Giriş
Ve Yöntem
Ülke ve halk Haziran'ı
Taksim Gezi Parkı direnişiyle karşıladı. Daha
önce "yayalaştırma projesi" (bu projenin
altında sadece AKP değil CHP'nin de imzası vardır)
kapsamında başlayan bu rant operasyonuna tepkiler
elbette vardı; başta Mimarlar Odası ve Taksim
Dayanışması bu tepkiye ve halkın aydınlanmasına
öncülük ediyordu. Ancak hiçbir hukuk tanımayan,
pervasızlık ve saldırganlığı çizgi edinen AKP,
Gezi Parkına dokununca tepkiler büyüdü. Lokal
nitelikte olan bu direnişe saldırı, çadırların
yakılması ve devlet terörünün sokağa taşınması
büyük bir halk direnişiyle karşılandı. Başta sol
ve devrimci hareket olmak üzere, AKP'nin ekonomik
ve siyasal saldırılarından rahatsız olan toplumsal
kesimler bu direnişin bir parçası oldu. Taksim
Gezi Parkında yanan isyan ateşi tüm ülkeye yayıldı,
binlerce gösteri ve kitle hareketiyle halk, sadece
Taksim Gezi Parkıyla dayanışma içinde olmadı,
sivri ucu AKP ve iktidarına yönelen, yaygın, çok
sesli, çok katmanlı, çok renkli halk direnişine,
halk isyanına dönüştü.
31 Mayıs'ta yanan
ve 20 gün süren bu isyan ateşi, yeni bir kapıyı
araladı. Yaygın ifade ile artık hiç bir şey eskisi
gibi olmayacak, ne oligarşi ve AKP iktidarı, ne
halk, ne de sol ve devrimci hareket eski biçimde
değil, yeni dönemin yeni özellikleriyle, bu halk
direnişinin özgün ve genel dinamikleriyle birlikte
kendine biçim verecektir. Hiçbir hareket, yoktan
var olmaz, kendi özgün dinamikleriyle var olur;
her büyük halk hareketi sayısız imkan ve olanaklar
ortaya çıkarır, tüm bunları kavramak ve bilince
çıkarmak ise birden, aniden değil, bir dizi süreç
ve ortaya çıkan olgularla anlam bulur.
Bu anlamda, Haziran
halk direnişi, bir son değil başlangıçtır. Sadece
birçok yeni direnişler için bir başlangıç değil,
aynı zamanda yaratmış olduğu sonuç ve olanaklar
için de yeni bir başlangıçtır.
Haziran direnişinin
kendine özgü birçok yanı ve dinamiği vardır. Tüm
bunları anlamak, özgün yanlar ile genel yanların
birliğini kavramak, önemli ölçüde 4. bunalım döneminin
temel özelliklerini anlamaktan geçmektedir. Haziran
direnişi, bu anlamda 4. bunalım döneminin bir
dizi özelliği ve sonuçların toplumsal yaşamda,
direnişte açığa çıkmasını ifade etmektedir.
Bununla birlikte,
hiç şüphesiz, bu ülkede boy atan daha önceki direnişlerle
ortak yanlar ifade etse de, daha önceki direnişlerden
farklı ve onları aşan bir düzeyi yakalamasıyla,
daha şimdiden bu alacakaranlık içinde yeni bir
umut ışığı oldu.
Direniş durmadı, bu
satırlar yazılırken yeni biçimler alarak, kısmen
geri çekilirken, direnişin açmış olduğu yoldan
yeni imkanlar yaratarak ilerliyor. Direniş kendini
tartışıyor, tartıştırıyor. Sadece sol ve devrimci
hareket için değil, oligarşinin tüm kesimleri
için, çok daha önemlisi işçi, yoksul, halk ve
tüm ezilenler için tartışmaların öznesi oluyor.
Tüm politik akım ve güçler yeniden ve yeniden
saflaştı, saflaşıyor. Hiç şüphesiz bu süreç kendine
özgü dinamik ve eğilimlerle, yeni birçok tartışmalarla
devam ediyor, edecektir.
Bu anlamda, bizim
için, devrimci sosyalizm için, burada yapacağımız
kısa ve özlü değerlendirmeler, bir "giriş"
ya da "önsöz" niteliğindedir. Böylesi
kapsamlı, çok sesli, çok katmanlı, tekil direniş
dinamiklerini birleştiren ve giderek halk direnişine
dönüşen bu süreci birçok kesim gibi biz de yeniden
ve yeniden tartışacak, çıkarmış olduğumuz sonuçlar
temelinde sınıf mücadelesi içinde yerimizi alacağız.
Bu anlamda, Haziran direnişi üzerinden tartışmalar
için, sadece ve sadece bir başlangıçtan söz edebiliriz.
Birçok kesimin birçok açıdan yeniden ve yeniden
tartıştığı, giderek bu tartışmaların derinleşeceği
bir gerçektir. Bu gerçeği bilerek, süreçten, kendi
içimizde ve kendi dışımızda yürütülen tartışmalardan
öğreneceğiz.
Eleştirel yaklaşım
bizim için içsel bir yöntemdir. Dogmatik yaklaşımlarla,
kalıpçılıkla işimiz yoktur. Hiçbir önyargı, şablon
hem yöntem olamaz, hem de bu süreci açıklamaya
yetmez. Olgulardan hareket etmek, olgulara bağlı
süreci tanımlamak, çok daha önemlisi buradan hareketle
devrimci siyaseti yeniden kurmak, yeni yol ve
yöntemleri bulmak görevimizdir.
Kendimizi ve görevimizi
ciddiye alarak ilerleyeceğiz!
Direnişin Kısa
Bir Özeti
Burada Haziran direnişinin
ana çizgilerini kabaca resmetmekte yarar vardır.
Toplumsal süreçlerin, hele de böylesi bir halk
direnişi ve halk hareketinin tam bir resmini çekmek
mümkün değildir. Bu açıdan bu yöndeki her gözlem,
her adım ve tartışma büyük resmi görmemize yardımcı
olacaktır. Bu rezervleri bırakarak mevcut tabloya
bakmakta yarar vardır.
Taksim ve Gezi Parkı,
AKP eliyle yürüyen neo-liberal saldırıların sadece
bir parçasıdır, ancak önemli bir parçasıdır. 12
Eylül açık faşizmi, aynı zamanda, neo-liberal
sömürü modeline geçişi ifade eder. Yeni sömürgecilik
üzerinden biçim alan iç pazara yönelik "ithal
ikameci" model 1970'li yıllarda tıkanmış,
bir dizi arayışa rağmen 1980 başlarına kadar kapitalist
sömürü modeli olarak varlığını sürdürmüştür. Ama
öte yandan emperyalist-kapitalist sistem içinde
1970'li yıllarda baş gösteren yeni arayışlar hızlanmış
ve neo-liberal sömürü modeline geçiş yaşanmıştır.
1980'li yıllarda artık emperyalist- kapitalist
sistemde neo-liberal sömürü biçimi egemenlik kurmaktadır;
başta Türkiye olmak üzere, G. Kore, Şili, Brezilya,
Arjantin gibi ülkeler, neo-liberal sömürü modeli
için birer deney alanıdır. 12 Eylül açık faşizmi
bu sömürü modeli için yol açma, yolu düzleme işlevi
görmüş, ANAP ve Özal, bu sömürü modelini oturtmuş,
Demirel, Ecevit, Çiller bu sömürü modelini devam
ettirmiş, en son AKP ve T. Erdoğan eliyle sadece
sistem oturmakla kalmamış, aynı zamanda bu sömürü
modelinin sınırlarına dayanmıştır. Özelleştirme,
taşeronlaştırma gibi emeğe yönelik yoğun saldırılar,
kentlerde "kentsel dönüşüm" adı altında,
tarihsel-kültürel alanların talanı, yoksulların
yaşam alanlarının elinden alınması söz konusudur.
Kırsal alanda dere ve ormanların talanına kadar
uzanan kapsamlı saldırılar neo-liberal sömürü
modelinin birer ifadesidir. Taksim ve Gezi Parkı
saldırısı, bu neo-liberal saldırının bir parçasıdır.
Taksim ve Gezi Parkı,
Galata-port, Haydarpaşa-port, üçüncü köprü, üçüncü
havaalanı, Kasımpaşa'nın restorasyonu gibi kapsamlı
yeni rant alanı çalışmalarının bir parçasıdır.
Bu kapsamlı bir talan projesidir; tarihsel ve
kültürel değerler, orman ve sular talan edilmektedir.
Bu projelerin anlamı, tüm rant oranı yüksek yerlerin
yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çekilmesidir.
Yeni bir sermaye birikimi için, kent yaşamının
vahşi sömürüsünü ifade etmektedir.
İşte AKP, bundan dolayı,
hiçbir tarihi ve kültürel değere sahip çıkmadan,
tümden rant ve hırsızlık temelinde Taksim ve Gezi
Parkına saldırdı. Bu projeye karşı çıkan başta
Mimarlar Odası ve çeşitli çevreci kurumların,
daha sonra Taksim Dayanışması'nın haklı tüm taleplerini
görmezlikten gelmesinin asıl kaynağı bu rant ve
hırsızlıktır.
Taksim aynı zamanda
1 Mayıs alanıdır. Devrimci ve sol güçler başta
olmak üzere, işçi ve emekçiler, 1977 1 Mayıs katliamından
bu yana Taksim için direnmiş ve nihayet Taksim
yakın tarihte kazanılmıştır. Taksim ve 1 Mayıs
direnişi tarihseldir. 12 Eylül açık faşizmi öncesi
Taksim yasaklanmış, 12 Eylül açık faşizmi ise
işçi ve emekçilerin hafızasından Taksim'i silmeye
çalışmıştır. Ancak bu 1987- 88 yıllarında yeni
bir direnişle yeniden güncelleşmiş, şehitler verilerek,
özellikle son yıllarda gelenekseleşen direniş
çizgisiyle Taksim yeniden kazanılmıştır. Bu anlamda
Taksim 1 Mayıs alanıdır; Taksim direniştir, direniş
geleneği ve çizgisinin ta kendisidir.
Bir adım ileri iki
adım geri; bu sadece Lenin'in ünlü eserinin ismi
değildir. Oligarşi/ faşizm, tüm tarihsel mücadele
ve kazanımlar üzerinden sık sık, hatta geleneksel
bir çizgi olarak bu taktiği izler. Taksim direne
direne kazanılmış, AKP, Taksim'i işçi ve emekçilere
açmak zorunda kalmış, 1 Mayıs "Emek ve Dayanışma
Günü" olarak yasallaşmıştır. Ama ne oligarşi
ne de AKP bunu içine sindirememiştir. Bunun için
her yolu denemiş, en son "yayalaştırma projesi"
kapsamında, inşaat çalışmaları bahane edilerek,
"insanlar çukura düşer" yalanlarıyla,
tam bir psikolojik savaş yürüterek Taksim yeniden
işçi ve emekçilere kapatılmıştır. Polis günü ve
futbol şampiyonluk kutlamalarına açık olan Taksim
emekçilere kapatılmıştır.
Sadece işçi ve emekçilere
değil, sol ve devrimci güçlerin basın açıklaması
dahil tüm yasal etkinliklerine kapatılmıştır.
Bu yönde her adım yoğun polis saldırısıyla karşılaşmıştır.
Böylece, Taksim ve
Gezi Parkı sadece AKP için sömürü ve talan alanı
olmakla kalmamış, bu tarihsel direnişi silmek,
işçi ve emekçileri en önemli meydandan söküp atmak
için AKP eliyle faşist devlet terörünün yoğunlaştığı
alan olmuştur. Hırsızlık ve kazanılmış haklarımızın
gaspı iç içedir. AKP, faşizmin Kemalizm'den devraldığı
tüm taktikleri güncelleştirmiş, Kürt sorununda
"çözüm" arayışlarının hızlandığı, daha
doğrusu yurtsever hareket ve Kürt halkının tek
taraflı adımlar attığı günlerde, işçi ve emekçilere,
sol ve devrimci güçlere kapsamlı, pervasız saldırılar
örgütlemiştir.
Bu süreçte, bu rant
saldırısı karşısında, Taksim Dayanışması çatısı
altında toplanan demokratik kurum ve politik yapılar,
bir yandan toplumu, halkı aydınlatma çabası verirken,
diğer yandan basın açıklaması gibi yasal çerçeveyi
aşmayan lokal tepkiler içindedir. 31 Mayıs'a kadar,
Gezi Parkı direnişi lokaldır, hatta sol ve devrimci
güçler için bile birincil dereceden önemli bir
alanı ifade etmemektedir. Kendi içinde dinamik
bir süreci ifade eden direnişin ilk başlangıç
günlerinde durum aşağı yukarı böyledir.
Ancak, AKP hiçbir
hukuk tanımadan, "yol yapımı" gibi hamlelerle
saldırıyı genişletince, bu lokal direniş, S. Süreyya
Önder'in direnişe sahip çıkması ve hukuksuzluğu
teşhir etmesiyle ivme kazandı. Hala lokal nitelikte
olan bu direniş, üst üste iki gün, sabah saatlerinde
polis saldırısı ve çadırların yakılmasıyla tüm
lokal direnişleri mecrasında birleştirdi, Taksim
ve Gezi Parkı tüm direnişlerin ana ekseni oldu.
Bütün sol ve devrimci güçler, AKP ve T. Erdoğan'a
tepki gösteren halk. direnişe sahip çıktı. 1 Mayıs'ta
devrimci güçler Taksim'i yeniden kazanamamıştı,
oligarşinin terörü Taksim'e yürüyüşü engellemişti;
bu kez halk ve devrimciler, tüm sol güçler Taksim'i
kazandı, polis saldırısını püskürttü, Taksim ve
Gezi Parkı, 1 Haziran'da direniş merkezi oldu.
Bu direnişte bir başka yeni adımdı.
AKP, direnişi yok
saymak, hiçleştirmek istedi; "marjinal gruplar,
çapulcular" dedi, halkı kışkırttı ve direnişin
yayılmasına hizmet etti, direniş kitlesel boyut
kazandı. Ulusalcılar dahil geniş bir kesim direnişin
içinde yer aldı; CHP'nin Kadıköy mitingini iptal
etmesi örneği bunun ifadesidir. Direniş yeni adımlarla
ilerliyordu.
Böylece Hazirana tüm
ülke, tüm halk bu direniş ruhuyla girdi...
Taksim ve Gezi Parkı
sadece İstanbul'u değil, tüm Türkiye'yi içine
aldı. Ankara, devrimci ve sol güçlerin önemli
rolüyle adeta yeni bir direniş merkezi oldu. Bunu
İzmir, Adana, Mersin, Antakya, Antalya, Muğla,
Dersim, Balıkesir gibi önemli kentler, kasabalar,
hatta köyler izledi. "Her Yer Taksim Her
Yer Direniş"; 1 Mayıs direnişlerinin ortaya
çıkardığı bu şiar dalga dalga tüm ülkeye yayıldı,
somut bir direniş sloganı oldu.
Bu süreçte AKP tüm
iç dengelerini kaybetti, "gündemi biz belirleriz"
diyerek övünen AKP ve T. Erdoğan, bu kez direniş
gündeminin arkasından sürüklendi. Fas, Tunus gezisine
çıktı, AKP içten çözülme eğilimi içine girdi,
Cumhurbaşkanı A. Gül ve büyük takiyeci B. Arınç
"yumuşak geçişle" süreci kurtarmaya
çalıştı, özür diledi, "mesaj alındı"
denildi, direnişe hak verdi, Taksim Dayanışması'nı
muhatap aldı. Bu aynı zamanda AKP içi çatlağı
açığa çıkardı.
Öte yandan, direniş
hem Taksim ve Gezi Parkında, hem de tüm ülkede
sürdü. Gezi Parkı, demokratik ilişki ve kolektif
yaşamın filiz verdiği bir alan oldu; paranın değil,
dayanışmanın ön plana çıktığı, barış içinde birlikte
yaşam için insanların yan yana olduğu bir odak
olarak öne çıktı. Direniş ve şölen iç içe geçti,
bir başka dünyanın mümkün olduğu daha somut uç
verdi.
Bu oligarşi ve AKP
için kabul edilemezdi. T. Erdoğan Tunus dönüşü,
tüm halka savaş açtı. Kürt ulusuna yönelik saldırılarda
olduğu gibi, MİT raporlarına dayanarak, yalan
ve çarpıtma üzerinden tüm psikolojik savaş taktiklerini
devreye soktu. Bir yandan AKP ve devlete yeni
bir "ayar" verdi, öte yandan "dış
güçler", "faiz lobisi", "türbanlılara
saldırılar", "camide içki içtiler",
"Gezi Parkı pislik kokuyor" gibi yalanlarla,
faşist devlet terörünü savunan ve teşvik eden,
en pespaye dille direnişe saldırdı. Tüm bunlara,
yalan ve pervasızlığa halk sokakta yanıt verdi;
milyonlar sokaklarda direnişi büyüttü.
Bunlar bilindik kontr-gerilla
savaş taktikleriydi. Ulus devlet olarak, "çok
uluslu" değil "Türk ulusu" adına
kurulan burjuva devletin, TC'nin kuruluşunda bu
yana bu taktikler vardır. Kemalistler işçi ve
komünist harekete olduğu gibi, Kürt ulusuna, hatta
Müslümanlara karşı sık sık, süreklileşen ve geleneksel
bir çizgide yalan, demagoji, oyun, aldatmaca,
şiddet taktiklerini içeren kontra taktiklere başvurdu.
Yeni sömürgecilik üzerinde biçim alan faşizm,
özellikle ABD emperyalizmden güç ve destek alarak
bunları geliştirdi. Tüm bu klasik devlet refleksini,
Kemalizm ve faşizm taktiklerini, AKP yapıyordu.
AKP için bunlar yeni değil, örneğin müzakere öncesi
Kürt halkına, onun önder güçlerine her gün bu
küfür ve kontra taktiklerini bizzat kendisi, yani
T. Erdoğan yapmıştı. Şimdi de direnişin karşısında,
tüm halkın gözleri önünde bu yapılıyordu. Bu anlamda,
AKP, artık "mağdur" değil, zalimdi;
AKP için "demokrasi ve özgürlük" oligarşi
içinde egemenliğini sağlayana kadar sadece bir
söylemdi ve onu unutalı çok olmuştu. AKP 2010
yılından bu yana "demokrasi ve özgürlük"
söylemini bir yana atmıştı ve bu gerçek, direniş
karşısında en çıplak biçimiyle açığa çıktı. Burada
demokrasi ve özgürlük yok, faşizmin AKP elinde
yeniden örgütlenmesi vardı. Burada AKP'nin Kemalizm'e
sözde saldırısı değil, Kemalistler karşısında
demokrasi ve özgürlüğü savunma değil, onunla aynılaşma,
özünde bazı aydın ve kesimlerin ifade ettiği gibi
neo- Kemalizm vardı. Devlet aynı devlet, söylem
aynı söylemdi. Halk direnişi bu gerçeği tüm halkın
gözü önüne serdi.
AKP ve T. Erdoğan'ın
bu psikolojik savaş taktiklerini en pervasız biçimde
güncelleştirmesi, sadece T. Erdoğan'ın akli dengesini
kaybetmesiyle açıklamaz; bu var, alt yapısı lümpen
kültür olan, korkunç şişmiş bir ego ile, sarsılan
iktidar ve kişiliğinde herhalde en saçma, en pervasız
hali bu süreç olarak hatırlanacak. Ama bununla
birlikte, bir yandan tek kişiye bağlı diktatörlük
eğilimleri, demokrasi değil, faşizmin kurumsallaşması,
tüm muhalif hareketlere korkunç bir tahammülsüzlük
söz konusudur. Ayrıca öte yandan, seçim sürecini
de düşünerek yeni bir milliyetçi cephe hamlesi
vardır. Seçim sürecinde kurulan ve sağ-muhafazakar
kesimi çatısı altına alan, BBP ve diğer milliyetçi-muhafazakar
kesimleri AKP etrafında toplayan bu cepheleşme
yeni değildir. Ancak halk direnişi karşısında
yeniden kurgulandığı açıktır.
Bununla birlikte siyasal
yaşamı boyunca hiçbir zaman demokrat olmayan,
burjuva demokrasisinin yanından bile geçmeyen
T. Erdoğan ve AKP, Kürt hareketinin başlatmış
olduğu, şu ana kadar tek taraflı süren "barış
ve demokratikleşme" sürecini, bu beklentileri
kırmak için, halk direnişini bahane de etmiş olabilir.
Halk direnişini "dış güçler" ve "büyük
provokasyon" olarak ele alıp müzakere sürecini
bozmak da isteyebilir. Hiç şüphesiz bu olasılık
hiç de az değil, ama oldukça da tehlikelidir.
Çünkü karşısında örgütlü bir güç, örgütlü Kürt
halkı vardır. Yaşanacak ve görülecek, Gezi Parkı
direnişinde açık faşizmi en pervasız biçimde halka
dayatan AKP, barış ve demokrasi adına ciddi adım
atmayacaktır. İşçiye, emekçiye ekmek ve özgürlük
tanımayan sistem, neo-liberal sömürü modeli, AKP,
Kürt ulusuna özgürlük tanımaz; bunun tersi de
doğrudur, Kürt Ulusu özgür olmadan Türkiye halkı
özgür olamaz. Ne burjuvazinin niteliği ve demokratik
olmayan 200 yıllık geleneği, ne de tekelci sermayenin
partisi olan, emperyalizme dayanan AKP'nin kendisi
ve siyasal-toplumsal pratiği demokratik değildir.
Bundan dolayı, yakın süreçlerde sık sık görüldüğü
üzere, Kürt hareketinin tek yanlı atmış olduğu
adımlar karşılık bulmayacak, devasa bir sorun
olan Kürt Ulusunun özgürlük sorunu yeni direniş
dinamikleri üretecektir.
Ama bunlar bir yana,
halk direnişi karşısında, AKP ve T. Erdoğan kontra
taktiklerini en açık, en pervasız devreye soktuğu
bir gerçektir. Lümpen kültürle, şişen ego ve ruhsal
dağılmayla birlikte dini en pervasız kullanma,
halkın en geri yanlarına hitap etme var; dün Kürt
halkı karşısında aldığı pozisyonun benzerini,
bu kez direniş karşısında alma, buradan cepheleşme
siyaseti vardır.
Tam bu noktada, burjuva
medyanın yürütülen kontra taktiklerinin de önemli
bir unsur olduğunu söylemek lazımdır. Burjuva
medya, daha doğrusu tekelci medya, tekelci sermeyenin
içinde yer aldığı bir alandan öte, aynı zamanda
burjuva düzenin "selameti" için ideolojik-kültürel
saldırı kıtasıdır. Her dönem bu özelliği vardır.
Dün, Kürt ulusuna yönelik kirli ve özel savaşın
en önemli unsuydu, hala da öyledir. Daha önceleri
sol ve devrimci harekete karşı konumlanmıştı.
Bugün de, halk direnişi karşısında konumu ve görevi
aynıdır. Direnişin başlangıcında direnişi görmeyen
burjuva medya, daha sonra, T. Erdoğan'ın önderlik
ettiği saldırıların en önemli parçası olmuştur.
Önce direnişi görmemiş, penguen programında ifadesini
bulan tavrı sürdürmüş, daha sonra da direnişi
çarpıtmak, T. Erdoğan ve AKP'nin yalan ve ikiyüzlülüğünün
propagandasını yapmakla kendini yükümlü saymıştır.
Halka, direnişe saldırı, yer yer Kürtleri de içine
alacak biçimde, "barış sürecine zarar verme,
provokasyon" söylemiyle devam ediyor. Dün,
Kürt halkının yürütmüş olduğu haklı savaş karşısında
"askeri uzman"dan geçilmeyen programlar
bu kez "psikolog ve sosyolog"dan geçilmez
oldu. Bu ara parantezi kapatarak devam edelim.
Nitekim, T. Erdoğan,
AKP, oligarşi kontra taktikleriyle direnişe saldırdı.
Önce direnişi bölmek için "çevreci"
ve "marjinal" ayrımı yaptı, en iyi çevrecinin
kendisi olduğunu, kaç ağaç diktiği söylemini geliştirdi.
Bunun için sadece yalan söylemekle kalmadı, direnişe,
demokrat ve aydınlara saldırmakla kalmadı, AKP
yanlısı sözde "aydın" ve "sanatçıları"
(N. Saşmaz ve H. Avşar gibi) kabul etti. Bu kabul
tam bir komedidir ve haklı olarak alay konusu
olmuştur. Esti gürledi, Taksim Dayanışması üyeleriyle
görüşmek zorunda kaldı. En basit nezaket kurallarını
bile bir kenara bırakıp tüm kabalığıyla Dayanışma'nın
temsilcilerini ezmeye çalıştığı bu görüşmede de
istediğini elde edemedi. Öte yandan iki aşamalı
saldırıyı devreye koydu. Önce Taksim Meydanı'na
saldırdı, burayı işgal etti; Gezi Parkına saldırı
sınırlı kaldı. Daha sonra ise, Kazlıçeşme mitingine
zaferle başlamak için Gezi Parkına saldırdı, işgal
etti, bu satırlar yazılırken işgal hala devam
ediyordu. Bu saldırılara yanıt direniş oldu, tıpkı
31 Mayıs-1 Haziran direnişlerinde olduğu gibi,
bu iki aşamalı saldırılara da halk ve devrimciler
sokak sokak direndi. Heryer direniş oldu; Kadıköy'den
Gazi'ye, Beylikdüzü-Avcılar'dan Tuzla ve Ümraniye'ye
kadar her alanda direniş yükseldi. Sadece İstanbul
değil, İzmir, Ankara, Antakya, Adana, Mersin,
Dersim tüm ülkede direniş yankı buldu, milyonlar
direndi, milyonlar evinden sokağa çıktı, tencere
tava ile direnişin parçası oldu.
20 günlük direniş
birçok dersleriyle geride kaldı; şimdi direniş
yeni bir aşamada, tartışma ve yeniden örgütlenme
temelinde devam ediyor.
Halk Direnişinin
Niteliği
Haziran direnişi,
halk direnişi, halk hareketidir. Sanırız, en doğru
tanım budur. Bu tanım sadece gerçeği yansıtmıyor,
tüm abartılı, gerçeği aşan ve ona başka anlamlar
yükleyen tanımlamaları da bir yana atıyor. Sorunun,
olgunun adını koymak açısından buna ihtiyaç vardır.
İkinci olarak, bu
örgütlü bir direniş, örgütlü halk hareketi midir?
Hayır, örgütlü halk
hareketi değil, spontane bir harekettir.
Elbette, başta sol
ve devrimci güçler olmak üzere, ulusalcı güçler
ve kısmen Kürt hareketi direnişin bir parçası
oldu; ama böyle de olsa, Haziran direnişi, Haziran
isyanı örgütlü değil, kendiliğinden karaktere
sahiptir. Kendiliğinden var kendiliğinden var;
örneğin 15-16 Haziran işçi direnişi de kendiliğinden
karaktere sahiptir, 2013 Haziran direnişi de.
Her iki direnişte de sol ve devrimci güçler vardır,
ama böyle de olsa, bu direnişlere önderlik eden
güç sol ve devrimciler değil, AKP yalanlarında
olduğu gibi "dış güçler, faiz lobisi"
değil, CHP değil, halkın kendisidir. Halkın mücadelesi
ve katılımı, devrimci ve sol güçleri aşmış, devrimci
ve sol güçler önder değil, artçı, katılımcı düzeyde
kalmıştır.
Üçüncü olarak, Taksim
Gezi Parkı direnişi, lokal, yerel bir direniş
olarak başladı, ancak tüm ülkeye, tüm halka yansıdı
ve yayıldı. "Her Yer Taksim Her Yer direniş"
ya da "Diren Taksim", "Diren Gezi",
"Diren Ankara" gibi şiarlarda karşılığını
bulduğu gibi tüm direniş odakları adeta birleşti.
Bu anlamda Haziran direnişi, lokal, yerel değil,
genel, çok sesli, çok katmanlı, çok renkli halk
direnişidir.
Dördüncü olarak, bu
anlamda, bu coğrafyada ortaya çıkan, ayakları
bu toprağa basan tüm direnişlerden (15-16 Haziran
işçi direnişi, Tariş, Çorum gibi 12 Eylül öncesi
halk direnişleri, devrimci tutsakların cezaevleri
direnişleri gibi tüm direnişlerden) farklı, özgün,
kapsamlı bir direniştir. Bu anlamda sonuçları
da tüm sınıflara, tüm politik akım ve güçlere
yansıyacak, üzerinde yeni ve birçok tartışma yapılacaktır.
Bugün uç veren sonuçlar sadece bir başlangıçtır
ve çok daha derin sonuçlarını yaşayarak göreceğiz.
Beşinci olarak, bu
halk direnişi, halk hareketi eski direnişlerle
kıyaslanabilir mi?
Hayır, kıyaslanamaz.
Elbette, daha önceki direnişlerle ortak paydaları
vardır, ama asıl görülmesi gereken içinden geçtiğimiz
4. bunalım döneminde, yeni sömürge Türkiye'de,
yeni ve özgün yanları içinde barındırmasıdır.
Çevrecilerin, Çarşı gibi sosyal oluşumların direnişin
önemli parçası olması, yeni bir gençlik ve kadın
hareketinin uç vermesi, kent kültürünün direnişte
bir yer bulması, kentlerin direnişte öne çıkması
gibi olgular önemlidir ve bunların 4. bunalım
dönemin ana özellikleriyle bire bir bağları vardır.
Üzerinde daha yoğun düşünmemiz gerekli olgulardır
bunlar.
Altıncı olarak, bu
direniş, lokal, Gezi Parkı direnişiyle başladı
ama tüm çelişkileri bünyesinde topladı. Adeta
toplumda biriken çelişkilerin, neo-liberal sömürü
ve saldırılara, emperyalizmin bölgede, Ortadoğu'da
işbirlikçisi olma pratiklerine, laik ve modern
tarzı benimseyenlere yönelik saldırılara, yaşam
biçimine müdahalelere, sosyal ve kültürel alanda
AKP'nin muhafazakarlaştırma operasyonlarına, AKP'nin
yeni bir toplum mühendisliği yapmasına, kışkırtan,
ötekileştiren, aşağılayan ideolojik-kültürel saldırılara
başkaldırının adı oldu. Haziran direnişi, bu anlamda,
Ortadoğu'da görülen ve haklı taleplerle başlamalarına
rağmen emperyalist kışkırtmalarla neo-liberal
İslamcıların öne çıkarılıp, önemli bir güç olduğu
başkaldırılardan farklı olarak, eşitlik, özgürlük,
demokrasi eksenli bir başkaldırıdır.
Yedinci olarak, bu
direniş ve başkaldırı, çok sesli, çok katmanlı,
çok renklidir. AKP'nin önderliğinde oluşan neo-liberal
sömürüden pay alan orta sınıf hariç, laik ve kent
yaşamına sahip çıkan orta sınıfların ağır bastığı,
ama tüm halkın içinde olduğu bir direniştir. Bu
direnişte, işçi sınıfı öncü değil, artçıdır, katılımcıdır.
Kent yoksulları önemli ölçüde sol ve devrimci
hareket üzerinden direnişin bir parçası olmuştur.
Zaten direnişin "halk direnişi" olmasında
bu laik orta sınıfın olması önemli rol oynamıştır.
Sekizinci olarak,
bu haliyle direniş, "devrim" ya da "sosyalizm"
hedefli değil, bu anlamda anti-kapitalist değil,
politik ve kültürel karakteri ön planda olan,
demokrasi ve özgürlüğü ana eksen yapan, vicdan
ve adaleti öne alan bir direniştir. Direnişte
asıl ana hedef T. Erdoğan ve AKP olmuştur. T.
Erdoğan ve AKP neo-liberal sömürünün, bu temelde
ideolojik, politik, kültürel saldırıların temsilcisidir.
Halkın direnişinin görünen yanı, hedefi T. Erdoğan
ve AKP olsa da, arka planında neo-liberal sömürüye
ve kuşatmaya karşı eşitlik ve özgürlük talebi
vardır.
Dokuzuncu olarak,
Haziran halk hareketi, kent hareketidir. Burada,
200 yıllık kapitalistleşme sürecinin, yeni sömürgecilik
üzerinden kapitalizmin yukardan aşağı gelişmesinin,
kırsal alanda yaşanan büyük çözülme ve neo-liberal
sömürünün sonuçları vardır. Türkiye'de kapitalizm
kırsal alanda da egemenlik kurmuş, bu kapitalistleşme
süreci, kitleleri kentlere yığmıştır. Ülke nüfusunun
% 80-90'lara varan oranda kentlerde yoğunlaşması
bir olgudur; bundan dolayı kentler ve kent merkezli
sınıfsal çelişkiler eskiyle kıyaslanamaz ölçüde
ön plana çıkmıştır.
Bazı Sonuçlar
Ve Kazanımlar
İlk aşaması 20
gün süren halk direnişinde yüzlerce gösteri, çatışma
yaşandı. İçişleri bakanlığının resmi açıklamasına
göre 2,5 milyon kişi (bu tür tüm resmi açıklamalarda
sayı az gösterilir), gerçek sayı ise 4,5 milyon
kişi sokak gösterilerine katıldı. Milyonlarca
kişi evinde tencere-tava çalarak direnişin bir
parçası oldu. Direniş süresinde bir polis halka
saldırı sırasında köprüden düştü, yaşamını yitirdi;
devlet tam kıta sahip çıktı. Direnişin ilk şehidi,
Ümraniye'de Mehmet Ayvalıtaş oldu, Abdullah Cömert
Antakya'da şehit düştü, Ankara'da Ethem Sarısülük
polis kurşunuyla şehit düştü. Eskişehir'de polis
ve sivil faşistler tarafından komaya sokulan Ali
İsmail Korkmaz, yaşamını yitiren son direnişçi
oldu. Ankara'da bir dersanede temizlik işçisi
olarak çalışan İrfan Tuna, polisin yoğun olarak
gaz bombası atması sonucunda kalp krizi geçirdi
ve yine polis saldırıları nedeniyle ambulansın
ulaşamaması sonucu yaşamını yitirdi. Direniş dört
devrimci şehide sahip çıktığı gibi Lice'de karakol
inşaatını protesto gösterileri sırasında katledilen
Medeni Yıldırım'ı da sahiplendi, alanlarda, sokaklarda
isimlerini haykırdı. TTB açıklamalarına göre,
11 kişi gözünü kaybetti, 59 kişi ağır yaralıdır
ve bunların 6'sı hala hayati tehlike altındadır.
100 kişide kafa travması olmak üzere 7822 yaralı
vardır. Binlerce gözaltı yaşanmıştır (bu rakamlar
20 günlük süreci içermektedir ve devam eden süreçte
bu rakamlar daha da büyümektedir). Devlet terörü
sol ve devrimci çevrelere yönelik yeni saldırı
ve tutuklamalarla devam etmektedir.
Burada, kısa bir özet
yaparsak şunları söylemek mümkündür:
1- Meşru çizgide süren,
kendini yasallıkla sınırlamayan, kendi yasallığını
oluşturan Haziran halk direniş, 1 Mayıs ve Taksim
direnişlerini saymazsak (ki bu halk direnişi kapsam
ve sonuçlar açısından Taksim direnişlerini kat
be kat aşmaktadır) ilk kez, 12 Eylül açık faşizmden
bu yana, oligarşinin dengesini bozan, gündemi
belirleyen, AKP'nin iç güvenini sarsan bir nitelik
kazanmıştır. Kendi içinde meşru çizgide kalmaya
büyük özen gösteren, oligarşi ve AKP'nin "vandalizm",
"pencere-cam kırdılar" yalanlarını bir
yana bırakırsak, milyonların sokaklara indiği
bir süreçte son derece "temiz" bir yerde
durduğu açıktır.
2- Direniş, sadece
bir direniş olmakla kalmadı, başta Gezi Parkı
olmak üzere, Ankara ve diğer direniş merkezlerinde,
neo-liberal kapitalist yaşam ve ilişkilere karşı,
demokratik, dayanışma ve paylaşımı öne alan, eşit
ve özgür ilişkilerin uç verdiği küçük adacıklar
da örgütledi, bu demokratik oluşumları ortaya
çıkardı. Kapitalizmin, yeni sömürgecilik üzerinden
biçim alan faşizmin tüm suni ayrımları, Alevi-
Sünni, Kürt-Türk, kadın-erkek gibi, direniş içinde
anlamını yitirdi. Elbette bu sosyalizm değildi;
ancak halkın bir başka dünya ve yaşam özlemini
yansıttı. Bu direnişin önemli bir kazanımdır.
3- Ortaya çıkan halk
direnişi, sadece sınıfsal çelişkilerle değil,
aynı zamanda doğanın talanı ve bu temelli sorunlardan
kaynaklanmış, tüm halkı için almıştır. Sosyal
medyanın yeni ve etkin bir iletişim aracı olması,
kadınların ve 90 gençliğinin ağırlıklı yerini
alması, örgütsüz kitlelerin sürecin öznesi olması,
Çarşı gibi sosyal grupların güçlü katılımı, cinsel
kimliğinden dolayı ötekileştirilen LGBT'lerin
alanlara çıkması, üniversitelerin mezuniyet törenlerindeki
kitlesel protestolar ve destekler... hem üzerinde
düşünmemiz gereken alanlardır, hem de tüm bunlar
4. bunalım döneminin sonuçlarıyla iç içedir. Bununla
birlikte, mizah, hem direnişin meşrulaşmasında
işlev görürken hem de oligarşiye ve AKP'ye karşı
bir silaha dönüşmüştür.
4- AKP'nin direniş
karşısında politikası ve tavrı, devletçi, yalan
ve çarpıtmaya dayalı, oligarşinin şiddet aygıtlarını
devreye sokan ve bunu etkin kullanan bir yerdedir.
Burada burjuva medyaya özel bir bölüm ayırmak
zorunludur. Direnişi görmeyen, tam tersine onu
karalamak için seferber olan burjuva medya, dün
Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaşın bir
parçası hem de önemli bir parçasıyken, bu "tutarlı"
konumunu halk direnişi karşısında da sürdürmüştür.
Daha önce çeşitli yazılarımızda "AKP devlet
partisidir" demiştik; direniş süreci bunun
defalarca ispatlamıştır. AKP direniş karşısında
yeni bir "milliyetçi cephe" projesini
devreye sokmuştur; AKP, demokrasi ve özgürlükleri
değil, faşizmin tüm eski taktiklerine başvuran,
faşizmin 4. bunalım döneminde kurumsallaşmasına
öncülük eden partidir.
5- Direnişte ulusalcıların
sonradan yer alması, Türk bayrağı ve Atatürk'ün
direnişte simge olarak kullanılması, bu direnişi
ulusalcı yapmıyor. Elbette CHP ve İP "hükümet
istifa" sloganıyla AKP karşıtı bir yerde
duruyor; ancak bu direnişte CHP başta olmak üzere
ulusalcıların rolü, S. S. Önderin sözleriyle "ambulansa
takılan kurnaz taksici" konumunu aşmamıştır.
CHP direnişin arkasından sürüklenmiş, direnişte
sol ve devrimci güçlerin yer almasından ciddi
kaygı duymuş, direnişin ilk 3-4 günü A. Gül ile
görüşerek, kurumsal olarak direniş dışına çıkmıştır.
Buna rağmen CHP tabanı direnişe katılmaya devam
etmiştir. Ancak eski cumhuriyet mitinglerinde
olduğu gibi bu kitle "ordu göreve" çağrılarına
hizmet eden bir yerde değil, "Her Yer Taksim
Her Yer Direniş" sloganı ile yan yanadır.
Ulusalcıların direnişte yer alması bir ayrıntıdır;
asıl olan halkın direnişidir. Milliyetçi-faşist-devletçi
bir parti olarak MHP ise, kurumsal olarak direnişin
karşısında yer almış, direnişten uzak olmuş, AKP'nin
yeni "milliyetçi cephe" projesine mesafe
koymuş ve tabanını AKP'ye karşı korumaya çalışmıştır.
6- Direniş birleştirir
ve ayrıştırır. AKP'ye, onun kurduğu sömürü ve
zulüm düzenine karşı daha önce yan yana olmaktan
uzak kesimleri direniş kendi çatısı altına toplamıştır.
Sadece ulusalcıların değil, liberal aydınların,
örneğin "yetmez ama evet" diyen sol
kesimlerin, sol ve devrimci hareketin tüm bileşenlerinin,
Kürt hareketinin en azından bir kısmının direnişin
içinde yer alması budur.
7- Direnişin en önemli
politik kazanımı, halkın korku duvarını aşmış
olmasıdır. Uzun yılardır bir biçimde susturulan,
geri çekilen halk, direnişi ve kendini sokakta
ifade etmesini öğrenmiş, her polis saldırısına
direnmiş, tomaların, suların, gaz bombalarının
üzerine üzerine yürümüştür. Bu büyük bir kazanımdır.
8- Direniş halkı politikleştirmiştir.
Kürt halkının uzun süreli halk savaşı içinde direnişi,
Kürt halkını politikleştirmiştir; Kürt halkı artık
örgütlü bir güçtür. Türkiye halkları ise, sömürge
savaşında adeta milliyetçilikle zehirlendi, politikleşme
düzeyi daha geri bir konumdadır. Ancak direniş
sadece kendi gündemini yaratmadı, aynı zamanda,
sömürge savaşının bloke ettiği, hasıraltı yaptığı
tüm sorunları açığa çıkardı, çok daha önemlisi
halkın politikleşmesinde bir sıçrama işlevi gördü.
Sadece "apolitik" olarak tanımlanan
90 gençliği değil, umudunu yitirmiş ya da yitirme
eğilimi içinde olan daha eski kuşakları da politikleştirdi,
yeni bir umut kaynağı oldu. Bu politikleşme sürecinde
T. Erdoğan'ın tersten etkisinin olduğunun da altını
çizmek gerekir. Hatta, ironi yaparak ifade edelim,
sol ve devrimci güçlerin on yıllardır yapamadığını
T. Erdoğan yalan söyleyerek, saldırarak, küfür
ederek, ötekileştirerek direniş sürecinde, bu
20 gün içinde yapmıştır. Bu süreç benzer biçimde
devam etmektedir.
Direnişte Yeni
Aşama
Artık direniş yeni
bir aşamada sürmektedir.
Bu aşama, direnişin
zirve yaptığı son saldırıyla başlar ve devam etmektedir.
Oligarşi ve AKP için direniş ve direnişin ortaya
çıkardığı "demokratik adacıklar" kabul
edilemezdir ve mutlaka ortadan kalkmalıdır. Bunun
için tüm bilindik kontra taktikleri devrededir;
yalan, demagoji, kırıntılardan medet umma, olmayan
bir şeyi oldu gösterip din ve milliyetçiliği kullanma
ve en önemli halka olarak devlet şiddeti, faşist
şiddet. Nitekim Taksim ve Gezi Parkı, tüm İstanbul
ve meydanları, sokakları, saldırının zirve yaptığı
cumartesi ve pazar gününde, yani 15-16 Haziran'da
hem faşist saldırı ve şiddete hem de halkın direnişine
şahit olmuştur.
Bu aşama, bu günler
kritiktir. Ya direniş geriye düşecek ya yeni bir
boyut kazanacaktır. Oligarşi ve MİT raporlarıyla
yönetilen AKP de bunun bilincindedir. 20 günlük
direniş halkı yormuştur. Büyük halk kitlelerini
her gün Taksim ve Gezi Parkında tutmak mümkün
değildir. Sadece yorgunluk değil, yaşama ve insana
dair her şey bu düzeyi koruma imkanlarını azaltmaktadır.
Bununla birlikte, "çapulculara mı papuç bırakacağız",
"ayyaşlar", "camide içki içtiler"
diyen, inadına inadına önce "AVM yapacağız"
sonra "topçu kışlası yapacağız, AKM'yi de
yıkacağız" diyen, mahkeme kararını elinin
tersiyle iten, kendini sadece Başbakan değil,
İstanbul Belediye başkanı, hatta park ve bahçeler
müdürü gören T. Erdoğan sık sık olduğu gibi yine
bir geri dönüş yaptı; "mahkeme kararına uyacağız,
mahkeme lehimize de karar verse, referandum yapacağız"
dedi.
Bu bir geri adımdı,
"dik durmayı" slogan yapan T. Erdoğan
için zaten çizilen karizmanın yerle bir olmasıydı.
Direnişin gücü bunu sağlamıştı. Ancak Taksim Dayanışmasının
ana talepleri (halka saldıran vali ve emniyet
müdürlerinin görevden alınması, Taksim Meydanı'nın
tüm toplumsal gösterilere açılması gibi) önemli
ölçüde duruyordu, AKP buna yanaşmamıştı. Bu görüşme
ve geri adım, sol ve devrimci güçler için de,
Taksim Dayanışması ve bileşkesi için de kritik
bir aşamadır.
Nitekim bu aşamada
iki ana eğilim ortaya çıktı. Birincisi; AKP'nin
kontra taktiklerini de düşünen ve buna zemin sunmamak
için özen gösteren, bu geri adım üzerinden direnişe
devam diyen ama başka formatla bunun sürmesini
isteyen eğilimdir. Devrimci sosyalizmin de içinde
olduğu bu eğilim, direnişi tek ve ana çadırda
sürdürmeyi, direnişin meşruluğuna gölge düşürme
çabalarına karşı hassasiyeti dikkate alan, AKP'nin
geri adımını direnişi korumayı ve süreklileştirmeyi
gözeten bir yerde durmuştur. Buna karşılık, ikinci
eğilim ise, direnişi bu biçimiyle sürdürmeyi savunmuş,
esneme eğilimlerine karşı çıkmıştır. Hiç şüphesiz
bununla birlikte, bu iki eğilim arasında kalan
bir başka eğilim de vardır.
Bununla birlikte,
direnişin nasıl süreceğine ilişkin kararda sadece
Taksim Dayanışması bileşkesi değil, Gezi Parkı
direnişçileri ve halk da söz sahibidir. Bunun
için halk demokrasisinin somutlanması olarak örnek
bir tartışma örgütlenmiş, Gezi Parkında yapılan
tartışma ve karar sürecinde direnişçi kitlenin
direnişin aynı biçimde sürmesi eğilimi ortaya
çıkmıştır. Nitekim tüm bu gelişme ve tartışma
içinde, Ankara mitinginde "24 saat müsaade,
çıktılar çıktılar, çıkmadılar polis çıkarmasını
bilir" tehdidini savuran T. Erdoğan, daha
bu sözlerin üzerinden bir saat geçmeden Gezi Parkına
saldırı emrini vermiştir. İki gün, Taksim, Tarlabaşı,
Harbiye, Sıraselviler ve ara sokaklar, Kadıköy'den
Avcılara, Gazi'den Ümraniye'ye tüm İstanbul direnişe
şahit olmuştur.
Daha tartışmaların
son biçimini almadan, hatta Taksim Dayanışması'nın
tartışma yaptığı anda yapılan bu saldırı, sadece
ikiyüzlülüğün bir ifadesi değil, Kazlıçeşme'ye
"zafer"le gitmek isteyen, direniş karşısında
sözde "devlet otoritesini" gösteren
kaba, açık faşizm anlayışının bir ifadesi olmuştur.
Bu aşama, aynı zamanda
direnişin ikinci aşamaya geçişini ifade etmektedir.
Bu yeni aşama, direnişe
ve direnişin taleplerine sahip çıkma, nefes alma,
tartışma ve yeni arayışların yolunu açma olarak
tanımlanabilir. Direniş bitmedi, ama ilk 20 günlük
kitlesel ve sokak sokak direniş bir gerileme eğilimi
içine girdi. Ama direnişin meşruluğuna sıkı sıkı
bağlı kalarak kitlesel sahiplenme devam ediyor.
Taksim Dayanışmasının önderliğinde cumartesi eylemleri,
Ankara'da barikat savaşları hala sürüyor. DİSK'in
Ethem Sarısülük için bir günlük iş bırakma eylemi,
nerede bir haksızlık varsa, nerede oligarşinin
halka saldırısı varsa orayla dayanışma eylemleri
(Lice ile dayanışma gibi) devam ediyor. Bununla
birlikte, uzun yılların ölü toprağını üzerinden
atan halk, kendi yolunu arıyor, tartışıyor, nefes
alıyor, politikleşme ve bilinçte daha derinlere
yol alıyor, direnişi içselleştirme süreci yaşıyor.
Bugün İstanbul'da,
başta Abbasağa ve Yoğurtçu Parkları olmak üzere
yaklaşık 30 parkta süren tartışma, sokakta, kahvede,
demokratik kurumlarda, kısaca yaşamın her alanında
süren tartışmalarda bu içselleştirme, bilince
çıkarma, yeni yol arayışları vardır. Bu tartışma
ve arayışlar son derece önemlidir.
Direniş daha geri
düşebilir mi?
Düşebilir ama yeni
sıçramalar da yaşayabilir. Şimdiden bunu kestirmek
mümkün değil. Ama nasıl olursa olsun, direniş
kendi gündemini ve sonuçlarını ortaya çıkardı,
bunun bir kısmını kavradık, bir kısmını süreçle
kavrayacağız. Bugün ortaya çıkan, çok daha güçlü
imkanların önünü açan mevcut tablo ve dinamikler,
bir çok olumlulukları içermektedir. Önemli olan
bunları kavramak, bilince çıkarmak ve yeni bir
sıçrama için zemin hazırlamaktır.
Devrimci sosyalizm
başta olmak üzere, tüm sol ve devrimci güçlerin
önünde duran, anın, bugünün görevi budur.
Bazı Yanlış Eğilimler
Direniş çok sesli,
çok katmalıdır; bununla birlikte direniş ayrıştırma
ve saflaştırma işlevi de gördü. Çizgiler çok netti,
AKP ve devletçi kesimler ile sivri ucu AKP'ye
yönelen geniş bir kesim saflaştı. Direniş burjuva
muhalefeti sildi, ortadan kaldırdı, ünlü "salı
toplantıları" ile politikayı sınırlı görenlere,
politikanın asıl sokakta, meydanda yapıldığını
gösterdi. Bugün hala tek toplumsal muhalefetin
direniş olduğu gerçeği orta yerdedir. T. Erdoğan
ve AKP'nin bin bir oyunla, her gün direnişe küfür
etmesi de bundandır; korku bacayı sardı, AKP ve
T. Erdoğan'ın tüm iç dengeleri bozuldu.
Direniş, öyle bir
süreçte ortaya çıktı ki, sadece AKP ve oligarşinin
değil, bu coğrafyada en çok acı çeken, en güçlü
direniş geleneğine sahip olan güçleri de az çok
şaşkına uğrattı. Şaşkınlık, kuşkuyla bakmak, hatta
kendi içinde birden fazla eğilimi içermek en çok
Kürt hareketinde yaşandı.
Kürt Ulusunun özgürlük
sorunu, bu coğrafyada demokratik sorunların en
başında gelir. Kürt ulusu özgürleşmeden Türkiye
halkları özgürleşemez. Kürt sorunu yeni bir aşamaya
sıçramıştı; TC tarihinde ilk kez bu kadar ciddi
bir müzakere süreci yaşanıyordu. "Barış ve
demokratikleşme süreci" için yeni adımlar
atılmıştı. Bu müzakereler sonunda Yurtsever hareket
tek yanlı adımlar atmış, "silah değil, ideoloji,
silahsız siyaset dönemi başladı" demiş, ortaya
konan ve üç aşamadan oluşan planın ilk aşamasında
gerilla güçleri Güney Kürdistan'a çekilme süreci
yaşanıyordu. 5 ayda ciddi bir çatışma yaşanmamıştı;
oligarşi ve AKP ile yurtsever hareketin çözümden
anladığı farklı olsa da, ilk kez diğer sorunları,
kışkırtılan şovenizm üzerinden bloke etme imkanı
ortadan kalkmıştı. Haziran halk direnişinin "barış
ve demokrasi süreci" için gerilla güçlerinin
geri çekilmesiyle ne kadar bağı vardır, bu bağın
kapsadığı alan tartışılır, ama şu ya da bu biçimde
bir ilişkinin olduğu açıktır. Bire bir değil,
ama dolaylı biçimde, başta neo-liberal saldırıların
sonuçları olmak üzere tüm sorunların, bu süreçte
daha yakıcı bir biçimde gündemdeki yerini aldığı
açıktır. Bu anlaşılır bir şeydir.
Hiç şüphesiz, devasa
bir sorunu "çözme" (AKP'nin çözümden
anladığı gerillanın dışarı çıkması ve silahların
bırakılmasıdır, Kürt halkının silahsızlanmasıdır),
en önemli direniş gücünü "devre dışı"
bırakma eğilimi içindeki AKP, sol ve devrimci
hareketi ciddiye almıyordu, şımarıklık ve pervasızlık
birazda bundandı.
Nihayet direniş ortaya
çıkınca, bazı liberal aydınlar ve Kürt hareketinde
ilk akla gelen soru, bu direniş "barış sürecini
bozar mı?" biçiminde olmuştur. Bir yandan
HDK somutunda direnişin hemen başında yer alma,
diğer yanda ise kuşkuyla bakma, "ulusalcılarla
yan yana olamayız", "bu bir provokasyon
olabilir, AKP ile kavga ederiz, ama onun sandıkla
gitmesini savunuruz" deme, "biz çok
gaz yedik" diyerek halkın gaz yemesini tersten
meşrulaştırma, direnişi küçümseme eğilimi ortaya
çıkmıştı. Dün, sömürge savaşında, direnen Kürt
halkı, doğal olarak Türkiye halkının da direnmesini
istiyordu, bu beklenti vardı. Bu beklentinin yer
yer sol ve devrimci hareketi küçük görme, yok
saymaya kadar gittiği de bilinmektedir. Bu eğilim
ve tutum o gün de bugün de yanlıştır. Ama bu kez,
direniş sürecinde, Kürt halkının şaşkın ve kuşkulu
yaklaşımı üzerinden "Kürtler nerede"
diyenler oldu. Kuşkulu yaklaşım anlaşılır ve eleştirilir,
ama Kürt halkının direnişi Türkiye halkların direnişi
üzerinden asla küçümsenemez. Bu küçümseme eğilimleri
her iki tarafın ulusalcı damarlarından beslenmektedir,
doğru da değildir.
Peki, direniş "barış
ve demokratikleşme sürecine" zarar verir
mi, verdi mi? Hayır. Eğer siz barış ve demokrasi
mücadelesini asıl olarak halklar üzerinden kurarsanız,
bu sorunun yanıtına "hayır" yanıtı verirsiniz.
Yok, eğer siz yönünüzü oligarşiye, AKP'ye dönerseniz,
halkların yeri ve önemini kavramazsanız, her şeyi
kendi merkezli ele alır ve enternasyonalizme sırtınızı
dönerseniz, bu sorunun yanıtı "evet verir"
olur. Direniş sürecinde görüldü ki, yurtsever
harekette her iki eğim de vardır. İroni yaparak
"çapulcularla teröristler birleşin"
diyen enternasyonal anlayış da vardı; "biz
gazı biliriz, direnişte ulusalcılar var, yan yana
olmayız" diyen anlayış da. Bir yandan direnişin
bir parçası olan yurtsever güçler vardı, diğer
yandan sembolik destek söylemiyle yetinenler de.
Yurtsever hareket
direniş karşısında "sınavda" kalmadı,
ama "sınavı" da geçmedi, ara bir yerde
durdu…
Lenin'in sözüdür:
"çok verilenden çok istenir". Yurtsever
hareket Türkiye devrimci hareketi içinde uç verdi,
kendi bağımsız yolunu buldu ve yürüdü, ağır bedeller
ödedi, bir halkı ayağa kaldırdı. Kürdistan halkı
için, Türkiye ve dünya halkları için bu kazanımdır.
Bu savaşta, başta devrimci sosyalizm olmak üzere,
sol ve devrimci hareket şu ya da bu biçimde yurtsever
hareketin yanında oldu, bugün çok güçlü olmasa
da az çok enternasyonal köprü varsa bu ilişkiden
beslendi. Biz sadece işkence ve hapishanelerde
değil, birçok alanda faşizme birlikte direndik.
Bu direnişlerde Kemal Pir de, şimdiki PKK önderleri
de vardı. Asli olan budur; asli olan bu direniş
geleneğini birlikte sürdürmektir.
Yurtsever hareket,
Kürt halkı örgütlü güçtür. 1970'lerde Türkiye
devrimci hareketi öndeydi, 1980'lerde iki taraf
da ayrı ayrı olsa da birlikte faşizme kurşun atıyordu.
Sonradan işler biraz ters gitti. Şimdi, uzun yıllar
yurtsever hareket öndedir, Türkiye devrimci hareketi
geride kaldı. Elbette bunun bir dizi nesnel ve
öznel nedeni vardır; ama eşit bir gelişim maalesef
siyasal-toplumsal yaşamda yoktur. Enternasyonalizm
daha güçlü birlikler gerektirir. Şimdi, sen, yani
Kürt halkı ve onun önder gücü daha örgütlü olduğun
için daha çok Türkiye halkının yanında olacaksın;
şimdi sen vereceksin. Ama maalesef yurtsever hareket
bu beklentiye güçlü yanıt olamadı.
Bununla birlikte,
aslolarak şablonculuk ve ayaklanmacı mantıktan
kaynaklı, direnişi devrim gibi gören, en son T.
Erdoğan ile müzakere örneğinde olduğu gibi kendini
direnişin büyülü atmosferine "kaptıran"
ve geri çekilmeyi bilmeyen, siyaseti halkla birlikte
değil, sadece ve sadece kendinden hareketle kurmaya
çalışan bir sol ve devrimci kesim de vardı. Sol
ve devrimci hareket Haziran direnişini beklemiyordu,
buna yönelikte hiçbir hazırlığı yoktu. Seçimde
hazırlıksız yakalanmak, Kürt sorunu ekseninde
savaşta da barışta da hazırlıksız yakalanmak,
önümüze çıkan sorunlarda hazırlıksız yakalanmak
solun, bizim adeta kaderimiz oldu. Bu direnişte
de hazırlıksızdık. Ama direniş büyük bir sıçrama
gösterince, sol ve devrimci hareket de yerini
aldı, olumlu bir sınav da verdi. Direniş son derece
önemlidir; ama bu bir devrim değildir. Buna böylesi
abartılı bir anlam yüklemek, halk direnişinden
hareketle "Ekim Devrimi" rüyası görmek
direnişi anlamamaktır.
Ayrıca sol ve devrimci
hareket asıl olarak direnişin gücünü görmelidir;
sol çocukluk hastalığından arınıp, devrimci çalışma
ile basit reklamcılığı bir birbirinden ayırmalıdır.
Direnişin meşruluğuna gözümüz gibi sahip çıkmalıyız,
bunu zedeleyen tavır ve davranışlardan da uzak
olmalıyız.
Ne Yapmalı?
Haziran halk direnişi,
her açıdan yeni bir dönemin kapısını aralamıştır.
Ortada bir devrim anı yoktur, halk direnişi de
düzeni yıkma hedefini içermemiştir. Bu direniş
"Tek Yol Devrim", "Yaşasın Sosyalizm"
şiarlarıyla değil (hiç şüphesiz bu şiarlar da
alanlarda yankı bulmuştur); asıl olarak, T. Erdoğan'ı
ve AKP'yi hedef alan, demokrasi ve özgürlüğü öne
alan, bu anlamda "Her yer Taksim Her Yer
Direniş", "Faşizme Karşı Omuz Omuza"
gibi şiarlar üzerinden yürümüştür.
Haziran halk direnişi,
sadece AKP'ye karşı bir itiraz, onun yeni bir
toplum mühendisliğine karşı başkaldırı mıdır?
Hayır, elbette bu var, ama bununla birlikte, Haziran
halk direnişi, sola, devrimci harekete, devrimci
sosyalizme karşı bir uyarıdır, onu silkeleme eylemidir,
onun kendisiyle yüzleşmesiye çağrıdır. Bunu görmeyen,
bunu samimi biçimde yapamayan sol ve devrimci
hareket, belki direnişe güzellemeler yaparak,
hatta bazılarında direnişe bakıp kendi şabloncu
anlayışlarına örnekler bularak kendini avutabilir.
Ama bu sol ve devrimci harekete en büyük kötülüktür.
Bizim için, devrimci
kurtuluşun savaşımına ve geleneğine sahip devrimci
sosyalizm için, Haziran halk direnişinin bir başka
anlamı ve önemi de buradadır. Haziran halk direnişi,
sadece 4. bunalım döneminin ana çizgilerini, bu
coğrafyanın özgünlüklerini içermekle kalmadı;
Ortaya çıkan bu tabloyu anlayacağız; ama buradan
kendimize bakacağız, aynayı kendimize tutacağız,
tek tek örgütlü bireyler ve devrimci parti için
bir dizi sonuç çıkarıp, devrimci siyaseti, devrimci
tarz ve kültürü yeniden ve yeniden inşa edeceğiz.
Çuvaldızı kendimize batıracağız, iğneyi başkasına;
büyük bir özgüvenle direnişten öğreneceğiz, direnişe
öğreteceğiz.
Devrimci kurtuluşun
anlayışı, geleneği ve geleceği budur!
Direnişin Zayıf
Halkası: Devrimci Parti
Direnişin en önemli
dersi ve sonuçlarından biri devrimci bir partinin
eksikliğidir.
Haziran Halk Direnişi,
spontane, kendiliğinden halk hareketidir. Sol
ve devrimci güçler direnişin bir parçasıdır, bu
halk hareketinde öncü değil artçıdır. Sol ve devrimci
hareketin zayıflığına karşın sokakta geniş halk
kitlesiyle birlikte yerini alması, bu geniş kesimle
solun buluşması açısından bir olumluluktur. Yine
bu çok katmanlı, çok renkli ve çok sesli kitle,
kendi duruşuyla sol ve devrimci hareketin ufkunu
genişletmiştir. Ancak bizim için son derece önemli
bir yerde duran devrimci seçenek ve önderliğin
önemidir; burası direnişin zayıf halkasıdır.
Sol ve devrimci hareket
dağınıktır, kendi dar gündemi içinde boğuşmaktadır.
Elbette bu darlıktan, gerileme ve dağınıklık eğilimlerinden
çıkış yolu aramaktadır, başta devrimci sosyalizm
olmak üzere samimi devrimci yapıların bu yönde
çabası da vardır. Ama hala dar gündemler aşılmış,
kapsamlı ve çok yönlü saldırılara karşı güçlü
bir devrimci hareket örgütlenmiş, politik gündemi
belirleyen, yaşanan kriz sarmalını aşan bir düzeye
sıçranamamıştır. Halk direnişi gösterdi ki, sol
ve devrimci hareket ile halk arasındaki mesafe
sandığımızdan çok daha derindir ve bunun yakıcı
sonuçları çok çarpıtıcıdır. Samimi ve açık bir
soru sorarak bu gerçeği hatırlayalım: sol ve devrimci
hareketin 29-30 Mayısta gündemi nedir, nelerle
uğraşmaktadır? Halk direnişine katılan ve sokakta
kendini ifade eden 4,5 milyon insanın ne kadarı
devrimci ve sol hareket içinde örgütlüdür? Bu
ve bu temelde soracağımız onlarca soruya verilen
samimi yanıt ile halk direnişin ortaya çıkardığı
tabloyu kabaca karşılaştırırsak kendi gerçeğimizi
ve bu temelde görevlerimizi çok daha iyi kavramış
oluruz.
Tek tek sol ve devrimci
güçlerin direnişte yer aldığı, en önde savaştığı
bir gerçektir. Halk direnişinin boyutlarıyla ölçülemeyecek
biçimde Taksim Dayanışması bileşkesinin direnişe
az çok yön verdiği de bir gerçektir. Ama ne bu
bileşke bir devrimci partidir, ne bu bileşke direnişe
önderlik etmiştir, halk direnişi bu bileşkeyi
çok ama çok aşmıştır. Taksim Dayanışması, Gezi
Parkı somutunda yan yana gelen güçlerden oluşan
bir platformdur, bir ihtiyaçtan doğmuştur, ihtiyaca
kısmen yanıt olmuştur; ama halk direnişine önderlik
edememiştir, zaten böyle de bir rolü olmamıştır.
Kuzey Kürdistan'ı
dışta tutarsak Türkiye'nin hemen hemen tüm kentlerinde
yankı bulan, tüm önemli meydanları birer direniş
odağı yapan Haziran halk direnişinde, dinamik
devrimci siyaset üreten, hızla halka önderlik
yapan, ileri atılmasını bildiği gibi, 15-16 Haziran
saldırısında olduğu gibi, geri çekilme ve güç
toplamasını da bilen devrimci bir önderlik somut
bir ihtiyaçtır.
Önümüzde duran ana
devrimci görev de budur. Bu siyasal ihtiyaç en
başa yazılması gereken sonuçtur, görevlerin ana
halkasıdır.
Devrimci sosyalizmin,
"yeniden inşa süreci" olarak tanımladığı
partileşme süreci Haziran halk direnişiyle bir
kez daha önem kazanmıştır.
Direnişin Zayıf
Halkası: Devrimci Halk Hareketi
Her halk hareketi
devrimci değildir; Haziran halk direnişi sadece
devrimci partinin önemini değil, devrimci halk
hareketinin öneminin de altını çizmiştir.
Devrimci parti ile
devrimci halk hareketi birbirinden kopuk bir yerde
durmaz, ama ikisi aynı kavramı, aynı örgüt formunu
ifade etmez. Birbiriyle sıkı ilişki içindedir,
ama iki farklı kavram ve örgüt biçimidir. Devrimci
parti devrimci halk hareketine öncülük eder, ama
devrimci halk hareketi, çok daha geniş, katmanlı
bir gücü, daha esnek ve açık örgüt biçimlerini
ifade eder.
Haziran halk direnişi
halk hareketidir, ama bunun içinde devrimci halk
hareketi oldukça zayıf bir yeri kapsar. Ulusalcılardan
liberallere, örgütsüz halktan tencere-tava çalan
sıradan kadına kadar geniş bir kesim içinde devrimci
halk hareketi oldukça zayıftır. Bu zayıflık sol
ve devrimci güçlerin hem ortak bir kanalda yürümesindeki
zayıflıkla hem de halkla arasındaki mesafe ile
iç içedir. Halktan uzak olmak ve dağınık, parçalı
bir sol-devrimci hareketin olması devrimci halk
hareketini zayıflatan iki önemli kaynaktır.
O halde, halka önderlik
edecek, en azından halkın direnişi ve eğilimlerinde
bir eksen olacak bir kanal inşa etmeliyiz. Oligarşi
içi kamplaşmada bir taraf olmayan, üçüncü ve devrimci
bir yolu inşa eden, düzeni yıkma hedefiyle hareket
eden yeni bir devrimci halk hareketine ihtiyaç
vardır. Halk direnişi bu gerçeği bir kez daha
açığa çıkarmıştır.
Bunun için ne yapmalıyız?
Asıl ve somut soru budur.
Bunun birinci yolu,
bizim için, yeniden inşa sürecinde, devrimci partinin
inşasıyla halka açılan kanalların somut biçimde
örgütlenmesinin birlikte ele alınmasıdır. Soyut
bir yerde ve söylemle devrimci parti inşa edilemez;
sınıf mücadelesi içinde, işçi ve emekçiler içinde,
halk içinde, halk ile şimdiden küçük köprüler
kurarak, tüm halkı olmasa da halkın öncülerini
kendi çatımız altında toplayarak bu yönde ciddi
başlangıçlar yapmalıyız, bu bir yoldur. Bu yol
herhangi bir yol ya da seçenek değil, olmazsa
olmaz bir yoldur, zorunludur. Bu yolu atlayarak
tek bir adım atılamaz. Devrimci parti kadro demektir,
kadroların devrimci bir hukuk içinde örgütlü davranışı
demektir, devrimciler örgütünü inşa etmek demektir;
ama bununla birlikte halk örgütlülüğü inşa etmek,
halkın en ileri kesimlerini devrimciler örgütü
etrafında birleştirmek ve giderek örgütlü güce
dönüştürmek demektir. Bu soyut değil somut, yaşamın
içinde, halkın sorunlarına sahip çıkarak, stratejik
bir yerden güncel süreçleri kazanarak, sabır ve
emekle yapılacak bir iştir. Devrimci sosyalizm
bu yolda ısrar etmektedir, edecektir.
Ama devrimci halk
hareketini inşa etmek için bu tek yol değildir.
İhtiyaç icadın ebesidir. Bugün tek başımıza biz
devrimci halk hareketi inşa edecek durumda değilsek,
(ki değiliz, bugün ancak küçük başlangıçlar yapmaktan
söz edebiliriz) Haziran halk direnişi de böyle
bir ihtiyacın altını kalın çizgilerle çizmişse,
ki çizdi, o halde kendimizle sınırlı olmayan yeni
arayışlara açık olmalıyız. Bu ülkede tek devrimci
güç biz değiliz, hatta tek devrimci sosyalist
güç de değiliz. O halde böylesi direnişlerde "artçı"
ve "sürece takılan" olmak istemiyorsak,
devrim ve sosyalizm diye bir hedefimiz varsa,
yeni bir devrimci halk hareketi için başka devrimci
güçlerle, sürecin ihtiyaçlarına uygun yeni adımlar
atmak mümkündür. Ayrıca da bu, bugün, birçok açıdan
bir ihtiyaçtır.
Yeni bir devrimci
halk hareketini inşa etmek için, sadece bize değil,
sadece devrimci kurtuluşçulara değil, devrim ve
kurtuluş için samimi tüm devrimci çevrelere, bireylere
görev düşmektedir.
Devrimci halk hareketi
için bu ikili görev, özgücümüzle halka açılma
ve küçük başlangıçlarla halk örgütlülüğü inşa
etme ve diğer devrimci güçlerle ortak bir mecrada
halk örgütlülükleri inşa etme iç içedir. Bu bugünün
somut bir ihtiyacıdır; bunun nasıl kurgulanacağı
ve nasıl örgütleneceği de başlı başına bir tartışmadır.
Bu somut ihtiyacın,
sol ve devrimci hareketle yeni bir birlik siyaseti
kurmakla doğrudan bağı da vardır.
Yeni Bir Birlik
Siyasetine İhtiyaç Vardır
Bir süredir, hatta
son yıllarda, sol ve devrimci hareketin son 10
yılda çeşitli biçimlerde kurduğu ittifak siyaseti
tümden işlevsizdir ve artık sürecin gerisindedir.
Tarihsel kökleri olan, giderek az çok sol içi
bir hukuk için köşe taşları da oluşturan ittifak
biçimleri asıl olarak, bir ya da birkaç gündem
üzerinden, birden fazla sol ve devrimci parti
ya da örgütün platform biçiminde yan yana gelmesidir.
Sol içi hukuk platformu, Devrimci 1 Mayıs Platformu,
çeşitli anti-emperyalist platformlar bunlardır.
Bir dönem oldukça iyi işlev görev bu platformlar
bir süredir (hukuk platformu dışında), son yıllarda
hem sol ve devrimci hareketin gerilemesinin yakıcı
sonuçları, hem sol ve devrimci hareketin iç zayıflıkları
hem de başkaca nedenlerle eski işlevlerini önemli
ölçüde yitirmiştir.
Bir süredir, yeni,
somut koşullara uygun ittifak biçimleri bir ihtiyaç
olarak ortaya çıkmıştı. Devrimci sosyalizm, bunu
gördü ve sol ve devrimci harekete bu yönde uyarı
ve öneriler de yaptı. Ama Haziran halk direnişi,
bu açıdan daha ciddi ittifaklarla karşılanamadı.
Sol ve devrimci hareketin
toplum ve halk içinde daha meşru ve somut biçimde
yerini alması, solun kimi bileşenleri açısından
oligarşi içi çatlakta bir tarafı değil iki tarafı
da karşısına alması, devrimci hareketin halka
daha güçlü umut vermesi için yeni bir adım atmak,
yeni bir birlik siyaseti kurmak zorunludur. Her
şey birlik değil, ama birlik az şey de değil.
Devrimci güçlerin tek tek değil, tek tek devrimci
çalışmasıyla çelişmeyen biçimde, tek gündeme bağlı
değil, ana gündemlere bağlı, sadece yan yana durması
değil, birlikte iş yapması ve birlikte halk örgütlülükleri
inşa etmesi mümkündür. İlke ve kurallarının baştan
belirlendiği, sadece ana gündemlerle sınırlı değil,
araçlarının da birlikte inşa edilebildiği yeni
bir ittifak siyasetine ihtiyaç vardır. Haziran
halk direnişi, halk hareketi bu ihtiyacı tümden
açığa çıkarmıştır.
Devrimci sosyalizm,
nasıl bir ittifaka ihtiyacın olduğu, hangi kural
ve ilkelerle bunun inşa edilebileceği fikrine
sahiptir. Sadece kendi fikir ve anlayışımızı değil,
devrimci güçlerin bu konuda fikir ve anlayışlarına
da önem veriyoruz, bunları tartışmaya, tartışarak
ortak bir sonuca ulaşmaya açığız.
Yenilenmeyen Yenilir
İşçi ve emekçi sınıflarla,
halkla mesafesi açılan sol ve devrimci hareket
kendini yenileyemez; daha doğrusu sol ve devrimci
hareketin işçi, emekçi sınıflardan, halktan uzak
hali yaşadığımız krizin hem nedeni hem de sonucudur.
Bu durum tespiti gerçeği yansıtıyor, bu tablo
devrimci yenilenme eyleminin önündeki en önemli
toplumsal barikattır. Milyonların sokaklara döküldüğü
bir süreçte sol ve devrimci hareket ön saflarda
yerini almış, bu anlamda olumlu bir sınav da vermiştir.
Ancak tüm bunlar, uzun yıllar ilk kez kendi gündemini
oluşturan bir olgu karşısında, direniş karşısında
sol ve devrimci hareketi özel bir yere taşımıyor.
Tam tersine hızla kendiyle yüzleşmeye çağıyor,
buradan arkasına aldığı bu direnişle, siyasal
moral destekle, rüzgarın soldan esmesiyle daha
güçlü bir yere sıçramasını zorunlu kılıyor.
Sol ve devrimci hareket,
bu anlamda bir kez daha bir yol ayrımındadır.
Ya uzun yıllara yayılan kriz içinde, dar, tutucu,
kendi iç gündemiyle boğuşan, halktan kopan bir
yerde duracak, en ilerisinden direnişe övgüler
düzecek, belki biraz nefes alacak; ya da şapkasını
önüne alacak, bu direnişten sağlam ve doğru sonuçlar
çıkaracak, kendini yenileyecek ve yeni arayışlara
yanıt olacaktır.
Devrimci yenilenme,
bugüne ait değil, yakın tarihte bir dönemi işaret
edersek 12 Eylül yenilgisinden bu yana sol ve
devrimci hareket için bir ihtiyaçtır. Bu koca
tarihsel süreçte sol ve devrimci hareket bu açıdan
ne kadar mesafe aldı; bu bir hayli tartışmalıdır.
Biliniyor, bir tasnif
yapmak gerekirse, dogmatik bir sol ve devrimci
kesimler vardır; buna karşılık, yenilenme çabası
içinde olan, buna açık bir başka kesim vardır.
Bu iki ana eğilim arasında kalan melez bir kesimden
de söz edilebilir. Yenilenme eğilimi, tarihin
garip cilvesidir, daha çok reformist kesimlerde
görülüyor, devrimci kesimde bunun, yani yenilenme
eğiliminin kapsadığı alan daha dardır. Hiç şüphesiz
reformist kesimlerin yenilenme arayışı devrim
için değil, devrimci temelde değil, düzen içi
ve reformlar temelindir.
Bu kaba tablo ne kadar
değişecek? Bunu yaşayarak göreceğiz. Ama şu gerçek,
değişmeyen, toplumu, sınıfları, insanı, sorunları
doğru okumayan ve buna yönelik sağlam sonuçlar
çıkarmayan sol ve devrimci hareket, bir adım atamaz.
Bu gerçek haziran halk direnişiyle bir kez daha
somut biçim kazanmıştır.
Yenilenmeyen yenilir;
yenilenmeyen en ilerisinden, Haziran halk direnişiyle
politize olma eğilimi içinde olan halkın en ilerisinden
"peşine" takılır. Bu da övünülecek bir
şeyi değil, devasa bir eksikliği ifade eder.
Burada devrimci sosyalizm
özel bir umutsuzluk içinde değildir. Birincisi,
yenilenme eğilimi bir ihtiyaçtır ve uzun yıllar
sol ve devrimci hareketi az çok içine almıştır.
Devrimci sosyalizm başta olmak üzere, sol ve devrimci
çevrelerde bu yönü tartışma ve adımlar az çok
vardır. İkincisi, Haziran halk direnişi bu ihtiyacın
altını kalın çizgilerle çizmiştir. Üçüncüsü, Haziran
halk direnişi üzerine yapılan sınırlı tartışmalarda
da bu yönde bir eğilim ve ışık vardır. Bu açıdan
umutsuzluk bizde yok; ama bu eğilimin sık sık
sol ve devrimci hareketin geri, tutucu, dogmatik
yanlarına çarpacağı da açıktır. Çatışma gelişmenin
yolunu açar. Bu gerilim içinde yenilenme ama devrimci
temelde yenilenme eğiliminin giderek güç kazanabileceğini
ön görmek mümkündür. Devrimci sosyalizmin görevi
bu eğilimi daha güçlü kılmaktır.
Öyle ya da böyle;
biz kendimize bakarız, kendi yolumuzda yürürüz.
Devrimci yenilenmeyi
şiar edinmiş bir hareketiz, duruşumuz ve çabamız
çok nettir ve bu ciddi bir kazanımdır. Bunu sürekli
kılacağız. Ama bu yetmez. Hiçbir şablona takılmadan
olgular bakacağız, süreci ve olguları anlayacağız,
bilince çıkaracağız. Sadece dünyayı, süreci, olguyu
yorumlamayacağız; sağlam, bu coğrafyada 1970 yılından
bu yana M-L çizgimizde yürüyoruz ve güçlü birikime
sahibiz, bunu da arkamıza alarak değişeceğiz,
değiştireceğiz. Dört alanda devrimci yenilenme
eylemini, iç içe, birbirinin karşısına koymadan
ve bütünlüktü ele alacağız, yenilenme eylemini
sürekli kılacağız. İdeolojik yenilenme eylemimiz
devam ediyor, durmak, ideoloji ve teoriyi "dondurmak"
yok. Başta halk devrimi programımız olmak üzere,
tüm stratejik-programatik yazılarımız büyük kazanımdır;
bunlara dayanarak yeni adımlar atacağız. Politik
ve örgütsel alan en çok zorluk çektiğimiz, zorlandığımız
alandır. Bu iki alanda, hem stratejik bir bakış
ile dönemsel ve güncel politikalar üreteceğiz,
hem de bu politikaların politik ve örgütsel karşılığını
inşa edeceğiz. Haziran halk direnişinin çağrısına
yanıt olmak, devrimci parti ve devrimci halk hareketini
inşa etmek hedefiyle yürümek, dönemin ve günün
ihtiyaçlarına uygun örgüt modelleriyle mümkündür.
Devrimci sosyalizmin sol ve devrimci hareket içinde
politik bir eksen olması, politik bir harekete
dönüşmesi buradan geçer. Kültür başlığı altında
toplayacağımız, tarz, üslup, yaklaşım, direnme
geleneği, dost ve düşman karşısında net olma gibi
bir dizi davranış biçimleri de devrimci yenilenme
eylemimizin birer parçasıdır. "Devrimci yenilenme"
sözünü lafta dilinde düşürmemek ama özde tutucu,
kalıpçı, eskiye takılı kalmak, sıradan insan davranışlarıyla
devrimci parti örgütlemeye soyunmak sadece bir
çelişki yaratmaz, sürecimizin de altını boşaltır.
Burnu havada, "askersiz komutan" havalarında
kadro, devrimci kurtuluşçu olamaz. Milyonlar ayaktayken
iki kişi örgütlemeyen devrimci kurtuluşçu olmaz.
Kendini dünyanın merkezine taşıyan, parti ve devrimin
çıkarlarını bir yana atan devrimci kurtuluşçu
olmaz. Devrimci kurtuluşçu, direnen, en önde savaşan,
gaz bombaları yiyen, yumruğunu silah yapan, direnişin
çıkarlarına sorumlu yaklaşan, direnişin çıkarları
ile devrimci sosyalizmin çıkarlarını birlikte
ele alan, birleştiren, örgütleyen, savaşan ve
savaştıran, doğru politikasını her şeye rağmen
eğilip bükülmeden her yerde savunan, emeğini son
damlasına kadar parti ve devrim için harcayan
kişidir. Yenilenme eylemini sürekli kılacağız,
değişeceğiz, değiştireceğiz, tüm bunları örgütlü
ele alacağız.
Biz bu çizgide yürüyeceğiz;
sol ve devrimci hareketi etkileyeceğiz, onlardaki
her ileri adımdan mutlu olacağız, sol ve devrimci
harekette bu eğilimin güçlenmesi için çaba göstereceğiz.
Bireysel ve kolektif/örgütsel biçimde direnişten
öğreneceğiz, oradan besleneceğiz, her yeni adıma
açık olacağız ve daha büyük hedefler için yürüyeceğiz.
Dağınık, bireysel
değil, tüm bunları örgütlü yapacağız!
Direnişin İmkanları
Ve Görevler
Haziran halk direnişi
büyük bir kazanımdır; her şeyden önce kazanımın
özü politiktir. Uzun yıllar yenilgi sarmalı içinde
yıkılan, örselenen moral değerlerin yeniden ayağa
kalmasıdır. Bu somut ve pratik birçok şeyden çok
daha önemlidir.
20 günlük birinci
aşama, yeni bir aşamaya dönüştü ve bu süreçte
ne direniş bitti, ne de direnişin ortaya çıkardığı
imkan ve olanaklar. Direniş her yerde, hem de
halka açık her yerde tartışılıyor. Parklar, evler,
kahveler, kurumlar birer tartışma alanları olmuştur.
Bu direnişin sol ve
demokratik damarıdır, bu politikleşme sürecidir,
politikanın kitleselleşmesidir. Bu sadece direnişi
tartışma değil, aynı zamanda geleceğimiz tartışma,
geleceğimiz için söz alma, söz sahibi olmadır.
Tek başına bu bile büyük bir kazanımdır.
O halde, direnişi,
süreci, süreçte AKP başta olmak üzere tüm burjuva
partilerin yerini ve konumunu, direnişin kazanım
ve zaaflarını her yerde, parklarda kurulan platformlarda,
halk içinde tartışmak, halktan, sol ve devrimci
güçler ve bireylerden öğrenmek, onlara katkı sunmak
zorundayız. Direnişi her yerde, herkese anlatmalıyız.
Direnişi herkes duydu, zaten halk direnişin öznesi
oldu; ama buradan durmak, beklemek, seyirci olmak
sonucu çıkmaz, tam tersine bıkıp usanmadan halka
direnişi ve politik sonuçlarını anlatmak bir görevdir.
Halka anlatacağız,
halktan öğreneceğiz. Devrimci politika az sayıda
devrimciye değil, milyonlara karşı yapılır. Tartışma,
yeni çözüm yolları arama sadece devrimci politikanın
somut biçim alması için değil, halk için demokrasinin
toplumsal karakter kazanması için de önemli araçtır.
Halka her platformda anlatmak ve halktan öğrenmek,
hem devrimci politikamızın yeniden ve yeniden
kurgulanmasına, hem de halk için demokrasinin
kurumsallaşma eğiliminde önemlidir.
Örgütlü, açık politik
kimliklerimizle bu tartışmalara katılalım, yeni
tartışmalar örgütleyelim!
Daha şimdiden, yapılan
tartışmalarda iki biçim ön plana çıktı. Birincisi
ve yaygın olanı, tartışmaların forumlar biçiminde
yapılması, bir diğeri de meclis tipi örgütlenmelerinin
önemidir. Hem yaşanılan direniş ve süreç nedir,
hem de bu sürecin öne çıkardığı araçlar, yeni
çözüm yoları nedir, tüm tartışmaların bu iki ana
eksen üzerinden biçim alacağı açıktır. Devrimci
parti örgütleri ile halk örgütleri iki ayrı örgüt
biçimleridir; bu ayrımı yaparak, sürecin ortaya
çıkardığı her örgüt biçimine açık olmalıyız. Bu
açıdan forumlar ve meclis tipi örgütlerin öne
çıkması kazanımdır, bu coğrafyaya da bu iki biçim
yabancı değildir.
Hiçbir önyargı ve
dayatma içinde olmadan, tek tek her devrimci kurtuluşçu
direnişi, çözüm yollarını örgütlü biçimde her
yerde anlatmalıdır, her yeni örgüt biçimini bir
yere yazmalı, giderek yeniden inşa sürecimizde
daha örgütlü biçimde örgütlemelidir. Hem iç yaşamda
hem de dışa dönük bu süreci en canlı kılmak için
çalışmalıyız, çalışacağız.
Devrim Şehitleri
Ölümsüzdür;
Dövüşenlere Selam
Olsun
Devrimci kurtuluş
için dövüşenler, tüm örgütlü güçler halk direnişinin
bir parçası oldu, dövüştüler. Sadece örgütlü güçler
değil, eski ve yeni kuşaktan yüreği devrimci kurtuluş
davası için atanlar dövüştüler. Tümüne selam olsun.
Sol ve devrimci güçler
dövüştü, tümüne selam olsun. Halk dövüştü, halka
selam olsun.
Mehmet Ayvalıtaş,
Abdullah Cömert, Ali İsmail Korkmaz ve Ethem Sarısülük
şehit düştü; şehitlere, onların uğruna savaştığı
değerlere selam olsun. Direnişin binleri bulan
gazilerine selam olsun.
Bu bir son değil başlangıçtır...
Görevlere sahip çıkarak
saldırılara barikat, yeni direnişlere öncü olalım!
20 Haziran 2013
|