2014
yılı nereden bakarsak bakalım tarihsel ve yaşamsal
bir süreçtir. Yeni yılda, 2014'de başka olguların
yanı sıra, iki temel olgu öne çıktı ve bunlar
süreci belirleyecektir. Biri birbirini izleyecek
olan seçimler, ikincisi ise neo-liberal düzenin
krizdir. Bu iki olgu, hem oligarşi içi sorunlar
ve yeni dengeleri, hem de sol ve devrimci hareketi
etkileyecek, yeni saflaşmalara zemin sunacaktır.
Oligarşi içi çelişkiler seçimlerle yeni biçim
aldı, alacak, çelişkiler derinleşecek ve çatışma
boyutlarına sıçrayacaktır. Öte yandan bunları
da kapsayan biçimde sistemde içsel olan kriz,
her açıdan, özellikle siyasal açıdan derinleşecektir.
Nitekim özünde 2013 yılı bu açıdan önemli ipuçları
verdi. Siyasal ve toplumsal kriz, seçim süreciyle
hızlandı, sadece oligarşi içi iki ana kutup, yani
AKP ile CHP, MHP, Ergenekon değil, bu kez, AKP
koalisyonu çatladı ve Fetullah Gülen Cemaati gibi
yeni kriz dinamikleri ortaya çıktı.
Böylesi bir zemin ve çatışma içinde, demokratik
tüm sorunlar, bu süreçten bağımsız bir yerde duramaz.
Başta Kürt ulusunun özgürlük sorunu olmak üzere
tüm demokratik sorunlar, siyasal özgürlük, temel
hak ve özgürlükler, din ve vicdan özgürlüğü gibi
tüm sorunlar bu zeminde yeniden biçim alacaktır.
Kriz ve seçim süreçleri ağırlaşan bu sorunları
derinleştirecek, sınıf savaşımı hızlanacak, hatta
sol ve devrimci hareket yeniden saflaşacaktır.
Bu süreç uzakta değil, kapı dışında değil, içinden
geçtiğimiz anda, günlük yaşamın içindedir; bu
sürecin derin izleri her gün yaşamımıza dokunmakta,
yaşamımızı belirlemektedir. Buna her açıdan hazır
olmak, buradan devrimci çıkış yolu bulmak güncel
görevdir.
"Yeni Türkiye" sloganı bir süredir,
özellikle de liberallerin dillerdedir. AKP ile
F. Gülen cemaati çatışması, AKP açısından "darbe",
"dost modern darbe", "paralel devlet"dir.
Ancak aslında 2013 Aralığından bu yana yaşananlar
12 Eylül hukuku üzerine oturan AKP'nin, bu hukuku
bile geride bırakan gerici-faşist-diktatöryal
darbesidir. AKP için artık "demokrasi"
sözde söylemde bile yoktur, AKP'in tüm "demokrasi
paketleri" sahtedir, yaşanan "tek parti-tek
adam" ekseninde sürekli faşizmin yeniden
biçim almasıdır.
Tüm bunları devrimci sosyalizm birçok açıdan değerlendirmektedir,
değerlendirecektir.
Derinleşen kriz ve ağırlaşan sorunlar karşısında
iki devrimci ve halkçı dinamik vardır. Birincisi,
Kürt özgürlük hareketi ve hassas bir çizgide süren
direnişidir; ikincisi, Türkiye devrimci hareketi
ve Gezi/Haziran halk direnişidir. Her iki direniş
dinamiği bir dizi sorun ve zaafı içermektedir;
Kürt özgürlük hareketinde ideolojik ve programsal
zafiyet, Türkiye devrimci hareketinde politik
ve örgütsel zafiyet ağır basmaktadır. Ama böyle
de olsa, her iki direniş dinamiği işçi sınıfı
ve halkların kurtuluşu için birer ışıktır, umuttur.
Bizim görevimiz, devrimci sosyalizmin ideolojik-politik
hattı üzerinden her iki ülke direniş dinamiği
arasında doğru ve enternasyonal bağ kurmak, Türkiye
devrimini ideolojik-politik-örgütsel açıdan ileri
taşımak, güncel görevleri stratejik görevlere
bağlamak ve bu temelde kavgayı büyütmektir.
Gün görevlere sarılma ve kavgayı büyütme günüdür.
Bu noktadan bakarsak, sadece oligarşi açısından
değil, sol ve devrimci hareket açısından da 2014
yılı kritiktir, yaşamsaldır. Sol ve devrimci hareket
bu kriz sürecinde ya "seyreden" bir
yerde olacak, iç çürüme eğilimi derinleşecek,
politik süreçlerden kopma eğilimi daha da büyüyecek,
en ilerisinden Taksim ara sokaklarında çatışan
bir yerde duracak ya da adeta bir "iç devrim"
yapıp yeni bir direniş çizgisi geliştirecek, kendini
ve halkı örgütleyecek, yenileyecek, yeni bir devrimci
seçeneği inşa edecektir. Bunun ortası, "ara
aşaması", "bir süre daha idare etme"
politikası yoktur.
Ya yenilenme ve direniş ya çürüme ve örgütsüzlük;
sınıf kavgasının bize dayattığı budur!
Üç Görev
İşçi sınıfı ve halk
ağır bir kuşatma altındadır. İdeolojik, politik,
kültürel boyutları olan bu kapsamlı kuşatmayı
kolaylaştıran ise, devrimci hareketin zayıf, parçalı
ve politik özne olmaktan uzak halidir. Oligarşi
hem politik-askeri şiddet aygıtlarıyla hem de
ideolojik ve kültürel aygıtlarla saldırıyor, bu
saldırılar anlaşılır; ama bizim için asıl sorun
sol ve devrimci hareketin yaşadığı krizin aşılamamış
olmasıdır. Asıl ana halka budur; bu halkada yoğunlaşmalıyız.
Bu kapsamlı kuşatma yarılmadan, bu kuşatmada küçük-büyük
gedikler açılmadan, ne devrimci hareket "politik
bir hareket" olma düzeyine sıçrar, ne de
işçi sınıfı ve halk için devrim "uzak"
bir hayal olmaktan çıkıp günlük yaşamın bir parçası
olur. Bu kuşatma kırılmazsa, sol ve devrimci hareket
için, adeta bir birine benzeyen, aralarında ideolojik-politik
farkların silikleştiği, politik gündeme "takılan",
"örgütlü örgütsüzlüğü" yaşayan irili-ufaklı
kümeciklerden oluşan tablo ortadan kalkmaz.
Biliyoruz, bu tablo
bugüne ait değildir, uzun yılların ortaya çıkardığı
bir tablodur. Bu anlamda derindir, ağırdır, bir
çırpıda, bir vuruşta değil, kapsamlı ve bütünsel
mücadeleyle değişir. Bu tablo kader değildir;
bunu yıkmak, değiştirmek, devrim ve sosyalizm
için bir başka tablo oluşturmak zorunludur.
Bu tabloyu değiştirmenin
yolu, birinci olarak, bunun nesnel ve öznel nedenlerini
ortaya çıkarmak, buradan devrimci temelde, ideolojik,
politik, örgütsel ve kültürel düzeyde yenilenme
eylemini sürekli kılmaktır. Yaşamın kendisi, sınıf
kavgası bunu şiddetle dayatıyor. Ancak, sol ve
devrimci hareket her ne kadar dünden farklı olarak,
sınırlı da olsa yenilenme eğilimi içinde olsa
da hala tutucu ve inkarcı bir yerde duruyor. Bunun
yaratmış olduğu sonuç ise, ideolojik açıdan döneme
ışık tutmayan tekrarlar ya da "değişim"
adı altında revizyonizm; politik açıdan düzen
içi bir devrimcilik ya da bazı zaman düzenin sınırlarını
en ilerisinden zorlayan (Gezi ve Haziran halk
direnişinde olduğu gibi) bir tutum; örgütsel açıdan
"örgütlü örgütsüzlük" ve halkla mesafeli
hal; kültürel açıdan devrimci değerlerin erozyonu
ve birbirine benzeyen davranış biçimleri.
İkinci olarak, bu
kapsamlı kuşatmayı kırmanın yolu, devrimci yenilenme
eylemini sürekli kılan, bunu "devrimci müdahale"
ile tamamlayan devrimci çıkıştır. Devrimci çıkış,
öncü çıkış, her hangi bir dönemde değil, bu dönemde,
yani 4. bunalım döneminde, bu dönemin bir dizi
ağırlaşmış sorunlarıyla iç içe, bunların baskısı
altında örgütlenecektir. Bu açıdan, sancılıdır,
başka dönemlerden farklı ve kapsamlı bir hazırlık
sürecini içerir. Bunun bilincinde olmak, ufkumuzu
hiç kaybetmeden buna göre hazırlıkları yapmak
zorunludur.
Bu devrimci çıkış
olmadan, sol ve devrimci hareketinin bu tablosunun
değişme şansı yoktur.
Üçüncü olarak, bu
süreçte, üzerinden atlanamaz bir görev olarak
devrimci güçlerin birliğidir. Dikkat edilirse,
sol ve devrimci hareket adeta birbirine benziyor,
tek tek devrimci hareketlerin yaşadığı sorunlar
genel sorunların bir parçasının izlerini taşıyor;
ya da kısmi toparlanma ve gerileme ilişkisi önemli
ölçüde her devrimci yapıyla paralellikler oluşturuyor.
Kürt yurtsever hareket, Kürt özgürlük mücadelesinin
ana eksenini oluştururken, bugün Türkiye devrimci
hareketi için bu söylenemez. Türkiye devrimci
hareketi, belirli eksenlerde yoğunlaşmada zayıftır.
Mevcut durumda Kürt coğrafyasında büyük sıçrama,
Türkiye coğrafyasında yer yer ileri adımlar olsa
da geriye düşüş söz konusudur. Türkiye devrimci
hareketi tam bu noktada, sadece dağınık değil,
aynı zamanda kendi içinde sıçrama ve geriye düşüş
diyalektiğini güçlü yaşamaktadır.
Bu durumda, bu ağır
kuşatma karşısında, devrimci güçlerin birliği
önem kazanmaktadır. Bu sadece dönemsel bir sorun
ya da ihtiyaç değildir, Gezi ve Haziran günlerinde
olsun, ortalığa dökülen, neo-liberal sömürü modelinin
"yan ürünü" olan rüşvet, yolsuzluk,
yağma düzeninde olsun, AKP'nin "devlet partisi"
olması ve sürekli faşizmi yeniden yapılandırmasında
olsun, tüm bu güncel süreçlerde devrimci güçlerin
birliği büyük önem kazanıyor. İşçi sınıfı ve halka
saldırı yoğunlaşıyor, siyasal kriz derinleşiyor,
buna karşı direniş ise örgütlü düzeyde değildir.
Tek tek zayıf devrimci hareketler bu ağır kuşatmayı
kıramıyor, ortak bir programdan yoksun tekil direniş
eğilimleri sürece yanıt olmuyor. Kitlelerle bağı
zayıf, Taksim ara sokaklarında direnen bir devrimcilik
sürece yanıt olmuyor.
Bu durumda, birleşik
devrimci hareket bu kuşatmada gedik açabilir.
Bu ağır kuşatmanın çatlaması hem devrimci harekete
güç katacak, hem de tek tek devrimci hareketleri
yeni bir düzeye sıçratacaktır. Burada diyalektik
bir ilişki vardır; sol ve devrimci hareket gelişirse
tek tek devrimci hareket de gelişiyor, tek tek
devrimci hareketlerin gerilemesi sol ve devrimci
hareketi de geriletiyor. Halka ve devrime karşı
sorumluluk bu kopmaz bağı görmeyi, irade ve devrimci
biçimde aşmayı önümüze koymaktadır.
Anlaşılacağı üzere,
birbiriyle kopmaz bağ içinde, biri olmadan diğeri
olmayacak biçimde üç ana görev önümüzde durmaktadır.
Bu kuşatma bu üç ana görevin bütünsel ele alınmasıyla
kırılabilir.
Süreci ve Kavgayı
Kazanacağız
Devrimci sosyalizm,
2014 yılını kazanma kararlılığındadır. Hem kendimizi,
hem de adım adım işçi sınıfı ve halkı örgütlemek,
dönemsel hedefler için böylesi bir süreçte adım
atmak zorunludur. Her yer rüşvet her yer yolsuzluk,
AKP ve temsil ettiği neo-liberal sömürü düzeni
tel tel dökülüyor, oligarşi içi çatlak büyüyor,
CHP umut bile olamıyor "eski Türkiye"
özlemini aşan tek cümlesi yoktur, halk kitlelelerin
düzene tepkileri artıyor, Haziran günleri isyanı
ve direnişi mayaladı, neo-liberal sömürü modelinde
içsel olan kriz derinleşiyor. Böylesi bir süreçte,
bir an, bir gün bile geride durulamaz, şu ya da
bu nedenle bu dinamik süreci "izlemek",
"işim, aşım, aşkım" mazeretleriyle bir
kenara çekilmek, örgütlülüğü biçimde yaşamak işçi
sınıfı ve halka ihanettir.
2014 yılını kazanacağız.
Politik açıdan süreci "seyreden" değil,
sürecin devrimci öznesi, devrimci bir bileşeni
olacağız; örgütsel açıdan "iç devrim",
"tüzük devrimciliğinde" ısrar edip sıçrama
için güçlü bir zemin oluşturacağız; işçi sınıfı
ve halka öncülük eden ideolojimizi daha geniş
kesimlere ulaştıracağız.
Örgüt, örgüt, örgüt;
her adımın başı ve sonu bu kavramda düğümlenmektedir.
Nesnel koşulların bu kadar olgunlaştığı, ama buna
karşılık, devrim için öznel koşulların bu kadar
geri olduğu bir süreci yakın tarih görmedi. Bunu
kırmak, sadece süreci kazanmak değil, devrim için
yeni sıçramaların da zeminini hazırlamaktır. Bunun
yolu, her adımı örgütlemekten, örgüt bilinci ve
örgüt kavramının somutlaşmasından geçer. Bir yandan
mevcut ilişkileri harekete geçirmek ve yeni ilişkilere
ulaşmak, çeşitli biçimlerde, legal, yarı- legal
"halk örgütleri" örgütlemek; öte yandan
çeşitli alanlarda illegal "devrimciler örgütü"
inşa etmek görevimizdir. Örgüt kavramı, kafamızda,
bilincimizde olmalı, bunu yanı başımızdaki insanlara
taşımalı, komite de, çevre ve kitle ilişkisinde
inşa etmeliğiz. Örgüt ve örgütlü davranış, sohbetimize,
davranışımıza, solla ilişkimize, iç ilişkimize,
kitlelerle ilişkimize yansımalı, orada somut biçimler
almalıdır. Nasıl konuşacağız, neyi konuşacağız,
insanlarla nasıl bir ilişki kuracağız, dost ve
düşman karşısında nasıl davranacağız, bir eylemi
nasıl örgütleyeceğiz, nasıl bir üslup ve tarzımız
olacak; tüm bunlar örgüt kavramında somut biçim
alır.
Mücadele, mücadele,
mücadele; süreci kazanmanın bir başka adı budur.
Mücadele etmeden, akıp giden siyasal sürece tutunmadan,
sürece öncülük etmeden, içe kapanarak, dar dünyamızda
"büyük laflar" ederek hiç bir şey kazanamayız.
Binler, milyonlar sokakta, alanlarda; binler,
milyonlar Haziran halk direnişinde direndi; işyerleri,
okullar, mahalleler birer çalışma alanı, gençler,
kadınlar, yoksullar, Türk, Kürt, Alevi tüm ezilenler
düzene tepkili. Ama bir o kadarda örgütlü mücadeleden
uzak, "güven bunalımı" her ilişkiyi
etkiliyor. Hiçbir adım, mücadele etmeden, bazı
mücadele biçimlerini küçümseyerek kazanılmıyor.
Mücadele etmeden, örgütlü mücadele etmeden ne
insanları kazanmak, ne de örneğin sıradan bir
devrimci kitle örgütünü çalıştırmak bile mümkün
değildir. Mevcut sistem insanı parçalıyor, kendine
yabancılaştırıyor; bu "örgütlü örgütsüzlük",
hiç bir şeyi beğenmeme, kendine "demokratlık",
insanları ötekileştirme, konformizm, tembellik
biçiminde bizde dışa vuruyor. Her insan bizim
gibi düşünmeyebilir, örgütlü mücadelede insan
öznedir. Devrimcilik insanlığın en yüksek biçimidir;
insani değerlerden yoksun bir devrimcilik devrimcilik
değildir. Devrimcilik bu anlamda insanı anlama,
insanı değiştirme kavgasıdır. İnsanlarla mücadele
içinde çeşitli bağlar kurabilir, onlardan öğrenir,
onlara öğretebiliriz.
Bunun için sokakta,
mücadele alanlarında olacağız.
Güçlerimizi dağıtmadan,
her yere koşarak değil belirli hedeflere yoğunlaşarak,
yönümüzü işçi sınıfı ve halka dönerek, enerjimizi
kendimize ve çevremize yoğunlaştırarak, kitleselleşme
ve kadrolaşmayı çalışmamızın merkezine koyarak
bu süreci kazanabiliriz. Her alanda ileri sıçrayarak,
başkasının eksikliğini perde yapmadan, küçük ve
bireysel sorunlar içinde çürümeden, içe kapanıp
kaslaşmadan, bütünsel düşünüp partiye sahiplenerek,
önümüzde duran görevlere sahip çıkarak, devrimin,
sosyalizmin, partinin sorunlarını çözerek ileri
adımlar atabilir ve süreci kazanabiliriz.
Sorunsuz bir devrimcilik
yoktur; önemli olan sorunları çözmek ve ilerlemektir.
Sınıf kavgası, sadece sınıflar arasında değil,
devrimci parti içinde de sürer. Mevcut tablo bize
bunu açıkça göstermektedir. Artık gerileme süreci
bitti, kısmi gelişme eğilimi ortaya çıktı; ama
böylede olsa gri tonlar, geri yanlar vardır. Bir
yandan tüm bunların farkında olan, kendini, çalışma
alanını, çevresini ve partiyi örgütleyenler, öte
yandan "örgütlü örgütsüzlükte" ısrar
eden, içe kapanan, kastlaşan, çürüyen, partinin
eleştiri ve uyarılarına kulak asmayanlar vardır.
Sınıf mücadelesinin yasası budur; her ileri adımda
bu kavga çeşitli biçim alır. Her ileri adımda
çürüyen, kastlaşan, gerici statüko oluşturanlar
mücadeleyi geriye çeker; bun karşılık partiyi
ve mücadeleyi ileri taşımağı dert edinenler ön
açıcı olur, mücadeleyi büyütür. Bu kavga özgündür,
kurallıdır, ahlakidir. Hatta bazı süreçlerde bir
çeşit "denge"de oluşur. Ama her denge
bir dengesizliktir. Devrimci ve statükocu eğilim
belki bir süre, şu ya da bu nedenle yan yana da
olabilir, partinin kazanımcı tutumu bu noktada
da istismar edilebilir ama bu sonsuza kadar sürdüremez.
Statükolar yıkılır, çürüyen yanlar temizlenir,
kavganın ateşiyle ileri sıçrayanlar yeni ufuklara
kulaç açar.
Kavga günleri devrimciler
için bayram günleridir. Bayram günlerini yaşıyoruz;
seçim süreci yeni bir mücadele sürecidir, Mart
ayının ateşi her yeri sardı, Mayıs kızıl bir güneş
gibi doğacak, Haziran isyanın kendisidir...
Şehitlerimiz yanı
başımızdadır; her adımda onlarlayız. Devrimci
çizgimiz büyük bir ufuktur; bu ufuktan gözlerimizi
hiç ayırmayacağız.
Kendimizi örgütleyecek,
kavgayı büyütecek ve süreci kazanacağız!
|