Seni anlatabilmek seni...
İyi çocuklara...
Seni
düşündüğümde aklıma ilk gelen şiir bu. Hep bir
anlatamama, eksik anlatma kaygısıyla birlikte.
Daha
dün gibi herşey. Sen kapıdan içeri gireceksin
ve olanca coşkunla yapılan bir işi -büyük küçük
farketmez- anlatacaksın. Çok yakından tanımayanların
belki biraz abartılı bulacağı bir coşkuyla. Ya
da yeni okuduğun bilimsel bir haberi paylaşacaksın.
Plüton’un elinden gezegenliği alınmış biliyor
musun diyeceksin? Dinlediğin ve çok sevdiğin bir
müzik ezgisini bütün yoldaşlarınla biraz da zorla
paylaşacaksın ve “ne kadar güzel değil mi?” diye
soracaksın boynunu yana yatırarak. Gittiğin yerlerden
mektuplar yazacaksın, oradaki durumu anlatacaksın,
fidanlar dikeceksin gittiğin her yerde. Adı Tamer,
Atilla, Doğan, Ercan olan fidanlar...
Dünyanın
oluşumunu büyük bir heyecanla tekstil işçisi yoldaşlarına
anlatacaksın. Karşındakiler bir şey anlamasa da
sendeki heyecan, onlara da geçecek.
Bir
eylemdesin yine kıvırcık saçların salına salına
yürüyeceksin. Eğer iyi bir eylem olmuşsa değme
keyfine.
Yanlışımda
elimi tutarak “ama canım yoldaşım öyle olmaz ki”
deyip, uzun uzun yaptığım hatayı anlatacaksın.
Devrim
gününü düşleyeceksin yine. Haylindeki o günü anlatacaksın
herkese. Nasıl nostalji olsun diye atlarla Taksim
Meydanı’na gireceğimizi. Nasıl beyazlar giyeceğini
ve dans edeceğini. Serpil’mizin resmini nereye
asacağımızı.
Devrim sonrasında nasıl herşeyi yeniden kuracağımızın
planlarını yapacaksın. Takıldığın bir konu oluğunda
dönüp ustaların bu konuda neler söylediğine bakıp
anlatacaksın. “Aslında kent sorununda şöyle birşey
söylemiş Marks”
Karşılaştığımız bir sorunda uzun uzun düşüneceksin.
Bulutlar çökecek güzel gözlerine. Sonra çözüm
bulduğunda aydınlancak yüzün.
Kitapların
başında uyuyakalacaksın yine. Bir sürü notlar
almış olacaksın paylaşmak için.
Ağız
dolusu güleceksin yine. Sana çok yakışan o gülümsemenle.
Sonra
şehit yoldaşları anlatacaksın genç yoldaşlara.
Gözlerinden okunacak onlara duyduğun sevgi. Ve
söz vereceksin en içten duygularla onlara layık
olmak için.
Saatlerce
hatta günlerce hazırlanacaksın yapacağın bir konuşmaya.
Her seferinde “aman bir eksiklik kalmasın” telaşın
her halinden belli olacak.
Her
randevuna saatler öncesinden hazırlanmaya başlayacaksın,
geç kalacağım diye korkacaksın ama asla geç kalmayacaksın.
Seninle
ilgili övücü birşey söylendiğinde utancından kızarıp
kafanı eğeceksin yine.
Aldığın
her eleştiriyi uzun uzun düşünüp dersler çıkaracaksın
ve bunu yoldaşlarla paylaşacaksın.
Dünyanın
neresinde bir devrimci katledilse için parçalanacak
yine. Ve ona da söz vereceksin “hesabın sorulacak”
diye.
Hastalığından
kaynaklı biraz dinlen dendiğinde küseceksin yine.
Kavgalar edeceksin bana böyle davranmayın diye.
Hastalığının atak dönemlerinde işler yoldaşlara
kalıyor diye üzüleceksin.Hasta yatağında direşinteki
işçileri soracaksın onca ağrının içinde.
En
ufak bir yakınma olmayacak yine. Büyük küçük tüm
işler için önce kendini önereceksin.
Sımsıkı
sarılacaksın yoldaşlarına ve dostlarına yine.
Dertlendin
mi biraz “kırmızı gül demet demet” diye türkü
tutturacaksın.
Her
defasında sanki ilk defa gidiyormuş gibi gideceksin
her eyleme. Aynı coşkuyla, aynı heyecanla.
Ve
büyük bir coşkuyla “Mahir, Hüseyin, Ulaş. Kurtuluşa
Kadar Savaş” sloganını atacaksın her eylemde.
Hepsi
ve çok daha fazlası aklımda, aklımızda. Ve verdiğimiz
sözlerde....
Daima
bizimlesin, daima seninleyiz....
|