Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 

 

6 (67). Sayı /Haziran-Temmuz 2013

       Yeni bir mücadele yılına girdik. 2013 yılı, 2012 yılının ağır sorun ve gündemlerini arkasına alarak başladı. Çözülmeyen tarihsel ve güncel sorunlar var. Bu sorunlar katlanarak büyüdü, yeni sorunlarla ağırlaştı. Siyasal gündem hem yoğun hem de ağırdır. Bir yandan AKP, emperyalizmin tam desteğini arkasına aldı ve AKP öncülüğünde neo-liberal sömürü düzeni her alanda, ekonomik, siyasal, kültürel her alanda yeniden biçim aldı. Bu süreç şu ya da bu biçimde devam ediyor. Hatta Türkiye ekonomisine yön veren neo-liberal sömürü modelinin önemli ölçüde oturduğunu; AKP'nin de siyasal, ekonomik, kültürel alanlarda toplum ve devlet yapısını yeniden biçimlendirdiğini söyleyebiliriz. Öte yandan, bizzat bu tablonun kendisi sorunludur, sorunların derinliğini, ağırlığını ifade etmektedir. Bu tablo, emperyalizme her alanda bağımlılığın derinleşmesini, ağırlaşmış bir sömürüyü, sosyal ve siyasal hakların inkarını, bu zulüm ve sömürünün devamı için sürekli faşizmin kurumlaşmasını ifade ediyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde neo-liberal sömürü ile siyasal özgürlükler yan yana olmamıştır, bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Biri varsa diğeri yoktur, neo-liberal sömürü ile siyasal özgürlüklerin kurumsallaşması ters orantılıdır. Bu gerçek, hem dünyada hem de ülkemizde, özellikle 1980 ve sonrasında çok nettir. Buna rağmen, burjuvazinin ideolojik saldırısının bir unsuru olarak neo-liberal söylemde "özgürlük ve demokrasi" dilden düşmez; bu koca bir yalandır. Neo-liberalizm için "özgürlük", işçi ve emekçi sınıfların sömürülmesi, "demokrasi" ise yine işçi ve emekçi sınıfların baskı altına alınmasıdır; emperyalizm ve oligarşi için burada sömürü ve baskıyı kurumsallaştırma "özgürlüğü" söz konusudur. Sadece bu değil, bununla birlikte, bu neo-liberal sömürü modeli, bunun üzerinden kurulan düzen tarihsel ve dönemsel sorunlar üzerinden biçim almıştır. Yani, bugün, hem tarihsel boyutları olan sorunlar, hem de neo-liberal düzenin biriktirmiş olduğu sorunlar üst üste düşüyor, işçi sınıfı ve ezilenler için hiçbir sorun çözülmüyor, ciddi bir adım atılmıyor.
        Yeni bir yıla bu sorunların ağır basıncı altında girdik ve önümüzdeki süreçte bunlar kalın çizgilerle yeniden ve yeniden güncellik kazanacaktır, kazanıyor.
        Ana başlıklarla ele almakta yarar vardır.

        Kürt Ulusu Özgür Olmadan
        Türkiye Halkları Özgür Olamaz

        Bu sorunların en başında Kürt ulusunun özgürlüğü sorunu yerini alıyor.
        Kürt ulusunun özgürlük sorunu, tarihsel ve güncel bir sorundur; bu sorunun siyasal bir sorundur, özü Kürt ulusunun kendi kaderini kendi tayin etmesidir. Kürt ülkesinin dört parçaya bölünmesi, her bir parçasının sömürgeleştirilmesi, Kürt ulusunun tüm demokratik haklarının inkar edilip, özgürlük taleplerinin şiddetle bastırılması, sorunun özünü, zeminini oluşturuyor. Bu sorun ancak Kürt ulusunun tüm ulusal ve demokratik haklarını kendi kullanırsa çözüme kavuşur.
        Bu anlamda bu sorun, ne "Kürt sorunu"dur (Bu tanımlama sık ve yaygın yapılmaktadır, ancak bu tanım Kürt ulusun özgürlüğünü, bu özgürlük ile ülke gerçeği arasındaki bağını zayıflatan bir tanımdır.) ne "bölgesel kalkınma", ne "demokrasi standartının yükselmesi", ne "terör sorun" ne de "dış kışkırtma" sorunudur. Bu sorun demokratik bir sorundur, siyasaldır. Kürt ulusunun, kendi ülkesinde kendini dilediği gibi yönetme sorunudur.
        Yüz yıllık bu ağır sorun, artık bu biçimde, sömürgecilik zinciriyle süremez. Ne bölgesel dinamikler ve gelişmeler, ne de özgürlük mücadelesinin geldiği aşama, mevcut statükonun, yani devletler arası sömürge statükosunun bu biçimde devamına onay vermiyor; mevcut statü her yerinden deliniyor, her adım yeni gelişmelere kaynaklık ediyor, yeni imkan ve olanaklar ortaya çıkıyor. Bir yandan Kürt ulusunun özgürlük mücadelesi büyüyor, hız kazanıyor, öte yandan dün Irak işgali, bugün Suriye'ye yönelik emperyalist saldırı politikaları, Kürt ulusu için yeni sorun ve imkanları ortaya çıkarıyor. Böylece, Irak işgali, güneyde emperyalizme dayanarak "bölgesel Kürt yönetim" ile sonuçlanıyor; Suriye'de devam eden süreç, Batı'da Kürtler için özyönetim organlarını ortaya çıkarıyor, bir tür demokratik devrim sürecini açığa çıkarıyor; kuzeyde ise yenilmeyen bir halk gerçeği var. Tüm bu gelişme ve tablo, birinci paylaşım savaşı sonrası oluşan devletlerarası sömürge statükosunu her yerinden deliyor, Kürt ulusunun özgürlük sorunu, sadece sömürge altındaki tek tek parçalarda değil, tüm parçalarda, Ortadoğu'da, hatta dünyada en önemli sorunlardan biri oluyor.
        Ortadoğu büyük bir değişim içinde; tarihsel, siyasal, ekonomik, kültürel olarak Kürt coğrafyası ise bu değişimin tam ortasında bulunuyor. Kürt coğrafyası, bir yandan Türkiye ve halklarına, başka bir yandan İran halklarına, diğer yandan Irak ve Suriye üzerinden Arap halklarına açılıyor. Kürt coğrafyası, Ortadoğu'da stratejik bir yerde duruyor, süreçten doğrudan etkileniyor, süreci doğrudan etkiliyor.
        Kürt ulusunun özgürlük sorunu dinamik bir sorundur, her gün, her adımda yeniden biçim alıyor. Emperyalistler ve sömürgeci güçlerin kendi arasında anlaşması, Kürt ulusunu parçalaması, her bir parçanın da kendi içine kapanması dönemi, yukarıdaki ifadelerimizden de anlaşılacağı üzere, önemli ölçüde geride kalmıştır. Bu anlamda Kürt ulusunun özgürlük sorunu, tek tek parçalarla, o sömürgeci devletin "iç sorunu" olmaktan da çıkmıştır. Hiç şüphesiz her bir parçada özgün dinamikler söz konusudur, özgün süreçleri içermektedir, ama sorunun nihai ve asıl çözümü, tek tek parçaları aşan bir yerde durmaktadır.
        Böylesi karmaşık dinamiklerle ortaya çıkan bu sorun üzerine her sınıf ve politik gücün politika belirlemesi, bu temelde politik bir tutum sahibi olması da zorunludur. Tüm güçler, emperyalistler, sömürgeciler, çeşitli sınıftan kesimler, burada, Kürt ulusunun özgürlük sorununda, büyük bir irade savaşı içindedir; yakıcı ve ağır karakteri olan bu sorun karşısında şu ya da bu biçimde politika üretmekle karşı karşıyadır. Bundan dolayı, bölgede, Kürt coğrafyasında, şu ya da bu biçimde söz sahibi olan güçler, mevcut politikalarına yeniden ve yeniden biçim veriyor. Böylesi bir süreçte, belki de en az sesi çıkan, politikaları bir dizi gürültü içinde kaybolan, hak ettiği politik karşılığı bulamayan ise bugüne kadar en doğru politik tutumu takınanlar oluyor. Bu büyük karmaşa ve gürültü içinde devrimcilerin, devrimci sosyalistlerin sesi az duyuluyor. Sesimiz az duyulsa, doğru politikalarımızın karşılığı dar bir alanda kalsa da doğruyu söylemeye devam edeceğiz.

        AKP'nin Saldırılarına Karşı
        Direniş Meşrudur, Haktır
        Neo-liberal saldırı politikaları AKP önderliğinde üç alanda yoğunlaşıyor.
        Birincisi, açık ve çıplak sömürünün yeni alanları kapsaması ve devam eden hak gasplarıdır. Bu aynı zamanda derinleşen yeni sömürgeciliğin geldiği aşamadır.
        Yeni sömürgeci kapitalizm iki aşamadan geçmiştir. Birincisi, "ithal ikameci model" ekseninde iç pazarın genişletilmesi için, yukarıdan aşağı, emperyalizm ve oligarşinin çıkarları temelinde kapitalizmin gelişmesidir. İkincisi ise, 24 Ocak kararları ve 12 Eylül açık faşizmi ile başlayan, bir dönem "ihracata yönelik kalkınma modeli" olarak da tanımlanan neo-liberal sömürü modelidir. Her iki aşamada, Türkiye kapitalizmi, iç dinamikleri çarpıtılmış, dışa, yani emperyalizme tam bağımlıdır; birinci aşamada yeni sömürgecilik egemen sömürü biçimi olmuştur, ikinci aşamada ise, bu sömürü adım adım derinleşmiştir. Biz buna "emperyalist üretim biçimi" de diyebiliriz. AKP ile son 10 yılda bu sömürü modeli tümden oturmuş, adeta kendi sınırlarına dayanmıştır. Bu anlamda emperyalizme bağımlı bu kapitalist sömürü modeli, yani neo-liberalizm artık gelip geçici değil, kalıcı bir modeldir. Sadece ülkemizde değil, kapitalist dünyada, neo-liberal sömürü modeli tek sömürü modeli olarak artık kurumsallaşmıştır.
        Özetle ifade edersek:
        AKP ile özelleştirme hızından hiç bir şey kaybetmemiş ve bu alanda son hamleler de yapılmaktadır, yani artık özelleştirmede adeta "denizin kuruduğu" bir yere ulaşılmıştır. Neo-liberal saldırı politikaları artık günlük yaşamın bir parçasıdır; bu saldırılar "yasal ve hukuksal" kimliğe kavuşmuştur. İşçi ve emekçi sınıfların kazanılmış hakları tek tek elinden alınmıştır, alınmaktadır. Sendikal örgütlenme tümden güçsüz kılınmıştır, çeşitli yasal ve yasa dışı saldırılarla işçi sınıfı ve emekçiler örgütsüzleştirilmiştir. Devlet sendikacılığı geliştirilmiş, işçi aristokrasisi işçi hareketini kontrol etmekte önemli yollar almıştır. Emeklilik, tazminat, sosyal güvenlik, sigorta hakkı gibi tüm haklar eritilmiş, şu ya da bu biçimde varlığını koruyan kazanılmış haklar ise yeni saldırıların hedefi olmuştur. Çocuk ve kadın emeği ucuz üretimin ve işgücünün bir parçası olmuş, "esnek üretim" yaygınlaşmış, emek esnetilmiş, parçalanmış ve güvencesiz işçilik yaygınlaşmıştır. İş kazaları dünya sıralamasında en öndedir, sağlıklı çalışma koşulları kimi zaman daha iyi ücret ve sosyal kazanımların önüne geçmektedir. Tarım tümden çökertilmiş, bir yandan emperyalist sermaye kapitalist toprak sahipleriyle birlikte tarımsal alanda hakimiyet kurarken, öte yandan her şey kapitalist pazarın bir parçası olmuştur. Yerli tarım ve hayvancılık yok olmuş, tohumdan, ne kadar üretim yapılacağına kadar herşey emperyalist tekellere bağımlı olmuş, ürünler yok pahasına tekellere peşkeş çekilmektedir. Gençlik için gelecek güvencesi yoktur; yaşlılık artık bir yüktür. Her şey paradır; AKP iktidarıyla neo-liberal politikalar İslami çevreler için bile sorundur, "abdestli kapitalizm" kavramı bunun ürünüdür. Bu neo-liberal sömürü için sınırların zorlandığı bir aşamadır.
        Bugün, mevcut burjuva partilerin, sadece AKP değil, diğer burjuva partilerin, CHP, MHP ve diğerlerinin neo-liberal sömürü modeli dışında, buna karşı ve buna alternatif bir programı var mıdır? Hayır yoktur. Hiçbir burjuva partisinin bunun, neo-liberalizmin dışında bir model önermesi yoktur, tüm burjuva partilerin programının ortak noktası neo-liberalizmdir.
        AKP eliyle uygulanan bu sömürü modeli, bugün, diğer alanlarda sömürüyü derinleştirirken, daha çok iki ana alanda talanı dayatıyor. Birincisi, şehirlerde, az önce yukarıda ifade ettiğimiz gibi, işçi ve emekçi sınıflar bir yandan vahşi sömürü altında yaşamını sürdürmeye çalışırken, öte yandan, işçi ve emekçi sınıfların yaşam alanları, "kentsel dönüşüm" ile talan ediliyor. Daha önce tekil, bölgesel olan bu saldırı, artık genelleşmiş durumdadır. Sadece İstanbul değil, tüm önemli kentler bu saldırının kapsamı içindedir. İkincisi ise, kırlarda akarsuların, ormanların, doğal kaynakların talanıdır. Karadeniz'den Dersim'e, Antalya'dan Mersin'e kadar tüm alanlarda süren bu saldırılar, sadece doğal kaynakları talan etmekle kalmıyor, aynı zamanda insan ve çevre sağlığı için devasa sorunlara kaynaklık ediyor. Sadece bu değil. Köylü ve tarım emekçilerin yıllardır ekip biçtiği araziler "2-B yasaları" gibi yasalarla satışa çıkarılıyor, yeni bir kâr ve talan kaynağı oluyor.
        Bu süreç, dikkat edilirse, aynı zamanda yeni bir sermaye birikimi sürecidir; emperyalist tekeller ve tekelci sermaye için yeni bir sermaye birikimi sürecidir.
        Tüm bu saldırıların, sınıfsal temelde, çok geniş bir alana yayıldığı açıktır. Neo-liberal saldırı politikaları, işçi ve emekçi sınıfların güncel taleplerini yakıcı, üzerinden atlanamaz bir konuma yükseltiyor. Dün, bu temelde talepler belki daha az önemli konumdaydı, ancak artık bunlar işçi ve emekçilerin günlük yaşamında yakıcı hal almıştır. Bundan dolayı, bu acil ve güncel talepleri yok sayamayız; bu talepleri atlayarak güncel süreç ve dönemler kazanılamaz. Sadece bu değil, bu saldırılar, oligarşinin, hadi biraz daha geniş tutalım neo-liberal sömürüden pay alan bir avuç zenginin dışında kalan geniş bir halk kesimine yöneliyor; şehirlerde ve kırda yoksulluk hızlanıyor, derinleşiyor, örneğin özelleştirilme saldırısının hedefi olan işçi ile arazisi talan edilen, doğal kaynakları yok edilen, insanca yaşam alanı daralan kır emekçilerinin, küçük üreticilerin aynı mecrada sorunları ortaklaşıyor, çözüm yolları birleşiyor. Bununla birlikte, ekonomik, sosyal, siyasal talepler iç içe geçiyor, hak arama mücadelesinin yolu açılıyor. Hiç şüphesiz burada işçi ve emekçi sınıfların örgütlülüğü ve mücadelesi bir değil, birkaç adım öne çıkıyor. Örgütlü işçi sınıfı ve halk politik rolünü oynayabilir; örgütsüz işçi sınıfı ve halk ise kölelikten kurtulamaz. İşçi sınıfı ya örgütlüdür ve her şeydir, ya da örgütsüz ve hiç bir şeydir.
        İkincisi, bununla kopmaz ilişki içinde siyasal alanda, siyasal saldırılar artıyor ve siyasal demokrasinin sorunları öne çıkıyor. AKP ile süren bu saldırılar, bir yandan açık baskı ve zorla sürüyor; diğer yandan ideolojik ve kültürel aygıtlar çok daha seri, güncel olarak devreye sokuluyor, bu saldırılara meşruluk kazandırılmak isteniyor. Hiç şüphesiz bu saldırılar iki ana hedefte yoğunlaşıyor. Birincisi, örgütlü bir güç olan, Kürt ulusunun özgürlük sorununda bir taraf ve politik özne olan yurtsever harekettir. İkincisi ise, dağınık, politik gündeme en fazlasından tutunan ve bu anlamda zayıf konumda olan sol ve devrimci harekettir.
        Bununla birlikte kısmen örgütlü güçler başta olmak üzere, sol ve devrimci harekete saldırılar devam etmektedir. Bu saldırılar iki alanı kapsıyor; Kürt yurtsever hareketle birlik ve ortak çabaların olduğu alanlar ve kısmen örgütlü devrimci güçlerdir. Bu saldırılarda, son örneklerde olduğu gibi, demokratik kurumları yönelik baskı ve terörize etme pratikleri sık yaşanan, süreklilik gösteren politikalardır. Burada, bir yandan ideolojik ve kültürel aygıtlar devreye sokuluyor, "dış düşman", "taşeron" "Ergenekon ile ilişkili" gibi yalanlar halkın üstüne püskürtülüyor, öte yandan demokratik kurum ve alanlar kriminal hale dönüştürülmek isteniyor, bu kurumların meşruluğunun altındaki zemin kirletilmek isteniyor ve devrimciler açık hedef haline getirilmeye çalışılıyor. Sol ve devrimci güçleri teslim alarak, ehlileştirme çabaları, işçi sınıfı ve halkı teslim alma politikaları hızından bir şey kaybetmiyor.
        Ayrıca bin bir aldatmacaya rağmen, sahte "demokrasi açılımlarına" rağmen, siyasal demokrasinin hiç bir sorunu çözülmüyor, tam tersine bu sorunlar ağırlaşıyor, derinleşiyor. "Demokratik açılım" sadece bir söylem ve aldatmacadır. Hak ve özgürlüklerden tutalım din ve vicdan özgürlüğüne kadar tüm sorunlar devam ediyor. AKP, kim ne derse desin, hiçbir zaman "ileri demokrasi", burjuva demokrasisi için ciddi bir adım atmadı. AKP ve çeşitli boydan liberallerin dilinde "demokrasi ve özgürlük" koca bir yalandır. Yaşanan ise özünde emperyalizm ve oligarşi için, neo-liberal düzenin siyasal alanda yeniden düzenlenmesi, yani sömürge tipi faşizmin yeni dönemde yeni biçimler almasıdır. Neo-liberal sömürü kendi sınırlarına dayanmış, başta özelleştirme olmak üzere neo-liberal saldırılarda son hamleler yapılmış, yeni talan alanları açılmıştır. Tüm bu saldırılar, burjuva demokrasisi ile birlikte olamaz. Burjuva demokrasisi çoktan, yüz yılı aşkın bir dönemden bu yana geride kaldı. Neo-liberalizmin ile "demokrasi ve özgürlük" yan yana olamaz. Devlet ve toplum yapısı emperyalizm ve oligarşinin çıkarlarına bağlı yeniden yapılanıyor. Bu "yeniden yapılanmada" oligarşi içi çelişki ve çatışma kaçınılmaz oluyor; AKP'nin sahte "demokrasi ve özgürlük" söylemi bundandır. Ancak AKP'nin gelinen bu aşamada eli daha güçlüdür, bu çelişkide birkaç adım öne çıkmış, iktidar odaklarını tek tek eline almıştır. Oligarşi içi çelişki ve çatışmada birkaç adım öne çıkan AKP, artık önünü daha iyi görmektedir, siyasal saldırılarını bu temelde daha da yoğunlaştırmaktadır. Bugün yaşanan süreç, AKP elinde, sömürünün giderek derinleşmesi, işçi sınıfı ve halka yönelik saldırılarda sınır tanımama, "demokrasi ve özgürlük" söylemi altında "düşük yoğunluklu savaş" stratejisini devam ettirmektir. Bunun adı, sürekli faşizmdir. Bu "demokrasi ve özgürlük" aldatmacası altında sürüyor.
        Bu saldırılara karşı direnmek haktır, meşrudur. Sokak, sokak, mahalle mahalle direnmek haktır, meşrudur. Bu direnişin hedefi, bu saldırıların kaynağıdır, yani direnişin yöneleceği hedef oligarşi, faşizm ve AKP'dir. AKP ve oligarşiyi, faşizmi hedefleyen, bununla birlikte siyasal demokrasinin tüm sorunlarına sahip çıkan, bunlar için mücadeleyi programlaştıran bir hatta direnmek, bu saldırıları püskürmek için tek doğru yoldur. Parçalı değil, bütünlüklü bir direniş; "AKP karşıtlığı" üzerinden değil, AKP ile faşizm arasında kopmaz bağı açıklayan bir direniş programı doğrudur ve başarı şansı vardır.
        Üçüncüsü ise, neo-liberalizm, ideolojik ve kültürel alanda saldırılarını devam ettiriyor, buna uygun yeni bir toplumsal ilişkiler düzlemi yapılandırıyor. AKP'nin dilinde bu temelde söylem, biraz liberalizm, biraz din ve İslam, biraz milliyetçilik, biraz "demokrasi ve özgürlük"tür, tümünün karışımı ile toplumsal ilişkilere ve kültürel iklime yeniden biçim verilmesidir. neo-liberal sömürü ve burjuva değerler sistemi ile İslam'ın yan yana olması, eğitimden tutalım sağlığa, hukuk siteminden tutalım kadınların doğumuna kadar her alanda topluma yeniden biçim verilmek istenmektedir. Bu temelde saldırılar giderek hızlanmakta, yeni bir post modern söylem öne çıkmaktadır.
        Hiç şüphesiz bu alanda saldırılar, yukarıda ifade ettiğimiz ekonomik ve siyasal alanda hızlanan saldırılardan kopuk değil, tam tersine iç içedir. Kadına yönelik cinsiyetçi saldırı ve aşağılama gösterileri, dinin neo-liberalizmi tamamlayan bir unsura dönüşmesi, faşizmin tüm iktidar odaklarına önce sözde "karşı" olma, sonra ele geçirip bunları kullanma (hukuk-HSYK, eğitim-YÖK gibi), bir yandan vahşi sömürü diğer yandan çeşitli rüşvetle kendine bağlama kültürü sadece AKP'nin "oportünizmi" ile açıklanamaz. Bu yeni bir yapılanmadır; politikayı pragmatizm ve takiye ile sürdüren AKP'nin bu sürece yön vermesidir.
        Anlaşılacağı üzere, ekonomik, siyasal ve kültürel sorunlar üst üste düşmekte, sınıfsal çelişkileri büyütmekte, "ara çözüm" yollarını ortadan kaldırmakta, siyaset, ekonomi, kültür gibi alanlar arasındaki ilişkiyi daha sıkı birbirine bağlamaktadır. Bu saldırıların püskürtülmesi, yeni bir hak alma mücadelesi ile tüm alanlar arasında doğru ilişki kurma, buradan bütünlüklü bir direniş; direnişi devrim programı ile birbirine bağlama tek doğru yoldur.
        Devrimci sosyalizm böylesi bir anlayış ve programa sahiptir.

        Suriye:Yol Ayrımı
        Ayrıca Ortadoğu başta olmak üzere bölgesel sorunlar yeni biçimler alıyor, sorunlara yeni sorunlar ekleniyor.
        İçte gerici ve halk düşmanı bir yerden halka saldıran AKP ve oligarşi, faşizm, dışta buna uygun biçimde, emperyalizm ile kol kola halklara saldırılarını sürdürüyor. AKP ile oligarşi, emperyalizmin bölgesel hesapları içinde aktif bir rol oynuyor. Bir yandan "Arap baharı" ile oluşan hak ve özgürlük talepleri "ılımlı İslam" projesi içinde, neo-liberal söylemle düzen içine çekiliyor, öte yandan, Suriye'de olduğu gibi, açık emperyalist bir saldırı siyaseti izleniyor, işgal ve emperyalist savaş dayatılıyor. Hiç şüphesiz burada AKP ve oligarşi emperyalizm ile işbirliği içinde, yan yana önemli bir rol oynuyor. İsrail ile sözde gerginlik, öte yandan "ılımlı İslam" için yeni bir kapıyı aralıyor; hatta belki de bu sözde "gerginlik" buna hizmet için tezgahlanıyor. Kapitalist pazarın Ortadoğu'ya yayılması, bazı dışa kapalı kapitalist ekonomilerin (daha çok devlet kapitalizmi biçiminde oluyorlar) "dışa", emperyalizme açılmaları son 20 yılın, 4. bunalım döneminin bölgedeki sorunlarından biridir. "Arap baharı" ile demokrasi ve özgürlük arayışlarının kapitalist sistem içi çözümlere kanalize edilmesi, bunun için, İslam'ın düzen içileşmesi yeni bir stratejik yönelimin yollarını açıyor. Böylece, kapitalist pazara açılan yerlerde neo-liberal sömürü ile "ılımlı İslam" yan yana duruyor, bu model halklara dayatılıyor. Libya, Tunus bu yola girdi ve ilerliyor, Mısır bu yola giriyor, ama bitmeyen devrim bu yola yeni barikatlar oluşturuyor.
        Büyük Ortadoğu projesi içinde, adım adım Ortadoğu yeniden dizayn edilirken, bugün, bu aşamada Suriye en önemli halka konumundadır. Kapitalist pazara kendini çoktan açan Suriye, hiç şüphesiz bu saldırılarda önemli bir hedeftir. Bugün Suriye yarın daha önemli hedef konumunda olan İran. Hem emperyalist güçler hem de bunlara bağlı olarak bölgesel güçler bu temelde yeniden biçim almaktadır. Bir yandan tüm emperyalist güçlerin Ortadoğu'ya yönelik hegemonya mücadelesi çeşitli biçimde dışa vururken, öte yandan, Suriye somutunda saflar yeniden belirlenmekte, yeni ittifak ve inisiyatif savaşları güncelleşmektedir. Bir yandan ABD emperyalizmi öncülüğünde, TC, Katar, S. Arabistan'nın başını çektiği gerici güçler; öte yandan Rusya, Çin, İran ve Suriye ittifakı.
        Hegemonya savaşı yeni boyutlar kazanarak devam ediyor...
        Bu gerginlik ve emperyalist saldırıda TC oligarşisi adeta koçbaşı rolü oynuyor. AKP ve oligarşi için Suriye artık "dış" değil "iç meseledir". AKP ve oligarşi emperyalizm adına Suriye ve Esat rejimine savaş açıyor, sahte "özgürlük" söylemini kullanıyor, İslamcı gerici güçleri eğitiyor, donatıyor ve iç savaşın bir parçası yapıyor. Hatta sık sık, oligarşi ve AKP'nin bu gerici emperyalist ittifak içinde, bu ittifakın çizmiş olduğu sınırları aştığı söylenebilir. ABD emperyalizmi kendi sınırlarını kontrol ediyor, bazı dengeleri gözetiyor, son süreçte "barışçıl çözüm" diyor, oligarşi ve AKP ise Esat'ı düşman ilan ediyor, "Hür Suriye Ordusu" denilen çeteleri himaye ediyor, silahlandırıyor, sınırları açıyor, iç savaşın doğrudan bir parçası oluyor, "barışçıl çözümü" sabote ediyor.
        Bununla birlikte, önce yabancı basında çıkan "sınıra patroit yerleştirme" hamlesi (ki bu haber önce T. Erdoğan tarafından yalanlanmış, aynı günlerde Davutoğlu "ihtiyaç olursa olur" biçiminde onaylamış, ama çok geçmeden bu gerçek olmuştur), NATO'nun işin işinde olması bu hegemonya mücadelesine yeni bir yön vermektedir. Bu hazırlanan emperyalist savaşta önemli bir hamledir ve TC oligarşisi bu emperyalist savaşta safını çoktan belirlemiştir.
        Dün "sıfır sorun"; bugün, sadece Suriye ile emperyalist savaşın eşiğinde olmak, Rusya, İran ve Irak yönetimiyle çatışmalı bir süreç.
        Bu hesap Şam'dan döner mi?
        Suriye'nin Libya olmadığı bir gerçektir. Hesap Şamdan döner mi, bilinmez ama Şam'ın bu saldırılara karşı direnişi, emperyalist hesapları yeniden ve yeniden güncelleştirdiği açıktır.
        Suriye ve Ortadoğu'daki gelişmeler bize uzak değil, tam tersine yakın, bizi doğrudan etkileyen bir yerde durmaktadır.
        Ortadoğu ve Suriye'de emperyalizmi hedef olarak tanımlamayan bir siyaset devrimci bir siyaset olamaz. Sadece emperyalizm değil, tüm gerici güç ve iktidarları hedefe koymayan bir siyaset de devrimci değildir. Bundan dolayı, devrimci sosyalizm, emperyalizm ve oligarşiyi hedefine almaktadır.
        Bununla birlikte, bugün, Suriye'de mevcut Esat ve BASS iktidarı Ortadoğu halklarının dostu olamaz. Bu bonapartist diktatörlük, gerici ve halk düşmanıdır. Halkların önünde "ya emperyalizm ya diktatörlük" ikilemi yoktur. Halklar, kendi kaderini eline alıp kendi yolunda yürür. Halklar, emperyalizme ne kadar karşıysa, bugün şu ya da bu biçimde emperyalizmin bölgesel hesapları içinde olmayan diktatörlere de o kadar karşıdır.
        Biz, Ortadoğu halklarının yanındayız, onların özgürlük ve sosyalizm kavgasını destekleriz. İçte, AKP ve oligarşiyi de hedefleyen, tüm anti- emperyalist güçlerin kapsayan anti-emperyalist cephe; dışta Ortadoğu halklarının emperyalizme karşı anti- emperyalist cephesi bizim siyasetimizdir.

        Sorunların Kaynağı:
        Emperyalizm ve Oligarşi
        Tüm bunlar irili ufaklı sorunları üst üste biriktiriyor, sorunlar ağırlaşıyor, çözümsüzlük derinleşiyor. İçte, siyasal gericilik koyulaşıyor, sömürge tipi faşizm kendini yeni koşul ve dengelere göre yeniden tahkim ediyor, sömürü ve talan derinleşiyor, sınıfsal çelişkiler büyüyor; dışta ise, işgal ve yayılmacılık eğilimi hızlanıyor, emperyalizme bağımlılık derinleşiyor.
        Ne AKP eliyle süren neo-liberal saldırı ve bu temelde ekonomik, sosyal, siyasal sorunlar, ne kaynayan bir kazan olan Ortadoğu ve bölgesel sorunlar, ne de yakıcı ve güncel olan Kürt ulusunun özgürlüğü sorunu için emperyalizm ve oligarşi çözüm gücü değildir. Hem emperyalizm ve çeşitli emperyalist güçler hem de oligarşinin çeşitli kesimleri ve burjuva partiler tüm bu sorunlardan elbette haberdardır, hatta şu ya da bu biçimde tüm bunlara yönelik birer politikası vardır. Ancak, zaman zaman bunlar üzerinden ayrışma, kavga yaşasalar da, bu politikalar işçi sınıfı ve halklardan yana değil, onlara karşı ve bu anlamda çözüm gücünden yoksunlardır.
        Daha somut ifade edelim...

        Emperyalizm Hiçbir Sorunu Çözemez
        Bu ülkede, ekonomik, siyasal, sosyal her sorunda emperyalizm doğrudan sorumludur. Emperyalizm hem sorunların kaynağı hem de bu sorunların devamından çıkarı vardır. Emperyalizmin 200 yıldır bu ülkede varlığı sürüyor. Sadece yeni sömürgecilikle değil, daha önceden de bu ülkeyi işgal etti, ekonomik kaynaklarını sömürdü, işbirlikçi iktidarlar oluşturdu, kölelik anlaşmaları yaptı. Yeni sömürgecilikle bu yeni boyut kazandı; emperyalizm içsel olgu oldu, ekonomik, sosyal, siyasal her alanda varlığını sürdürdü. Demiryolları, karayolları, limanlarla yetinmedi, işbirlikçi tekelci sermaye ile birlikte üretime el attı, sömürüden doğrudan pay aldı. İncirlik'ten Pirinçlik'e kadar birçok üs, tesis kurdu, komşu halkları izledi, halkları bu üs ve tesislerden kalkan uçaklarla bombaladı. Burjuva partileri kurdu, kurdurttu, kont-gerillayı örgütledi, orduyu kendine bağladı, rüşvette kendi çıkarları için yasalar çıkartı, iktidarları değiştirdi, yeni iktidarlar kurdu. neo-liberal sömürüye karşı olmadığı gibi, bu kapitalist sömürü modelini bizzat örgütledi ve bu sömürünün devamı için her yola başvurdu. 24 Ocak başta olmak üzere çeşitli ekonomik kararları, IMF ve Dünya Bankası dayatmalarını, çeşitli reçeteleri, işçi ücretinden tarımın çözülmesine kadar her şeyi o dayattı, örgütledi. Sömürüden pay aldı, siyasal alanı yönetti, toplumsal kültürü kendine benzetti.
        Neo-liberal sömürü emperyalizmden bağımsız değildir. Bundan dolayı, emperyalizmin bu konuda, bu temelde sorunların çözümü için işçi sınıfı ve halktan yana tek bir sözü yoktur. Neo-liberal kapitalist sömürü ile emperyalizm ilişkisi doğrudandır. Neo-liberal kapitalist sömürüye karşı mücadele aynı zamanda emperyalizme karşı mücadeledir.
        Ortadoğu emperyalizm için stratejik bir coğrafyadır, 200 yılı aşkın bu coğrafyada emperyalizm varlığını sürdürmektedir ve her sorunun altında emperyalizm vardır. Bu coğrafyada tek bir emperyalist güç değil, tüm emperyalist güçler varlığını sürdürür, kendi aralarında nüfuz alanı kapma savaşı sürdürürler. Emperyalizm kendi çıkarları korumak için tek başına varlığı yeterli değildir. Bundan dolayı, gerici-faşist iktidarlarla işbirliği yaptıkları gibi, Ortadoğu'da kendine daha yakın bölgesel güçler (İsrail, Türkiye, Mısır, S. Arabistan gibi) oluştururlar. Hegemonya savaşı tüm bu güçleri kapsar. Emperyalizm halklara, halkların özgürlüğüne düşmandır. Bundan dolayı, Filistin sorununda İsrail, Kürdistan sorununda Türkiye ve bölgesel gerici güçlerle işbirliği içinde olurlar. İlerici, demokratik, devrimci hareketlere karşı savaş yürütürler.
        Kısaca, Ortadoğu'da emperyalizm her alanda söküp atılmadan, ekonomik, siyasal, kültürel, askeri tüm kaynakları kurutulmadan özgür bir ülke kurulamaz, Ortadoğu özgürleşemez.
        Kürt ulusunun özgürlüğü sorununu emperyalizm çözebilir mi?
        Hayır, çözemez, çözmez. Kürt coğrafyasının dört parçaya bölünmesi, Kürt ulusunun ulusal ve demokratik haklarının inkar edilmesi, kendi iradesi dışında suni sınırlarla birbirinden ayrılması, Kürt ulusunun kendi ülkesinde sürgünleri yaşaması ve bunun üzerinden bir statükonun oluşmasında iki güç sorumludur. Bu güçler, emperyalistler ve sömürgeci egemen güçlerdir. Birinci paylaşım savaşı sonrası, Ortadoğu ve Kürt coğrafyası emperyalistlerin yeni paylaşımlarına şahit oldu. Bu paylaşım ve buna bağlı bölgede oluşan yeni dengelere göre yeni bir statüko oluştu. Kürt coğrafyası buna bağlı emperyalizm ve sömürgeci güçler tarafından devletlerarası sömürge statükosuna hapsedildi. Böylece yüz yıllık bir hakimiyet kuruldu.
        Bu statünün kaynağı ve baş sorumlusu emperyalizmdir.
        Emperyalizm savaş, işgal, hegemonya, siyasal gericilik eğilimidir. "Demokratik emperyalizm", "emperyalizmin demokrasi ihraç ettiği" gibi söylemler koca bir yalandır, safsatadır. Emperyalizmden Kürtlere dost olmaz; emperyalizm Kürtler dahil tüm halklara düşmandır. Kürt ulusu ve Ortadoğu halklarının baş düşmanı da emperyalizmdir. Emperyalizm, bölgesel çıkarları için bazı dengelere oynar, Ortadoğu'yu yeniden paylaşmak için, Irak işgalinde olduğu gibi, Kürt burjuvaları da yanına almaya çalışır, hatta alır da. Ama ne emperyalistler ne de Kürt burjuvalar, özgür ve sosyalist bir Kürt ülkesini hiç bir zaman istemezler; emperyalistler sömürgeciliğin devamından yanadır, en fazlasından, çeşitli dengelerle yeni sömürgeciliği dayatırlar.

        Oligarşi De Çözemez
        Bu sorunları oligarşi ve çeşitli partileri de çözemez.
        Çünkü her şeyden önce, burjuvazi, bu ülkede hiçbir zaman "milli" ve "demokratik" bir yerde, böylesi ön açıcı bir eğilim içinde olmamıştır. Burjuvazi, ilk başta, ta doğuşunda, emperyalizmin kucağında, onun bir uzantısı ve işbirlikçisi olarak doğmuştur. Emperyalizm ile çatışma değil uzlaşma eğilimi burjuvazinin karakteridir. Burjuvazi, kendini hep emperyalizmin çıkarlarına göre konumlandırmış, hep bu dengeyi gözetmiştir. Bu burjuvazi, bir burjuva demokratik bir süreç yaşamamıştır, işçi sınıfı ve halka karşı, başka ulus ve ulusal topluluklara karşı gerici, şovenist, baskıcı niteliktedir. Yani ne kendi ulusal pazarına sahip çıkan, bu anlamda emperyalizme tavır alan (1919 burjuva hareket sınırlı bir anti-emperyalist tavrı, yani açık işgale karşı olmaktan çok anti-Yunan tavrı içerir, bunu dışta bırakarak ifade ediyoruz); ne de işçi sınıfı, halk ve tüm ezilenler karşısında demokratik bir yerde duran, böylesi bir gelenege sahip olan bir burjuva sınıf vardır. Bundan dolayı, burjuvazinin 200 yıllık tarihinde, daha yakın tarihsel süreçte, örneğin yeni sömürgecilik sürecinde; "demokrasi" söylemi hep bir örtü, baskı ve zulmü gizlemede, "millilik" söylemi ise ırkçı, şoven ve faşist politikaların devamında işlev görmüştür. Bugün, oligarşinin çeşitli akım ve partilerinde ifadesini bulan bu anlayış, biçim değiştirse de, tüm burjuva partileri için genel bir eğilimdir. Hiç biri, AKP, CHP, MHP ve diğerleri ne emperyalizme karşı "milli-ulusal" ne de işçi sınıfı ve halka, Kürt ulusu ve diğer ulusal topluluklara, Aleviler ve ezilenlere karşı "demokratik"tir.
        Bugün, AKP, emperyalizm ve yerli tekelci sermayenin desteğini arkasına almış; burjuva muhalefetin ise son derece kısır ve geri konumda olmasından da yararlanarak iktidarını devam ettirmektedir. AKP ve burjuva muhalefetin iki temsilcisi, CHP ve MHP birer devlet partisidir. AKP süreci emperyalizm ve tekelci sermaye lehine az çok okuyan ve buna göre politikalar belirleyen; CHP ve MHP ise, yaşanan süreçleri okuyamayan, hem halkın sorunlarına hem de emperyalist ve yerli tekelci sermayenin sorunlarına yanıt veremeyen konumdadır. MHP, en gerici konumda, Türklük temelinde siyasetin dışına çıkmıyor, buradan besleniyor; bu temelde bir savunma hattı kuruyor, tüm demokratik sorunlara kapalıdır, Kürt sorunda ise, eski, artık sürecin gerisinde kalmış tez ve argümanlara sarılmaktadır. CHP, özünde MHP den çok farklı değildir. Belki de, Kemalizm'e daha sıkı sarılmasıyla farkını göstermektedir. CHP, burjuva muhalefeti, "Cumhuriyeti koruma" ve bu temelde 29 Ekim'den 10 Kasım'a "Cumhuriyete ve Atatürk'e bağlılık" ile sınırlamaktadır. CHP'nin, başta Kürt sorunu olmak üzere, tüm demokratik sorunlara, işçi ve emekçilerin, halkın taleplerine kapalı olduğu, bunlara yönelik burjuva düzlemde ciddi bir program ve projeye sahip olmadığı açıktır. CHP'nin "Cumhuriyet" dediği, burjuva diktatörlüğü (ki bu diktatörlük bugün faşizme dönüşmüştür) ve onun halk düşmanı yapısıdır; Atatürk ve Kemalizm'de simgelenen ise bu diktatörlüğün ideolojik yapısıdır. Cumhuriyete ve Atatürk'e sahip çıkmak, halkın tüm sorunlarına kapalı olmak, onun karşısında olmak, devleti ve tel tel dökülen Kemalizm'i kutsamaktır. Hiç şüphesiz, CHP'nin bu savunma hattı tesadüf değildir. CHP, artık dikiş tutmayan Kemalizm'i, örneğin 28 Şubatın devamı olarak, yeniden canlandırma işlevi görüyor; kendini bununla sınırlıyor.
        Anlaşılacağı üzere, oligarşi ve onun partileri, AKP, CHP, MHP neo-liberal sömürünün yol açtığı hiçbir sorunu çözmüyor, çözemez de. Bunlar bu kapitalist sömürü modelinden çıkarı olan sınıfın, tekelci sermayenin partileridir; bunlar çözüm değil, sorun kaynağıdır. Oligarşiyi, tüm bu burjuva partileri karşıya almadan, bunu devrimci bir mücadele hattında tüm ezilen sınıf ve kesimleri seferber etmeden bu sömürü modelini kırmak mümkün değildir.
        Türk burjuvazisi ve oligarşi Kürt ulusunun özgürlük sorununu, bu devasa sorununu çözer mi?
        Hayır, çözemez. Türk burjuvazisi ve sömürgeci oligarşi, bu sorunun hem kaynağı hem de baş sorumlusudur. Yüz yıllık sömürgecilik politikaları ve statüsü orta yerde durmaktadır; bu statü ve politikalarda ısrar, inkar ve imha siyaseti devam etmektedir. Kürt coğrafyasının yer altı ve yer üstü zenginliklerine sömürgeci oligarşi tarafından el konmakta, açık askeri işgal devam etmekte, Kürt ulusunun ulusal ve demokratik tüm hakları inkar edilmektedir. Yüz yıllık bu sömürgecilik tarihinde, demokratik bir çözüm için, halkların yararına tek bir adım atmamıştır. Son yıllarda emperyalizm ve sömürgeci oligarşi "çözüm" gibi sözler etse de bu tümden mücadelenin zorlaması ve geldiği aşamadan kaynaklıdır. Bugün, artık mızrak çuvala sığmıyor, devletlerarası sömürgeci statü tel tel dökülüyor. Sömürgeci oligarşi için "Kürt yok, dili yok, hakkı yok" söylem ve tezleri gelinen aşamada anlam ifade etmiyor. Şimdi "Kürt var ama hakları yok" noktasına gelindi; özgürlük mücadelesinin ulaşmış olduğu aşamaya bağlı olarak da "müzakere-sürece yayma-yayarak çürütme" stratejisi izliyor.
        Kürt ulusunun özgürlüğünde asıl çözüm gücü Kürt halkıdır, Kürt ve Türk halklarının eşit ve özgür ilişkileridir. Demokratik, emekten yana bir çözüm, eşit ve özgür bir çözüm, halkların ortak mücadelesi ve kardeşliğinden geçiyor. Ezilen ulus özgür olmadan ezen ulus özgür olamaz; Kürt ulusu özgür olmadan Türkiye halkı özgür olamaz. Kürt ve Türk halkı ortak bir mücadele hattında emperyalizm ve sömürgeciliğe karşı özgürlük kavgasını büyütmeden gerçek bir özgürlük kazanılamaz. Emperyalizme açık tavır alınmadan, Ortadoğu, Türkiye ve Kürt coğrafyasında tüm demokratik sorunların kaynağı olan emperyalizmin kökü kurutulmadan gerçek ve tam çözüm mümkün değildir. Sadece emperyalizm değil, aynı zamanda sömürgeci güçlere karşı, Kürt ulusunun tüm ulusal ve demokratik hakları garanti altına alınmadan, Türkiye halkı ile Kürt halkı eşit ve özgür koşullarda bir arada olmadan, sömürgeciliğin açmış olduğu yaralar kardeşçe, dayanışma içinde sarılmadan tam ve gerçek çözüm hayaldir.
        Bunun dışında tüm çözüm arayışları en ilerisinden "ara çözüm" arayışlarıdır.

        Devrimci Çözüm İçin
        Devrimci Sosyalizm
        Devrimci sosyalizm, bu ülkede tüm sorunların farkındadır, bilincindedir. Süreklilik gösteren, tarihsel boyutları olan, güncel süreçlerle birlikte ağırlaşan bu sorunların asıl çözüm gücü, işçi sınıfı ve halklardır.
        Devrimci sosyalizm, işçi sınıfı ve halka doğru ve devrimci politikalar sunan tek devrimci akımdır, politik harekettir.
        Neo-liberal düzen, ekonomik, politik, kültürel, askeri alanları kapsayan, yeni sömürgeciliğin, kapitalist sömürünün derinleştiği bir aşamayı ifade etmektedir. Bu zulüm ve sömürü düzeni, irili-ufaklı birçok sorunu bünyesinde barındırıyor, tüm sorunlar bir zincir gibi birbirine bağlanmıştır. Bu düzen yıkılmadan hiç bir sorun tam ve gerçek çözüme kavuşmaz. Bu düzeni işçi sınıfı önderliğinde halk yıkacaktır. Devrimci mücadelenin merkezine bunu koymayan, bunu bir devrim programı ile işçi sınıfı ve halka ilan etmeyen bir politik akım ya da hareket işçi sınıfı ve halkı örgütlü güce dönüştüremez.
        Ayrıca, bu düzen, siyasal, ekonomik ve sosyal talepleri yakıcı biçimde güncelleştiriyor. Bu sorun ve bu temelde talepler işçi sınıfı ve halkların önünde durmaktadır; bunu atlayarak hiç bir süreç kazanılamaz. Bu taleplerin bir kısmı devrim öncesi, bir kısmı devrim anında, bir kısmı da devrim sonrası somut olarak kazanılır. Devrim programının yanında, reform niteliğinde olan bu taleplerin bir kısmı hiç şüphesiz kapitalizm koşullarında çözüme kavuşabilir. Bu teorik olarak mümkündür. Ama tüm bu güncel siyasal, ekonomik ve sosyal talepler, tam ve gerçek anlamda çözüme kavuşması, bu taleplerin garanti altına alınması ancak devrimci halk iktidarıyla mümkündür. Bu anlamda, güncel ekonomik, siyasal, sosyal talepleri için mücadele zorunludur, ama bu devrim programına bağlandığı ölçüde doğru ve devrimci bir işlev kazanır.
        Ülkemizde neo-liberalizmin aldığı biçim yeni sömürge kapitalist düzenin kendisidir. Neo-liberalizme karşı mücadele yeni sömürge kapitalizme karşı mücadeledir. Tek tek sorunlara, bu temelde tek tek çözümlere değil, zincirin tüm halkalarını kırmaya yoğunlaşmalıyız. Yeni sömürge kapitalizmi onarmak değil, yıkmak, yeni bir toplum kurmak asıl olandır. Yeni bir toplum hedefimizdir; yeni, demokratik ve sosyalist toplum hedefimizdir. Başta temel hak ve özgürlükler olmak üzere tüm siyasal özgürlükler için, din ve vicdan özgürlüğü için, kadınların kurtuluşu için, eğitim, sağlık, barınma, sosyal güvenlik gibi haklar için, sağlıklı ve çevre ile barışık bir toplum için, bu ülkede emperyalizm ve oligarşinin ekonomik, siyasal, kültürel, askeri tüm kaynakları kurutulmalıdır. Bu kaynak kurutulmadan eşit ve özgür bir toplum hayaldir.
        Kürt ulusunun özgürlüğü, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, her şeyden önce Kürt ulusunun tüm demokratik haklarını güvence altına alınmasıyla mümkündür. Kürt ulusu kendi kendini yönetecektir; ayrılma hakkı dahil her konuda söz ve yetki Kürt ulusuna aittir. Türkiye işçi sınıfı ve Türkiye halkı, Kürt ulusunun bu demokratik haklarına saygılıdır. Kürt ve Türk halkları eşit ve özgür ilişkiler kuracak, bugünü ve geleceği bu temelde inşa edecektir.
        Ancak bu koşulda bu coğrafyada, Ortadoğu'da kalıcı bir barış mümkün olur; iki ülke devrimleri birbirini besleyerek Ortadoğu'da halkların konfederasyonu kurulabilir.
        Sadece Türk ve Kürt halkları değil, Ortadoğu halklarının özgürlüğü emperyalizmin bu coğrafyadan sökülüp atılmasıyla mümkündür. Emperyalizm ve gerici diktatörlükler, oligarşiler halkların düşmanıdır. Özgür bir Ortadoğu, tüm halkların kendini özgür biçimde ifade ettiği, eşitlik ve özgürlüğün halkların ortak kazanıma dönüşmesiyle mümkündür.
        Halk devrimi, tüm bu sorunlara devrimci yanıttır.
        Halk devrimi dışında, devrimi her şeyin merkezine koymayan tüm çözüm arayışları kapitalizmin ufkunu aşamaz, olsa olsa reform niteliğinde birer "ara çözüm" olmaktan kurtulamaz.
        Bizim için "ara yol" yoktur. Halk devrimi programız, işçi sınıfı öncülüğünde tüm sorunların halkla, halkın örgütlü gücüyle çözme iradesidir. Sorun varsa çözüm de vardır; dost ve düşmana ilan ediyoruz, tüm sorunları çözmeye talibiz, halk devrimi programımız bunun ilanıdır. Programımız, yeni bir toplumun, demokratik ve sosyalist Türkiye'nin inşasını ifade eder; bu hedef için, uğrunda dövüşeceğimiz ve öleceğimiz göklere çektiğimiz bir bayraktır.
        Bir devrimci parti, örgüt için program ve programatik görüşleri yaşamsaldır. Eğer bu yoksa, ya da kendi içinde tutarlı bir bütünlükten yoksunsa, o devrimci parti, örgüt işçi sınıfı ve halka karşı inandırıcı olamaz, sağlam bir ideolojik-politik zeminden yoksun kalır.
        Devrimci sosyalizm, politik bir akım olarak ortaya çıkıp, bunu örgütsel bir formata bağladığından bu yana, yani programatik görüşlerimizi ifade eden KESİNTİSİZ DEVRİM I-II- III üzerinde örgütsel yapı inşa edildiğinden bu yana, kendi içinde bütünlüklü, sürekli gelişen ve yenilenen bir çizgide, sağlam bir ideolojik-politik zemini olmuştur. Bu ideolojik-politik çizgi, durağan, donan değil, gelişen, yenilenen, yeni olgu ve sorunlar karşısında bütünlüklü çözümler ortaya koyan bir dinamizme sahiptir. Nitekim ŞAFAK YARGILANAMAZ I-II, SOSYALİZM SORUNLARI DOSYASI, MAHİR VE DEVRİM, DEVRİMCİ YENİLENME YAZILARI ve bir dizi çalışmalarımız bunun ifadesidir. Bu anlamda, halk devrimi programımız, bu çizginin damıtılmış halidir; sadece programımız değil, bunun arka planını oluşturan programatik görüşlerimiz de Türkiye devrimin en ileri halkasıdır.
        Bir devrimci partiyi, örgütü belirleyen, dost ve düşman karşısında konumunu ifade eden en temel zemin budur. Biz buradan, bu stratejik yerden politik varlığımızı sürdürürüz, bizi başkalarından ayıran da bu stratejik bakış ve programatik görüşlerimizdir.
        Bu anlamda büyük bir kazanıma sahibiz.
        Ama bu yeterli değildir. Bu eksende üretilen dönemsel ve güncel politikalar olmasa, bu sağlam zemin, bu ideolojik-politik çizgi maddi bir güce dönüşemez. Bir yandan, dönemsel ve güncel politikalar bu stratejik bakışla üretilirken, diğer yandan, bunların maddi bir güce dönüşmesi için, ideolojik, politik ve örgütsel alanda büyük bir çaba, emek zorunludur. İdeolojik mücadeleyi sürekli kılacağız; dost ve düşman karşısında devrimci sosyalizmi savunacağız, adım adım işçi sınıfı ve halka taşıyacağız. Ekonomik, demokratik, politik mücadeleyi geliştireceğiz; işçi sınıfı ve halka buradan ulaşacak, buradan onlarla bağlar kuracağız. Örgütsel yapımızı geliştireceğiz; sadece bir kadro örgütü değil, bununla birlikte işçi sınıfı ve halkı saflarında örgütleyen bir güce ulaşacağız. İşte o zaman, bizi başkalarından ayıran, bizi biz yapan ideolojik-politik çizgimiz, program ve programatik görüşlerimiz maddi bir güce dönüşecektir.
        Bunun için, bir anlamda yolun başındayız, uzun devrim yürüyüşünün ilk adımlarında sayılırız. Günü, dönemi kazanarak; ideolojik, demokratik, politik mücadeleyi adım adım büyüterek bu süreci kazanacağız.
        Bunun için yeni bir mücadele sürecini adımlıyoruz, daha hızlı koşacağız!
        Zafere kadar devrim!

Şubat 2013

 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
YönetimYeri: Şehit Muhtar Mah. Yoğurtçu Faik Sokak No: 12-14 Kat: 4
Beyoğlu/İSTANBUL