Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 

 

G. Öncü

       Türkiye'de, AKP eliyle yeni bir dönem yaşanıyor. Bir yandan oligarşi, emperyalizm ile kol kola, Ortadoğu'daki sömürge savaşlarından pay kapmak için yeni rol peşine düşüyor; Suriye'ye karşı emperyalist kuşatmada oligarşi en önde koşuyor. Diğer yanda sömürü ve talan derinleşiyor ve işçilere, emekçilere, Kürt ulusuna, tüm ezilenlere baskı ve şiddet dayatılıyor. İçte ve dışta, savaş tamtamları çalınıyor; içte "düşük yoğunluklu demokrasi-düşük yoğunluklu savaş" konsepti ile halklar teslim alınmak isteniyor; dışta ise ipler emperyalizmin elinde, başta Suriye olmak üzere ortadoğu halklarına kin kusuluyor, tehdit ediliyor, dahası emperyalist saldırganlığın gönüllü fedailiği rolü üsleniliyor.
       Her şey bu kadar yalın ve net değil; bu süreç ya da süreçler bin bir hile, oyun ve yalanla iç içe yaşanıyor. Burjuvazi, her dönemde, kendi sınıf iktidarı için, egemenliği için, kendi sınıf çıkarını toplumun çıkarı olarak sunmak istedi ve bu temelde, bin bir yöntemle "yanlış bilinç" oluşturmak istedi. Kapitalizmin tarihi, bu çıkarımın sayısız örneği ile doludur; ancak, yine de, bu kadar yalan, ideolojik yönlendirme, akıl tutulması, "yanlış bilinç" hiçbir dönemde yaşanmadı. Küreselleşme tartışmaları içinde, yaşadığımız postmodern süreç, insanlığın ikinci "ortaçağı" olarak tanımlanır; doğrudur ve özünde bu tanımlama bile süreci anlatmaktan uzaktır. Bu ideolojik yanılsama, bugüne ait değildir, bu ideolojik yanılsama örneğin neo-liberalizm için hep "yan ve tamamlayıcı" unsur olmuştur; ama bugün yaşanan tüm bunların toplamı ve yeniden üretimi olarak yerini almaktadır.
       Bu kaos içinde AKP, sol ve devrimci güçleri "Devrimci Karargah", oligarşi içi çatlakta, yeni konsepte uymayan, eski/28 Şubat konseptçilerini "Ergenekon", Kürt halk hareketini ise "KCK" adı altında toplayıp, hatta tümü arasında bağlar kurup, bunu topluma boca ederek büyük bir yanılsama oluşturuluyor. Bu yanılsamaya ve ideolojik saldırıya göre, sol ve devrimci hareketin, Kürt yurtsever hareketinin ipi hep Ergenekoncuların ilinde oldu; sol ve devrimci hareket, Kürt yurtsever hareketi açık faşizmleri, cuntaları destekledi ve "büyük oyunun" parçası oldu! Her gün bu tezler TV kanallarında, burjuva medyada işlendi, işleniyor.
       Ama bir gerçek unutuluyor: dün de, bugün de, tüm yeni sömürgecilik tarihinde, tüm iktidar biçimlerinin, açık, gizli faşizm biçimlerinin, 12 Eylül açık faşizminin de AKP'nin de ipi emperyalizmin elindedir. Bu ülkede Kemalist burjuva diktatörlüğü de, yeni sömürgecilik üzerinden biçim alan sömürge tipi faşizm de, halklara, Türk, Kürt, Arap, Çerkes, Laz tüm halklara katliam, baskı, işkence, sürgün sundu, demokrasi değil. Tüm bu tarihsel süreçte ipin ucu hep emperyalizm ve işbirlikçi burjuvazinin elinde oldu. Tabi, hiçbir yalan süresiz değildir. Dersim örneğinde olduğu gibi, resmi tarihin tüm yalanları tek tek sönüyor, 12 Eylül açık faşizminin ağır yükünü hala taşıyan bir kuşak var. Bir yandan yalanlar açığa çıkıyor, öte yandan yeni yalanlar her tarafa saçılıyor, gerçekler zemininden koparılıyor; kaos bu ideolojik-kültürel ortamda gerçeği bir kez daha örtme işlevi görüyor.

       Faşizm Tarihi Katliamlar Zinciridir
       Bu coğrafyada, tarihten bu yana, baskı ve katliamlar eksik olmadı. Osmanlının zulmü belki tarihsel olarak geride kaldı, ama Kemalizm'den bugüne zulüm devam etti, ediyor; zulmün yer yer biçimi değişti, katliam, işkence, zindan, baskı, sürgün oldu, ama özü hep korundu, sistemli ve örgütlü biçimde devam etti.
       Bu tesadüf değildir. Bu coğrafyada sınıf savaşı keskin, açık ve şiddetli yürüyor. Egemen sınıfların "yönetim kurulu", baskı ve şiddet mekanizması olan devlet, zorla, şiddetle ayakta duruyor, ideolojik ve kültürel zor unsurları buna bağlı biçim alıyor. İşçi ve emekçiler, Türk ve Kürt halkı, Alevi ve tüm ezilenler, ne ekonomik ne de politik haklara sahip değiller; zulüm sistemi bunun üzerinde kurumsallaşıyor. Böylece, devasa bir zulüm mekanizması işçilere, yoksullara, ezilen halklara baskı ve katliam dayatıyor.
       Kemalizm, Türklük temelinde kapitalist bir toplum ve bunun üzerinde ulus devlet inşa projesidir. Daha doğrusu, Türklük temelinde, yukarıdan aşağı, devlet aracılığı ile yeni bir toplum, kapitalist toplum inşa etme projesidir. Kapitalizmde, eşitsiz ve dengesiz gelişim içseldir. Ancak kapitalizm, ulusal pazarları aşıp dünya pazarı etrafında bir sisteme dönüşünce, eşitsiz gelişim tümden açığa çıktı. Bundan dolayı, kapitalizm tüm dünyada eşit ve birbirine paralel bir seyir izlemedi. İngiltere başta olmak üzere Batı Avrupa'da üretim ilişkisi olarak ortaya çıktı, diğer toplumlar bunu izledi. Kapitalizmin şafağında doğan ulus ve burjuva uluslaşma süreci, 1789 burjuva devrimiyle yeni bir aşamaya ulaştı. Artık, burjuva uluslaşma süreci ulusal devleti hedeflemektedir. Batı Avrupa'da bu süreç, önemli ölçüde 1789-1871 sürecinde yaşandı; kapitalizmin önünde engel olan feodalizm ya devrimci tarzda ya da evrimci tarzda tasfiye oldu, feodal devlet biçimleri yıkıldı ve yerini burjuva ulus devletler aldı. Bu ülkelerde bu süreç, tarihsel bir yeri işaret ederek ifade edelim; Paris Komünü ile tamamlandı. Ancak, dünyanın öteki parçalarında kapitalistleşme ve bu temelde burjuva uluslaşma süreci devam etmektedir. Kapitalizm, emperyalizm aşamasına sıçrarken, diğer coğrafyalarda (Doğu Avrupa, Rusya, Türkiye, Asya ülkeleri gibi) burjuva uluslaşma süreci henüz yeni başlamıştır. Bu yeni dalga burjuva uluslaşma süreci belki de en yalın Osmanlı Devletini vurdu; örneğin Balkanlarda burjuva uluslaşma süreci hızlandı. Osmanlı İmparatorluğu'nun merkezi feodal devlet mekanizması, gelişen kapitalizmin üst yapısı olamazdı ve emperyalistlerin kuklasına dönen Osmanlı monarşisi, geç kapitalistleşme yaşayan bu coğrafyadaki gelişmelerin önünde engeldir. Özellikle Balkanlar'da yaşanan burjuva uluslaşma süreci, Osmanlı Devletinin sınırlarını daraltmış, dahası "devleti kurtarma" arayışlarını ortaya çıkarmıştır. Önce Jön-Türk hareketi daha sonra ise, bununla bağlantılı olarak Kemalizm, "devleti kurtarma" arayışının bir ürünüdür. 1. emperyalist paylaşım savaşında Alman emperyalizmin saflarında yer alan Osmanlı Devleti, savaş sonrası yeniden paylaşımın faturasını ödemiş, küçülen sınırlar bu kez, yeniden paylaşılmıştır. Kemalizm, İttihat ve Terakki ile ordu içinde örgütlenmenin tüm kazanımlarını da arkasına alarak en örgütlü güç olarak ortaya çıkar ve devleti kurtarmayı asıl görev sayar.
       Ama bu ulus devlet kurma ve kapitalistleşme projesi sancısız yürümez. Burjuvazi, başta, doğuşunda emperyalizmin kucağında doğdu, başka halklara karşı düşmanlık, ırkçı ve şovenist yaklaşım onun ideolojik gıdası oldu. Bir yandan "devleti kurtarmak" ve "ulusal pazara" sahip çıkmak için açık işgale karşı çıktı; öte yandan hem emperyalizmle uzlaştı, hem de demokratik bir uluslaşmadan uzak, tek tip, Türk ulusunun başka halklar üzerinde egemenliği üzerine kurulan bu süreci örgütledi. Bundan dolayı, Kemalizm, burjuvazinin (bu dönemde ticaret burjuvazisi vardır) temsilcisi, burjuva politik bir akımdır ve açık işgale sınırlı da olsa tavır alıştır; ama öte yandan ırkçı ve şovenistir. Temelde sadece Rum işgaline karşıdır ve kitle tabanını da sürgün edilen Rum ve Ermenilerin varlıklarına el koyan eşraf ve dinsel temelde onların etkisindeki köylülük oluşturur. O halde bu proje içinde, ne işçi sınıfı, ne de başka ulus ve halklar vardır.
       Böylece bu proje, başta devrimci ve komünist hareket olmak üzere, Kürt ulusu ve diğer halkları, başka dinsel ve kültürel inanç sahiplerini yok etme olarak somutlaştı. Ermeni soykırımını miras alan, bu soykırımda rol oynayan, bu soykırımı örgütleyen kadrolar üzerinde biçim alan Kemalizm (bu aynı zamanda talana dayalı ilkel sermaye birikim sürecidir, bunun bir örneğidir. Türk burjuvazisi, sadece sınıfsal sömürü ve yoksullaşma sürecinin değil, belki de asıl olarak, kendinden kısmen önde olan Ermeni ve Rum sermayesini talan ederek ortaya çıktı. Sınıfsal kimliği de bu sürecin ürünüdür), "tek devlet-tek ulus-tek dil" yaratmak için öncelikle önündeki engelleri kaldırmak ihtiyacı duydu. Osmanlının pragmatizmi, hile ve oyunlarını, devlet yönetme biçimini, hatta bazı kurumları miras alan, bu devlet geleneği içinde yetişen Kemalist kadrolar, bir "denge" siyaseti içinde, hem içte hem de dışta adım adım iktidarlaştı. Emperyalizme karşı, Ekim Devrimiyle iktidar olan sosyalizmin desteğini almak için "denge" siyaseti izledi.
       Bu siyaset o dönemin komünist çevre ve kadrolarında bir yanılsama da yarattı. 3. Enternasyonal ve TKP, Kemalizm'in anti-emperyalist yanını abarttı, Kemalizm'i "burjuva demokratik devrim" olarak tanımladı, dahası Kemalizm'e açık ve sınırsız destek sundu. Ancak, emperyalistlerle "denge" siyaseti izleyen, bu temelde, açık işgale (daha çok anti-Yunan temelinde) tavır alan ama öte yandan emperyalistlerle uzlaşma siyaseti izleyen Kemalizm, ilk hedef olarak Komünist hareketi belirledi. Bin bir oyunla, en aşağılık yöntemlerle, linç ve yağma kültürüyle Karadeniz'de M. Suphi ve yoldaşları katledildi.
       TKP'de somutlaşan sosyalist hareket, bu topraklarda kendisinden daha önce ortaya çıkmış olan ütopik sosyalist akımları, İstanbul ve Anadolu başta olmak üzere, Ekim Sosyalist Devriminin güçlü etkisi altında olan yurtdışındaki güçleri çatısı altına topladı. Hiç şüphesiz demokratizmin, burjuva liberalizmin şu ya da bu düzeyde etkisi hala sürmektedir; ama giderek, Ekim Devriminin de güçlü etkisiyle, hem Marksizm ile bağı güçlenmekte, hem de merkezi bir örgüte kavuşma süreci yaşamaktadır. Örneğin TKP programı bu yönde bir adım olmuştur. Ama Karadeniz'de önder kadroların imhası ve daha sonra Kemalizm'in sahte TKP kurması gibi nedenler, sosyalist hareketin değil, Kemalizm'in güçlenmesine yol açmıştır.
       Ancak bu katliam tek değildir. Sivas ve Erzurum kongrelerinde Kürtlerin desteğini alan, hatta Kürtlere özerklik/muhtariyet vadeden Kemalizm, kendi iktidarını kurunca, bu "vaatlerini" unuttu, Türklük projesi içinde Kürtleri Türkleştirmeyi, Kürt coğrafyasını da sömürgeleştirmeyi önüne koydu. Lozan Anlaşması sürecinde bazı Kürt aşiret reisleri ve milletvekillerinin desteğini aldı; böylece Lozan'da "Türk ve Kürt halkının temsilcisi" olarak İ. İnönü masaya oturdu. Ama bu sahte oyun çok sürmedi. Bir yandan, içte sınıf mücadelesini baskı altına almak için, hatta Kemalizm'in kendi içinde farklı eğilimlerini baskı ve kontrol altına almak için, öte yandan Kürt ulusunun tepkilerini bastırmak için, başta takrir-i sükun yasası olmak üzere bir dizi yasa çıkarıldı. 1925-40 döneminde, Koçgiri'den Dersim'e uzaman Kürt ve Alevi katliamları, bu projenin, Kürtleri Türkleştirme ve Kürt coğrafyasının sömürgeleşmesi için uygulandı.
       Dağınık, modern bir ideolojiden yoksun, hatta dinsel ve kültürel çelişkileri aşamamış feodal Kürt beyleri ve Kürt ulusu bu bastırma ve Türkleştirme projesine karşı direndi; böylece kanlı bir tarih ortaya çıktı. Hiç şüphesiz, tüm bunlar bile, yukarıda ifade ettiğimiz TKP ve 3. Enternasyonalin tavrını değiştirmedi. Böylece, tarihsel belgelerde, utanılası bir biçimde, TKP somutunda, bu Kürt katliamları, Kemalist yalanların bir ürünü olarak, "İngiliz emperyalizminin işbirlikçisi, kapitalist gelişmeye karşı gerici isyanlar" olarak tanımlandı. Bu tanımlama, sosyal şovenizmin utanç belgesidir.
       "Tek devlet-tek ulus-tek dil" projesi sahte bir laiklikle birlikte ele alındı. Böylece dinsel inançlarından dolayı, sadece Dersim ve Koçgiri'de Kürt ve Aleviler değil, inanç sahipleri de baskı altına alındı.
       Zulüm; Kemalist devlet somutunda, baskı, sürgün, katliam, istiklal mahkemeleri, darağacı olarak somutlaştı.
       2. paylaşım savaşı sonrası ise yeni bir dönemdir. 2. paylaşım savaşı yıkıntıları içinde, sosyalizm kapitalizme karşı ciddi bir hamle yaptı, dünyanın 1/3'de sosyalizm inşa süreci başladı. Böylece, emperyalist-kapitalist dünya karşısında sosyalizm önemli bir güç haline geldi. Bununla birlikte, emperyalist çağın tüm çelişkileri yeniden açığa çıktı, emperyalizme karşı ulusal kurtuluş hareketleri toplumsal kurtuluş/sosyalizm hedefiyle birleşti. Buna karşı, emperyalist-kapitalist sistemde iki önemli gelişme yaşandı. Bir yandan, sosyalizm ve devrimci halk savaşlarına karşı, emperyalist güçler ekonomik, politik, askeri boyutları olan entegrasyon yaşadı; öte yandan, ABD emperyalizmi önderliğinde açık işgale dayalı sömürgecilik bir kenara atılıp yeni sömürgecilik geliştirildi. IMF, DB, NATO gibi emperyalist örgütler bu sürecin ifadesidir. Böylece emperyalist-kapitalist sistem, hem üretim alanında, hem de politik, askeri tüm alanlarda yeni bir örgütlenme içinde oldu.
       Baştan bu yana emperyalizmle çeşitli düzeylerde uzlaşma ve hatta konumunu ona göre belirlemede ustalaşan Türk burjuvazisi, bu yeni döneme ayak uydurdu. Emperyalizmle ilişkileri yeni sömürgecilik temelinde geliştirdi; Marshal yardımı ve Truman Doktrini bunun için başlangıç oldu, ikili ve gizli anlaşmalar, yabancı sermayeyi teşvik vb. yasalarla derinleşti. Devlet kapitalizmi sürecinin birikiminin de desteğiyle işbirlikçi burjuvazi tekelcileşti; sanayi ve mali burjuvazi, ticaret burjuvazinsinin yerini aldı. İç dinamikle değil, emperyalizme bağımlı gelişen kapitalizm ve tekelci burjuvazi hala zayıftır ve feodal toprak sahipleriyle, pre-kapitalist güçlerle ittifak zorunludur. Oligarşi bu ittifakın bir sonucu olarak ortaya çıktı.
       2. paylaşım savaşı öncesinde ve sürecinde Alman ve İtalyan faşizmi ile uyum içinde olan Kemalist devlet, yeni sömürgecilik üzerinden bir başka burjuva devlet biçimine, sömürge tipi faşizme dönüştü. Sömürge tipi faşizm, Kemalizmin tüm baskıcı, gerici, şovenist yanlarını aldı, emperyalizm ve işbirlikçi oligarşinin (ki bu süreçte oligarşinin bileşkesi, tekelci burjuvazi ve feodal toprak sahipleridir) çıkarları temelinde örgütlendi. Emperyalizm bu dönemde içsel olgudur; oligarşik/faşist devlet yapısı içindedir. Faşizm, sadece devleti değil, devlet kanalıyla, yukarıdan aşağı, toplumu yeniden örgütlemek istedi; bu temelde, başta faşist parti ve güçler olmak üzere, tüm burjuva partileri kullandı. Faşizmin gizlenmesi için, "demokrasi" örtüsüne ihtiyaç vardı; "çok partililik", "parlamento", "seçim", hatta "1961 Anayasası" bu yönde işlev gördü.
       Kısaca, sömürge tipi faşizm Kemalizmin birikimi ve mirası üzerine, yukarıdan aşağı inşa edildi; böylece toplumsal süreç ve bunun üzerinden biçim alan devlet bir omuzdan diğerine taşındı. Bu anlamda, ne Kemalizm "burjuva demokratik devrim"dir, ne de 2. paylaşım savaşı sonrası iktidarı ele alan, tekelci sermaye ve büyük toprak sahiplerinin desteğini alan DP iktidarı "karşı-devrim"dir. 1970'li yıllarda TİP, MDD, YÖN hareketlerinde ifadesini bulan, bunların etkisiyle bu yönde yapılan "devrim-karşı devrim" tespit ve tanımlamaları yanlıştır. Tam tersine, yeni sömürgecilik 1923-45, özellikle de 1930 sonrası devlet kapitalizmi ve savaş sürecinin birikimi üzerinden biçim almış; Kemalist burjuva devlet biçimi de bir başka burjuva devlet biçimi olan sömürge tipi faşizme dönüşmüştür.
       Yeni sömürgecilik ve faşizm tarihi, Osmanlı ve Kemalizm tarihinin devamı olarak yeni katliamlar, baskılar, işkencelerle biçimlendi. 1960, 1971, 1980 cuntaları bu baskı ve katliamların yoğunlaştığı dönemler oldu. İşçi ve emekçiler, Kürt ulusu ve diğer ulusal topluluklar, Aleviler ve tüm ezilenler yoğun baskı altına alındı. Sivaslar, Çorumlar, Maraşlar, 1 Mayıslar, Gaziler, Ümraniyeler, Kızıldereden Haziran şafaklarına kadar yüzlerce devrimci katliamı, tutsaklara zülüm ve imha pratikleri (Ümraniye, Burdur, Ulucanlar, Diyarbakır, 19 Aralık gibi), kurulan darağacı, sürgün, kitlesel gözaltılar bu zulüm düzenin birer parçası oldu. Böylece yukarıda devlet yani oligarşik/faşist devlet, tüm kurum ve baskı aygıtlarıyla halkı kontrol altına almaya çalıştı. Suni-denge, yeni sömürgecilik üzerinde biçim alan, toplumsal ve siyasal kaynakları olan, ancak halk ile devlet ilişkisini anlatan bir kavram olarak bu koşullarda biçim aldı.
       Dün katliamlar ve zulümlerde İttihat ve Terakki ve Kemalist kadrolar rol oynarken; yeni sömürgecilikle başlayan süreçte CIA, MİT, emperyalizmin örgütleyip mali destek sunduğu kont-gerilla/özel harp dairesi ve sivil faşist güçler rol oynadı. Nerede zulüm ve katliam var; ipin ucu hep devlete çıktı. Sadece bu değil. Hiç şüphesiz bu süreçler kendine özgü bir sistem yarattı. Dün "takriri sükun yasası", "istiklal mahkemeleri" vardı; bugün "özel yetkili mahkemeler", "terörle mücadele yasası" gibi bir dizi yasa ve kurum.

       Halepçe'den Uludere'ye:
       Kürt Ulusuna Özgürlük

       Kürt coğrafyasında bu kanlı tarih en yalın ve açık biçimleriyle yaşandı. "Tek ulus-tek devlet-tek dil"; Kürt ulusu başta olmak üzere tüm diğer halkların varlığını ve demokratik haklarını inkar, bu talepler için arayışların imha edilmesi siyasetidir. Bu siyaset, çeşitli aşama ve biçimlerden geçerek kurumsallaşmış ve bugüne kadar uzanmıştır. Demokrasi sorununun en temel sorunu Kürt sorunudur. Kürt sorunu, sömürgeciliğin ifade ettiği gibi, bir "askeri sorun, terörle mücadele sorunu" değil, ya da saf dil bazı kesimlerin yer yer ileri sürdüğü gibi, "geri bıraktırılmışlık ve kalkınma sorunu" değil, siyasal özgürlük sorunudur. Bu siyasal sorun, eşitlik ve özgürlük temelinde, Kürt ulusunun tüm demokratik hakları güvence altına alınmadan çözülemez. Kürt ulusu özgürlük ve demokrasi istiyor; Kürt ulusu zorla birliğe karşı demokratik ve gönüllü birlik istiyor. Kürt ulusu, sadece kimliğini değil, tüm demokratik haklarını istiyor. Bu talepler Kürtler için sadece talep de değildir; bunlar haktır.
       Ancak, yukarıda ve başka yazılarımızda da ifade ettiğimiz gibi, Türk burjuvazisi, hiçbir dönem demokratik uluslaşma süreci yaşamadığı ve emperyalizmden bağımsız bir yerde durmadığı için, tüm bu taleplere sırt çevirmiş, bu talepleri kan ve zulümle bastırmaya çalışmıştır. Bunun için iki şey yapmıştır. Birincisi, Kürt coğrafyası işgal edilmiş, Koçgiri'den Dersim'e uzanan katliamlarla Kürt coğrafyası kana bulanmıştır. İkincisi ise, kendi sınıfsal çıkarını tüm toplumun çıkarı olarak yansıtmış; bunun için resmi tarih ve ideolojik yanılsamalar oluşturmuştur. Bir yanda işgal ve imha siyaseti izlerken; diğer yanda "Türk Tarih Tezi", " Güneş Dil Teorisi" ile resmi tarih oluşturulmuş ve ideolojik saldırılarını yoğunlaştırmıştır. Bu teorilere göre, tüm ulus ve ırklar Türklerden, tüm diller ise Türkçeden türedi. "Bir Türk Dünyaya Bedel"di. Hiçbir devlet, ya da sınıf iktidarı, tek başına şiddetle ayakta kalamaz; açık işgal ve katliamları bu ideolojik saldırlar izledi. Kürt coğrafyasında sömürgecilik bunun üzerinden kurumsallaştı. Yeni sömürgecilikle birlikte kurumsallaşan sömürge tipi faşizm, Kemalizmin inkar ve imha siyasetini, sömürgecilik siyasetini kesintisiz izledi. Bir yandan Kürt ulusu yok sayıldı, inkar edildi; öte yandan asimilasyon ve katliamlarla, sömürgeci ve faşist bir hukuk sistemi inşa edildi. Kürt halkı ağır baskı ve zulüm altına alındı; en küçük demokratik talepler yok sayıldı, ağır baskı ve soruşturmaların konusu oldu.
       Ama Kürt coğrafyasında kapitalizmin gelişmesi modern bir sınıf olan proletaryayı ortaya çıkardı. 1960 sonrası devrimci gelişme sadece Türkiye işçi sınıfı ve halkını değil, Kürt ulusunu da etkiledi. İlk kez, modern bir sınıf ve ideolojisi öncülüğünde Kürt ulusu yeni bir başkaldırı örgütledi; uzun süreli halk savaşı temelinde Kürt ulusal kurtuluş hareketi böyle ortaya çıktı. Sömürgecilik yoğunlaştıkça buna karşı direniş de büyüdü. Kürt coğrafyası adeta sömürgecilik için özel laboratuar oldu, sayısız katliam, köy yakma, sürgün Kürtlerin kaderi oldu. Sadece sömürgeci oligarşi değil, Kürt coğrafyasının diğer parçalarında da Kürtler katliamlar yaşadı. Saddam gericiliği, Halepçe'de binlerce Kürdü katletti. Bu katliamlara en son Uludere eklendi. Halepçe'den Uludere'ye uzanan katliamlar dizisi; sömürgeciliğin Kürt ulusuna dayatılmasıdır.

       Faşizm Devam Ediyor…
       Bu zulüm düzeni bugün AKP eliyle devam ediyor. Bu tarihsel süreç içinde biçim alan sömürge tipi faşizm, yeni/4. bunalım döneminin ilişki ve çelişkilerine göre yeniden biçim alıyor. Bu temelde, bugün yaşanan, 3. bunalım döneminin ilişki ve çelişkileri üzerinde biçim alan sömürge tipi faşizmin, "yeniden yapılanma" adı altında yeni/4. bunalım döneminin ilişkilerine göre biçim almasıdır. AKP ve bazı liberaller buna "demokrasi" hatta "ileri demokrasi" diyor. Hayır, yaşanan demokrasi ve özgürlük değil, faşizmin emperyalizm ve oligarşinin dönemsel ihtiyaçlarına göre biçim almadır. Mevcut sistem ve devlet aygıtı, "demokrasi" adına hiçbir alan açmadan, tam tersine, bu aygıtın tüm baskı odakları korunup yetkinleştirilerek varlığını sürdürüyor. İşçilerin, emekçilerin, yoksulların, Alevi ve tüm ezilenlerin hak ve özgürlükleri inkar ediliyor, dahası ezilenler üzerinde ağır bir baskı, sindirme politikası devam ediyor.
       Öte yandan yüz yıllık sömürgecilik politikaları da AKP eliyle devam ediyor. Emperyalizm ve AKP'nin ikiyüzlü "demokratik açılım" projesi çoktan çöktü. Kürtler her gün tehdit ediyor, tüm burjuva partiler Kürt düşmanlığında birleşiyor, Mezopotamya'nın dağları bombalanıyor, yurtseverler şehirlerde TC tarihin en kapsamlı tutuklamalarını yaşıyor. Uludere katliamı, AKP'nin 33 kurşunudur; Kazan vadisinde gerillaya kullanılan kimyasal silah ve bombardımanlara her gün yenileri ekleniyor. Yurtsever hareket tecrit edilmek isteniyor; özel savaşta ustalaşmış oligarşi, her yönteme başvuruyor. Ama nafile; Kürt ulusu özgürlük taleplerinden vazgeçmiyor, halk teslim alınamıyor.

       Tam Çözüm: Halk Devrimidir
       Emperyalizm, demokrasi ve özgürlük değil, siyasal gericilik eğilimidir. Hem siyasal demokrasinin tüm sorunlarının, hem de Kürt ulusu üzerindeki sömürgeci egemenliğin kaynağı, emperyalizmdir; emperyalizmin ve oligarşinin sınıf egemenliği olan faşizmdir. Bu coğrafyadan emperyalizm sökülüp atılmadan, siyasal gericiliğin almış olduğu biçim, yani faşizm tasfiye edilmeden ne Türkiye halkı için, ne de Kürt ulusu ve diğer halklar için demokrasi ve özgürlük bir hayaldir. Ezilen ulus özgür olmadan ezen ulus özgür olamaz; Kürt ulusu özgürleşmeden Türkiye halkı özgürleşemez.
       Özgürlük mücadele ile kazanılır; devrim halkları özgürleştirir.Tüm bu kanlı tarih açığa çıkmalıdır; tüm bu kanlı tarihin sorumluları hesap vermelidir. Bu anlamda, bu talepler haklı ve meşrudur. Bu talepler bizim taleplerimizdir ve bu taleplerin oligarşi tarafından, AKP tarafından kirletilmesine müsaade etmeyeceğiz. Taleplere sahip çıkacağız, demokrasi mücadelesinin bir parçası yapacağız; ama tüm bu talepleri asıl halkaya, devrim ve sosyalizme bağlayacağız.
       Tüm bu katliam ve zulüm düzeni ancak devrimle yıkılır. Demokrasi ve özgürlük için güncel talepleri haykıracağız, bunun için yeni mevziler kazanacağız; ama biliyoruz ki, halk için demokrasi ve özgürlük, halkın mücadelesiyle kazanılır.
       Halk devrimi, halkın iktidarı ve demokrasisi içindir.

 
 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Şehit Muhtar Mah. Yoğurtçu Faik Sokak No: 12-14 Kat: 4
Beyoğlu/İSTANBUL