Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

ÖĞRENCİLERİN YÖK'Ü PROTESTO EYLEMLERİ DEVAM EDİYOR


-10. Kuruluş yıldönümünde YÖK üniversitelerde protesto edildi.
-İ.Ü.'nde düzenlenen forumu basan polis terör estirdi. 37 öğrenci yaralandı.
Başta İstanbul, Ankara ve İzmir'deki üniversitelerde boykot, yürüyüş, toplantı ve forumlarla, YÖK, 10. yıldönümünde protesto edildi.
İstanbuldaki gösterilrde polisin saldırısı üzerine çatışma çıktı. (6 Kasım 1991)
İ.Ü. Merkez kampüsünde boykot ilan eden öğrenciler YÖK'ü ve üniversitedeki polis işgalini protesto için birforum düzenlediler. Saat 13.00'de başlayan forumu polis bastı. Polise direnen öğrenciler, polis kuşatması altında eylemlerine devam ettiler. "Polis Defol, Üniversite Bizimdir" pankartlarının açıldığı forumda "polis defol üniversiteler bizimdir", "kışla değil üniversite", "silahların gölgesinde eğitime hayır" sloganları atıldı.
Kuşatma ile direnişi kıramayan polis, cop ve özel eğitilmiş köpeklerle öğrencilere saldırdı. Bu sırada polis amirinin "kimseyi kaçırmayın, herkese vurun" diye bağırdığı duyuldu. Polis, fotoğraf çeken gazetecileri de copladı. 35'i aşkın öğrenci başından yaralandı. Olayın ardından öğrenciler toplu bir şekilde Mediko-Sosyal'e yürüdüler. Yapılan ilk tedavilerden sonra Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi'ne sevk edlen öğrencilerden 37'sine adli tabipten 3 ile 10 gün arasında değişen sürelerde rapor verildi. Ertesi gün polisin tavrını pratesto eden öğrenciler, Cumhuriyet Savcılığı'nda; Çevik Kuvvet Amiri ve polisleri ile İstanbul Emniyet Müdürlüğü ve Siyasi Şubede görevli polisler hakkında suç duyurusunda bulundular.
11 Kasım günü İ.Ü. Merkez binasında forum düzenleyen bir grup öğrenci polisin saldırısını protesto ettiler ve baskılara boyun eğmeyeceklerini söylediler.
Gençlik özelliklerinin doğal sonucu olarak her zaman toplumun en dinamik kesimlerinden biri olmuştur. Haksızlıklara ve baskıya boyun eğmeme konusundaki tavrının yanısıra, arayışların ve yeniden yapılanmaların da aktif sağlıklı öğeleri olarak tarihin her safhasında kimliğini yazmıştır.
Ne yazık ki, 12 Eylül'den sonra, ülkenin diğer tüm kesimleri gibi, gerçek özelliklerine ve kimliğine yabancılaşan gençlik, son yıllardaki kıpırdanışlarını inanıyoruz ki artık sistemli bir davranışa dönüştürecektir. Bugün kısmi bir görünüm arzeden tavır alışı, yarın yine ülke gençliğinin çoğunluğunu kapsayan boyutlar alacaktır.
YÖK'e karşı kavgası, YÖK'ü yaratan nedenlere ve sisteme karşı kavgaya yönelecek, o kavganın diğer sesleriyle buluşacaktır.

SULTANAHMET MEYDANINDA DEVLET TERÖRÜ

Polis Eskişehir Tabutluklarının kaldırılması için basın toplantısı yapan tutsak ailelerine, avukatlara ve gazetecilere filistin sopalarıyla saldırdı ve 26 kişiyi gözaltına aldı.
Olayı görüntülemek isteyen muhabirimiz de bir gurup çevik kuvvet tarafından dövüldü ve makinası kırıldı.
Geçtiğimiz günlerde Eskişehir tabutluklarına sevk edilen Kürt ve Türk devrimci tutsakların üzerindeki ölümcül saldırılara son verilmesi ve Tabutlukların bir an önce kapatılması için İHD'liler, DEMKAD'lılar, YKD'liler ve Tutsak Ailelerinin oluşturduğu ortak organizasyon tarafından yürütülen etkinliklerin biri de 13 Kasımda İstanbul Sultanahmet Meydanında gerçekleştirilmişti.
Önce İstanbul Adliyesi önünde toplanan avukatlar bir basın açıklaması yaptılar. İHD İstanbul Şube Başkanı Avukat Ercan Kanar tarafından yaıplan bu açıklamada Eskişehir Cezaevi'nin bir Nazi kampı olduğu vurgulanarak buranın derhal kapatılması ve tutsakların normal cezaevlerine nakledilmesi istendi.
Saat 12'de bu açıklama yapılırken yaklaşık 100 cıvarında çevik polis Sultanahmet parkını kuşatmış, saat 12.30'daki YKD'lilerin basın açıklamasını engelleme hazırlıkları yapmıştı.
Avukatların açıklamasından sonra YKD'lilerin açıklaması için parka toplanıldığında, Polis hiçbir açıklama ve uyarı yapmadan, burada biriken tutsak ailelerine diğer kitle örgütleri üyeleriyle avukatlara saldırarak bir çok kişiyi yaraldı ve gözaltına aldı. Saldırların resimlerini çekmek isteyen gazetecilerin makinaları ve filmlerini de alan polis, muhabirimizi filistin sopasıyla döverek makinasını kırdı.
60 yaşındaki anaları sopalarla döven, insanları cadde ortasına yatırıp postallarla çiğneyenlere şunu söylüyoruz:
Hayır beyler; sizin sopalarınız dünyanın hiçbir yerinde sökmedi burda da sökmeyecek. Halktan ve emekten yana olan insanları tabutluklara kapatıp; oğullarının yaşaması için en doğal demokratik haklarını kullanan anaları caddelerde dövebilirsiniz. Evet tüm bunları yapabilirsiniz ancak unutmayın ki, üzerinde yaşadığınız doğa halkın öfkesini durduracak sopayı üretmedi ve üretmeyecek. Çünkü doğaya aykırı olan biricik şey o ellerinizdeki sopalar tüm okurlarımızı ve içinde insan olmanın onurunu taşıyan herkesi Eskişehir Tabutluklarının kapatılması için İHD'lilerin, DEMKAD'lıların Tutsak Ailelerinin ve YKD'lilerin düzenledikleri protestolara katılmaya çağırıyoruz.

BAYRAMPAŞA CEZAEVİNDE AÇIK GÖRÜŞ YOK.
HAK GASPI DEVAM EDİYOR.

Bayrampaşa Cezaevi'ndeki siyasi tutuklular geçen 29 Ekim'deki açık ziyarete çıkarılmadılar. Sabah erken saatlerden itibaren cezaevi önünde biriken tutuklu aileleri, halay çekip slogan atarak olayı protesto ettiler ve zafer işareti yaparak cezaevi önünden postaneye kadar yürüdüler. Daha sonra toplu halde Adalet Bakanlığı'na protesto telgrafları çektiler.
Aşağıda İHD İstanbul şubesi Tutuklu Yakınları imzasıyla yayınlanan bu konuya ilişkin basın açıklamasını yayınlıyoruz:
"Bizler Siyasi tutuklu yakını olarak en doğal ve insani hakkımız olan açık görüş için buradayız.
Uzun yıllar süren, ölümlerle sakatlıklarla kazanılan açık görüş hakkımıza dünyanın hiç bir yerinde görülmeyen keyfiyetle ve sudan sebeplerle gasp edilmiştir. Sözde Demokrasi adına...! çıkarılan anti terör yasasıyla birlikte en ufak hak arama mücadelesi devlet terörüyle bastırılarak bütün toplum terör suçlusu ilan edilmiştir. Yasayla birlikte gözaltılar, sokak infazları, toplu katliamlar daha da artarak sürdürülmektedir. Cezaevlerinde Siyasi tutukluların canları pahasına kazandığı bütün haklar tek tek geri alınmaya ve siyasi kimliklerinden uzaklaştırılmaya çalışılmaktadır.
Anayasanın eşitlik ilkesine tamamen aykırı olarak devlet prangalı özgürlüğe 125'likleri dahil etmeyerek esas ayrımcılığı kendisi yapmıştır. Ve yine eşitlik ilkesi çiğnenerek açık görüş yasağı yalnızca siyasi tutuklulara uygulanıyor.
Hangi koşulda olursa olsun can bedelleriyle kazanılmış bu hakların gaspına sessiz kalmayacağımızı ilan ederken kendisine insanım diyen herkesi bu insanlık dışı uygulamalara karşı çıkmaya ve haklı mücadelemize destek olmaya çağırıyoruz."

GÖZALTINDA BİR KAYIP DAHA

Hüseyin Toraman Kayıp. 27 Ekim 1991 tarihinde İstanbul Kocamustafapaşa'da gözaltına alınmasından sonra, kendisinden hiç bir haber alınamıyor. Ülkemizde gözaltı, işkenceler, ölümlerle özdeştir. Devlet terörü yasasıyla işkencecilerin daha güvenlikli bir korunma sistemine alınması, bu durumu iyice netleştirmiştir. Daha önce aynı akıbete uğrayan yüzlerce devrimci-demokrat, yurtseverlerden sonra Terör Yasasının yürürlüğe girmesi ile birlikte Yusuf Erişti, A. Rıza Ağdoğan, İmran Aydın, Veli Geleş, Vedat Aydın'ın gözaltında katledilmesi ve Hüseyin Toraman'ın kaybolması oligarşinin terörist kimliğini bir kez daha tescil etmektedir.

BEKO TEKNİK'TE İŞÇİ KIYIMI SÜRÜYOR

Acımasızca insanlık suçu işleyen patronumuz, katliama dönüştürdüğü işçi kıyımlarını bir aydan beri düzenli olarak hergün 10-15 arkadaşımızı işten atarak sürdürüyor.
Seçim aldatmacasından hemen sonra başlayan kıyımlarda yaklaşık 150 kardeşimiz, kendilerine artık "işimize yaramıyorsunuz" denilerek fabrikanın önüne konuldular.
Kıyımın kasım ayı içerisinde 260'ı bulacağı sarı-faşist-gangster "sendikamız" aracılığı ile bizlere duyuruldu. Ayrıca, aralık ayında fabrikanın toplu izne çıkarılacağı ve izin süresi içerisinde 750-1000 kişilik kıyımın olacağı açıkça belirtildi.
İ.S.O.'nun Türkiye'nin en büyük 500 sanayi kuruluşu araştırmasında Koç Holding'in 23 şirketi arasında yer alan, 2500 kişinin çalıştığı Beko Teknik üretimden satışları 1.000.000.000.000 (bir trilyon) ulaşan ve sıralamada 5. sırada bulunan bir işyeridir. Tüm bunlara karşın kıyımların, işten atılmaların gerekçesi ortadadır, ucuz işgücü ile daha fazla kâr ve sömürüdür. Koç Holding, sarı-gangsterde olsa işçilerin örgütlülüğünü, işçi ücretlerinin asgari ücretin üzerinde olmasını içine sindirememektedir.
Kıyımın hazırlıkları, hem teknik açıdan hem de ekonomik açıdan uzun vadeli düşünülerek daha modern bir hale getirildi. Keza, plastik bölümüne de yeni makinalar getirildi. İzin dönüşü üretim, yine hızlı bir şekilde sürdürüldü. "Dış bağlantı yok" denilmesine rağmen üretim kapasitesi iki ay sonrası olması gereken düzeye bir ay öncesinden ulaşmıştı. Mevcut stoklarda olağanüstü birikme sağlanmıştı. İşten atılan arkadaşlarımıza "sizleri 92 martından sonra tekrar işe alabiliriz" diyerek bir yandan şirin görünmeye ama diğer yandan ise gerçek nedenleri de ortaya çıkıyordu, 1 Mart 1992'den sonra ikinci yılın ikinci altı aylık zammı yürürlüğe girecekti.
Bu hazırlıkların yanısıra psikolojik baskılar şefler ve sarı-gangster Türk-Metal'le bütünleşmiş diğer işveren temsilcileri tarafından artırılarak devam idyordu. Fazla tuvalete gitmek, mont, kot, lastik ayakkabı (işte çalışırken) giymemek işten atılmaların gerekçesi olabiliyordu. Ayrıca, 92 grevleri daha sonrası mücadele içerisinde tespit edilip de "icabına bakılmayan" işçi öncüler de son kıyımlarda nasibini alıyordu.
İşçi kıyımları olanca hızıyla devam ederken, işverenle kurumlaşmış bir yapıyla bizlerin mücadelesinin önünde engel olan Türk-Metal Sendikası yöneticileri, "Aman dikkatli olun, işveren temsilcilerinin tüm emirlerine uyun, ses çıkarmayın, yoksa sizde atılırsınız" diyerek, atılmalarda açıkça Koç Holding'in yanında tavır almışlardır.
Biz Beko Teknik işçileri yüzlerce arkadaşımız kıyıma uğrarken, atılırken, işsizlik, pahalılık cehenneminde açlığa mahkum edilirken, Paşabahçe Direnişi gibi direniş yaratabilme örgütlüğüne sahip değiliz ancak, örgütlülüğümüz oranında katliama dönüşen kıyımlara karşı müdahale etmek bizerin görevidir. Ve bunu yerine getirmeye çalışıyoruz, çalışacağız. Binlee ulaşabilecek işçi kıyımları karşısında işçi sınıfımızı duyarlı davranmaya, bizlere destek vermeye çağırıyoruz.
BEKO TEKNİK İŞÇİLERİ
20.22.1991

ANTİ TERÖR YASASI İPTAL EDİLSİN!
ESKİŞEHİR ÖLÜM HÜCRELERİ KAPATILSIN!..

Kamuoyuna
Gözaltında kaybolmalar, sokak infazları, hak gaspları, sistematik işkence ve siyasi tutsaklar içinse ölüm hücreleri, cezaevlerinde işkence ve baskı demek olan Anti-terör yasası iptal edilmelidir.
Yıllardır direnişlerle, şehitler pahasına kazandıklarımızı bir çırpıda yok eden, tutsakları tecrit politikasıyla ortadan kaldırmaya çalışan Eskişehir ölüm hücreleri kapatılmalıdır diyoruz.
Anti-terör yasasının kaldırılması ve Eskişehir ölüm hücrelerinin kapatılması için 6 Kasım 1991 tarihinden itibaren süresiz açlık grevine başladığımızı duyuruyoruz.
Çağrımız insanım diyen herkesedir.
Devrimci demokrat kamuoyunun mücadelemize destek vermesini bekliyoruz.
Sağmalcılardaki siyasi tutsaklar adına:
Mehmet Doğan, A. Salim Bayar, Hıdır Uludağ, Adem Budak, Cem Konuk, Hasan Sevim, Erbay Yucak, Halil Çakıroğlu, Serdar Kaya, Abbas Yokuş, Mehmet Çiftçi, Talat Coşkun, Ramazan Macit, Hamza Yalçın


İTİRAFÇILIK REZALETİNİN YENİ BİR ÖRNEĞİ

Geçtiğimiz günlerde İstanbul Fenerbahçe'de çok ilginç bir olay yaşandı. Polisler birbirleriyle çatıştılar ve biri başkomser olmak üzere iki kişi öldü. Olay, bir grup polisin bir işadamından şantajla para almaları ve diğer polislerin paranın alınacağı yere gitmeleri sonucu meydana gelmişti.
Olayda ölen diğer kişi ihanetçi Orhan Özbay idi. Diğer bir deyişle, iddia edildiği üzere, "pişmanlaştırıldığı için topluma kazandırıldığına" inanılan biri.
İhanet ve itirafçılık yasası olan "Pişmanlık yasası"nın, bu yolla zayıf insanların tamamen yok edilmesinden ve toplumun hiçbir değer yargısıyla buluşma imkanı olmayan yaratıklar haline getirilmesinden başka bir yararı olmadığı bir kez daha görülmüştür.
İnsanları birbirinden soyutlamayı amaçlayarak, kişisel çıkar ve kaygıların ön plana çıkmasını körükleyip teşvik eden, halklar içerisindeki zayıf unsurları satın alarak ihbarcılığa, ihanete sürükleyen bir politikanın halkımızda açtığı yaraları, insanlar arasında yarattığı güvensizliği toplumun bütün kesimleri yaşayarak görmektedirler.
Yurtsever, devrimci, demokrat insanların mahkemelerde en şiddetli cezalara çarptırılmalarını sağlayabilmenin, toplumsal muhalefeti nötralize etmenin bir aracı olarak kullanılan hasta unsurlar, kamuoyuna boyalı basın tarafından "samimi", "yaptıklarından pişmanlık duyan", "kandırılmış çocuklar" olarak lanse edilip, bu hastalıklı unsurların uydurma, hayalı ifadeleri burjuva basınında dizi yazılar halinde yayınlanırken; yurtsever, devrimci, demokrat olmanın "tu kaka" olduğu bu hasta unsurlar aracılığıyla her fırsatta işlendi. Ve insanlar, yiğit insanlarımız darağaçlarına çıkarıldılar, kurşunlandılar, 10 yımdan fazla ve sürekli işkence altında cezaevlerinde tutuldular/tutuluyorlar.
O. Ozay 14.8.1991'de bir hata sonucu aralarına karıştığı bir grup devrimci ile birlikte yakalanmıştı. O. Ozay'ın yeri devrimcilerin arasında değildi ama onunla hatalı ilişki kurulmuştu. 6.1.1983'te, yargılandığı, İst. Synt. 3. No'lu As. Mahkemesi'ne verdiği 99 sayfalık bir dilekçe ile "mevcut yasalara saygısından" ve "düzenin doğruluğundan" sıkça sözeder. Buna devrimci mücadeleye şehitlerimize ve yaşayan/direnen insanlarımıza saldırmayı da ekleyince, 5 Haziran 1985 tarihine kadar gayrı-resmi, bu tarihten sonra ise "Bazı suç Failleri Hakkında Uygulanacak Hükümlere Dair Kanun" adı ile kabul edilip 11 Haziran 1985 günü Resmi Gazete'nin 18781. sayısında 3216 sayılı Yasa olarak yayınlanarak yürürlüğe giren ve kamuoyunca "pişmanlık yasası", "Muhbirlik Yasası", "ihanet yasası" olarak adlandırılan yasa'dan yararlanması için koşullar yetti de arttı bile. Çünkü, O. Özay dilekçesinde, devrimci güçlere karşı devletin yanında savaşacağını da söylüyordu. "Pişmanlık Yasası" toplumsal muhalefeti boğmayı hedefleyen ve bu amaçla çıkan bir yasa olduğundan O. Özay yasa çıkarıcılarının istediği özellikleri tam olarak taşımaktaydı.
Bu nedenle, mahkeme, "... Sanık O. Özay duruşmalar süresince suçunu samimiyetle ikrar ettiği gibi, Mahkemeye karşı büyük bir pişmanlık içerisinde olduğunu, davranışları ile göstermiştir..." kararını alarak, O. Özay'ı, yasanın çıkarılmasını takip eden günlerde serbest bırakmıştır.
O. Özay aralarında Ş. Özkan, Turabi Kaçar'ın da bulunduğu 4 itirafçıyla birlikte serbest bırakılmasının ardından 14 Nisan 1987'de İstanbul Laleli'de bir konfeksiyon mağazasını, başka bir itirafçı ile birlikte soyarken yakalandı ve İstanbul 4. Ağır ceza mahkemesinde devletin kendisine verdiği SEDAT METE sahte kimliği ile yargılanırken bir haftalık dergi tarafından kimliği deşifre edildi (O. Ozay bu davatan toplam 13 yıl 4 ay ceza almıştı.) O. Özay bu soygunu, polisin kendisine verdiği bir tabanca ile yapmıştı.
Ve son olarak kamuoyu, Sedat Mete kimliği ile O. Özay adını, Fenerbahçe'deki haraç alma olayında duydu.
Şantajcı çetenin büyük bir organizasyon olduğu ve bu organizasyon içerisinde çoğunluğu polis olmak üzere işadamları'nın ve hatta Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın küçük oğlu Efe Özal'ın da üstüne kayıtlı araba ile adının geçtiğini de basın yazdı...
Neler oluyor, halkın güvenliğini kimler koruyor? Polis itirafçılarla birlikte "güvenliği korumak" adıl altında insanları dağa kaldırıp yokederken, işkence ve insanlık dışı uygulamaları sürdürürken, haraç toplarken, sokaktaki insanın, fabrikadaki işçinin, tarladaki köylünün, üniversitedeki öğrencinin, memurun... terörist olduğunu kim, nasıl iddia edebilir?
Gerçek terörist kimdir?


 


 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92