Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 

 

6 (67). Sayı /Haziran-Temmuz 2013

       Tarih 31 Mayıs 1971'i gösterdiğinde, Nurhak dağlarında Sinan, Alpaslan, Kadir şehit düştü; üç devrimci, üç THKO gerillası şehit düştü...
       Aynı gün Maltepe'de iki devrimci, iki gerilla, iki THKP-C savaşçısı çarpışıyordu; tarih 1 Haziran'a döndüğünde, Hüseyin Cevahir şehit oldu, Mahir yoldaş yaralı esir düştü....
       O günler kapkara günlerdi. 12 Mart açık faşizmi, emperyalizm ve işbirlikçi tekelci sermayenin çıkarları temelinde halka karşı "Balyoz Harekatı" düzenlemişti. 1965-70 devrimci gençlik hareketi içinden, Mahirler, Denizler, İbrahimler çıkmıştı; ellerinin tersiyle tüm eski ve geri anlayışı, legalist, reformist, Kemalizm'e soldan destek çıkan anlayışları bir kenara itmiş, düzene, düzenin özünü ifade eden, düzeni örgütleyen ve koruyan faşizme isyan etmiş, başkaldırmışlardı.
       Sadece başkaldırma değil, kaba bir isyan hiç değil; mevcut düzeni nasıl yıkacaklarını, yerine neyi koyacaklarını bir dizi tartışmalar içinde, kendi yolunu bularak, bilimsel sosyalizmle güçlü bağlar kurarak formüle ettiler. Her şeyi tartıştılar, yoğun bir ideolojik mücadele içinde yeni anlayışlara ulaştılar, bu coğrafyada yeni fikirler ürettiler, tüm bunlardan yeni devrim stratejileri oluşturdular. Teoriyi öğrendiler, devrimin teorisini inşa ettiler; burada durmadılar, hızla öğrendiklerini yaşam içinde örgütlediler, savaştılar. Denizler, Sinan ve Hüseyin'in ideolojik önderliğinde "yarı feodal yarı sömürge Türkiye" dediler, kırlarda başlayan halk savaşıyla, "foko" yani gerilla savaşı içinde partiyi kuracaklarını savundular; bunun ifadesi olarak THKO'nu kurdular. Mahir'in ideolojik önderliğinde, Hüseyin, Ulaş ve ilk öncülerimiz bir başka yol izledi, "yeni sömürge Türkiye'de kapitalizmin egemen olduğunu" söylediler, "oligarşi, sürekli faşizm, suni denge" gibi kavramlarla mevcut toplumsal ve politik yapıyı tanımladılar, buna karşı uzun süreli halk savaşını, şehir ve kırda gerilla savaşı temelinde politikleşmiş askeri savaşı stratejisini savundular; THKP-C'ni kurdular. İbrahim kısmen daha sonra, ama benzer bir yoldan, şimdiki Ergenekoncu D. Perinçek'e başkaldırdı, Kürt sorununda daha açık fikirler ileri sürdü, Kemalizm'e güçlü eleştiriler yaptı, "yarı feodal yarı sömürge Türkiye"de kırlarda başlayan, iktidarı parça parça alan halk savaşına ulaştı; TKP/ML de böyle kuruldu.
       Bu üç devrimci akım ve örgüt, 71 devrimciliğine önderlik etti, silahlı isyanı başlattı ve daha sonraki tarihsel süreç için bir başlangıç yaptı; günümüze kadar uzanan sol ve devrimci hareketin asıl kaynağı bu mücadele oldu. Bu, yol ayrımıydı, yeni bir başlangıçtı.
       Nurhak'ta üç gerilla, kır gerilla mücadelesinde 12 Mart açık faşizmi koşullarında bu politik iradenin sonucu şehit düştü; Maltepe'de iki gerilla ise, şehir gerilla savaşında kuşatmaya alındı, Hüseyin şehit düştü. İşte, 31 Mayıs ve 1 Haziran, Sinan, Alpaslan, Kadir ve Hüseyin ilk isyanı ateşleyenler oldu...
       Nurhak ve Maltepe'de yanan bu isyan ateşi, 72 sonrası, yeni genç kuşaklar tarafından sahiplenildi. Bu kez, ilk öncülerimiz Mahirler gibi yeni yollar aramaktan çok, onların açmış olduğu yoldan ilerlediler, ilerledik. Mahir'in ideolojik önderliğinde inşa edilen bu yoldan Atilla, Tamer, Doğan, Ercan, Kadir, Ahmet ve diğer şehitlerimiz yürüdü. Bir yandan 71 devrimci hareketine yönelik saldırıları püskürttüler, diğer yandan onlar gibi yeni bir devrimci savaşı, politikleşmiş askeri savaşı örgütlediler. Onlar, halkı örgütleyen, anti-emperyalist anti-oligarşik kavgada faşizme kurşun atan, devrimci geleneği sürdürenler, politik ve askeri kadrolardı. Yeni isyanlar örgütlediler, Türkiye halklarına, tıpkı Mahirler gibi koca bir siyasal miras, yıkılmaz bir devrimci gelenek armağan ettiler.
       Doğan ve Ercan yeni bir Maltepe kuşatması altındaydı, son kurşunlarına kadar "Ya Özgür Vatan Ya Ölüm" şiarını haykırdılar; Tamer Sefaköy sokaklarında dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Şükrü Balcı'nın başını çektiği işkenceci-faşist sürüyle çatıştı; Atilla yine Sefaköy'de kurulan pusuya düştü. Bir ABD ajanını cezalandırma eyleminin sonrasında girdikleri çatışmada yakalanan Ahmet ve Kadir, 12 Eylül açık faşizmini örgütleyen ABD emperyalizminin elçisine yaranmak için 12 Eylül faşist cuntası tarafından özel talimatlarla hukuk safdışı edilerek idam sehpasına gönderildiler, 25 Haziran'da Denizler gibi ölümsüzleştiler. Onlar, ilk gençlik günlerinde isyan ettiler, devrimciliği sadece bir söz olmaktan çıkardılar, yaşam biçimine dönüştürdüler; devrimci yaşadılar, devrimci savaştılar, devrimci öldüler; ayakta ve dim dik...
       Mahir de, Atilla da sadece isyan etmedi, sadece düzene başkaldırmadı, bu ülkede bilimsel sosyalizmi, devrimci ve sosyalist bir anlayışı ayakları üzerine diktiler; bu yıkılmaz, sarsılmaz miras bizi biz yapıyor, onların yolunda yürüyoruz, zafere kadar da yürüyeceğiz.
       Ne zaman tarih Hazirana döner, yüreğimizdeki isyan ateşi harlanır, şehitlere bağlılık yeminleri ederiz, onların açmış olduğu yoldan yürümenin onurunu yaşarız. Ne zaman Atilla, Tamer, Doğan, Ercan, Kadir, Ahmet aklımıza gelse, kendimize çeki düzen veririz. Onlar orada yalnız değiller, Gürkan onlarla birlikte, Talip onlara yeni haberler götürdü. Birlikteler, Atilla sorular soruyor, Talip yeni yoldaşlarını anlatıyor.
       Bekleyin biz de geleceğiz, her şeyi size anlatacağız; ateşi de, ihaneti de, isyanı da, çürümeyi de direnişi de anlatacağız.
       Haziran bizim için hep isyandır...
       Tarih 31 Mayıs'tan 1 Haziran'a dönerken bunca yıl susan Türkiye halkı sanki Nurhak'dan Maltepe'den aldığı mesajın peşine takıldı. Belki de tarih sahnesine bugüne kadar olmadığı biçimde, yeni biçimde çıktı. Yıllardır susan, yanı başındaki Kürt halkının haklı isyanına biraz kayıtsız kalan Türkiye halkı sanki bugünü beklemiş, sessizce, daha önceki küçük itirazlarını büyüterek, bazı tuzu kuruların "bu halk adam olmaz" demesine inat, hatta işin doğrusu biraz da halka olan umutların sol ve devrimci saflarda zayıfladığı bir dönemde isyan etti. Şehitlerimizin isyan haykırışlarını sanki duymuşlar gibi, Türkiye halkı isyan etti, ayağa kalktı, sokakları, meydanları ele geçirdi. Yeni ve kentli isyandı bu; son yılların, hatta uzun yılların en kapsamlı, en renkli, en katmanlı, en uzun soluklu isyanıydı. Bu coğrafya az halk isyanına şahit olmadı. Şeyh Bedrettin'i, Pir Sultan'ı bu coğrafya yarattı, Kemalizm'in zulmüne direnen, Koçgiri'den, Şeyh Sait'ten, Dersim'e kadar uzanan yine bu isyandı, faşizmin zulmüne 15-16 Hazirandan Tariş'e işçiler, Çorum'dan Sivas'a bu halk isyan etmişti. Ama bu kez, Taksim ve Gezi Parkında başlayan ve tüm kentlere yayılan halk direnişi hiç birine benzemedi, özgündü, çok sesli ve renkliydi.
       Emperyalizme bağımlı, kapitalist sömürünün derinlemesine ve genişlemesine her yana yayıldığı, yeni sömürge bir ülkede bu isyan tutuşmuştu. Son 33 yılı neo-liberal sömürü altında, sadece emeğin değil, kentlerin, suların, ormanların talan edildiği, neo-liberal sömürünün sınırlarının tükendiği; bunun üzerinden faşizmin yeniden, ideolojik, kültürel, askeri ve siyasi alanda kurumsallaştığı bir ülkede, susan ama her şeyi bir kenara not eden halk, Gezi Parkı direnişiyle patladı. Taksim ve Gezi Parkı, tüm direniş eğilimlerini, lokal direnişleri birleştirdi, faşizmin zulmüne inat, AKP ve T. Erdoğan'ın yalan ve küfürlerine inat halk ses verdi. Gaz bombalarının, tazyikli suların, sokaklara taşan işkencelerin, gözaltıların üstüne üstüne gitti. Kimsenin önden göremediği Haziran halk direnişi ortaya çıktı.
       Politik kazanımları şimdiden ortaya çıkan bu direniş, ne eski direnişlere benziyor, ne de onların basit bir tekrarıdır. Yeni, kendine özgü dinamiklere sahiptir. AKP ve T. Erdoğan'ın ileri sürdüğü gibi, ne "dış güçlere, faiz lobisine" dayanır, ne de "Ergenekoncuların bir tertibi"dir. Bu halkın, neo-liberal sömürü ve sonuçlarına, emperyalizme bağımlı tüm ilişkilere, Ortadoğu'da emperyalizm işbirlikçiliğine, AKP'nin "devletleştiği" bir süreçte AKP'nin uzun yıllar yürüttüğü yeni bir toplum mühendisliğine, özelleştirmeye, "dindar gençlik istiyoruz" söylemiyle devreye sokulan 4+4+4 eğitim sistemine, "3 çocuk yapın", "içki içen ayyaştır" diyerek özel yaşama müdahaleye, halkı her gün azarlamasına, başta 1 Mayıs olmak üzere sistemli ve sürekli saldırılara, Alevilerin aşağılanması ve yeni oyunlarla kandırılma operasyonlarına, Roboski katliamına, Kürtlerin özgürlük taleplerini hasıraltı etmeye yüksek sesle itirazıdır, direnişidir.
       Bu bir devrim değildir, devrim sananlar olabilir, ama "devrimci durumun" sürekliliğini savunan bizler için devrim ve "devrim anı" değildir. Devrimci durumun sürekliliği içinde nitel bir sıçrama halidir, aşağı sınıfların, alt ve orta sınıfların önemli bir kesiminin düzene, AKP'ye, T. Erdoğan'a itirazıdır, isyanıdır. Eşitlik, özgürlük, demokrasi talebinin ön plana çıkması, sokak ve meydanları dolduran yığınların özgürleşme eylemidir.
       Geniş bir değerlendirme, bu sayımızda vardır; daha geniş değerlendirme ve tartışmalar sürecektir.
       Şehitlerine sahip çıkan devrimci sosyalist hareket, Haziran isyanında yerini aldı; hem şehitlerimize sahip çıktı, hem de halk direnişinin bir parçası oldu. Tüm alanlarda örgütlü yoldaşlar sürecin aktif savaşçısı oldu. Şehitlere sahip çıkmak ile halk direnişinde önde kavga etmek iç içeydi; bu yapıldı. Tüm örgütlü güçlerimiz, hatta devrimci kurtuluş davasına gönül veren eski ve yeni kuşaktan insanlarımız yumruğuyla, sloganlarıyla Mahir'in, Atilla'nın yoldaşı oldular. Tümüne selam olsun, tümünü kucaklıyoruz. Tümünü stratejik ve dönemsel hedeflerimiz ekseninde devrimin kurtuluş bayrağı altında yeni kavgalara davet ediyoruz.

       Halk Direnişin Talepleri Kürt Halkının Talepleriyle Aynıdır
       Haziran halk direnişi, sınıfları, tüm politik akım ve güçleri bir kez daha saflaştırdı. Bu süreçte, tarihsel ve güncel karakterini hep koruyan Kürt Ulusunun özgürlük sorunu, güncel mücadele içinde kısmen geri plana düştü. Bundan rahatsız olmak anlamsızdır. Tam tersine, Türkiye halkı Kürdistan halkından farklı olarak kendi sorun ve gündemleriyle yüz yüze geldi; demokrasi ve özgürlük taleplerine sahip çıktı. Yurtsever Kürt Hareketinin başlatmış olduğu "barış ve demokratikleşme süreci", özel olarak gerilla gücünün "sınır dışına" yani Güney'e çekilme süreci, 5-6 aylık süreçte kanın akmaması, oligarşinin halkın tüm sorunlarını "terör" demagojisi ve şovenizmi kışkırtma eylemiyle yok sayması imkanını ortadan kaldırdı. Gerilla gücünün geri çekilmesi ve başlatılan "barış ve demokratikleşme süreci" ile halk hareketinin patlaması ne kadar bağlantılı, bu tartışılır. Ancak iki sürecin birbirini etkilediği, daha doğrusu halkın sorunları ve tepkisini bloke etme imkanının zayıfladığı söylenebilir.
       Ama bu kez, dün Türkiye halkı için söylenen, bugün Kürt halkı için söylendi: "direnişte Kürt halkı nerede?" Dün "Türk halkı nerede", bugün "Kürt halkı nerede" demek, her iki halkın mücadelesini küçümsemek, iki ülke ve iki halk gerçeğinden uzak olduğu gibi, her iki tarafta uç veren milliyetçi söylemin, her şeyi kendi merkezli görmenin dışa vurumudur ve biz tüm bunları reddederiz.
       Kürt yurtsever hareket net bir tutum içinde olmadı, hem doğru hem de yanlış eğilimleri iç içe yaşadı. Ama bilinmelidir; enternasyonalizm, kendi ülkemizde devrim yapmakla birlikte dünya devrimi penceresinden tüm dünya halklarıyla aktif dayanışmaktır. Bu gerçek, iki komşu ülke ve iki halk için, tarihsel ve siyasal bir dizi unsurla iç içe geçmiş iki halk için bin kez doğrudur. Halk direnişi çok sesli, çok renkli, çok katmanlı olmuştur; Kürt halkının evlatları da vardır, ulusalcı sol da vardır, sol ve devrimci hareket de vardır, çevreci de anarşist de, AKP ve T. Erdoğan'a tepki gösteren sıradan insan da vardır, zulme karşı çıkan müslüman da vardır.
       Bu arada, Kürt hareketi iki önemli konferans yaptı. Biri, kadın hareketinin örgütlediği, Ortadoğu'dan kadınların katılımını içeren konferans; diğeri ise, "Kuzey Kürdistan birlik ve çözüm" konferansıdır. Bu iki konferans son derece önemlidir; Kürt halkının nasıl yaşayacağı, süreci nasıl adımlayacağı üzerine ciddi fikirler vermektedir. Yayınlanan "çözüm ve birlik manifestosu" bu anlamda son derece değerlidir. Ciddi katılımları içeren, demokrasi adına birer kazanım içeren bu konferans, sonuç bildirgesine yansıyan maddelerde görüleceği gibi daha net, diri ve doğru bir yeri işaret etmektedir. Kürt halkı nasıl isterse öyle yürür. Bu yol haritası hem kazanımları koruyan hem de bu yürüyüşte bazı tehlikelere baştan baraj kuran bir yerdedir.
       Biz biliyoruz; bu coğrafyada barış da, özgürlük de, demokrasi de, devrim de iki halkın birleşik kavgasından geçer. Biz yönümüzü, egemen sınıflara, oligarşiye, AKP'ye değil, halklara dönüyoruz. Taksim'de yükselen ve tüm kentlerde yankı bulan demokrasi ve özgürlük talepleri, aynı zamanda Kürt Ulusu'nun demokrasi ve özgürlük talepleriyle üst üste düşer, aynı mecrada anlam bulur. Bundan dolayı, halk direnişi, devrimci sonuçlarıyla Kürt Ulusu'nun demokrasi ve özgürlük kavgasına ters değil, "süreci zayıflatan, sabote eden" değil, tam tersine emek ekseninde halklara dayalı barış ve demokrasiyi güçlendiren bir yerde durmaktadır. Aslında halk direnişinde oluşan tablo özünde 1 Mayıs ve Newroz'lar da oluşan tablodan çok farklı değildir. Bu coğrafyada 1 Mayıs ile Newroz, Amed ile İstanbul arasında kavga ortaklığı ve halkların birliği ne kadar güçlü olursa, emperyalizm ve oligarşi o kadar korkuya kapılır.
       Kürt halkının da Türkiye halkının da bu korkuyu emperyalizm ve oligarşiye yaşatması sevindiricidir, doğru ve enternasyonal olan budur.
       
        Kavga Devam Ediyor
       Bazı süreç ve toplumsal olaylar, bir tarihsel dönemi işaret eder. Hatta yaşanan tarihsel süreçleri az çok tahlil etsek de, özünde bunun yaşamdaki karşılığı toplumsal hareketlerde anlamını bulur. Bu yanlış değil, işin doğası gereğidir.
       Sol ve devrimci harekette, en azından bazı kesimlerde, içinden geçtiğimiz tarihsel süreci "yeni dönem" olarak kavramlaştırdığı bilinmektedir. Hoş bu tip kavramın yanından bile geçmeyen, bir kalıbı, hatta çok doğru bir tespit ve kavramı yıllardır üzerine bir harf bile koymadan tekrarlayanlar da vardır. Kim olursa olsun, eğer yaşanan toplumsal halk hareketiyse, içinden geçtiği tarihsel sürecin yoğun izini taşıyacağını az çok bilmeliyiz. Bu açıdan baktığımızda, birçok yönden, yuvarlak kavramları bir kenara bırakırsak, Haziran halk direnişinin, bizim 4. bunalım dönemi olarak tanımladığımız ve içinden geçtiğimiz tarihsel dönemin izlerini taşıdığını ifade edebiliriz. Tartışacağız, tartışıyoruz, çok sesli, çok renkli, çok katmanlı bir direnişin ortaya çıkması önemli ölçüde buradan kaynaklanıyor. Haziran halk direnişi bu anlamda bir son değil başlangıçtır. Daha önce şu ya da bu biçimde ortaya çıkan olguların en açık dışa vurduğu, içinde yeni mücadele dinamiklerini taşıdığı bir direniştir.
       "Tarihin sonu" aptallıkları, "bu halktan bir şey çıkmaz" ukalalıkları, örgütsüzlüğü erdem saymalar, "örgütlü örgütsüzlük" hastalıkları döndü dolaştı direnişin duvarına çarptı. Direniş en çok da, devrim ve sosyalizm için samimi devrimcilere uyarı oldu. Direniş, kitle hareketi öğretir; biz de, samimi devrimciler de öğrenecektir, öğreneceğiz. Öğrenmek için halk direnişini her boyutu ile kavramaya çalışıyoruz, tartışıyoruz, şablonculuktan uzak yeni mücadele biçimlerine, yeni formatlara kafa yoruyoruz.
       Tarihin öznesi sınıf mücadelesidir. Kavga bitmedi. Tüm postmodern yalanlara rağmen kavga sürüyor. Şimdi, halk direnişinden güç alarak, bu coğrafyada stratejik ve dönemsel hedefler için yeni kavgalara çıkacağız.
       Örgütlü halk yenilmez. Halk direnişi, örneğin Kürt halkıyla kıyaslanamaz düzeyde örgütsüzdür. Önce kendimizi örgütleyeceğiz, halk örgütlülükleri için yeni kanallar bulacağız; bir yandan "devrimciler örgütünü" diğer yandan "halk örgütlerini" inşa edeceğiz.
       Haziran isyandır.
       İsyanı kafamızdan, yüreğimizden, kendimizden başlatıp tüm halka yaymak, eskiyi yıkmak yeniyi kurmak için daha çok emek, daha çok mücadele, daha çok yenilenme. Yeni adımlar yeni kavgalar için bir adım öne!

 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
YönetimYeri: Şehit Muhtar Mah. Yoğurtçu Faik Sokak No: 12-14 Kat: 4
Beyoğlu/İSTANBUL