“Sıkı durun. Kaçmadık. Yenilmedik...
Çünkü Spartaküs ateş ve ruh demektir, yürek ve
can demektir, proleter devrimin iradesi ve eylemi
demektir... bunlar elde edildiği zaman, biz ister
yaşayalım ister yaşamayalım, programımız yaşayacaktır
ve kurtulan halkların dünyasına egemen olacaktır.
Her şeye rağmen...”
15 Ocak 1919’da Rote Fahne’deki yazısında böyle
diyordu Karl Liebknecht. Yoldaşı Rosa Luxemburg’la
birlikte katledildiği gün...
Marks’ın yakın dostu ve mücadele arkadaşı Wilhelm
Liebknecht’in oğlu olan Karl Liebknecht, 1871’de,
tam da Komün günlerinde Leipzig’de doğar. Bir
yandan öğrenimini tamamlar ve hukuk doktoru olurken
diğer yandan gençliğinden beri Alman sosyal demokrasisinin
sol kanadının liderliğini yapmaya başlayan Liebknecht,
1907’de Uluslararası Sosyalist Gençlik Federasyonunun
yürütme kurulu üyesi seçilir. Daha sonra, “militarizm
ve anti-militarizm” broşürü yüzünden 1907’de ikibuçuk
yıl hapis cezası gelir. 1908’de SDP’nin Prusya
milletvekilidir; 1912’de ise Alman Parlamentosu
Reichstag üyesi... Başından beri yol arkadaşlığı
ettiği Rosa Luxemburg ile birlikte, parti içinde
sağ eğilimin korkulu rüyası olmuşlardır artık.
Alman solunu etkisi altına almaya başlayan ve
sonradan şovenizm çukuruna dek yuvarlanan reformist
eğilimlerle mücadele içindedirler. Fakat asıl
çatışma I. Paylaşım Savaşı’nın başladığı günlerde
ortaya çıkar. Alman militarizminin savaş ödenekleri
için yapılan ilk oylamada parti disiplini gereği
olumlu oy kullanmak zorunda kalan Liebknecht,
2 Aralık 1914’teki oylamada tek başına red oyu
kullandığında bütün ipler kopar ve açık hedef
haline getirilir. Daha sonraki oylamalarda red
oyları arttıkça, muhalefet de güçlenecek ve nihayet
partideki çatışma daha sonradan III. Enternasyonal’in
esin kaynağı olan Zimmerwald toplantısına (1915
sonu) gidecektir. 1 Ocak 1916’da Liebknecht’in
bürosundaki toplantıda parti içindeki bağımsız
sol grubun oluşumu ilan edilir: Spartaküs birliği...
1 Mayıs 1916’da Liebknecht kürsüdedir... Ama daha
“kahrolsun hükümet kahrolsun savaş” dediği anda
tutuklanır ve iki buçuk yıl hapse mahkum edilir.
Dokunulmazlığının kaldırılması kararına oy vermekte
en istekli olanlar da kendi partisi SDP üyeleridir.
Ama daha bir yıl geçmeden, ayaklanma günleri geldiğinde
afla bırakılan Liebknecht Berlin’dedir. 9 Kasım
1918... Genel grev vardır ve iktidar fiilen sol
güçlerin eline düşmüştür. SDP lideri Scheidemann’ın
parlamento önünde “demokratik cumhuriyetin kurulduğu”nu
ilan ettiği saatlerde, Liebknecht de kraliyet
balkonundan binlerce işçi ve askere “Alman Sosyalist
Cumhuriyeti kurulmuştur” diye haykırıyordu.
Daha sonra, Alman Komünist Partisi’nin kuruluşunu
ve yetersiz örgütlenmiş ayaklanmaları da barındıran
üç-dört ay boyunca hedef tahtasında yine Rosa
ve Liebknecht vardır ve Sosyal Demokratların sağcı
askerlerden derlediği Feierkorps birlikleri her
tarafta onları aramaktadırlar. 15 Ocak 1919’da
kaldıkları yer basıldığında her şey hazırdır.
Resmi bir tutuklama gibi tezgahlanan olayın bir
noktasında dipçikler inmeye başladığında durum
netleşir. Rosa kafasına vurulan dipçiklerle ağır
yaralıdır, daha arabadayken ölür ve bir kanala
atılır. Yarı ölü halde arabaya atılan Liebknecht
ise Berlin Hayvanat bahçesinde kurşuna dizilecektir.
Resmi açıklama ise aynen bugünkü gibidir: “kaçarken
öldürülmüştür!”
Liebknecht ve Spartakistlerin 23 şehidi gömülürken
yoldaşları yanlarına boş bir tabut da koyarlar,
Rosa için... Üç ay sonra cesedi kanalda bulunduğunda,
Rosa da yoldaşlarının yanında yer alacaktır. Böylece
Alman şovenizmi yüzyılın en büyük devrimcilerinin
kanıyla ellerini yıkıyordu; daha sonra yüzlerce
kez tekrarlayacağı gibi...
Kendisi de iki ay sonra Berlin Emniyeti’nde kafasına
kurşun sıkılarak öldürülecek olan Leo Jogiches’in
Lenin’e çektiği telgraf, her şeyi ifade ediyordu:
“Rosa Luksemburg ve Karl Liebknecht nihai devrimci
görevlerini yerine getirdiler.”
|