Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Tarihsel dönüşümler, ekonomik, siyasal, kültürel, sosyal imbiklerden süzülerek gelmiş bütün olguların, birikimlerin üzerinde yükselmiş süreçlerdir. Varolan mevcut sınırlarını zorladığı ya da onların mevcut sınırlarının zorlandığı, bilimin her türünün kendisini yeni değerler ve ufuklar aradığı süreçlerdir.
Çağımıza kadar dönüşümler, bilimsel olmayan ve özellikle toplumsal-siyasal perspektiflerden yoksun indirgemeci mantıklarla bir ya da birkaç nedenle açıklanmaya çalışılmıştır. Onların bir birikimler sürecinin evrimi olduğu gerçeğini ise Marksizm-Leninizm açıklamıştır.
Bu saptamanın en görkemli örneği de çağın en büyük ve en önemli tarihsel dönüşümü olan Büyük Ekim Devrimi'nde yaşanmıştır.
Ekim Devrimi, belki de tarihin en önemli ilklerini bağrında bu denli yoğun taşıyan bir 'ilk'tir...
Tarihsel dönüşümün zemini ve bir ayağı, 1800'lerden itibaren dünya halklarının mahkum edilmiş olduğu yaşam tarzının artık o şekilde yaşamama iradesine tekabül etmesidir, ikinci ayağı ise, bu durumun bilimsel açıklamasını yapan, onu çözümleyen ve en önemlisi bu çözümlemelerde ifade ettiği durumun nasıl değiştirilebileceğini, alternatif tarihin nasıl ve kimin tarafından yazılabileceğini, yazılmasının kaçınılmazlığını ortaya koyan Marksizmdir. "Marksizm, işçi sınıfı partisini eğiterek, iktidarı almaya ve bütün halkı sosyalizme götürmeye, yeni rejimi yönetip örgütlemeye, burjuvazi olmaksızın ve burjuvaziye karşı kendi toplumsal yaşamlarının düzenlenmesi için, bütün emekçi ve sömürülenlerin eğiticisi, yol göstericisi ve önderi olmaya yetenekli proletarya öncüsünü eğitir" Marksizmin, bu özünde en geniş çaplı eğitimini de ilk olmasına ilişkin toplumsal işlevinin dolaylı ya da dolaysız bir sonucu olarak, 1917'de milyonlarca insanın tarihe koyduğu inisiyatif olan Ekim. Devrimi gerçekleşmiştir.
Böylelikle, dünyanın en büyük "ütopya"sı, dünyanın en büyük dönüşümü halinde kitlelerin elinde ete kemiğe bürünmüştür. Her önemli yeni'nin, kendini her anlamda nesnelleştirmesine kadar geçen sürede işleyen kuşku ve inançsızlığın yasaları, Ekim Devrimi karşısında da varlığını korudu. "Yapamazlar" kehanetleri bu kez "bir kaç ay dayanamazlar" kehanetlerine dönüştü. Ne var ki bu kehanetlerin hiçbiri gerçekleşmedi. Şimdi gerçekleri proletarya yazıyordu ve tarihe ilk büyük devrimini yazdığı gibi, proletarya diktatörlüğü devletini de yazdı. Lenin'in, "emperyalist savaşın yol açtığı proleter devrimleri zincirinde bir halka" olarak tanımladığı Şubat Devrimi deneyiminden sonra bu kez zaferin kendisi sosyalizmdi...
Zamanın bütün bildik ölçülerini yitirdiği yıllar yaşanıyordu.
1905'den on yıl önce, Taç Giyme Günü'nde aydınların bir kısmı Çar 2. Nikola'ya bir dilekçe veriyorlardı. Alabildiğince ılımlı reform taleplerini içeren bu dilekçeyi ve oldukça sınırlı bir temsil yetkisi isteklerini iletmek üzere Kışlık Saray'a geldiler. Dilekçeleri belki de o günün lütfuna kabul etme 'demokratikliğini' gösteren Çar, dilekçenin içeriğini görünce çok sinirlendi. "Bu çocukça hayallerden vazgeçin" dedi... 1905 Devriminde zorunlu olarak "meşruiyeti" kabul eden aynı çardı. Ve ardından çok fazla zaman geçmemişti. Hele aynı yıl, "Efendimiz" başlıklı bir başka dilekçeyi kendisine vermek üzere Kışlık Saray'a yürüyen St. Petersburg işçilerinin üzerine ateş açtırarak bini aşkın işçinin ölümüne neden olmasının üzerinden hiç zaman geçmemişti.
Rusya emekçileri, otokrasinin zulmünün onun önüne ördüğü barikatlarla yılacak gibi gözükmüyordu. En sıradan taleplerini dahi yüzlercesinin katliamıyla engellemeye çalışan terörün önünde, sömürü koşullarına ve ücretli köleliğe hayır demekten vazgeçmiyordu. Kapitalizme ve yarı-feodal düzene karşı yaratabileceği en büyük gücü, örgütlü gücünü ortaya koyuyordu. Böylelikle ebedi burjuva egemenliği, "çocukça hayaller peşinde koşan" birileri tarafından yerle bir ediliyordu. Bu birileri, örgütlü ve partisinin önderliğinde yürüyen proletaryadan başkası değildi. "Burjuva egemenliği ancak proletarya tarafından alaşağı edilebilir, proletarya, ekonomik varlık koşullarını ve gücünü veren tek sınıftır. Burjuvazi, köylülük, ve bütün küçük burjuva katmanları böler ve dağıtırken, proletaryayı bir araya getirir, birleştirir ve örgütler. Büyük üretimde oynadığı ekonomik rol nedeniyle, proletarya, burjuvazinin çoğunlukla proleterlerden daha çok sömürüp ezdiği ve kurtuluşları için bağımsız bir savaşıma yeteneksiz bulunan bütün çalışan ve sömürülen yığınların yol göstericisi olmaya yetenekli tek sınıftır. Marx tarafından devlete ve sosyalist devrime uygulanmış bulunan sınıflar savaşımı öğretisi, zorunlu bir biçimde proletaryanın siyasal egemenliğinin, diktatöryasının, yani onun kimseyle paylaşmadığı ve doğrudan doğruya yığınların silahlı gücüne dayanan (abç) bir iktidarın kabul edilmesine götürür."
Ustaların çıkarımlarıyla çok önemli bir tarihsel deney, dünya proleter devriminde ileriye doğru kesin bir adım, yüzlerce program ve us yürütmeden çok daha önemli gerçek bir ilerleme olan ve Marks'ın, "cennetin zaptına çıkanlar" olarak tanımladığı Paris Komüncülerininin 1871'deki yenilgi deneyiminin, 1905’te sınıfın kendini ateşin ortasında sınadığı günlerin ardından ve onlardan derlediği tecrübelerle sınıflar savaşımının öğretisi, yığınların silahlı gücüne dayanan bir iktidarı yaratacaktı.
1905 Devrimi esnasında Japonya ile savaşmakta olan Rusya, bu kez 1914 Temmuz'undan beri savaşıyordu. Ne var ki, onbinlerce ölünün ve yüz binlerce esirin verildiği bu savaş, sanki baştan beri Rusya'nın savaşı değildi. Almanya'nın ilan ettiği savaşa karşı ilk günlerde sokağa dökülen ve milliyetçilik duygularını ifade eden halk, Çar'ın seferberlik ilanına karşı aynı sıcak yaklaşımı göstermedi. Emperyalistlerin bu ilk dünya pazarlarının yeniden düzenlenmesi savaşı, Çarlık Rusyası'ndaki devrimci durumun hızla derinleşmesini getirdi. Savaş, yönetilenlerin yaşam düzeyini, bu şekilde yaşamanın imkansızlığını bütün çıplaklığıyla görecekleri "had safhaya" indirirken; yönetim bunalımı da Çar'ın savaşa karşı dahi kayıtsız kalmasıyla belirginleşiyor, başarısız saray darbelerini, 1915'ten sonra ardarda gündeme getirilen hükümet değişiklikleri izliyordu. Bütün bunlardan, bunalımın daha da yoğunlaşmasından başka bir sonuç alınamıyordu. Sadece burjuvazinin temsilcileri Duma'da, savaştan umdukları çıkarlar nedeniyle, mevcut durumun hararetli ama çaresiz koruyucusu rolünü oynamaya devam ediyorlardı.
‘Toplumsal yardımlaşma örgütleri’ olarak bilinen Savaş Sanayi Komiteleri'nden biri olan Petersburg Savaş Sanayi Komitesi'nde işçiler de bulunma hakkı kazandı. Bolşeviklerin bu tür komitelere, "emperyalist gerici savaşı teşvik etmeleri" nedeniyle karşı çıkmaları ve boykot taktiği, onlara daha sonra İşçi Temsilcileri Sovyeti'ni yaratma yolunu açan tavırlardan biriydi.
Artık 1917'ye geliniyor. Ve olaylar devrime doğru hızla ilerliyor Sarayın her türlü yozlaşmasının, çürümesinin sembolü haline gelen Papaz Rasputin öldürülüyor. Kanlı Pazar'ı anma gösterileri, sınıfın kendi gücünün etkinliğini gördüğü, Çarlığın korkusunun büyüdüğü bir olay haline geliyor. Çar Duma'yı kapatıyor. 1917'nin ilk ayında merkezi işçi grubunun üyeleri tutuklanıyor ve tutuklamalar patlamanın önemli etmenleri hanesine yazılıyor.
Bastıran kış, bir yandan emekçi kitlelerin sefaletini, öte yandan burjuvazinin sefahatini büyütüyor.

"KARAR VERDİK-İKTİDARI ELE ALIYORUZ"
Çar gelişmeleri değerlendirebilecek durumda dahi değil. Saraylar arasında mekik dokuyor. "Halkının" kendini tekrar yücelteceği günlerin hayalini kuruyor, işi nasıl kurtarabileceklerinin kaygısıyla burjuvazinin bir bölümünde reform eğilimleri gelişmeye başlıyor. Akşamdan sabaha değiştirilen bakanlar, ortalama ömrü altı ay olan başbakanlar, "yönetemezliği" tekrar tekrar vurguluyor.
Kanlı Pazar'ı anma yıldönümünde savaş aleyhtarı sloganlarla yürüyen yüzelli bin dolayında işçi... Dükkanların önünde uzayan kuyrukların ardından dükkanlara saldırılar... Zam taleplerinin reddi üzerine grevler, lokavt kararlarına karşı onbinlerce işçinin sokağa dökülmesi...
Ve kadınlar... 1917'de de, toplumsal nabzın yükseldiği her zaman olduğu gibi, olayların tam ortasında, "Ekmek" sloganıyla sokağa, meydanlara çıkıyorlar. Bütün bunlar siyasal ifadesini bulmakta gecikmiyor, "Kahrolsun Savaş", "Kahrolsun Otokrasi".... Çar polisinin ateşine karşı taş...
Nihayet genel grev 25 Şubat'ta başlıyor. Göstericilerle polis ve askerler arasında kıyasıya bir vuruşma. Petersburg, Petersburglu proletaryanın işgali altında. Proletarya sokakta, öğrenciler sokakta. Ulaşım ve iletişim yok. Yerleşik düzenin bütün mekanizmaları büyük bir hızla çalışamaz hale getirilmiş.
Halkın tavrı büyüdükçe düzenin vahşeti büyüyor. Vahşet büyüdükçe halkın tepkisi gelişiyor. Ve kendisini çevreleyen bütün kabukları kırıyor.
Proletarya ilk günden beri sadece öğrencileri değil, askerleri de omuz başında görmeye başlamıştı. Askerler, "biz artık halka ateş açmayız" diyordu. Ayaklanmanın son günü, gelişmelerin dizginlerinin tamamen el değiştirebileceğini gören bir Duma üyesi, Duma'yı kuşatan proletaryaya, "karar verdik, iktidarı ele alıyoruz" diyordu.
Tarihi sarsan bu beş günlük deprem, kitlelerin kendiliğinden oluşan insiyatifinin eseriydi. Önderliğin ve örgütlülüğün yönlendirmediği bu süreçte, bütün Bolşevikler kitlelerin yanında yerlerini aldılar. Kendilerinin program ve yönlendirmesiyle gerçekleşmediği halde ve parti merkezinin durumun dışında kalmasına rağmen her Bolşevik bulunduğu yerde kitlenin bir öznesi oldu. Devrim günlerine katıldı. Ve bu katılım, Ekim Devrimi için engin bir tecrübe hazinesi oldu.
Şubat Devrimi'nden sonra bütün Rusya'yı, kitlelerin ihtiyaç ve etkinlerinin sonucu olan Sovyet örgütlenmeleri sarmaya başladı. 1917'ye gelindiğinde, Lenin'in mevcut duruma ilişkin görüşleri şöyleydi: "Geçici Hükümet ile yan yana proleteryanın, şehir ve kır nüfusunun bütün yoksul kesiminin çıkarlarını temsil eden gayrıresmi, henüz gelişmemiş, ve öbürü ile kıyaslandığında zayıf olan işçilerin hükümeti yükseldi. Bu, Petersburg'daki işçi temsilcileri Sovyeti'dir... İşçi Temsilcileri Sovyeti, isçilerin bir örgütü, embriyon halindeki işçi hükümetidir... Bizimki bir burjuva devrimidir diyoruz biz. Marksistler, işçilerin bu yönden burjuva politikalarının aldatmalarına karşı gözlerini açmalıdırlar. Onlar bu sözlere inanmamalarını bütünüyle kendi güçlerine, kendi örgütlerine, kendi birliklerine ve kendi silahlarına bağımlı olmalarını öğretmelidirler... Oktobristler'in ve Kadetler'in , Guçgovlar'ın, Milyukovlar'ın Hükümeti samimi olarak istese bile halka ne barış, ne ekmek, ne de özgürlük veremezler. Eğer siyasi iktidar Rusya'da işçi, asker ve köylü temsilcileri Sovyetlerinin ellerinde olsaydı bu Sovyetler ve onlar tarafında seçilen bütün Rusya Sovyeti partinin barış programını hayata geçirebilirdi." Lenin, devrimde Sovyetlerin önemini, en güzel şu cümleleriyle vurguluyordu: "Rus halkının dehası Sovyetleri yaratmamış olsaydı. Ekim Devrimi bir hayaldi."
Ve Lenin Şubat Devrimi günlerinde bulunduğu İsviçre'den ülkesine döner dönmez kitleleri, "gerçekleştirdiğiniz Rusya Devrimi yeni bir çağ açtı. Yaşasın dünya sosyalist devrimi" diye selamlıyordu. Burjuva Demokratik Devriminin tamamlandığını ve kesintisiz devrimle sosyalist devrimin gündemde olduğunu söylüyordu. Parti içi mücadelenin de en yoğun şekliyle sürdürülmesini izleyen aylarda, sınıf içinde hızla örgütlenildi. Sınıf ve ittifakları, her gün biraz daha radikalleşti.
Bir yandan burjuvazinin iktidarını sürdürdürdüğü, bir yandan da proletaryanın ve ittifaklarının kendi sovyetlerinde örgütlenerek iktidar olduğu-iktidara yürüdüğü aylar bitmiş, devlet mekanizmasının yukardan aşağıya alaşağı edileceği devrim günleri gelmişti: Ekim...
Genel ayaklanmanın ardından Kışlık Saray kuşatılmış ve Geçici Hükümet tutuklanmıştı.
26 Ekim sabahı tüm Rusya İşçi ve Asker Sovyetleri iktidardaydı.
"Bütün iktidar sovyetlerdeydi"
Bunlar, "yarının çok geç olacağı günlerdi" ve önderliğin doğru taktiklerinin başarıdaki payı tartışılmazdı. Devrimin sınıflar çatışmasının en yoğun olduğu günleri, parti içi çatışmaların da en yoğun olduğu günlerdi. Mevcut durumu devrimin olgunlaşmış koşulları olarak değerlendiremeyen, bunun için kapitalizmin gelişmesini önşart gören anlayışlara karşı Lenin, en zorlu mücadelelerinden birini verdi. II. Enternasyonal revizyonistlerinin yargılarına karşı da tekrar Lenin'in o zamanlardaki marksist felsefe yorumuna dönelim. Lenin, devrimde duraksama ve atılımın rolünü şöyle çiziyordu: "Marksta ütopyacılığın zerresi yoktur. O tepeden tırnağa "yeni" bir toplum türetmez. Hayır, o yalnızca yeni toplumun eskisinin içinden doğuşunu, eski toplumdan yeni topluma geçiş biçimlerini, doğal bir tarih süreci olarak irdeler. Somut proleter yığın hareketi deneyini ele alır ve ondan pratik dersler çıkarmaya çalışır. Marks. Komün okulundan ders alır, tıpkı bütün büyük devrimci düşünürlerin ("silaha sarılınmamalıydı " diyen Plehanov ya da "bir sınıf kendi özlemlerini kendisi sınırlamasını bilmelidir" diyen Çeretelli örneği) hiç bir zaman bilgiççe bir "ahlak" açısından yanaşmaksızın, ezilen sınıf hareketlerinin büyük okulundan ders almakta duraksamadıkları gibi."

İDEOLOJİK-POLİTİK BÜTÜN KUŞATMALARA RAĞMEN EKİM DEVRİMİ YAŞIYOR
Lenin'in vurguladığı değişme özelliklerinin doğru kavranamamış olması, devrimini yapmış ülkelerde yaşamakta olduğumuz süreçte meydana gelen değişmeleri de kavrayamamanın en önemli nedenlerinden biridir. Marksist felsefenin yeterince kavranmış olduğu bir düşünce sistematiği, ne sosyalist devrimlerin politik ayağını herşeyin tepeden tırnağa değiştiği süreçler olarak görür ne de ondan sonraki gelişmelerin-çatışmaların başarı ve başarısızlıklarını, "sosyalizm doğru mudur yanlış mıdır", "sosyalizm var mıdır yok mudur" saçmalarında arar. Bu düşünsel sefalete göre, belki de sosyalizm hiç olmadı...
Yerleşik düzenlerin değiştirilmesi, o düzenin köklerini saldığı her alanın olgularının yerine, daha yetkin özellikleriyle nesnelleşmiş 'yeni'lerinin yerleştirilmesi, bu arada yaşanacak çatışmaların kurbanının insanlar ve doğrular olmamasını sağlamak on yılların işi olamaz. Kaldı ki, emperyalizmin yıpranmamış güçlerinin dünyayı sarıp sarmaladığı ve felsefesinden maddi zenginliklerine kadar her alanda sosyalizmi kuşatarak onu yok etmeyi gündeminin birinci maddesinden indirmediği bir süreçteki dönemsel başarısızlıklar, sosyalizme karşı paniğe kapılmayı gerektirmez (ve bu arada sosyalizmin başarısını kanıtlamak için ille de ayakta kalmış bir örnek aramak gerekmez). Bazı "Marksist-Leninistler"in başından beri Marksizm-Leninizmi doğru çözümleyemeyerek sosyalizmin giderek büyüyen sorunlarını görememeleri de sorunun diğer yanını oluşturdu. Sosyalist dönüşüm mücadelesine böylelikle gereken değerin verilmemesi ve "mevcut sosyalizmin" yüceltilerek yabancılaştırması, günün birinde mevcutta aslında yabancılaşmadan başka bir şey olmadığını iddia etmeye kadar götürebildi insanları...
Sovyetler Birliği'nde devrimden sonraki kuşağın, o dönemin devrimci değerlerinin canlılığı içinde sosyalizmi pratikte içselleştirme tavrı, bir kültüre dönüştürülemediği, devlet konusunun problemleri çözülemediği için, bir dönemden sonra sosyalizmin mevcut mirasıyla beslenip varlığını sürdüren bir 'sosyalist tüketim' (!) başladı. Bunun yanısıra kitlelerin eğitimi, komünizme doğru devrim programına bağlanmayan, soyut ve ilkel tarzda sosyalist kahramanları anma noktasında düğümlendi. (Biraz da bunun içindir ki buhar kazanının istimi boşalır boşalmaz önce heykeller devrildi, bayraklar yırtıldı.) Yıllarca sosyalizmin nasıl yaşadığını, büyük, daha büyük heykeller dikerek kanıtlamaya mı çalışıyorlardı? Yoksa bunlar partilerin Marksizm-Leninizme ne kadar bağlı olduğunun ölçüleri miydi?
Kitleler için ise sosyalizm, anti-emperyalist bilinç ve komünizm hedefleri, düşüncelerinin de yaşamlarının da olguları olmaktan her gün biraz daha uzaklaştı. Bugün dağılan. parcalanan ve emperyalizmin her gün biraz daha evcilleştirdiği eski sosyalist blok ülkeleri, bu tutumlarıyla emperyalizmin kendilerini boğmasına karşı cepheden yardım etmekte başarı gösterdiler.
Son dönemde emperyalizm, soğuk savaştaki taktiklerini hızla değiştirdi. Oluşturulmuş birikimin şimdi istenilen sonuçları yaratmaya başladığı tesbit edilerek, o amansız sosyalizm düşmanlığının Gorbaçov döneminde unutulmuş gözükmesi. emperyalizmin "evcilleştirme" taktiklerinden birisiydi.
Lenin,1917'deki şu sözlerini bugünkü tablo karşısında belki sadece birkaç özne değişikliği ile tekrarlardı : "Tarihte devrimci düşünürlerin öğretileri ile, kurtuluşları için savaşım veren ezilen sınıflar önderlerinin başına bir çok kez gelen şey bugün de Marks öğretisinin başına geliyor.Egemen sınıflar sağlıklarında büyük devrimcileri ardı arkası gelmez kıyıcılıklarla ödüllendirirler. Öğretilerini en vahşi düşmanlık, en koyu kin. en taşkın yalan ve kara çalma kampanyalarıyla karşılarlar ". "Ölümlerinden sonra büyük devrimcileri zararsız ikonlar durumuna getirmeye. söz uygun düşerse azizlestirme ve ezilen sınıfları teselli etmek ve onları aldatmak için adlarını bir ayla ile süslemeye çalışırlar.
(Sürecimizde bu aylalar devrimini yapmış ülkelerin sosyalist partileri tarafından kullanıldı.) “Böylelikle devrimci öğretüi içeriğinde yoksunlaştırılır, değerden düşürülür ve devrimci keskinliği giderilir.” Lenin devam ediyordu: “Burjuvazi ve işçi hareketi oportünistleri, bugün marksizmi evcilleştirme biçimi üzerinde birleşiyor.” (Şimdi bu ‘birleşme’, emperyalizmle eski sosyalist blok ülkelerinin yeni yöneticileri tarafından yapılıyor.) “öğretinin devrimci yanı ve devrimci ruhu unutuluyor, siliniyor ve değiştiriliyor."
Bugün emperyalizmin yürekten alkışlayarak teşvik ettiği, bir yandan da açılan bütün kapılardan ve yıkılan bütün duvarlardan girerek deyim yerindeyse değişik bir istila biçimi uyguladığı, büyük bir hızla maddi bağlar geliştirip "artık bizim paramıza ihtiyaçları var bu nedenle de istediğimizi yapmak durumundalar” dediği bu ülkelerin son bir hamle ile bütün sosyalist simgeleri silkeleyip atması ve bazı kurumları tamamen çözme sürecine girmesi kalmıştır.
Sosyalizmin en temel problemleri olan devlet ve demokrasi sorununda proletarya diktatörlüğünün rolünü yanlış kullanan bu ülkeler, sınıfın diktatörlüğünü (ve demokrasisini) partinin işlevlerine hapsederek sosyalizmin yolunu değiştirmişlerdir. Partinin halkları kucaklaması prensibi, partinin halklardan uzaklaşıp ona yabancılaşması şekline bürününce, girilen yolun dolaylı biçimde ama eninde sonunda kapitalizme çıktığı, bugün artık ekonomik ve sosyal anlamıyla somutlanmıştır.
Bu ülkelerde SBKP önderliğinde geliştirilen pratik sonucunda, halkın kendisini içselleştirdiği ve örgütlediği en yüksek örgütlenme tarzı olan proletarya diktatörlüğü yerine adeta, halkla çizgilerini çekmiş bir "sınıf" gelişmiştir. Dolayısıyla zaman, sosyalist örgütlenmenin ve bilincin gelişmesi ve giderek halkın bütününe malolması, böylelikle de sınıfların sönmesi lehine değil, bunun tersini geliştirme, ilk dönemlerde yaratılan birikimin de yenilip bitirilmesine yönelik çalışmıştır.
Devrimler başlar ama bitmez. Bu ülkelerde soyut ve ülkelerin ekonomik, sosyal, siyasal koşullarına uygun düşmeyen kaba sosyalist propaganda devrimci politikanın yerine ikame edilmiştir. Bu durumun ne denli vahim bir yabancılaşmaya yolaçtığını bir gazeteci şöyle dile getirir: Macaristan'da,1959 yılında Marks ve Engels alanına gidilerek bu insanların heykelleri altında, alana adlarını verenlerin kimler olduğu sorulur. Biri "Rus filozofuydu" diyor. Bir başkası "Lenin'in eserlerini Macarcaya çevirmiştir" diyor. ”Moskova'da yaşayan bir devrimci yazar olduğunu", "Alman politikacısı olduğunu" söyleyenler çıkarken, yanıtlardan biri çok daha ilginç: "Ben Budapeşte'li değilim kasabadan geldim, buraların yabancısıyım."
Halkların Marksist-Leninist politikalarla revizyonist politikalar ayrımını koyabilmesi için ihtiyacı olan sosyalist eğitimden uzak tutulması başarısı gösterildiği için ”revizyonist politikalara" demek yanlış olur ama, reyizyonist politikaların yarattığı güncel sorunlara karşı halkların hiç mi tepkisi olmamıştır? Kuşkusuz olmuştur. Bunların incelenmesi bir başka yazının konusudur. Ama burada vurgulanması gereken noktalar şunlardır ki, ne tepkiler sosyalist bir halkın güçlüklerinin tepkileriyle, ne de partilerin bu tavır alışları nitelemeleri sosyalist bir devletin nitelemeleriyle çakışır.. Sözgelimi, ilk tepkilerden biri olan Doğu Alman halkının 1953'te ücret artışı için sokaklara dökülmesi ve parti yöneticilerinin bu durumu "karşı devrimci" olark nitelemesi ne büyük talihsizliktir...
Sanıyoruz bu talihsizliğe karşı en iyi yanıtı Brecht vermiştir. Brecht, parti yöneticilerine: "o halde" demiştir "eğer beğenmiyorsanız gidin kendinize yeni bir halk seçin..."
1917'den sonra birşeyler dünya çapında gerçek anlamda değiştikten, kapitalizmden sınıfsız topluma geçişin en ciddi adımları atıldıktan, dünyanın en güçlü görünen otokrasisi kitlelerin silahlı ordusu ile yıkıldıktan, burjuva toplumların en güçlü silahı olan sürekli ordu ve bürokrasi çözüldükten sonra; Marks'ın sosyalizm öncesi devrimlerden çıkardığı sonuçlar tekrar uyanmıştı bir anlamda. Marks diyordu ki: "Bütün siyasal devrimler bu makinayı kıracak yerde daha da yetkinleştirmekten başka bir şey yapmadılar. İktidar için ardarda savaşan partiler, bu engin devlet yapısının fethini kazananın başta gelen ganimeti saydılar."
Sosyalist ilerleme, partinin proletarya diktatörlüğünü kendisi ile özdeşleştirmesiyle sağlanamaz. Devrimden sonra (daha doğrusu devrimin iktidar olarak başladığı yerde) parti yine öncüdür. Proletarya diktatörlüğünün öncüsüdür, ama kendisi değil... Ve onun rolü, bu öncülüğü kitlelerin sosyalizmi inşaasına, emperyalist kuşatmanın tahrip edici, zorlaştırıcı, yıpratıcı işlevlerine karşı kitlelerin sosyalizmi-devrimi yaşatma görevinde kendini örgütleyici misyonunu bilince çıkarmasına aktarmakla nesnelleşir. ”Ancak kitlelerin deneme ve hata yöntemini uygulaması ile sosyalizm ve demokrasi yönünde ilerleme sağlanacaktır."

SOSYALİZMİN SORUNLARININ ÇÖZÜMÜ SOSYALİZM VE DEVRİM BİLİNCİNDE YATIYOR
Dünyadaki bu gelişmeler, ülkemizde bir devrim yenilgisinin etkilerinin çok güçlü olduğu bir döneme rastladı. Dolayısıyla depolitizasyon, bu olumsuzluklardan ve başarısızlıklardan yola çıkarak sosyalizmi dıştalama programının ilk ayağı olan destalinizasyona evrildi.
Zaafların en güçlü etkisi, kaçınılmaz olarak sosyalizmin en hassas ve önemli konuları olan parti (örgüt) inkarcılığında yoğunlaştı. Proletarya diktatörlüğü ve demokrasi iki zıt kavram haline getirildi. Saflardaki yılgınlıklar sosyalizme saldırının en kolay olduğu bu dönemde şimdiye kadar görülen tasfiyecilik ve inkarcılık biçimlerini zenginleştirdi.
Bütün bunlara rağmen sosyalizmin bilimsel nesnelliği ve EKİM'in devrimci ruhu bu gerilemeyi durduracaktır. Sosyalizm tarihin dönüm noktalarının en önemlilerininden biridir ama bugün içinde bulunduğu sorunlar yalnızca tarihte bir sayfadır. 74. Yıldönümünde de ZAFER SOSYALİZMDİR!...

 


 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92