ister dışarda, ister gözaltında, isterse cezaevlerinde onurlu bir tutum sözkonusu ise, canavara teslim edildiği bir yaşam tarzı, YAŞAMAK anlanına gelmemektedir. Çünkü o, bir ölü insanlar ülkesi istemektedir. Duymayan, görmeyen, konuşmayan, tavır almayan, düşünmeyen bir ölü insanlar ülkesi...
Bugün, ülkede 'yaşayan' milyonlarca, onmilyonlarca ölüye rağmen, hâlâ ne kadar canlı, ne kadar dinamik, ne kadar bağnaz, tavır alan, konuşan 'ölülerimiz' var bir düşünürüz... İşte bu noktada, bu ülmede kim ölür, kim yaşar epeyce karışık.
12 Eylül'den sonra birkaç yıl, bir ölüm sessizliğinin egemen olduğu ülkede, kimsenin kafasını kaldırmadığı, kimsenin hiçbirşeye hayır diyemediği, bırakın devrimci mücadeleyi, insanım diyemediği koşullarda; birkaç istisnai adada, birkaç cezaevinde bin-binbeşyüz yiğit insan , bin binbeşyüz tutsak , hergünü sloganla karşılıyor, her geceyi sloganla yanıtlıyordu: "İNSANLIK ONURU İŞKENCEYİ YENECEK", "KAHROLSUN FAŞİZM, YAŞASIN MÜCADELEMİZ", "DEVRİM ŞEHİTLERİ ÖLÜMSÜZDÜR", İŞKENCECİLERDEN HESAP SORACAĞIZ" ...
O insanlar, tutsaklığı bir devrim mevzisi, cezaevlerini bir mücadele alanı haline getirdiler. Yaşanan sıcak çatışma yıllarındansondaki karınlık ara süreçte, yeni bir devrim dalgasına geçişin köprüsü oldular. Direnmenin bir savaş tarzı olduğunu, devrimci onuru herşeye, herkese rağmen korumanın ; devrimi, sosyalizmi ve geleceği savunmak olduğunu gösterdiler.
Özünde; bir devrimcinin değerleri ve ilkeleri her koşulda aynıdır. Özgürken,tutsakken, işkencedeyken, savaşırken... Bulunduğu koşullara ve zamana göre onun mücadelesinin sadece tarzı değişir, kuralları değişir.
Bir devrimci, olası bütün koşullara karşı kendini hazırlamalı, eğitmelidir. Bir yandan bugün bulunduğu mücadele alanının genişletmeye, daha birikimli, daha etkin, daha üretken bir devrsci olabilmaya çalışırken, öte yandan da ansızın değişebilecek yaşamında karşılaşabileceği her durum için hazırlıklarını yapır. Bilgisini, inancını ve bağlılığını derinlaştirir. Bir erdem insanı, bir yaşam bilgesi olma hedefini koyar önüne...Bu güç değildir. Ürettikçe büyüyen, öğrendikçe çoğalan, sevgi ve saygıyla derinleşin insan, her koşulra alnı ak yaşar. Sosyalizme ve devrime daima inanmış, örgütüne ve yoldaşlarına bağlı kalmış, bildiğini yüreğine de öğretmiş devrimcinin zaaf göstermesi mümkün değildir. Ne işkencede, ne de tutsaklık koşullarında...
C ezaevindeki devrimcinin temel çelişkisi devrimci direniştir. Düşmana, devrimci kişiliğini zaafa uğratacak, onun nezdinde devrime ve devrimci değirlere karşı mevzi kazandıracak ödün vermemektir. Bu temel görevinin yanısıra, onu kısıtlayan, üretimini ve işlev sınırlarını daraltan koşullarla da mücadele eder.
Kısıtlama çemberini genişletmeye, yeni işlev mevzileri kazanmaya, dışarının bir parçası olmaya, yoldaşlarına destek olmaya çalışır.
Yaşadığımız topraklar, zindan kültürü değil ama zindancılık kültürü derin topraklardır. Zindancılık kültürü olarak tanımladığımız olayın tarihsel, sosyal,psikolojik, etimolojik yönlerini incelememiz, günümüze ilişkin bağlarını yakalamamız gerekiyor. Zindancı kültürü, Osmanlı'dan bu yana sadece devletin değil, Anadolu insanının her kesiminin davranış ve düşüncelerinde izleri olan bir birimdir.Buna karşın doğal olarak bir de zindan kültürü oluşmalıydı ama oluşmamıştır dedik. Öyle ya, zindancı varsa zendandaki de vardır, zindan varsa içindeki de vardır ve her yaşam tarzı zaman içinde kendi kültürünü oluşturur.
Öyle değil! Birincisi, 'zindandaki ' olmak, hangi nedenle olursa olsun, 'ayıp' ve 'günah' gibi kavramlarla yadsınmış ve bilincin de yaşamın da dışına itilmiş, toplumsallaşamamıştır. Ülkemizde 'toplumsal suç' kavramı oluşmamıştır. Toplumsal nedenlerle, insani ve sosyal etkenlerle oluşan 'suç' durumu (düşünsel ya da fiili) her türlü bağından koparılmıştır. Tarihsel bir bağ, düşünsel bir bağ, sınıfsal ya da sosyal bir bağ içinde olamayan eylemlilikler, (düşünmek anlamındada olsa) bireysel kalmıştır.Bireysel kalan , başka bireylere devredilen olgular yaratamamıştır. Sonuçta,zindancılığın bilinçüstünde, zindanın bilinçaltında yaşandığı bir ülke ortaya çıkmıştır. (Zindancılık kültürü dediğimiz şey, başka sosyal ve psikolojik boyutlar içinde bambaşka incelemelerin konusudur.)
Anadolu insanı, siyasal zindanı 1900'lerin ilk yıllarından beri tanır. Daha sonraki yıllarda da Nazım Hikmet gibi yaşamının uzun bölümünü zindanda geçiren özel "siyasi" leri olmuştur bu ülkenin... M.Kemal ve istiklal Mahkemeri , "toplu tevkifat" yerine toplu kıyımı tercih ediyorlardı.1940'lardan sonra o zamanki "komünist" lere yönelik "toplu tevkifat"lar başladı. Daha sondaki "on yılda bir cunta"geleneğinin kökleri, belki bu dönemlerdeki "on yılda bir toplu tevkiyatlar" içinde yatar, kimbilir...
Son açık faşizm evrelerine kadar cezaevleri ve cezaev direnişi, bu denli ciddi bir olgu değildi. Cezaevleri , özellikle 12 Eylül'le, mücadelede bir boyut haline ğelmiştir.
60'lı yılların sonlarına doğru ihtilalci ideolojilerde olgunlaşan ve pratik nesnellik kazanan devrimci mücadelenin çeşitli konulardaki anlayışları da, onun genel gelişimine denk düşen birikimleriyle birlikte gelişmeye başlamıştır. 12 Mart açık faşizmine karşı mücadele sürecirde, devrimcilerin bir çoğunun düşmanın eline geçtiği, siyasi polis, MİT ve kontrgerilla işkencelerini yaşadıkları , fakat bu konuda henüz yeterlii anlayışların oluşmamış olduğu bilinmektedir. "Düşmana boyun eğmemek " genel bir kavrayış olsa da, işkencehanelerde düşmana karşı sarsılmaz barikatlar gibi durulması, cezaevlerinin bir mücadele alanı haline sokulması, baskı ve işkenceye karşı bireysel yiğitlik örnekleriyle değil ögüt ruhu ve anlayışlarla direnilmesi, o dönemlerde henüz gerçeklik kazanmamıştı. Bunların olgunlaşması, elbette biraz da devrimin seyir defterinin birikimlerine bağlıydı.
Cezaevlerinde de devrimci durumun genel seviysine, tarihsel momentlerine uygun pratikler yaşanır. Bu durum, karşı devrim için de devrimciler için de geçerlidir. Düşmanın genel siyasal taktik ve politikaları cezaevlerine direk olarak ve anında yansır. Bütün bunlara rağmen, cezaevleri her iki kesim açasından da hem özel bir öneme sahiptir, hem de özgün taktik politikaları gerektirir.
Devrimciler cephesinden bakıldığında; direniş, sınıflar mücadelesinin büyük ölçüde açık kimlikle sürüdrülen bir alanı olması dolayısıyla sembolik değerler ve prestij ögeleri de taşır. Düşmanla, ona boyun eğmemek ve direnmek dışında fazlaca bir silahın olmadığı bir ortamda açık bir hesaplaşma söz konusudur.
Sınıflalr mücadelesinde, tutsak devrimcilerin her tavırlarının, direnişlerinin, gösterdikleri zaafların, düşmanla hesaplaşma biçimlerinin; onların kişiliklerinde sembolleşen devrimcilik olgusuna doğrudan doğruya mal edilmesi, hem kitleler hem de düşman açısından sürekli gündemdedir. Bu durumun yol açtığı özel yükümlülükler, tutsak devrimcilerin omuzlarındadır. Devrimciler bu yükümlülükleri,işkencehanelerden başlamak üzere, gerek cezaevi direniş çizgilerini saptar ve uygularken, gerekse de mahkemelerde ki tutum ve davranışlarında, çok ciddi bir sorumlulukla taşımak zorundadırlar.
Özellikle bilinen - tanınan siyasal kimlikleriyle bir ideolojiyi temsil eden önder ve kadroların tutsaklık yaşantılarındaki işlevleri, olumlu ve olumsuz yanları, siyasi nitelemelere konu olacaktır. Bu insanların en ufak hataları, düşman tarafından, bütün devrimcileri ve devrimciliği karalamaya yönelik materyallar haline getirilecektir, öte yandan, olullu tavır ve direniş sergileyenler, bütün devrimclerin örneği olacaktır. Bir model, bir itici güç, bir moral kaynağı haline geleceklardir. Böyle direniş sembolü olan insanların bütün bir cezaevini sürükledikleri, onların varlığının düşmanı her zaman endişelendirdiği, dostlarına güven verdiği güel örnekler yaşanmıştır. Öte yandan, dışarıda ileri konumda olmaları nadaniyle, işkencehanelerde ve cezaevlerinde gerektiği gibi davranmadıkları halde tavırlarıyla ve hatta varlıklarıyla direnişin önünü tıkayan, direnişin önünü tıkayan, direnişi yolundan saptıran insanlar da olmuştur.
Cezaevleri, devrimci mücadeledeki her türlü çatışmanın, saldırı ve geri çakilişlerin, kazanılan ve yitirilen mevzilerin devrimci moral potansiyelin yükselme ve zayıflamalarının ayna gibi yansıdığı yerlerdir. Bu gerçeklik, açık faşist terör dönemlerinde daha önemli ve özel boyutlar kazanır. Düşmanın elindeki rehineler durumundaki devrimci tutsaklar, düşmanın politik gereksinimlerine uygun biçimlerde ezilir, ihanete zorlanır, teşhir edilir, ipe çekilir. Onun programlarını bozmanın tek yolu direniştir. Kesintisiz direniş, ödünsüz direniş... Buradaki taktik manevraların ortamı fazlaca yoktur. İkirciklenmek, birazcık geri adım atmak düşmanın daha etki n ve yoğun salrıları anlanını gelir.
Açık faşizm, ülke genelinde kitlelere uygulamaya çalıştığı terörizmini, cezaevlerinde fizik ve ideoloji disiplini olarak somutlaştırmak ister. Devrimcilerin geçici yenilgi süreçlerinde kitlelerin yıldırma ve pasifikasyon politikalarıyla esir alınışı; cezaevlerindeki devremcilerin siyasi kimlikleri, manevi prestijleri, ideolojik değerleri de teslim alınarak bütünlenmek istenir.
Fiziki yıpratma, hatta fiziki yoketmeyi de içeren saldırılarla hedeflenen; güç potansiyelini emip zayıflatmaktır. Çelişkilerin devrimci inanç zaafları olarak balirginleşip karşı- devrime hizmet eder hale getirilmesi ve ideolojik teslimiyet amaçlanır. Sonuç olarak; dolaysız bir şekilde; direnen boyun eğmeyen, teslim olmayan, onursal ve ilkesel değerleri sahiplenen devrimcilerin korudukları; insanlık ve devrimcilik onurunun da ötesinde, devrimci düşüncenin ta kendisidir.
Bütün bu gerçeklerin derinliğine yaşandığı 80'li yıllara gelirken işkenceye karşı tavır ve direniş temaları olgunlaşmaya başlamıştır. Fakat detaylı perspektiflerin oluşması anlamında ve bunların egemen olgu haline getirilmesi, içselleştirlimesi anlamında yeterli sonuçlar alındığı söylenemez.
Bir devrimcinin düşmanla başbaşa meydan savaşı olarak datanımlayabileceğimiz işkence sürecindeki tavırları ondan sonraki yaşamını birinci dereceden etkiler. Oradaki hataların örgüte ve yoldaşlara verdiği zararların yanı sıra birlikteyarattğı tahribat, psikolojide yarattığı altüst oluş, kolay aşılacak özellikte değildir. Daha sonraki pişmanlık ve yaşam tarzı seçimini ne olursa olsun buradaki hataların bağışlanabilir olması imkansız. Bağışlanabilir nitelikte olanlarda ancak çok ciddi eğitim ve yeniden sınama süreçlerinde kişinin kendini yenilemesi, kişilik tahribatlarınınüstesinden gelmesi ile dönüşür. Bazı kesimlerin bu konudaki muğlaklıkları ve tutarsızlıkları, yeni ve daha vahim hataların, zaaflı insanların bizzat yarattığı zaaflı süreçlerin önemli etkenlerinden biri olmuştur.
Birbirinden bağımsız olarak ele alınamayacak olan işkence, cezaevleri ve mahkeme tutumlarının önemini, görünürdeki anlamını, genelde ortaya konulan ajitatif çerçevelerinin dışındaki boyutlarıyla ele almak gerekiyor. Bunu yaparken amaçladıklarımızın iyi anlaşılması için, sözkonusu tavırların yarattığı etkilerle davranışların siyasal kökenleriyle ve ortaya koyduğu sonuçlarla da ilgilenmek zorunludur.
Düşmana teslim edilen değerlerin fazla olduğu bazı cezaevlerinin kamuoyunda yarattığı olumsuz etkiler bu cezaevlerinden çıkan insanlarınyaşamlarındaki tutarsızlıklar ihanetlerin, pişmanlıkların oluşturduğu derin nefret ve olumsuz etkilenme ile, açık faşizmin en zorlu günlerinde dahi direnişin ödünsüz sürdürüldüğü, koyu bir karanlığın ortasında devrimin bayrağının kıpkızıl yükseltildiği cezaevlerinin yarattığı sempati, devrimçi potansiyelde yankısını bulan manevi güç, ideolojilerin ve genelde sosyalist düşüncenin geleceği güç, ideolojilerin ve genelde sosyalist düşüncenin geleceği açısından kazınan mevziler; sonuçların öneminin somut kanıtlarıdır.
12 Eylül sürecininişkencehanelerinde ve cezaevlerinde, özellikle daha önce mücadeleyi ön saflarda omuzlamış, bizzat örgütleyip yürütmüş kadroların korudukları veya yadsıdıkları değerler, mücadelenin tekrar yapılandırılması süreçlerini büyük ölçüde etkilemiş ve hatta kısa vadede kısmen belirleyici olduğu dahi görülmüştür.
Bu noktada, "cezaevleri ve dışarısı" na dair bir-iki yaklaşıma daha değinmek gerekir. Birinçisi, dışarıda yapılanmanın örgütsel zaafa uğraması, çeşitli nedenlerle geçici bir duraksamanın yaşanması, mücadelenin kesitiye uğraması; devrimcilerin cezaevlerinde siyasal varlık göstermelerini etkilememelidir. Uzun ve orta vadede, kuşkusuz bağlantılı dönüşümler yaşanacaktır. Fakat kısa vadede, mevcut değerler ve potansiyel mücadele verileri temelinde, cezaevlerindeki devrimciler kendi bulundukları alanın örgütlülüğünü sağlıyordu kendi koşullarında mücadele görevlerini ve üratimlerini sürdürmelidirler. Aksi halde, kendileriyle birlikte o gün savundukları devrimci değer ve görüşlerinin de yıpranmasının ve giderek çözülmesinin önüne geçilemez.
İkincisi, dışarıdaki mücadele dalgasının inişe geçtiği dönemlerde, içerdeki devrimçilere daha fazla görev düşmektedir. Genel bir doğru olarak mücadelenin belirleyicisi, esas mücadele alanı ve o alandaki elemanlardır. Bu bağlamda içeriden direkt örgütsel müdahale ve yönlendirme çeşitli pıratik sakıncalar taşır. İletişimin güvenliğine ve sürekliliğine göre belirlenen içeri-dışarı ilişkisi, son tahlilde koşullara bağımlı kalmalı zorundadır ki bu da iletişimin en sakıncalı yönünü oluşturur. Ne varki, sözkonusu iletişimin bu doğrulardan, yola çıkardı her dönem ve her koşulda içerdeki devrimci güç ve tecrübeli kadroların dışarıya karşı edilgen, pasif bir tutum içine girerek görevlerini yerine getirmeyip beklenmesi kaba bir yorumdur.
Tam tersine, koşulların kavranmaya çalışılması, iletişimin sağlıklı ve sürekli kılınmaya çalışılması tecrübe aktarımı, siyasi perspektiflerin açıklıkla ortaya konulup savunulması gerekmektedir. Bunları, yaşama ve mücadele yenileriyle sentezlemek, pratik değer kazanmasını sağlamada ise esas mücadele alanındaki elemenların işidir. ideolojinin genel kırıterleri olarak, benimsenmiş olan temel konularda gösteri olarak benimsenmiş olan temel konularda gösterilen zaaf ve sapmalarda ise, her koşuldaki devrimcinin olduğu gibi cezaevlerindeki devrimcilerin de örgütsel konum ve pratiklerine göre, söz hakkının da ötesinde, gerektiğinde müdahale hakları vardır.
Tutsaklığın üçüncü durağı olan mahkemeler, bir yandan baskı ve tehditelerin açıkça gündemde tutulduğu, bir yandan da cazip yemlerle devrimcilerin satın alınmaya çalışıldığı bir alandır 12. Eylül'den sonra dünyanın çok az ülkesinde bu tarzda kullanılan ihanet yasası ile, itirafçılık ve ihanet bir kurum haline getirilmiştir. İnsanlar bayağılaşma derecelerine göre "affedilmiş" gerçekte, kendilerini teslim ettikleri devlet onların kişiliklerine bir vantuz gibi yapışarak insanca hiçbir yönlerini bırakmamıştır. İhanet bir balçık kuyusudur. Tekrar çıkıp temizlenme şansı kesinlikle yoktur. Ne düşmana taslim edilen yoldaşların, olanakların tekrar düşmanın elinden alınması mümkündür, ne de katline sebep olunan soylu devrimcileri tekrar cen verilmesi... Tutsak alınan ya da yargılanan binlerce insandan çok az kişi kendisini bu balçık kuyusuna atma şerefsizliğini göstermiştir. Öte yandan yüzlerce devrimci, sempatizan ve taraflar, göstermeli kuralarla "savaş hali hükmlerine göre", "yargılanmış" ve topluca "mahkum" edilmişlerdir.
Devrimciler, cezaevlerindeki mücadelenin yanısıra, faşizmin hukukuyla ve mahkemeleriyle de hesaplaşmayı gerçekleştirmek zorundadırlar. Ayrıca, her türlü tecrit kuşatılmışlığı içindeki cezaevlerinden seslerini duyuramadıkları kamuoyuna buradan seslenmek, kişiler olarak değil, örgüt olarak yergılandıkları bu mahkemelerin senaryolarını tersyüz ederek buraları, devrimin ve devrimci mücadelerin savunulduğu, faşizmin yargılandığı platforumlar haline sokmak durumundadırlar.
Bu tavırı planlı ve koordine bir şekilde uygulamak amacıyla örgütsel bütünlük içinde gereken yapılmalıdır. uzun vadeli çıkarlar ve gereksinimler açısından, mümkün olduğu kadar fazla elemanın esas mücadele alanına ivedilikle kazandırılması için de gereken çaba gösterilmeli, bu yönde tek tek kişiler bazında değerlendirmelere gidilmelidir.
Ülkemiz devrimci kampının bu konulardaki genel gerçeklikleri, ondan kopuk olmayan, onun iç evrimleşmesinden soyut olmayan hareketimiz özelinde de yaşanmıştır. İşkencehane, cezaevi ve mahkeme tavrımızda, özgün faktörlerimiz temelinde eksiklikler olsa da, direniş ruh ve tavrının egemen olduğu görülür. Bazı olumsuz örneklere rağmen, örgütlsel kararlar, örgütsel tavır ve genel sonuç açısından onurlu bir miras oluşturmuştur.
Arkadaşlarımızın sıcak savaş içinde kazandıkları özel deneyimler, direnişin canlı bir örgütsel söylem konusu olması, bu konulardaki hatalara karşı gereken tavrın alınması, silahlı mücadeleyi aktif olanak yürüten ve ona bilinçli bir şekilde sahip çıkabilen militanların devrimine bağlılık, inanç, coşku değerlerinin ciddi ingellerden otlayarak güçlenmesi, açıklık, dürüstlük, devrimci onur, devimci ahlak gibi değerlere verilen önem; arkadaşlarımızın işkencede, cezaevlerinde ve mahkemelerde genel olarak doğru davranışlar içine girmesini doğuran etmenler olmuştur.
Bu konudaki önemli bir faktör de, yönetici ve kadroların çoğunluğunun olumlu örnekler oluşturmaları ve hatalar konusunda, hatayı yapan kim olursa olsun, baştan beri açık ve samimi bir yargılamaya gidilmesidir. Böylelikle, diğer bazı yapılanmalarda olduğu gibi merkezi kadroların zaaflarını örtbas edecek tarzda çarpık kitleler oluşmamış, genel doğrular mevcut gerçeklere uydurulmak için zorlanmamış, daha sonrası için de çok ağır örgütsel yükler oluşturacak tehlikeli yollara sapılmamıştır.
Hareketimiz genelinde bu konda yaratılan olumlu ve örnek tavırların yanısıra, yüzlerce kişinin içinden çıkan birkaç istisna soysuz çözülmüş, teslim olmuş ve hatta düşmanla işbirliği içine girimiştir. Anında yargılanan, kamuoyuna ilan edilen ve mahkum edilen bu hainler ve onların durumu, özel olarak ayrıca ele alınıp irdelenmek zorundadır. Her açıdan geleceğe tecrübe aktarımı olacak tarzda açılmalı, örneklerin özgün ve tipik yanları yakalanmalıdır.
(Not: 14. sayıda devam edecek)


 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92