Kapitalizm,
daha öncesi sömürüye dayalı toplumlardan farklı
olarak, artı-değer sömürüsüne dayanır. Emek, mülksüzleşir,
tıpkı başka metalar gibi bir meta olur; bu süreç
aynı zamanda karşısında sermayeyi yaratır. Sermaye
birikimin tarihi de bir yandan yoksullaşma, emeğin
vahşi sömürüsü, öte yandan başka ulus ve hakların
sömürgecilik zincirine vurulma tarihidir. Kentler,
tüm sömürücü toplumlarda var; ama kapitalizmle
birlikte siyasal ve toplumsal yaşamın merkezine
oturmuştur. Sermaye birikim süreci ile kentleşme
iç içedir; biri olmadan diğeri olmaz. Sermayenin
karnını doyuran kentler ve kentleşme süreçleri,
feodalizmin çözülme süreciyle birlikte yürüdü;
sermaye ve kentleşme süreci, kapitalizm için olmazsa
olmaz olan "işsizler ordusu" ve ucuz
işgücüyle beslendi. Ucuz işgücü çoğaldıkça, yedek
işçi ordusu çoğaldıkça kent yapısı da yeniden
biçim aldı. 'Taşı toprağı altın' İstanbul gibi
kentler, her türlü kültürel, politik, ekonomik
cazibe ritüelleri ile akın akın gelen yoksul köylü
sınıfını içine aldı. Her göç dalgası, hem toplumsal
yapıyı değiştirdi, yeni ilişki ve çelişkileri
ortaya çıkardı, hem de kentleri kozmopolitlikleştirdi,
farklı kültürleri harmanladı. Burjuvazi için muazzam
bir birikim alanı olan kent ve kentleşme süreçleri
bir taraftan da sorun alanları haline geldi.
Türkiye'de bu kapitalistleşme
ve kentleşmenin 200 yıllık bir tarihi var; ama
son 60-70 yıl, yani emperyalizmin ihtiyaçları
temelinde yeni sömürgeleşme süreci başlı başına
bir olgudur. Yukarıdan aşağı, emperyalizm ve yerli
tekelci sermayenin ihtiyacına göre biçim alan
kapitalizm, bir yandan adım adım feodal ilişkileri
çözdü, öte yandan çarpık, çelişkilerin kördüğüm
olduğu kentleri ortaya çıkardı. Sadece üretim
biçimi değil, sadece yeni sınıf çelişkileri değil,
nüfus bileşkesi değişti, kültürler değişti, yaşam
biçimi değişti. Kentler giderek ön palana çıktı,
çarpık kapitalizmin tüm sorunları kentlerde ağırlaştı
ve kentler birer kriz merkezleri haline geldi.
Hem ülkemiz için hem de dünya aslında 1980 ve
sonrasında yeni bir döneme açıldı. Sermaye birikimi
yeni bir düzeye sıçradı, sömürü ve egemenlik biçimi
yeniden biçim aldı, neo-liberal sömürü her yerde
egemenlik kurdu, işçi sınıfı ve halkların kazandığı
tüm haklar budandı ve yok edildi, devlet yeniden
biçim aldı ve baskı yeniden kurumsallaştı, sadece
devletin şiddet aygıtları değil ideolojik ve kültürel
aygıtları da devreye girdi, post modern bir söylem
gelişti; tüm bunlar, kulaklara hoş gelecek biçimde
sunuldu, küreselleşme söylemi ve kitle kültürü
popüler hale getirildi. Aslında bu, yeni bir dönemi
işaret ediyordu; bir dönem sona eriyordu, yeni
bir dönem başlıyordu. Nihayet reel sosyalizmin
çözülmesi her şeyi açığa çıkardı, artık yeni bir
dönem başlamıştı. Bin bir çile ile ileri sürülen
"küreselleşme" ve "küreselleşme
projeleri"; kapitalizmin tıkanan nefes borularını
açma, alternatif kaynak arayışları yaratarak yeni
rant alanları oluşturma, sadece emeği değil, doğayı
ve kentleri talan etme, siyasal özgürlükleri yok
ederek "yeniden yapılanma" adı altında
devleti (yeni sömürge ülkelerde, Türkiyede sömürge
tipi faşizmi) yeniden örgütleme, toplumsal kurtuluşun
değil bireyin kurtuluşunu öne alma, kapitalizmden
başka bir dünyanın ("sosyalizm öldü"
ve "tarihin sonu" söylemleri temelinde)
mümkün olmadığı anlayışını yerleştirme sürecinden
başka bir şey değildi.
Kapitalizmin küreselleşme
projesi pek çok müdahaleyi de beraberinde getirdi.
Eskiyi yıkıp yeni rantlar yaratmanın, yatırımlar
örgütlemenin karşılığı olan bu müdahalelerin kaynağı
doğanın tahribi ve kentlerin yağmalanması oldu,
olmaktadır. Doğal kaynaklar, sular, ormanlar,
dereler, HES, altın arama gibi adlar altında talan
edildi, ediliyor. "Kentsel dönüşüm"
olarak ifade edilen süreç ise, başka projelerle
birlikte kentlerin yağmalanmasıdır. Bu projeler,
bu saldırılar, kentte yaşayanların; kentin gerçek
sahiplerinin, işçilerin, emekçilerin, yoksulların
insanca yaşam koşullarının iyileştirilmesi, kentin
doğal ve kültürel varlıklarının korunması, doğal
afetlere karşı yenilenmesi, kadınların, çocukların,
engelli ve yaşlıların yaşamlarını kolaylaştıran
alanların oluşturulması, barınma hakkının sağlanması
vb. anlamlara gelmiyor. Önce sanayi bölgeleri
olarak biçimlenen büyük kentler bugün Türkiye'de
finans merkezleri, turizm ve ticaret merkezleri
hatta uluslar arası iş merkezleri olarak örgütleniyor.
Ancak her ne kadar büyük bir rantın planlı olarak
sürdürülen bir süreci olsa da; bağımlı ve çarpık
kapitalizmin egemen olduğu ülkemizde her türlü
karmaşık ilişkiyi, yağmayı, kayırmayı, yolsuzluğu
içinde barındırarak ve hatta kusarak yürüyor.
"Kentsel dönüşüm"
aslında "rantsal dönüşüm"dür. Bu saldırı
ile öncelikle 1980 öncesi ucuz işgücü olarak büyük
göçlerle kentlerin etrafını çeviren, bu yaşam
alanlarında toplana emekçilerin dişleriyle tırnaklarıyla
didinerek yaptıkları, yıkımlara karşı canları
pahasına savundukları konutları ellerinden alınmaktadır.
Yıllarca mahallelerine emek veren, alt yapı hizmetlerini
dahi zamanında kendi çabalarıyla dayanışma örnekleriyle
oluşturan, yıllardır kentin içinde yaşam mücadelesi
veren gecekondular ve gecekondu mahallelerinde,
yoksul kent mahallelerinde yaşayanlar, şimdi kentsel/rantsal
dönüşüm projelerinin aktörlerinin saldırılarına
maruz kalıyorlar. Her türlü ve her koşulda yıkıma
uğratılıyorlar. Özensiz ve güvensiz yapılan TOKİ
binalarına üstelik borçlandırılarak üst üste yığılmakta
ve kentin dışına doğru adeta süpürülmekteler.
Dayanışma kültürü, mahalle dokusu, komşuluk ilişkileri
de yok olmaktadır.
Emekçilerin yaşam
alanlarına göz dikmiş olan yerli ve yabancı sermaye,
burjuva kentler inşa etmekte, rezidanslar, AVM'ler,
iş merkezleri yaratırken kentte yaşayan emekçiler,
yoksullar üzerinde çok ağır sosyal, mekansal,
çevresel, ekonomik baskılar yaratmaktadır. "Kentsel
dönüşüm" saldırısı aynı zamanda bir soylulaştırma
projesi olarak da karşımıza çıkıyor. Büyük kentlerde
burjuva sınıf için özel ve izole edilmiş mekansal
yapılar, orta sınıf için güvenlikli bir o kadar
da maliyetli yapılar üretiliyor. Kent arazisi
yeniden parsellenirken gerçekleşen karşılaşmada
emekçilerin yaşam alanları yıkıma uğratılıyor.
Kentsel rant ve hizmetlerin
paylaşımında iktidarın da yerli ve yabancı sermaye
ile iç içe olduğunu vurgulamadan geçemeyiz. Başta
İstanbul olmak üzere Ankara, İzmir, Mersin, Bursa,
Adana, İzmit, Denizli ve kentsel rantı yüksek
tüm kentlerde "küresel kent", "marka
kentler" yaratma gayretinin bugün en sıkı
uygulayıcısı AKP iktidarıdır. AKP iktidarı ile
kentsel/rantsal dönüşüm projelerinin sorunsuz
uygulanabilmesi için 2000 yılından itibaren her
fırsatta yasalar çıkartılarak hukuki alt yapısı
hazırlandı. Yerel yönetimler de buna uygun yapılandırıldı;
bu temelde bir dizi yasal zemin oluştu.
Kent yaşamında önemli
bir yerde duran yerel yönetimler; mevcut yapıya
uygun olarak sadece seçim dönemlerinde bir takım
vaatlerle halka yönelmektedir. Bunun dışında büyük
ölçüde halkın örgütlü katılım ve denetimine kapalı,
mevcut siyasal yapının güdümünde rantsal, finansal
yapıdan nemalanan mekanizmalar olarak varlıklarını
sürdürmektedirler. Bu mekanizmalarda emekçiler,
ezilenler siyaseten dışlanmakta, örgütsüzlük dayatılarak
demokratik katılım ve denetim kanalları kapatılmaktadır.
Dolayısıyla siyasal, yönetsel olarak kentsel değişimlerin
hiçbir aşamasında işçi sınıfının, emekçilerin,
halkın, tüm ezilenlerin, bu toplumsal kesimleri
temsil eden siyasal yapıların, demokratik kurumların
söz, yetki ve karar hakları yoktur.
Kentimize Sahip
Çıkmak Aynı Zamanda
Eşitlik, Adalet ve
Özgürlük Sorunudur
4. bunalım döneminde,
neo-liberal politikalar, bu politikaların kentlerde
somut biçim alması, sınıfsal, ulusal ve cinsler
arası çelişkileri büyüttü, toplumsal eşitsizliği
genelleştirdi. Sadece bu değil, bunun üzerine
kurulu siyasal sistem, yani sömürge tipi faşizm
yeniden kurumsallaştı, post modern bir kültürel
örtü toplumu kuşattı. Bir yanda, kırk haramiler,
bir avuç azınlık, yani oligarşi ve onunla çeşitli
bağlar içinde bulunan burjuvalar, diğer yanda
işçiler, emekçiler, kent yoksulları ve tüm ezilenler.
Toplumsal ve sosyal çelişki büyüdü, sömürü derinleşti,
oligarşinin şiddet ve ideolojik aygıtları tüm
ezilenler üzerinde baskı kurdu. Hiç şüphesiz bu
nesnel durum, eşitlik, adalet, özgürlük, demokrasi
gibi talepleri öne çıkardı, bu talepler için mücadele
zorunlu hale geldi.
Kentler toplumsal
yapı içinde ön plana çıktı, sınıfsal ve sosyal
çelişkiler kentlerde günlük yaşamın bir parçası
oldu. Bu aynı zamanda kentlerde mekansal ayrışma
anlamını taşır, kentlerde mekanlar, yaşam alanları
farklılaştı. Başta İstanbul olmak üzere büyük
kentlerde, adeta iki kent oluştu; burjuva kentler/semtler
(Etiler, Ataköy, Çankaya, Bornova, Kuzey Adana
gibi) ve işçi, emekçi, yoksulların kentleri/semtleri
(Gazi, Gülsuyu, Kıraç, Şakirpaşa gibi). Tabi,
buların arasında orta sınıfları temsil eden kentler/semtler
de var. Bu tablo kentlerin sadece sınıfsal değil,
aynı zamanda mekansal ayrışmasıdır. Emekçilerin,
yoksulların ve tüm ezilenlerin bugünün kent yaşamında
tümüyle dışlandığı, ötekileştirildiği, her alanda
ağırlaşan maliyetlerle (ulaşım, su, elektrik,
doğal gaz, kira gibi) zor yaşam koşullarına mahkum
edildiği bu süreçte, bu sınıf ve katmanlar için,
başta temel hak ve özgürlükler olmak üzere demokratik
tüm hakları yok sayılmaktadır.
Ulaşım, elektrik,
su, doğal gaz, haberleşme gibi temel alt yapı
hizmetleri özelleştirilmektedir. Kamusal kaynaklar
yerli ve yabancı tekellere peşkeş çekilmekte yağma
düzeni kurulmaktadır. Eğitim, sağlık, kültürel
ve çevresel hizmetler özelleştirilmekte, ticarileştirilmektedir.
"Müşteri" ve "ticaret" kavramı
hayatın her alanında yükselen değer olarak nüfuz
etmekte; kamusal hizmet alanları yok edilmektedir.
Çevre kirliliği artmakta, yeşil alanlar, sahiller,
doğal yaşam alanları, ormanlar, göller ticari
yatırımlarla yok edilmektedir.
Kentlerin yeni yerleşim
ve yapılandırma sürecindeki sınıfsal ayrışmayı
keskinleştiren bu uygulamalar eşitsizliği, adaletsizliği,
siyasal baskıyı derinleştirirken, kentlerin gerçek
sahipleri olan işçi sınıfı ve halk "tehlikeli"
görülmekte bazı alanlar işçi sınıfı ve halka yasaklanmakta,
toplumsal baskı her alanda arttırılmaktadır. Din
ve muhafazakarlık da aslında ezilenler içindir.
Kadınların, gençlerin, öğrencilerin yaşam alanlarına
müdahale edilmekte, zaten oldukça kısıtlı olan
özgürlükleri de elinden alınmakta, gerici bir
yaşam tarzı dayatılmaktadır.
Bireyselleştirme,
geleceksizleştirme, ötekileştirme, yaşamı parçalama,
doğayı tahrip etme, yasaklama, sınırlama, özelleştirme,
müşterileştirme, özgürlüklerin yok edilmesi… İşte
bizlere, neo- liberal sömürü düzeninin, onun uygulayıcısı
olan AKP'nin dayattığı "yeni kent" yapısının
özellikleri bunlardır.
Bu tablo, kapitalizmin,
4. bunalım döneminde kapitalist sömürünün özünü
oluşturan neo-liberal sömürünün sonucudur. Sadece
kentlerimizi elimizden almıyorlar, demokratik
taleplerimizi yok sayıyorlar, insanca yaşam hakkımızı
elimizden alıyorlar.
Ya bu saldırılara
karşı direneceğiz, kentimize, sokağımıza, tarihimize,
kültürümüze sahip çıkacağız ya da bu bozuk düzenin,
çöken ve çürüyen düzenin, hiç bir yeri tutmayan
çarkları içinde insan olma özelliklerimizi kaybedeceğiz.
Duruşumuz ve tavrımız
nettir: direneceğiz ve toplumsal kurtuluş için,
insanların eşit, özgür, adil ve insanca yaşadığı
kentler için mücadele edeceğiz!
Biz Nasıl Bir
Kent İstiyoruz?
Biz hayatı üretenler,
işçiler, emekçiler, tüm ezilenler; artık nefes
bile alamadığımız kentler değil, özgür, adil ve
eşit koşullarda yaşayabileceğimiz kentler istiyoruz.
Rant odaklı değil
insan odaklı mimari planlamalar istiyoruz.
Soygun ve zulüm düzenini
değil insanca yaşam ve halk için demokrasi istiyoruz.
Yerel öz yönetim organları
olarak örgütlenebilen halk meclislerini oluşturmak
istiyoruz.
Halkın katıldığı,
söz ve karar sahibi olduğu, seçilenlerin halk
iradesiyle yeniden görevden alındığı, bunun için
geri çağrıldığı, bunun koşullarının ve denetim
mekanizmalarının oluşturulduğu bir demokrasi istiyoruz.
Kentsel hizmetlerin
insana ve doğaya uyumlu, halkın çıkarlarını gözeten,
temel hak ve özgürlükler esas alan bir yaklaşım
ve tarzda ele alınmasını istiyoruz.
Bunun için; kentsel
kamu hizmetlerini ticarileştiren özelleştirmeleri
ve taşeronlaştırmaları reddediyoruz. Bu bağlamda
işçi sınıfı, halk ve tüm ezilenlerin mücadelesi,
demokratik halk iktidarının önünü açacak dinamiklerini
de yaratacaktır. Bunların tümü devrim ve sosyalizm
mücadelesinden ayrı düşünülemez. İşte bu stratejik
tarihsel-toplumsal ana temayla birlikte ele alındığında,
sağlıklı kent yaşamının da ezilen emekçilerin
tarihsel mücadeleleriyle yaratılacağı anlaşılır
olacaktır.
Kentlerimizin yerel
yönetimi, Halk İktidarı perspektifinden hareketle,
işçi sınıfı ve emekçi halkın demokratik katılım
ve denetimi esas alınacaktır. Kent yönetiminde
mahalle düzeyinden başlayan, halkın ve kentin
ihtiyaçları doğrultusunda örgütlenen demokratik-katılımcı
karar alma mekanizmaları üretilecektir.
Kent yaşamı ve çalışma
alanları, örgütlü halk iradesiyle kolektif biçimde
insanca yaşam odaklı oluşturulacaktır.
Sağlıklı bir çevrede
yaşamak için açık alan ve yeşil alan düzenlemeleri
kamusal alan kapsamında yapılacak, doğal alanlar
azami düzeyde korunacaktır.
Doğal kaynaklar koşulsuz
ve istisnasız olarak korunurken, doğal kaynakların
ve havzaların olduğu yerlerde hidroelektrik santral,
nükleer santral, yapılaşma vb. uygulamalara kesinlikle
izin verilmeyecektir.
Eğitimin parasız,
bilimsel, anadilde, eşit, ulaşılabilir olması
sağlanacaktır.
Koruyucu sağlık hizmetlerini
temel alan bir yaklaşımla parasız, kolay ulaşılabilir
sağlık hizmetleri hayata geçirilecektir.
Eğitim ve sağlık alanlarında
merkezi planlamalarla bağlantılı olarak yerel
yönetimler de sorumluluklarını yerine getirecektir.
Kentlerin tarihsel
ve kültürel dokusunu, değerlerini korumak ve yaşama
dahil etmek; bütünlüklü bir kent politikası bilinci
ve planlaması ile gerçekleştirilecektir. Sanatsal
ve kültürel faaliyetler herkes için erişilebilir
temel bir hak düzeyinde ele alınacak, kentlerde
bu gelişime uygun mekan ve alanlar yapılandırılacaktır.
Yardım adı altında
sadaka kültürünü yayan ve yaygınlaştıran, yoksulluğu
olağan gösteren ve aslında kadercilik dağıtan
politikalar asla kabul edilmemelidir. Toplumsal
dayanışma ve paylaşım kültürü çerçevesinde kamusal
kaynakların adaletli, eşitlikçi ve bilimsel olarak
planlanması sağlanacaktır.
Ulaşımda ihtiyaçlar,
kaynaklar, amaçlar ve hedefler arasında bilimsel
bağlantılar kurularak, her alanda olduğu gibi
halkın ihtiyaçları, kentin fiziksel yapısı gibi
faktörlere bağlı emek ve meslek örgütlerinin doğal
katılımı ile düzenlemeler yapılmalıdır. Dolayısıyla
buna uygun olarak toplu ulaşım hizmetleri parasız
sağlanacaktır. Yol, su, elektrik, kanalizasyon,
telefon, internet gibi teknik alt yapı hizmetleri;
bütünlükçü bir anlayışla mikro düzeyde yapılandırılacak
ve parasız kamusal hizmetler kapsamında gerçekleştirilecektir.
Konut sorunu, temel
bir hak olan barınma hakkı olarak ele alınmalı,
neo- liberal politikaların kentsel dönüşüm projeleri
derhal durdurulmalıdır. Barınma hakkı temelinde
konut edinme, kamusal bir hizmet alanı olarak
planlanmalıdır. Bu doğrultuda kentin yerleşim
düzeneği; ortak yaşam ve dayanışma bilincinin
geliştirildiği kamusal mekan ve yapılar olarak
gerçekleştirilecektir.
Engellilerin kent
yaşamında tecrit edilmeden toplumla iç içe, diğer
insanlar gibi yaşaması için gerekli koşullar sağlanmalıdır.
Tüm mimari yapılarda, ulaşımda, sosyal ve kültürel
etkinliklerde uygun yapılandırma ve düzenlemeler
hayata geçirilerek toplumsal yaşama katılımları
sağlanmalıdır. Bu hassasiyet çocuklar ve yaşlılar
için de gösterilecektir.Kadınların, çocukların,
yaşlıların, gençlerin kent toplumsal yaşamında
kendilerini üretebilecekleri, sorunlarını çözebilecekleri
yaşamsal ve mekansal alanlar oluşturularak gerektiğinde
barınma, bakım ve diğer sosyal gereksinimleri
giderilmelidir. Kentlerimizde toplumsal yaşam
alanları bu temel ihtiyaçlara göre örgütlenip
düzenlenecektir. Kent yaşamındaki eşitsizliğin
yok edilmesinin yolu; ormanlar, sahiller, dereler
vb. doğal kaynakların ve yollar, parklar vb. ortak
yaşam alanlarının kamulaştırılmasından geçmektedir.
Kamuya ait arazi ve yapıların satışına, özelleştirilmesine
son verilecektir.
Emek ve meslek örgütlerinin,
üniversitelerin bilimsel ve insani temellerde
karşı çıktığı projeler son bulmalıdır. Dolayısıyla
rant temelli hiçbir proje hayata geçirilmeyecektir.
Bütün ulusal toplulukların
değer ve kültürlerinin korunması ve yaşanmasında
tam bir özgürlük sağlanmalıdır. Buna uygun ortam
ve mekansal düzenlemelere açık bir yapılanma sağlanacaktır.
Her türlü afet olasılığına
hazır olabilmek için bedelinin halka dayatılmadığı
önlemler alınmalıdır. Her türlü afet olasılığına
karşı toplumsal bilinç ve bilimsel planlamalarla
hareket edilecektir.
Kent yaşamında, doğal
ortamlarda birlikte yaşadığımız doğanın bir parçası
olan hayvanların da hakları güvence altına alınmalı,
onlara acı verecek, eziyet kapsamına girecek her
türden uygulama yasaklanmalıdır. Hayvanların barınma,
beslenme sorunları için gerekli kaynak ve ortam
sağlanacaktır.
Yerel kent yaşamımızda
ulusal ve cinsel düzeyde her türlü ayrımcılık,
baskı ve gericilikle mücadele edilecektir.
Savaş, yoksulluk,
baskı vb. sebeplerle kentlerimize gelen göçmenlerin
barınma, çalışma, eğitim, sağlık, güvenlik sorunlarında
insanca yaşam koşulları sağlanacaktır.
Adalet, Eşitlik
ve Özgürlük İstiyoruz
Yoksulluk ve yoksunlukları
bize kader diye dayatanlara, emperyalizme, işbirlikçi
oligarşiye, bunların yeni politikalarına, rant,
yağma, yolsuzluk ve baskıyla, zulümle beslenenlere
karşı gücümüz örgütlü birliğimizden gelir. Biz
olmazsak hayat durur. Bizler, işçiler, emekçiler,
tüm ezilenler olarak bunun bilinciyle hareket
edersek bize dayatılan eşitsiz, adaletsiz yaşamdan,
kimliksiz kentlerden, zincirlerimizden kurtulabiliriz.
Geleceğimizi karartanlardan
hesap sormak, yaşamı yeniden kurmak bizim ellerimizdedir.
Adalet, eşitlik ve
özgürlük için; yolsuzluğa, hırsızlığa, sömürüye
dur demek için,
Kentlerimizde, köylerimizde
nasıl yaşayacağımıza kendimiz karar vermek, her
bir tuğlasını kendimizin ördüğü sokaklarımızda,
mahallelerimizde özgürce nefes alabilmek için,
Kadınların öldürülmediği,
kendi rızaları dışında hiçbir şeye zorlanmadığı
bir yaşam için,
Hiç kimsenin ulusal,
cinsel ve kültürel kimliğinden, inancından dolayı
aşağılanmaması, ayrımcılığa uğramaması için,
İşçi ve emekçilerin
rant uğruna evinden, yerinden, yurdundan sürülmediği,
baskı ve zulüm görmediği bir ülkeyi hep birlikte
yaratmak için,
Özgür bir ülke ve
insanca yaşam için mücadele etmek onurumuzdur.
Onurumuza, geleceğimize
sahip çıkalım; örgütlenelim, birleşelim, mücadele
edelim!
|