2012
yılı, bu mücadele yılının kazanılması birçok açıdan
önemlidir.
Kapitalist-emperyalist
sistem, uzun bir kriz sarmalını aşamamış ve bu
sarmaldan kurtulmak için geliştirdiği neo-liberal
sömürü modeli her açıdan tel tel dökülmeye başlamıştır.
Bugün, kapitalist-emperyalist sistemin merkezinde
yaşanan kriz, ABD ve AB’nde yaşanan kriz, tüm
halkalara yansımakta; sadece neo-liberal sömürü
derinleşmiyor, işgal, savaş gibi kriz için “geçici”
çözüm biçimleri halklara dayatılıyor, ahlaki ve
toplumsal çürüme toplumlara nüfus ediyor. Krizler
devrim için maddi/nesnel koşulları olgunlaştırır;
ancak bu maddi/nesnel koşullar,ancak işçi sınıfı
önderliğinde, tüm halkın örgütlülüğü ile, yani
öznel koşullarla birleşince devrim durumu ortaya
çıkar. Bu anlamda yaşadığımız süreç, bir tip “ara
süreç”tir; mevcut tablo gridir. Dünya ölçeğinde,
2012 yılı bu açıdan da önemlidir. Ya devrimler,
kapitalist-emperyalist sistemin zayıf halkalarından
tek tek koparak dünya devrimi çizgisinde ilerleyecek,
bu yönde güçlü veri sunacak yada bu gri tablo
devam edecektir.
Kapitalist-emperyalist
sistem “patlayıcı maddeleri” biriktiriyor; mevcut
tablonun gri olması özel bir umutsuzluk ifade
etmiyor. “Sosyalizm öldü”, “tarihin sonu” vb ideolojik
saldırılar çoktan tersine döndü. Kapitalist-emperyalist
sistemin biriktirdiği “patlayıcı maddeler”in işçi
sınıfı ve halkların mücadelesiyle giderek derinleşeceği
bu mücadelenin yeni sıçramalara gebe olduğu açıktır.
Halklar, devrimci öncüsü ile buluşunca, önünde
hiçbir güç duramayacaktır.
İkinci
olarak, Türkiye devrimci hareketi uzun yıllar
kriz süreci içindedir ve bu hala aşılamamıştır.
Devrimci hareketin yaşadığı krizin, biri evrensel,
ikinci ise, ülke devrimci hareketin içsel dinamiklerinden
kaynaklı nedenleri vardır. Uzun yıllar bu iki
neden üst üste ve derinleşen bir kriz ile karşı
karşıyayız. Buradan çıkış, “önce dünyada devrimci
çözüm”e bağlanamaz; tam tersine, evrensel ve özgün
kriz dinamiklerine karşı devrimci bir politik
proje, bunun inşa edilmesi, bu coğrafyadan krize
karşı devrimci yanıt olacaktır. İdeolojik, politik
ve örgütsel alanı kapsayan bu krize karşı, bu
üç alanda devrimci yenilenme ve buna bağlı devrimi
güncelleştirmedir. Kapsamlı görevleri içeren bütünsel
bir süreçtir. Ancak bu kapsamlı görevleri devrimci
hareketin bütünsel kavradığı tartışmalıdır. Yenilenme
eğilimi içinde olan devrimci kesimler olduğu gibi,
dogmatik bir çizgide yerinde saymada ısrar edenler
yada “yenilenme” adı altında Marksizm-Leninizm’den
uzaklaşanlar var. Devrimci sosyalizm, bu tablo
içinde politik bir eksendir; ancak, bu eksen hem
netleşme, hem de sıçrama süreçlerine ihtiyaç duymaktadır.
2012
yılı, bu açıdan önemlidir. Devrimci hareketin
yaşadığı kriz dinamiklerine karşı ne kadar çözümün
önünü açacağız, Oligarşinin/faşizmin, AKP eliyle
yürüttüğü tasfiye dayatmalarını ne kadar püskürteceğiz,
devrimci hareket ile kitle hareketi/mücadelesini
arasında ne kadar sağlam bağ kuracağız; tüm bunlar
için ne gibi yöntemler bulacağız ve en önemlisi
ise mücadele çizgisini ne kadar geliştireceğiz?
Bu gibi soruların devrimci yanıtı açısından yaşadığımız
süreç ve atacağımız adımlar önem kazanmaktadır.
Üçüncü
olarak, tüm bunlara bağlı olarak devrimci sosyalist
hareketin konumu yaşamsaldır. Devrimci sosyalist
hareketimiz, devrimci hareketin bir parçasıdır;
bundan dolayı, politik-ideolojik iddiamız ne olursa
olsun( ki bu politik-ideolojik iddialar önemlidir),
Türkiye devriminin yaşadığı bu krizi tam cepheden
göğüsleyemediği için, devrimci hareketin yaşadığı
krizden ayrı, ondan bağımsız bir yerde durmuyor.
Tam tersine doğrudan etkileniyor, zayıf biçimde
etkiliyor; yani buradaki ilişki diyalektik bir
ilişkidir. Elbette, burada asıl çözüm gücü, bizzat
devrimci sosyalist hareketin ta kendisidir. Devrimci
sosyalist hareket, bir yandan bu kriz dinamiklerine
karşı geliştirmiş olduğu politik projeyi, devrimci
yenilenme ve yeniden inşa projesini somut biçimde
inşa etmek, buna bağlı, devrimci sosyalizmi politik
bir eksende politik harekete dönüştürmek zorundadır;
diğer yandan Türkiye devrimci hareketini bu temelde
etkilemek, yeniden saflaştırmak ve kriz dinamiklerini
kurutmak için cepheden mücadele etmek göreviyle
karşı karşıyadır.
Ancak,
biliniyor, süreç hiç de düz bir hat üzerinden
ilerlemiyor; “bir adım ileri iki adım geri” tanımlaması
yaşanan süreci tanımlıyor. İlerlemeyen geriler,
yerinde sayan geriye düşer. Evinin içini onarmayan,
iç temizlik yapmayan sokağa, mahalleye örnek olamaz.
Böylesi gerileme süreçlerinde ise, sadece “gerileme”
yaşanmıyor; bu süreç, birçok şeyi bozuyor. Tam
bu noktada politik iddiamız ile nesnel konumumuz
arasında çelişki büyüyor. Tüm bunlara karşı, bireysel
ve örgütsel iç devrim şart oluyor; gerileme ve
bunun sonuçları, asli halka olan örgüt halkasına
bağlı olarak sağlamlaştırmak, bunun için “tüzük
devrimciliğini” her adımda, her ilişkide örgütlemek,
bunda ısrar etmek günün devrimci görevi oluyor.
2012
yılını kazanmak, asıl ana halkayı yakalamak, buraya
yüklenmek ve buradan sadece devrimci sosyalist
hareket için değil, Türkiye devrimi için bir adım
atmak, dahası dünya devrimler sürecine omuz vermek
anlamını taşıyor. Bu mücadele yılını kazanacağız;
bu kazanım, hem son yıllarda yaşadığımız durgunluk
ve gerileme sürecini tersyüz etmek hem de dönemsel
taktik hedefleri yakalamak için yaşamsaldır. Bu
temelde, bir dizi devrimci görevlerle karşı karşıyayız.
Diğer devrimci görevlerle birlikte, yeni bir politik
kampanya örgütlemek, bu politik kampanyayı “emek
ve örgütlenme seferberliği” ile birleştirmek,
dönemsel taktik politikamız için bir adım olarak
önümüzde durmaktadır. Tüm güçlerimizle mücadele
edecek ve bu süreci kazanacağız!
Politik
kampanyamız, özgürlük ve demokrasi için mücadele
kampanyası üç ana eksen üzerinde yükselecektir.
Emperyalizme
Karşı Özgür Ülke
A)
Türkiye emperyalizme yeni sömürgecilik ilişkileriyle
bağımlı bir ülkedir. Tarihsel ve güncel tüm ana
sorunların (hem emperyalizme bağımlılığın yaratmış
olduğu sorunlar, hem demokrasinin sorunları, hem
de insanca yaşam için, eğitimden sağlığa, çevreden
barınmaya kadar bir dizi sorunların) kaynağı emperyalizmdir.
Emperyalizm,
kapitalizmden “ayrı”, kapitalizmden “bağımsız”
bir sistem değil; kapitalizmin tekelci aşamasıdır.
Kapitalizme ait tüm ilişki ve çelişkileri yeniden
ve yeniden üretir. Emperyalizm, eşit ve özgürlük
temelinde değil, güç ve nüfuz alanına göre egemenliğin
belirlendiği, en güçlülerine göre biçim alan,
altta kalanın canının çıktığı bir sistemdir. Kapitalizmde
içsel olan eşitsiz ve dengesiz gelişim, tekelci
kapitalizm etrafında dünya kapitalist pazarın
oluşmasıyla birlikte tümden açığa çıkmış ve emperyalizmin
ana özeliklerinden biri olmuştur. Emperyalizm,
demokrasi ve özgürlük değil, baskı, hegemonya,
işgal ve gericilik eğilimidir; emperyalizm demokrasiye
değil, demokrasinin inkarına dayanır. Özetle;
nereden bakarsanız bakın, hangi sorunu ele alırsanız
alın, tüm sorunların kaynağı bu ülkede son tahlilde
emperyalizm ve yeni sömürgeciliktir.
Emperyalizmin
dışsal bir güç olarak, hegemonya kurduğu dönem
geride kalmıştır. Yeni sömürgecilik, inceltilmiş
sömürgeciliktir; yeni sömürgecilikte emperyalizm
içsel olgudur. Yani, yeni sömürgecilikte, emperyalizm
sadece askeri güçle değil, ekonomik ve siyasal
güçle de, yeni sömürge ülkenin her şeyinde vardır,
içseldir. Bugün sanayi, mali, ticari tüm ekonomik
birimlerde, emperyalist sermayenin oranı oldukça
yüksektir; ülke ekonomisini, bu emperyalist sermaye
ve yerli tekelci sermaye kontrol etmektedir. Siyasal
sistem, oligarşi ile birlikte emperyalizmin çıkarlarına
göre biçim almaktadır. Üs ve tesisler (İncirlik,
Pirinçli, en son Kürecik gibi), emperyalizmin
stratejik ve bölgesel çıkarları için kurulmuştur;
dün sosyalizme karşı kurulan bu üs ve tesisler,
bugün ortadoğu halklarına karşı, emperyalizmin
stratejik ve bölgesel hesapları için kullanılmaktadır.
Kültürel ve ideolojik yapı, emperyalizme göre
biçim almıştır; tüketim toplumu egemen kılınmış,
kapitalist pazar emperyalizmin çıkarlarına göre
biçim almış, emperyalist saldırı politikaları
için ideolojik saldırı topluma dayatılmıştır.
Her şey emperyalizm ve işbirlikçi oligarşi içindir;
özelleştirme saldırısı, ücretlerin belirlenmesi
ve dondurulması, işçi ve emekçilerin kazanımlarının
gasp edilmesi ve bu temelde bir dizi yasanın çıkarılması,
tarımın emperyalist sermayeye açılması ve çökertilmesi,
emperyalizm ve oligarşi için parlamentoda yasaların
çıkarılması vb, her şeyin arkasında emperyalizm
vardır. Özetle; sınıfsal sömürüden tutalım ülke
topraklarının emperyalist çıkarlar için kullanılmasına
kadar her konuda emperyalizm içseldir.
Bu
anlamda, sınıfsal (anti-kapitalist) mücadele ile
anti-emperyalist mücadele kopmaz bir bağla birbirine
bağlıdır. Anti-emperyalist mücadele ile anti-kapitalist
mücadele birbirinden ayrılamaz; tam tersine iç
içedir ve anti-emperyalist mücadele asıl olarak
sınıfsal zeminde yükselmektedir, yükselecektir.
Ayrıca
emperyalizmin, bölgemiz Ortadoğu ve Avrasya’ya
yönelik tarihsellik içinde güncel bir dizi yeni
saldırı politikası gündemdedir. Dün Afganistan
ve Irak’ın işgali, bugün “Arap baharı” olarak
tanımlanan hareketlerin kontrol altına alınması
ve yeni hamleler; Ortadoğu’nun stratejik sorunu
Filistin ve Kürdistan sorunun çözümsüzlüğünün
devamı ve bu temelde yeni sorunların güncelleşmesi;
bunlarla birlikte emperyalizmin Suriye ve İran
hamleleri, yeni işgal ve müdahale hazırlıkları
gündemdedir. Büyük Ortadoğu Projesi yeni bir aşamadadır;
yeni savaş, işgal, ülkelere müdahale gündemdedir.
Hem
Ortadoğudaki gelişmeler, hem de ülkemizdeki kimi
(Kürecikte yeni kurulacak füze kalkanı gibi) adımlar
emperyalizme karşı devrimci tavrı zorunlu kılmaktadır.
Ortadoğu halklarının yanında olmak, emperyalist
her saldırıda devrimci tavır almak ertelenemez
devrimci görevdir.
O
halde, sadece, açık emperyalist müdahale, savaş,
işgal değil, sınıfsal sömürüde de karşımızda emperyalizm
vardır. Bu ülkede emperyalizm tümden söküp atılmadan
hiçbir sorun çözülmez. Tüm sorunların kaynağı
emperyalizmdir.
Bundan
dolayı, emperyalizme karşı özgür ülke için ana
hedef ve taleplerimiz şunlardır;
-Özgür
ve bağımsız bir ülke için, her şeyden önce emperyalizmin
tüm egemenlik biçimine son verilmesi ve işbirlikçi
oligarşik/faşist devlet mekanizmasının tasfiye
edilip, emperyalistlerin ve oligarşinin bütün
sermaye ve mülklerine el konulması, bu topraklarda
yaşayan işçilerin, emekçilerin, halkın meşru ve
haklı talebidir.
Emperyalistlerin
ve oligarşinin tüm ekonomik kaynaklarına el koyacağız,
siyasal, sosyal, askeri, kültürel hegemonyasına
son vereceğiz!
-Biz
bu topraklar üzerinde tek bir emperyalist üs/tesis
istemiyoruz. Tanklarıyla toplarıyla her neleri
varsa onlarıyla defolup gitsinler, gidecekler,
söküp atacağız. Ortadoğu’ya ölüm kusan tek bir
uçak bu topraklardan havalanmayacak, tek bir mermi
bile bu topraklardan geçip gitmeyecek. Nerede
bir emperyalist proje varsa kuyruk sallayarak
oraya koşan, nerede bir emperyalist/Siyonist katliam
varsa orada çocukların kanına elini bulaştıran
onursuz uşaklardan bıktık artık. Başımız dik gezmek,
bu toprakların insanı olduğumuzu dünyanın her
yerinde utanmadan söylemek istiyoruz.
-Biz
emperyalistlerle ve Siyonist İsrail ile yapılmış-yapılacak
açık ya da gizli tek bir anlaşmayı bile tanımıyoruz;
tümü iptal edilmelidir, edeceğiz. TC’nin kuruluşundan
bu yana bütün emperyalist anlaşma ve sözleşmeler
hükümsüzdür. Bütün gizli anlaşmalar derhal halka
açıklanmalı ve çöp tenekesine atılmalıdır; bütün
açık ve gizli anlaşmaları halka açıklayacağız,
bunları çöp tenekesine atacağız.
-
Biz emperyalist devletler, şirketler ve onların
temsilci ve kurumları ile olan bütün anlaşmaları,
kurulan ilişki ve üyelikleri tümüyle geçersiz
ve gayrı-meşru sayıyoruz. IMF, Dünya Bankası,
NATO gibi ekonomik ya da askeri kurumların tümünün
bu topraklardan defolup gitmesini istiyoruz; defedeceğiz!
Bu anlamda yaşadığımız topraklar üzerindeki emperyalist
mülk ve işletmeler halkın malıdır, bunları kamulaştıracağız.
Bu mülklere zemin oluşturan, yabancı emperyalist
sermayeyi koruyan, teşvik eden yasaların tümü
hükümsüzdür; tümünü yok sayacağız.
-
Bizim emperyalist ülkelere, şirketlere, bankalara
ve diğer soygun şebekelerine tek bir kuruş bile
borcumuz yoktur. Tam aksine bütün bu sülüklerin
topraklarımızdan çaldıklarını geri vermeleri gerektiği
açıktır, alacağız. Bu ülkenin emekçileri, kendilerine
sorulmadan alınmış tek bir kuruş borcun bile sorumlusu
değildir. Bütün dış borçlar derhal yok sayılmalıdır,
yok sayacağız. Emperyalistlere, IMF, Dünya Bankası
gibi emperyalist kurum ve örgütlere bir kuruş
borcumuz yoktur, vermeyecek, moratoryum ilan edeceğiz.
-
Biz emperyalist hırsızların kendi aralarındaki
çıkar çatışmalarının aleti olmak ve bu soygunculardan
bazılarını tercih etmek zorunda da değiliz. Zaman
zaman kendisine “solcu” diyenlerin de uydurduğu
“Avrupa Birliği” ve “demokrasi” yalanlarının tümüne
karnımız tok! Kanımızı, iliğimizi sömüren emperyalist
güçlerden herhangi birine değil tümüne karşı mücadele
ediyoruz. İstisna tanımaksızın bütün emperyalist
ilişkilerin kesilmesini ve bütün kurum ve kuruluşlarıyla
bu topraklardan defedilmelerini istiyoruz, bunu
kendi ellerimizle yapmak boynumuzun borcudur.
-
Biz emperyalistlere yaltaklanmak isteyen uşak
ruhlu yöneticilerin bölgemizde alet olduğu tüm
sömürgeci, işgalci politikalardan geri dönülmesini
istiyoruz. Bu politikalar ne gibi kılıflarla örtülürse
örtülsün tümü halk düşmanlığıdır; bunu açıkça
ilan ediyoruz, halklara karşı işlenen bu suçların
hesabını soracağız. Başta Siyonist İsrail olmak
üzere Ortadoğu ve Kafkasların kasap, işbirlikçi
yöneticileri ve diktatörleri ile kurulan bütün
kirli ilişkilerin sona erdirilmesini, yalnızca
ve yalnızca ezilen emekçi halkların iradesinin
temel alınmasını istiyoruz. Coğrafyamız üzerindeki
tüm ulus ve halklarla eşitlik ve özgürlük temelinde,
kardeşçe ilişkilerden başkasını kabul etmiyoruz,
etmeyeceğiz.
-
Bu bağlamda bir kumarhane ve kirli işler bataklığı
haline getirilen Kıbrıs’taki işgalin de sona erdirilmesini
ve bütün emperyalist güçlerin adadan defedilerek
Kıbrıs halklarının, Türk ve Rum halkının kardeşliği
ve birliği temelinde kendi yaşamlarını kurmalarına
savunuyoruz, özgür, bağımsız ve sosyalist bir
Kıbrıs mücadelesini destekliyoruz.
-
Emperyalizmin ekonomik, siyasal, sosyal, askeri,
kültürel tüm egemenlik biçimlerini, bu egemenlik
biçimlerin kaynaklarını yok edeceğiz, komşu halklar
başta olmak üzere, tüm dünya halklarıyla eşit,
özgür ve kardeşçe ilişkiler kuracak, emperyalizmin
yeryüzünden silinmesi, eşit, özgür ve sosyalist
bir dünyanın inşası için savaşacağız.
Özgür
ve bağımsız bir ülkenin güvencesi Devrimci Halk
İktidarıdır. Özgür ve bağımsız ülke için işçilerin,
emekçilerin, halkın iktidarını kuracağız!
Güncel
ve dönemsel her gelişmeye tavır almak; bu tavırları
stratejik hedef olan “Özgür Ülke” şiarıyla birleştirmek
doğru devrimci taktiktir. Bu ana hedef ve talepler
için dövüşüyoruz!
Faşizme
Ve AKP Saldırılarına Karşı
Halk
İçin Demokrasi
B)
Faşizm, yeni sömürgecilik üzerinde biçim alan
devlet biçimidir; emperyalizm ve yerli tekelci
sermayeye dayanmaktadır. İçsel olgu olan emperyalizm
ve yeni sömürgecilik, bu toplumsal-siyasal zemin
büyük bir değişim içinde olmadan, faşizm yok olmaz.
Faşizm süreklidir; farklı dönemlerde farklı biçimler
alan faşizm, bugün AKP eliyle “yeniden yapılanma”
adı altında, emperyalizm ve yerli tekelci sermayenin
ihtiyaçları temelinde yeni bir kurumsallaşma içindedir.
Oligarşi
içi çelişki ve çatışmada oligarşinin çeşitli kesimleri
“demokrasi” söylemini sık sık kullanmaktadır.
Ancak burjuvazi sınıfsal olarak demokratik hiçbir
özelliğe sahip değildir, tam tersine doğuşundan
bu yana, işbirlikçi, ırkçı, şövenisttir. Bu anlamda
burjuvaziden, oligarşiden ve onun partilerinden,
AKP, CHP, MHP ve diğer burjuva partiler yada bu
ülkenin asıl “kurucu partisi” Genelkurmaylık gibi
kurumlarından demokrasi beklemek saçmadır; ne
sınıfsal ne de kurumsal olarak oligarşinin, bu
kesimlerin demokrasi ile uzaktan yakından ilişkisi
yoktur. Tümü işçi sınıfı ve halk karşısında gerici
ve halk düşmanıdır.
AKP,
bugün burjuvazinin en örgütlü kesimini temsil
etmektedir. AKP, emperyalizmle iç içe, hem Ortadoğu
halklarına karşı, hem de işçi ve emekçi sınıflara,
halka karşı yeni bir saldırı politikasını dayatmaktadır.
Neo-liberalizm ile demokrasi yan yana olmaz; tam
tersine neo-liberal sömürü demokrasinin inkarı
üzerinde gelişir. Son 30 yıl, neo-liberal sömürü
üzerinden faşizmin çeşitli biçimlerde sürekliliğinin
tarihidir; neo-liberalizm sömürü özgürlüğünü savunur,
halkın özgürlüğünü değil. AKP, bu 30 yıllık, 24
Ocak ve 12 Eylül faşizmin devamı üzerinde biçim
alan yeni-sağ partidir. Neo-liberal sömürüde ısrar
eden, savunan ve örgütleyen AKP, “demokrasi” kavramını
kullanarak demokratik hak ve talepleri yok saymaktadır.
Sadece işçi ve emekçilerin ekmeğini elinden almıyor;
eğitim, barınma, sağlık, çevre gibi her alanda
insanca yaşam haklarını yok sayıyor, dahası koyu
bir baskı-terör politikası izliyor ve halkı teslim
almaya çalışıyor.
Halka,
devrimci ve sol güçlere karşı yürütülen bu saldırıda
sadece AKP değil, tüm burjuva partiler suçludur.
Bu anlamda, tüm burjuva partilerine cepheden tavır
almayan, oligarşi içi çelişkiden “demokrasi” bekleyen
her anlayış, sınıf mücadelesinde “yedek güç” olmaktan
kurtulamaz. Nitekim çeşitli (referandum, Ergenekon
gibi) süreçlerde, bunun örnekleri sık sık yaşanmaktadır.
O halde bu saldırı programına cepheden tavır almak,
bu çizgide bir direniş örgütlemek günün devrimci
görevleri arasındadır. Halk gasplarından devrimci
harekete kadar uzanan bu saldırılara karşı ortak
bir direniş örgütlemek, bunun sokakta sesi olmak
ertelenemez.
Bu
direnişte, bu mücadelede halk için demokrasi stratejik
hedeftir; bu hedefe ulaşmak için güncel taleplerin
sesi olmak, demokrasi kavgasını büyütmek, AKP’nin
saldırılarına karşı barikat olmak görevimizdir.
Direneceğiz ve faşizmin bu saldırılarını püskürteceğiz!
Halk
demokrasisi için şu hedef ve talepler için mücadele
ediyoruz;
-
Yaşadığımız topraklarda baskı ve zulmün en önemli
odak noktalarından biri olan, parlamenter örtülerin
arkasındaki varlığıyla bugünkü sömürü düzeninin
devamı için faaliyet gösteren Milli Güvenlik Kurulu
ve birçoğu 12 Eylül Cuntası tarafından kurumlaştırılmış
olan bütün diğer komplo merkezlerinin derhal dağıtılmasını
istiyoruz. Örtülü Ödenek’ten Özel Harp Dairesi’ne
ve zaman içinde sık sık isim değiştirerek varlığını
sürdüren MİT, JİTEM, Kontr-gerilla vb. örgütlerine
dek bütün yapılanmaları, gizli açık bütün devlet
terörü aygıtları ortadan kaldırılmalı, bu aygıtlar
tarafından örgütlenmiş bulunan sivil görünümlü
ırkçı-faşist çeteler yok edilmelidir. Ayrıca bu
çetelerin ve komplo aygıtlarının bugüne kadarki
suçlarının tespit edilerek cezalandırılması için
özel bir “halk komisyonu” kurulmalı, halka karşı
suç işlemiş bütün kişi ve kurumlar cezalandırılmalıdır.
-
Son altmış yılda örgütlenmesinden eğitimine dek
tümüyle emperyalist amaçlara uygun olarak biçimlendirilen,
en üstten en alta dek ABD/NATO tezgahında yeniden
yaratılan ve ABD emperyalizminin istekleri doğrultusunda
holdingleştirilerek dünya kapitalizminin çıkarlarına
bağlanan ordu mekanizmasının tasfiye edilmesini,
yerine işçilerin, emekçilerin, halkın doğrudan
silahlanması anlamına gelen halkın demokratik
ordusunun inşa edilmesini istiyoruz.
-Ülkeyi
savunma onuru kadın-erkek bütün yurttaşlar için
hak ve görevdir. Halk ordusu bu anlayışla düzenlenecek
ve yalnızca halkın çıkarlarına bağlı kalacaktır.
Halkın silahlı gücü inşa edilirken, mevcut orduya
ait bütün ticari, sanayi finansal vb. kurumlar
halk meclislerine devredilecek, ordu mensuplarına
sosyal, siyasal, mali ayrıcalık sağlayan bütün
kurumlar dağıtılacak, orduyu ezilen halk kitlelerinden
ayıran her türlü statü, imtiyaz vb. derhal ortadan
kaldırılacaktır. Halk ordusunun her kademesi doğrudan
yargılanabilir ve şeffaf hale getirilecektir.
Ayrıca ordu birliklerinin her türlü siyasal, kültürel,
sportif faaliyete ve bizzat üretime katılması
sağlanacaktır.
-
Emperyalizmin ve işbirlikçilerinin sokaktaki hücum
kıtası ve baskı-işkence örgütü olarak görev yapan
polis teşkilatı derhal ortadan kaldırılmalı, onun
yerine halkın kendi seçtiği ve silahlandırdığı
halk savunma gücü oluşmalıdır. Polis teşkilatını
dağıtacağız, halk savunma gücünü oluşturacağız.
Hiçbir özel ayrıcalık ve sosyal statüye sahip
olmayan, her durumda yargılanabilir olan ve doğrudan
yerel halk yönetimlerinin denetiminde çalışan
bu demokratik kolluk gücünün, üretim başta olmak
üzere her türlü siyasal, kültürel etkinliğin bir
parçası olması sağlanacaktır.
-
Hali hazırda siyasal iktidarların ve egemen/sömürücü
güçlerin oyuncağı haline gelmiş bulunan mevcut
adli mekanizma, “hakim ve savcılar yüksek kurulu”
gibi kurumlar tasfiye edilecek ve bunun yerine
üyeleri halk tarafından seçilen yeni bir demokratik
adli sistem kurulacaktır. Bu doğrultuda bütün
ceza yasaları ve toplumsal hayata dair bütün hukuksal
metinler yeniden oluşturulacak, emekçi halkın,
kadınların, gençlerin ve çocukların haklarını
esas alan, bütün ırkçı, şoven, erkek-egemen anlayışları
dışlayan yeni bir hukuk sistemi yaratılacaktır.
Mülk sistemini değil, esas olarak insanın bütünsel
varlığını gözeten yasalar, açık ve herkesin anlayabileceği
yalınlığa kavuşturulacak, yargılama usulleri sadeleştirilerek
her yurttaşın anlayabileceği bir hale getirilecektir.
İnsanlığın yüzlerce yıllık birikiminin ürünü olan
en temel hukuk (savunma hakkı, masumiyet ilkesi,
açık yargılama, susma hakkı, özel yaşamı koruma,
konut dokunulmazlığı, seyahat özgürlüğü vb. gibi)
normları açıkça benimsenecek, yasalar karşısında
siyasal yöneticilerin ve devlet görevlilerinin
özel konumları yok edilecektir.
-
İşkence ve idam cezası kesin biçimde tarihe gömülecektir.
F Tipi hapishanelerden başlayarak bütün mevcut
hapishane sistemini tasfiye edilecek, demokratik
bir hapishane sistemi kurulacak ve bu sistemi
nihai olarak da tümüyle ortadan kaldıran bir politika
izlenecektir. Bunu yapacağız.
-
Böyle bir demokrasi için ister 12 Eylül Cuntası
tarafından dayatılmış olan mevcut anayasa, isterse
“sivil” görünümler altında sömürü düzenini devam
ettiren, faşist mengeneyi daha da sağlamlaştıran
“yeni” anayasalar olsun, tümünü feshedecek, onlara
bağlı olarak yürürlüğe sokulmuş olan bütün yasalar
ve yaratılmış kurumlaşmaları ortadan kaldıracağız.
-
Derhal işçilerin, yoksul köylülerin ve emekçi
halkın çıkarlarını eksen alan, halk demokrasisinin
temelini oluşturan halk anayasası hazırlanacaktır.
Halk anayasası, tüm halkın katıldığı tartışma
ve karar sürecinin sonunda oluşacaktır. Halk anayasası,
işbirlikçi patronlar, neo-liberal soyguncular,
faşist, ırkçı ve şeriatçı çeteler dışındaki tüm
kesimlere tam bir düşünce ve örgütlenme özgürlüğü
tanıyacak, sendikal, siyasal, kültürel vb. bütün
temel hak ve özgürlükleri güvence altına alacaktır.
-
Bu temelde işçi, kadın, gençlik örgütleri böyle
bir demokrasinin temel katılımcı organları olacak,
ulusların, ulusal toplulukların, dinsel ve kültürel
kimlik sahiplerinin tüm demokratik hakları korunup
güvence altına alınacak, özgürce kendilerini ifade
etmeleri sağlanacaktır. Diller ve dini inanışlar
ile ilgili bütün yasaklar ya da ayrıcalıklar ortadan
kaldırılacak, buna hizmet eden devlet organları
(Diyanet, vb.) dağıtılacaktır.
-
Bu doğrultuda, basın özgürlüğü, düşünce özgürlüğünün
bir parçası olarak garanti altına alınacak; emperyalist
propaganda, kapitalist sömürü düzeninin övülmesi,
şovenizm, başka halkları, dilleri, inançları ve
kadınları aşağılamak, pornografi vb. gibi durumlar
dışında basına herhangi bir sınırlama konulmayacaktır.
Basın ve medya kuruluşlarının tek mali kaynağının
okurlar olması ilkesi kesin olarak uygulanacak,
bu bağlamda uluslar arası vakıflar, fonlar, şirketler
gibi kuruluşların yazılı ve görsel basına elini
uzatması kesinlikle engellenecektir.
-Bilimi
köleleştirmek ve gençliğin devrimci gelişimini
sakatlamak için özel olarak tasarlanan YÖK gibi
cunta artığı kurumların derhal ortadan kaldırılmasını,
onun yerine bütün öğrenci ve öğretim üyelerinin
katıldığı “üniversite meclisleri” oluşacak; bu
temelde demokratik katılımını esas alan demokratik
halk üniversiteleri sistemi kurulacaktır.
-
Halka karşı işlenen tüm suçlar, katliam ve darbeler
açığa çıkarılacak, sorumluları halka açık mahkemelerde
hesap verecek.
Bu
hedef ve talepler için dövüşüyoruz! AKP’nin saldırılarını
bu hedef ve taleplerle birleştirerek püskürteceğiz!
Kürt
Sorunun Çözümü
Kürt
Ulusunun Özgürlüğünden Geçer!
C)
Biz, resmi tarihin, emperyalist ve sömürgeci güçlerin
çizmiş olduğu sınırlara değil, halkların gerçeğine
bağlıyız. Bundan dolayı, Kürtler bir ulus, Kürdistan
ise Kürtler ve çeşitli halkların yaşadığı bir
ülkedir. Kürt ulusunun özgürlük talepleri haklı
ve meşrudur. Bugün bu talepler, emperyalizm ve
AKP elinde yeni bir özel savaş konsepti ile bastırılmak
istenmektedir.
Kürt
sorunu hem tarihsel hem de güncel, yakıcı, demokrasi
mücadelesinin en önemli (tek değil) sorunudur.
Tek bir gün yok ki, Kürt ulusunun özgürlük sorunu,
demokrasi mücadelesinin bir parçası olarak siyasal
gündemden uzak olsun. AKP ve emperyalizmin “demokratik
açılım” projesi bir tasfiye projesidir ve bu tasfiye
projesi iflas edeli çok oldu ve yerini sömürge
savaşında ısrar aldı. Bu tasfiye dayatmasına karşı
geliştirilen “demokratik özerklik” projesi ise
Kürt ulusu tarafından benimsendi, giderek maddi
bir güce dönüştü. Buna karşı, AKP ve emperyalizm
ise, seçim sonrası yeni bir özel savaşı Kürt ulusuna
ve onun öncü güçlerine dayattı; imha ve inkar
yeniden en inceltilmiş biçimde gündemleşti, özel
savaşın taktikleri güncelleşti, Kürt ulusuna “demokrasi”
değil “savaş ve ölüm” hak görüldü. Kazan vadisinden
Uludere’ye kadar, sömürge savaşı yeni katliamlarla
Kürt ulusuna dayatıldı, “KCK operasyonları” adı
altında binlerce yurtsever tutuklandı, zindanlara
kapatıldı. Kürt ulusunun önüne tek seçenek koymak
istediler; iradeni teslim et! Buna karşı ise direniş
meşrudur, haktır, Kürt ulusu ve öncü güçleri bu
hakkı kullanmaktadır.
“Ezilen
ulus özgür olmadan ezen ulus özgür olamaz”; bu
şiar sadece enternasyonal değil, güncel her somut
gelişmede de son derece anlamlı bir şiardır. Kürt
ulusunun özgürlüğü, bu temelde haklı ve meşru
talepleri yanında olmadan, Kürt ulusunun özgürlük
kavgasına ezen ulus emekçileri tarafından katkı
sunulmadan, Türkiye halklarının bağımsızlık, demokrasi
ve sosyalizm kavgası büyümez. Bu ilişki mekanik
değil diyalektik bir ilişkidir ve tarihsel, güncel
her gelişme tarafından onanmıştır. Bu coğrafyada
“iki ülke-iki devrim” ve tarihsel ve toplumsal
gelişmelere bağlı olarak, adeta iki ülke devriminin
kaderini birbirine bağlama gerçeği vardır.
Bu
noktada, tarihsel ve güncel gelişmelerle bağlı
olarak, bu aşamada iki ülke devrimi arasındaki
enternasyonal köprü zayıftır yada sürecin ihtiyaçlarından
uzaktır. Kürt ulusuna imha ve inkar dayatılırken,
emperyalizm ve sömürgeci oligarşi tüm imkan ve
gücünü yurtsever hareketin tecridi için kullanırken,
biz kendi dar gündemimiz içinde hapis olamayız.
O halde bu ana eksende ortak bir direniş ve dayanışma
çizgisi oluşturmak iki ülke devrimine çok şey
kazandıracaktır.
O
halde halk için demokrasi kavgasında Kürt ulusu
ile yan yana, birleşik bir kavga yürütmek görevimizdir.
Bu
mücadelede ana hedef ve taleplerimiz şunlardır;
-
Kürt ulusunun kendi kaderini kendisinin tayin
etmesi/belirlemesi ilkesi (ayrı devlet kurma hakkı)
derhal kabul edilmeli ve açıkça ilan edilmelidir.
Bu hakkın nasıl kullanılacağı konusuna karar verecek
olan, kuşkusuz Kürt ulusunun kendisidir; demokrasinin
gereği ise hiçbir ön şart ileri sürmeden bunun
koşullarını yaratmak ve ulusal demokratik hakların
önündeki tüm engelleri ortadan kaldırmaktır.
-
Dolayısıyla, bu hakkın kullanılmasını zorla engelleyen
ve bu doğrultuda kirli bir savaş yürüten bütün
politikalara son vermek, baskı kurumlarını ( işgal,
devletin bir dizi örgütü, özel tim, koruculuk
gibi) dağıtmak, yaşadığımız coğrafyanın tümünde
tam bir özgürlük ortamı yaratmak, her türlü ırkçı
ve şovenist politika ve düşmanlıkların önünü kesmek,
açık ve somut bir görevdir.
-
Kürt ulusu başta olmak üzere, diğer tüm ulusal
topluluklar (Ermeni, Rum, Laz, Arap, Çerkez ve
diğerleri) için, ulusal değer ve kültürlerinin
korunmasında, bu değer ve kültürlerin yayılmasında
tam bir özgürlük sağlanmalı; bu çerçevede, dil,
okul, basın yayın ve kültürel haklarının geliştirilmesi
ve örgütlenme özgürlüğü ortamı yaratılmalıdır.
Ulusal ve dinsel her türlü ayrıcalık ve sınırlama
kaldırılmalı; tarihsel haksızlıklar ve soykırımlar
için özür dilenmelidir.
-
Kürt halkının uyanışını bastırabilmek için emperyalist
yardımlarla kurulmuş bulunan “koruculuk” , “özel
tim” başta olmak üzere bütün cinayet ve zorbalık
çeteleri dağıtılmalı, Kürt coğrafyasında yaşanan
katliam ve kayıpların hesabı sorulmalıdır. Öte
yandan yalnızca son süreçte değil, tarih boyunca
hem Kürt ulusuna, hem de diğer ulusal azınlıklara
ve dini inanç sahiplerine karşı işlenen insanlık
suçları açığa çıkarılmalı, siyasi ve fiziki sorumluları
yargılanarak en ağır cezalara çarptırılmalıdır.
Kendi
kaderini tayin hakkı, yani bağımsız devlet kurma
hakkı, Kürt ulusunun en doğal hakkıdır. Bu hak
garanti altına alınmadan ve Kürt ulusunun özgürlük
talepleri tam karşılanmadan, eşit ve özgür ilişkiler
kurulamaz. Bu hakları ancak halk demokrasi garanti
altına alır. Bu hedef ve talepler için dövüşüyoruz!
Bu
Kavga Devrimci Kurtuluş Kavgasıdır
Türkiye
devriminin stratejik hedefi anti-emperyalist anti-oligarşik
halk devrimidir. Bu devrim, demokratik ve sosyalist
görevleri birlikte ele alacak, bu ülkeden emperyalizmi
tümden söküp atacak, faşizmi/oligarşiyi yıkacak
ve yerine halkın iktidarını/ demokrasisini kuracaktır.
Bu hedefe birden, aniden, bir veya birkaç adımda
ulaşılamaz. Devrim, uzun ve zorlu bir yürüyüştür;
bir dizi aşamadan geçerek, kimi zaman ilerleyip
kimi zaman gerileyerek zafere ulaşacaktır. Türkiye
devriminin yolu, uzun süreli ve birleşik bir savaş,
yani politikleşmiş askeri savaştır.
Politik
kampanya, stratejik bir bakış açısı ile dönemsel
ve güncel sürece devrim cephesinde yanıt üretmek
için örgütlenir. Bu açıdan, özgürlük ve demokrasi
için mücadele kampanyası, devrimci sosyalizmin
stratejik hedefleri temelinde, dönemsel ve güncel
sürece kendi cephemizden yanıt için örgütlenmektedir.
Güncel
ve dönemsel her gelişme kendine özgü talepleri
öne çıkarır; ancak bu noktada kalmak, kendimizi
bununla sınırlamak mümkün değildir. Stratejik
hedeflerle sıkı bağ kurmayan günlük talepler kısır
kalır; günlük talepleri yok saymak ve stratejik
hedeflerle yetinmek ise somut ile bağ kurmaktan
uzaktır. Bu diyalektik bağı kuramayan her anlayış
eksik ve hatalıdır; biri “sol”, diğeri “sağ” kapıya
açılır. Devrimci sosyalizm kendi yolunda kendi
anlayışı ile yürür; devrimci sosyalizmin yolu
“sol” ve “sağ” dönemeçlere/kapılara kapalıdır.
Hiçbir
politik kampanya, mekanik ve statik ele alınamaz;
tam tersine dinamik, verimli ve yaratıcı ele alınmak
zorundadır. Bu özlü tanımlama/çıkarım “özgürlük
ve demokrasi için mücadele” kampanyamız için de
geçerlidir. Dinamik ve sürece yanıt olmak, hem
politik kampanyayı en verimli örgütlemek hem de
yoğun gündemleri içeren süreçte, politik kampanya
ile uzak yakın yada tümden bunun dışında her gelişmeye
karşı uyanık olmak, buna uygun devrimci tavır
içinde olmak demektir. Dinamik ve sürece yanıt
olmak, tüm alan ve sorunların özgün yanını görmek,
bu temelde inisiyatifli, yaratıcı olmak demektir.
Bu diyalektik bağ kurulamaz yada yeteri kadar
kurulamazsa, politik kampanya amacına ulaşmaz.
Politik
kampanya, sadece “politik tutum/ tavır” ile yetinmez,
bununla birlikte, tüm güçlerin seferber olması,
her alanın özgünlüğünü atlamadan, politik kampanyanın
etrafında saf tutulması, bu kampanyanın hedef
ve talepleri için birleşik bir mücadele hattının
örgütlenmesini içerir. Bunun için, tüm güçler
ortak şiarlar etrafında kampanyaya güç vermek,
onun bir parçası olmak zorundadır.
Sanılanın
aksine, politik kampanyanın başarısı, sadece örgütlü
güçlere bağlı değildir; örgütlü güçler böylesi
politik kampanyada “merkez”de yer alır, lokomotif
olur, ama bununla birlikte çevre ve sıradan insanlarında
politik kampanyanın parçası olması başarının ölçüsüdür.
Tamda bundan dolayı, sadece örgütlü güçlerimiz
değil, özgürlük ve demokrasi için mücadele kampanyası
için, bu hedef ve talepler ile kendini birleştiren,
bunun için mücadele eden her işçi, emekçi, kadın,
genç bu kampanyanın parçası olmalıdır. Çevre ilişkilerimiz,
sıradan emekçiler ne kadar politik kampanyamız
ile bağ kurarsa o kadar verimli, yaratıcı ve amacına
ulaşan bir kampanya örgütlemiş olacağız.
Peki
Bu Güçleri Nasıl Birleştireceğiz?
Sadece
politik kampanyanın şiarlarını belirlemek, doğru
biçimde stratejik hedefler ile dönemsel ve güncel
talepleri formüle etmek yeter mi? Hayır, yetmez.
Bir kampanya için çağrı yapmak yeterli mi? Hayır,
yeterli değil. Politik kampanya için doğru formül,
strateji ile güncel olan arasında doğru ilişki
ve çağrı yapmak zorunludur. Tüm bu bağı kurup,
formüle edip çağrı yapmak politik kampanyanın
başlangıcı ve nispeten kolay olanıdır. Çağrı,
örgütlü yapıya olduğu kadar, işçi ve emekçilere,
tüm ezilenlere de yapılır. Ama çağrılarla ne bir
kampanya ne de sıradan devrimci bir mücadele örgütlenebilir.
O halde, kampanya sürecinde, bu hedef ve talepler
için, bire bir ilişki kurmak, yaygın propaganda
ve ajitasyon örgütlemek, bizzat insanlar ile yaşam
ve mücadele alanlarında ilişki kurmak zorunludur.
Bunun
kadar önemli olan ise üslup ve tarzdır. İçe kapanan,
dar bir dünyada sınırlı insanla ilişki kuran,
“teorik açıklama” ile “büyük siyaset” yapan ama
sıradan insanla bağ kuramayan, sekter, insanları
ötekileştiren vb tarz ile bir santim adım atılamaz.
Sadece örgütlü güçleri değil, halkı örgütlemenin
yolu, doğru ve devrimci bir tarzdan geçer. Birleştiren,
emek veren, özü ve sözü bir, iç tutarlılığı olan,
direnen, örnek olan, kapsayıcı vb bir tarz sadece
örgütlü güçleri değil, çevre ilişkilerin, sıradan
insanların politik kampanyanın etrafında saf tutmasını
sağlar. Bunu her süreçten daha sıkı bu süreçte
dikkatli örgütlemeliyiz; kendimizi ve çevremizi
bu temelde değiştirmeliyiz.
Sol
ve devrimci harekete sinen, onun bir karakteristik
özeliği olan “mevcut olan ile yetinme” ve “emekçi
özelliğin yitimi” maalesef devrimci sosyalizmi
de içine almıştır. Bırakalım bir politik kampanyayı,
sıradan bir dernek çalışması bile, bugün yoğun
bir emek, sınırları zorlayan bir tempo ile başarılabilmektedir.
Birçok süreç ve derste bu sonucu doğrulamaktadır.
Ne
sürecimiz ne de özgürlük ve demokrasi için mücadele
kampanyası için, sınırlı ve rutini aşmayan bir
eylem ve çalışma temposu ihtiyacımız değildir;
böylesi bir tarzı mahkum ediyoruz. Bugünün ihtiyacı,
“hücum ruhunu” donanmak ve sınırlarını zorlayan
bir çalışma temposu içinde, sınırları zorlayan
eylem biçimleriyle süreçte yer almaktır.
Devrimci
sosyalizm için yasallık değil meşruluk önemlidir.
Bu anlamda, ne olursa olsun bizim için halka zarar
vermemek ilkedir; halka zarar vermeyen her meşru
araç meşrudur ve politik kampanyamızın parçası
olacaktır. Bu açıdan meşru her eylem haktır. Bundan
dolayı, sınırları zorlayan, rutini aşan, meşru,
sokağa dönük bir çizgide, bu devrimci ruh ve tarz
ile kendimizi örgütlemeli, mücadeleyi yoğunlaştırmalı
ve sürece yanıt olmalıyız.
Devrimci
sosyalizmin içe kapanma taktiği yoktur. Tam tersine
adım adım, kontrollü ve sağlam basarak dışa açılma,
bir yandan kendi “ev içini” iç devrimle sağlamlaştırma,
diğer yandan adım adım dışa, kitlelere açılma
bu sürecin taktiğidir. O halde “güçleri dağıtmak”
değil, “güçleri belirli merkezlerde toplayarak,
en etkin, sonuç alıcı” bir tarzı hakim kılmak
zorunludur. Bir yandan örgütsel yapıyı sağlamlaştırmak
diğer yandan politik süreci zorlamak, buradan
adım adım bir alan oluşturmak, bu politik kampanyanın
amaçları arasındadır.
Bir
Adım, Bir Adım Daha Öne
Emek
ve örgütlenme seferberliği ile özgürlük ve demokrasi
için mücadele kampanyası iç içedir. Her iki kampanyanın
kazanımı devrimci sosyalizme güç verecektir. Bu
kazanım ne kadar gelişkin olursa devrimci sosyalizm
o kadar güçlenecek, bu taktiksel süreci kazanacaktır.
Uzun
devrim yürüyüşünde bu süreç ve kampanyalarımız
sadece bir adımdır. Bu adımın/ sürecin kazanımı
için devrimci sosyalizm tüm yoldaşlardan “hücum
ruhunu” donanarak bir adım öne çıkmasını istemektedir.
Bir
adım, bir adım daha!
YA
ÖZGÜR VATAN, YA ÖLÜM!
KAHROLSUN
FAŞİZM
YAŞASIN
MÜCADELEMİZ!
|