Yeni
bir mücadele yılına girdik. 2013 yılı, 2012 yılının
ağır sorun ve gündemlerini arkasına alarak başladı.
Çözülmeyen tarihsel ve güncel sorunlar var. Bu
sorunlar katlanarak büyüdü, yeni sorunlarla ağırlaştı.
Siyasal gündem hem yoğun hem de ağırdır. Bir yandan
AKP, emperyalizmin tam desteğini arkasına aldı
ve AKP öncülüğünde neo-liberal sömürü düzeni her
alanda, ekonomik, siyasal, kültürel her alanda
yeniden biçim aldı. Bu süreç şu ya da bu biçimde
devam ediyor. Hatta Türkiye ekonomisine yön veren
neo-liberal sömürü modelinin önemli ölçüde oturduğunu;
AKP'nin de siyasal, ekonomik, kültürel alanlarda
toplum ve devlet yapısını yeniden biçimlendirdiğini
söyleyebiliriz. Öte yandan, bizzat bu tablonun
kendisi sorunludur, sorunların derinliğini, ağırlığını
ifade etmektedir. Bu tablo, emperyalizme her alanda
bağımlılığın derinleşmesini, ağırlaşmış bir sömürüyü,
sosyal ve siyasal hakların inkarını, bu zulüm
ve sömürünün devamı için sürekli faşizmin kurumlaşmasını
ifade ediyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde neo-liberal
sömürü ile siyasal özgürlükler yan yana olmamıştır,
bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Biri varsa diğeri
yoktur, neo-liberal sömürü ile siyasal özgürlüklerin
kurumsallaşması ters orantılıdır. Bu gerçek, hem
dünyada hem de ülkemizde, özellikle 1980 ve sonrasında
çok nettir. Buna rağmen, burjuvazinin ideolojik
saldırısının bir unsuru olarak neo-liberal söylemde
"özgürlük ve demokrasi" dilden düşmez;
bu koca bir yalandır. Neo-liberalizm için "özgürlük",
işçi ve emekçi sınıfların sömürülmesi, "demokrasi"
ise yine işçi ve emekçi sınıfların baskı altına
alınmasıdır; emperyalizm ve oligarşi için burada
sömürü ve baskıyı kurumsallaştırma "özgürlüğü"
söz konusudur. Sadece bu değil, bununla birlikte,
bu neo-liberal sömürü modeli, bunun üzerinden
kurulan düzen tarihsel ve dönemsel sorunlar üzerinden
biçim almıştır. Yani, bugün, hem tarihsel boyutları
olan sorunlar, hem de neo-liberal düzenin biriktirmiş
olduğu sorunlar üst üste düşüyor, işçi sınıfı
ve ezilenler için hiçbir sorun çözülmüyor, ciddi
bir adım atılmıyor.
Yeni bir yıla bu sorunların
ağır basıncı altında girdik ve önümüzdeki süreçte
bunlar kalın çizgilerle yeniden ve yeniden güncellik
kazanacaktır, kazanıyor.
Ana başlıklarla ele
almakta yarar vardır.
Kürt Ulusu Özgür
Olmadan
Türkiye Halkları Özgür
Olamaz
Bu sorunların en başında
Kürt ulusunun özgürlüğü sorunu yerini alıyor.
Kürt ulusunun özgürlük
sorunu, tarihsel ve güncel bir sorundur; bu sorunun
siyasal bir sorundur, özü Kürt ulusunun kendi
kaderini kendi tayin etmesidir. Kürt ülkesinin
dört parçaya bölünmesi, her bir parçasının sömürgeleştirilmesi,
Kürt ulusunun tüm demokratik haklarının inkar
edilip, özgürlük taleplerinin şiddetle bastırılması,
sorunun özünü, zeminini oluşturuyor. Bu sorun
ancak Kürt ulusunun tüm ulusal ve demokratik haklarını
kendi kullanırsa çözüme kavuşur.
Bu anlamda bu sorun,
ne "Kürt sorunu"dur (Bu tanımlama sık
ve yaygın yapılmaktadır, ancak bu tanım Kürt ulusun
özgürlüğünü, bu özgürlük ile ülke gerçeği arasındaki
bağını zayıflatan bir tanımdır.) ne "bölgesel
kalkınma", ne "demokrasi standartının
yükselmesi", ne "terör sorun" ne
de "dış kışkırtma" sorunudur. Bu sorun
demokratik bir sorundur, siyasaldır. Kürt ulusunun,
kendi ülkesinde kendini dilediği gibi yönetme
sorunudur.
Yüz yıllık bu ağır
sorun, artık bu biçimde, sömürgecilik zinciriyle
süremez. Ne bölgesel dinamikler ve gelişmeler,
ne de özgürlük mücadelesinin geldiği aşama, mevcut
statükonun, yani devletler arası sömürge statükosunun
bu biçimde devamına onay vermiyor; mevcut statü
her yerinden deliniyor, her adım yeni gelişmelere
kaynaklık ediyor, yeni imkan ve olanaklar ortaya
çıkıyor. Bir yandan Kürt ulusunun özgürlük mücadelesi
büyüyor, hız kazanıyor, öte yandan dün Irak işgali,
bugün Suriye'ye yönelik emperyalist saldırı politikaları,
Kürt ulusu için yeni sorun ve imkanları ortaya
çıkarıyor. Böylece, Irak işgali, güneyde emperyalizme
dayanarak "bölgesel Kürt yönetim" ile
sonuçlanıyor; Suriye'de devam eden süreç, Batı'da
Kürtler için özyönetim organlarını ortaya çıkarıyor,
bir tür demokratik devrim sürecini açığa çıkarıyor;
kuzeyde ise yenilmeyen bir halk gerçeği var. Tüm
bu gelişme ve tablo, birinci paylaşım savaşı sonrası
oluşan devletlerarası sömürge statükosunu her
yerinden deliyor, Kürt ulusunun özgürlük sorunu,
sadece sömürge altındaki tek tek parçalarda değil,
tüm parçalarda, Ortadoğu'da, hatta dünyada en
önemli sorunlardan biri oluyor.
Ortadoğu büyük bir
değişim içinde; tarihsel, siyasal, ekonomik, kültürel
olarak Kürt coğrafyası ise bu değişimin tam ortasında
bulunuyor. Kürt coğrafyası, bir yandan Türkiye
ve halklarına, başka bir yandan İran halklarına,
diğer yandan Irak ve Suriye üzerinden Arap halklarına
açılıyor. Kürt coğrafyası, Ortadoğu'da stratejik
bir yerde duruyor, süreçten doğrudan etkileniyor,
süreci doğrudan etkiliyor.
Kürt ulusunun özgürlük
sorunu dinamik bir sorundur, her gün, her adımda
yeniden biçim alıyor. Emperyalistler ve sömürgeci
güçlerin kendi arasında anlaşması, Kürt ulusunu
parçalaması, her bir parçanın da kendi içine kapanması
dönemi, yukarıdaki ifadelerimizden de anlaşılacağı
üzere, önemli ölçüde geride kalmıştır. Bu anlamda
Kürt ulusunun özgürlük sorunu, tek tek parçalarla,
o sömürgeci devletin "iç sorunu" olmaktan
da çıkmıştır. Hiç şüphesiz her bir parçada özgün
dinamikler söz konusudur, özgün süreçleri içermektedir,
ama sorunun nihai ve asıl çözümü, tek tek parçaları
aşan bir yerde durmaktadır.
Böylesi karmaşık dinamiklerle
ortaya çıkan bu sorun üzerine her sınıf ve politik
gücün politika belirlemesi, bu temelde politik
bir tutum sahibi olması da zorunludur. Tüm güçler,
emperyalistler, sömürgeciler, çeşitli sınıftan
kesimler, burada, Kürt ulusunun özgürlük sorununda,
büyük bir irade savaşı içindedir; yakıcı ve ağır
karakteri olan bu sorun karşısında şu ya da bu
biçimde politika üretmekle karşı karşıyadır. Bundan
dolayı, bölgede, Kürt coğrafyasında, şu ya da
bu biçimde söz sahibi olan güçler, mevcut politikalarına
yeniden ve yeniden biçim veriyor. Böylesi bir
süreçte, belki de en az sesi çıkan, politikaları
bir dizi gürültü içinde kaybolan, hak ettiği politik
karşılığı bulamayan ise bugüne kadar en doğru
politik tutumu takınanlar oluyor. Bu büyük karmaşa
ve gürültü içinde devrimcilerin, devrimci sosyalistlerin
sesi az duyuluyor. Sesimiz az duyulsa, doğru politikalarımızın
karşılığı dar bir alanda kalsa da doğruyu söylemeye
devam edeceğiz.
AKP'nin Saldırılarına
Karşı
Direniş Meşrudur,
Haktır
Neo-liberal saldırı
politikaları AKP önderliğinde üç alanda yoğunlaşıyor.
Birincisi, açık ve
çıplak sömürünün yeni alanları kapsaması ve devam
eden hak gasplarıdır. Bu aynı zamanda derinleşen
yeni sömürgeciliğin geldiği aşamadır.
Yeni sömürgeci kapitalizm
iki aşamadan geçmiştir. Birincisi, "ithal
ikameci model" ekseninde iç pazarın genişletilmesi
için, yukarıdan aşağı, emperyalizm ve oligarşinin
çıkarları temelinde kapitalizmin gelişmesidir.
İkincisi ise, 24 Ocak kararları ve 12 Eylül açık
faşizmi ile başlayan, bir dönem "ihracata
yönelik kalkınma modeli" olarak da tanımlanan
neo-liberal sömürü modelidir. Her iki aşamada,
Türkiye kapitalizmi, iç dinamikleri çarpıtılmış,
dışa, yani emperyalizme tam bağımlıdır; birinci
aşamada yeni sömürgecilik egemen sömürü biçimi
olmuştur, ikinci aşamada ise, bu sömürü adım adım
derinleşmiştir. Biz buna "emperyalist üretim
biçimi" de diyebiliriz. AKP ile son 10 yılda
bu sömürü modeli tümden oturmuş, adeta kendi sınırlarına
dayanmıştır. Bu anlamda emperyalizme bağımlı bu
kapitalist sömürü modeli, yani neo-liberalizm
artık gelip geçici değil, kalıcı bir modeldir.
Sadece ülkemizde değil, kapitalist dünyada, neo-liberal
sömürü modeli tek sömürü modeli olarak artık kurumsallaşmıştır.
Özetle ifade edersek:
AKP ile özelleştirme
hızından hiç bir şey kaybetmemiş ve bu alanda
son hamleler de yapılmaktadır, yani artık özelleştirmede
adeta "denizin kuruduğu" bir yere ulaşılmıştır.
Neo-liberal saldırı politikaları artık günlük
yaşamın bir parçasıdır; bu saldırılar "yasal
ve hukuksal" kimliğe kavuşmuştur. İşçi ve
emekçi sınıfların kazanılmış hakları tek tek elinden
alınmıştır, alınmaktadır. Sendikal örgütlenme
tümden güçsüz kılınmıştır, çeşitli yasal ve yasa
dışı saldırılarla işçi sınıfı ve emekçiler örgütsüzleştirilmiştir.
Devlet sendikacılığı geliştirilmiş, işçi aristokrasisi
işçi hareketini kontrol etmekte önemli yollar
almıştır. Emeklilik, tazminat, sosyal güvenlik,
sigorta hakkı gibi tüm haklar eritilmiş, şu ya
da bu biçimde varlığını koruyan kazanılmış haklar
ise yeni saldırıların hedefi olmuştur. Çocuk ve
kadın emeği ucuz üretimin ve işgücünün bir parçası
olmuş, "esnek üretim" yaygınlaşmış,
emek esnetilmiş, parçalanmış ve güvencesiz işçilik
yaygınlaşmıştır. İş kazaları dünya sıralamasında
en öndedir, sağlıklı çalışma koşulları kimi zaman
daha iyi ücret ve sosyal kazanımların önüne geçmektedir.
Tarım tümden çökertilmiş, bir yandan emperyalist
sermaye kapitalist toprak sahipleriyle birlikte
tarımsal alanda hakimiyet kurarken, öte yandan
her şey kapitalist pazarın bir parçası olmuştur.
Yerli tarım ve hayvancılık yok olmuş, tohumdan,
ne kadar üretim yapılacağına kadar herşey emperyalist
tekellere bağımlı olmuş, ürünler yok pahasına
tekellere peşkeş çekilmektedir. Gençlik için gelecek
güvencesi yoktur; yaşlılık artık bir yüktür. Her
şey paradır; AKP iktidarıyla neo-liberal politikalar
İslami çevreler için bile sorundur, "abdestli
kapitalizm" kavramı bunun ürünüdür. Bu neo-liberal
sömürü için sınırların zorlandığı bir aşamadır.
Bugün, mevcut burjuva
partilerin, sadece AKP değil, diğer burjuva partilerin,
CHP, MHP ve diğerlerinin neo-liberal sömürü modeli
dışında, buna karşı ve buna alternatif bir programı
var mıdır? Hayır yoktur. Hiçbir burjuva partisinin
bunun, neo-liberalizmin dışında bir model önermesi
yoktur, tüm burjuva partilerin programının ortak
noktası neo-liberalizmdir.
AKP eliyle uygulanan
bu sömürü modeli, bugün, diğer alanlarda sömürüyü
derinleştirirken, daha çok iki ana alanda talanı
dayatıyor. Birincisi, şehirlerde, az önce yukarıda
ifade ettiğimiz gibi, işçi ve emekçi sınıflar
bir yandan vahşi sömürü altında yaşamını sürdürmeye
çalışırken, öte yandan, işçi ve emekçi sınıfların
yaşam alanları, "kentsel dönüşüm" ile
talan ediliyor. Daha önce tekil, bölgesel olan
bu saldırı, artık genelleşmiş durumdadır. Sadece
İstanbul değil, tüm önemli kentler bu saldırının
kapsamı içindedir. İkincisi ise, kırlarda akarsuların,
ormanların, doğal kaynakların talanıdır. Karadeniz'den
Dersim'e, Antalya'dan Mersin'e kadar tüm alanlarda
süren bu saldırılar, sadece doğal kaynakları talan
etmekle kalmıyor, aynı zamanda insan ve çevre
sağlığı için devasa sorunlara kaynaklık ediyor.
Sadece bu değil. Köylü ve tarım emekçilerin yıllardır
ekip biçtiği araziler "2-B yasaları"
gibi yasalarla satışa çıkarılıyor, yeni bir kâr
ve talan kaynağı oluyor.
Bu süreç, dikkat edilirse,
aynı zamanda yeni bir sermaye birikimi sürecidir;
emperyalist tekeller ve tekelci sermaye için yeni
bir sermaye birikimi sürecidir.
Tüm bu saldırıların,
sınıfsal temelde, çok geniş bir alana yayıldığı
açıktır. Neo-liberal saldırı politikaları, işçi
ve emekçi sınıfların güncel taleplerini yakıcı,
üzerinden atlanamaz bir konuma yükseltiyor. Dün,
bu temelde talepler belki daha az önemli konumdaydı,
ancak artık bunlar işçi ve emekçilerin günlük
yaşamında yakıcı hal almıştır. Bundan dolayı,
bu acil ve güncel talepleri yok sayamayız; bu
talepleri atlayarak güncel süreç ve dönemler kazanılamaz.
Sadece bu değil, bu saldırılar, oligarşinin, hadi
biraz daha geniş tutalım neo-liberal sömürüden
pay alan bir avuç zenginin dışında kalan geniş
bir halk kesimine yöneliyor; şehirlerde ve kırda
yoksulluk hızlanıyor, derinleşiyor, örneğin özelleştirilme
saldırısının hedefi olan işçi ile arazisi talan
edilen, doğal kaynakları yok edilen, insanca yaşam
alanı daralan kır emekçilerinin, küçük üreticilerin
aynı mecrada sorunları ortaklaşıyor, çözüm yolları
birleşiyor. Bununla birlikte, ekonomik, sosyal,
siyasal talepler iç içe geçiyor, hak arama mücadelesinin
yolu açılıyor. Hiç şüphesiz burada işçi ve emekçi
sınıfların örgütlülüğü ve mücadelesi bir değil,
birkaç adım öne çıkıyor. Örgütlü işçi sınıfı ve
halk politik rolünü oynayabilir; örgütsüz işçi
sınıfı ve halk ise kölelikten kurtulamaz. İşçi
sınıfı ya örgütlüdür ve her şeydir, ya da örgütsüz
ve hiç bir şeydir.
İkincisi, bununla
kopmaz ilişki içinde siyasal alanda, siyasal saldırılar
artıyor ve siyasal demokrasinin sorunları öne
çıkıyor. AKP ile süren bu saldırılar, bir yandan
açık baskı ve zorla sürüyor; diğer yandan ideolojik
ve kültürel aygıtlar çok daha seri, güncel olarak
devreye sokuluyor, bu saldırılara meşruluk kazandırılmak
isteniyor. Hiç şüphesiz bu saldırılar iki ana
hedefte yoğunlaşıyor. Birincisi, örgütlü bir güç
olan, Kürt ulusunun özgürlük sorununda bir taraf
ve politik özne olan yurtsever harekettir. İkincisi
ise, dağınık, politik gündeme en fazlasından tutunan
ve bu anlamda zayıf konumda olan sol ve devrimci
harekettir.
Bununla birlikte kısmen
örgütlü güçler başta olmak üzere, sol ve devrimci
harekete saldırılar devam etmektedir. Bu saldırılar
iki alanı kapsıyor; Kürt yurtsever hareketle birlik
ve ortak çabaların olduğu alanlar ve kısmen örgütlü
devrimci güçlerdir. Bu saldırılarda, son örneklerde
olduğu gibi, demokratik kurumları yönelik baskı
ve terörize etme pratikleri sık yaşanan, süreklilik
gösteren politikalardır. Burada, bir yandan ideolojik
ve kültürel aygıtlar devreye sokuluyor, "dış
düşman", "taşeron" "Ergenekon
ile ilişkili" gibi yalanlar halkın üstüne
püskürtülüyor, öte yandan demokratik kurum ve
alanlar kriminal hale dönüştürülmek isteniyor,
bu kurumların meşruluğunun altındaki zemin kirletilmek
isteniyor ve devrimciler açık hedef haline getirilmeye
çalışılıyor. Sol ve devrimci güçleri teslim alarak,
ehlileştirme çabaları, işçi sınıfı ve halkı teslim
alma politikaları hızından bir şey kaybetmiyor.
Ayrıca bin bir aldatmacaya
rağmen, sahte "demokrasi açılımlarına"
rağmen, siyasal demokrasinin hiç bir sorunu çözülmüyor,
tam tersine bu sorunlar ağırlaşıyor, derinleşiyor.
"Demokratik açılım" sadece bir söylem
ve aldatmacadır. Hak ve özgürlüklerden tutalım
din ve vicdan özgürlüğüne kadar tüm sorunlar devam
ediyor. AKP, kim ne derse desin, hiçbir zaman
"ileri demokrasi", burjuva demokrasisi
için ciddi bir adım atmadı. AKP ve çeşitli boydan
liberallerin dilinde "demokrasi ve özgürlük"
koca bir yalandır. Yaşanan ise özünde emperyalizm
ve oligarşi için, neo-liberal düzenin siyasal
alanda yeniden düzenlenmesi, yani sömürge tipi
faşizmin yeni dönemde yeni biçimler almasıdır.
Neo-liberal sömürü kendi sınırlarına dayanmış,
başta özelleştirme olmak üzere neo-liberal saldırılarda
son hamleler yapılmış, yeni talan alanları açılmıştır.
Tüm bu saldırılar, burjuva demokrasisi ile birlikte
olamaz. Burjuva demokrasisi çoktan, yüz yılı aşkın
bir dönemden bu yana geride kaldı. Neo-liberalizmin
ile "demokrasi ve özgürlük" yan yana
olamaz. Devlet ve toplum yapısı emperyalizm ve
oligarşinin çıkarlarına bağlı yeniden yapılanıyor.
Bu "yeniden yapılanmada" oligarşi içi
çelişki ve çatışma kaçınılmaz oluyor; AKP'nin
sahte "demokrasi ve özgürlük" söylemi
bundandır. Ancak AKP'nin gelinen bu aşamada eli
daha güçlüdür, bu çelişkide birkaç adım öne çıkmış,
iktidar odaklarını tek tek eline almıştır. Oligarşi
içi çelişki ve çatışmada birkaç adım öne çıkan
AKP, artık önünü daha iyi görmektedir, siyasal
saldırılarını bu temelde daha da yoğunlaştırmaktadır.
Bugün yaşanan süreç, AKP elinde, sömürünün giderek
derinleşmesi, işçi sınıfı ve halka yönelik saldırılarda
sınır tanımama, "demokrasi ve özgürlük"
söylemi altında "düşük yoğunluklu savaş"
stratejisini devam ettirmektir. Bunun adı, sürekli
faşizmdir. Bu "demokrasi ve özgürlük"
aldatmacası altında sürüyor.
Bu saldırılara karşı
direnmek haktır, meşrudur. Sokak, sokak, mahalle
mahalle direnmek haktır, meşrudur. Bu direnişin
hedefi, bu saldırıların kaynağıdır, yani direnişin
yöneleceği hedef oligarşi, faşizm ve AKP'dir.
AKP ve oligarşiyi, faşizmi hedefleyen, bununla
birlikte siyasal demokrasinin tüm sorunlarına
sahip çıkan, bunlar için mücadeleyi programlaştıran
bir hatta direnmek, bu saldırıları püskürmek için
tek doğru yoldur. Parçalı değil, bütünlüklü bir
direniş; "AKP karşıtlığı" üzerinden
değil, AKP ile faşizm arasında kopmaz bağı açıklayan
bir direniş programı doğrudur ve başarı şansı
vardır.
Üçüncüsü ise, neo-liberalizm,
ideolojik ve kültürel alanda saldırılarını devam
ettiriyor, buna uygun yeni bir toplumsal ilişkiler
düzlemi yapılandırıyor. AKP'nin dilinde bu temelde
söylem, biraz liberalizm, biraz din ve İslam,
biraz milliyetçilik, biraz "demokrasi ve
özgürlük"tür, tümünün karışımı ile toplumsal
ilişkilere ve kültürel iklime yeniden biçim verilmesidir.
neo-liberal sömürü ve burjuva değerler sistemi
ile İslam'ın yan yana olması, eğitimden tutalım
sağlığa, hukuk siteminden tutalım kadınların doğumuna
kadar her alanda topluma yeniden biçim verilmek
istenmektedir. Bu temelde saldırılar giderek hızlanmakta,
yeni bir post modern söylem öne çıkmaktadır.
Hiç şüphesiz bu alanda
saldırılar, yukarıda ifade ettiğimiz ekonomik
ve siyasal alanda hızlanan saldırılardan kopuk
değil, tam tersine iç içedir. Kadına yönelik cinsiyetçi
saldırı ve aşağılama gösterileri, dinin neo-liberalizmi
tamamlayan bir unsura dönüşmesi, faşizmin tüm
iktidar odaklarına önce sözde "karşı"
olma, sonra ele geçirip bunları kullanma (hukuk-HSYK,
eğitim-YÖK gibi), bir yandan vahşi sömürü diğer
yandan çeşitli rüşvetle kendine bağlama kültürü
sadece AKP'nin "oportünizmi" ile açıklanamaz.
Bu yeni bir yapılanmadır; politikayı pragmatizm
ve takiye ile sürdüren AKP'nin bu sürece yön vermesidir.
Anlaşılacağı üzere,
ekonomik, siyasal ve kültürel sorunlar üst üste
düşmekte, sınıfsal çelişkileri büyütmekte, "ara
çözüm" yollarını ortadan kaldırmakta, siyaset,
ekonomi, kültür gibi alanlar arasındaki ilişkiyi
daha sıkı birbirine bağlamaktadır. Bu saldırıların
püskürtülmesi, yeni bir hak alma mücadelesi ile
tüm alanlar arasında doğru ilişki kurma, buradan
bütünlüklü bir direniş; direnişi devrim programı
ile birbirine bağlama tek doğru yoldur.
Devrimci sosyalizm
böylesi bir anlayış ve programa sahiptir.
Suriye:Yol Ayrımı
Ayrıca Ortadoğu
başta olmak üzere bölgesel sorunlar yeni biçimler
alıyor, sorunlara yeni sorunlar ekleniyor.
İçte gerici ve halk
düşmanı bir yerden halka saldıran AKP ve oligarşi,
faşizm, dışta buna uygun biçimde, emperyalizm
ile kol kola halklara saldırılarını sürdürüyor.
AKP ile oligarşi, emperyalizmin bölgesel hesapları
içinde aktif bir rol oynuyor. Bir yandan "Arap
baharı" ile oluşan hak ve özgürlük talepleri
"ılımlı İslam" projesi içinde, neo-liberal
söylemle düzen içine çekiliyor, öte yandan, Suriye'de
olduğu gibi, açık emperyalist bir saldırı siyaseti
izleniyor, işgal ve emperyalist savaş dayatılıyor.
Hiç şüphesiz burada AKP ve oligarşi emperyalizm
ile işbirliği içinde, yan yana önemli bir rol
oynuyor. İsrail ile sözde gerginlik, öte yandan
"ılımlı İslam" için yeni bir kapıyı
aralıyor; hatta belki de bu sözde "gerginlik"
buna hizmet için tezgahlanıyor. Kapitalist pazarın
Ortadoğu'ya yayılması, bazı dışa kapalı kapitalist
ekonomilerin (daha çok devlet kapitalizmi biçiminde
oluyorlar) "dışa", emperyalizme açılmaları
son 20 yılın, 4. bunalım döneminin bölgedeki sorunlarından
biridir. "Arap baharı" ile demokrasi
ve özgürlük arayışlarının kapitalist sistem içi
çözümlere kanalize edilmesi, bunun için, İslam'ın
düzen içileşmesi yeni bir stratejik yönelimin
yollarını açıyor. Böylece, kapitalist pazara açılan
yerlerde neo-liberal sömürü ile "ılımlı İslam"
yan yana duruyor, bu model halklara dayatılıyor.
Libya, Tunus bu yola girdi ve ilerliyor, Mısır
bu yola giriyor, ama bitmeyen devrim bu yola yeni
barikatlar oluşturuyor.
Büyük Ortadoğu projesi
içinde, adım adım Ortadoğu yeniden dizayn edilirken,
bugün, bu aşamada Suriye en önemli halka konumundadır.
Kapitalist pazara kendini çoktan açan Suriye,
hiç şüphesiz bu saldırılarda önemli bir hedeftir.
Bugün Suriye yarın daha önemli hedef konumunda
olan İran. Hem emperyalist güçler hem de bunlara
bağlı olarak bölgesel güçler bu temelde yeniden
biçim almaktadır. Bir yandan tüm emperyalist güçlerin
Ortadoğu'ya yönelik hegemonya mücadelesi çeşitli
biçimde dışa vururken, öte yandan, Suriye somutunda
saflar yeniden belirlenmekte, yeni ittifak ve
inisiyatif savaşları güncelleşmektedir. Bir yandan
ABD emperyalizmi öncülüğünde, TC, Katar, S. Arabistan'nın
başını çektiği gerici güçler; öte yandan Rusya,
Çin, İran ve Suriye ittifakı.
Hegemonya savaşı yeni
boyutlar kazanarak devam ediyor...
Bu gerginlik ve emperyalist
saldırıda TC oligarşisi adeta koçbaşı rolü oynuyor.
AKP ve oligarşi için Suriye artık "dış"
değil "iç meseledir". AKP ve oligarşi
emperyalizm adına Suriye ve Esat rejimine savaş
açıyor, sahte "özgürlük" söylemini kullanıyor,
İslamcı gerici güçleri eğitiyor, donatıyor ve
iç savaşın bir parçası yapıyor. Hatta sık sık,
oligarşi ve AKP'nin bu gerici emperyalist ittifak
içinde, bu ittifakın çizmiş olduğu sınırları aştığı
söylenebilir. ABD emperyalizmi kendi sınırlarını
kontrol ediyor, bazı dengeleri gözetiyor, son
süreçte "barışçıl çözüm" diyor, oligarşi
ve AKP ise Esat'ı düşman ilan ediyor, "Hür
Suriye Ordusu" denilen çeteleri himaye ediyor,
silahlandırıyor, sınırları açıyor, iç savaşın
doğrudan bir parçası oluyor, "barışçıl çözümü"
sabote ediyor.
Bununla birlikte,
önce yabancı basında çıkan "sınıra patroit
yerleştirme" hamlesi (ki bu haber önce T.
Erdoğan tarafından yalanlanmış, aynı günlerde
Davutoğlu "ihtiyaç olursa olur" biçiminde
onaylamış, ama çok geçmeden bu gerçek olmuştur),
NATO'nun işin işinde olması bu hegemonya mücadelesine
yeni bir yön vermektedir. Bu hazırlanan emperyalist
savaşta önemli bir hamledir ve TC oligarşisi bu
emperyalist savaşta safını çoktan belirlemiştir.
Dün "sıfır sorun";
bugün, sadece Suriye ile emperyalist savaşın eşiğinde
olmak, Rusya, İran ve Irak yönetimiyle çatışmalı
bir süreç.
Bu hesap Şam'dan döner
mi?
Suriye'nin Libya olmadığı
bir gerçektir. Hesap Şamdan döner mi, bilinmez
ama Şam'ın bu saldırılara karşı direnişi, emperyalist
hesapları yeniden ve yeniden güncelleştirdiği
açıktır.
Suriye ve Ortadoğu'daki
gelişmeler bize uzak değil, tam tersine yakın,
bizi doğrudan etkileyen bir yerde durmaktadır.
Ortadoğu ve Suriye'de
emperyalizmi hedef olarak tanımlamayan bir siyaset
devrimci bir siyaset olamaz. Sadece emperyalizm
değil, tüm gerici güç ve iktidarları hedefe koymayan
bir siyaset de devrimci değildir. Bundan dolayı,
devrimci sosyalizm, emperyalizm ve oligarşiyi
hedefine almaktadır.
Bununla birlikte,
bugün, Suriye'de mevcut Esat ve BASS iktidarı
Ortadoğu halklarının dostu olamaz. Bu bonapartist
diktatörlük, gerici ve halk düşmanıdır. Halkların
önünde "ya emperyalizm ya diktatörlük"
ikilemi yoktur. Halklar, kendi kaderini eline
alıp kendi yolunda yürür. Halklar, emperyalizme
ne kadar karşıysa, bugün şu ya da bu biçimde emperyalizmin
bölgesel hesapları içinde olmayan diktatörlere
de o kadar karşıdır.
Biz, Ortadoğu halklarının
yanındayız, onların özgürlük ve sosyalizm kavgasını
destekleriz. İçte, AKP ve oligarşiyi de hedefleyen,
tüm anti- emperyalist güçlerin kapsayan anti-emperyalist
cephe; dışta Ortadoğu halklarının emperyalizme
karşı anti- emperyalist cephesi bizim siyasetimizdir.
Sorunların Kaynağı:
Emperyalizm ve Oligarşi
Tüm bunlar irili
ufaklı sorunları üst üste biriktiriyor, sorunlar
ağırlaşıyor, çözümsüzlük derinleşiyor. İçte, siyasal
gericilik koyulaşıyor, sömürge tipi faşizm kendini
yeni koşul ve dengelere göre yeniden tahkim ediyor,
sömürü ve talan derinleşiyor, sınıfsal çelişkiler
büyüyor; dışta ise, işgal ve yayılmacılık eğilimi
hızlanıyor, emperyalizme bağımlılık derinleşiyor.
Ne AKP eliyle süren
neo-liberal saldırı ve bu temelde ekonomik, sosyal,
siyasal sorunlar, ne kaynayan bir kazan olan Ortadoğu
ve bölgesel sorunlar, ne de yakıcı ve güncel olan
Kürt ulusunun özgürlüğü sorunu için emperyalizm
ve oligarşi çözüm gücü değildir. Hem emperyalizm
ve çeşitli emperyalist güçler hem de oligarşinin
çeşitli kesimleri ve burjuva partiler tüm bu sorunlardan
elbette haberdardır, hatta şu ya da bu biçimde
tüm bunlara yönelik birer politikası vardır. Ancak,
zaman zaman bunlar üzerinden ayrışma, kavga yaşasalar
da, bu politikalar işçi sınıfı ve halklardan yana
değil, onlara karşı ve bu anlamda çözüm gücünden
yoksunlardır.
Daha somut ifade edelim...
Emperyalizm Hiçbir
Sorunu Çözemez
Bu ülkede, ekonomik,
siyasal, sosyal her sorunda emperyalizm doğrudan
sorumludur. Emperyalizm hem sorunların kaynağı
hem de bu sorunların devamından çıkarı vardır.
Emperyalizmin 200 yıldır bu ülkede varlığı sürüyor.
Sadece yeni sömürgecilikle değil, daha önceden
de bu ülkeyi işgal etti, ekonomik kaynaklarını
sömürdü, işbirlikçi iktidarlar oluşturdu, kölelik
anlaşmaları yaptı. Yeni sömürgecilikle bu yeni
boyut kazandı; emperyalizm içsel olgu oldu, ekonomik,
sosyal, siyasal her alanda varlığını sürdürdü.
Demiryolları, karayolları, limanlarla yetinmedi,
işbirlikçi tekelci sermaye ile birlikte üretime
el attı, sömürüden doğrudan pay aldı. İncirlik'ten
Pirinçlik'e kadar birçok üs, tesis kurdu, komşu
halkları izledi, halkları bu üs ve tesislerden
kalkan uçaklarla bombaladı. Burjuva partileri
kurdu, kurdurttu, kont-gerillayı örgütledi, orduyu
kendine bağladı, rüşvette kendi çıkarları için
yasalar çıkartı, iktidarları değiştirdi, yeni
iktidarlar kurdu. neo-liberal sömürüye karşı olmadığı
gibi, bu kapitalist sömürü modelini bizzat örgütledi
ve bu sömürünün devamı için her yola başvurdu.
24 Ocak başta olmak üzere çeşitli ekonomik kararları,
IMF ve Dünya Bankası dayatmalarını, çeşitli reçeteleri,
işçi ücretinden tarımın çözülmesine kadar her
şeyi o dayattı, örgütledi. Sömürüden pay aldı,
siyasal alanı yönetti, toplumsal kültürü kendine
benzetti.
Neo-liberal sömürü
emperyalizmden bağımsız değildir. Bundan dolayı,
emperyalizmin bu konuda, bu temelde sorunların
çözümü için işçi sınıfı ve halktan yana tek bir
sözü yoktur. Neo-liberal kapitalist sömürü ile
emperyalizm ilişkisi doğrudandır. Neo-liberal
kapitalist sömürüye karşı mücadele aynı zamanda
emperyalizme karşı mücadeledir.
Ortadoğu emperyalizm
için stratejik bir coğrafyadır, 200 yılı aşkın
bu coğrafyada emperyalizm varlığını sürdürmektedir
ve her sorunun altında emperyalizm vardır. Bu
coğrafyada tek bir emperyalist güç değil, tüm
emperyalist güçler varlığını sürdürür, kendi aralarında
nüfuz alanı kapma savaşı sürdürürler. Emperyalizm
kendi çıkarları korumak için tek başına varlığı
yeterli değildir. Bundan dolayı, gerici-faşist
iktidarlarla işbirliği yaptıkları gibi, Ortadoğu'da
kendine daha yakın bölgesel güçler (İsrail, Türkiye,
Mısır, S. Arabistan gibi) oluştururlar. Hegemonya
savaşı tüm bu güçleri kapsar. Emperyalizm halklara,
halkların özgürlüğüne düşmandır. Bundan dolayı,
Filistin sorununda İsrail, Kürdistan sorununda
Türkiye ve bölgesel gerici güçlerle işbirliği
içinde olurlar. İlerici, demokratik, devrimci
hareketlere karşı savaş yürütürler.
Kısaca, Ortadoğu'da
emperyalizm her alanda söküp atılmadan, ekonomik,
siyasal, kültürel, askeri tüm kaynakları kurutulmadan
özgür bir ülke kurulamaz, Ortadoğu özgürleşemez.
Kürt ulusunun özgürlüğü
sorununu emperyalizm çözebilir mi?
Hayır, çözemez, çözmez.
Kürt coğrafyasının dört parçaya bölünmesi, Kürt
ulusunun ulusal ve demokratik haklarının inkar
edilmesi, kendi iradesi dışında suni sınırlarla
birbirinden ayrılması, Kürt ulusunun kendi ülkesinde
sürgünleri yaşaması ve bunun üzerinden bir statükonun
oluşmasında iki güç sorumludur. Bu güçler, emperyalistler
ve sömürgeci egemen güçlerdir. Birinci paylaşım
savaşı sonrası, Ortadoğu ve Kürt coğrafyası emperyalistlerin
yeni paylaşımlarına şahit oldu. Bu paylaşım ve
buna bağlı bölgede oluşan yeni dengelere göre
yeni bir statüko oluştu. Kürt coğrafyası buna
bağlı emperyalizm ve sömürgeci güçler tarafından
devletlerarası sömürge statükosuna hapsedildi.
Böylece yüz yıllık bir hakimiyet kuruldu.
Bu statünün kaynağı
ve baş sorumlusu emperyalizmdir.
Emperyalizm savaş,
işgal, hegemonya, siyasal gericilik eğilimidir.
"Demokratik emperyalizm", "emperyalizmin
demokrasi ihraç ettiği" gibi söylemler koca
bir yalandır, safsatadır. Emperyalizmden Kürtlere
dost olmaz; emperyalizm Kürtler dahil tüm halklara
düşmandır. Kürt ulusu ve Ortadoğu halklarının
baş düşmanı da emperyalizmdir. Emperyalizm, bölgesel
çıkarları için bazı dengelere oynar, Ortadoğu'yu
yeniden paylaşmak için, Irak işgalinde olduğu
gibi, Kürt burjuvaları da yanına almaya çalışır,
hatta alır da. Ama ne emperyalistler ne de Kürt
burjuvalar, özgür ve sosyalist bir Kürt ülkesini
hiç bir zaman istemezler; emperyalistler sömürgeciliğin
devamından yanadır, en fazlasından, çeşitli dengelerle
yeni sömürgeciliği dayatırlar.
Oligarşi De Çözemez
Bu sorunları oligarşi
ve çeşitli partileri de çözemez.
Çünkü her şeyden önce,
burjuvazi, bu ülkede hiçbir zaman "milli"
ve "demokratik" bir yerde, böylesi ön
açıcı bir eğilim içinde olmamıştır. Burjuvazi,
ilk başta, ta doğuşunda, emperyalizmin kucağında,
onun bir uzantısı ve işbirlikçisi olarak doğmuştur.
Emperyalizm ile çatışma değil uzlaşma eğilimi
burjuvazinin karakteridir. Burjuvazi, kendini
hep emperyalizmin çıkarlarına göre konumlandırmış,
hep bu dengeyi gözetmiştir. Bu burjuvazi, bir
burjuva demokratik bir süreç yaşamamıştır, işçi
sınıfı ve halka karşı, başka ulus ve ulusal topluluklara
karşı gerici, şovenist, baskıcı niteliktedir.
Yani ne kendi ulusal pazarına sahip çıkan, bu
anlamda emperyalizme tavır alan (1919 burjuva
hareket sınırlı bir anti-emperyalist tavrı, yani
açık işgale karşı olmaktan çok anti-Yunan tavrı
içerir, bunu dışta bırakarak ifade ediyoruz);
ne de işçi sınıfı, halk ve tüm ezilenler karşısında
demokratik bir yerde duran, böylesi bir gelenege
sahip olan bir burjuva sınıf vardır. Bundan dolayı,
burjuvazinin 200 yıllık tarihinde, daha yakın
tarihsel süreçte, örneğin yeni sömürgecilik sürecinde;
"demokrasi" söylemi hep bir örtü, baskı
ve zulmü gizlemede, "millilik" söylemi
ise ırkçı, şoven ve faşist politikaların devamında
işlev görmüştür. Bugün, oligarşinin çeşitli akım
ve partilerinde ifadesini bulan bu anlayış, biçim
değiştirse de, tüm burjuva partileri için genel
bir eğilimdir. Hiç biri, AKP, CHP, MHP ve diğerleri
ne emperyalizme karşı "milli-ulusal"
ne de işçi sınıfı ve halka, Kürt ulusu ve diğer
ulusal topluluklara, Aleviler ve ezilenlere karşı
"demokratik"tir.
Bugün, AKP, emperyalizm
ve yerli tekelci sermayenin desteğini arkasına
almış; burjuva muhalefetin ise son derece kısır
ve geri konumda olmasından da yararlanarak iktidarını
devam ettirmektedir. AKP ve burjuva muhalefetin
iki temsilcisi, CHP ve MHP birer devlet partisidir.
AKP süreci emperyalizm ve tekelci sermaye lehine
az çok okuyan ve buna göre politikalar belirleyen;
CHP ve MHP ise, yaşanan süreçleri okuyamayan,
hem halkın sorunlarına hem de emperyalist ve yerli
tekelci sermayenin sorunlarına yanıt veremeyen
konumdadır. MHP, en gerici konumda, Türklük temelinde
siyasetin dışına çıkmıyor, buradan besleniyor;
bu temelde bir savunma hattı kuruyor, tüm demokratik
sorunlara kapalıdır, Kürt sorunda ise, eski, artık
sürecin gerisinde kalmış tez ve argümanlara sarılmaktadır.
CHP, özünde MHP den çok farklı değildir. Belki
de, Kemalizm'e daha sıkı sarılmasıyla farkını
göstermektedir. CHP, burjuva muhalefeti, "Cumhuriyeti
koruma" ve bu temelde 29 Ekim'den 10 Kasım'a
"Cumhuriyete ve Atatürk'e bağlılık"
ile sınırlamaktadır. CHP'nin, başta Kürt sorunu
olmak üzere, tüm demokratik sorunlara, işçi ve
emekçilerin, halkın taleplerine kapalı olduğu,
bunlara yönelik burjuva düzlemde ciddi bir program
ve projeye sahip olmadığı açıktır. CHP'nin "Cumhuriyet"
dediği, burjuva diktatörlüğü (ki bu diktatörlük
bugün faşizme dönüşmüştür) ve onun halk düşmanı
yapısıdır; Atatürk ve Kemalizm'de simgelenen ise
bu diktatörlüğün ideolojik yapısıdır. Cumhuriyete
ve Atatürk'e sahip çıkmak, halkın tüm sorunlarına
kapalı olmak, onun karşısında olmak, devleti ve
tel tel dökülen Kemalizm'i kutsamaktır. Hiç şüphesiz,
CHP'nin bu savunma hattı tesadüf değildir. CHP,
artık dikiş tutmayan Kemalizm'i, örneğin 28 Şubatın
devamı olarak, yeniden canlandırma işlevi görüyor;
kendini bununla sınırlıyor.
Anlaşılacağı üzere,
oligarşi ve onun partileri, AKP, CHP, MHP neo-liberal
sömürünün yol açtığı hiçbir sorunu çözmüyor, çözemez
de. Bunlar bu kapitalist sömürü modelinden çıkarı
olan sınıfın, tekelci sermayenin partileridir;
bunlar çözüm değil, sorun kaynağıdır. Oligarşiyi,
tüm bu burjuva partileri karşıya almadan, bunu
devrimci bir mücadele hattında tüm ezilen sınıf
ve kesimleri seferber etmeden bu sömürü modelini
kırmak mümkün değildir.
Türk burjuvazisi ve
oligarşi Kürt ulusunun özgürlük sorununu, bu devasa
sorununu çözer mi?
Hayır, çözemez. Türk
burjuvazisi ve sömürgeci oligarşi, bu sorunun
hem kaynağı hem de baş sorumlusudur. Yüz yıllık
sömürgecilik politikaları ve statüsü orta yerde
durmaktadır; bu statü ve politikalarda ısrar,
inkar ve imha siyaseti devam etmektedir. Kürt
coğrafyasının yer altı ve yer üstü zenginliklerine
sömürgeci oligarşi tarafından el konmakta, açık
askeri işgal devam etmekte, Kürt ulusunun ulusal
ve demokratik tüm hakları inkar edilmektedir.
Yüz yıllık bu sömürgecilik tarihinde, demokratik
bir çözüm için, halkların yararına tek bir adım
atmamıştır. Son yıllarda emperyalizm ve sömürgeci
oligarşi "çözüm" gibi sözler etse de
bu tümden mücadelenin zorlaması ve geldiği aşamadan
kaynaklıdır. Bugün, artık mızrak çuvala sığmıyor,
devletlerarası sömürgeci statü tel tel dökülüyor.
Sömürgeci oligarşi için "Kürt yok, dili yok,
hakkı yok" söylem ve tezleri gelinen aşamada
anlam ifade etmiyor. Şimdi "Kürt var ama
hakları yok" noktasına gelindi; özgürlük
mücadelesinin ulaşmış olduğu aşamaya bağlı olarak
da "müzakere-sürece yayma-yayarak çürütme"
stratejisi izliyor.
Kürt ulusunun özgürlüğünde
asıl çözüm gücü Kürt halkıdır, Kürt ve Türk halklarının
eşit ve özgür ilişkileridir. Demokratik, emekten
yana bir çözüm, eşit ve özgür bir çözüm, halkların
ortak mücadelesi ve kardeşliğinden geçiyor. Ezilen
ulus özgür olmadan ezen ulus özgür olamaz; Kürt
ulusu özgür olmadan Türkiye halkı özgür olamaz.
Kürt ve Türk halkı ortak bir mücadele hattında
emperyalizm ve sömürgeciliğe karşı özgürlük kavgasını
büyütmeden gerçek bir özgürlük kazanılamaz. Emperyalizme
açık tavır alınmadan, Ortadoğu, Türkiye ve Kürt
coğrafyasında tüm demokratik sorunların kaynağı
olan emperyalizmin kökü kurutulmadan gerçek ve
tam çözüm mümkün değildir. Sadece emperyalizm
değil, aynı zamanda sömürgeci güçlere karşı, Kürt
ulusunun tüm ulusal ve demokratik hakları garanti
altına alınmadan, Türkiye halkı ile Kürt halkı
eşit ve özgür koşullarda bir arada olmadan, sömürgeciliğin
açmış olduğu yaralar kardeşçe, dayanışma içinde
sarılmadan tam ve gerçek çözüm hayaldir.
Bunun dışında tüm
çözüm arayışları en ilerisinden "ara çözüm"
arayışlarıdır.
Devrimci Çözüm
İçin
Devrimci Sosyalizm
Devrimci sosyalizm,
bu ülkede tüm sorunların farkındadır, bilincindedir.
Süreklilik gösteren, tarihsel boyutları olan,
güncel süreçlerle birlikte ağırlaşan bu sorunların
asıl çözüm gücü, işçi sınıfı ve halklardır.
Devrimci sosyalizm,
işçi sınıfı ve halka doğru ve devrimci politikalar
sunan tek devrimci akımdır, politik harekettir.
Neo-liberal düzen,
ekonomik, politik, kültürel, askeri alanları kapsayan,
yeni sömürgeciliğin, kapitalist sömürünün derinleştiği
bir aşamayı ifade etmektedir. Bu zulüm ve sömürü
düzeni, irili-ufaklı birçok sorunu bünyesinde
barındırıyor, tüm sorunlar bir zincir gibi birbirine
bağlanmıştır. Bu düzen yıkılmadan hiç bir sorun
tam ve gerçek çözüme kavuşmaz. Bu düzeni işçi
sınıfı önderliğinde halk yıkacaktır. Devrimci
mücadelenin merkezine bunu koymayan, bunu bir
devrim programı ile işçi sınıfı ve halka ilan
etmeyen bir politik akım ya da hareket işçi sınıfı
ve halkı örgütlü güce dönüştüremez.
Ayrıca, bu düzen,
siyasal, ekonomik ve sosyal talepleri yakıcı biçimde
güncelleştiriyor. Bu sorun ve bu temelde talepler
işçi sınıfı ve halkların önünde durmaktadır; bunu
atlayarak hiç bir süreç kazanılamaz. Bu taleplerin
bir kısmı devrim öncesi, bir kısmı devrim anında,
bir kısmı da devrim sonrası somut olarak kazanılır.
Devrim programının yanında, reform niteliğinde
olan bu taleplerin bir kısmı hiç şüphesiz kapitalizm
koşullarında çözüme kavuşabilir. Bu teorik olarak
mümkündür. Ama tüm bu güncel siyasal, ekonomik
ve sosyal talepler, tam ve gerçek anlamda çözüme
kavuşması, bu taleplerin garanti altına alınması
ancak devrimci halk iktidarıyla mümkündür. Bu
anlamda, güncel ekonomik, siyasal, sosyal talepleri
için mücadele zorunludur, ama bu devrim programına
bağlandığı ölçüde doğru ve devrimci bir işlev
kazanır.
Ülkemizde neo-liberalizmin
aldığı biçim yeni sömürge kapitalist düzenin kendisidir.
Neo-liberalizme karşı mücadele yeni sömürge kapitalizme
karşı mücadeledir. Tek tek sorunlara, bu temelde
tek tek çözümlere değil, zincirin tüm halkalarını
kırmaya yoğunlaşmalıyız. Yeni sömürge kapitalizmi
onarmak değil, yıkmak, yeni bir toplum kurmak
asıl olandır. Yeni bir toplum hedefimizdir; yeni,
demokratik ve sosyalist toplum hedefimizdir. Başta
temel hak ve özgürlükler olmak üzere tüm siyasal
özgürlükler için, din ve vicdan özgürlüğü için,
kadınların kurtuluşu için, eğitim, sağlık, barınma,
sosyal güvenlik gibi haklar için, sağlıklı ve
çevre ile barışık bir toplum için, bu ülkede emperyalizm
ve oligarşinin ekonomik, siyasal, kültürel, askeri
tüm kaynakları kurutulmalıdır. Bu kaynak kurutulmadan
eşit ve özgür bir toplum hayaldir.
Kürt ulusunun özgürlüğü,
yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, her şeyden önce
Kürt ulusunun tüm demokratik haklarını güvence
altına alınmasıyla mümkündür. Kürt ulusu kendi
kendini yönetecektir; ayrılma hakkı dahil her
konuda söz ve yetki Kürt ulusuna aittir. Türkiye
işçi sınıfı ve Türkiye halkı, Kürt ulusunun bu
demokratik haklarına saygılıdır. Kürt ve Türk
halkları eşit ve özgür ilişkiler kuracak, bugünü
ve geleceği bu temelde inşa edecektir.
Ancak bu koşulda bu
coğrafyada, Ortadoğu'da kalıcı bir barış mümkün
olur; iki ülke devrimleri birbirini besleyerek
Ortadoğu'da halkların konfederasyonu kurulabilir.
Sadece Türk ve Kürt
halkları değil, Ortadoğu halklarının özgürlüğü
emperyalizmin bu coğrafyadan sökülüp atılmasıyla
mümkündür. Emperyalizm ve gerici diktatörlükler,
oligarşiler halkların düşmanıdır. Özgür bir Ortadoğu,
tüm halkların kendini özgür biçimde ifade ettiği,
eşitlik ve özgürlüğün halkların ortak kazanıma
dönüşmesiyle mümkündür.
Halk devrimi, tüm
bu sorunlara devrimci yanıttır.
Halk devrimi dışında,
devrimi her şeyin merkezine koymayan tüm çözüm
arayışları kapitalizmin ufkunu aşamaz, olsa olsa
reform niteliğinde birer "ara çözüm"
olmaktan kurtulamaz.
Bizim için "ara
yol" yoktur. Halk devrimi programız, işçi
sınıfı öncülüğünde tüm sorunların halkla, halkın
örgütlü gücüyle çözme iradesidir. Sorun varsa
çözüm de vardır; dost ve düşmana ilan ediyoruz,
tüm sorunları çözmeye talibiz, halk devrimi programımız
bunun ilanıdır. Programımız, yeni bir toplumun,
demokratik ve sosyalist Türkiye'nin inşasını ifade
eder; bu hedef için, uğrunda dövüşeceğimiz ve
öleceğimiz göklere çektiğimiz bir bayraktır.
Bir devrimci parti,
örgüt için program ve programatik görüşleri yaşamsaldır.
Eğer bu yoksa, ya da kendi içinde tutarlı bir
bütünlükten yoksunsa, o devrimci parti, örgüt
işçi sınıfı ve halka karşı inandırıcı olamaz,
sağlam bir ideolojik-politik zeminden yoksun kalır.
Devrimci sosyalizm,
politik bir akım olarak ortaya çıkıp, bunu örgütsel
bir formata bağladığından bu yana, yani programatik
görüşlerimizi ifade eden KESİNTİSİZ DEVRİM I-II-
III üzerinde örgütsel yapı inşa edildiğinden bu
yana, kendi içinde bütünlüklü, sürekli gelişen
ve yenilenen bir çizgide, sağlam bir ideolojik-politik
zemini olmuştur. Bu ideolojik-politik çizgi, durağan,
donan değil, gelişen, yenilenen, yeni olgu ve
sorunlar karşısında bütünlüklü çözümler ortaya
koyan bir dinamizme sahiptir. Nitekim ŞAFAK YARGILANAMAZ
I-II, SOSYALİZM SORUNLARI DOSYASI, MAHİR VE DEVRİM,
DEVRİMCİ YENİLENME YAZILARI ve bir dizi çalışmalarımız
bunun ifadesidir. Bu anlamda, halk devrimi programımız,
bu çizginin damıtılmış halidir; sadece programımız
değil, bunun arka planını oluşturan programatik
görüşlerimiz de Türkiye devrimin en ileri halkasıdır.
Bir devrimci partiyi,
örgütü belirleyen, dost ve düşman karşısında konumunu
ifade eden en temel zemin budur. Biz buradan,
bu stratejik yerden politik varlığımızı sürdürürüz,
bizi başkalarından ayıran da bu stratejik bakış
ve programatik görüşlerimizdir.
Bu anlamda büyük bir
kazanıma sahibiz.
Ama bu yeterli değildir.
Bu eksende üretilen dönemsel ve güncel politikalar
olmasa, bu sağlam zemin, bu ideolojik-politik
çizgi maddi bir güce dönüşemez. Bir yandan, dönemsel
ve güncel politikalar bu stratejik bakışla üretilirken,
diğer yandan, bunların maddi bir güce dönüşmesi
için, ideolojik, politik ve örgütsel alanda büyük
bir çaba, emek zorunludur. İdeolojik mücadeleyi
sürekli kılacağız; dost ve düşman karşısında devrimci
sosyalizmi savunacağız, adım adım işçi sınıfı
ve halka taşıyacağız. Ekonomik, demokratik, politik
mücadeleyi geliştireceğiz; işçi sınıfı ve halka
buradan ulaşacak, buradan onlarla bağlar kuracağız.
Örgütsel yapımızı geliştireceğiz; sadece bir kadro
örgütü değil, bununla birlikte işçi sınıfı ve
halkı saflarında örgütleyen bir güce ulaşacağız.
İşte o zaman, bizi başkalarından ayıran, bizi
biz yapan ideolojik-politik çizgimiz, program
ve programatik görüşlerimiz maddi bir güce dönüşecektir.
Bunun için, bir anlamda
yolun başındayız, uzun devrim yürüyüşünün ilk
adımlarında sayılırız. Günü, dönemi kazanarak;
ideolojik, demokratik, politik mücadeleyi adım
adım büyüterek bu süreci kazanacağız.
Bunun için yeni bir
mücadele sürecini adımlıyoruz, daha hızlı koşacağız!
Zafere kadar devrim!
Şubat 2013
|