Bir Cinayet ve Bir Mektup
|
Musa Anter'e dek uzanan gazeteci cinayetlerinin
arkasından, Kontr-Gerilla son olarak da Elazığ İHD şube
başkanı Avukat Metin Can ve Doktor Hasan Kaya'yı katletti.
Vedat Aydın cinayetine çok benzer biçimde önce kaçırıldılar
ve sonra bir yol kenarında cesetleri bulundu.
Bu konuda dergimize iletilen bir mektubu yayınlıyoruz.
"Bilindiği gibi 21 Şubat 1993 pazar günü arkadaşlarının
evinden ayrıldıktan sonra Avukat Metin CAN ve Doktor
Hasan KAYA kimliği belirsiz kişilerce(!) kaçırılmışlardı.
Olaydan bir gün sonra kaçırılan kişilerin evlerine telefon
eden bir kişi kocalarının öldürüldüğünü bildirmiş ve
başsağlığı dilemişti. Ancak CAN ve KAYA aileleri bu
telefona inanmamış, Ankaraya giderek kocalarının bulunması
için hükümet yetkililerinden yardım istemişlerdi. Bu
sırada Elazığ İHD şubesinde aileler açlık grevine gitmişlerdi.
Aradan yaklaşık bir hafta geçmesine rağmen kocalarından
haber alamayan eşler, durumu gerekli yerlere iletmişlerdi.
Bu arada Elazığ İHD Şube Başkanı Avukat Metin CAN'ın
ayakkabıları bürosunun önüne bırakılmış ve ailelerin
iyice ümitlerinin kesilmesi amaçlanmıştır.
Aradan tam 6 gün geçtikten sonra yani 27 Şubat 1993
Cumartesi günü; CAN ve KAYA'nın cesetleri Tunceli'ye
12 kilometre uzaklıkta bulunan DİNAR Köprüsünün altında,
elleri arkalarından demir telle bağlanmış ve başlarına
birer kurşun sıkılmış şekilde bulundu. Olay yeri sürekli
askeri denetim altında bulunan bir yerdir. Oraya pikniğe
giden insanlar normal şartlarda en az iki defa aramadan
ve kimlik kontrolünden geçirilirken, nasıl oldu da CAN
ve KAYA'yı katledenler görülmedi, ya da hiç kimseden
şüphelenilmedi ?..
Cesetleri gören balık avlamaya giden çocuklar, durumu
hemen Tunceli'ye bildirirler. Biz olay yerine saat 13.30
civarında gittiğimizde cesetler daha köprünün altındaydı.
Gördüğümüz manzara korkunçtu. Her ikiside bağlanarak
öldürülmüş, yüzüstü yatıyorlardı. Ayakabıları yoktu.
En önemlisi boş kovanlar oradaydı ve kan daha tazeydi.
Yaklaşık 70-80 kişilik bir kalabalık birikmiş, askerler
tarafından cenazelere yaklaştırılmıyordu. Tunceli Emniyeti
ve bir subay olay hakkında yorumlar yapıyorlardı (!)
Aradan 1 saat gibi bir süre geçmişti ki Elazığ'dan bir
minübüs geldi. Geldiği gibi içinden inenler askerleri
yararak cenazelere kapandılar. İşte bu sırada kalabalıktan
sloganlar patladı. Emniyet yetkilileri bu kişileri durdurmaya
çalışıyor ama nafile. Sonradan öğrendiğime göre biri
avukatın eşi diğeri ise abisiymiş. Açlık grevinde oldukları
halde her ikisinide 3'er kişi zor tutuyordu. Şunu da
belirteyim, olay yerinde burjuva basınından hiç bir
muhabir yoktu. Yalnızca emniyetin fotoğrafçısı fotoğraf
çekiyordu.
Cenazeler Tunceli Devlet Hastanesine otopsi için götürülecekti.
Ortada yalnızca bir ambulans ve bir sedye vardı. Cenazeler
sırayla götürüldü. Bu sırada bir tabur komando birliği
de gelip dağı kuşatmaya aldı. (Ne gereği varsa?) Bunlarla
birlikte emniyetin kamerası da boş durmuyordu. Herhalde
gelecek seferki faili meçhul cinayetin çekimlerini hazırlıyordu.
Tunceli Devlet Hastanesinin önündeyiz.
Artık olay polisten soruluyor. Kimse hastaneye yaklaştırılmıyor,
herşey gözaltında tutuluyordu. Yaklaşık 250-300 kişi
toplanmış olayı sürekli protesto ediyordu. Daha çok
öğrenci ve memurdu bu kitle. Sendikalar ayaküstü platformu
oluşturup kepenklerin kapatılması gerektiğini kararlaştırdıktan
sonra sloganlarla protestoya devam edildi. Polis cenaze
sahiplerine gitmelerini, cenazeleri kendilerinin getireceklerini
belirtiyorlardı. Tabii ki bir çocuğun bile inanmayacağı
bu öneri sloganlarla reddedildi. Otopsinin devam ettiği
bahanesiyle cenazelerin verilmesi uzatıldıkça uzatıldı.
Bu arada kepenkler kapatılmış, kalabalık çoğalmıştı.
Polis insanların bu kadar duyarlı olabileceğini herhalde
tahmin etmemişti. Kitle fazlalaşınca cenazelerin verilmesi
akşam karanlığına bırakıldı. Arada tüm devrim şehitleri
için saygı duruşu yapılmış, polislere psikolojik savaş
başlatılmıştı.
Tabutlar getirildikten sonra, gergin bekleyiş başladı.
Yağmurun yağmasına rağmen kalabalık habire artıyordu.
Çocuk, kadın herkes olayı duymuş hastanenin önüne gelmişti.
Saat 17.30-18.00 sıraları. Yani cenazeler hastaneden
çıkarılacak ama nasıl? İşte tam bu sırada polis saldırısı
başladı. Azgın bir köpeğin saldırısıydı bu. Sanki önündeki
kemik alınmış ve kudurmuşlardı. Gözleri hiçbir şey görmüyordu.
Polis kalabalığı dağıtmayı bir ölçüde başarmış, cenazeleri
bu panik anında polis kordonunda kaçırmıştı. Kitle bir
anda ne olup bittiğini anlamadan iş işten geçmişti.
Zaten karanlık ve yağmur da var. Herkes bir yere sığınma
ve gözaltından kurtulma çabası içerisine girdi. Bu sırada
onlarca kişi gözaltına alınmış, sopalardan nasibini
almıştı. Yalnızca bununla kalmayıp, insan yutan panzerlerini
de kolay kalabalığı dağıtmak için kullanmıştı. Ama kendileri
de taştan ve sopalardan yeteri derecede nasip almışlardı.
Arka sokaklara kaçışan insanları takip eden polisler
silah da kulandılar deniliyor, ama ben ses duymadım.
Unutmadan, kalabalık daha yeni yeni toplanırken yabancı
plakalı arabalar Tunceli girişinde durdurulmuş ve şehire
sokulmamıştı. O akşam saat 19.00'da Tunceli'yi ölüm
sesizliği kaplamıştı.
Ertesi günü, yani 28 Şubat 1993 tarihinde evden çıktığımda
kepenkler kapalıydı.
O gün öğrendiğimiz kadarıyla cenazeler Elazığ'da yaklaşık
1500-2000 kişilik bir kalabalıkla toprağa verilmişler.
(28-2-1993 günü)
İşte bir faili belli cinayet daha, faili belirsiz bir
hale dönüştürülmüştü.
"Özlemlerle koşmak,
Koşmak en umutsuz bildiğimiz
deli fırtınalar peşinde...
yarınlara yürümek,
Yürümek en güzel sevgilerin,
dost dolu bahçelerin içinde yürümek,
Sizler her zaman yanımızdasınız,
Sevgi dolusunuz!..."
Not : Bütün bunlar Mecliste olağanüstü halin kaldırılması
gündeme geldiğinde olmuştur. Dikkat ediyorum her 4 ayda
bir en az bir olay yaşanıyor.
|