Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 

 

6 (67). Sayı /Haziran-Temmuz 2013

       Giriş Ve Yöntem
        Ülke ve halk Haziran'ı Taksim Gezi Parkı direnişiyle karşıladı. Daha önce "yayalaştırma projesi" (bu projenin altında sadece AKP değil CHP'nin de imzası vardır) kapsamında başlayan bu rant operasyonuna tepkiler elbette vardı; başta Mimarlar Odası ve Taksim Dayanışması bu tepkiye ve halkın aydınlanmasına öncülük ediyordu. Ancak hiçbir hukuk tanımayan, pervasızlık ve saldırganlığı çizgi edinen AKP, Gezi Parkına dokununca tepkiler büyüdü. Lokal nitelikte olan bu direnişe saldırı, çadırların yakılması ve devlet terörünün sokağa taşınması büyük bir halk direnişiyle karşılandı. Başta sol ve devrimci hareket olmak üzere, AKP'nin ekonomik ve siyasal saldırılarından rahatsız olan toplumsal kesimler bu direnişin bir parçası oldu. Taksim Gezi Parkında yanan isyan ateşi tüm ülkeye yayıldı, binlerce gösteri ve kitle hareketiyle halk, sadece Taksim Gezi Parkıyla dayanışma içinde olmadı, sivri ucu AKP ve iktidarına yönelen, yaygın, çok sesli, çok katmanlı, çok renkli halk direnişine, halk isyanına dönüştü.
        31 Mayıs'ta yanan ve 20 gün süren bu isyan ateşi, yeni bir kapıyı araladı. Yaygın ifade ile artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak, ne oligarşi ve AKP iktidarı, ne halk, ne de sol ve devrimci hareket eski biçimde değil, yeni dönemin yeni özellikleriyle, bu halk direnişinin özgün ve genel dinamikleriyle birlikte kendine biçim verecektir. Hiçbir hareket, yoktan var olmaz, kendi özgün dinamikleriyle var olur; her büyük halk hareketi sayısız imkan ve olanaklar ortaya çıkarır, tüm bunları kavramak ve bilince çıkarmak ise birden, aniden değil, bir dizi süreç ve ortaya çıkan olgularla anlam bulur.
        Bu anlamda, Haziran halk direnişi, bir son değil başlangıçtır. Sadece birçok yeni direnişler için bir başlangıç değil, aynı zamanda yaratmış olduğu sonuç ve olanaklar için de yeni bir başlangıçtır.
        Haziran direnişinin kendine özgü birçok yanı ve dinamiği vardır. Tüm bunları anlamak, özgün yanlar ile genel yanların birliğini kavramak, önemli ölçüde 4. bunalım döneminin temel özelliklerini anlamaktan geçmektedir. Haziran direnişi, bu anlamda 4. bunalım döneminin bir dizi özelliği ve sonuçların toplumsal yaşamda, direnişte açığa çıkmasını ifade etmektedir.
        Bununla birlikte, hiç şüphesiz, bu ülkede boy atan daha önceki direnişlerle ortak yanlar ifade etse de, daha önceki direnişlerden farklı ve onları aşan bir düzeyi yakalamasıyla, daha şimdiden bu alacakaranlık içinde yeni bir umut ışığı oldu.
        Direniş durmadı, bu satırlar yazılırken yeni biçimler alarak, kısmen geri çekilirken, direnişin açmış olduğu yoldan yeni imkanlar yaratarak ilerliyor. Direniş kendini tartışıyor, tartıştırıyor. Sadece sol ve devrimci hareket için değil, oligarşinin tüm kesimleri için, çok daha önemlisi işçi, yoksul, halk ve tüm ezilenler için tartışmaların öznesi oluyor. Tüm politik akım ve güçler yeniden ve yeniden saflaştı, saflaşıyor. Hiç şüphesiz bu süreç kendine özgü dinamik ve eğilimlerle, yeni birçok tartışmalarla devam ediyor, edecektir.
        Bu anlamda, bizim için, devrimci sosyalizm için, burada yapacağımız kısa ve özlü değerlendirmeler, bir "giriş" ya da "önsöz" niteliğindedir. Böylesi kapsamlı, çok sesli, çok katmanlı, tekil direniş dinamiklerini birleştiren ve giderek halk direnişine dönüşen bu süreci birçok kesim gibi biz de yeniden ve yeniden tartışacak, çıkarmış olduğumuz sonuçlar temelinde sınıf mücadelesi içinde yerimizi alacağız. Bu anlamda, Haziran direnişi üzerinden tartışmalar için, sadece ve sadece bir başlangıçtan söz edebiliriz. Birçok kesimin birçok açıdan yeniden ve yeniden tartıştığı, giderek bu tartışmaların derinleşeceği bir gerçektir. Bu gerçeği bilerek, süreçten, kendi içimizde ve kendi dışımızda yürütülen tartışmalardan öğreneceğiz.
        Eleştirel yaklaşım bizim için içsel bir yöntemdir. Dogmatik yaklaşımlarla, kalıpçılıkla işimiz yoktur. Hiçbir önyargı, şablon hem yöntem olamaz, hem de bu süreci açıklamaya yetmez. Olgulardan hareket etmek, olgulara bağlı süreci tanımlamak, çok daha önemlisi buradan hareketle devrimci siyaseti yeniden kurmak, yeni yol ve yöntemleri bulmak görevimizdir.
        Kendimizi ve görevimizi ciddiye alarak ilerleyeceğiz!

        Direnişin Kısa Bir Özeti
        Burada Haziran direnişinin ana çizgilerini kabaca resmetmekte yarar vardır. Toplumsal süreçlerin, hele de böylesi bir halk direnişi ve halk hareketinin tam bir resmini çekmek mümkün değildir. Bu açıdan bu yöndeki her gözlem, her adım ve tartışma büyük resmi görmemize yardımcı olacaktır. Bu rezervleri bırakarak mevcut tabloya bakmakta yarar vardır.
        Taksim ve Gezi Parkı, AKP eliyle yürüyen neo-liberal saldırıların sadece bir parçasıdır, ancak önemli bir parçasıdır. 12 Eylül açık faşizmi, aynı zamanda, neo-liberal sömürü modeline geçişi ifade eder. Yeni sömürgecilik üzerinden biçim alan iç pazara yönelik "ithal ikameci" model 1970'li yıllarda tıkanmış, bir dizi arayışa rağmen 1980 başlarına kadar kapitalist sömürü modeli olarak varlığını sürdürmüştür. Ama öte yandan emperyalist-kapitalist sistem içinde 1970'li yıllarda baş gösteren yeni arayışlar hızlanmış ve neo-liberal sömürü modeline geçiş yaşanmıştır. 1980'li yıllarda artık emperyalist- kapitalist sistemde neo-liberal sömürü biçimi egemenlik kurmaktadır; başta Türkiye olmak üzere, G. Kore, Şili, Brezilya, Arjantin gibi ülkeler, neo-liberal sömürü modeli için birer deney alanıdır. 12 Eylül açık faşizmi bu sömürü modeli için yol açma, yolu düzleme işlevi görmüş, ANAP ve Özal, bu sömürü modelini oturtmuş, Demirel, Ecevit, Çiller bu sömürü modelini devam ettirmiş, en son AKP ve T. Erdoğan eliyle sadece sistem oturmakla kalmamış, aynı zamanda bu sömürü modelinin sınırlarına dayanmıştır. Özelleştirme, taşeronlaştırma gibi emeğe yönelik yoğun saldırılar, kentlerde "kentsel dönüşüm" adı altında, tarihsel-kültürel alanların talanı, yoksulların yaşam alanlarının elinden alınması söz konusudur. Kırsal alanda dere ve ormanların talanına kadar uzanan kapsamlı saldırılar neo-liberal sömürü modelinin birer ifadesidir. Taksim ve Gezi Parkı saldırısı, bu neo-liberal saldırının bir parçasıdır.
        Taksim ve Gezi Parkı, Galata-port, Haydarpaşa-port, üçüncü köprü, üçüncü havaalanı, Kasımpaşa'nın restorasyonu gibi kapsamlı yeni rant alanı çalışmalarının bir parçasıdır. Bu kapsamlı bir talan projesidir; tarihsel ve kültürel değerler, orman ve sular talan edilmektedir. Bu projelerin anlamı, tüm rant oranı yüksek yerlerin yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çekilmesidir. Yeni bir sermaye birikimi için, kent yaşamının vahşi sömürüsünü ifade etmektedir.
        İşte AKP, bundan dolayı, hiçbir tarihi ve kültürel değere sahip çıkmadan, tümden rant ve hırsızlık temelinde Taksim ve Gezi Parkına saldırdı. Bu projeye karşı çıkan başta Mimarlar Odası ve çeşitli çevreci kurumların, daha sonra Taksim Dayanışması'nın haklı tüm taleplerini görmezlikten gelmesinin asıl kaynağı bu rant ve hırsızlıktır.
        Taksim aynı zamanda 1 Mayıs alanıdır. Devrimci ve sol güçler başta olmak üzere, işçi ve emekçiler, 1977 1 Mayıs katliamından bu yana Taksim için direnmiş ve nihayet Taksim yakın tarihte kazanılmıştır. Taksim ve 1 Mayıs direnişi tarihseldir. 12 Eylül açık faşizmi öncesi Taksim yasaklanmış, 12 Eylül açık faşizmi ise işçi ve emekçilerin hafızasından Taksim'i silmeye çalışmıştır. Ancak bu 1987- 88 yıllarında yeni bir direnişle yeniden güncelleşmiş, şehitler verilerek, özellikle son yıllarda gelenekseleşen direniş çizgisiyle Taksim yeniden kazanılmıştır. Bu anlamda Taksim 1 Mayıs alanıdır; Taksim direniştir, direniş geleneği ve çizgisinin ta kendisidir.
        Bir adım ileri iki adım geri; bu sadece Lenin'in ünlü eserinin ismi değildir. Oligarşi/ faşizm, tüm tarihsel mücadele ve kazanımlar üzerinden sık sık, hatta geleneksel bir çizgi olarak bu taktiği izler. Taksim direne direne kazanılmış, AKP, Taksim'i işçi ve emekçilere açmak zorunda kalmış, 1 Mayıs "Emek ve Dayanışma Günü" olarak yasallaşmıştır. Ama ne oligarşi ne de AKP bunu içine sindirememiştir. Bunun için her yolu denemiş, en son "yayalaştırma projesi" kapsamında, inşaat çalışmaları bahane edilerek, "insanlar çukura düşer" yalanlarıyla, tam bir psikolojik savaş yürüterek Taksim yeniden işçi ve emekçilere kapatılmıştır. Polis günü ve futbol şampiyonluk kutlamalarına açık olan Taksim emekçilere kapatılmıştır.
        Sadece işçi ve emekçilere değil, sol ve devrimci güçlerin basın açıklaması dahil tüm yasal etkinliklerine kapatılmıştır. Bu yönde her adım yoğun polis saldırısıyla karşılaşmıştır.
        Böylece, Taksim ve Gezi Parkı sadece AKP için sömürü ve talan alanı olmakla kalmamış, bu tarihsel direnişi silmek, işçi ve emekçileri en önemli meydandan söküp atmak için AKP eliyle faşist devlet terörünün yoğunlaştığı alan olmuştur. Hırsızlık ve kazanılmış haklarımızın gaspı iç içedir. AKP, faşizmin Kemalizm'den devraldığı tüm taktikleri güncelleştirmiş, Kürt sorununda "çözüm" arayışlarının hızlandığı, daha doğrusu yurtsever hareket ve Kürt halkının tek taraflı adımlar attığı günlerde, işçi ve emekçilere, sol ve devrimci güçlere kapsamlı, pervasız saldırılar örgütlemiştir.
        Bu süreçte, bu rant saldırısı karşısında, Taksim Dayanışması çatısı altında toplanan demokratik kurum ve politik yapılar, bir yandan toplumu, halkı aydınlatma çabası verirken, diğer yandan basın açıklaması gibi yasal çerçeveyi aşmayan lokal tepkiler içindedir. 31 Mayıs'a kadar, Gezi Parkı direnişi lokaldır, hatta sol ve devrimci güçler için bile birincil dereceden önemli bir alanı ifade etmemektedir. Kendi içinde dinamik bir süreci ifade eden direnişin ilk başlangıç günlerinde durum aşağı yukarı böyledir.
        Ancak, AKP hiçbir hukuk tanımadan, "yol yapımı" gibi hamlelerle saldırıyı genişletince, bu lokal direniş, S. Süreyya Önder'in direnişe sahip çıkması ve hukuksuzluğu teşhir etmesiyle ivme kazandı. Hala lokal nitelikte olan bu direniş, üst üste iki gün, sabah saatlerinde polis saldırısı ve çadırların yakılmasıyla tüm lokal direnişleri mecrasında birleştirdi, Taksim ve Gezi Parkı tüm direnişlerin ana ekseni oldu. Bütün sol ve devrimci güçler, AKP ve T. Erdoğan'a tepki gösteren halk. direnişe sahip çıktı. 1 Mayıs'ta devrimci güçler Taksim'i yeniden kazanamamıştı, oligarşinin terörü Taksim'e yürüyüşü engellemişti; bu kez halk ve devrimciler, tüm sol güçler Taksim'i kazandı, polis saldırısını püskürttü, Taksim ve Gezi Parkı, 1 Haziran'da direniş merkezi oldu. Bu direnişte bir başka yeni adımdı.
        AKP, direnişi yok saymak, hiçleştirmek istedi; "marjinal gruplar, çapulcular" dedi, halkı kışkırttı ve direnişin yayılmasına hizmet etti, direniş kitlesel boyut kazandı. Ulusalcılar dahil geniş bir kesim direnişin içinde yer aldı; CHP'nin Kadıköy mitingini iptal etmesi örneği bunun ifadesidir. Direniş yeni adımlarla ilerliyordu.
        Böylece Hazirana tüm ülke, tüm halk bu direniş ruhuyla girdi...
        Taksim ve Gezi Parkı sadece İstanbul'u değil, tüm Türkiye'yi içine aldı. Ankara, devrimci ve sol güçlerin önemli rolüyle adeta yeni bir direniş merkezi oldu. Bunu İzmir, Adana, Mersin, Antakya, Antalya, Muğla, Dersim, Balıkesir gibi önemli kentler, kasabalar, hatta köyler izledi. "Her Yer Taksim Her Yer Direniş"; 1 Mayıs direnişlerinin ortaya çıkardığı bu şiar dalga dalga tüm ülkeye yayıldı, somut bir direniş sloganı oldu.
        Bu süreçte AKP tüm iç dengelerini kaybetti, "gündemi biz belirleriz" diyerek övünen AKP ve T. Erdoğan, bu kez direniş gündeminin arkasından sürüklendi. Fas, Tunus gezisine çıktı, AKP içten çözülme eğilimi içine girdi, Cumhurbaşkanı A. Gül ve büyük takiyeci B. Arınç "yumuşak geçişle" süreci kurtarmaya çalıştı, özür diledi, "mesaj alındı" denildi, direnişe hak verdi, Taksim Dayanışması'nı muhatap aldı. Bu aynı zamanda AKP içi çatlağı açığa çıkardı.
        Öte yandan, direniş hem Taksim ve Gezi Parkında, hem de tüm ülkede sürdü. Gezi Parkı, demokratik ilişki ve kolektif yaşamın filiz verdiği bir alan oldu; paranın değil, dayanışmanın ön plana çıktığı, barış içinde birlikte yaşam için insanların yan yana olduğu bir odak olarak öne çıktı. Direniş ve şölen iç içe geçti, bir başka dünyanın mümkün olduğu daha somut uç verdi.
        Bu oligarşi ve AKP için kabul edilemezdi. T. Erdoğan Tunus dönüşü, tüm halka savaş açtı. Kürt ulusuna yönelik saldırılarda olduğu gibi, MİT raporlarına dayanarak, yalan ve çarpıtma üzerinden tüm psikolojik savaş taktiklerini devreye soktu. Bir yandan AKP ve devlete yeni bir "ayar" verdi, öte yandan "dış güçler", "faiz lobisi", "türbanlılara saldırılar", "camide içki içtiler", "Gezi Parkı pislik kokuyor" gibi yalanlarla, faşist devlet terörünü savunan ve teşvik eden, en pespaye dille direnişe saldırdı. Tüm bunlara, yalan ve pervasızlığa halk sokakta yanıt verdi; milyonlar sokaklarda direnişi büyüttü.
        Bunlar bilindik kontr-gerilla savaş taktikleriydi. Ulus devlet olarak, "çok uluslu" değil "Türk ulusu" adına kurulan burjuva devletin, TC'nin kuruluşunda bu yana bu taktikler vardır. Kemalistler işçi ve komünist harekete olduğu gibi, Kürt ulusuna, hatta Müslümanlara karşı sık sık, süreklileşen ve geleneksel bir çizgide yalan, demagoji, oyun, aldatmaca, şiddet taktiklerini içeren kontra taktiklere başvurdu. Yeni sömürgecilik üzerinde biçim alan faşizm, özellikle ABD emperyalizmden güç ve destek alarak bunları geliştirdi. Tüm bu klasik devlet refleksini, Kemalizm ve faşizm taktiklerini, AKP yapıyordu. AKP için bunlar yeni değil, örneğin müzakere öncesi Kürt halkına, onun önder güçlerine her gün bu küfür ve kontra taktiklerini bizzat kendisi, yani T. Erdoğan yapmıştı. Şimdi de direnişin karşısında, tüm halkın gözleri önünde bu yapılıyordu. Bu anlamda, AKP, artık "mağdur" değil, zalimdi; AKP için "demokrasi ve özgürlük" oligarşi içinde egemenliğini sağlayana kadar sadece bir söylemdi ve onu unutalı çok olmuştu. AKP 2010 yılından bu yana "demokrasi ve özgürlük" söylemini bir yana atmıştı ve bu gerçek, direniş karşısında en çıplak biçimiyle açığa çıktı. Burada demokrasi ve özgürlük yok, faşizmin AKP elinde yeniden örgütlenmesi vardı. Burada AKP'nin Kemalizm'e sözde saldırısı değil, Kemalistler karşısında demokrasi ve özgürlüğü savunma değil, onunla aynılaşma, özünde bazı aydın ve kesimlerin ifade ettiği gibi neo- Kemalizm vardı. Devlet aynı devlet, söylem aynı söylemdi. Halk direnişi bu gerçeği tüm halkın gözü önüne serdi.
        AKP ve T. Erdoğan'ın bu psikolojik savaş taktiklerini en pervasız biçimde güncelleştirmesi, sadece T. Erdoğan'ın akli dengesini kaybetmesiyle açıklamaz; bu var, alt yapısı lümpen kültür olan, korkunç şişmiş bir ego ile, sarsılan iktidar ve kişiliğinde herhalde en saçma, en pervasız hali bu süreç olarak hatırlanacak. Ama bununla birlikte, bir yandan tek kişiye bağlı diktatörlük eğilimleri, demokrasi değil, faşizmin kurumsallaşması, tüm muhalif hareketlere korkunç bir tahammülsüzlük söz konusudur. Ayrıca öte yandan, seçim sürecini de düşünerek yeni bir milliyetçi cephe hamlesi vardır. Seçim sürecinde kurulan ve sağ-muhafazakar kesimi çatısı altına alan, BBP ve diğer milliyetçi-muhafazakar kesimleri AKP etrafında toplayan bu cepheleşme yeni değildir. Ancak halk direnişi karşısında yeniden kurgulandığı açıktır.
        Bununla birlikte siyasal yaşamı boyunca hiçbir zaman demokrat olmayan, burjuva demokrasisinin yanından bile geçmeyen T. Erdoğan ve AKP, Kürt hareketinin başlatmış olduğu, şu ana kadar tek taraflı süren "barış ve demokratikleşme" sürecini, bu beklentileri kırmak için, halk direnişini bahane de etmiş olabilir. Halk direnişini "dış güçler" ve "büyük provokasyon" olarak ele alıp müzakere sürecini bozmak da isteyebilir. Hiç şüphesiz bu olasılık hiç de az değil, ama oldukça da tehlikelidir. Çünkü karşısında örgütlü bir güç, örgütlü Kürt halkı vardır. Yaşanacak ve görülecek, Gezi Parkı direnişinde açık faşizmi en pervasız biçimde halka dayatan AKP, barış ve demokrasi adına ciddi adım atmayacaktır. İşçiye, emekçiye ekmek ve özgürlük tanımayan sistem, neo-liberal sömürü modeli, AKP, Kürt ulusuna özgürlük tanımaz; bunun tersi de doğrudur, Kürt Ulusu özgür olmadan Türkiye halkı özgür olamaz. Ne burjuvazinin niteliği ve demokratik olmayan 200 yıllık geleneği, ne de tekelci sermayenin partisi olan, emperyalizme dayanan AKP'nin kendisi ve siyasal-toplumsal pratiği demokratik değildir. Bundan dolayı, yakın süreçlerde sık sık görüldüğü üzere, Kürt hareketinin tek yanlı atmış olduğu adımlar karşılık bulmayacak, devasa bir sorun olan Kürt Ulusunun özgürlük sorunu yeni direniş dinamikleri üretecektir.
        Ama bunlar bir yana, halk direnişi karşısında, AKP ve T. Erdoğan kontra taktiklerini en açık, en pervasız devreye soktuğu bir gerçektir. Lümpen kültürle, şişen ego ve ruhsal dağılmayla birlikte dini en pervasız kullanma, halkın en geri yanlarına hitap etme var; dün Kürt halkı karşısında aldığı pozisyonun benzerini, bu kez direniş karşısında alma, buradan cepheleşme siyaseti vardır.
        Tam bu noktada, burjuva medyanın yürütülen kontra taktiklerinin de önemli bir unsur olduğunu söylemek lazımdır. Burjuva medya, daha doğrusu tekelci medya, tekelci sermeyenin içinde yer aldığı bir alandan öte, aynı zamanda burjuva düzenin "selameti" için ideolojik-kültürel saldırı kıtasıdır. Her dönem bu özelliği vardır. Dün, Kürt ulusuna yönelik kirli ve özel savaşın en önemli unsuydu, hala da öyledir. Daha önceleri sol ve devrimci harekete karşı konumlanmıştı. Bugün de, halk direnişi karşısında konumu ve görevi aynıdır. Direnişin başlangıcında direnişi görmeyen burjuva medya, daha sonra, T. Erdoğan'ın önderlik ettiği saldırıların en önemli parçası olmuştur. Önce direnişi görmemiş, penguen programında ifadesini bulan tavrı sürdürmüş, daha sonra da direnişi çarpıtmak, T. Erdoğan ve AKP'nin yalan ve ikiyüzlülüğünün propagandasını yapmakla kendini yükümlü saymıştır. Halka, direnişe saldırı, yer yer Kürtleri de içine alacak biçimde, "barış sürecine zarar verme, provokasyon" söylemiyle devam ediyor. Dün, Kürt halkının yürütmüş olduğu haklı savaş karşısında "askeri uzman"dan geçilmeyen programlar bu kez "psikolog ve sosyolog"dan geçilmez oldu. Bu ara parantezi kapatarak devam edelim.
        Nitekim, T. Erdoğan, AKP, oligarşi kontra taktikleriyle direnişe saldırdı. Önce direnişi bölmek için "çevreci" ve "marjinal" ayrımı yaptı, en iyi çevrecinin kendisi olduğunu, kaç ağaç diktiği söylemini geliştirdi. Bunun için sadece yalan söylemekle kalmadı, direnişe, demokrat ve aydınlara saldırmakla kalmadı, AKP yanlısı sözde "aydın" ve "sanatçıları" (N. Saşmaz ve H. Avşar gibi) kabul etti. Bu kabul tam bir komedidir ve haklı olarak alay konusu olmuştur. Esti gürledi, Taksim Dayanışması üyeleriyle görüşmek zorunda kaldı. En basit nezaket kurallarını bile bir kenara bırakıp tüm kabalığıyla Dayanışma'nın temsilcilerini ezmeye çalıştığı bu görüşmede de istediğini elde edemedi. Öte yandan iki aşamalı saldırıyı devreye koydu. Önce Taksim Meydanı'na saldırdı, burayı işgal etti; Gezi Parkına saldırı sınırlı kaldı. Daha sonra ise, Kazlıçeşme mitingine zaferle başlamak için Gezi Parkına saldırdı, işgal etti, bu satırlar yazılırken işgal hala devam ediyordu. Bu saldırılara yanıt direniş oldu, tıpkı 31 Mayıs-1 Haziran direnişlerinde olduğu gibi, bu iki aşamalı saldırılara da halk ve devrimciler sokak sokak direndi. Heryer direniş oldu; Kadıköy'den Gazi'ye, Beylikdüzü-Avcılar'dan Tuzla ve Ümraniye'ye kadar her alanda direniş yükseldi. Sadece İstanbul değil, İzmir, Ankara, Antakya, Adana, Mersin, Dersim tüm ülkede direniş yankı buldu, milyonlar direndi, milyonlar evinden sokağa çıktı, tencere tava ile direnişin parçası oldu.
        20 günlük direniş birçok dersleriyle geride kaldı; şimdi direniş yeni bir aşamada, tartışma ve yeniden örgütlenme temelinde devam ediyor.

        Halk Direnişinin Niteliği
        Haziran direnişi, halk direnişi, halk hareketidir. Sanırız, en doğru tanım budur. Bu tanım sadece gerçeği yansıtmıyor, tüm abartılı, gerçeği aşan ve ona başka anlamlar yükleyen tanımlamaları da bir yana atıyor. Sorunun, olgunun adını koymak açısından buna ihtiyaç vardır.
        İkinci olarak, bu örgütlü bir direniş, örgütlü halk hareketi midir?
        Hayır, örgütlü halk hareketi değil, spontane bir harekettir.
        Elbette, başta sol ve devrimci güçler olmak üzere, ulusalcı güçler ve kısmen Kürt hareketi direnişin bir parçası oldu; ama böyle de olsa, Haziran direnişi, Haziran isyanı örgütlü değil, kendiliğinden karaktere sahiptir. Kendiliğinden var kendiliğinden var; örneğin 15-16 Haziran işçi direnişi de kendiliğinden karaktere sahiptir, 2013 Haziran direnişi de. Her iki direnişte de sol ve devrimci güçler vardır, ama böyle de olsa, bu direnişlere önderlik eden güç sol ve devrimciler değil, AKP yalanlarında olduğu gibi "dış güçler, faiz lobisi" değil, CHP değil, halkın kendisidir. Halkın mücadelesi ve katılımı, devrimci ve sol güçleri aşmış, devrimci ve sol güçler önder değil, artçı, katılımcı düzeyde kalmıştır.
        Üçüncü olarak, Taksim Gezi Parkı direnişi, lokal, yerel bir direniş olarak başladı, ancak tüm ülkeye, tüm halka yansıdı ve yayıldı. "Her Yer Taksim Her Yer direniş" ya da "Diren Taksim", "Diren Gezi", "Diren Ankara" gibi şiarlarda karşılığını bulduğu gibi tüm direniş odakları adeta birleşti. Bu anlamda Haziran direnişi, lokal, yerel değil, genel, çok sesli, çok katmanlı, çok renkli halk direnişidir.
        Dördüncü olarak, bu anlamda, bu coğrafyada ortaya çıkan, ayakları bu toprağa basan tüm direnişlerden (15-16 Haziran işçi direnişi, Tariş, Çorum gibi 12 Eylül öncesi halk direnişleri, devrimci tutsakların cezaevleri direnişleri gibi tüm direnişlerden) farklı, özgün, kapsamlı bir direniştir. Bu anlamda sonuçları da tüm sınıflara, tüm politik akım ve güçlere yansıyacak, üzerinde yeni ve birçok tartışma yapılacaktır. Bugün uç veren sonuçlar sadece bir başlangıçtır ve çok daha derin sonuçlarını yaşayarak göreceğiz.
        Beşinci olarak, bu halk direnişi, halk hareketi eski direnişlerle kıyaslanabilir mi?
        Hayır, kıyaslanamaz. Elbette, daha önceki direnişlerle ortak paydaları vardır, ama asıl görülmesi gereken içinden geçtiğimiz 4. bunalım döneminde, yeni sömürge Türkiye'de, yeni ve özgün yanları içinde barındırmasıdır. Çevrecilerin, Çarşı gibi sosyal oluşumların direnişin önemli parçası olması, yeni bir gençlik ve kadın hareketinin uç vermesi, kent kültürünün direnişte bir yer bulması, kentlerin direnişte öne çıkması gibi olgular önemlidir ve bunların 4. bunalım dönemin ana özellikleriyle bire bir bağları vardır. Üzerinde daha yoğun düşünmemiz gerekli olgulardır bunlar.
        Altıncı olarak, bu direniş, lokal, Gezi Parkı direnişiyle başladı ama tüm çelişkileri bünyesinde topladı. Adeta toplumda biriken çelişkilerin, neo-liberal sömürü ve saldırılara, emperyalizmin bölgede, Ortadoğu'da işbirlikçisi olma pratiklerine, laik ve modern tarzı benimseyenlere yönelik saldırılara, yaşam biçimine müdahalelere, sosyal ve kültürel alanda AKP'nin muhafazakarlaştırma operasyonlarına, AKP'nin yeni bir toplum mühendisliği yapmasına, kışkırtan, ötekileştiren, aşağılayan ideolojik-kültürel saldırılara başkaldırının adı oldu. Haziran direnişi, bu anlamda, Ortadoğu'da görülen ve haklı taleplerle başlamalarına rağmen emperyalist kışkırtmalarla neo-liberal İslamcıların öne çıkarılıp, önemli bir güç olduğu başkaldırılardan farklı olarak, eşitlik, özgürlük, demokrasi eksenli bir başkaldırıdır.
        Yedinci olarak, bu direniş ve başkaldırı, çok sesli, çok katmanlı, çok renklidir. AKP'nin önderliğinde oluşan neo-liberal sömürüden pay alan orta sınıf hariç, laik ve kent yaşamına sahip çıkan orta sınıfların ağır bastığı, ama tüm halkın içinde olduğu bir direniştir. Bu direnişte, işçi sınıfı öncü değil, artçıdır, katılımcıdır. Kent yoksulları önemli ölçüde sol ve devrimci hareket üzerinden direnişin bir parçası olmuştur. Zaten direnişin "halk direnişi" olmasında bu laik orta sınıfın olması önemli rol oynamıştır.
        Sekizinci olarak, bu haliyle direniş, "devrim" ya da "sosyalizm" hedefli değil, bu anlamda anti-kapitalist değil, politik ve kültürel karakteri ön planda olan, demokrasi ve özgürlüğü ana eksen yapan, vicdan ve adaleti öne alan bir direniştir. Direnişte asıl ana hedef T. Erdoğan ve AKP olmuştur. T. Erdoğan ve AKP neo-liberal sömürünün, bu temelde ideolojik, politik, kültürel saldırıların temsilcisidir. Halkın direnişinin görünen yanı, hedefi T. Erdoğan ve AKP olsa da, arka planında neo-liberal sömürüye ve kuşatmaya karşı eşitlik ve özgürlük talebi vardır.
        Dokuzuncu olarak, Haziran halk hareketi, kent hareketidir. Burada, 200 yıllık kapitalistleşme sürecinin, yeni sömürgecilik üzerinden kapitalizmin yukardan aşağı gelişmesinin, kırsal alanda yaşanan büyük çözülme ve neo-liberal sömürünün sonuçları vardır. Türkiye'de kapitalizm kırsal alanda da egemenlik kurmuş, bu kapitalistleşme süreci, kitleleri kentlere yığmıştır. Ülke nüfusunun % 80-90'lara varan oranda kentlerde yoğunlaşması bir olgudur; bundan dolayı kentler ve kent merkezli sınıfsal çelişkiler eskiyle kıyaslanamaz ölçüde ön plana çıkmıştır.

        Bazı Sonuçlar Ve Kazanımlar
        İlk aşaması 20 gün süren halk direnişinde yüzlerce gösteri, çatışma yaşandı. İçişleri bakanlığının resmi açıklamasına göre 2,5 milyon kişi (bu tür tüm resmi açıklamalarda sayı az gösterilir), gerçek sayı ise 4,5 milyon kişi sokak gösterilerine katıldı. Milyonlarca kişi evinde tencere-tava çalarak direnişin bir parçası oldu. Direniş süresinde bir polis halka saldırı sırasında köprüden düştü, yaşamını yitirdi; devlet tam kıta sahip çıktı. Direnişin ilk şehidi, Ümraniye'de Mehmet Ayvalıtaş oldu, Abdullah Cömert Antakya'da şehit düştü, Ankara'da Ethem Sarısülük polis kurşunuyla şehit düştü. Eskişehir'de polis ve sivil faşistler tarafından komaya sokulan Ali İsmail Korkmaz, yaşamını yitiren son direnişçi oldu. Ankara'da bir dersanede temizlik işçisi olarak çalışan İrfan Tuna, polisin yoğun olarak gaz bombası atması sonucunda kalp krizi geçirdi ve yine polis saldırıları nedeniyle ambulansın ulaşamaması sonucu yaşamını yitirdi. Direniş dört devrimci şehide sahip çıktığı gibi Lice'de karakol inşaatını protesto gösterileri sırasında katledilen Medeni Yıldırım'ı da sahiplendi, alanlarda, sokaklarda isimlerini haykırdı. TTB açıklamalarına göre, 11 kişi gözünü kaybetti, 59 kişi ağır yaralıdır ve bunların 6'sı hala hayati tehlike altındadır. 100 kişide kafa travması olmak üzere 7822 yaralı vardır. Binlerce gözaltı yaşanmıştır (bu rakamlar 20 günlük süreci içermektedir ve devam eden süreçte bu rakamlar daha da büyümektedir). Devlet terörü sol ve devrimci çevrelere yönelik yeni saldırı ve tutuklamalarla devam etmektedir.
        Burada, kısa bir özet yaparsak şunları söylemek mümkündür:
        1- Meşru çizgide süren, kendini yasallıkla sınırlamayan, kendi yasallığını oluşturan Haziran halk direniş, 1 Mayıs ve Taksim direnişlerini saymazsak (ki bu halk direnişi kapsam ve sonuçlar açısından Taksim direnişlerini kat be kat aşmaktadır) ilk kez, 12 Eylül açık faşizmden bu yana, oligarşinin dengesini bozan, gündemi belirleyen, AKP'nin iç güvenini sarsan bir nitelik kazanmıştır. Kendi içinde meşru çizgide kalmaya büyük özen gösteren, oligarşi ve AKP'nin "vandalizm", "pencere-cam kırdılar" yalanlarını bir yana bırakırsak, milyonların sokaklara indiği bir süreçte son derece "temiz" bir yerde durduğu açıktır.
        2- Direniş, sadece bir direniş olmakla kalmadı, başta Gezi Parkı olmak üzere, Ankara ve diğer direniş merkezlerinde, neo-liberal kapitalist yaşam ve ilişkilere karşı, demokratik, dayanışma ve paylaşımı öne alan, eşit ve özgür ilişkilerin uç verdiği küçük adacıklar da örgütledi, bu demokratik oluşumları ortaya çıkardı. Kapitalizmin, yeni sömürgecilik üzerinden biçim alan faşizmin tüm suni ayrımları, Alevi- Sünni, Kürt-Türk, kadın-erkek gibi, direniş içinde anlamını yitirdi. Elbette bu sosyalizm değildi; ancak halkın bir başka dünya ve yaşam özlemini yansıttı. Bu direnişin önemli bir kazanımdır.
        3- Ortaya çıkan halk direnişi, sadece sınıfsal çelişkilerle değil, aynı zamanda doğanın talanı ve bu temelli sorunlardan kaynaklanmış, tüm halkı için almıştır. Sosyal medyanın yeni ve etkin bir iletişim aracı olması, kadınların ve 90 gençliğinin ağırlıklı yerini alması, örgütsüz kitlelerin sürecin öznesi olması, Çarşı gibi sosyal grupların güçlü katılımı, cinsel kimliğinden dolayı ötekileştirilen LGBT'lerin alanlara çıkması, üniversitelerin mezuniyet törenlerindeki kitlesel protestolar ve destekler... hem üzerinde düşünmemiz gereken alanlardır, hem de tüm bunlar 4. bunalım döneminin sonuçlarıyla iç içedir. Bununla birlikte, mizah, hem direnişin meşrulaşmasında işlev görürken hem de oligarşiye ve AKP'ye karşı bir silaha dönüşmüştür.
        4- AKP'nin direniş karşısında politikası ve tavrı, devletçi, yalan ve çarpıtmaya dayalı, oligarşinin şiddet aygıtlarını devreye sokan ve bunu etkin kullanan bir yerdedir. Burada burjuva medyaya özel bir bölüm ayırmak zorunludur. Direnişi görmeyen, tam tersine onu karalamak için seferber olan burjuva medya, dün Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaşın bir parçası hem de önemli bir parçasıyken, bu "tutarlı" konumunu halk direnişi karşısında da sürdürmüştür. Daha önce çeşitli yazılarımızda "AKP devlet partisidir" demiştik; direniş süreci bunun defalarca ispatlamıştır. AKP direniş karşısında yeni bir "milliyetçi cephe" projesini devreye sokmuştur; AKP, demokrasi ve özgürlükleri değil, faşizmin tüm eski taktiklerine başvuran, faşizmin 4. bunalım döneminde kurumsallaşmasına öncülük eden partidir.
        5- Direnişte ulusalcıların sonradan yer alması, Türk bayrağı ve Atatürk'ün direnişte simge olarak kullanılması, bu direnişi ulusalcı yapmıyor. Elbette CHP ve İP "hükümet istifa" sloganıyla AKP karşıtı bir yerde duruyor; ancak bu direnişte CHP başta olmak üzere ulusalcıların rolü, S. S. Önderin sözleriyle "ambulansa takılan kurnaz taksici" konumunu aşmamıştır. CHP direnişin arkasından sürüklenmiş, direnişte sol ve devrimci güçlerin yer almasından ciddi kaygı duymuş, direnişin ilk 3-4 günü A. Gül ile görüşerek, kurumsal olarak direniş dışına çıkmıştır. Buna rağmen CHP tabanı direnişe katılmaya devam etmiştir. Ancak eski cumhuriyet mitinglerinde olduğu gibi bu kitle "ordu göreve" çağrılarına hizmet eden bir yerde değil, "Her Yer Taksim Her Yer Direniş" sloganı ile yan yanadır. Ulusalcıların direnişte yer alması bir ayrıntıdır; asıl olan halkın direnişidir. Milliyetçi-faşist-devletçi bir parti olarak MHP ise, kurumsal olarak direnişin karşısında yer almış, direnişten uzak olmuş, AKP'nin yeni "milliyetçi cephe" projesine mesafe koymuş ve tabanını AKP'ye karşı korumaya çalışmıştır.
        6- Direniş birleştirir ve ayrıştırır. AKP'ye, onun kurduğu sömürü ve zulüm düzenine karşı daha önce yan yana olmaktan uzak kesimleri direniş kendi çatısı altına toplamıştır. Sadece ulusalcıların değil, liberal aydınların, örneğin "yetmez ama evet" diyen sol kesimlerin, sol ve devrimci hareketin tüm bileşenlerinin, Kürt hareketinin en azından bir kısmının direnişin içinde yer alması budur.
        7- Direnişin en önemli politik kazanımı, halkın korku duvarını aşmış olmasıdır. Uzun yılardır bir biçimde susturulan, geri çekilen halk, direnişi ve kendini sokakta ifade etmesini öğrenmiş, her polis saldırısına direnmiş, tomaların, suların, gaz bombalarının üzerine üzerine yürümüştür. Bu büyük bir kazanımdır.
        8- Direniş halkı politikleştirmiştir. Kürt halkının uzun süreli halk savaşı içinde direnişi, Kürt halkını politikleştirmiştir; Kürt halkı artık örgütlü bir güçtür. Türkiye halkları ise, sömürge savaşında adeta milliyetçilikle zehirlendi, politikleşme düzeyi daha geri bir konumdadır. Ancak direniş sadece kendi gündemini yaratmadı, aynı zamanda, sömürge savaşının bloke ettiği, hasıraltı yaptığı tüm sorunları açığa çıkardı, çok daha önemlisi halkın politikleşmesinde bir sıçrama işlevi gördü. Sadece "apolitik" olarak tanımlanan 90 gençliği değil, umudunu yitirmiş ya da yitirme eğilimi içinde olan daha eski kuşakları da politikleştirdi, yeni bir umut kaynağı oldu. Bu politikleşme sürecinde T. Erdoğan'ın tersten etkisinin olduğunun da altını çizmek gerekir. Hatta, ironi yaparak ifade edelim, sol ve devrimci güçlerin on yıllardır yapamadığını T. Erdoğan yalan söyleyerek, saldırarak, küfür ederek, ötekileştirerek direniş sürecinde, bu 20 gün içinde yapmıştır. Bu süreç benzer biçimde devam etmektedir.

        Direnişte Yeni Aşama
        Artık direniş yeni bir aşamada sürmektedir.
        Bu aşama, direnişin zirve yaptığı son saldırıyla başlar ve devam etmektedir. Oligarşi ve AKP için direniş ve direnişin ortaya çıkardığı "demokratik adacıklar" kabul edilemezdir ve mutlaka ortadan kalkmalıdır. Bunun için tüm bilindik kontra taktikleri devrededir; yalan, demagoji, kırıntılardan medet umma, olmayan bir şeyi oldu gösterip din ve milliyetçiliği kullanma ve en önemli halka olarak devlet şiddeti, faşist şiddet. Nitekim Taksim ve Gezi Parkı, tüm İstanbul ve meydanları, sokakları, saldırının zirve yaptığı cumartesi ve pazar gününde, yani 15-16 Haziran'da hem faşist saldırı ve şiddete hem de halkın direnişine şahit olmuştur.
        Bu aşama, bu günler kritiktir. Ya direniş geriye düşecek ya yeni bir boyut kazanacaktır. Oligarşi ve MİT raporlarıyla yönetilen AKP de bunun bilincindedir. 20 günlük direniş halkı yormuştur. Büyük halk kitlelerini her gün Taksim ve Gezi Parkında tutmak mümkün değildir. Sadece yorgunluk değil, yaşama ve insana dair her şey bu düzeyi koruma imkanlarını azaltmaktadır. Bununla birlikte, "çapulculara mı papuç bırakacağız", "ayyaşlar", "camide içki içtiler" diyen, inadına inadına önce "AVM yapacağız" sonra "topçu kışlası yapacağız, AKM'yi de yıkacağız" diyen, mahkeme kararını elinin tersiyle iten, kendini sadece Başbakan değil, İstanbul Belediye başkanı, hatta park ve bahçeler müdürü gören T. Erdoğan sık sık olduğu gibi yine bir geri dönüş yaptı; "mahkeme kararına uyacağız, mahkeme lehimize de karar verse, referandum yapacağız" dedi.
        Bu bir geri adımdı, "dik durmayı" slogan yapan T. Erdoğan için zaten çizilen karizmanın yerle bir olmasıydı. Direnişin gücü bunu sağlamıştı. Ancak Taksim Dayanışmasının ana talepleri (halka saldıran vali ve emniyet müdürlerinin görevden alınması, Taksim Meydanı'nın tüm toplumsal gösterilere açılması gibi) önemli ölçüde duruyordu, AKP buna yanaşmamıştı. Bu görüşme ve geri adım, sol ve devrimci güçler için de, Taksim Dayanışması ve bileşkesi için de kritik bir aşamadır.
        Nitekim bu aşamada iki ana eğilim ortaya çıktı. Birincisi; AKP'nin kontra taktiklerini de düşünen ve buna zemin sunmamak için özen gösteren, bu geri adım üzerinden direnişe devam diyen ama başka formatla bunun sürmesini isteyen eğilimdir. Devrimci sosyalizmin de içinde olduğu bu eğilim, direnişi tek ve ana çadırda sürdürmeyi, direnişin meşruluğuna gölge düşürme çabalarına karşı hassasiyeti dikkate alan, AKP'nin geri adımını direnişi korumayı ve süreklileştirmeyi gözeten bir yerde durmuştur. Buna karşılık, ikinci eğilim ise, direnişi bu biçimiyle sürdürmeyi savunmuş, esneme eğilimlerine karşı çıkmıştır. Hiç şüphesiz bununla birlikte, bu iki eğilim arasında kalan bir başka eğilim de vardır.
        Bununla birlikte, direnişin nasıl süreceğine ilişkin kararda sadece Taksim Dayanışması bileşkesi değil, Gezi Parkı direnişçileri ve halk da söz sahibidir. Bunun için halk demokrasisinin somutlanması olarak örnek bir tartışma örgütlenmiş, Gezi Parkında yapılan tartışma ve karar sürecinde direnişçi kitlenin direnişin aynı biçimde sürmesi eğilimi ortaya çıkmıştır. Nitekim tüm bu gelişme ve tartışma içinde, Ankara mitinginde "24 saat müsaade, çıktılar çıktılar, çıkmadılar polis çıkarmasını bilir" tehdidini savuran T. Erdoğan, daha bu sözlerin üzerinden bir saat geçmeden Gezi Parkına saldırı emrini vermiştir. İki gün, Taksim, Tarlabaşı, Harbiye, Sıraselviler ve ara sokaklar, Kadıköy'den Avcılara, Gazi'den Ümraniye'ye tüm İstanbul direnişe şahit olmuştur.
        Daha tartışmaların son biçimini almadan, hatta Taksim Dayanışması'nın tartışma yaptığı anda yapılan bu saldırı, sadece ikiyüzlülüğün bir ifadesi değil, Kazlıçeşme'ye "zafer"le gitmek isteyen, direniş karşısında sözde "devlet otoritesini" gösteren kaba, açık faşizm anlayışının bir ifadesi olmuştur.
        Bu aşama, aynı zamanda direnişin ikinci aşamaya geçişini ifade etmektedir.
        Bu yeni aşama, direnişe ve direnişin taleplerine sahip çıkma, nefes alma, tartışma ve yeni arayışların yolunu açma olarak tanımlanabilir. Direniş bitmedi, ama ilk 20 günlük kitlesel ve sokak sokak direniş bir gerileme eğilimi içine girdi. Ama direnişin meşruluğuna sıkı sıkı bağlı kalarak kitlesel sahiplenme devam ediyor. Taksim Dayanışmasının önderliğinde cumartesi eylemleri, Ankara'da barikat savaşları hala sürüyor. DİSK'in Ethem Sarısülük için bir günlük iş bırakma eylemi, nerede bir haksızlık varsa, nerede oligarşinin halka saldırısı varsa orayla dayanışma eylemleri (Lice ile dayanışma gibi) devam ediyor. Bununla birlikte, uzun yılların ölü toprağını üzerinden atan halk, kendi yolunu arıyor, tartışıyor, nefes alıyor, politikleşme ve bilinçte daha derinlere yol alıyor, direnişi içselleştirme süreci yaşıyor.
        Bugün İstanbul'da, başta Abbasağa ve Yoğurtçu Parkları olmak üzere yaklaşık 30 parkta süren tartışma, sokakta, kahvede, demokratik kurumlarda, kısaca yaşamın her alanında süren tartışmalarda bu içselleştirme, bilince çıkarma, yeni yol arayışları vardır. Bu tartışma ve arayışlar son derece önemlidir.
        Direniş daha geri düşebilir mi?
        Düşebilir ama yeni sıçramalar da yaşayabilir. Şimdiden bunu kestirmek mümkün değil. Ama nasıl olursa olsun, direniş kendi gündemini ve sonuçlarını ortaya çıkardı, bunun bir kısmını kavradık, bir kısmını süreçle kavrayacağız. Bugün ortaya çıkan, çok daha güçlü imkanların önünü açan mevcut tablo ve dinamikler, bir çok olumlulukları içermektedir. Önemli olan bunları kavramak, bilince çıkarmak ve yeni bir sıçrama için zemin hazırlamaktır.
        Devrimci sosyalizm başta olmak üzere, tüm sol ve devrimci güçlerin önünde duran, anın, bugünün görevi budur.

        Bazı Yanlış Eğilimler
        Direniş çok sesli, çok katmalıdır; bununla birlikte direniş ayrıştırma ve saflaştırma işlevi de gördü. Çizgiler çok netti, AKP ve devletçi kesimler ile sivri ucu AKP'ye yönelen geniş bir kesim saflaştı. Direniş burjuva muhalefeti sildi, ortadan kaldırdı, ünlü "salı toplantıları" ile politikayı sınırlı görenlere, politikanın asıl sokakta, meydanda yapıldığını gösterdi. Bugün hala tek toplumsal muhalefetin direniş olduğu gerçeği orta yerdedir. T. Erdoğan ve AKP'nin bin bir oyunla, her gün direnişe küfür etmesi de bundandır; korku bacayı sardı, AKP ve T. Erdoğan'ın tüm iç dengeleri bozuldu.
        Direniş, öyle bir süreçte ortaya çıktı ki, sadece AKP ve oligarşinin değil, bu coğrafyada en çok acı çeken, en güçlü direniş geleneğine sahip olan güçleri de az çok şaşkına uğrattı. Şaşkınlık, kuşkuyla bakmak, hatta kendi içinde birden fazla eğilimi içermek en çok Kürt hareketinde yaşandı.
        Kürt Ulusunun özgürlük sorunu, bu coğrafyada demokratik sorunların en başında gelir. Kürt ulusu özgürleşmeden Türkiye halkları özgürleşemez. Kürt sorunu yeni bir aşamaya sıçramıştı; TC tarihinde ilk kez bu kadar ciddi bir müzakere süreci yaşanıyordu. "Barış ve demokratikleşme süreci" için yeni adımlar atılmıştı. Bu müzakereler sonunda Yurtsever hareket tek yanlı adımlar atmış, "silah değil, ideoloji, silahsız siyaset dönemi başladı" demiş, ortaya konan ve üç aşamadan oluşan planın ilk aşamasında gerilla güçleri Güney Kürdistan'a çekilme süreci yaşanıyordu. 5 ayda ciddi bir çatışma yaşanmamıştı; oligarşi ve AKP ile yurtsever hareketin çözümden anladığı farklı olsa da, ilk kez diğer sorunları, kışkırtılan şovenizm üzerinden bloke etme imkanı ortadan kalkmıştı. Haziran halk direnişinin "barış ve demokrasi süreci" için gerilla güçlerinin geri çekilmesiyle ne kadar bağı vardır, bu bağın kapsadığı alan tartışılır, ama şu ya da bu biçimde bir ilişkinin olduğu açıktır. Bire bir değil, ama dolaylı biçimde, başta neo-liberal saldırıların sonuçları olmak üzere tüm sorunların, bu süreçte daha yakıcı bir biçimde gündemdeki yerini aldığı açıktır. Bu anlaşılır bir şeydir.
        Hiç şüphesiz, devasa bir sorunu "çözme" (AKP'nin çözümden anladığı gerillanın dışarı çıkması ve silahların bırakılmasıdır, Kürt halkının silahsızlanmasıdır), en önemli direniş gücünü "devre dışı" bırakma eğilimi içindeki AKP, sol ve devrimci hareketi ciddiye almıyordu, şımarıklık ve pervasızlık birazda bundandı.
        Nihayet direniş ortaya çıkınca, bazı liberal aydınlar ve Kürt hareketinde ilk akla gelen soru, bu direniş "barış sürecini bozar mı?" biçiminde olmuştur. Bir yandan HDK somutunda direnişin hemen başında yer alma, diğer yanda ise kuşkuyla bakma, "ulusalcılarla yan yana olamayız", "bu bir provokasyon olabilir, AKP ile kavga ederiz, ama onun sandıkla gitmesini savunuruz" deme, "biz çok gaz yedik" diyerek halkın gaz yemesini tersten meşrulaştırma, direnişi küçümseme eğilimi ortaya çıkmıştı. Dün, sömürge savaşında, direnen Kürt halkı, doğal olarak Türkiye halkının da direnmesini istiyordu, bu beklenti vardı. Bu beklentinin yer yer sol ve devrimci hareketi küçük görme, yok saymaya kadar gittiği de bilinmektedir. Bu eğilim ve tutum o gün de bugün de yanlıştır. Ama bu kez, direniş sürecinde, Kürt halkının şaşkın ve kuşkulu yaklaşımı üzerinden "Kürtler nerede" diyenler oldu. Kuşkulu yaklaşım anlaşılır ve eleştirilir, ama Kürt halkının direnişi Türkiye halkların direnişi üzerinden asla küçümsenemez. Bu küçümseme eğilimleri her iki tarafın ulusalcı damarlarından beslenmektedir, doğru da değildir.
        Peki, direniş "barış ve demokratikleşme sürecine" zarar verir mi, verdi mi? Hayır. Eğer siz barış ve demokrasi mücadelesini asıl olarak halklar üzerinden kurarsanız, bu sorunun yanıtına "hayır" yanıtı verirsiniz. Yok, eğer siz yönünüzü oligarşiye, AKP'ye dönerseniz, halkların yeri ve önemini kavramazsanız, her şeyi kendi merkezli ele alır ve enternasyonalizme sırtınızı dönerseniz, bu sorunun yanıtı "evet verir" olur. Direniş sürecinde görüldü ki, yurtsever harekette her iki eğim de vardır. İroni yaparak "çapulcularla teröristler birleşin" diyen enternasyonal anlayış da vardı; "biz gazı biliriz, direnişte ulusalcılar var, yan yana olmayız" diyen anlayış da. Bir yandan direnişin bir parçası olan yurtsever güçler vardı, diğer yandan sembolik destek söylemiyle yetinenler de.
        Yurtsever hareket direniş karşısında "sınavda" kalmadı, ama "sınavı" da geçmedi, ara bir yerde durdu…
        Lenin'in sözüdür: "çok verilenden çok istenir". Yurtsever hareket Türkiye devrimci hareketi içinde uç verdi, kendi bağımsız yolunu buldu ve yürüdü, ağır bedeller ödedi, bir halkı ayağa kaldırdı. Kürdistan halkı için, Türkiye ve dünya halkları için bu kazanımdır. Bu savaşta, başta devrimci sosyalizm olmak üzere, sol ve devrimci hareket şu ya da bu biçimde yurtsever hareketin yanında oldu, bugün çok güçlü olmasa da az çok enternasyonal köprü varsa bu ilişkiden beslendi. Biz sadece işkence ve hapishanelerde değil, birçok alanda faşizme birlikte direndik. Bu direnişlerde Kemal Pir de, şimdiki PKK önderleri de vardı. Asli olan budur; asli olan bu direniş geleneğini birlikte sürdürmektir.
        Yurtsever hareket, Kürt halkı örgütlü güçtür. 1970'lerde Türkiye devrimci hareketi öndeydi, 1980'lerde iki taraf da ayrı ayrı olsa da birlikte faşizme kurşun atıyordu. Sonradan işler biraz ters gitti. Şimdi, uzun yıllar yurtsever hareket öndedir, Türkiye devrimci hareketi geride kaldı. Elbette bunun bir dizi nesnel ve öznel nedeni vardır; ama eşit bir gelişim maalesef siyasal-toplumsal yaşamda yoktur. Enternasyonalizm daha güçlü birlikler gerektirir. Şimdi, sen, yani Kürt halkı ve onun önder gücü daha örgütlü olduğun için daha çok Türkiye halkının yanında olacaksın; şimdi sen vereceksin. Ama maalesef yurtsever hareket bu beklentiye güçlü yanıt olamadı.
        Bununla birlikte, aslolarak şablonculuk ve ayaklanmacı mantıktan kaynaklı, direnişi devrim gibi gören, en son T. Erdoğan ile müzakere örneğinde olduğu gibi kendini direnişin büyülü atmosferine "kaptıran" ve geri çekilmeyi bilmeyen, siyaseti halkla birlikte değil, sadece ve sadece kendinden hareketle kurmaya çalışan bir sol ve devrimci kesim de vardı. Sol ve devrimci hareket Haziran direnişini beklemiyordu, buna yönelikte hiçbir hazırlığı yoktu. Seçimde hazırlıksız yakalanmak, Kürt sorunu ekseninde savaşta da barışta da hazırlıksız yakalanmak, önümüze çıkan sorunlarda hazırlıksız yakalanmak solun, bizim adeta kaderimiz oldu. Bu direnişte de hazırlıksızdık. Ama direniş büyük bir sıçrama gösterince, sol ve devrimci hareket de yerini aldı, olumlu bir sınav da verdi. Direniş son derece önemlidir; ama bu bir devrim değildir. Buna böylesi abartılı bir anlam yüklemek, halk direnişinden hareketle "Ekim Devrimi" rüyası görmek direnişi anlamamaktır.
        Ayrıca sol ve devrimci hareket asıl olarak direnişin gücünü görmelidir; sol çocukluk hastalığından arınıp, devrimci çalışma ile basit reklamcılığı bir birbirinden ayırmalıdır. Direnişin meşruluğuna gözümüz gibi sahip çıkmalıyız, bunu zedeleyen tavır ve davranışlardan da uzak olmalıyız.

        Ne Yapmalı?
        Haziran halk direnişi, her açıdan yeni bir dönemin kapısını aralamıştır. Ortada bir devrim anı yoktur, halk direnişi de düzeni yıkma hedefini içermemiştir. Bu direniş "Tek Yol Devrim", "Yaşasın Sosyalizm" şiarlarıyla değil (hiç şüphesiz bu şiarlar da alanlarda yankı bulmuştur); asıl olarak, T. Erdoğan'ı ve AKP'yi hedef alan, demokrasi ve özgürlüğü öne alan, bu anlamda "Her yer Taksim Her Yer Direniş", "Faşizme Karşı Omuz Omuza" gibi şiarlar üzerinden yürümüştür.
        Haziran halk direnişi, sadece AKP'ye karşı bir itiraz, onun yeni bir toplum mühendisliğine karşı başkaldırı mıdır? Hayır, elbette bu var, ama bununla birlikte, Haziran halk direnişi, sola, devrimci harekete, devrimci sosyalizme karşı bir uyarıdır, onu silkeleme eylemidir, onun kendisiyle yüzleşmesiye çağrıdır. Bunu görmeyen, bunu samimi biçimde yapamayan sol ve devrimci hareket, belki direnişe güzellemeler yaparak, hatta bazılarında direnişe bakıp kendi şabloncu anlayışlarına örnekler bularak kendini avutabilir. Ama bu sol ve devrimci harekete en büyük kötülüktür.
        Bizim için, devrimci kurtuluşun savaşımına ve geleneğine sahip devrimci sosyalizm için, Haziran halk direnişinin bir başka anlamı ve önemi de buradadır. Haziran halk direnişi, sadece 4. bunalım döneminin ana çizgilerini, bu coğrafyanın özgünlüklerini içermekle kalmadı; Ortaya çıkan bu tabloyu anlayacağız; ama buradan kendimize bakacağız, aynayı kendimize tutacağız, tek tek örgütlü bireyler ve devrimci parti için bir dizi sonuç çıkarıp, devrimci siyaseti, devrimci tarz ve kültürü yeniden ve yeniden inşa edeceğiz. Çuvaldızı kendimize batıracağız, iğneyi başkasına; büyük bir özgüvenle direnişten öğreneceğiz, direnişe öğreteceğiz.
        Devrimci kurtuluşun anlayışı, geleneği ve geleceği budur!

        Direnişin Zayıf Halkası: Devrimci Parti
        Direnişin en önemli dersi ve sonuçlarından biri devrimci bir partinin eksikliğidir.
        Haziran Halk Direnişi, spontane, kendiliğinden halk hareketidir. Sol ve devrimci güçler direnişin bir parçasıdır, bu halk hareketinde öncü değil artçıdır. Sol ve devrimci hareketin zayıflığına karşın sokakta geniş halk kitlesiyle birlikte yerini alması, bu geniş kesimle solun buluşması açısından bir olumluluktur. Yine bu çok katmanlı, çok renkli ve çok sesli kitle, kendi duruşuyla sol ve devrimci hareketin ufkunu genişletmiştir. Ancak bizim için son derece önemli bir yerde duran devrimci seçenek ve önderliğin önemidir; burası direnişin zayıf halkasıdır.
        Sol ve devrimci hareket dağınıktır, kendi dar gündemi içinde boğuşmaktadır. Elbette bu darlıktan, gerileme ve dağınıklık eğilimlerinden çıkış yolu aramaktadır, başta devrimci sosyalizm olmak üzere samimi devrimci yapıların bu yönde çabası da vardır. Ama hala dar gündemler aşılmış, kapsamlı ve çok yönlü saldırılara karşı güçlü bir devrimci hareket örgütlenmiş, politik gündemi belirleyen, yaşanan kriz sarmalını aşan bir düzeye sıçranamamıştır. Halk direnişi gösterdi ki, sol ve devrimci hareket ile halk arasındaki mesafe sandığımızdan çok daha derindir ve bunun yakıcı sonuçları çok çarpıtıcıdır. Samimi ve açık bir soru sorarak bu gerçeği hatırlayalım: sol ve devrimci hareketin 29-30 Mayısta gündemi nedir, nelerle uğraşmaktadır? Halk direnişine katılan ve sokakta kendini ifade eden 4,5 milyon insanın ne kadarı devrimci ve sol hareket içinde örgütlüdür? Bu ve bu temelde soracağımız onlarca soruya verilen samimi yanıt ile halk direnişin ortaya çıkardığı tabloyu kabaca karşılaştırırsak kendi gerçeğimizi ve bu temelde görevlerimizi çok daha iyi kavramış oluruz.
        Tek tek sol ve devrimci güçlerin direnişte yer aldığı, en önde savaştığı bir gerçektir. Halk direnişinin boyutlarıyla ölçülemeyecek biçimde Taksim Dayanışması bileşkesinin direnişe az çok yön verdiği de bir gerçektir. Ama ne bu bileşke bir devrimci partidir, ne bu bileşke direnişe önderlik etmiştir, halk direnişi bu bileşkeyi çok ama çok aşmıştır. Taksim Dayanışması, Gezi Parkı somutunda yan yana gelen güçlerden oluşan bir platformdur, bir ihtiyaçtan doğmuştur, ihtiyaca kısmen yanıt olmuştur; ama halk direnişine önderlik edememiştir, zaten böyle de bir rolü olmamıştır.
        Kuzey Kürdistan'ı dışta tutarsak Türkiye'nin hemen hemen tüm kentlerinde yankı bulan, tüm önemli meydanları birer direniş odağı yapan Haziran halk direnişinde, dinamik devrimci siyaset üreten, hızla halka önderlik yapan, ileri atılmasını bildiği gibi, 15-16 Haziran saldırısında olduğu gibi, geri çekilme ve güç toplamasını da bilen devrimci bir önderlik somut bir ihtiyaçtır.
        Önümüzde duran ana devrimci görev de budur. Bu siyasal ihtiyaç en başa yazılması gereken sonuçtur, görevlerin ana halkasıdır.
        Devrimci sosyalizmin, "yeniden inşa süreci" olarak tanımladığı partileşme süreci Haziran halk direnişiyle bir kez daha önem kazanmıştır.

        Direnişin Zayıf Halkası: Devrimci Halk Hareketi
        Her halk hareketi devrimci değildir; Haziran halk direnişi sadece devrimci partinin önemini değil, devrimci halk hareketinin öneminin de altını çizmiştir.
        Devrimci parti ile devrimci halk hareketi birbirinden kopuk bir yerde durmaz, ama ikisi aynı kavramı, aynı örgüt formunu ifade etmez. Birbiriyle sıkı ilişki içindedir, ama iki farklı kavram ve örgüt biçimidir. Devrimci parti devrimci halk hareketine öncülük eder, ama devrimci halk hareketi, çok daha geniş, katmanlı bir gücü, daha esnek ve açık örgüt biçimlerini ifade eder.
        Haziran halk direnişi halk hareketidir, ama bunun içinde devrimci halk hareketi oldukça zayıf bir yeri kapsar. Ulusalcılardan liberallere, örgütsüz halktan tencere-tava çalan sıradan kadına kadar geniş bir kesim içinde devrimci halk hareketi oldukça zayıftır. Bu zayıflık sol ve devrimci güçlerin hem ortak bir kanalda yürümesindeki zayıflıkla hem de halkla arasındaki mesafe ile iç içedir. Halktan uzak olmak ve dağınık, parçalı bir sol-devrimci hareketin olması devrimci halk hareketini zayıflatan iki önemli kaynaktır.
        O halde, halka önderlik edecek, en azından halkın direnişi ve eğilimlerinde bir eksen olacak bir kanal inşa etmeliyiz. Oligarşi içi kamplaşmada bir taraf olmayan, üçüncü ve devrimci bir yolu inşa eden, düzeni yıkma hedefiyle hareket eden yeni bir devrimci halk hareketine ihtiyaç vardır. Halk direnişi bu gerçeği bir kez daha açığa çıkarmıştır.
        Bunun için ne yapmalıyız? Asıl ve somut soru budur.
        Bunun birinci yolu, bizim için, yeniden inşa sürecinde, devrimci partinin inşasıyla halka açılan kanalların somut biçimde örgütlenmesinin birlikte ele alınmasıdır. Soyut bir yerde ve söylemle devrimci parti inşa edilemez; sınıf mücadelesi içinde, işçi ve emekçiler içinde, halk içinde, halk ile şimdiden küçük köprüler kurarak, tüm halkı olmasa da halkın öncülerini kendi çatımız altında toplayarak bu yönde ciddi başlangıçlar yapmalıyız, bu bir yoldur. Bu yol herhangi bir yol ya da seçenek değil, olmazsa olmaz bir yoldur, zorunludur. Bu yolu atlayarak tek bir adım atılamaz. Devrimci parti kadro demektir, kadroların devrimci bir hukuk içinde örgütlü davranışı demektir, devrimciler örgütünü inşa etmek demektir; ama bununla birlikte halk örgütlülüğü inşa etmek, halkın en ileri kesimlerini devrimciler örgütü etrafında birleştirmek ve giderek örgütlü güce dönüştürmek demektir. Bu soyut değil somut, yaşamın içinde, halkın sorunlarına sahip çıkarak, stratejik bir yerden güncel süreçleri kazanarak, sabır ve emekle yapılacak bir iştir. Devrimci sosyalizm bu yolda ısrar etmektedir, edecektir.
        Ama devrimci halk hareketini inşa etmek için bu tek yol değildir. İhtiyaç icadın ebesidir. Bugün tek başımıza biz devrimci halk hareketi inşa edecek durumda değilsek, (ki değiliz, bugün ancak küçük başlangıçlar yapmaktan söz edebiliriz) Haziran halk direnişi de böyle bir ihtiyacın altını kalın çizgilerle çizmişse, ki çizdi, o halde kendimizle sınırlı olmayan yeni arayışlara açık olmalıyız. Bu ülkede tek devrimci güç biz değiliz, hatta tek devrimci sosyalist güç de değiliz. O halde böylesi direnişlerde "artçı" ve "sürece takılan" olmak istemiyorsak, devrim ve sosyalizm diye bir hedefimiz varsa, yeni bir devrimci halk hareketi için başka devrimci güçlerle, sürecin ihtiyaçlarına uygun yeni adımlar atmak mümkündür. Ayrıca da bu, bugün, birçok açıdan bir ihtiyaçtır.
        Yeni bir devrimci halk hareketini inşa etmek için, sadece bize değil, sadece devrimci kurtuluşçulara değil, devrim ve kurtuluş için samimi tüm devrimci çevrelere, bireylere görev düşmektedir.
        Devrimci halk hareketi için bu ikili görev, özgücümüzle halka açılma ve küçük başlangıçlarla halk örgütlülüğü inşa etme ve diğer devrimci güçlerle ortak bir mecrada halk örgütlülükleri inşa etme iç içedir. Bu bugünün somut bir ihtiyacıdır; bunun nasıl kurgulanacağı ve nasıl örgütleneceği de başlı başına bir tartışmadır.
        Bu somut ihtiyacın, sol ve devrimci hareketle yeni bir birlik siyaseti kurmakla doğrudan bağı da vardır.

        Yeni Bir Birlik Siyasetine İhtiyaç Vardır
        Bir süredir, hatta son yıllarda, sol ve devrimci hareketin son 10 yılda çeşitli biçimlerde kurduğu ittifak siyaseti tümden işlevsizdir ve artık sürecin gerisindedir. Tarihsel kökleri olan, giderek az çok sol içi bir hukuk için köşe taşları da oluşturan ittifak biçimleri asıl olarak, bir ya da birkaç gündem üzerinden, birden fazla sol ve devrimci parti ya da örgütün platform biçiminde yan yana gelmesidir. Sol içi hukuk platformu, Devrimci 1 Mayıs Platformu, çeşitli anti-emperyalist platformlar bunlardır. Bir dönem oldukça iyi işlev görev bu platformlar bir süredir (hukuk platformu dışında), son yıllarda hem sol ve devrimci hareketin gerilemesinin yakıcı sonuçları, hem sol ve devrimci hareketin iç zayıflıkları hem de başkaca nedenlerle eski işlevlerini önemli ölçüde yitirmiştir.
        Bir süredir, yeni, somut koşullara uygun ittifak biçimleri bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştı. Devrimci sosyalizm, bunu gördü ve sol ve devrimci harekete bu yönde uyarı ve öneriler de yaptı. Ama Haziran halk direnişi, bu açıdan daha ciddi ittifaklarla karşılanamadı.
        Sol ve devrimci hareketin toplum ve halk içinde daha meşru ve somut biçimde yerini alması, solun kimi bileşenleri açısından oligarşi içi çatlakta bir tarafı değil iki tarafı da karşısına alması, devrimci hareketin halka daha güçlü umut vermesi için yeni bir adım atmak, yeni bir birlik siyaseti kurmak zorunludur. Her şey birlik değil, ama birlik az şey de değil. Devrimci güçlerin tek tek değil, tek tek devrimci çalışmasıyla çelişmeyen biçimde, tek gündeme bağlı değil, ana gündemlere bağlı, sadece yan yana durması değil, birlikte iş yapması ve birlikte halk örgütlülükleri inşa etmesi mümkündür. İlke ve kurallarının baştan belirlendiği, sadece ana gündemlerle sınırlı değil, araçlarının da birlikte inşa edilebildiği yeni bir ittifak siyasetine ihtiyaç vardır. Haziran halk direnişi, halk hareketi bu ihtiyacı tümden açığa çıkarmıştır.
        Devrimci sosyalizm, nasıl bir ittifaka ihtiyacın olduğu, hangi kural ve ilkelerle bunun inşa edilebileceği fikrine sahiptir. Sadece kendi fikir ve anlayışımızı değil, devrimci güçlerin bu konuda fikir ve anlayışlarına da önem veriyoruz, bunları tartışmaya, tartışarak ortak bir sonuca ulaşmaya açığız.

        Yenilenmeyen Yenilir
        İşçi ve emekçi sınıflarla, halkla mesafesi açılan sol ve devrimci hareket kendini yenileyemez; daha doğrusu sol ve devrimci hareketin işçi, emekçi sınıflardan, halktan uzak hali yaşadığımız krizin hem nedeni hem de sonucudur. Bu durum tespiti gerçeği yansıtıyor, bu tablo devrimci yenilenme eyleminin önündeki en önemli toplumsal barikattır. Milyonların sokaklara döküldüğü bir süreçte sol ve devrimci hareket ön saflarda yerini almış, bu anlamda olumlu bir sınav da vermiştir. Ancak tüm bunlar, uzun yıllar ilk kez kendi gündemini oluşturan bir olgu karşısında, direniş karşısında sol ve devrimci hareketi özel bir yere taşımıyor. Tam tersine hızla kendiyle yüzleşmeye çağıyor, buradan arkasına aldığı bu direnişle, siyasal moral destekle, rüzgarın soldan esmesiyle daha güçlü bir yere sıçramasını zorunlu kılıyor.
        Sol ve devrimci hareket, bu anlamda bir kez daha bir yol ayrımındadır. Ya uzun yıllara yayılan kriz içinde, dar, tutucu, kendi iç gündemiyle boğuşan, halktan kopan bir yerde duracak, en ilerisinden direnişe övgüler düzecek, belki biraz nefes alacak; ya da şapkasını önüne alacak, bu direnişten sağlam ve doğru sonuçlar çıkaracak, kendini yenileyecek ve yeni arayışlara yanıt olacaktır.
        Devrimci yenilenme, bugüne ait değil, yakın tarihte bir dönemi işaret edersek 12 Eylül yenilgisinden bu yana sol ve devrimci hareket için bir ihtiyaçtır. Bu koca tarihsel süreçte sol ve devrimci hareket bu açıdan ne kadar mesafe aldı; bu bir hayli tartışmalıdır.
        Biliniyor, bir tasnif yapmak gerekirse, dogmatik bir sol ve devrimci kesimler vardır; buna karşılık, yenilenme çabası içinde olan, buna açık bir başka kesim vardır. Bu iki ana eğilim arasında kalan melez bir kesimden de söz edilebilir. Yenilenme eğilimi, tarihin garip cilvesidir, daha çok reformist kesimlerde görülüyor, devrimci kesimde bunun, yani yenilenme eğiliminin kapsadığı alan daha dardır. Hiç şüphesiz reformist kesimlerin yenilenme arayışı devrim için değil, devrimci temelde değil, düzen içi ve reformlar temelindir.
        Bu kaba tablo ne kadar değişecek? Bunu yaşayarak göreceğiz. Ama şu gerçek, değişmeyen, toplumu, sınıfları, insanı, sorunları doğru okumayan ve buna yönelik sağlam sonuçlar çıkarmayan sol ve devrimci hareket, bir adım atamaz. Bu gerçek haziran halk direnişiyle bir kez daha somut biçim kazanmıştır.
        Yenilenmeyen yenilir; yenilenmeyen en ilerisinden, Haziran halk direnişiyle politize olma eğilimi içinde olan halkın en ilerisinden "peşine" takılır. Bu da övünülecek bir şeyi değil, devasa bir eksikliği ifade eder.
        Burada devrimci sosyalizm özel bir umutsuzluk içinde değildir. Birincisi, yenilenme eğilimi bir ihtiyaçtır ve uzun yıllar sol ve devrimci hareketi az çok içine almıştır. Devrimci sosyalizm başta olmak üzere, sol ve devrimci çevrelerde bu yönü tartışma ve adımlar az çok vardır. İkincisi, Haziran halk direnişi bu ihtiyacın altını kalın çizgilerle çizmiştir. Üçüncüsü, Haziran halk direnişi üzerine yapılan sınırlı tartışmalarda da bu yönde bir eğilim ve ışık vardır. Bu açıdan umutsuzluk bizde yok; ama bu eğilimin sık sık sol ve devrimci hareketin geri, tutucu, dogmatik yanlarına çarpacağı da açıktır. Çatışma gelişmenin yolunu açar. Bu gerilim içinde yenilenme ama devrimci temelde yenilenme eğiliminin giderek güç kazanabileceğini ön görmek mümkündür. Devrimci sosyalizmin görevi bu eğilimi daha güçlü kılmaktır.
        Öyle ya da böyle; biz kendimize bakarız, kendi yolumuzda yürürüz.
        Devrimci yenilenmeyi şiar edinmiş bir hareketiz, duruşumuz ve çabamız çok nettir ve bu ciddi bir kazanımdır. Bunu sürekli kılacağız. Ama bu yetmez. Hiçbir şablona takılmadan olgular bakacağız, süreci ve olguları anlayacağız, bilince çıkaracağız. Sadece dünyayı, süreci, olguyu yorumlamayacağız; sağlam, bu coğrafyada 1970 yılından bu yana M-L çizgimizde yürüyoruz ve güçlü birikime sahibiz, bunu da arkamıza alarak değişeceğiz, değiştireceğiz. Dört alanda devrimci yenilenme eylemini, iç içe, birbirinin karşısına koymadan ve bütünlüktü ele alacağız, yenilenme eylemini sürekli kılacağız. İdeolojik yenilenme eylemimiz devam ediyor, durmak, ideoloji ve teoriyi "dondurmak" yok. Başta halk devrimi programımız olmak üzere, tüm stratejik-programatik yazılarımız büyük kazanımdır; bunlara dayanarak yeni adımlar atacağız. Politik ve örgütsel alan en çok zorluk çektiğimiz, zorlandığımız alandır. Bu iki alanda, hem stratejik bir bakış ile dönemsel ve güncel politikalar üreteceğiz, hem de bu politikaların politik ve örgütsel karşılığını inşa edeceğiz. Haziran halk direnişinin çağrısına yanıt olmak, devrimci parti ve devrimci halk hareketini inşa etmek hedefiyle yürümek, dönemin ve günün ihtiyaçlarına uygun örgüt modelleriyle mümkündür. Devrimci sosyalizmin sol ve devrimci hareket içinde politik bir eksen olması, politik bir harekete dönüşmesi buradan geçer. Kültür başlığı altında toplayacağımız, tarz, üslup, yaklaşım, direnme geleneği, dost ve düşman karşısında net olma gibi bir dizi davranış biçimleri de devrimci yenilenme eylemimizin birer parçasıdır. "Devrimci yenilenme" sözünü lafta dilinde düşürmemek ama özde tutucu, kalıpçı, eskiye takılı kalmak, sıradan insan davranışlarıyla devrimci parti örgütlemeye soyunmak sadece bir çelişki yaratmaz, sürecimizin de altını boşaltır. Burnu havada, "askersiz komutan" havalarında kadro, devrimci kurtuluşçu olamaz. Milyonlar ayaktayken iki kişi örgütlemeyen devrimci kurtuluşçu olmaz. Kendini dünyanın merkezine taşıyan, parti ve devrimin çıkarlarını bir yana atan devrimci kurtuluşçu olmaz. Devrimci kurtuluşçu, direnen, en önde savaşan, gaz bombaları yiyen, yumruğunu silah yapan, direnişin çıkarlarına sorumlu yaklaşan, direnişin çıkarları ile devrimci sosyalizmin çıkarlarını birlikte ele alan, birleştiren, örgütleyen, savaşan ve savaştıran, doğru politikasını her şeye rağmen eğilip bükülmeden her yerde savunan, emeğini son damlasına kadar parti ve devrim için harcayan kişidir. Yenilenme eylemini sürekli kılacağız, değişeceğiz, değiştireceğiz, tüm bunları örgütlü ele alacağız.
        Biz bu çizgide yürüyeceğiz; sol ve devrimci hareketi etkileyeceğiz, onlardaki her ileri adımdan mutlu olacağız, sol ve devrimci harekette bu eğilimin güçlenmesi için çaba göstereceğiz. Bireysel ve kolektif/örgütsel biçimde direnişten öğreneceğiz, oradan besleneceğiz, her yeni adıma açık olacağız ve daha büyük hedefler için yürüyeceğiz.
        Dağınık, bireysel değil, tüm bunları örgütlü yapacağız!

        Direnişin İmkanları Ve Görevler
        Haziran halk direnişi büyük bir kazanımdır; her şeyden önce kazanımın özü politiktir. Uzun yıllar yenilgi sarmalı içinde yıkılan, örselenen moral değerlerin yeniden ayağa kalmasıdır. Bu somut ve pratik birçok şeyden çok daha önemlidir.
        20 günlük birinci aşama, yeni bir aşamaya dönüştü ve bu süreçte ne direniş bitti, ne de direnişin ortaya çıkardığı imkan ve olanaklar. Direniş her yerde, hem de halka açık her yerde tartışılıyor. Parklar, evler, kahveler, kurumlar birer tartışma alanları olmuştur.
        Bu direnişin sol ve demokratik damarıdır, bu politikleşme sürecidir, politikanın kitleselleşmesidir. Bu sadece direnişi tartışma değil, aynı zamanda geleceğimiz tartışma, geleceğimiz için söz alma, söz sahibi olmadır. Tek başına bu bile büyük bir kazanımdır.
        O halde, direnişi, süreci, süreçte AKP başta olmak üzere tüm burjuva partilerin yerini ve konumunu, direnişin kazanım ve zaaflarını her yerde, parklarda kurulan platformlarda, halk içinde tartışmak, halktan, sol ve devrimci güçler ve bireylerden öğrenmek, onlara katkı sunmak zorundayız. Direnişi her yerde, herkese anlatmalıyız. Direnişi herkes duydu, zaten halk direnişin öznesi oldu; ama buradan durmak, beklemek, seyirci olmak sonucu çıkmaz, tam tersine bıkıp usanmadan halka direnişi ve politik sonuçlarını anlatmak bir görevdir.
        Halka anlatacağız, halktan öğreneceğiz. Devrimci politika az sayıda devrimciye değil, milyonlara karşı yapılır. Tartışma, yeni çözüm yolları arama sadece devrimci politikanın somut biçim alması için değil, halk için demokrasinin toplumsal karakter kazanması için de önemli araçtır. Halka her platformda anlatmak ve halktan öğrenmek, hem devrimci politikamızın yeniden ve yeniden kurgulanmasına, hem de halk için demokrasinin kurumsallaşma eğiliminde önemlidir.
        Örgütlü, açık politik kimliklerimizle bu tartışmalara katılalım, yeni tartışmalar örgütleyelim!
        Daha şimdiden, yapılan tartışmalarda iki biçim ön plana çıktı. Birincisi ve yaygın olanı, tartışmaların forumlar biçiminde yapılması, bir diğeri de meclis tipi örgütlenmelerinin önemidir. Hem yaşanılan direniş ve süreç nedir, hem de bu sürecin öne çıkardığı araçlar, yeni çözüm yoları nedir, tüm tartışmaların bu iki ana eksen üzerinden biçim alacağı açıktır. Devrimci parti örgütleri ile halk örgütleri iki ayrı örgüt biçimleridir; bu ayrımı yaparak, sürecin ortaya çıkardığı her örgüt biçimine açık olmalıyız. Bu açıdan forumlar ve meclis tipi örgütlerin öne çıkması kazanımdır, bu coğrafyaya da bu iki biçim yabancı değildir.
        Hiçbir önyargı ve dayatma içinde olmadan, tek tek her devrimci kurtuluşçu direnişi, çözüm yollarını örgütlü biçimde her yerde anlatmalıdır, her yeni örgüt biçimini bir yere yazmalı, giderek yeniden inşa sürecimizde daha örgütlü biçimde örgütlemelidir. Hem iç yaşamda hem de dışa dönük bu süreci en canlı kılmak için çalışmalıyız, çalışacağız.

        Devrim Şehitleri Ölümsüzdür;
        Dövüşenlere Selam Olsun

        Devrimci kurtuluş için dövüşenler, tüm örgütlü güçler halk direnişinin bir parçası oldu, dövüştüler. Sadece örgütlü güçler değil, eski ve yeni kuşaktan yüreği devrimci kurtuluş davası için atanlar dövüştüler. Tümüne selam olsun.
        Sol ve devrimci güçler dövüştü, tümüne selam olsun. Halk dövüştü, halka selam olsun.
        Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ali İsmail Korkmaz ve Ethem Sarısülük şehit düştü; şehitlere, onların uğruna savaştığı değerlere selam olsun. Direnişin binleri bulan gazilerine selam olsun.
        Bu bir son değil başlangıçtır...
        Görevlere sahip çıkarak saldırılara barikat, yeni direnişlere öncü olalım!
       

20 Haziran 2013

 

 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
YönetimYeri: Şehit Muhtar Mah. Yoğurtçu Faik Sokak No: 12-14 Kat: 4
Beyoğlu/İSTANBUL