Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 

 

F. Hançer

       A) SORUNUN ÖNEMİ

       İç devrim kavramı son zamanlarda devrimci sosyalizmin literatüründe daha fazla yer almaktadır. Hiç şüphesiz bu durum ya da bu kavramı daha sık ifade etmemiz, ne tesadüftür, ne de yeni bir kavram arayışını ifade eder. Tam tersine, bu kavram, iç devrim kavramı “yeni” olmadığı gibi, bu kavram ve içeriğine yönelik kimi ifadeler bilinçli bir tercihin ürünüdür. Bu durumun birçok nedeni vardır.

       Özetle ifade etmek gerekirse;
       1)Dünya ölçeğinde sosyalist hareketin yaşadığı ideolojik, politik, örgütsel, kültürel boyutları olan kriz hala aşılmış değildir.
       Bir yandan, ABD emperyalizmi öncülüğünde kapitalist-emperyalist sistem, bir türlü 1970 sonrası içine girmiş olduğu krizden kurtulamamış, tam tersine bu krize karşı geliştirilen neo-liberal sömürünün sınır tanımaz hali ve reel sosyalizmin çözülmesine rağmen kriz derinleşmiştir. Diğer yandan kapitalist-emperyalist sistemin yaşadığı bu kriz yeni devrimci gelişimlere de yol açmamıştır. Bundan bu süreçte Nikaragua, Nepal gibi ülkelerde yaşananları yok saydığımız anlaşılmasın. Kaba materyalizmin etkisinden kurtulamamış birçok sosyalist akıma göre “kriz” ile “devrimci durum” arasında doğrudan bir ilişki vardır; ancak bu nesnelliğe rağmen öznel nedenlerden kaynaklı olarak, kapitalist-emperyalist sistemi tümden sarsan kriz ve krizlerin ard arda gelmesi, devrimlere yol açmamıştır. Neo-liberal sömürü kapitalizmin sınırları hakkında bir fikir vermektedir; ancak buna rağmen kapitalizm esner. Bu “esneme” devrimlerin güncelliğine gölge düşürmez. Yeni bunalım dönemin nesnel tablosu şimdilik budur.
       Hiç şüphesiz üretici güçlerin ulaşmış olduğu evre, bu dönemde emperyalist çağın tüm çelişkilerinin yeniden biçim kazanması ve derinleşmesi, neo-liberal sömürü ve kapitalizmin yaşadığı krizin, kapitalizmin kendi sınırları, esneme payı olsa da, tüketmiş olması, sadece devrimler için nesnel koşulları ortaya çıkarmıyor, sosyalizm için de nesnel koşulları her dönemden daha fazla olgunlaştırıyor. Bir yandan, kapitalizm için iç “patlayıcı maddeleri” biriktiriyor; ancak bu “patlayıcı maddeler” devrimlere yol açmıyor; öte yandan sosyalizm için daha olgun bir dönem yaşanıyor, ama tarihim paradoksu sosyalizm için öncü güçler zayıf konumda bulunuyor. Böylesi bir tablo gridir.
       Kapitalizmde içsel olan eşitsiz ve dengesiz gelişim, emperyalizm aşamasında tümden açığa çıkmıştır; bu yasa işliyor, emperyalist güçler yeni bir hegemonya mücadelesi içinde kutuplaşıyor, aralarındaki çelişki büyüyor. En büyük korku, hala komünizmdir. Bundan dolayı, işçi sınıfı ve halkların mücadelesini zayıflatmak, kontrol altına almak için ekonomik ve aslolarak da ideolojik-politik saldırılar devam ediyor. Bu basınç altında devrimler mayalanıyor.
       2) Türkiye devrimi uzun yıllar kriz yaşamaktadır ve bu krizi aşamamıştır.
       Sosyalist hareketin yaşamış olduğu evrensel kriz, 1990’lı yıllarda tümden açığa çıkmış ve Türkiye devrimine doğrudan yansımıştır. Sadece bu değil. Aynı zamanda bu süreç, Türkiye devrimin yaşamış olduğu yenilgi ve kriz süreci ile birlikte, üst üste yaşanmıştır. Böylece, dünya ölçeğinde sosyalizmin yaşadığı kriz dinamikleriyle Türkiye devrimine özgü kriz dinamikleri üst üste düşmüştür. Bu basınç altında Türkiye devrimi son 30 yılda devrimci sıçramayı gerçekleştirememiştir.
       Türkiye devrimin yaşadığı kriz asli olarak kendi içsel zayıflıklarından kaynaklıdır. 12 Eylül yenilgisini bir tarihsel dönem olarak tanımlarsak, 30 yılda görülen tablo ise, daha çok örgütsel toparlanma ve sınırlı politik canlanma üzerinden, yeniden geriye düşüş/gerileme olarak ortaya çıkmıştır. Hiç şüphesiz bu genel ve özel basıncı kırmak için devrimci çaba ve girişimler vardır. Ancak her bir çabayı tek tek ele aldığımızda görülecek ki, ya bütünsel bir yenilenme eyleminden uzaktır, ya da bu yöndeki çabaların yetersizliği söz konusudur.
       Sınıf mücadelesinin bir dizi ağır sorunu çözüm beklerken, Türkiye devrimi için de mevcut tablo gridir.
       3) Devrimci sosyalizm bu kriz sürecini cepheden karşı koyamamış; krizi aşan değil, krizin parçası olmuştur.
       Yukarıda iki ana başlıkta ele aldığımız, “sosyalist hareketin evrensel krizi” ile “ Türkiye devrimin yaşadığı kriz”, hiç uzağa gitmeye gerek yok, en açık ve çarpıcı biçimde devrimci sosyalizmde açığa çıkıyor. Bu genel ve ülke devrimine özgü kriz dinamikleri, devrimci sosyalizmin yaşadığı kısmi toparlanma- gerileme ilişkisi içinde iç çözülmelere kadar uzanan bir tabloyu ortaya çıkarıyor.
       Özetle bu üç ana başlıkta biriken kriz dinamikleri bütünsel devrimci yenilenme eyleminin önemini bir kez daha açığa çıkarıyor. İdeolojik alanda, Marksizm-Leninizm’in yeniden üretimi; örgütsel alanda içinde bulunduğumuz tarihsel sürecin devrimci partisinin inşası ve politik alanda Türkiye devrimin yol haritası temelinde devrimci atılım; işte kriz sürecinden devrimci çıkış bunlara bağlıdır. Birbirinden kopmaz bağla bağlı olan bu bütünsel yenilenme eylemi, tüm bu kriz dinamiklerine karşı başkaldırıdır. Birden, bir çırpıda, bir hamlede bu başkaldırı somutluk kazanmaz; kapsamlı, çok yönlü, sabırlı, ısrarlı, ilerleyen ve gerileyen bir hat üzerinden bu örgütlenir ve iradi olarak bu süreç aşılır.
       Burada basit bir hareketin örgütlenmesinden bahsetmiyoruz; burada, tüm bu karmaşa ve kaos içinde, devrimci saflığı korumak, buradan, bu basınca karşı kurumlaşmış bir devrimci hareketten bahsediyoruz, bunu hedefliyoruz.
       Tarih ve sınıf mücadelesi, nesnel ve öznel olandan hareket eder. Hiç bir devrimci hareket, toplumdan, sınıf mücadelesinin ağır sorunlarından, yaşanan tarihsel dönemin nesnel ve öznel koşullarından ayrı, soyut, kitabi bir yerden örgütlenmez.
       Bugün devrimci sosyalizm, yukarıda sadece özetle ifade ettiğimiz kriz dinamiklerine karşı, öncelikle kendi evinin içini temizlemeyi, kendinden başlayarak, işçi sınıfını, halkı, tüm ezilenleri, uzun süreli ve birleşik mücadele hattı üzerinden örgütlemeyi önüne koymaktadır.
       İşte “iç devrim” tam da budur.
       Bir devrim hareketi için, bu devrim hareketinden kopmadan, tam tersine “devrimi örgütlemek partiyi örgütlemek” şiarıyla, sadece devrimin sorunlarını devrimci yenilenme eylemiyle çözmek değil, bununla kopmaz bir ilişki içinde, kendi iç-yapısında yenilenme hareketini örgütlemek, kişilikte, örgütte, politikada, eylemde sürecin ihtiyaçlarına devrimci yanıt olmak olarak karşımıza çıkmaktadır.
       İç devrim, devrimci sosyalizmin yaşadığı içsel kriz dinamiklerini kurutma eylemidir. İç devrimini yapamayan bir kadro, bu kadroların bileşik örgütünü ifade eden devrimci parti devrim yapamaz. Bundan dolayı, iç devrim, tam bu noktada, kaybedilen yerde kazanma eylemidir. İç devrim, içsel dönüşümü basit bir onarma eylemi, bir düzenleme eylemi değil, her alanda önce kendi iç-yapısında “devrim” mantığı ile değiştirme ve dönüştürme eylemidir.
       Bu iç devrimin birçok alanda nasıl ortaya çıktığını, bu alanlar üzerinden iç devrimin almış olduğu biçimi, aşağıda ele alacağız.

       B) İÇ DEVRİM YENİ BİR KAVRAM MI?
       Bu sorunun yanıtı çok nettir: hayır! Bu kavram, ne “yeni” bir kavramdır, ne de devrimci sosyalizmin literatüründe ilk kez yerini alıyor. Ayrıca bu kavramın, yani “iç devrim” kavramının, özel, sihirli, her soruna çözüm iddiasını taşıyan bir yanı da yoktur. Bu kavram sorunun ana halkalarından birini işaret eder. Devrimci sosyalizm buradan hareketle sorunu formüle eder, başka sorunlarla bağını açığa çıkarır. Asıl olan ise, bunun karşılığını iradi olarak örgütlemektir.
       Kavramlar, soyutlama eylemi sonucu ortaya çıkarlar; her kavram bir sürecin ihtiyacıdır, ama hiçbir kavram daha önceki süreç/süreçlerden, öncesi birikimden kopuk değildir. Tam tersine, önceki süreç/süreçler içinde süzülüp gelirler, benzer kavram ve tanımlamalar ile yakın bağlar kurarlar ve toplam birikim üzerinde kavramlaşırlar.
       Marksizm soyut, aniden, ortaya çıkmadı; kendi öncesi burjuva ideolojisi ve dünya görüşünün içinden, hegelcilik, ütopik sosyalizm gibi akımlardan etkilenerek ortaya çıktı. Üç alanda, felsefe (Alman felsefesi), ekonomi-politik (İngiliz ekonomi-politiği) ve sosyalizm (Fransız sosyalizmi) alanında, önceki akımlardan etkilendi, ama onlardan koparak kendi sistemini kurdu. Marx ve Engels’in ilk gençlik yazıları bu akımların (sol Hegelcilik, kaba materyalizm, ütopik sosyalizm gibi) izlerini taşır. Ayrıca sanıldığının aksine “sınıf” ve “sınıf mücadelesini” de ilk kez marksizm keşfetmedi. Marksizmin keşfi ya da kendini bu konuda kurması, başka konuların yanı sıra, sınıf ve sınıf mücadelesinin gelişimini “üretimin gelişmesindeki tarihsel evrelere”, göre değerlendirerek sınıf mücadelesini “proletarya diktatörlüğüne” kadar götürme ve proletarya diktatörlüğünün de giderek “bütün sınıfları ortadan kaldırmasına” yol açmasıdır. (Bakınız: Seçme Yapıtlar-I/Marx’tan Weydemeyer’e mektup) Komünist Manifesto, bu anlamda, Marx ve Engels’in gençlik yazıları (El Yazmaları, Kutsal Aile, Felsefenin Sefaleti gibi) üzerinden devrimci kopuşu ve marksizmin kendini kurmasını ifade eder. Komünist Manifesto, sınıf mücadelesi içinde, devrimler döneminde, sadece kapitalizmin devrimci eleştirisi değil, aynı zamanda kapitalizme karşı dünya devrimi çağrısıdır. Yine, bir başka örnekle devam edersek, “işçi sınıfının egemen sınıf olarak örgütlenmesi” tanımı “proletarya diktatörlüğü” kavramının ön aşamasıdır. Başka örnekler verilebilir; ama tümü bu örneklerde olduğu gibi, canlı, süreç içinde, önceki süreçlerden etkilenip, onların üzerinde biçim alan, bir birikime yaslanma gibi özelliklere sahiptir.
       Marksizm bir dogma değil eylem kılavuzudur. Emperyalist çağda, hem de 2. Enternasyonalin sosyalist hareket üzerinde hakimiyet kurduğu bir süreçte, Lenin’in elinde Marksizm yeniden kuruldu. Ekim Devrimi, marksizmin Rusya toplumunda somut biçim almasıdır. Paris komününü saymazsak, Ekim Devrimi ilk sosyalist devrim olarak tarihteki yerini aldı. Bu tarihsel süreçten sonra, haklı olarak Marksizm, Marksizm-Leninizm (“Leninizm” tanımlanması Lenin sonrasına aittir) olarak tanımlandı. Komünist Manifestoyu, bu tarihsel-siyasal sürecin, sosyalist hareketin ilk halkası olarak düşünürsek, yaklaşık 160 yıllık bir birikim bugün işçi sınıfı ve halkların, insanlığın önündedir. Bu tarihsel-siyasal birikim, Marksizm-Leninizm’in, düz bir hat üzerinde ilerlemediği, inişli-çıkışlı bir süreç içinde, sıçrama ve gerileme içinde zenginleştiğini gösterir. Marksizm-Leninizm, asla kendini “tamamlanmış” olarak tanımlamaz; eleştirel yaklaşımı, diyalektiktik yöntemi benimser, içselleştirir. Sadece toplumların (toplumların tarihi sınıf mücadelesi tarihidir) gelişimi ile değil, doğa ve insandaki her gelişim ve değişimi gözler, bilimsel ölçülerle ele alır ve tüm bunlara bağlı olarak kendini yeniden ve yeniden üretir.
       İşte kavramlar da bu üretim ve yeniden üretim sürecini, bu tarihsel serüveni izler, iz sürerek ilerler. Biz devrimci sosyalistler, sadece Marksizm-Leninizm’in bu 160 yıllık birikimine sahip çıkmakla, ona bağlı kalmakla yetinmeyiz; bu birikimin devrimci ruhuna sahip çıkarız. Evrensel yanlar, her dönem için geçerli evrensel teoriler üzerinden, diyalektik ve materyalist yöntemi benimser, “değişir” ve “değiştirme” eyleminde bulunuruz. Bu anlamda, her süreç, her gelişim kendine özgü kavramları da ortaya çıkarır.
       Bizler “kavram icat etmek için” kavram icat etmeyiz. Bu noktada zorlama kavramlarla, toplumsal ve siyasal süreç ve gelişmelerden kopuk kavramlarla işimiz yoktur. Bir kavram ya da tanıma da “takılıp” kalmayız. Düne, geçmişe ait, sürecin ihtiyaçlarından uzak tanım ve kavramaları, bir papağan gibi, dogmatik bir yerde durarak tekrarlamak da bizim işimiz değildir. Tam tersine, yukarıda öz olarak ifade ettiğimiz Marksizm-Leninizm’e bağlı kalıp, onun yaşayan ruhu ile yenilenme eylemini, yeniden üretme ve yeniden kurma eylemini içselleştirir ve toplumsal-siyasal sürecin ihtiyaçlarını en iyi formüle etme kaygısını taşırız. İhtiyaç icadın ebesidir. Bu “kaygı” ve “ihtiyaç” doğal olarak yeni kavramları ortaya çıkarır; devrimci sosyalizmin literatürü de buna bağlı biçim alır.
       Bu anlamda “iç devrim” ne bugüne ait, ne de yeni bir kavramdır. Bu kavramı, iç devrim kavramını, bu süreçte yeniden altını çizdiğimiz “tüzük devrimciliği” kavramıyla birlikte, devrimci sosyalizm önceki süreçlerde de kullanmıştır. Hatta sadece biz değil, araştırılırsa sol ve devrimci hareket içinde de mutlaka kullanıldığı görülebilir. Bunda özel ve şaşırtıcı bir yan yoktur.
       Ama biz, bugün, sadece Türkiye devrimci hareketinin yaşadığı krizin basıncı altında değiliz, bununla birlikte özgün bir süreç yaşıyoruz. Bu krizden çıkış için dönemsel taktik politikamız, yol haritamız vardır; ama sadece bunu belirlemek sürece yanıt vermiyor. Bu taktik politikası, yol haritası, tümden ihtiyaca bağlı yeni kavramlarla yeni biçimler alıyor. “İç devrim” ve “tüzük devrimciliği” parti yaşamına yön veren iki kavram olarak öne çıkıyor. Bu kavramlar “devrimci yenilenme” kavramıyla iç içedir, çok daha önemlisi devrim kavramından kopuk değildir.
       Kavramlar tek başına nitelik belirleyici değildir. Siz bir kavramı ne kadar Marksizm-Leninizm’e uygun, ne kadar doğru, ne kadar sürecin ihtiyacı olarak tanımlarsanız tanımlayın, eğer bu kavramın içini dolduramazsanız, bu kavramdaki devrimci öz, pratik-politik yaşamda örgütlenmezse, boş bir sözden öte bir işlev görmez. Eğer doğru bir kavramı somut yaşamda doğru ele almazsanız, bu kavrama uygun devrimci çalışma ve örgütlenme içinde olmazsanız, kavramlar soyut bir yerde durmaktan kurtulamaz.
       Bugün sol ve devrimci hareket içinde, aynı, benzer kavramlar (örneğin; yeni sömürgecilik, sömürgecilik, oligarşi, silahlı mücadele, faşizm gibi onlarca kavramı sayabiliriz) kullananlar olsa da, bunlar arasında ciddi ayrım noktaları olduğu bilinmektedir. Aynı biçimde, örneğin “yenilenme” kavramı sık sık kullanılır, ama bu kavrama sadece yüklenen anlam farklı olmaz; bir de söylem ile eylem arasında fark olur. İşte asıl sorun buradadır. Önemli olan bir kavramı kullanmak değil; onu içselleştirmek, onun karşılığını somut pratik-politik yaşamda inşa etmektir.
       Bu anlamda, “iç devrim” tek başına her şeyi çözen yerde değildir. Ancak, bu kavramın karşılığını, onun devrimci özünü, birey ve devrimci parti kendi yaşamında örgütlerse gerçek değerini bulur. Söyleyen ama yapmayan; söz ile eylemi birleştirmeyen, sadece iç tutarsızlık düzeyine düşmekle kalmaz, doğru kavram ya da politikaları da yozlaştırır.
       Bu bağı kurarak, iç devrimi parti yaşamı ve devrimci bireyin tüm yaşam ve çalışmalarında somut biçimde örgütlemek ertelenemez görevdir.

       C) İÇ DEVRİM VE DEVRİM İLİŞKİSİ/ YIKMA VE YENİDEN YAPMA EYLEMİ
       Anlaşılacağı üzere, “iç devrim” kavramı ve eylemi ile “toplumsal devrim” kavram ve eylemini birbirinden bağımsız, kopuk, soyutlanmış iki kavram ve eylem değildir. Tam tersine “iç devrim” ile “toplumsal devrim” sıkı ilişki içindedir; biri içe diğeri dışa bakan aynı eylemin iki halkasıdır.
       Devrim, halkın devrimci girişimi ile mevcut toplumsal düzeni, bir bütün olarak, baştan aşağı yıkma ve yerine yeni ve daha ileri bir toplumsal düzeni kurma eylemidir. Her devrimin ana sorunu (tek sorunu değil) iktidar sorunudur. Her devrim önce politik iktidarı, mevcut düzenin “özeti” ve “yönetim kurulu/ komitesi” olan mevcut devleti, tüm kurumlarıyla yıkar, parçalar ve bunun üzerinden yeni bir iktidar/devlet örgütler. Bilimsel ve özlü bir tanım yapmak gerekirse devrim: “halkın devrimci girişimiyle-aşağıdan yukarı- mevcut devlet cihazının parçalanarak, politik iktidarın ele geçirilmesi ve bu iktidar aracılığıyla- yukarıdan aşağı- daha ileri bir üretim düzenin örgütlenmesidir.”(M. Çayan)
       Devrimin iki biçimi vardır (sosyalizm deneyimleriyle ifade edersek, üçüncü biçimi ise, sürekli devrimin bir parçası olarak “kültür devrimi”dir; bunu da eklersek üçüncü biçimden söz etmek mümkündür). Birincisi, sadece politik iktidarın yıkılması ve yerine yeni bir politik iktidarın kurulmasını ifade eden politik devrimdir. Politik devrimler, darbe ve basit iktidar değişimden farklı olarak “halkın devrimci girişimi” ile “devrim” tanımlamasını hak eder. Ama hiçbir devrim, politik devrimle kendini sınırlamaz; her politik iktidar daha ileri bir üretim ilişkisini ve buna uygun toplum biçimini inşa eder. Eğer iktidarı ele geçirip yeni ve daha ileri bir üretim biçimi örgütlenmezse (Paris komünü gibi), devrim asıl amacına ulaşamaz. İşte, yeni bir üretim ilişkisinin, yeni politik iktidarla örgütlenmesi sosyal/toplumsal devrimdir.
       Komünizm ya da bir geçiş süreci olan sosyalizm öncesi, tüm toplum biçimleri özel mülkiyet üzerinde biçim almıştır. Köleci, feodal ve kapitalist üretim biçimi, özel mülkiyet ve sömürüye dayanır; bu toplum biçimleri de kendine uygun sınıf ve toplumsal ilişkileri ifade eder. Üretim araçları hangi sınıfın elindeyse, bölüşüm ilişkileri, bu temelde ona göre biçim alır. Hiç şüphesiz, hangi sınıf iktidardaysa, o sınıf tüm “toplum ve insanlık” adına hareket ettiğini söyler, bu yönde ideolojik bir hegemonya kurar; egemen sınıf tüm toplumun ideolojik-kültürel yapısına da egemen olur. Özel mülkiyet ve sömürü üzerine kurulan tüm toplum (köleci, feodal, kapitalist) biçimleri bir önceki toplum biçimin bağrında mülkiyet ilişkisi, üretim ilişkisi olarak doğar. Bu anlamda, bir toplum biçiminden daha ileri ve başka bir toplum biçimine geçiş, zorunlu uygunluk yasasına göre, üretim güçleri ile üretim ilişkisi arasındaki çelişkinin uzlaşmaz/antagonist karakter gösterdiği bir dönemde, politik devrim, toplumsal devrimi tamamlayan bir rol oynamıştır. Yani; bu uzlaşamaz çelişki, bir toplum biçiminden bir başka toplum biçimine geçişte nesnel zemini ortaya çıkarmıştır. Ve bunun üzerinden, bu toplum biçimleri üretim araçları üzerinde özel mülkiyete dayandığı için, egemen üretim biçimi/ toplum biçiminin bağrından, daha ileri bir başka üretim ilişkisi gelişmiş, yeni üretimi temsil eden sınıf “tüm toplum ve insanlık” adına politik iktidarı ele geçirdiğinde, artık yeni bir toplumsal yapının hakimiyetinden söz edilebilir. Tabi, tarihsel evrim hep böyle yol almaz; tarihin yönü ileriyedir, ama bu düz bir hatta değil, zikzaklı bir yoldan ilerler. Bundan dolayı, yukarıdaki ifadelerimiz geneldir ve bazı “ara süreçleri”, bazı restorasyon süreçlerini (bu süreçler tarihsel eğilim içinde zikzaklardır) göz ardı etmiyoruz.
       Ancak sosyalizm, zorunlu uygunluk yasasına göre, kapitalist üretim biçimi ile üretim güçleri arasındaki çelişkinin uzlaşmaz/antagonist karakter gösterdiği bir dönemde (emperyalizm döneminde) maddi olarak ortaya çıkar. “Gelişmelerin belli bir aşamasında toplumun maddi üretici güçleri, var olan üretim ilişkileriyle ya da aynı şeyin yasal ifadesi olarak, o güne dek içinde çalıştıkları mülkiyet ilişkileriyle çatışmaya girer. Bu ilişkiler üretici güçlerin gelişme biçimleri olmaktan çıkıp, onlara ayak bağı olurlar. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar.” (Marx) “Tekelci kapitalizm sosyalizmin arifesidir.” (Lenin) Sosyalizm, üretim araçları üzerinde özel mülkiyete dayanmaz, tam tersine sosyalizm üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete son verir, bunları tüm toplumun mülkiyetine dönüştürür. Bu anlamda sosyalizm, kapitalizmin bağrında üretim ilişkileri olarak doğmaz, ama sosyalizm, kapitalizmin çelişki ve çatışması üzerinden, kapitalizmin ortaya çıkardığı işçi sınıfı ve toplumsallaşmaya dayanarak inşa edilir. Bu anlamda, politik devrim, proletarya devrimi (hangi biçimde olursa olsun), önceki sömürücü sınıfların önderlik yaptığı politik devrimlerde olduğu gibi toplumsal dönüşümü “tamamlayan” değil, tam tersine başlatandır. İşçi sınıfı, tüm halkı, devrimden çıkarı olan sınıf ve katmanları yanına alarak önce burjuva iktidarı/ devleti yıkar, bunun yerine kendi iktidarını kurar. Böylece işçi sınıfı ilk kez “egemen sınıf” olarak örgütlenir. İşçi sınıfının, ya da işçi sınıfı önderliğinde/hegemonyasında halkın kendi sınıf iktidarını kurması, yani politik devrim/proletarya devrimi, toplumsal devrimin yolunu açar. Sosyalizmin “yukarıdan aşağı” inşa edilmesinde, bu politik iktidar/ proletarya iktidarı temel rol oynar. İşçi sınıfının bu eylemi, yani politik iktidarı alıp “egemen sınıf” olarak örgütlenmesi, aynı zamanda kendi sınıf iktidarına karşı bir eylemdir. İşçi sınıfı, üretim araçlarının özel mülkiyetini ve buna bağlı olarak ortaya çıkan sınıfları tasfiye eder, kafa ile kol, şehir ile kır arasında tüm çelişkileri yok eder, üretim güçlerinin önündeki engelleri kaldırır, meta bolluğu içinde açlık ve yoksulluk çeken toplumsal sınıfların, bu temeldeki tüm toplumsal örgütlenme biçimlerinin olmadığı bir toplumsal aşamaya, yani komünizme geçer. Anlaşılacağı üzerine, böylesi büyük bir devrimi önüne koyan devrimci parti ve o partinin savaşçıları, sadece “yıkmak” eylemiyle kendini sınırlamaz; aynı zamanda yıktığının yerine “neyi” koyacağı eylemi ile bunu tamamlar. Bu anlamda, devrimci parti, kapitalizmi, onun en yüksek biçimi olan emperyalizmi, içinde bulunduğu tarihsel dönemi eleştirmekle kalmaz; bugünden yeni bir toplum projesi sunar. Sadece mevcut devlet biçimini (devlet biçimi ile devlet tipi ayrıdır; devlet biçimleri devlet tipinin somut tarihsel ve siyasal koşulda aldığı biçimdir. Kapitalizm, kapitalist devlet tipini ortaya çıkarır; ama bu devlet tipi, burjuva diktatörlüğü, bonapartizm, polis devleti, faşizm -ki faşizm de kendi içinde birçok biçimde ortaya çıkmıştır- gibi biçimler alır.) “yıkma” değil, bunun yerine “neyi”, “hangi devlet” biçimini inşa edeceğini (işçi devleti, halk cumhuriyeti, komün, Sovyet, halk meclisi, tüm bunlar sosyalist devlet biçimleridir.) de tüm halka açıklar. Yeni bir toplum projesidir bu; tüm alanlarda, eğitimden sağlığa, barınmadan çevreye her alanda nasıl bir toplum inşa edeceğini öngörür. Her güncel ve somut talebi de bu ana eksene göre, devrim programına göre ele alır. Böylece program, işçi sınıfı ve halkın mücadele içinde eğitilmesine hizmet etmekle kalmaz; onları bu çatı altında, devrime ve yeni bir toplumu inşa etmeye çağırır.
       İç devrim ise, bu büyük politik ve toplumsal eylem için, partinin ve devrimci bireyin, kendi iç dünyasında, parti yaşamında, örgütlü çalışmasında, kendini bu büyük dava ve eyleme göre, devrim ve sosyalizme göre örgütleme eylemdir. Görüldüğü gibi, “devrim” ve “iç devrim” birbirinden soyut, kopuk değil, birbirini tamamlayan, kopmaz bağlarla birbirine bağlıdır. Devrim eylemini önüne koymayan parti ve devrimci birey, kendinde iç devrim yapamaz. Nasıl devrim bir “onarma hareketi”, mevcut düzenin eksik ve hatalı yanlarını “düzeltme eylemi”, “reform” değilse, iç devrim de, yanlış ve hatalarımızla iç içe yaşama, bu yanlış ve hatalı yanlarımızla uzlaşma, bu yanlış ve hatalı yanları “onarma”, ticari bir mantık ile “en az zararla” durumu idare etme değildir.
       İç devrim, emperyalizm ve oligarşinin ideolojik, politik, kültürel kuşatması altında, burjuva ideolojisi ve yaşam biçimin bin bir araç ve yöntemle, sürekli üzerimize püskürtüldüğü bir süreçte, bu yanlış ve hatalara karşı “en az direnme” değildir. İç devrim, tüm bunlara karşı başkaldırı, direnişi yaşam biçimine dönüştürme, bu direnişi sürekli kılma; baştan aşağı düzen içi her şeyi yıkma, bunlarla hesaplaşma ve yerine yeni olanı, devrimci ve sosyalist olanı inşa etme eylemidir.


       D) İÇ DEVRİMİN UFKU: PARTİ-DEVRİM-SOSYALİZM
       Yukarıda ele aldığımız devrim-iç devrim, yıkma ve yapma eylemiyle bağlantılı olarak devam edelim…
       Eğer devrim tek başına “yıkma eylemi” olsa (ki bireylerin devrimcileşme sürecinde, devrimci partilerin mücadele sürecinde böylesi dönemler vardır. Ancak bu dönemler ilkel bir devrimciliği ifade eder), bu eksik ve yanlış bir devrim anlayışı olur. Kaba ve ilkel devrimciliğin/devrimcilerin böyle olduğu söylenebilir. Onlar, mevcut düzeni eleştirir ve sadece “yıkma” görevi ile kendini sınırlar, bundan ötesine geçemezler.
       Ama biz Marksist- Leninist, devrimci sosyalistiz. Biz, sadece eleştirme ve “yıkma eylemi” ile yetinmeyiz; bununla birlikte, “neyi/neleri yıkacağımızı”, yerine, “neyi/neleri koyacağımızı” da açık ifade eder ve bunun için mücadele ederiz. Hatta yukarıda ifade ettiğimiz gibi bunu bir program düzeyine çıkarız. Bundan dolayı, parti programımızda (Marksist-Leninist partilerin programında), sadece “neyi/neleri yıkacağımızı” değil, bunun yerine “neyi/neleri koyacağımızı” da açık, net tanımlar ve bunu halka ilan ederiz. Biz, mevcut düzeni (yeni sömürge kapitalist), bu düzeni temsil eden devleti (oligarşiyi/faşizmi) baştan aşağı yıkacağımızı devrim programımızda ilan ederiz. Ama bununla yetinmeyiz. Her devrimin ana sorunu iktidar sorunudur; bundan dolayı bunun yerine nasıl bir iktidarı kuracağımızı (halk iktidarını/demokrasisini) da bugünden dost ve düşmana ilan ederiz.
       İçinde bulunduğumuz yeni/4. bunalım döneminde, emperyalizmi bu ülkeden söküp atmak, mevcut devleti, oligarşiyi/faşizmi yıkmak tek başına işçi sınıfının işi değildir. İşçi sınıfı kendi programı (işçi sınıfının programı sosyalizmdir) için, yani sosyalizm için mücadele eder; ama işçi sınıfı, devrimin tüm sorunlarının üzerinden atlayıp tek başına sosyalizm için mücadele etmez. Demokrasi mücadelesi içinde eğitilmeyen bir sınıf kendi devrimini yapamaz; işçi sınıfının sosyalizm programı için, bu ülkede emperyalizm ve faşizmin tümden tasfiye edilmesi zorunlu bir duraktır. İşçi sınıfı, demokrasi mücadelesini kazanarak sosyalizme hazırlanır. Bu anlamda “saf devrim” olmadığı gibi “işçi devrimi” de, yani sosyalist devrim de bu ülke somutuna uygun değildir. İşçi sınıfı, halk devrimine önderlik edecektir; ama devrim tüm halkın katılımı ile, halkın örgütlü gücüyle zafere ulaşacaktır. Emperyalizm ve oligarşiye/ faşizme karşı, halkı kendi saflarına toplamayan bir devrimci parti ve devrimci program, zafere ulaşamaz.
       Biz, yeni sömürge kapitalist düzeni, onun politik temsilcisi oligarşiyi/faşizmi yıkacağız; emperyalizmi bu ülkeden söküp atacağız. Peki, bunun yerine neyi inşa edeceğiz? Özgür ve sosyalist Türkiye’yi; yeni ve baştan bir ülke inşa edeceğiz.
       Yeni ve özgür bir ülke için emperyalizmi söküp atacağız; emperyalizme karşı sadece “siyasal bağımsızlık” değil, içsel olgu olan emperyalizmi her alanda söküp atacağız, tam bağımsızlığı sağlayacağız. Bu temelde tüm emperyalist kurum ve güçleri (ABD, AB, NATO, IMF, DB gibi) bu ülkeden kovacağız. İkili anlaşmaları yırtıp atacak ve halka açıklayacağız. Emperyalist sermaye ve şirketleri kamulaştıracağız, komşu halklarla eşit ve özgür ilişki kurup, emperyalizmin yeryüzünden silinip atılması ve dünya devrimi için çalışacağız.
       Oligarşiyi/faşizmi yıkıp yerine neyi, nasıl bir iktidar/devlet inşa edeceğiz? Halk meclisleri üzerinden, söz ve karar hakkının halkta olduğu, sadece seçim değil, aynı zamanda seçilenlerin görevden alınma hakkının halkta olduğu, demokrasinin sadece siyasal değil aynı zamanda toplumsal bir işlev gördüğü halk devleti/demokrasisi kuracağız. Halk için demokrasi ile, bu ülkenin en ağır sorunu olan Kürt ulusunun özgürlük sorununu, UKKTH ilkesine bağlı çözecek, Kürt ulusunun bağımsız devlet kurma hakkını garanti altına alacak; siyasal demokrasinin tüm sorunlarını, temel hak ve özgürlükler, din ve vicdan özgürlüğü gibi tüm sorunları çözeceğiz. Halk demokrasisi bunları garanti altına alacaktır.
       Devrimci program bunları bugünden halka ilan eder. Devrimci program sadece bunları mı kapsar, sadece bu sorunlar için mi çözüm sunar? Hayır. Toplumun tüm kesimleri için, kadın, yaşlı, genç, çocuk; işçi, emekçi, halk tüm kesimlerin siyasal, sosyal, kültürel her sorunu, eşitlik ve özgürlük temelinde çözülecek, insanca yaşam inşa edilecektir. Eğitimden sağlığa, çevreden kültür ve spora kadar her alanda; önce bu düzenin üretmiş olduğu sorunların kaynağını kurutacağız; yerine kapitalizmin, yaşanan sosyalizmin tüm kazanımlarını arkasına alan yeni, sosyalist bir düzen inşa edeceğiz. İnsanca yaşam ancak sosyalizmde mümkündür; halk devrimin ertesi günü, kesintisiz sosyalizmi inşa edeceğiz.
       Böylesi bir devrim programı, sadece Marksizm-Leninizm’in 160 yıllık birikimine dayanmaz; bununla birlikte ülke devrimin somut nesnel ve öznel tüm ana sorun ve çözüm yollarını da içermek zorundadır. Eğer sizin, örneğin tüm sorunların (Kürt sorunu başta olmak üzere demokrasinin tüm sorunları; Alevi ve diğer inanç sahiplerinin sorunları, din ve vicdan özgürlüğü, temel hak ve özgürlükler, bağımsızlık gibi sorunların) en önemli kaynağı olan Kemalizm için doğru bir anlayış ve politik tutumunuz yoksa (siz bu örneğe devlet, yeni sömürgeciliğin ülkemizde almış olduğu biçim ve aşama, emperyalizm ve yeni/4. bunalım döneminin ilişki ve çelişkilerin ülkeye yansıma biçimi, sınıfsal ilişki ve çelişmeler, kültürel ve ideolojik yapı gibi onlarca ana başlığı ekleyin) hiçbir ana sorunu doğru ele alıp çözüm bulma şansınız olmaz. Dahası şu; sol ve devrimci harekette sık sık örnekleri görüldüğü gibi, her hangi bir sorun ve süreçte, şu ya da bu kesimin, burjuvazinin şu ya da bu kesiminin “artçısı” olmaktan kurtulamazsınız.
       Peki, bu hedef, devrim programı için nasıl bir yol, stratejik çizgide yürüyeceğiz?
       Tüm bu nesnel ve öznel koşullar, devrimimiz için uzun ve birleşik bir mücadeleyi zorunlu kılmaktadır. Biz, dünya devriminin tüm deneylerine sahip çıkarız, onu Marksist-Leninist birikim ve bilinçle inceler, devrimimiz için sonuçlar çıkarırız. Dogmatik, şabloncu bir mantıkla, bir ülke devrim deneyini (Sovyet devrimi, Çin devrimi, Küba devrimi gibi) tek başına ele alıp, onunla kendimizi sınırlamayız; bir ülke devriminin hem stratejik hedefini hem de izlediği yolu tıpa tıp benimsemek Marksizm-Leninizm’in ruhuna, yöntemine aykırıdır. Lenin’in “Sol, Komünizmin Çocukluk Hastalığı” eserinde bu konuda uyarıları da bilinmektedir. Her devrimin evrensel ve özgün yanlarını ayrıştırır, içinde bulunduğumuz yeni/ 4. bunalım dönemin ana niteliklerini göz önüne alır, ülke somutuna bağlı kalarak devrimimiz için ana yol haritasını, stratejik çizgiyi tanımlarız. Böylesi bir stratejik çizgisi olmayan devrimci parti, devrime önderlik edemez, devrimi zafere ulaştıramaz, güncel ve dönemsel taktik süreçleri birbirine bağlayamaz.
       Açıkça ifade ettiğimiz gibi, devrimci kurtuluşun yolu, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisidir. Bu strateji, iki ana aşamadan geçecektir. Birincisi: Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisinin birinci aşaması olan öncü savaşı aşamasıdır. Bu aşamada, silahlı propaganda temeldir, diğer politik, ekonomik, ideolojik mücadeleler silahlı propagandayı tamamlar. Hiçbir mücadele biçimi bir başkasının karşısına konamaz, tüm mücadele biçimleri bir bütünün parçasıdır. Bu aşamada, yeni/4. bunalım döneminde, emperyalist üretim ilişkilerinin almış olduğu biçim, 2000’li yılların Türkiye’sinde, kapitalizmin gelişme düzeyi, şehirlerin artan önemi, işçi sınıfın nicel gelişimi gibi olgulara da bağlı olarak, savaş şehirlerden başlayacak, giderek kırsal alanı kapsayacak; ama öncü savaşı şehir-kır diyalektik bütünlüğü içinde yürüyecektir. İkincisi ise, gerilla ordularının oluştuğu, yerel ve bölgesel kitle gösterilerinin gündeme geldiği aşamadır. Hiç şüphesiz, bu iki ana aşama kendi içinde bir dizi ara aşamaları içerecektir.
       Anlaşılacağı üzerine 160 yıllık sosyalist/komünist birikimi arkamıza alarak, ama bu birikimi ülke devriminin nesnel ve öznel somut koşulları ile birleştirerek, bu ülkede devrim için yola çıktık. Ufkumuz, devrim ve sosyalizmdir. Parti ise, bunu en somut ifade eden, bu çizgi üzerinde yürüyen devrimin en önemli aracıdır. Devrim ve sosyalizm parti çizgisinde somut biçim alır; parti, devrim ve sosyalizm için mücadele eder.
       O halde, iç devrimde de, ufkumuz parti, devrim ve sosyalizmdir.
       Her yıkma eyleminde, sadece dışa karşı değil, içe, parti yaşamı ve örgütlü mücadelede de, yanlış, hatalı her şeyi yıkacağız. Sadece bu değil, bunun yerine neyi koyacağımızı, parti-devrim-sosyalizm ufku ile somut biçimde inşa edeceğiz.
       Her somut sorunda, güncel her adımda, kişisel ve parti yaşamında ortaya çıkan hata ve zaaflarımızda, bunların çözümünde bu ufukla kendimizi ve partiyi örgütlemekle karşı karşıyayız. Düzen kişiliği mi yaşamımızda var; bunu yıkacağız yerine sosyalist kişiliği inşa edeceğiz. Yanlışlarla uzlaşma, zorlu süreçlerde “geri adım atma” mı, statükoculuk, durumu idare eden “idare-i maslahatçılık” mı var; deneylerden, bireysel ve devrimci sosyalizmin deneylerinden, sosyalizmin deneylerinden öğreneceğiz ve yaşamın her alanında direnişi ve yenilenmeyi örgütleyeceğiz. Kadın erkek, aile ilişkilerinde ya da insan davranışlarında özel mülkiyetten kaynaklı anlayış ve alışkanlıklar mı var; sosyalizmin bu konulardaki birikimini özümleyip, yeni bir anlayışa ulaşıp yaşamımızı buna göre inşa edeceğiz. Eleştiren ama özeleştiri yapmayan, her şeyi başkasından bekleyen, parti merkezli değil de her şeyi kendi merkezinden ele alan bir yerde mi duruyoruz; bu gibi anlayış ve davranışların başta kendimize olmak üzere devrimci sosyalizme bir gram katkısı olmadığını bileceğiz, her eleştirinin aynı zamanda bir özeleştiri olduğunu kavrayacağız. Bunlara bağlı olarak kendimizi yenileyeceğiz. Tembellik, korkaklık gibi sorunlarımız mı var; bunların kaynağına inip, bunlarla yüzleşeceğiz ve bunları aşacağız. Parti işleyişinde sorun mu var; bu sorunlara sahip çıkıp, Marksizm-Leninizm ve devrimci sosyalizmin birikimlerini özümseyecek, bunları arkamıza alıp buna göre doğru bir işleyişi inşa edeceğiz. Kitlelere mi gidemiyoruz, kitleleri mi örgütleyemiyoruz; bunun genel, dönemsel ve güncel kaynaklarını bulup, nedenlerini açığı çıkararak, somut bir kitle hareket için, devrimci halk hareketini adım adım inşa edeceğiz. Yüzlerce örnek verilebilir; hiç birinden kaçmadan, yok saymadan, her sorun ile yüzleşerek, çözerek ve aşarak iç devrimi yapacağız.
       İdeolojik çizgimiz nettir; her yanlış anlayışı bu temelde sorgulayacağız, parti çizgisini özümseyip yanlış ve hatalı yanlarımızı düzelteceğiz. İdeoloji, canlı bir şeydir; bir bütünü ifade eder, ama asla “tamamlanmaz”. O halde, ideolojiyii yeniden ve yeniden üreteceğiz. Bu ideolojik çizgiyi kavramayan, yeniden üretim eylemine katılmayan iç devrimi kazanma mücadelesinde başarı kazanamaz. Politik mücadele için bir adım öne çıkmadan, yukarıda özetle işaret ettiğimiz stratejik çizgimizde, dönemsel hedefler için mücadele etmeyen iç devrimi kazanamaz. Tüm bunları, parti yaşamında somut olarak inşa etmeyen, bunun için “tüzük devrimciliğini” ısrarla örgütlemeyen iç devrimi kazanamaz.
       Kısaca, iç devrimde, her şeyi; ideolojik-politik çizgi ve üretimde, politik duruş ve devrimci çalışmada, örgütsel işleyiş ve ilişkilerde, alışkanlık, kültürel özellikler, yaşam biçimi gibi her şeyi, devrim ve sosyalizm ufku ile ele alacağız. Devrim ve sosyalizm, somut biçimde nerede cisimleşir? Parti de. O halde, her konuda, parti yaşamı ve mücadelenin her konusunda, kendimizi ne “kendiliğinden” bir yerde örgütleyebiliriz, ne de sıradan bir söz ve davranış biçimiyle.
       Burada ufuk, “çıta” partidir; bu bir düzeydir, kurallı, ilkeli, her şeyi kurumsal ve örgütlü ele almayı zorunlu kılan bir düzeydir. Bu düzey, emek ve irade ile inşa edilir.


       E) İÇ DEVRİM; BİREYİN ÇÖZÜMLENMESİ VE PARTİNİN EYLEMİ
       Bu noktada, iç devrim, iki biçimde karşımıza çıkmaktadır.
       Birinci olarak, örgütlü bireyin, söz ve davranışlarına yön veren kişiliğin çözümlenmesidir. Devrimci birey, yaşadığı toplumdan, toplumsal, politik, ideolojik, kültürel iklimden bağımsız, bu koşullardan kopuk bir yerde değildir. Devrimci birey, şu ya da bu düzeyde, hele de devrimci hareketin geri bir yerde durduğu, devrimci kitle hareketinin zayıfladığı, uzun yıllara yayılan yenilgi atmosferinin aşılamadığı ve burjuvazinin ideolojik-kültürel saldırılarında sınır tanımadığı böylesi süreçlerde etkilenir. Bunun tersini düşünmek eşyanın doğasına aykırıdır. Hiç şüphesiz bu “etkilenme” teorize edilemez, devrimci birey buna teslim olmaz. Tam tersine, bu “etkinin” bilincinde olur. Ve Parti devrim, sosyalizm ufkundan bu etki ve geri yanları sorgular, kişiliği çözümler, geri, hatalı, düzen içi her şeyi yıkar, yerine devrimci ve sosyalist olanı inşa eder.
       “İnşa eder” vurgusunu bilinçli yapıyoruz; çünkü bu bilinçli, yoğun emek ve mücadeleyi gerektiren iradi bir süreçtir. Her şeyde olduğu gibi, devrimci bireyin kişiliğinin çözümlenmesinde de kendiliğindenciliğin yeri yoktur; kendiliğindencilik, yeni ve devrimci olanı inşa etme eyleminde başarı değil, başarısızlığa hizmet eder. Geri, düzen içi, hatalı her şeyle uzlaşmaya yol açar. Bu çözümleme ve yeniden inşa süreklidir; birbirine eklenen halkalar gibi her adım bir diğerine eklenir. Bu yeniden inşa süreci, “son” bulmaz, “tamamlanmaz”; tam tersine devrimci bireyin her adımında, öz birikim ile, yaşamın ve mücadelenin sorunları hiçbir zaman son bulmayacağına göre, toplum ve insan sürekli değişim ve dönüşüm içinde olduğuna göre, bu süreçte kişi kendini yeniden ve yeniden üretir.
       Bireyin iç çözümlenmesi ve yerine devrimci kurtuluşçu kişiliğin inşası için hem devrimci bireyin kendi mücadelesi ve bu yönde çabası zorunludur, hem de parti bunu devrimci bireye tek başına bırakamaz, örgütlü mücadele içinde, örgütlü biçimde ele alarak bu içsel eylemi yapmak zorundadır. Burada devrimci birey ile parti arasında devrimci ve birbirini tamamlayan bir ilişki vardır. Eğer bireyin emeği, çabası, yenilenme bilinci yoksa, partinin çabası ne olursa olsun, burada başarı sağlanamaz. Partinin desteği ve çabası olmadan bireyin tek başına mücadelesi zayıf kalır. Tersi de doğrudur. Bu yenilenme eyleminde bireyin çabası tek başına yeterli olmayabilir. Devrimci parti, örgütlü bireyin bu içsel eyleminin önemine işaret eder, bunu teşvik eder ve her şeyi bireye bırakmaz; parti, bireyin önünü açar, yol gösterir, denetler, süreçleri gözler ve doğru bir sonuca ulaşmasını sağlar.
       İkinci olarak ise, birincisi ile iç içe, partinin iç devrim yapmasıdır. İdeolojik, politik, örgütsel ve kültürel alanları kapsayan iç devrim bir bütündür. Partinin iç devrimi, ne kendiliğindenciliğe ne de tesadüflere bırakılamaz. Büyük bir irade ve emek seferberliği ile, başta parti birimleri olmak üzere, partinin örgütlü tüm ilişkilerini kapsar. Parti, ideolojik düzey ve üretimle, bu ideolojik üretimin sürekli kılınmasıyla manevi bir otorite kurar; bunu politik mücadele ve örgütsel işleyiş ve ilişkilerle besler. Böylece, bunların toplamında devrimci ve sosyalist kültür oluşur. Bu mücadele süreklidir; parti canlı bir mekanizmadır, yaşamın, mücadelenin ihtiyaçlarına göre yeniden ve yeniden biçim alır.
       Bu noktada, ideolojik-teorik birikim, bunun üzerinden somutlaşan program, örgütsel yaşam için tüzük ve bu yönde genelgeler, tüm bunların mücadelenin ihtiyaç ve sorunlarına bağlanması önem kazanır. Söz ve davranış biçimleri, örgütlü ele alınan eleştiri ve özeleştiri platformları, üslup ve tarzın sosyalistleşmesi, tüzükte ifadesini bulan tek bir disiplin biçiminin olması ve herkesin buna uyması, tüm ilişkilerin özünde sosyalizmin olması; kısaca her şey kurallara bağlı ele alınır. Parti hem kendini çözer, hata ve eksikliklerine savaş açar, hem de kendini yeniden ve yeniden üretir.
       Burada her şey iç devrimin konusudur. Bireyin ideolojik-politik duruşu, iç dünyası, kişiliğin oluşumundaki ana faktörler, günlük ve özel yaşamında bireyin konumu, bireyin kendini günlük yaşamda örgütlemesi, kadın-erkek ilişkisine bakışı ve duruşu, söz ve eylem/davranış bütünlüğü ya da çelişki düzeyi, samimiyet, iç tutarlılık, dürüstlük gibi erdemler, sorgulama ve mantık gücü, birey-parti ilişkisi, bireyin kendini partiye ne kadar sunduğu, partiye ve yoldaşlarına bağlılık, parti için ne yapar, ne kadar emek verir, örgütlü çalışmada uyumu ve verimi, kişisel hırsı, kendi merkezli mi parti merkezli mi düşünür, dedikodu gibi parti yaşamına ters düşen davranışları, parti çizgisini ne kadar kavradığı ve özümlediği, kitle çalışmasında yeteneği ve verimi, yoldaşları ve insanlarla ilişki biçimi, komite işleyişi ve buna ne kadar katkı sunduğu, partiyi sahiplenme düzeyi, parti ile bütünleşme düzeyi, stratejik, dönemsel ve günlük mücadele içinde sürecin ihtiyaçlarına yanıt olma gücü, örgüt-birey ilişkisini kavrama gücü, ne düzeyde örnek davranış içinde olması, hak ve görevler ilişkisini içselleştirme düzeyi, sol ve devrimci hareketle ilişki biçimi, düşmanla yüz yüze gelince nasıl bir pratik sergilediği, partinin direniş çizgisini ne kadar temsil ettiği gibi her şey iç devrimin konusudur.

       F) PARTİ YAŞAMINDA İÇ DEVRİM VE İDEOLOJİ-TEORİ
       İç devrim, tüm bu anlatımlardan da anlaşılacağı üzere soyut bir şey değil, somut bir şeydir.
       İç devrim, parti yaşamında dört alanda kendini açığa vurur. Bunlar; ideolojik-teorik, politik, örgütsel ve kültürel alanlardır. İç devrim, bu alanları kapsayan, bütünlüklü yenilenme eylemidir.
       Birinci alandan, ideolojik-teorik alandan başlayalım.
       Devrimci bir parti için, devrimci teori ve bunun bir bütünlük içinde aldığı biçim, partinin ideolojik çizgisi, ya da sosyalist ideolojin parti çizgisinde somut biçim alması zorunludur. Öncü devrimci bir parti için, öncü devrimci ideoloji-teori zorunludur. Böylesi bir ideolojik-teorik birikim ve çizgi olmadan, bu temelde iç tutarlık olmadan, bunlar program gibi temel/ ana belgelere yansımadan devrimci bir partiden, hele de öncü devrimci bir partiden söz etmek mümkün değildir.
       Hiç sözü uzatmadan, konunun daha iyi anlaşılması için, birkaç belirleme yapmakta yarar vardır.
       1) Bu konuda, devrimci teori ve ideolojik çizgi konusunda, devrimci sosyalizm iki kaynaktan beslenir, beslenmektedir. Birinci olarak, yukarıda da yeri gelince ifade ettiğimiz gibi, Marksizm-Leninizm’in, Komünist Manifesto’dan bu yana yaklaşık 160 yıllık birikimi vardır. Politika, teori, felsefe, ekonomi, örgüt, devlet, strateji, taktik gibi irili-ufaklı birçok başlık altında toplayacağımız bu birikim; buna bağlı olarak sosyalizmin yaşadığı birçok deneyin (Paris komünü, Ekim devrimi ve Sovyet deneyi, Çin, Küba devrimleri ve deneyimleri gibi tüm devrimler, anti-emperyalist, anti-faşist mücadele ve deneyler, sosyalizmden geriye dönüş deneyleri, tüm önemli devrimci çıkışlar, yenilgiler gibi birçok deney) devrimci eleştirisi bu birikimi ifade eder. Devrimci sosyalizm olarak biz, komünizmin/sosyalizmin bu evrensel birikimine, bunun devrimci ruhuna sahip çıkarız; buna bağlı olarak devrimimizin sorunlarına çözüm buluruz, bu arayışı sürekli kılarız. İkinci olarak, birincinin devamı ve onu tamamlayan olarak, kendi öz deney ve birikimimiz vardır; bundan beslenir, bunu her somut tarihsel süreçte yeniden ve yeniden üretiriz.
       2) Peki, bu birikim, parti için güçlü teorik-ideolojik arka plan nedir?
       Özetle ifade edelim; bu ülkede, devrimci sosyalizmin 40 yılı aşkın bir tarihsel birikimi vardır. Devrimci sosyalizm, kendi öncesi sosyalist akım ve mücadele içinden çıkmış, bunlardan etkilenmiş, bunları etkilemiş ve 1970 sonlarında örgütsel bir formata ulaşmıştır. THKP-C’nin kuruluşu ve devrimci savaşımı tamı tamına budur; bu ülkede, devrimci sosyalizmin kendi ayakları üzerinde yürümesi ve mücadele etmesidir. Peki, THKP-C, soyut, sadece öncü ve önder yoldaşlarımızın yan yana gelerek bir devrim hareketi örgütleme girişimi midir? Hayır. 1965-70 sınıf mücadelesi içinde, özel olarak da devrimci geçlik hareketi içinde, bu sürecin hem ürünü hem de bu sürece yön veren öncüler olarak ortaya çıkmışlardır. Daha öncesi akımlardan, TKP, TİP, MDD hareketlerinden etkilenmişler; ama bir dizi devrimci kopuşu yaşayarak devrimci sosyalizmin teorik alt yapısını ve bunun üzerinden örgütsel yapıyı oluşturmuşlardır. Kesintisiz Devrim I-II-III; Marksizm-Leninizm’in ülke somutuyla buluşması, buradan programatik tezlerin inşa edilmesidir. Kesintisiz Devrim I-II-III, aynı zamanda, teorik-ideolojik alanda, öncesi süreçler ve anlayışlardan devrimci kopuşu ifade eder. THKP-C’nin belki de dönemin diğer akım ve devrimci örgütlerinden farkı, örneğin devrimci bir örgüt olan THKO’sundan farkı, budur.
       Sınıf mücadelesi devam ediyor. Bunun üzerinden, 71 silahlı devrimci çıkışı, yenilgi ile sonuçlanıyor, 71 silahlı devrimci hareketinin yenilgisi sonrası, devrimci sosyalist hareket, THKP-C’nin devamı olarak yerini alıyor; özgün bir tarihsel serüven içinde, konumuza bağlı olarak, Marksizm-Leninizm ile sürekli bağ kurup, ondan beslenerek, ideolojik-teorik birikimimize katkılar sunuyor. Birçok kez ifade ettiğimiz gibi, başka yazılarımızla birlikte, Şafak Yargılanamaz I-II, Mahir ve Devrim, Sosyalizmin Sorunları Dosyası, Devrimci Yenilenme Yazıları gibi ana teorik-ideolojik çalışmalar, bu birikimin birer halkası oluyor.
       3) İşte bu teorik-ideolojik birikim, hem süreklilik içinde kopuşu, durağanlığı değil dinamikliği, dogmatiklik ve inkarı değil yenilenmeyi ifade ediyor, hem de öncü devrimci parti için, güçlü teorik-ideolojik zemin/arka plan sunuyor. Bu ideolojik-teorik birikim Türkiye devimci hareketin en ileri birikimidir. Yeni/4. bunalım döneminin devrimci partisi, hem bu tarihsel-siyasal sürecin devamı olacaktır, hem de bu teorik-ideolojik birikim üzerinden inşa edilecektir.
       4) Hemen ekleyelim, devrimci sosyalizm bununla yetinmez, “bu bana yeter” demez, böylesi bir darlık ve dogmatiklik içinde olmaz; bu birikimi yeniden ve yeniden üretir. Burada bütünlüklü bir çizgi vardır, ama “tamamlanma” yoktur. Burada, devrimci gelişim vardır; eğer siz bunu sürekli kılmazsanız durur ve yeniden ve yeniden üretmezseniz, öncü devrimci parti için en önemli unsurdan, ideolojik-teorik zeminden önce sorun yaşar, sonra bu zemininden yoksun olursunuz.
       İşte, devrimci sosyalizm için iç devrim, bu gelişim eğilimini, ideolojik-teorik alanda sürekli kılma eylemidir. Devrimci sosyalizmde içsel olan bu devrimci eğilimi, tüm kadroların tutması, içselleştirmesi ve geliştirmesi iç devriminin konuları içindedir.
       Buradan, bir ara parantez açarak, konunun bütünlüğünü dikkate alarak, yeri geldiği için ifade ediyoruz, devrimci parti için, ikinci düzleme geçiyoruz.
       İdeolojik-teorik birikim üzerinden parti çizgisinin oluştuğunu yukarıda ifade ettik; devrimci sosyalizm bu konuda, yukarıda ifade ettiğimiz gibi, bir kazanıma, devrimci parti için önemli bir zemine sahiptir. Ama bu tek başına devrimci bir parti için “her şey” değildir. Bunun üzerinden, sürecin ihtiyaçlarına uygun örgütsel yapılar inşa edilemezse, parti somut biçim alamaz. Parti, Lenin’in de ifade etiği gibi, kelimenin “geniş” anlamında “örgüt” olduğu gibi, “dar” anlamda da “örgütler toplamıdır”. Parti, bir dizi, “işçi/kitle örgütleri” ve “devrimciler örgütü”nden oluşur; bu örgütlerin yapısı, işlevi, amacı farklıdır, ama tümü partinin fiziksel yapısını ifade eder. İşte, bu kadro bileşkesi ve örgütsel yapılar/ komiteler, parti için ikinci önemli düzlem/halkadır. Bu olmazsa, devrimci bir parti olmaz.
       Peki, kadro ve dar anlamda örgütlerin toplamı her şey mi?
       Hayır, her şey değildir. Buradan üçüncü düzleme, parti işleyişine geçiyoruz. Eğer, parti örgütleri, komiteler, alt ve üst komiteler, parti ile parti üyeleri arasındaki politik hukuk, hak ve görevler bir hukuk ile belirlenmezse, bu konuda devrimci bir hukuk ve gelenek oluşmazsa, ortada bir partiden değil, insan/kadro topluluğundan söz edilebilir. Tüzük, işte bu politik hukukun -ki bu hukuk politikanın, yani devrimciliğin devamıdır; devrimcilik yoksa böylesi hukukta yoktur- somut ifadesidir. Devrimci bir parti, ilkel bir örgütten farklı olarak, böylesi bir devrimci tüzüğe bağlı iç yaşamını örgütler. Örneğin ilkel bir örgütte, Lenin’in örneğine bağlı kalarak ifade edersek, güven “her şey”dir; ama devrimci bir partide güven önemli unsur olsa da, “her şey” değildir. Lenin’in yapmış olduğu ironi ile ifade edelim, “tüzük örgütlü güvensizliktir”.
       Bu üç düzlem; parti çizgisi, kadro yapısı ve parti işleyişi, bizi devrimci partiye götürür.
       Peki, parti birliği nasıl sağlanır? Sıkı, disiplinli bir parti nasıl inşa edilir?
       Bu üç düzlemde birlik sağlanarak; parti kadroları başta olmak üzere, partinin tüm örgütlerinde, parti komiteleri (devrimciler örgütü) ve parti kadroların içinde yer aldığı kitle örgütlerinde, ya da partinin “yan örgütler”inde, “ara örgütler”de parti çizgisi etrafında birleşik bir söz ve eylem birliği sağlanarak bu birlik sağlanır. Bunun için, bu ara başlığa bağlı kalarak ifade ediyoruz, parti kadroları, parti çizgisini kavramak, özümlemek, bu çizgiyi dost ve düşman karşısında savunmak zorundadır. Eğer, sağlam ve doğru bir parti çizgisi varsa, bu anlamda partinin ideolojik sorunu yoksa, ama şu ya da bu düzeyde parti örgütlerinde söz ve davranış, teori ve pratik/eylem birliği zaaflıysa, orada sorun var demektir. Bu zaafı önlemenin yolu, en aza indirmenin yolu, tek başına partinin ideolojik-teorik birikimini kavramaya bağlı değildir, ama bu zaaflı ve eksik yanı önlemenin yolu, partinin bu ideolojik-teorik birikimini kavramak ve yeniden üretmekten geçer. Başta ana parti komiteleri olmak üzere, parti ve cephe komiteleri, partinin ideolojik-politik çizgisini, bunun teorik arka planını kavradığı ölçüde, parti birliği için önemli bir adım (bu adıma, parti işleyişinin kurumsallaşması ve parti kültürünün oluşmasını da ekleyin) atılmış olur.
       Bu noktada, iç devrim, parti çizgisini, partinin ideolojik-teorik birikimini, daha genel ifade edersek, Marksizm-Leninizm’i ve bu ülkede almış olduğu biçimi kavramak ve yeniden üretmek olarak karşımıza çıkmaktadır.
       Burada soru şudur: bu konuda devrimci sosyalizm, yeniden inşa sürecinin bu aşamasında nerede durmaktadır?
       Açık bir belirleme yapmak gerekirse; devrimci sosyalizmin temsil ettiği, üzerinde yükseldiği bu ideolojik-teorik birikimin (yukarıda özetle ifade ettik), bu aşamada, kadro ve örgüt yapısında sürecin ihtiyaçlarına uygun bir düzeyin yakalandığını söylemek mümkün değildir. Devrimci sosyalizmin ideolojik-teorik birikimi ile ortalama kadro düzeyi arasında mesafe vardır. Böylesi bir “mesafe” çok kez hep olur; ama bu “mesafe” ne kadar azalırsa, kadrolar ve parti-cephe komiteleri, parti çizgisini, partinin ideolojik-teorik birikimini ne kadar özümserse, hem parti birliği, hem politika üretimi, hem ideolojik-teorik üretim, hem de tüm bunların diyalektik birliği içinde yeniden inşanın hedefi olan devrimci partinin inşası o ölçüde somut biçim kazanır.
       Burada, devrimci sosyalizmin ideolojik-teorik birikiminin bir yerde durduğu, parti ve cephe yapısının, kadroların bu birikimi “yakalamasından”; ideoloji-teorinin kadroların “yakalaması” için kendini “dondurduğu” bir süreçten bahsetmiyoruz. Bir yandan, devrimci sosyalizm, bu birikimi ileri taşıyacak, diğer yandan bu “ileri taşıma” eylemin bir parçası olarak parti ve cephe yapısı, kadrolar bu düzeyi yakalamak için, bu mesafeyi kapamak için yoğun bir mücadele gösterecek. Eğer bu diyalektik ilişki parti yaşamında ete-kemiğe bürünmezse, bu mesafe kapanacağı yerde, parti ve cephe yapısı, kadrolar aleyhine büyürse, birbirini anlamakta zorlanan kadrolar, tartışılan ve sonuçlanan her şeyin yeniden tartışılması gibi paradokslar kapıdadır. Çok daha önemlisi, bu mesafenin azalması ile yeni/ 4.bunalım döneminin devrimci partisini inşa etmek görevi arasında kopmaz bir bağ vardır; bu konuda alınan yol ya da zaafiyet bu ana görevi etkileyecektir.
       Bu mesafe kendiliğinden kapanmaz. Bu zayıflık, ya da sürecin ihtiyaçları ile “mesafe”li hal, kapsamlı, planlı, çok yönlü bir mücadeleye bağlı aşılır. Kim ne derse desin, sizin ne kadar doğru bir ideolojik-politik çizginiz olursa olsun, sizin politik iddianız ve hedefiniz ne olursa olsun (ki devrimci sosyalizm bu konuda olumlu bir yerde durmaktadır); örgüt denilen insan topluluğu mevcut düzenden, egemen ideoloji ve kültürel iklimden, alışkanlıkların gücünden vb. etkilenmektedir. Sizin göreviniz, bunu parti saflarından söküp atmaktır; bunu söküp atmayınca, atamayınca her vesile ile bunun değişik biçimleri karşınıza çıkar. Bu ilişki ve çelişki, sözünü ettiğimiz mesafeyi olumlu ya da olumsuz etkiler. Mesafe ne kadar büyükse, düzen içi her şeyin parti saflarına sızması ve güç olması o kadar kolaydır; bunun tersi de doğrudur, bu mesafe ne kadar kapanırsa partinin değiştirme ve dönüştürme eylemi o kadar güçlü olur. Plan, bu plan içinde devrimci eğitim, partinin saflarında mücadele eden insanları ideolojik-teorik olarak beslemesi; maddi otoritesini bu manevi otorite üzerinde kurması ve bunu sürekli kılması önem kazanmaktadır.
       Tutucu, ideolojik-teorik gelişimi zayıf ya da bu yönde çabası olmayan, “ben eskiyim bilirim” diyen ve birazda “eskiye” takılan, devrimci sosyalizmin en önemli ideolojik-teorik açılımlarından “habersiz” ya da bunları özümsemeyen, elde olan ile yetinen ve hep keseden yiyen bir kadro, belki bir süre daha ayakta kalır; ama her şeyin bir sınırı vardır ve giderek süreçten kopma kaçınılmazdır. Bir kadro düşünün, parti çizgisini de az çok kavramış, bunu da şu ya da bu biçimde ifade etmektedir. Ama bu yeter mi? Yetmez. Eğer kadro, bunun gereğini, dönemsel ve güncel süreçlerde somut biçimde örgütlemiyorsa, konuşan ama iş yapmayan biriyse, bunca yıl bir-iki insan partiye kazanmamışsa, tam tersine insanları ötekileştirmişse, tüm gününü değil de, ayda bir-iki saatini partiye veriyorsa, verilen görevleri yapmıyorsa, yeniden ve yeniden görev icat etmiyorsa, bir randevu sistemini bile kuramıyorsa, küçük dağları ben yarattım havasıyla dolaşıyorsa; bu kadro özünde o ideolojik-teorik birikimden habersiz demektir. Ya da dar pratikçi bir mantıkla, “parti yazmış biz iş yapalım” diyen, birkaç doğru ideolojik-politik belirleme üzerinden, süreç ve ideolojik-teorik alanın bütünlüğü ile ilişki kuramayan, birkaç vuruşla her şeyin önünün açılacağını düşünen (bu bazen çok samimi de olabilir) bir kadro sürece yanıt olamaz. Bu gibi örnekler, özünde bir yabancılaşma biçimidir; kendine, yoldaşlarına, partiye yabancılaşma, ideolojik-teorik birikime, sürecin ihtiyacı ve devrimci sosyalizm için ideolojik-teorik sıçrama noktalarına yabancılaşma olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada yakalanması gereken halka, partinin ideolojik-teorik birikimini, Marksizm-Leninizm’i, başta parti ve cephe yapısı olmak üzere tüm devrimci kurtuluşçunun kavramasının önemli bir görev olduğudur. Bu görev, sadece, devrimci kurtuluşçuyu ideolojik-teorik kaynaktan beslemekle kalmayacak, partinin bütünsel gelişimi için bir adım olacaktır.
       Parti de, kadro da bu ideolojik yenilenmeyi örgütlü ele alır. Kadro, tüm birikimini partiye katar, parti çizgisinde kendini ideolojik-teorik olarak yeniler; hem partinin ideolojik-teorik yenilenme eylemini içselleştirir, hem de bu yenilenme eyleminin bir parçası olur.
       İşte iç devrim, bu konuyla ilişkili olarak, budur.

       G) PARTİ YAŞAMINDA İÇ DEVRİM VE DEVRİMCİ POLİTİKA
       Devrimci politika, birbiriyle ilişkili üç durağı kapsar.
       Her şeyden önce, devrimci bir politika, ideolojik-teorik bir zemin, arka plan üzerinden yükselmek, somut biçim almak zorundadır. Devrimci parti, her hangi bir politik-toplumsal soruna karşı bir tutum geliştirmek, hedef ve bu hedefe ulaşmak için araçları tanımlamak zorundadır. İşte, kapsam ve içeriği tümden süreç ve sorunun kendisine bağlı oluşan bu tutumun belirlenmesi, politika üretimidir; bu üretim, ideolojik-teorik zemin ve arka plan ile sıkı, kopmaz bağ içindedir. Biz bu sürece, tasnif etmek işimizi kolaylaştıracağı için, birinci durak ya da politika üretimi olarak tanımlayalım.
       Burada bir ara parantez açalım, soru şudur: peki, devrimci politika nasıl oluşur?
       Siz, dernek ya da başka bir kitle örgütünden ya da reformist, dogmatik bir partiden değil de, Marksist-Leninist bir partiden söz ediyorsanız; politika, bu partinin ruhuna, özüne, işleyişine uygun üretilir. Demokratik merkeziyetçilik ve bunu besleyen diğer ilke ve normlar burada devrededir.
       Birinci olarak, devrimci bir partinin merkezi politikası olur ve bu tümden merkezi bir yöntemle üretildiği gibi, kimi zaman ise, demokratik-merkeziyetçiliğin “demokratik” yanı devrede olur; alt komite ve organlardan görüş alınır ve buna bağlı bu görüşler merkezileşir. Hangi yöntemle olursa olsun, tüm merkezi karar ve politikalar, eğer varsa alt örgütlerin bir eleştirisi, “eleştiri hakkı” saklı kalarak (yani kararın uygulanmasını hiç etkilemeden, tam tersine kararı uygulayarak, eylem sonrası parti kanalları kullanılarak bu eleştiri ifade edilir) tereddütsüz uygulanır. Demokratik merkeziyetçilik, alt örgütlerin üst örgütlere, tüm örgütler ve üyelerin parti merkezine bağlı olduğu bir sistemdir; bu politika üretimi ve uygulanması içinde geçerlidir.
       İkinci olarak, yine demokratik merkeziyetçilik gereği, bu ilkenin “merkeziyetçilik ve ademi-merkeziyetçilik” biçimi alması gereği, bu ilkenin güçlenmesi gereği, yerel politikalarda, bu kez o yerel alan için, az önce ifade ettiğimiz iki yöntem de kullanarak, politika üretilir. Tüm sorumluluk o yerel alana ait ve kesinlikle bunun partiye rapor edilmesi koşuluyla bu yerel politika o alanda uygulanır.
       Bu ara parantezi kapatıp bir başka durağa geçelim. Bu üretim süreci, somut biçim alınca bir duruş ve devrimci tutuma dönüşür; bunu da ikinci durak olarak tanımlayalım. Devrimci politika artık nettir; bu politikanın parti saflarına, sol ve devrimci harekete ve asıl olarak da kitlelere, halka en kısa ve özlü nasıl ulaşır/ulaştırılır, en doğru nasıl formüle edilir, artık bilinmektedir.
       Politikanın somutluk kazanması, bunun kitleler içinde kök salması, kitlelere mal edilmesi, bunun için devrimci araçların devreye girmesi ise, politikanın uygulanması ya da pratik boyut kazanmasıdır. Devrimci politikanın pratik boyut kazanmasını üçüncü durak olarak tanımlarsak; asıl ve daha somut olan bu duraktır.
       Bu durakta, bir dizi araç ve yöntem devreye girer. Propaganda ve ajitasyon için, sözlü ve yazılı araçlar; bire bir ilişkiden tutalım kitle gösterisine, bildiriden tutalım dergi/gazeteye kadar bir dizi araç kullanılır. Demokratik kitle örgütleri (dernek, sendika vb), meslek örgütleri gibi yasal örgütler, yarı-legal ve illegal gibi yasal olmayan ama meşru örgütler devrimci politikanın araçlarıdır; bu araçlar devrimci politikayı kitlelere taşır. Devrimci politikanın kitlelere ulaşması ve maddi bir güç olması da asıl bu araçların doğru, sürece uygun kullanılmasına bağlıdır.
       Devam edelim; ayrıca devrimci politikanın üç biçimi vardır.
       Birincisi, stratejik politika; çağ (kapitalizm-emperyalizm), bunalım dönemi, sömürü ve istismar biçimi (sömürgecilik, yeni sömürgecilik), ülkenin tarihsel-toplumsal-siyasal yapısı, somut nesnel ve öznel koşulların toplamına bağlı olarak, devrim için stratejik politika zorunludur. Örneğin, stratejinin iki alanı, hem stratejinin hedefi, hem de stratejik çizginin kendisi, özünde bu konuda bir dizi stratejik politikanın ta kendisidir. Siz, bu ülke için, “emperyalizme bağımlı yeni sömürge ülke” tanımlaması yaparsanız devrimin hedefinin biri olan emperyalizmi tümden bu ülkeden söküp atmayı, yani anti-emperyalist bir devrimi önünüze koyarsınız. Bunun devamı olarak, “emperyalizmi içsel olgu” tanımlar, “kapitalizmin emperyalizme bağlı her alanda hakim olduğunu” ifade ederseniz, anti-emperyalizm ile anti-kapitalizmi birbirinden ayıramazsınız; anti-emperyalist mücadeleyi sınıfsal zeminde yürütmek zorundasınız. Oligarşi ya da sürekli faşizm, yeni sömürgecilik üzerinde biçim almış devlet biçimidir; demokrasinin tümden inkarıdır, tüm demokratik sorunlara kaynaklık eder. O halde anti-oligarşik devrim, oligarşiyi/faşizmi tümden tasfiye eder, demokratik tüm sorunları devrimle çözer. Tüm bunlar ve alt başlıklar stratejik politikadır. Bu olmadan, devrim için bu ufuk olmadan, böylesi stratejik hedefler olmadan devrimci bir parti olamaz. Bu olmadan devrimci partinin yönü olamaz.
       İkincisi, dönemsel politika; devrim uzun bir yürüyüştür ve bir dizi aşamadan geçerek stratejik hedefe ulaşır. Her bir aşama, tümden önümüze koyduğumuz taktik görevlere, aldığımız ya da alacağımız mesafeye bağlı olarak belirlenir. Biz bunu dönemsel taktik politika ya da dönemsel politika olarak tanımlarız. Örneğin, yeniden inşa süreci ve bu temelde belirlenen politikalar budur. Bu dönem ve politika kendi içinde bir dizi ara süreç ve politikadan oluşur.
       Üçüncüsü, güncel politika; güncel, Lenin’in ifadesiyle “24 saatte değişen”, her süreçte önümüze çıkan bir dizi sorunlar karşısında oluşan politikalardır. Bir grev ile dayanışma, seçim gibi süreçlere yönelik tutum, şehitlere sahip çıkma, bir saldırıyı protesto etme, somut siyasal ve toplumsal gelişmeye yönelik tutum gibi politikalar bu kapsam içindedir.
       Her üç biçim, stratejik-dönemsel-güncel politikalar, sıkı bir ilişki içindedir; devrimci bir parti tüm bu politikaları birbirine bağlar. Devrimci politika sanatı, tüm bunlar içinde, birbirine bir zincir gibi bağlanan bu politikalar içinde, ana, asıl halkayı yakalamak, buradan yüklenerek yolu açmaktır. Eğer siz bu ilişkiyi doğru kuramazsanız, devrimci politika da sağa-sola yalpalamaktan kurtulamazsınız. Stratejik bir yerde durarak, tek başına buradan politik taktik üretirseniz güncel ve dönemsel süreçlerden koparsınız; kendinizi güncellik içine hapsederseniz, bu kez hedeflerden koparsınız. Devrimci parti bu diyalektik ilişkiyi kurmak zorundadır.
       Peki, devrimci politika ne için yapılır?
       Bu sorunun tek bir yanıtı yoktur; tümden o politikanın amacıyla bağlantılıdır. Ama özetle, devrimci politika asıl olarak kitleler, halk için yapılır; sol ve devrimci hareket ve parti içi politikalar da devrimci politikanın konusu içindedir.
       Bir soru daha: Türkiye devrimi ve devrimci sosyalizm sürecin neresindedir?
       Politik süreçler, önemli ölçüde, toplumsal ve siyasal zemine bağlı olarak, oligarşi tarafından belirlenmektedir. Kürt sorunu ve bununla ilişkili sorunlar da yurtsever hareket politik öznedir. Yurtsever hareket, sorunu belirleyen, emperyalizm ve oligarşinin dayatmalarına direnen, bunu açığa çıkarandır; Kürt sorununda taraftır. Bunu dışta tutarsak, Türkiye devrimci hareketi ve devrimci sosyalizm, kapsamlı saldırılar karşısında cepheden konum alan, bunları püskürten değil, “sürece takılan” hatta “süreçten kopma” potansiyeli taşıyan bir yerdedir.
       Devrimci sosyalizmin, devrimci hareketi uzun yıllar teslim alan kuşatma ya da krize karşı, doğru bir politik projesi, “devrimci yenilenme” ve “yeniden inşa” projesi vardır; ama bunun somut karşılığı örgütlenememiştir. Buna bağlı olarak, devrimci sosyalizm bu kuşatmaya karşı cepheden bir yol açamadığı için, devrimci hareketin yaşadığı sorunlardan şu ya da bu düzeyde etkilenmekte, onu doğrudan etkileyen ve dönüştüren bir yerde durmamaktadır. İkisi birbiriyle iç içedir ve politik süreçte durduğu yer, bu aşama da bir birine benzemektedir.
       Bu kader değil. Buradan çıkış, yeniden inşa sürecinin ana hedeflerine ulaşmaktır. Bu anlamda her adım, sadece güncel gelişmelere devrimci tavır olmaktan öte, bu hedef için alınan yoldur. Bir başka ifade ile, her adımın tarihsel değeri vardır; an ile tarih iç içedir. Süreç “büyük hedefler” için günü “atlamak” değil, büyük bir emek seferberliği ile yeniden inşanın hedeflerine yoğunlaşmak, bu hedefler için güncel ve dönemsel politikalar üretmek, bunların somut biçim kazanması için bir değil birkaç adım öne çıkmaktır. Bir yandan partiyi sağlamlaştırmak, öte yandan adım adım politik süreci yakalamak, kontrollü açılım siyasetine bağlı adım adım dışa açılmak, buradan bir alan oluşturmaktır. Dinamik, sürecin ihtiyaçlarına uygun bir çalışma ve tempo, yeniden inşanın hedeflerin ilmik ilmik örme ve sürecin ihtiyaçlarına bağlı politik tutumlar; yolu açmak için bu adımlar zorunludur.
       İç devrim; politik alanda, tüm bunlara yanıt olmadır, devrimci sosyalizmim politik özne olma ve bu sürecin yolunu açmadır.

       H) PARTİ YAŞAMINDA İÇ DEVRİM VE ÖRGÜT ya da TÜZÜK DEVRİMCİLİĞİ

       Yukarıda, “parti yaşamında iç devrim ve ideoloji-teori” ve “parti yaşamında iç devrim ve devrimci politika” bölümleri ancak “parti yaşamında iç devrim ve örgüt” ilişkisiyle tamamlanırsa bir anlam kazanır. İdeolojik-teorik alan ile politik alanın, örgütsel alanla kopmaz ilişkisi söz konusudur. Sadece bir bütünlük için değil, sadece yeniden inşa sürecimizi bu bütünlük içinde adımlayacağımızdan değil, aynı zamanda “ideolojik alan” ile “politik alanın” asıl olarak örgütsel alanda düğümlendiği içinde bu bağ zorunludur. Soyut “ideolojik yenilenme” ya da “politik yenilenme” olmaz; bu yenilenme eylemi asıl olarak “örgütsel yenilenme” de anlam bulur. Ya da bir başka ifade ile örgütsel alan, ideolojik ve politik alanın anahtarıdır; tüm yenilenme eylemi örgütle başlar örgütle biter. Her şeyin başı örgüttür. İdeolojik-teorik alanda bir açılım mı yapacaksınız; bu somut biçimde örgütsel bir çalışmadır, örgütsel alanı doğrudan ilgilendirir. Politik alanda sürece uygun adımlar mı atacaksınız, bu ülkede Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisini ayakları üzerine mi dikeceksiniz; bunun yolu dönemin devrimci partisini inşa etmek, bu temelde, kadro yapısı, kitle ilişkisi ve işleyişi sürecin ihtiyacı temelinde örgütlemek, bu düzeye, parti düzeyine taşımak zorundasınız. Yaşadığımız dönem, devrim için, her dönemden daha yoğun iradeciliği dayatmaktadır; bu süreç ya da süreçlerde irade ve örgütlülük olmadan, bırakın devrimci partiyi, bir demokratik kitle örgütü bile örgütleyemezsiniz.
       Bu anlamda, birbirinden koparılmadan yakalanması gereken asıl halka örgüttür; örgüt, tüm diğer halkaların somut biçim kazandığı alandır. İç devrimin de böyle bir yanı vardır. Siz parti yaşamında iç devrim yapamazsanız, parti yaşamını sürecin ihtiyaçları temelinde, sosyalizm ufku ile örgütlemezseniz, diğer alanlarda başarı sağlamanız mümkün değildir.
       Devrimci parti somut bir kavramdır; kadro yapısı, kitle ilişkisi, işleyişi ve bunlara bağlı olarak mücadele gücü ve düzeyi, sol ve devrimci hareket içinde kapsadığı alan, kitleler için meşru çekim gücü ile somut varlıktır. Parti, canlı bir mekanizmadır. Partiler de ilerler ve geriler, yenilgi ve zaferi yaşar; politika üretir, tartışır, tepki verir, içe kapanır, dışa açılır. Ama devrimci parti, nasıl bir süreç yaşarsa yaşasın, iktidar hedefinden, iktidar perspektifinden uzaklaşmaz, her şeyi, ama her şeyi, ideolojik, politik, örgütsel her adımı buna bağlı ele alır. Eğer iktidar perspektifini asıl zemin, ana halka olarak yakalayamaz, buradan her soruna bakmazsa, ne ilerleme ne de gerileme, ne zafer ne de yenilgi süreçlerinden kazanımla çıkamaz. “İktidarı alacak güçte olmak” ayrıdır, “iktidar perspektif ile mücadele etmek” ayrıdır; iktidar perspektifi ile devrimci parti hareket eder, ama o bilir ki bir dizi aşamadan geçerek, uzun süreli ve birleşik bir mücadele içinde, bu süreç ve süreçlerin sonunda iktidar alınır.
       İktidar için mücadele, yeni sömürge bir toplumda, sürekli faşizm koşullarında, illegal örgütlenmeyi, çelik bir disiplini, proletarya disiplinini, yenilgi ve zaferde sağlam durmayı, sürekli bir gelişim içinde, sürece uygun örgütler kurarak, oligarşinin şu ya da bu kesimine değil, bir bütün olarak oligarşiye/ faşizme, devlete cepheden savaş açmayı gerektirir.
       Bugün, içinde bulunduğumuz bu süreçte, yeni/4. bunalım döneminin devrimci partisini inşa etmek somut bir görevdir. Devrimci partinin inşası ile devrimci bir savaşın örgütlenmesi iki ayrı yerde değil, iç içe iki görevdir. Böyle bir parti, iç örgütlülüğünü sosyalizm temelinde örgütleyen, siyasal sürecin ihtiyaçlarına yanıt veren, oligarşinin kuşatmasına cepheden karşı koyan, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi temelinde savaşan, solu saflaştıran, halka umut veren ve bu temelde kurumsallaşan özelliklere sahip olmalıdır. Bu örgütsel alanda, bir düzey sorunudur, nicel gelişim ve nitel sıçramadır. Bugün böyle bir düzey, bu nitelikte bir devrimci parti yoktur; ama devrimci sosyalizm, kendi birikimi üzerinden böyle bir partiyi inşa edecektir, görev de budur. Böylesi bir partinin inşası, ideolojik ve politika alanda görevlerle birlikte, nitel ve nicel olarak yeni bir sıçrama yapmaya, partiyi parti yapan tüm unsurlarda (kadro, kitle, işleyiş) yeni bir düzey yakalamaya bağlıdır. Devrimci sosyalizm için, önü sonu belli olmayan bir “partileşme süreci” yoktur; somut bir düzey için bu süreci aşma mücadelesi vardır.
       Bu mücadele düz bir hatta ilerlemiyor. Nesnel ve öznel, devrimci sosyalizme ait içsel nedenlere ya da tümden devrimci sosyalizmin dışındaki gelişme ve süreçlerden kaynaklı bir dizi nedene bağlı gerileme de yaşanıyor. “Bir adım ileri iki adım geri”; bu yeniden inşa sürecini tanımlayan özlü bir belirlemedir. Gerileme süreçleri, aynı zamanda, birçok alanda güç kaybettiğimiz, konumuzla bağlantılı örgütsel yapının bozulma eğilimlerin canlandığı süreçlerdir. Böylesi süreçlerde manevi ve merkezi otorite zayıflar, çevre ruhu ve buna uygun ilkel devrimcilik canlanır, parti merkezli değil kendi merkezli düşünme ve davranışlar artar, disiplin gevşer, ideolojik-politik üretimde düşüş olur, yoldaşça ilişki ve bağlılık zayıflar, kültürel ve örgütsel iklim bozulur. Bu süreçlerde kadrolar yeniden ve yeniden sınanır; süreç adeta “elek” görevi görür, eleğin delikleri büyür, dün az çok sürece uyan kadro tek tek elekten düşer. Tam da bundan, iç devrim, bu bozulma eğilimlerine karşı savaş açma, işlevsiz her şeyi yıkma, yeni bir ruhla parti düzeyi için mücadele etme olarak karşımıza çıkar.
       O halde, bu düzey için, devrimci partinin inşası için, bugün, örgütsel yapıyı sağlamlaştırma, nicel ve nitel olarak bugünü aşma, bunun için “tüzük devrimciliği” ile örgütsel alanı kapsayan “iç devrimi” iç içe ele alma somut, ertelenemez, üzerinden atlanamaz bir görevdir.
       İç devrim, tüzük devrimciliğini, bu temelde yazılı ve sözlü kuralları sıkı uygulama, sıkı, demirden bir disiplini kurma, örgütsel yapıyı sağlamlaştırma ve yeniden inşanın hedefi olan devrimci partinin inşası olarak somut biçim almaktadır.
       Bu kısa açıklama ve değerlendirmeye bağlı olarak, iç devrim ile örgütsel alan ilişkisini bazı alt başlıklar altında toplamakta yarar vardır.

       1) İç Devrim Ve Eleştiri-Özeleştiri
       Parti yaşamında iç devrim için, devrimci partinin, bu partinin sempatizanı, savaşçısı bireyin, yukarıda anlattıklarımızdan da anlaşılacağı üzere, Marksizm-Leninizm’i, parti çizgisini asgari düzeyde de olsa kavraması, diyalektik yöntemi içselleştirmesi ve buna bağlı kendini gözden geçirmesi, kendi hata ve eksiklikleri ile yüzleşmesi, eleştiri ve özeleştiri silahını en verimli kullanması ilk adımdır.
       Parti ve devrimci birey, içinde bulunduğu toplumdan, toplumsal ve siyasal süreçlerden, ideolojik-kültürel iklimden soyut, kopuk değildir. Parti ve devrimci birey, sınıf mücadelesinin gelişim düzeyi ve sorunlarından ayrı bir yerde olmaz; tüm bunlardan “ayrı bir dünya”da bulunmaz. Böyle bir “kopukluk” ve “soyutluk” mümkün değildir. Bundan dolayı, iradesi dışında, bir dizi nesnel ve öznel irade, egemen ideoloji ve kültürün, bunların alt versiyonlarının, alışkanlık ve topluma dayatılan düşünme biçiminin kuşatması altında bulunur. Bu toplumsal, siyasal, kültürel iklimin izlerini az çok taşır; ama o önüne tüm bunları değiştirme eylemini koyar. Ancak, kendini ve toplumu değiştirmeyi, kendinde ve toplumda devrim eylemini önüne koyan parti ve devrimci birey, bu baskı ve kuşatmaya teslim olmaz. Tam tersine, mevcut düzeni (yeni sömürge düzeni) tüm kurum ve yapılarıyla (üst yapının merkezinde bulunan devlet, oligarşi/faşizm, bu kurum ve yapıları temsil eder), baştan aşağı yıkmak ve yerine yeni bir toplumsal düzeni (sosyalizmi) inşa etmek eylemini önüne koyan devrimci parti ve bunun savaşçısı devrimci birey, bu kuşatma ve baskıya cepheden karşı koyar.
       Devrim, kimi evrimci sosyalizm savunucuların iddia ettiği gibi, mevcut toplumsal düzeni “mevzi savaşları” ile kimi “küçük adacıklarla” basitten karmaşığa bir yol izleyerek, düzeni onarma eylemi değildir. Tam tersine devrim büyük alt-üst oluştur, yıkma ve yapma eylemidir; devrim, oligarşi için “kabus” işçiler ve halk için “bayram günleri”dir. Her devrimin ana sorunu iktidar sorunudur; her devrim, önce mevcut düzeni temsil eden politik mekanizmayı/devleti yıkar. Devlet, sadece siyasal bir mekanizma değil, mevcut toplumsal düzenin, üretim ilişkisinin yeniden üretiminde de en önemli mekanizmadır. Devrim kendini sadece “yıkmak” eylemiyle sınırlamaz, yıkılanın yerine “neyi koyacağını” da ortaya koyar. Devrimci partinin işçi sınıfından bağımsız, ondan farklı bir çıkarı ve hedefi yoktur. Devrimci parti, “halkın”, “kitlenin”, “toplumun” değil, işçi sınıfının partisidir. İşçi sınıf ve devrimci partisinin nihai hedefi, sınıfsız, sömürüsüz, devletsiz bir toplum olan komünizmdir; sosyalizm, kapitalizmden komünizme geçiş sürecidir.
       Peki, biz bu hedefler için bekleyecek miyiz? Hayır. Hangi toplumda, nasıl bir devrim yaparsanız yapın, her devrim, mevcut düzeni yıkmayı önüne koyar. Mevcut düzeni yıkmak için “koşulların olgunlaşmasını” beklemek revizyonizmdir. Emperyalist çağda, özel olarak da içinde bulunduğumuz yeni/4. bunalım döneminde, devrimlerin nesnel koşulları mevcuttur. Devrim, hem nesnel koşulları hem de öznel koşulları olgunlaştırır; nesnel ve öznel koşulların bileşkesi olarak gerçekleşir. Hatta 100 yılı aşkın emperyalizm tarihine, devrimler deneyine bakarsak, son yıllarda “erken devrim ve sosyalizm” eleştirileri bir yana; her devrim birazda erken toplumsal eylemdir. Bu devrim eyleminde, bu yıkma eyleminde, belki de “ilk kurşun” az önce ifade ettiğimiz ideolojik, politik, kültürel kuşatmaya karşı bireyin beyninde patlar, bu kuşatmaya karşı direniş eylemi ilk burada başlar, ilk ideolojik kuşatma insan beyninde yıkılır. Ama bu “ilk kurşun” son kurşun değildir; yıkma ve yeniden inşa etme eylemi bununla sınırlı kalmaz, tüm bu kuşatmaya karşı sınıfsal politik tavır inşa edilir; parti bunun en yüksek biçimi olarak ortaya çıkar.
       Demek ki, parti ve devrimci birey, bu ideolojik, politik, kültürel kuşatma ve alışkanlıklardan “kopuk” olmaz; ama buna da “teslim” olmaz. Bu kuşatmaya karşı bilinçli bir direniş, başkaldırı eylemi örgütler. Devrimci parti ve devrimin kendisi her adımında yeni olanı temsil eder, bunu somut yaşamında örgütler. Karmaşık, çok yönlü, sayısız irade ve eylemin birbirini etkilediği bir süreçtir bu; hatta hiç de ütopik, saf, naif biçimde yaşanmaz.
       İşte eleştiri ve özeleştiri, bu direnişte, yeni olanı inşa etme eyleminde parti ve devrimci birey için en önemli silah olarak ortaya çıkar. Parti ve devrimci birey, ancak eleştiri ve özeleştiriyle yanlışları, hata ve zaaflarıyla hesaplaşır, arınır ve bu çok yönlü mücadele içinde kendini yeniden ve yeniden üretir, inşa eder.
       İç devrim, bundan dolayı, her şeyden önce, parti yaşamında eleştiri ve özeleştiri yöntemini doğru ve verimli ele alarak, bu konuda bir bilince sahip olunarak, bunu bilinçli bir eylem olarak örgütlenerek yapılabilir. İç devrim, hatalı, yanlış, eksik yanlarımızla hesaplaşma, onları yıkma ve yerine yeni ve sürece uygun olanı kurma eylemidir; bu eylemde eleştiri ve özeleştiri olmazsa olmaz bir yöntemdir.
       Sürece, partiye, devrim ve sosyalizme hizmet etmeyen, bizi gerileten, bozan her şeye savaş açacağız; bunları kişiliğimizden ve parti yaşamından söküp atacağız. Sosyalist insan, Che’nin tanımlamasıyla “yeni insan”, her devrimci kurtuluşçunun hedefidir. Devrimci kurtuluşçu kişilik, düzenden beslenen tüm bencil, çıkarcı, çifte standartçı, deforme olmuş kişilik özelliklerinden kopan, kendini partiye adayan, özel mülkiyetten kaynaklı tüm kişilik özeliklerini reddeden, sosyalist kültürü içselleştirmiş kişiliktir. Her gün, her an, sürekli bir mücadele ve iradi çaba ile bu kişilik inşa edilir. Parti yaşamı bütündür; parti ile asıl bağ ideolojiktir, örgütsel ilişkilerde sosyalizm temelinde ilke ve kurallar vardır, buna göre her adım örgütlenir. “Ben bilirim, parti bilmez” mantığı ile sorunu ele almak, “kaç yıllık devrimciyim” diyerek “statü” aramak, çevre ruhu ile dar bir dünyada yaşamak, parti ve yoldaşlarını ötekileştirmek, parti platformlarında değil de sağda-solda sözde “eleştiri” yapmak, disiplini bozmak ve disiplin bozma pratiklerine sessiz kalmak, örgütsel ve kültürel iklimi yozlaştırmak, parti çalışmalarında insanların “statüsüne” göre hareket etmek, emek vermeden devrimcilik yapacağını sanmak, sıradan bir insandan farksız bir yaşam içinde üsten konuşmak, parti işleyişine azami özen göstermemek, partinin kitlelere açılmasında rol üslenmemek, kadroları hazırlayıp eğitmemek, devrimci eylemi örgütlememek; bu gibi her şey devrimci sosyalizme yabancıdır. Tüm bunlar söküp atılmalıdır, atılacaktır, atacağız. İnsanlarla ilişkimiz nasıl, aile, iş ilişkilerimiz nasıl; tüm bunlar ne kadar eşit ve özgür, ne kadar katılımcı ve sosyalist; bunları sorgulamak ve her eksik ve hatalı yanı düzeltmek görevdir. Bir birim nasıl çalışır, komite toplantısı nasıl yapılır, buradaki verim nedir, bir kampanya nasıl örgütlenir, bir eylem nasıl örgütlenir, kitle çalışması nasıl yapılır, kadroların ihtiyacı nedir, nasıl eğitilir; tüm bunlar eleştiri ve özeleştiri konusudur. İç devrim, tüm bunları, ayrıca burada sayamadığımız daha birçok şeyi kapsar.
       Eleştiri, “dıştan” soyut yapılamaz; eleştiri içten, büyük bir sorumluluk ve sahiplenme ile yapılır. Eleştirdiğimiz her şey aynı zamanda özeleştirimizdir. Eleştiri ve özeleştiri bir bütünün iki halkasıdır; biri olmadan öteki olmaz. Eleştiri ve özeleştiri, parti yaşamında örgütlü yapılır; resmi parti kanallarında ve resmi platformlarda yapılır. Bu anlamda da iç devrim, tüzük devrimciliğin inşasıdır.

       2) İç Devrim Ve Kadro
       Partiyi tanımlarken, yukarıda ifade etiğimiz gibi, kadro ve kadro bileşkesi ya da bunlardan oluşan örgütler/komiteler önemli bir yerde durur. Kadro, devrimci partinin “özeti”dir, o partiye rengini, ruhunu veren öznedir, devrimci partinin omurgasıdır. Bunun tersi de doğrudur; nasıl bir partinin yanıtı nasıl bir kadrodur. Çünkü her süreç ve örgüt biçimi kendine özgü insanı/kadroyu yaratır; kadro, süreç ve örgüte yön verir, onu etkiler, ona rengini verir.
       Devrimci bir parti için, kadro nedir?
       Marksizm-Leninizm’in bazı eserlerinde, örneğin Stalin ve Dimitrov’da genel bir kadro tanımı da vardır. Bu tanımlamalar bize genel bir fikir verir, ama bu tanımlamalar mekanik ele alınamaz. Çünkü bu tanımların özü, insandır; insan ne mekanik bir varlıktır, ne de “şu şu özellikler” diyerek alt alta yazarak bir insanı, ya da aynı anlama gelmek üzere bir kadroyu tanımlamak, bunlardan biri ya da birkaçının eksikliğinden hareketle insanı, kadroyu yok saymak mümkündür. Standart bir kadro tipi bu anlamda yoktur. Parti, aynı zamanda işbölümü ve alanlar üzerinde örgütlenir; bu anlamda her alanın kadrosu, işbölümünün bir ifadesi olarak kendine özgün yanlar taşır. Kimi iyi ajitatördür, kimi iyi örgütçüdür, kimi yönetici, kimi teoriye hakim, kimi asker.
       Yine de bir özet tanım yapmak gerekirse: kadro, Marksizm-Leninizm’i asgari düzeyde kavramış, kendini devrime adayan, kitlelerle ilişki kuran, parti örgütlerinde çalışan, kişiliğinde sosyalist/yeni insanı temsil eden kişidir. “Kurucu kadro” bu özellikleri en ileri düzeyde temsil ederken, ortalama bir kadro, hiç şüphesiz daha düşük bir profil içindedir. Ama partinin omurgası “devrimciler örgütü”dür (“devrimciler örgütü” tek başına kadrolardan oluşmaz; ama asıl omurga kadrodur) ve kadroların toplamı partinin omurgasını oluşturur.
       Devrimci sosyalizm için de bu kadro tanımı geçerlidir. Devrimci sosyalizm için, bir kadro, Marksizm-Leninizm’i asgari düzeyde kavramış, parti çizgisini özümsemiş, bu çizgiyi ve partinin değerlerini dost ve düşman karşısında savunan, parti örgütlerinde aktif çalışan ve partinin gelişmesine katkı sunan, kendini parti-devrim-sosyalizme adayan, partiye ve yoldaşlarına bağlı, kitlelerle asgari bağı olan, düzen kişiliği değil devrimci kurtuluşçu kişiliği temsil eden, adaletli, sosyalist/parti kültürüne sahip kişidir. Her devrimci kurtuluşçu kadro değildir; ama her kadro devrimci kurtuluşçudur. Kendine yabancılaşan, partiyi dilin ucuyla savunan ya da sahip çıkan, parti örgütlerinde aktif çalışmayan ve adeta “boş zamanlarında” devrimcilik yapan, ideolojik üretime duyarsız, parti yayınlarını okumayan, her şeyin merkezine kendini koyan, kastlaşmış, kitlelerden kopuk, emekçi olmayan, insan örgütlemekten uzak, çifte standartçı, parti kültürünü bozma eğilimleri taşıyan biri, geçmişi ne olursa olsun özünde bir kadro olmaktan uzaktır.
       1903’ten bu yana, Bolşevikler ile Menşevikler arasında, RSDİP’in ünlü parti tüzüğün birinci maddesi üzerine tartışmadan, yani “kimler parti üyesi olur” tartışmasından bu yana, parti üyeliği için üç maddenin, “tüzük ve programı kabul etmek”, “parti örgütlerinde aktif çalışmak” ve “partiye düzenli aidat vermek” maddelerinin yer almasından bu yana, tüm Marksist-Leninist partilerde bu anlayışın olması tesadüf değildir. Bu aynı zamanda kadronun ana niteliklerini içinde bize bir fikir verir.
       “Partinin tüzük ve programını kabul eden, devrimci politik çalışmasını ve günlük yaşamını parti çizgisi temelinde biçimlendirecek düzeyde partinin ideolojik ve politik çizgisini kavramış, parti örgütlerinde aktif görev alarak çalışan, parti kararlarına ve disiplinine uyan ve aidatlarını düzenli olarak ödeyen herkes partiye üye olabilir.”
       Peki, parti üyesi ve kadronun görevi nedir?
       “Parti üyesinin görevleri: Marksizm-Leninizmi ve partinin idelojik-politik çizgisini, temel ilkelerini ve birliğini savunmak; parti çizgimizin geliştirilmesinde tüzük çerçevesinde katkı sunmak; parti çizgisini ve kararlarını hayata geçirmek için azami çaba göstermek; proletarya ve emekçi sınıflarla bağlar kurmak ve geliştirmek; parti tüzüğü ve disiplinine tam uymak; partiye karşı dürüst ve açık olmak, hiçbir şeyi partiden gizlememek, istendiğinde bilgi vermek, parti yaşamında eleştiri-özeleştiri mekanizmasını ilkeli-kurallı kullanmak; parti örgütünün güvenliğini her şeyin üstünde tutmak, illegaliteye eksiksiz uymak; siyasi poliste, mahkemede, zindanda parti üyesi olmanın onurunu ve sorumluluğunu taşımak, parti sırlarını canı pahasına korumak; partinin maddi olanaklarını titizlikle korumak, geliştirmek ve tüm maddi olanaklarını partinin kullanımına açık tutmak; her alanda partiyi temsil etmek.”
       Sık sık sorduğumuz soruyu yenileyelim: kadro sorununda devrimci sosyalizm sürecin neresindedir? Mevcut kadro tipi ve bileşkesi sürece yanıt olmakta mıdır? Bu konuda nasıl hatalar vardır, çözüm nerededir?
       Devrimci sosyalizm için, birçok konu ve sorunda olduğu gibi, özünde bu alanda, yani kadro anlayışı ve tipinde de “olumlu” ile “olumsuzun” eğilimlerin, sürece yanıt olan ile olmayanın iç içe olduğu bir tablo söz konusudur. Sürece yanıt olmayan her şey kendi içinde zayıflık içerir; önder ve kurucu kadro, ortalama kadro, alana hakim kadro, kendini yenileyen kadro gibi nereden bakarsanız bakın, bir çok açıdan baktığınızda bir zayıflık vardır. Bunu aşmak, yeniden inşanın görevleri arasındadır.
       Türkiye devriminin de devrimci sosyalizmin de muazzam bir kadro sorunu vardır. Kurucu kadro zayıftır, ortalama kadro gücü zayıftır; Türkiye devrimci hareketinde ve devrimci sosyalizm saflarında mevcut kadro tipi arızalı ve sürecin ihtiyacından uzaktır. Kadro, partinin “özeti” ise; mevcut kadro yapısı (ortalama kadro yapısı; ideolojik düzeyi, politik mücadeledeki yeri, örgütsel yeteneği, devrimci kurtuluşçu kişiliği ve tarzı), devrimci sosyalizm için, hem sürecin ihtiyaçlarından, hem de yeniden inşanın hedeflerinden uzaktır.
       O halde, iki yol var önümüzde. Birincisi, mevcut kadro yapısını onarmak, iç devrimle zaaflı bir zeminden çıkmak; ikincisi ise, yeni bir kadro kuşağı örgütlemek. Burada, net bir hedef ya da düzey söz konusudur; nitel ve nicel olarak bir başka düzeyi yakalamak burada hedeftir.
       Bu anlamda, iç devrim, “kadro” gibi görünen ile gerçek kadronun mücadele içinde ayrıştığı, sürecin ihtiyaçları için yeni bir kadro kuşağına ulaşmanın hedef olduğu, bunun için mücadele edilmesi olarak karşımızdadır. İç devrim bunu yapar, yapacaktır. Bu bir arınma ve gelişim sürecidir. Tüzük devrimciliği buna yön verecektir. Bu alanda her adım ve sıçrama yeniden inşa hedefiyle iç içedir, bizi hedefe daha yakınlaştıracaktır.

       3) İç Devrim Ve İşleyiş
       Devrimci partinin işleyişine yön veren, tüzük gibi belgelerde de yerini alan (ihtiyaç halinde bu konuda her devrimci parti “genelge” gibi belgeler de yayınlar) ilke ve kuralların toplamıdır. Daha doğrusu bu ilke ve kuralların devrimci ruhu ve somut biçim kazanmasıdır.
       Devrimci partinin işleyişinde ana ilke demokratik merkeziyetçiliktir. Parti yaşamında, demokratik merkeziyetçilik, “demokratik” ve “merkeziyetçi” yanların birbirini “ötelemesi”, ters yerde konumlanması ve iteklemesi, birbirini ret edip dışlamasını değil, bir bütünün iki yanını ifade eder. Dahası, “demokratik” ve “merkeziyetçi” yan iki farklı süreç, biri bitince diğerin başladığı iki farklı süreç ve ilişki de değildir; tam tersine aynı sürecin iç içe geçmiş, iki yanı, iki halkasıdır. Biri olmadan diğeri olmaz; “demokratik” ve “merkeziyetçi” yan birbirini tamamlar. Parti içi demokrasi olmazsa merkeziyetçilik güçlü kurulmaz; merkeziyetçilik olmazsa devrimci parti, düzene karşı devrimci bir savaş örgütleyemez. Demokrasinin karşıtı/zıddı “merkeziyetçilik” değil “diktatörlük”tür; merkeziyetçiliğin karşıtı/ zıddı ise “demokrasi” değil “özerklik”tir. Demokrasi; açıklık/alenilik, seçim ve katılım ilkelerini içerir ve örgütsel yaşamda bunlar, elbette koşullara göre biçim alır, ama süreklidir. Devrimci parti demokrasiyi sürekli kılıp yaşam biçimine dönüştürmezse, hep bir yanı aksar. Yine devrimci parti, sıkı bir merkeziyetçilik kurmazsa, Leninist parti için yaşamsal bir özellik olan “tek irade- tek parti” anlayışı somutluk kazanmaz.
       Devrimci partide, Leninist demokratik merkeziyetçilik ilkesi; örgütlü bireylerin partiye, azınlığın çoğunluğa, alt komite/örgüt/organların üst komite/örgüt/organlara, bütün birey ve komite/örgüt/organların parti merkezine bağlı olmasıdır. Bütün parti komite/örgütlerinde kararlar “azınlığın çoğunluğun iradesine uyması” ilkesine göre alınır. Karar öncesi tartışmalar tam bir özgürlük içinde yapılır; tartışma için tartışma yapılmaz, tartışma somut bir sorun üzerinde, somut bir irade/karar oluşturmak için yapılır; tartışma çoğunluğun iradesiyle karara dönüşünce ve azınlık çoğunluğun iradesine uyar. Tartışma demokrasi ise, kararın uygulanması da merkeziyetçiliktir.
       Devrimci partide her parti üyesi, partinin örgütlü açtığı tüm tartışmalara, politika oluşturma süreçlerine, temel yönelimlerin oluşum süreçlerine aktif olarak katılmak hakkına sahiptir; bu aynı zamanda sadece bir “hak” değil, kolektivizmin gereği bir sorumluluktur, yükümlülüktür. Görüşlerini açıkça ifade bakımından görevleri ne olursa olsun tüm parti üyeleri eşittir.
       Herhangi bir kararın alınması sürecinde görüşlerini ifade eden parti üyesi, kendi görüşlerine aykırı bir kararla karşılaştığında, bu farklı düşüncelerini hala koruyorsa ve yazılı biçimde ifade ederek kararın uygulanmasına katılmak zorundadır. Burada, demokratik merkeziyetçilik, çoğunluğun azınlık üzerinde “baskı kurduğu”, “azınlığı yok saydığı” bir ilke olarak karşımıza çıkmaz. Tam tersine, tüm parti üyeleri eşit olduğundan, haklar tüzük tarafından güvenceye alındığından, tümden görüşlerimizden farklı bir karar çıksa da haklarımız güvence altındadır.
       Tüm bunlar demokratik merkeziyetçiliğin bir gereğidir.
       Devrim için yola çıkmış bir parti, asıl olarak illegal örgütlenir. Bu ana ilke, tüm devrim deneylerinin bir kazanımıdır ve hiç de bu tesadüfü bir sonuç ya da ilke değildir. Marksizm-Leninizm, bu konuda bir birikimi ifade eder. Yine Marksizm-Leninizm, legal ve yarı-legal örgütlenmeleri bir yana atmaz; tam tersinde devrimin zaferi için, en ağır baskı koşularında bile bu kanalları açmak, bu kanalları kullanmak için mücadele eder. Tümünün bileşkesi devrim için önemlidir. Biz ise, yeni sömürge bir toplumsal düzende, faşizmin sürekli olduğu, burjuvazinin hiçbir demokratik geleneğinin olmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Bundan dolayı, devrimci parti illegalite temelinde örgütlenir; ancak legal ve yarı-legal kanalları sonuna kadar kullanır. En açık veya legal alanda bile parti ve cephe örgütleri illegaldir.
       Devrimci sosyalizm, özel bir illegalite hastalığına sahip değildir; bu bir zorunluluktur. Ayrıca legal mücadele önemli olmakla birlikte asıl olan meşruluktur. İster legal, ister illegal olsun, bizim için meşru olmak önemlidir; biz buradan, meşru olandan her şeyi kurar ve mücadele ederiz. Devrimci sosyalizmin, ister açık, ister özgür alanda olsun, tüm parti-cephe örgütleri illegaldir; düşmana, oligarşiye/faşizme kapalıdır. Hatta sol ve devrimci harekete, dahası “iç illegalite” gereği kendi iç-yapısına da kapalıdır. Lenin’in ifadesiyle “en açık örgütlenmede” bile (örneğin sendika, dernek) parti ve cephe örgütleri illegaldir.
       Devrimci parti komitelerden oluşur; bundan dolayı, parti, “örgütlerin toplamıdır” deriz. Komiteler, hem devrimci sosyalizmin politikalarını uygulamak, hem de yerel sorunları çözmek için mücadele ederler. Komiteler, düzenli toplanmak, rapor ve talimat sistemini örgütlemek, iç işleyişini demokratik merkeziyetçilik temelinde örgütlemek zorundadır. Sadece komite sistemi değil, temsilcilik sistemi de aynı mantıkla işlemek zorundadır.
       Tek başına komite ve komitelerin olması bir şey değildir; bunların olması bir başlangıç, asgari örgütlenme için bir adımdır. Eğer bu ülkede, hangi süreçlerde olursan ol, kapsam ve biçimi her sürece uygun olarak, özgür ve açık alanda, devrim için temel dinamik oluşturan güçler arasında, asgari düzeyde örgütler kuramazsan, bunları parti yaşamına yön veren tüzük etrafında örgütleyip işlev kazandıramazsan, tüm bunlara ideolojik-politik bir eksen veremezsen, bu temelde bir kültür-tarz oluşturamazsan, bu örgütlerin toplamından bileşik bir parti çıkaramazsın. O halde önemli olan “kaç komite” değil, sürecin ihtiyaçlarına uygun komiteler ve bunların işleyişi, siyasal süreçteki rolleridir.
       Komiteler, alanlarda devrimci partiyi temsil eden örgütlerdir. Bunların başarısı, partinin başarısıdır, başarısızlığı ise tersine partinin başarısızlığı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu açıdan, komitenin işleyişi ve mücadelesi son derece önemli bir yerde durmaktadır. Komiteler, ister açık, ister özgür alanda olsun, o alanın her sorununu çözen, parti politikalarını o alanda yürüten örgütlerdir. Komitelerin iç işleyişi, demokratik merkeziyetçilik temelinde örgütlenir, düzenli toplantı yapar, her bir toplantı gündemli ve kendi içinde iç hazırlık yapılanarak örgütlenir, sadece politik ve örgütsel taktiklerimizi değil, eksik ve hatalı yanlarımızı da ele alan eleştiri-özeleştiri toplantıları yapar, somut hedefler için mücadele eder. Komiteler, ideolojik çalışmalara özel önem verir, kendilerini sürekli yenilerler. Bunlar komitelerin doğal görevleridir.
       Bu açıdan bakılırsa, devrimci sosyalizm için bir düzeyden söz edilebilir, ama hala alınacak yol vardır. İşleyişin oturması daha büyük emek ve çabalara, sorumluluk ve inisiyatif almaya ihtiyaç vardır. Komite üyeleri arasındaki uyumsuzluk, planlı ve sistemli çalışma, toplantıların düzenli ve verimli olması için hazırlıkların önceden yapılması gibi konularda hala sıkıntılar vardır. Bunlarla birlikte disiplin sorunu, önce her bir Devrimci Kurtuluşçunun kendini disipline etmesi, bununla birlikte, komite ve alt ilişkilerin disiplin edilmesi son derece önemlidir. Eğer bir alanda; politik faaliyetler, önceden planlanmıyorsa, merkezi politikaların yanı sıra, alana özgü politikalar yoksa, komiteler düzenli toplanmıyorsa, her bir toplantı o alanın önünü açmıyorsa, çeşitli bahanelerle işler savsaklanıyorsa, yeni ilişki ve insanlara ulaşılamıyorsa, oturma, konuşma, insanlarla ilişki kurma biçimi, söz ve davranış arasındaki bütünlük gibi kültürel konularda, sosyalist kültürü temsil eden parti kültürüyle çelişen pratikler varsa, parti imkanları sıkı korunup üzerine bir şeyler konmuyorsa, her sorunun parti tarafından çözülmesi beklentisi varsa orada disiplin, gerçek bir komite işleyişi, hatta yönetme sorununda zayıflık var demektir.
       Ayrıca devrimci partide rapor-talimat sistemi önemlidir. Raporlar, kısa, öz, açık ve illegalite kuralları dikkate alınarak yazılır. Düzenli yazılan raporlar, sadece rapor sahibinin parti yaşamına katılımı değil, aynı zamanda partinin de alana, bölgeye, genele ve sürece/süreçlere hakim olması, rapordan öğrenmesi demektir. Bu anlamda, rapor sadece “rapor” değildir; devrimci partinin politika üretimine katılımdır. Talimat ise, rapor sistemini tamamlayan bir unsurdur. Devrimci parti, kararlarını bu sistemle alt birimlere/örgütlere iletir. Talimatlar, esnetilemez, yok sayılamaz, değiştirilemez; devrimci partinin tüm örgütlü birimleri bunu uygulamakla sorumludur.
       “Bütün parti üyeleri, örgütleri ve özel parti görevlileri faaliyetlerini düzenli olarak aylık, 6 aylık ve yıllık raporlar halinde partiye sunmak zorundadırlar. Raporlar parti yaşamına katılmanın, irade sunmanın, eleştiri ve özeleştiriyi tam ve bütünlüklü işletmenin partiyi bilgilendirmenin, partiyle tam bir ilişki kurmanın olmazsa olmaz koşuludur.”
       Burada soru şudur: tüm bu noktalarda, demokratik merkeziyetçiliğin parti yaşamında somut biçim almasında, devrimci parti için yaşamsal bir ilke olan illegalitenin kurumsallaşmasında, komite ve işleyişinde, rapor ve talimat sisteminde (siz bunlara disiplin gibi başka ilke ve normları da ekleyin) devrimci sosyalizm sürecin neresindedir? Burada ve başka yazılarımızda yazmış olduğumuz bu doğrular ne kadar somut yaşamda inşa edilmiştir?
       Bu soruların tek bir yanıtı yoktur. Bu sorulara “evet” ve “hayır” biçiminde yanıt verilemez. Çünkü tüm bunlar aynı zamanda bir süreç, sürecin almış olduğu biçim ve devrimci sosyalizmin almış olduğu mesafeye bağlıdır. Tüm bu konularda da olumlu yan ile olumsuz yan iç içedir. Tüm bu ilke ve normlar, yaşanan sürece göre biçim alıyor. Eğer siz ilerliyorsanız, tüm bu alanlarda da ilerliyorsunuz; tersi geriliyorsanız, bu kez almış olduğunuz mesafe giderek eriyor, kazanımlar bozuluyor ve geriliyorsunuz. Sorunu genel bir doğru olarak tanımlamak, hatta bunu tüzük ve genelgeler gibi ana belgelerde ifade etmek tek başına yetmiyor; önemli olan bunların somut yaşamda, parti yaşamında ne oranda biçim almasıdır.
       Bu konuda, bu aşamada, devrimci sosyalizm, doğru ve Leninist bir anlayışa sahiptir, parti yaşamında da almış olduğu bir mesafe vardır, ama bu mesafe sürecin ihtiyaçlarından uzaktır. Hala alınması gerekli, zorunlu mesafeler vardır.
       İç devrim, tüzük ve genelgelerin önemini bilerek, bu ana ilke ve normlara bağlı parti yaşamını örgütlemek olarak karşımızdadır. Partini sağlamlaşması, her adımda tüzük devrimciliğin inşa edilmesi görevine bağlıdır.

       4) İç Devrim Ve Kültür-Tarz
       İç devrim, belki de en yalın biçimde tavır ve davranışlarda somutluk kazanır. Bu anlamda, ideoloji, politika ve örgütteki her davranış ya da tutum, kendine özgü bir kültürel özellik kazandırır. Örneğin, herhangi bir konuda “nasıl düşündüğümüz” elbette önemlidir; ama en az bunun kadar önemli olan ise, bu düşünce biçiminin hangi “araçlar” (örgüt biçimleri) ve hangi “yöntem” (mücadele biçimleri) ile kitlelere taşıdığımız ve burada nasıl bir “davranışlar bütünü” oluşturduğumuzdur. Devrimci parti için bu kültür ve tarz, örgütsel alanın bir unsuru olarak, en az ideolojik, politik sorunlar kadar önemlidir; eğer burada bir anlayış, davranışlar bütünü ve gelenek oluşmamışsa, parti birliğinin bir yanı eksik kalır, parti birliği zayıflar. İdeolojik birlik, devrimci politikanın uygulanmasında örgütsel birlik ve kültürel birlikte birleşirse, parti birliği ete-kemiğe bürünür ve yıkılmaz olur.
       Ama bu bağ çok kez sağlıklı kurulamaz. Bu bütünsel bağ, aniden, birden, bir çırpıda da oluşmaz; burada ideoloji, politika ve örgüt alanında binbir bağ kurulur, bunlar süreç içinde tarz ve kültürel kalıplara dönüşür. Ve bunların organik toplamı ile parti birliği sağlamlaşır. Demek ki, tek başına ideolojik birlik yetmez; eğer sorun bununla sınırlı olsa işimiz nispeten kolay olur. Devrimci parti, bu ideolojik birliği, tüm parti ve cephe örgütlerinde içselleştirir (bunu “parti yaşamında iç devrim ve ideoloji-teori” bölümünde ele aldık); ama burada durmaz, sağlam ve sürecin ihtiyaçlarına uygun bir örgütsel işleyiş kurar (bunu da yukarıda ele aldık); tüm bunlar, bu süreçler ortak davranış biçimlerine dönüşür. İşte kültür ve tarz budur.
       Sol ve devrimci çevreye bakalım. Bazı kişi ya da insan davranışları bazı devrimci örgütler ile özdeşleşir. Ama bazı devrimci örgütlerde ise, birden çok kişi ya da davranış biçimi o örgütü yansıtır. Bazı devrimci örgütler, ideolojik-politik-örgütsel eleştirimizden bağımsız olarak, daha yalın davranış kalıplarına sahiptir; bazıları ise, bundan uzak, çeşitli davranış kalıpları söz konusudur. Tabi bununla birlikte, bazı davranış biçimlerini/kalıplarını da her örgütte ya da birden çok devrimci örgütte görmek mümkündür. Örneğin sekter ve kendi merkezli düşünmek, pragmatizm gibi davranış biçimleri birçok örgütte vardır. Çünkü içinde devindiğimiz toplum ve kültürel özellikler aynıdır; bu özellikler, devrimci saflarda zemin bulmuştur. Burada devrimci dönüşüm yoktur ya da çok zayıftır. Bir gözlem olarak şu denilebilir; olumlu ya da olumsuz, nereden bakarsanız bakın, bazı örgütlerde kalıplaşmış düşünme ve davranış biçimleri vardır. Eğer bu ortak bir kültürü yansıtıyorsa, burada kendine özgü bir kültür ve tarz oluşmuş demektir. Sol ve devrimci hareket içinde böylesi ortak kültür oluşturan devrimci çevreler son derece azdır. Türkiye sol ve devimci hareketinde önemli bir kısmının ise, ortak kültür ve tarzdan uzak olduğu söylenebilir. Bunlar birçok kültürel özelliği iç içe taşırlar; önemli bir kısmının da bu konuda bir omurgası yoktur.
       Yine kültür ve tarzlar tarihsel evrime, süreçlere bağlıdır. İdeolojik bir grup için, bu kültür ve tarzın oluşmaması doğaldır. Ama ideolojik bir grup aşılmış, devrimci bir parti düzeyi yakalanmışsa, bu süreçlerin, yenilgi ve zafer, gerileme ve ilerleme süreçlerin toplamında bir gelenek de oluşabilir. Eğer devrimci parti bunu iradi örgütlerse, bu gelenek sağlam zemine oturur; yok, tersi bunu kendiliğindenciliğe bırakırsa, bu gelenek zayıf olur ya da tam kurulamaz, içinde her şeyin olduğu ama kendine özgü düşünme ve davranış kalıplarının olmadığı bir devrimci örgüt ortaya çıkar. Gelenek kavramı, tutuculuğu çağrıştırır; ama biz burada devrimci gelenekten, bundan dolayı olumluluktan söz ediyoruz. Böyle bir gelenek yoksa devrimci örgütler için bu alan yumuşak/zayıf karındır.
       Burada soru şudur: devrimci sosyalizm sürecin neresindedir?
       Burada birkaç saptama yapmakta yarar vardır. Bir: devrimci sosyalizm, Marksizm-Leninizm temelinde örgütlenmiştir ve 1970’lerden bu yana politik alanda bir yer tutar. İki: tüm bu tarihsel süreç düz bir hat üzerinde ilerlememiştir, kesintilidir. Üç: bunlara bağlı olarak, kültür ve tarz için iradi çaba zayıftır, bu alan biraz boş bırakılmıştır. Dört: doğal olarak, bu tarihsel süreç ve mücadele devrimci değer ve gelenekleri de ortaya çıkarmıştır. Her şey “havada” değildir. Beş: bunlara bağlı olarak, bu tarihsel süreç bir yandan tarz ve kültüre niteliğini veren bazı devrimci değer ve devrimci gelenek oluştursa da, öte yandan bu sürekli kılınamamış, daha önemlisi toplumsal yapı ve egemen kültürden beslenen birçok şey örgütsel mekanizma içinde yeteri derecede dönüşüme uğramadan varlığını korumuştur. Bu anlamda özünde tablo olumlu yan ile olumsuz yanın iç içe olduğu unsurları içermiştir. Altı: Devrimci sosyalizm, son yıllarda gerileme süreci içindedir. Bu gerileme süreci, tarihsel süreç ve örgütsel yanların zayıflıkları ile birleşince, düne ait olumlu kültürel özellikler (emek, bağlılık, direniş, gerçekçi olmamak gibi) bozulma eğilimi göstermiştir.
       Eksik ve hatalı yanlar kurutulmadan, olumlu yanlar iradi olarak güçlenmeden, çok daha önemlisi tüm bunlar mücadele içinde bir üst aşamaya sıçramadan yeniden inşa hedefi yakalanamaz. İşte iç devrim, sadece bozulma eğilimi gösteren örgütsel-kültürel iklimi onarmak, bu yanları parti saflarından söküp atmak değil, bununla birlikte, tarihsel kazanımları arkamıza alarak, bu alanda bir sıçrama yapmaktır. İç devrim, her alanda olduğu gibi, kültür ve tarzda da devrimci ve sosyalist olanı üretmek, bunu örgütlü biçimde inşa etmektir.

       SON SÖZ
       Yukarıda, ayrıntılı ele aldığımız gibi, “iç devrim” kavramının başta “devrim” kavramı olmak üzere, “program”, “sosyalizm” gibi ana kavramla yakın ilişkisi vardır. Ama parti yaşamında ideolojik, politik, örgütsel ve kültürel karşılığı olan bir kavram olarak karşımızda durmaktadır. İç devrim, bu dört alanda bütünsel yenilenme eylemidir.
       Bir devrimci parti için, kendi sorunlarına karşı tam bir açıklık ve dürüstlük içinde bulunması önemli bir devrimci özellik ve duruştur. Devrimci sosyalizm, bu özelliği ve duruşunu her dönem korudu, koruyacaktır. Bu duruş, sorunun çözümü için ilk ve önemli bir adımdır. Ama her şey bu değildir. Buradan, bu devrimci samimiyetten güç alarak, eski, sürece yanıt vermeyen her şeyi yıkmadan, yerine yeni ve devrimci olanı inşa etmeden, yenilenme eylemi tamamlanmaz. Bu anlamda, devrimci sosyalizmi bir dizi görevler beklemektedir. Bu görevler, kendiliğinden değil, iradi ve örgütlü yerine gelirse iç devrimde yol alırız.
       Öyle bir süreçten geçiyoruz ki, adeta kavramlar özünden, içeriğinden kopuyor, her şey birbirine karışıyor. Özellikle gerileme süreçleri, her şeyin alt-üst olduğu süreçlerdir. Burada kavramların içi boşalır, tersyüz edilir, en önemlisi de bilinçler dumura uğrar, bozulur. Böylesi süreçlerde, dün istisna olan olumsuz bir eğilim, adeta bulaşıcı bir hastalık gibi, hızla yayılır, her şeyin önüne çıkar, sürecin özelliği olur. Adeta bir sihirli el değer, dün devrimci enerji ile yapılan her şey, yerini kendiliğindenciliğe bırakır. Emek cimriliği eğilim olur, “küçük dünya” her şey olur, çevre ruhu canlanır, “geçici yol arkadaşları” çoğalır ve düşer, hatta eksik ve hatalara “teorik temel” bulanlar da ortaya çıkar. Lenin, bu eğilimleri “ekonomizm”, “kendiliğindencilik” olarak tanımlıyor. Düne ait “küçük eğilim”ler bugün “genel eğilim” olmuşsa ya da bu potansiyel kapıdaysa; burada iç devrim zorunludur.
       Burada sadece sorunları tespit etmek ve devrimci sosyalizminde içsel olan devrimci samimiyet yetmez. Burada, Lenin’in ifadesiyle “görevlerin belirlenmesi” (bu da tek başına yetmez, yetmiyor) ve bunun üzerinde “devrimci enerji” zorunludur; dahası burada güçlü bir bilinç, iradi eylem zorunludur. Ancak bu koşulda, iç devrim amacına ulaşır ve bizi yeniden inşa sürecinin hedeflerine taşır.
       Büyük hedeflere “küçük dünyalar”, sıradan bir yürüyüş ile ulaşılmaz. Büyük hedeflere, öncü düşünce, tavır, parti-devrim-sosyalizm davasını her şey yaparak ulaşılır. Devrimci kurtuluşçu kişiliğin önünde ya bu büyük hedef ve davaya yanıt olmak ya da bu kimlik/kişilikten uzak olmak vardır. Burada; “orta yol”, “günü kurtarmak”, “statükolara teslim olmak”, söz/teori ile eylem/pratik arasında uyumsuzluğu büyütmek, çifte standartçılık ve zikzaklı duruş yoktur. Çok verilenden çok istenir; devrimci sosyalizm şimdi “çok şey” istiyor. İç devrim, bu anlamada bir “çap” büyütme, büyük davanın savaşçısı olma, sürece yanıt olmadır.
       Yukarıda da anlaşılacağı üzere, hiç kimsenin, hiçbir devrimci kurtuluşçunun, “iç devrimi” uzakta, kendinden, bulunduğu alandan, günlük ve somut yaşadığı her şeyden uzak bir yerde arama hakkı yoktur. Dön ve bak; iç devrimin, yaşamın içinde, bizzat kendi kişiliğinde, devrimci çalışmanın birçok alanında, bunu gör!
       Stratejik hedef, taktik politika ve görevler somut ortadadır. Büyük bir emek seferberliği, sabır ve sahiplenme ile eksik ve hatalı yanları onarma, net olan hedefler için somut adımları güçlendirme bugünün görevidir. Bu süreçte, iç devrim için düzeyde nettir; burada düzey, çıta partidir. “Tüzük devrimciliğin” inşası, iç devrimi kazanmada yol gösterecektir.
       İç devrimi kazanacağız; yeni/4.bunalım döneminin devrimci partisini inşa edeceğiz!

 
 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Şehit Muhtar Mah. Yoğurtçu Faik Sokak No: 12-14 Kat: 4
Beyoğlu/İSTANBUL