17
Aralık 2013 adeta bir milat oldu. "Adeta"
diyoruz; çünkü, asıl milat Gezi ve Haziran halk
direnişidir, halkın gücünün sokakları özgürleştirmesidir,
17 Aralık bu sürecin önemli bir aşamasıdır.
Bir sabah ülke ve halk "rüşvet ve yolsuzluk
operasyonu" ile uyandı. Ve artık hiç bir
şey eskisi gibi olmadı; Haziran günlerinde darbe
alan, baş aşağı giden AKP çatırdadı, sadece AKP
için değil, tüm iktidar organlarının meşruluğu
yerle bir oldu, yağma düzeni açığa çıktı, pislik
her yere saçıldı. Ne 11 yıllık AKP iktidarı, ne
"egemen sınıfların yönetim kurulu" olan
oligarşik devlet, ne "tarihin sonu"
yalanlarıyla kutsanan neo-liberal sömürü düzeni,
ne ülke ve halk, ne bu coğrafyanın ağırlaşmış
sorunları, ne de sol ve devrimci hareket; hiç
bir şey eski konumda değil. Her şey yeniden biçim
alıyor; yeni bir yerden yaşama ve sorunlara bakılıyor,
devrimcilik yeniden üretiliyor, eski ilişki ve
örgüt biçimleri sürece yanıt vermiyor, ayrışma,
yeniden saflaşma, yeni ilişki ve ittifak biçimleri
ortaya çıkıyor.
Tüm bunlar birden, aniden, bir hamlede yaşanmıyor,
sancılı, çatışmalı, sürece yayılarak yaşanıyor.
Bu açıdan, 17 Aralık adeta bir milat oldu...
Biliniyor, devrimci sosyalizm, burada, Barikat
Dergisinde, çeşitli yazılarımızda, neo-liberalizmin
kriz sarmalından kurtulamadığını, kendi sınırlarını
tükettiğini ifade ediyor, devrimin güncelliğinin
altını çiziyor. Bu rastgele, aklımıza esince yapılan
bir değerlendirme değil, bilimsel sosyalizm ışığında,
tarihsel ve sosyal olgulara dayanıyor. Bu gerçek
şimdi günlük ilişki içinde her gün, her saat karşımıza
çıkıyor; Gezide, Haziran günlerinde, rüşvet ve
yolsuzlukta, ortaya dökülen yağma düzeninde, oligarşi
içi çatışmada, seçimde, sokakta, Roboskide, Berkin
Elvan için yürüyen milyonlarda çıkıyor.
17 Aralık 2013'de, rüşvet ve yolsuzluk çuvalı
açılınca, rezillik ortalığa dökülünce, sadece
AKP çökmedi, AKP somutunda neo-liberal sömürü
düzeni, onun üzerinde biçim alan sömürge tipi
faşizm tel tel döküldü. "Hak- hukuk"
koca bir yalan oldu; adalet, mülk sahiplerin temelidir,
adalet hırsızları, arsızları, emperyalizmin işbirlikçisi
sermayeyi korumakla mükelleftir. Burjuva demokrasisinde
temel ilke olan "kuvvetler ayrılığı"
sözlerine artık kimse inanmıyor. İktidar olan,
çeşitli iktidar odakları her şeyi kendisi için
yapıyor; dün "darbeci" olan halk düşmanı
İ. Başbuğ, bugün "kahraman" oluyor.
"Demokrasi", oligarşi ve onun partilerinin
dilinden düşmüyor; hırsızlık, arsızlık, yağma
için "demokrasi", halk için diktatörlük
olduğu gerçeği ortaya çıkıyor. Aman tanrım; "koca
cumhuriyet tarihi" nasıl da, Osmanlıdan devir
alınan, her gün üzerine konularak güncelleşen
kontra, kirli savaşlar tarihiymiş; AKP-cemaat
çatışmasında etrafa dökülen bu kontra taktikler,
çeteler savaşıdır. "İleri demokrasi"
mi, haydi oradan, bal gibi sürekli faşizm var,
"demokrasi paketleri" boş, faşizm "tek
parti-tek adam" diktatörlüğü biçiminde tezahür
ediyor. T. Erdoğan kim; Başbakan mı, AKP genel
başkanı mı, belediye başkanı mı, park ve bahçeler
müdürü mü, imar müdürü mü, ihale takipcisi mi,
gazete müdürü mü, imam mı, içişleri bakanı mı,
dışişleri bakanı mı, adalet yüksek bakanı mı,
futbol takımı kaptanı mı, şirket yöneticisi mi,
Halk Bankası müdürü mü, işadamlarından haraç toplayan
mafya mı, canı sıkılınca bizi azarlayan baba mı,
"İslam aleminin lideri" mi, "BOP
eşbaşkanı" mı... yoksa aklınıza ne gelirse
bunların tümü mü? "Kimsenin yaşam biçimine
karışmadık"; yıllardır tekrar edilen yalanlardan
biri, kaç çocuk doğuracağımıza, içki içip içmeyeceğimize,
her şeyimize karışıyor, dahası yeni bir toplum
mühendisliği yapıyor. "Özgür basın"
mı kontra güçlerin silahı mı; şimdi AKP ve cemaat
yayınlarına bakınca bu gerçek daha iyi anlaşılıyor.
Eskiden Afrika ülkeleri için söylenirdi, "erken
kalkan darbe yapar" diye; şimdi kim erken
kalkarsa, T. Erdoğan ya da F. Gülen kim erken
kalkarsa o diğerine "darbe" yapıyor,
ortalık rüşvetten, yolsuzluktan, telefon tapelerinden,
kasetlerden, yalandan geçilmiyor. Haziran günlerinde
"destan yazan polisim" bu kez "paralel
devlet, ajan" oluyor. Haziran günlerinde
bizim çocuklar ölüyor, onların çocukları hırsızlığa,
hem de babaları tarafından ortak ediliyor...
Kısaca bir şarkı sözleriyle, nereden baksak tutarsızlık
nereden baksak ahmakça. AKP ve T. Erdoğan bizim
aklımızla, zekamızla alay ediyor...
AKP 11 yıl içinde, sadece neo-liberal sömürüyü,
vahşi kapitalizmi halka dayatmadı, bununla birlikte,
emperyalizm ve tekelci sermayeye dayanan, burjuva
demokrasisiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan
sömürge tipi faşizmi "yeniden yapılanma"
adı altında yeniden dizayen etti, post-modern
söylemle gerici-muhafazakar bir yaşamı adım adım
örgütledi. 12 Eylülden bu yana neo-liberal sömürü
oturdu, sadece işçi ve emekçilerin emeği çalınmadı,
kentler, doğal kaynaklar vahşice talan edildi;
emperyalizm ve tekelci sermayenin "yönetim
kurulu" olan devlet, demokratik değil, tam
da bu sömürüyü sürdürmek için "baskı ayğıtı"
olarak örgütlendi; faşizm yeniden ve yeniden kurumsallaştı;
topluma deli gömleği giydirildi, her alanda gerici
yaşam dayatıldı.
Hiç şüphesiz bu "değişim"di. Bu değişim,
en çok da liberallerin dilinde, AKP "eski
Türkiye"yi değiştiriyor, "yeni Türkiye"yi
inşa ediyordu. Evet, bir "değişim" vardı;
ama bu "değişim" öze ilişkin değildi,
biçimdeydi. Öz; yeni sömürgecilikti, emperyalizme
bağımlılıktı, yeni sömürgecilik üzerine inşa olan
devlet biçimiydi, sömürge tipi faşizmdi. Biçim
ise, tüm bu sömürü ve egemenlik biçiminin 4. bunalım
döneminde, 2000'li yıllarda yeniden biçim almasıydı,
buna AKP'nin öncülük etmesiydi. Yani, yaşanan
bu süreç aslında "yeni" ve "eski"
diye sınıflanan iki ayrı Türkiye değildi; aynı
Türkiye'nin iki farklı dönemde yeniden biçim almasıydı.
Liberaller bu "değişimi" abartı, başka
anlamlar yükledi, buradan demokrasi bekledi; statükocular
bu süreci anlamadı, görmedi, kimi 1930 Türkiye'sini
özledi, kimi her şeyi iki kalıplaşmış sözle ifade
etti.
Tamda bundan dolayı, yani asıl olan öz olduğu
için, tüm "demokrasi ve özgürlük" yalanları,
sahte "demokrasi paketleri" Haziran
günleri ve 17 Aralık sonrasında patladı; ne "ileri
demokrasi" kaldı, ne "İslam", "hak";
şapka düştü kel göründü, oligarşik devlet, Ergenekoncu,
AKP'ci, Cemaatçi çetelerden oluşuyordu, tümü halk
düşmanıydı, tümü hırsız, arsız, yalancı ve katildi.
Tabi, bu durum, sürekli krizin tepe noktasıydı,
hatta daha öte kaotik bir durumdu.
AKP, can derdine düştü, üst üste yeni yasalar
çıkardı; bu haliyle aslında tüm ülkeye, tüm halka
darbe yaptı....
Gezi Ve Haziran
Halk Direnişi
Yolu Açtı
Nereden bakarsak
bakalım, tüm nesnel koşullar neo-liberal düzenin
tükendiğini, içsel olan kriz dinamiklerin sürekli
"patlayıcı madde" biriktirdiğini bize
ifade ediyor. Ama bu işin bir tarafıdır; eğer
işin bu tarafı, yani nesnel koşullar öznel koşullarla
üst üste düşmezse, toplumun çok daha derin çürüyeceği
de bir gerçektir. Bu açıdan bakarsak, neo-liberal
düzenin oturma sürecini, bir anlamda "çürüme"
süreci olarak da tanımlayabiliriz. Unutmayalım,
kapitalizm ne kadar tükenirse tükensin, eğer devrimci
ve halkçı bir irade devreye girmezse, şu ya da
bu biçimde, sömürü ve egemenliği daha da derinleştirerek
varlığını sürdürür.
AKP neo-liberal düzenin
özetidir; o, hem ekonomik, hem sosyal, hem de
siyasal düzeyde bu düzenin savunucusu ve yürütücüsüdür.
Biriken nesnel dinamikler, "patlayıcı maddeler"
Gezi ve Haziran halk direnişinde karşılık buldu;
böylece sadece AKP için değil, neo-liberal sömürü
düzeni için sonun başlangıcı oldu, yol açıldı.
Halk direnişi, neo-liberal sömürüye, onu yürüten
AKP'ye karşı büyük başkaldırıdır. Haziran direnişi,
düzenin savunucularıyla düzenin ezdiği tüm kesimleri
yeni bir potaya soktu; tüm ezilenler için umut
oldu, sadece başkaldırı değil, "nasıl bir
gelecek" fikri ve sorusu için güçlü veriler
sundu. Halk Haziran günlerinde korku duvarını
yıktı, kendi kaderini eline alma iradesi gösterdi.
Sokaklar, alanlar direnişle özgürleşti; formlar
halk demokrasisi için filiz oldu. Birlikte direnenler
birlikte, barış içinde yaşadı; siyasal gidişatla
çelişkiye düşen orta sınıflar dahil, yaşam biçiminden
dolayı kaygı duyanlar dahil, oldukça geniş bir
kesim direnişin çatısı altında saf tuttu. Bundan
çok sesli, çok katmanlı, çok renkli bir özellik
gösterdi.
Haziran günleri ezilenler
için bayram günleri oldu...
Yeni bir Türkiye için,
sol ve devrimci hareketin kendini yeniden kurması
için asıl milatta Gezi ve Haziran direnişidir.
Kürt Ulusu İçin
Özgürlük
Bu ülkenin en ağır
sorununun başında Kürt ulusunun özgürlük sorunu
gelir. Bu demokratik sorun, demokrasi mücadelesinin
kendisi değil, ama ana halkası durumundadır. Bu
sorun çözülmeden, demokratik hiç bir sorun çözülemez;
çünkü bu ana sorun demokrasi mücadelesinin ana
halkasıdır ve tüm sorunları adeta bloke etmektedir.
AKP, bakmayın siz,
TV reklamlarında bu sorunu çözdüğünü iddia etmesine;
AKP bu sorunu çözmedi, çözmek için irade de koymadı,
ikiyüzlülük ve takiyeyle "Kürt var ama sorunu
yok" dedi, Kürt ulusunun demokratik hiç bir
hakkını tanımadı, sorunu "bireysel özgürlük"
noktasına çekti, ancak özgürlüklere düşman bir
çizgide iktidarını sürdürdü. AKP, 11 yıllık iktidarında
sorunu çözmedi, sorunu kontrol etme siyaseti izledi.
Son bir yılda ne oldu?
Daha önce bu süreci ayrıntılı ele aldık. A. Öcalan'ın
başlatmış olduğu "görüşme süreci"ne
AKP ve devlet yanıt verdi, ancak ciddi tek bir
adım atılmadı. AKP'nin taktiği oyalamaydı, seçimleri
atlatmaydı; bunun için A. Öcalan ile görüşüldü,
ama bu süreç tıkandı. İçte ve dışta siyasal gericiliğin
temsilcisi olan AKP, bu demokratik sorunu çözemez,
çözmek içinde bir politikası, planı yoktur. Bu
gerçek, son bir yılda bir kez daha anlaşıldı.
AKP, Kürt ulusunun özgürlük sorununu çözmek değil,
kontrol etmek siyaseti izledi. A. Öcalan ile MİT
görüşmesi, özünde budur; sorunu kontrol etme siyasetidir.
Gezi ve Haziran günlerinde
halka saldıran AKP, Kürt halkına barış eli uzatmaz.
Şimdi can derdine düştü AKP; bir yandan Ergenekoncularla
"yeniden yargılana" adıyla ittifak kurdu,
Kürt halkıyla da "görüşme" adıyla oyalama
taktiğine başvurdu. AKP, demokratik bir adım atmak
için Kürt halkına, işçi sınıfı ve Türkiye halkına
el uzatmak zorundadır. Ama AKP'nin "demokrasi"
derdi yoktur; böylesi bir adım için niyeti de,
politikası da yoktur. Bundan dolayı zor günler
yaşayan AKP, Ergenekon'a sarıldı; "yeniden
yargılanma" hamlesi, İ. Başbuğ ve tüm Ergenekoncuların
tahliyesi budur.
Bir Deney: Seçim
Tüm bu kaos içinde
yerel seçim gündemdedir. 2014 yılı, seçim ve kriz
yılı olacaktır; yaşanan tamı tamına budur.
Başta AKP olmak üzere,
CHP, MHP ve diğer burjuva partiler, bu sömürü
ve zulüm düzenini nasıl sürdüreceklerinin hesabını
yapıyor. Tümü neo-liberal yerel yönetim programına
sahiptir; her şeyi çürüttüler, halkı da bu çürümüş
ilişki içinde kendine bağlama gayreti içindeler.
Projeler savaşı, aş, iş, ihale vaatleri budur.
Tümü hırsızlıkta, yolsuzlukta, yağmada yarışıyor.
Bunların karşısına
hem program olarak hem de siyasal güç olarak çıkmak
zorunlu oluyor. Her seçimde "yaşasın devrim
ve sosyalizm" demek bir hedefi işaret ediyor,
ama işçi sınıfı ve halkın karşısına somut bir
programla çıkmak önem kazanıyor. Çok daha önemlisi,
Kürt coğrafyasında özyönetim için, Türkiye coğrafyasında
direniş ve özyönetim tohumları atmak için, yerel
seçimler bir çok imkan sunuyor. Demokratik ve
halkçı yerel yönetim programıyla işçi sınıfı ve
halkın karşısına çıkmak; cephe siyasetiyle, tüm
ezilenleri birleştirmek, burada güç birliği yapmak
önem kazanıyor.
Devrimci sosyalizm
bu sorumlulukla yerel seçim taktiğini belirledi
ve bu taktik politika doğrultusunda adımlar attı...
Kızıldere Meşalemizdir
Yerel seçimler ile
Kızıldere üst üste düşüyor. Kızıldere, bizim için
hem siyasal hem de tarihsel açıdan son derece
önemli bir yerde durmaktadır; bizim için varlık-yokluk
sorunudur. Tarihine, şehitlerine sahip çıkamayan
ne güncel süreçleri kazanabilir, ne de dönemsel
ve stratejik hedeflere yönelebilir.
Bu tarih bizim; Kızıldere'den
Haziran'a bu tarih bizim...
Bu tarihsel-siyasal
kavşak, yani Kızıldere, tüm tarihimizde, 40 yılı
aşkın mücadelemizde bize yol gösterdi. Hiç şüphesiz,
Mahir ve yoldaşlarımızın yakmış olduğu bu meşale,
sadece bizi aydınlatmadı, 40 yılı aşkın devrim
tarihimizi aydınlattı. Bu 40 yılı aşkın tarihte
Mahir ve Kızıldere, yol ayrımı oldu; Mahir'in
düşüncesi, döneminde kıvılcım oldu, bu kıvılcım
ışık oldu ve günümüze dek bizi, devrimci hareketi
aydınlattı.
Hiçbir olgu belirli
kalıplara sığamaz, o tarihle sınırlı kalmaz, donmaz;
her siyasal-tarihsel olgu, sadece ortaya çıktığı
dönemi değil, sonrasını da etkiler, çok daha önemlisi
yeniden ve yeniden biçim alır. Mahir'in mirası
tartışmaları yeniden, güncel süreçlerle biçim
alıyor. Mahir'i donduran, bu anlamda daraltan
bir yaklaşımda, Mahir'i inkar eden, yok sayan
bir yaklaşımda, Mahir'i kendi konumuna, "isyan
değil müzakere" konumuna indirgeyip buradan
tarihle bağ kurmaya çalışan yaklaşımda Mahir'i
anlamayan yaklaşımlardır.
Mahir; her hangi bir
devrimci değildir, devrimci sosyalizmi kuramlaştıran
önderdir, yenilenmecidir, kurucu irade sahibidir,
isyancıdır...
Mahir'in inşa ettiği
devrimci ve sosyalist ideoloji, devrimci duruş,
politik tavır, yenilenmeci ve devrimci irade bizimdir.
Mahir'in bizlere bıraktığı mirastan birileri yararlanabilir,
bu miras sol ve devrimci hareketi besliyor. Ama
Mahir'i biz temsil ediyoruz; ideolojide, politikada,
örgütte, kültürde, biz, devrimci sosyalizm temsil
ediyor.
Sol Ve Devrimci
Hareket Yeni Bir
Yol Ayrımındadır
Bu tarihsel ve
siyasal birikim üzerinden geleceği kurmalıyız.
Bu konuda "yeni" ve "sıfır"dan
başlayan bir yerde değiliz, oldukça güçlü bir
birikime sahibiz. Türkiye devrimine yol gösteren
40 yılı aşkın eskimeyen, tam tersine bu süreçte
yenilenme eylemini içselleştiren devrimci ideolojimiz
en güçlü yanımızdır. Sadece bu değil, büyük bir
direniş tarihi, yenilgi ve zaferlerle dolu politik
süreçler, silahlı ve barışçıl bir dizi mücadele
biçimi, hatta devrimci bir geleneğimiz var.
Gezi ve Haziran günleri,
alaca karanlık günler içinde yeni bir umut, geleceği
kurma iradesi, asıl milatsa; bu siyasal ve tarihsel
birikim üzerinden kendimizi, devrimci hareketi
ve geleceği yeniden kurmalıyız.
Tam bu noktada, Gezi
ve Haziran günlerinde direnişe katkı sunan, öncü
değil artçı olan sol ve devrimci hareket, oturup
kendine, sürece, halka karşı samimi bir hesaplaşma
içinde olması gerekirken, bu hesaplaşmadan doğru
ve devrimci sonuçlar çıkarması gerekirken, elbete
bu yönde samimi adım atanları göz ardı etmeden
ifade edelim, bu konuda zayıf kaldı. Devrimci
hareket, hem ideoloji ve politika, hem örgüt ve
devrimci pratik, hem de halkla ilişkide yeni bir
düzey inşa etmelidir. Bunun için önce "niyet"
etmeli, bu yönde güçlü bir irade ortaya koymalı,
sonra bunların gereğini yapmalıdır. Zayıflıkta
buradadır; ders alma değil, bilineni tekrar varsa,
basit biçimde kendi kendini övme seansları varsa,
orada sorun var demektir. Hem sol ve devrimci
hareketin oluşturduğu çeşitli platformlara, buradaki
düzey ve ilişkiye bakalım, hem de Gezi, rüşvet
ve yolsuzluk, seçim gibi süreçlere bakalım, zayıflıkları
gözlemek mümkündür.
Burada, "bundan
bir şey çıkmaz" demek belki bir söylem, ama
boş bir söylemdir. Buradan çok şey çıkacağını
Gezi ve Haziran günlerinde, formlarda, artan ve
azalan sokak eylemlerinde, en son Berkin Elvan'ı
ölümsüzlüğe uğurlarken gördük. Devrimcinin işi
devrim yapmaktır, devrimcinin işi "boş"
şeylerden yeni bir yaşam ve politik tutum çıkarmaktır,
devrimcinin işi kendini, çevresini, halkı örgütlemektir,
devrimcinin işi devrimci bir hareketi inşa etmektir.
Ufku daralan, küçük
dünyasında var olanla yetinen, nereden aldığı
bile artık çok anlam ifade etmediği bir-iki kalıplaşmış
sözle her şeyi açıklamaya çalışan sol ve devrimci
hareket, sınıfta kalmaya mahkumdur. Az çok direnen,
Geziden bu yana, toplum ve sınıflar alt-üst olurken,
devrim için nesnel koşullar son derece uygunken,
kendine, solla ciddi bir önermede bulunmayan,
klavye devrimciliğime meyil eden ve kim tarafından
çağrıldığı bile bilinmeden Taksim ara sokaklarda
az çok dövüşen bir devrimcilik, yeniden kuruluş
iradesine yanıt olamaz. Gezide birleşik irade
ve tavrı kaçırdık, tamam; peki, rüşvet ve yolsuzlukta,
seçimlerde ne yaptık? Onardık mı, yoksa 40 yıldır
ezberlediğimizi mi savunduk; direnişi, halkı mı
öne aldık, devrimci siyaseti mi yoksa dar dünyamızı
mı buradan kurduk?
Stratejik ve dönemsel
hedefler için, neo- liberalizmin, AKP'nin çöküş
yaşadığı bu günlerde güncel süreçleri yakalamak
son derece yaşamsaldır. Bunun için hem programa
hem de iradeye sahip olmak zorunludur. Günceli
görmeden stratejik olanları yenileyen; stratejik
olanı unutan güncelin içinde boğulan bir sol ve
devrimci hareket kendini yeniden inşa edemez.
"Bu pisliği devrim temizler" demek,
doğrudur; ama bu tek başına eksiktir, siz bununla
birlikte halkın içinde çıkan şiarlara da sahip
çıkacaksınız. Güncel süreçlere yönelik programınızda,
bu ilişkiyi kurmuyorsanız, ortaya çıkan şu ya
da bu talebi, örneğin "hükümet istifa"
talebini kalıpçı bir mantıkla "bunu reformistler/ulusalcılar
söylüyor" biçiminde yok sayıyorsanız, kendinizi
nasıl tarif ederseniz edin, siz ne süreçten, ne
de görevlerden hiç bir şey anlamamışsınız demektir.
Sol ve devrimci hareket
yeniden tasnif oluyor, olacaktır; böylesi ağır
sorunlar içinde, böylesi süreçler bunu zorunlu
kılıyor, kimse bundan kaçamaz.
Devrimin Yolu:
Devrimci Kurtuluş
Yeniden kuruluş,
kapsamlı siyasal projedir, yaklaşımdır; ideolojik,
politik, örgütsel ve kültürel ayakları vardır.
Bu kavram ve bu kavramda ifadesini bulan devrimci
içerik kapsamlı hedef ve görevleri ifade ediyor.
Bu anlamda, kısa süreli, güncel değil, dönemsel
karakteri içerir. Ancak bu dönemsel hedef, her
gün, her güncel süreçte, örneğin Gezi, rüşvet
ve yolsuzluk, seçim gibi her güncel süreçte yeniden
üretilir. Eğer siz bu bağı kuramazsanız, stratejik
ve dönemsel görevlerle güncel görevler arasında
sıkı ilişkiyi kuramazsanız, "yeniden kuruluş"
gibi kapsamlı politik projenin kağıt üzerinde
kalmasını önleyemezsiniz.
Yeniden kuruluş, her
alanda yeniden inşa demektir; ideolojide, siyasette,
örgütte, kişilikte, örgütsel ilişkiler ve halkla
ilişkide, günlük yaşamda, bir görevi yaparken,
bir eylemi örgütlerken her alanda kendini dışa
vurur. Bu sürekli eylem, büyük bir irade, emek,
sabırla yapılabilir. Bu eyleme yön veren, günlük
başarı ya da başarısızlık değil, sabırla, inatla,
sürekli bir devrimciliktir. Ufuk net, hedef net,
berrak bir bilinç, bıkıp usanmaz bir enerji, başkası
üzerinden kendini tarif etme değil görevler üzerinden
kendini tarif etme, sosyalizme, devrime, partiye
bağlılık ve inanç, günlük yaşamın içinde erime
değil her alanda direniş ve kendini inşa etme;
tüm bunlar üzerinden yeni bir devrimcilik.
İşte yeniden kuruluş
ve inşa için bize gerekli olan budur!
Devrimci sosyalizm,
böylesi bir süreçte, bu irade ve hedefi yeniden
tarif ediyor. Bu dağınık, örgütsüz, zayıf sol
ve devrimci hareket içinde bir başkaldırıdır,
isyandır, kendini yeniden örgütlemek, yolu açmak
iradesidir.
Bu irade ve perspektif
bizde vardır. Bıkıp usanmadan bu hedef için ilerleyeceğiz...
Devrimciliğin yeniden
sınandığı, halkın direnişi az çok öğrendiği, düzenin
çürüdüğü ve döküldüğü, devrim için nesnel koşulların
son derece olgunlaştığı bir dönemden geçiyoruz.
Bu süreçte, bir kez daha kendimize dönüp samimi
bir devrimcilikte ısrar edip, bir adım öne çıkıyor
ve yeniden kuruluşun, kapsamlı görev ve hedeflerin
altını çiziyoruz.
Kolay bir devrimcilikten
bahsetmiyoruz, basit görevlerden söz etmiyoruz.
Büyük bir dava ortaya koyduk, bunun altını çiziyoruz.
Bu zorlu, zahmetli, bedel ödenen bir yoldur; kolayı
hiç seçmedik, bu yoldan ilerleyeceğiz. Kendimizi
yeniden örgütleyeceğiz, devrimci kurtuluşun yolunda
yeniden kuruluş/inşanın sürecinin birer savaşçısı
olacağız. Tüm geri, zayıf, hatta çürüyen yanlarımızı
temizleyecek, yıkma ve yeniden yapma eylemini
sürekli kılacağız.
Kızıldere'yi, Mahir
ve şehitlerimizi andığımız bugünlerde, bu görevler
için, şehitlerimiz bize yol gösteriyor. Bu günlerde,
bir yandan bir dizi imkanın ortaya çıktığı, diğer
yandan tarihsellik içinde ortaya çıkan çürüme
eğilimlerin solu, devrimci hareketi, bizi şu ya
da bu biçimde etkilediği bu günlerde, "nasıl
devrimcilik", "nasıl kadro", nasıl
örgüt", "nasıl devrim", "nasıl
sosyalizm" gibi can alıcı soruların yanıtı
çok açıktır.
Bu soruların yanıtı,
parti çizgimizde, ideolojik-politik tezlerimizde,
strateji, program ve taktiklerimizde vardır; bu
soruların yanıtı, Mahir, Ulaş, Cevahir, Atilla,
Tamer gibi kurucu kadrolarımızda somut biçim almıştır.
Bize lazım olan, eskimeyen,
yorulmayan bir devrimcilikle ileri taşıyan her
şey burada, parti çizgimiz ve değerlerimizde vardır.
Buradan güç alıp ileri bir değil, birkaç adım
öne fırlayalım. Görevlere sım sıkı sarılalım;
her şey parti için, her şey devrim için!
|