Birlik
sorunu, her dönem devrimci hareketin sorunu olmuştur.
Kimi tarihsel süreçlerde bu sorun, başka sorunlar
karşısında geri düşse de özünde öneminden bir
şey kaybetmemiştir. Başka süreçler bir yana, son
süreçte, AKP’nin üç seçim başarısı ve sonuçları;
bununla birlikte, referandum ve seçim süreçlerinin
kimi sonuçları, devrimci hareketin kimi taktik
birlik adımlarının yıpranması, birlik sorununu
yeniden güncelleştirmiştir. Kürt ulusal sorununun
barış-savaş gerilimi ekseninde yeni bir aşamada
olması, bu aşamada yurtsever hareketin bir demokrasi
ve birlikte yaşama projesi olarak “demokratik
özerkliği” güncelleştirmesi, son on yıl içinde
“çatı partisi” adı altında kimi girişimlerin,
yurtsever hareketin kimi deney ve birikiminin
bu kanala aktarılması ve ihtiyaçlar soruna yeni
bir boyut kazandırmaktadır.
Tüm
bu tartışma ve arayışlar tesadüf değildir. Sol
ve devrimci harekette sık sık görülen yüzeysel
bir bakış ile “sol ve devrimci hareket zayıftır
ve çözüm birliktir” ya da soyut biçimde “birliğin
her derde deva” olması tekerlemesinden ötede bir
olgu vardır. Ya da çeşitli kesimleriyle sol ve
devrimci hareketin özellikle seçim eksenli bir
birlik ya da güç birliği arayışı veya oligarşi
içi çelişkide birkaç adım öne çıkan AKP’nin “ustalık
dönemi” olarak tanımladığı yeni bir saldırı dalgası
karşısında ortaya çıkan birlik arayışları işin
görünen yanıdır. Ama tüm bunlar sorunun daha derin
bir yerde olduğunu gösterdiği gibi, birlik ihtiyacını
güncelleştirmektedir. Yani özce, somut bir ihtiyaç
ortada vardır; sol ve devrimci hareket bu ihtiyaca
bağlı, sorunu ne kadar kavradığı ve çözüm ürettiğinden
bağımsız, şu ya da bu düzeyde ele almak zorunda
kalmaktadır. Hiç şüphesiz kendi iç zayıflıklarıyla
birlikte…
İşaret
ettiğimiz bu ihtiyacın her şeyden önce nesnel
zemini vardır; bunu görmek lazım. Bu nesnel zemin,
her şeyden önce, yeni bunalım döneminin ortaya
çıkardığı olgular, örneğin bu olgulardan biri
olan emperyalist saldırı programı ve bunun sonuçlarıdır.
Sorunun kaynağını burada görmek gerekir; bu olgu
ve saldırı programları karşısında birlik ihtiyacı
giderek güçlü bir hal almaktadır. Bu saldırı programının
ekonomik, siyasal ve sosyal boyutları vardır ve
her bir alandaki saldırı diğer alanla dolaysız
ilişki içindedir; “deniz tükenmiş”, işçi ve emekçi
sınıflar, tüm ezilenler için bu çok yönlü saldırılar
kabusa dönüşmüştür. Bir dönemin “sosyal devlet”
anlayışının tümden tasfiye edilmesinden tutalım
özelleştirmeye kadar, buradan demokratik hak ve
özgürlüklerin tasfiyesi ve işçi ve emekçilerin,
tüm ezilenlerin siyasal taleplerini yok saymaya
kadar uzanan geniş bir alanı kapsamaktadır ve
tüm bunlar işçi ve emekçiler, tüm ezilenler için
hiç de hayra alamet değildir. Bu neo-liberal saldırı
programı, mali sermaye ekseninde yeni bir sermaye
birikiminin hizmetindedir ve açlık, yoksulluk,
işsizlik, ahlaki yozlaşma gibi temel toplumsal
sonuçları vardır. Bu sonuçlar, sol ve devrimci
hareket için bir dizi imkanlar sunmakla birlikte,
sol ve devrimci hareketin daha çok içsel olan
zayıflıkları, bu olgulara devrimci yanıt üretilmesini
zorlamakta ve buradan birlik bir ihtiyaç olarak
öne çıkmaktadır.
Bununla
birlikte, işçi ve emekçiler, tüm ezilenler oligarşi
içi çelişkilerle yorgun düşürülmektedir. Oligarşi
içi çelişkiler, tarihsel bir sorundur, ancak bu
çelişkiler özellikle son yıllarda yeni bir düzeye
ulaşmıştır. AKP’nin en son referandum ve seçim
başarısı, Ergenekon, Balyoz, Andıç davaları, son
iki YAŞ kararları, emperyalizmin desteği ile AKP’yi
bir kaç adım öne çıkarmıştır. Bir yandan oturan
neo-liberal sömürü düzeni, diğer yandan buna uygun
yeniden yapılanma söz konusudur.
Oligarşi
içi çelişkinin yoğunlaşması, her ne kadar “laiklik-anti
laiklik”, referandumda “evet” ve “hayır”, hatta
Kürt sorunda “şahin-güvercin” gibi görüntüler
içerse de, oligarşinin her iki kesiminin, bu kavgada
özellikle orta sınıfları kendi yanına çekmek istediği
açıktır. Devrimci ve sol bir seçeneğin zayıf olması
da oligarşinin önünü açmakta ve işçi ve emekçi
sınıfların bu kavga ile yorulmasına zemin sunmaktadır.
Bu da ihtiyacın bir başka boyutudur.
Ayrıca,
Kürt ulusunun özgürlük sorunu, tarihsel süreklilik
içinde inkar ve imha siyaseti ile tümden sakatlanmış,
kangrene dönüşmüştür. Düzen içi ama demokrasi
için somut bir proje olan “demokratik özerklik”
ilanı, seçimlerde Kürt halkının zaferi, barış-savaş
gerilimi içinde yeniden savaşın boyutlanması yeni
bir aşamayı işaret etmektedir. Bu aşamada, emperyalizmin
desteği ile güncelleşen ama somut hiçbir adımın
atılmadığı ve tasfiye dayatması olduğu anlaşılan
“demokratik açılım”ın iflas etiği, “Kürt sorunu
benim sorunum”dan “Kürt sorunu yoktur”a gerilediği
ve savaşta ısrar edildiği, bu temelde yeni bir
konseptin günlük yaşamda dayatılması söz konusudur.
Ancak buna karşı Kürt gerçeği artık geri dönüşü
olmayan biçimde gün yüzündedir; bu temelde bazı
kazanımlar somutlanmıştır. Bir tür “ara aşama”
olan bu süreçte Kürt sorunu bir kez daha ayrıştırıcı
bir rol oynamaktadır.
Bu
ülkede, değil devrim, demokrasinin bazı taleplerinin
düzen içinde çözümü bile güçlü bir mücadeleyi,
bu mücadele için bileşik bir iradeyi gereksinmektedir.
Seçim ve referandum süreçleri, son yılların örneğin
1 Mayıs ile Newroz kutlamaları halklar arasında
birleşik mücadele için önemli dersler vermektedir.
Bu anlamda, Kürt ve Türk her ulustan emekçilerin,
eşitlik ve özgürlük temelinde bileşik mücadelesi
zorunludur. Kürt ulusunun özgürlük sorunu ile
Türkiye emekçi sınıfların demokrasi sorunu kopmaz
bağlarla birbirine bağlıdır. Bu anlamda halklar
arasında birleşik mücadele ve enternasyonal bir
köprü son derece anlamlıdır. Dün, yani 1990 başlarında
“Zonguldak Botan El Ele” şiarı, bugün “Newroz
ile 1 Mayısı birleştirmek” olarak somutlaşmaktadır.
Bu enternasyonal bağ, devrimimiz için sadece stratejik
değil aynı zamanda güncel ittifak sorununun önemini
açığa çıkarmaktadır; bu birlik taleplerinin günceleşmesinde
önemli bir olgudur.
Başka
olguları da saymak mümkündür. Ama tüm bu nesnel
olgular birlik ihtiyacını büyütmektedir. Ancak,
sol ve devrimci hareket, tüm bunlara karşı, çok
sık “birlik” söylemini kullansa da, buradaki pratik
tutum “söylemden” öteye gidememektedir. Neden;
çünkü sol ve devrimci hareket iç zayıflık içindedir,
toplumsal meşruluğu, kitleselliği, buradan hareketle
önderlik sorunu ve yenilenme dinamiklerine kadar
uzanan bir dizi sorunla boğuşmaktadır. Kürt ulusunun
özgürlük kavgası ile Türkiye halkının demokrasi
kavgası karşılaştırıldığında; Türkiye devrimi
ile Mezopyotamya devrimi bugün adeta asimetrik
bir konumdadır.
Tüm
bu tablo içinde, yaşanan deneyleri de dikkate
alarak, birlik siyasetini yeniden kurmak zorunludur.
Zayıf
Nokta: Temsil Gücü ve Yeniden Kuruluş
Sorunu
daha iyi kavramak için daha derine uzanmakta yarar
vardır.
Her
devrimin ana sorunu iktidar sorunudur.
Emperyalizm,
kapitalizmin en yüksek ve son aşamasıdır. Bu çağda,
emperyalizm taktik planda güçlüdür ama stratejik
olarak yenilmeye mahkumdur. Tam da bundan dolayı,
bu çağı aynı zamanda “proleter devrim ve ulusal
kurtuluş çağı” olarak tanımlamak mümküdür. 20.
yüzyıl bu temel tezi her yönüyle doğrulamıştır.
İçinde bulunduğumuz yeni bunalım dönemi, her açıdan
emperyalizm çağının tüm temel çelişkilerini yeniden
üretmekte, onu derinleştirmektedir. Tam bu noktada,
kapitalizmi tümden yıkacak tek devrimci sınıf
işçi sınıfıdır ve işçi sınıfının önderliği olmadan
hiçbir devrim kapitalizmi yıkmak, tasfiye etmek
ve yerine sosyalizmi inşa etmek gücüne sahip olamaz.
Bununla birlikte emperyalizme karşı mücadele sadece
işçi sınıfına ait değildir; ama anti-emperyalist
mücadelede sonuna kadar tutarlı bir çizgide sürdürecek
tek sınıf işçi sınıfıdır.
Halk
devrimleri, tek başına işçi sınıfının önderliği
ile zafer kazanamaz. İşçi sınıfı önderliğinde,
farklı sınıf ve katmanlardan oluşan tüm halkın
katıldığı bir devrim ancak zafere ulaşır. Bu temelde,
devrimin başarısı devrimden çıkarı olan sınıf
ve katmanları, bunların politik temsilcilerini
bir devrim program etrafında birleştirmekten geçer.
O halde, doğru ve devrimin ihtiyaçlarına çözüm
bulan ilişki biçimlerini inşa etmek, devrimin
ilerlemesi için yaşamsaldır. Buna uygun örgütsel
form ise, her devrim deneylerinde özgün biçim
alsa da genel olarak ifade edersek, birleşik halk
cephesidir.
Sınıflar
ile politik temsil gücüne sahip parti ya da partiler
arasında her zaman bir mesafe olur; bu işin doğasında
vardır. Bu mesafe, sol ve devrimci hareketin kendi
içinde netleşip, mücadeleye yeni boyut kazandırmadığı
koşullarda, yani politik güçler toplumsal zeminle
beslenip, gücünü toplumsal-sınıfsal tabandan almadığı
ölçüde büyür; bu ilişki çok daha karmaşık bir
biçimde kendini gösterir. Nitekim sadece bugün
değil, aslında Türkiye Devrimi için, uzun yılları
kapsayan böylesi bir “mesafe” ve karmaşık bir
tablo söz konusudur.
Bu
tablonun, konumuz olan birlik sorunu ile bağlantıları
açısından, bazı ana çizgileri şunlardır:
Bir:
Sol ve devrimci hareket ile sınıf hareketi iki
ayrı kanaldan akmaktadır. Sol ve devrimci hareket
kendi dar gündemi içinde sıkışmış, kendi içine
kapanmış durumdayken, öte yanda neo-liberal saldırılarla
karşı karşıya kalan, nicel olarak güçlü olsa da
nitel, yani örgütlü bir güç olarak zayıf işçi
ve emekçi sınıflar söz konusudur. Sol ve devrimci
hareket kendi dar gündeminde boğulurken, işçi
ve emekçiler her gün daha geri mevzilerde tutunmaya
çalışmakta ve sınıf hareketi ile sosyalist hareket
arasında ciddi mesafeler oluşmaktadır. Bu mesafeler
azaltılmadan sınıf hareketi ile sınıfı temsil
iddiasındaki politik örgütler ya da partiler arasındaki
bağlar güçlenmeden, sosyalist hareket sınıfsal
zemine oturup, sınıfı temsil gücüne kavuşamaz.
Devrimci hareketin temsil krizi tamda bundan kaynaklanmaktadır.
İki:
Sol ve devrimci hareket, kendi iç zayıflıklarından
beslenerek, nesnel olarak, uzun yıllar yenilgi
ortamını aşıp, politik bir hareket olma aşamasına
ulaşamamıştır. Bu durum, işçi ve emekçiler ile
sol ve devrimci hareket arasındaki mesafeyi büyüten,
sınıf hareketi ile sosyalist hareket arasındaki
ilişkiyi kesintiye uğratıp gerileten bir faktör
olarak ortaya çıkmaktadır. Sosyalist hareket bugün
kriz içindedir; bu krizin ideolojik, politik,
örgütsel boyutları, kaynağı vardır. Tüm bu alanlarda
devrimci temelde yenilenme eylemini başaramayan
sol ve devrimci hareket, işçi ve emekçi sınıflarla
yeterli düzeyde ilişkilenemeyerek krizini boyutlandırmaktadır.
Üç:
Sol ve devrimci hareket, yukarıda ifade ettiğimiz
unsurlara bağlı olarak dağınık ve parçalıdır.
Sol ve devrimci hareket “yekpare” değil, strateji,
taktik, program ekseninde birkaç ana akım ve bir
dizi ara akımlardan oluşmaktadır. Ancak bu akımlar
kendi içinde netleşmiş ve politik harekete dönüşmüş
değildir. Sol ve devrimci hareketin bu dağınıklığının
nesnel, yani içinden geçtiğimiz toplumsal süreçten
kaynaklı nedenleri olduğu gibi, anlayış, yaklaşım
hatta geleneksel alışkanlıklar gibi öznel faktörlere
bağlı olarak birçok unsuru kapsayan kaynakları
da söz konusudur. Bu dağınık ve ana akımlar etrafında
kümelenmenin zayıf olduğu tablo, sınıf mücadelesinden
beslendiği gibi, sınıf mücadelesini de etkileyen
önemli bir faktördür.
Dört:
Sosyalist hareketin genel yenilgisi ve devrimci
hareketin uzun yıllara yayılan yenilgi sürecinin
üst üste düşmesi, kapsamlı bir yenilenme eylemini
zorunlu kılmaktadır. Tek başına örgütsel değil,
ideolojik ve politik alanları da kapsayan devrimci
yenilenme eylemi, krize karşı çıkış noktasıdır.
Bu bağlamda sol ve devrimci hareketin bugünkü
tablosuna baktığımızda, sorunun önemini kavrayan
kesimler olduğu gibi, sorunun önemini kavramaktan
uzak kesimlerin de olduğunu görmekteyiz. Yenilenme
ihtiyacı duyanların bir kısmı, liberal-reformist
kanallarda çözüm ararken, sınırlı bir kesim devrimci
kanalda bu çabayı göstermektedir. Partimiz, bu
anlamda, devrimci yenilenme eylemin temsilcisidir.
Hiç şüphesiz bu süreç, ana politik akımlar temelinde,
ayrışarak ve politik mücadele ve araçlarını yeniden
kurarak aşılacaktır. Bu noktada partimizin görevi,
ideolojik, politik ve örgütsel alanda belirlemiş
olduğu hedeflere ilerlerken, diğer yandan sol
ve devrimci hareketin ana bir akımı olarak, devrimci
sosyalizmin sınıf mücadelesi ve sol ve devrimci
hareket içinde bir eksen olması için mücadele
etmektir; kendi dışımızda sol ve devrimci çevrelere
bu temelde zemin ve ilişki sunmaktır.
Tüm
bunlar özünde birlik sorununda üstünden atlanamaz
iki olguya işaret eder. Birincisi; sol ve devrimci
hareket için bugün asıl sorun, birlik değil, bunu
aşan düzeyde, bunu da kapsayan biçimde yeniden
kuruluş, yani devrimci yenilenme temelinde sol
ve devrimci hareketin kendini yeniden kurması
ve tasnif etmesidir. İki; bununla birlikte, işçi
sınıfı ve emekçilerin toplumsal süreçlerde özne
olmadığı, sadece ve sadece sol ve devrimci güçlerin
kendi başına bir birlik arayışı, kalıcı ve devrimin
ihtiyaçlarına yanıt üreten düzeyde olamaz; ya
da başka ifade ile bu birlik arayışları ve çabasının
hedefe ulaşmasında ciddi bir engel oluşturur.
Bugün,
güncellik kazanan birlik tartışmalarının bu iki
önemli unsuru atladığı açıktır. Bunu atlayan birlik
arayışları ütopik olmaktan, bir “proje” olmaktan
öteye geçemez. Nitekim güncellik kazanan her tartışma
bu olgulara çarpmakta, bu alanın yaydığı gerilimler
üzerinden sorun ele alınmaktadır.
Asıl
Görev ve Birlik İlişkisi
Birlik
siyaseti, yaşanan süreç ve olgulardan bağımsız
olamaz. Elbette, devrim iddiasına sahip her partinin
stratejik düzeyde temel bir yaklaşımı olmak zorundadır.
Bu temel yaklaşım olmadan, güncel veya taktiksel
birlik siyaseti çok anlamlı olmaz. Devrimimiz,
işçi sınıfının önderliğinde tüm halkın katıldığı
bir devrim olacak; uzun süreli, bileşik devrimci
savaş (Biz bunu politikleşmiş askeri savaş stratejisi
olarak tanımlıyoruz) ile zafere ulaşacaktır. Emperyalizmin
3. bunalım döneminde kavramsallaşan bu strateji,
günümüzün yeni bunalım döneminin ana çizgileriyle
zenginleşmiştir. Dünya devriminin bir parçası
olan devrimimiz, bugün somut örgütsel bir formdan
uzak olsa da enternasyonal bir örgütsel form içinde
bölge devrimleriyle sıkı ilişki içinde olacaktır.
Bunun anlamı açıktır; tüm dünya proletaryasının
bileşik örgütü için mücadele edilecek, dahası
emperyalizme karşı, anti-emperyalist bir cephe
kurulacaktır. Bu devrimimizin dışa yönelik birlik/
ittifak siyasetidir. Bu birlik/ittifak siyaseti,
yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, ülke devrimi
için, işçi sınıfı önderliğinde tüm halkın katıldığı
birleşik halk cephesi biçimini alacaktır.
Bunları
dikkate almayan bir bakış zafere ulaşamaz; bu
ufuktan yoksun taktik birlik anlayışı olamaz.
Bu
stratejik yaklaşım, birlik siyasetimizin ana yönelimidir.
Ama bu temel yaklaşım, her somut durumda kendine
özgü biçim alır ve yukarıda ifade ettiğimiz, nesnel
ve öznel koşullardan bağımsız bir ittifak siyaseti
de olamaz.
Ayrıca
biliyoruz ki, her tarihsel dönem, kendi siyasal-toplumsal
dinamikleri ile yeniden kurulurken, sol ve devrimci
hareket de bu temelde yeniden tasnif edilir. Sol
ve devrimci hareket ve bunları ifade eden ana
akımlar, sınıfsal/toplumsal zeminleri ile buluştukça,
elbette bu tasnif daha net olacaktır; ama yine
de kendi içinde, bir tasnif söz konusudur. Doğal
olarak, sınıf mücadelesinin evrimine bağlı olarak,
sol ve devrimci harekette, önemli ölçüde bu tasnife
göre, bir dizi ilişki, arayış, ittifak içinde
olacaktır.
Biz
tüm bunları gözeterek taktik yaklaşımımızı belirleriz.
Tabi
ki, tüm bunlara bağlı olarak, sorunu daha iyi
kavramak için, dağınık ve kendi içinde netleşmeye
ihtiyacı olan sol ve devrimci hareketin, birkaç
ana başlıkta tasnif olduğunu, bu başlıkların birer
ayrışma unsuru olduğunu ifade etmekte yarar vardır.
Öncelikle,
devrim-reform ilişkisi ayrışma unsurlarının başında
gelir. Bu temelde, mevcut düzeni devrimle yıkmayı
önüne koyan devrimci güçlerle, bundan uzak, kimi
zaman AB gibi emperyalist güçlerden de destek
arayışına giren, düzeni onarmayı ve kapitalizm
sınırları içinde mücadeleyi önüne koyan reformist
güçleri birbirinden ayrıştırmak zorunludur. ÖDP,
EMEP, TKP, SDP, BDP başta olmak üzere bir dizi
reformistleri bu kategori içinde görmek gerekir.
Bu reformistlerin bir kısmının kendini “sosyalist”
veya “işçi sınıfının temsilcisi” olarak tanımlaması
ya da yurtsever hareket/BDP somutunda ifade edersek
“Kürt ulusunu” gerçekten de temsil etmesi bu niteliklerinden
arınmayı gerektirmemektedir. Anlaşılacağı üzere,
yurtsever hareket/BDP hariç sol ve devrimci hareketin
tümünün temsil krizi yaşadığı açıktır. Başka nedenlerle
birlikte önemli ölçüde de bu “temsil krizi” içinde,
reformist kesimin (devrimci kesim de benzer süreci
yaşıyor) bölünme eğilimleri içinde tümden etkisizleştiklerini
ifade etmekte yarar vardır. BDP, diğer reformistlerden
farklı ve özgün bir yerde durmaktadır; bu özgünlük
yakıcı bir sorun olan Kürt sorununda eksen ve
taraf olmasından kaynaklanmaktadır. Ancak, Kürt
liberal burjuvazisini de çatısı altında toplayan
BDP kendini “barış” ve “demokratik özerklik” hedefleriyle
sınırlasa da halkçı bir seçenektir. Partimiz bu
reformistlerle arasına, örneğin Kürt yurtseverlerinin
özgünlüğünü dikkate alsa da, kalın bir çizgi koymaktadır.
Bu
ayrışma, yani devrim-reform ayrışması her şey
değildir. Mevcut düzeni devrimle yıkmak isteyen
ve tam da bundan dolayı devrimci olan güçler vardır;
ama bu güçleri toptancı bir mantıkla aynı yerde
tasnif etmek yanıltıcıdır. Bu devrimci güçler
arasında, başta program ve devrim sorunu olmak
üzere, devrim sorunlarının çeşitli alt başlıklarında,
sosyalizm sorunu, Kürt sorunu, parti-kültür-tarz
sorunu, strateji ve taktik sorunu, başta silahlı
mücadele olmak üzere stratejinin unsurlarında
önemli ayrım noktaları vardır. Bunların her biri
birer ayrışma unsurudur ve sol ve devrimci hareket
bunlara göre biçim almaktadır. Tabiî ki bu sorunlarda,
herkesi doğrudan kesen bir doğrultu yoktur. Yani,
pekala düzeni devrimci bir anlayışla değiştirmek
isteyen bir güç, devrimci bir örgüt ya da parti,
sosyalizm sorununda geri ve dogmatik, Kürt sorunda
sosyal şovenist, program sorunda devrimci demokrat
bir çizgide olabilir ki bunlar hiçte az değildir.
Bunlarla
birlikte bir başka ayrışma unsuru yeni bunalım
dönemi ve yenilenme unsurudur. Çünkü herhangi
bir dönemde değil, yepyeni bir tarihsel dönemde,
bu yeni dönemin temel olguları ile karşı karşıyayız.
Bu süreci kavramadan, bu sürecin devrimimize etkilerini
görmeden bir adım bile atılamaz. Aynı zamanda
bu yeni bunalım dönemi, yeni arayışları tetiklemiş,
tıkanmaya karşı yenilenme arayışlarını hızlandırmıştır.
Hatta bu yenilenmeci arayışların sadece devrimci
güçlerle sınırlı olmadığını, reformistleri de
kapsadığını görmek lazım. Bu anlamıyla, yenilenme,
sol ve devrimci hareketi tümden kesen bir unsur
olarak bu dönemde karşımıza çıkmaktadır. Ama bu
arayışların tümünü devrimci görmek yanıltıcıdır;
”yenilenme” adına düzen içine geri dönüş yapanlar
olduğu gibi, zayıfta olsa, devrim ve sosyalizm
için bu arayış içinde olanlar vardır.
Bu
ayrışma unsurlarının ana başlıklarını da dikkate
alarak şunu diyebiliriz: reformist değil devrimci,
devrimci demokrat değil devrimci sosyalist, başta
Kürt ulusal sorunu olmak üzere, devrimin tüm sorunlarını
sınıfsal ve enternasyonalist temelde ele alan,
anti-emperyalist anti-oligarşik halk devriminin
silahlı mücadele temelinde uzun süreli bileşik
savaş ile zafer ulaşacağını savunan ve tüm bunları
devrimci yenilenmeci ve sosyalizmi örgütsel yaşamda
içselleştirmiş bir parti ile ele alan bir politik
çizgi devrimimizi zafere taşıyacaktır.
Bu
politik akımın temsilcisi devrimci sosyalist harekettir.
Bu
özet anlatımdan iki önemli sonuç çıkmaktadır.
Birincisi;
devrimci sosyalist hareket, devrimci sosyalist
akımı en ileri düzeyde temsil etmektedir, ama
devrimci sosyalist akım devrimci sosyalist hareket
ile sınırlı değildir. Bu akımın şu ya da bu yerinde
duran, bununla ilişkilenen devrimci güçler vardır.
Dahası devrimci sosyalist akım, sol ve devrimci
hareket içinde bir akımdır ama güçlü değildir.
Devrimci sosyalizmin sol ve devrimci hareket içinde
ana eksen olması devrimimiz için zorunludur. Dünyada
ve ülkemizde devrimci sosyalizm, ideolojik iddiası
bir yana, örgütsel ve kitlesel açıdan çok güçlü
bir alanı temsil etmemektedir. Devrimimiz bu alanın
güçlenmesi ile evrensel boyutları olan tıkanma/kriz
ortamını aşabilir ve devrimci sosyalizm güçlü
bir seçenek olabilir. Sadece ideolojik düzeyde
değil, örgütsel ve politik düzeyde de devrimci
sosyalizmin güçlenmesi, partimizin önüne koymuş
olduğu yeniden inşa sürecini başarmak ile paralellik
göstermektedir. Bu açıdan, partimizin bu taktik
süreci aşması, sadece ülke devrimimiz için değil,
devrimimiz dünya devriminin bir parçası olduğundan,
dünya devrimler süreci açısından da önemli bir
kazanımdır. Devrimci sosyalizmin, politik bir
hareket olması önemli ölçüde bu taktik sürecin,
yeniden inşa sürecimizin başarısına bağlıdır.
Bu
bilinçle, atmış olduğumuz ve atacağımız adımların
tarihsel ve siyasal değerini kavrayarak görevlerimize
sarılmalıyız.
İkincisi:
bununla birlikte, elbette bugün, devrim için,
stratejik bir yaklaşımın parçası olarak, taktik
ittifak ve ilişki biçimleri kaçınılmazdır. Bizim,
bu süreçte, önümüze koymuş olduğumuz ana taktik
görevle (özgücümüze dayanarak yeniden inşa sürecini
başarmak ve her şeyin merkezine bunu koymak) çelişmeden,
sürecin ihtiyaçlarına yönelik, dönemsel ittifak
anlayışımız olmak zorundadır. Bu ittifak anlayışı,
birincil ve ana görevlere bağlı olarak, yani yeniden
inşa sürecine bağlı olarak bu görevleri tamamlayan
bir biçimde ele alınmalı ve yeniden inşa sürecimizin
asli görevlerini gölgede bırakmamalıdır. Bu temelde,
soyut ve her sorunu “birlik” söylemi ile ele alan
ve bunu “her şey” yapan bir anlayış/ittifak biçimi
bizim taktik ittifak anlayışımız olamaz; dönemsel
ve sürecin ihtiyaçlarına bağlı bir ittifak siyasetini
benimsemekteyiz.
Birlik
siyasetimiz bu denklem üzerinde biçim almaktadır,
alacaktır.
Taktik
Birlik Anlayışımız
Ya
Da Nereye Bakıyoruz?
Bu
temelde taktik ittifak siyasetimiz nasıl bir somutluk
kazanmalıdır?
Bunun
için önce son yılların birlik ve güç birliği deneylerini
özetle ele almak ve sürecin ihtiyaçlarına yanıt
aramakta yarar vardır.
Son
yıllarda, güncel ve dönemsel ihtiyaca bağlı olarak
çeşitli platformların oluştuğu bilinmektedir.
Hatta bu platformların, yukarıda işaret ettiğimiz
ayrışma ve tasnife bağlı olarak az çok biçim de
aldığı söylenebilir. Bu platformlar birer ihtiyacın
ürünüdür ve stratejik değil, güncel ve dönemsel
oluşumlardır. Amaçları sınırlıdır ve daha çok
bu amaçla sınırlı bir faaliyet örgütlemektedirler.
Bunlar daha çok o amaç için güç birliği niteliğinde
olup, daha kapsamlı programlara sahip değildir.
Devrimci sosyalist hareket, taktik birlik anlayışının
devamı olarak şu platformlarda yer almıştır, almaktadır.
a)
Sol ve devrimci hareketin, özellikle şiddet ekseninde
yıpranan ilişkilerine bir düzen vermek, sol içi
ilişkilerde bir düzey tutturmak ve sorunları çözmek
için, oluşturulan devrimci ve demokratik yapılar
arasında çözüm ve diyalog platformu
b)
Anti-emperyalist mücadeleye katkı sunması ve bu
temelde güçleri toparlamak, sesimizi yükseltmek
için oluşturulan Nato ve Füze Kalkanı Karşıtı
Birlik;
c)
1 Mayıs gibi devrimimiz için önemli tarihsel günler
için oluşturulan platformlar; Devrimci 1 Mayıs
platformu, Devrimci 8 Mart platformu gibi.
Bunlarla
birlikte Herkese Sağlık Güvenli Gelecek platformu
gibi başka platformları da saymak mümkündür.
Devrimci
sosyalist hareket, başta Devrimci 1 Mayıs Platformu
olmak üzere, birçoğunda en doğru biçimde ve kendi
anlayışı ile yerini almıştır, almaktadır. Hiç
şüphesiz, bu platformlar, dinamik bir süreci yansıtmakta
ve bazı süreçlerde sol ve devrimci hareketin daraltıcı
baskısı ile de karşı karşıya gelmekte, ancak kendi
gündemine bağlı olarak az çok görevlerini yapmaktadır.
Güncel gelişmelere göre biçim alan bu platformlarda,
kimi süreçlerde, birinden biri öne çıkabilmektedir.
1 Mayıs’ın kazanılmasında Devrimci 1 Mayıs Platformunun
önemli bir rol oynadığı söylenebilir.
Tamamen
kendi içinde sınırlı, asıl olarak tek bir konuya
odaklanan bu taktik ittifak siyasetinin, devrimimizin
ihtiyaçlarının gerisinde kaldığı açıktır. Ayrıca
hemen hemen aynı devrimci güçlerin birden çok
platform içinde olduğu da açıktır. Bu platform
“bolluğu” kendi içinde bir zayıflığı işaret etmekte
ve yeni ihtiyaçlar için ipucu vermektedir. Bu
platformlar, elbette siyasal-pratik içinde birer
kazanımdır; ama daha kalıcı ittifak siyasetine
ihtiyaç vardır.
Eğer
biz sol ve devrimci hareketin dar ve içine kapanan
gündemlerini aşmak istiyorsak, aynı zamanda bu
“içe kapanmaya” karşı bir “pencere” açmak zorundayız.
Bu “pencere açma”, kimi sol güçlerin her derdine
deva olan ve pratik bir değeri olmayan soyut “birlik”
söylemi ve çağrıları veya son günlerde daha güncel
hal alan “çatı/kongre/blok partisi” gibi liberal-tasfiyeci
projeler değildir. Bu “pencere açma” devrimci
yenilenme temelinde yeniden inşa sürecine bağlı
olarak, devrimci sosyalist akımı daha güçlü hale
dönüştürme ve bununla bağlantılı olarak daha kalıcı,
tek bir gündeme bağlı değil, birden çok gündeme
yanıt üreten, bir programı olan güç birlikleridir.
Devrimci halk hareketi için, Türkiye devriminin
güncel ve ana sorunlarını temel alan devrimci
ve sosyalist güçler bir program etrafında güç
birliği yapabilir. Bu güç birliğinin programı
ve örgütsel formu tartışılabilir. Ama asıl görevlerimize
bağlı olarak, bunu tamamlayan böylesi bir “pencere”
sürecin ihtiyacıdır.
Hayal
değil, gerçeklere bağlı kalmak istiyorsak bu düzlemde,
devrimci ilişkileri geliştirmek zorundayız. Bu
gelişmeden, bu alanda devrimci bir merkez oluşmadan,
farklı toplumsal hareketlerle de güçlü bağ kurmak
mümkün değildir.
Bu
ilişki biçimi; sol içi şiddeti ilkesel olarak
reddeden, neo-liberal saldırılara karşı emek ve
demokrasi temelinde direniş ören, “askeri- bürokratik
vesayete” değil devlete ve egemen sınıflar bloğuna
cepheden tavır alan, emperyalizme karşı bayrak
açan, Kürt ulusunun özgürlüğünde enternasyonal
bir yerde duran, devrimci yenilenmeye açık devrimci
güçlerin güç ve eylem birliğidir. Partimiz öncelikle
bu devrimci güçlere yönünü dönmektedir, ama elbette
kendini bu devrimci güçlerle sınırlamaz, samimi
ve sürece karşı sorumluluk taşıyan tüm devrimci
güçlerle, ilkeli bir güç birliğinden yanadır.
Bu
devrimci güç birliği, kendini seçimlerle sınırlamaz.
Bu güç birliğinin politik özneleri devrimci güçlerdir.
Reformist ve legalist güçlerle, bir program etrafında
dönemsel, örneğin bir seçim sürecinde yan yana
gelmek mümkündür, ama böylesi kalıcı devrimci
güç birliği içinde bu güçlerle yan yana olmak
mümkün değildir. Bu güç birliğinin ana unsurları
samimi, devrimci dayanışma ve yoldaşlık duyguları
güçlü, yeni tarihsel süreci az çok kavrayan güçlerdir.
Örneğin, bir yandan, sık sık birlik çağrıları
yapan, ama sol içi devrimci ilişkileri her vesilede
zedeleyen güçlerle ne kadar birlik zemininde yürünebilir?
Bu gibi sorular önemlidir ve bunlar devrimci samimiyetin
birer parçasıdır.
Bu
devrimci güç birliği, yaşanan devrimci deneylerin
dersleriyle daha ileri bir düzeyi işaret etmektedir.
Devrim için, devrimci halk hareketinin politik
özneleri olabilecek bu güçler, devrimci güven
ve samimiyet temelinde, eşit ve özgür ilişkiler
üzerinde yan yana gelecektir. Anti-emperyalizm
önemli ve ilkesel bir duruştur. Bir yandan emperyalizme
karşı olmak ama öte yandan AB emperyalizmden demokrasi
beklemek mümkün değildir. ABD, AB ve diğer emperyalistleri
hedef tahtasına koymak önemli ve ilkesel duruştur.
Neo-liberal saldırılara karşı direnişi, emek ve
demokrasi temelinde bir direniş örgütlemek önemlidir.
Tek başına AKP değil, tüm burjuva partiler, emek
ve demokrasi kavgasında hedeftir. Kürt ulusunun
özgürlük taleplerini devrimci temelde ele almak
ve hakların kardeşliğini, halkların birleşik mücadelesini
örmek yakıcı ve güncel görevdir. Güncel yaşamda,
demokrasi mücadelesi için, acil demokratik talepler
her vesile ile karşımıza çıkmaktadır. O halde
içte kendi demokrasisini kuran, devrim ve sosyalizm
ufkuna bağlı olarak, bu gibi ana başlıklar altında
mücadele eden, birlik için samimi devrimciler
bu güç birliğinin politik öznesi olmalıdır.
Devrimci
sosyalist hareket, bu taktik süreçte böylesi bir
birlik, daha doğrusu güç birliğini önüne koymaktadır
ve bu temelde üzerine düşeni yapma kararlılığındadır.
Bir
Parantez: Çatı/Kongre/Blok Partisi
Bu
temelde tartışmalar bugüne ait değildir; yaklaşık
10 yıllık hatta benzer bir mantıkla kurulan ÖDP
ve daha öncesini de düşünürsek çok daha uzun bir
sürece yayıldığı söylenebilir. Mantık üç aşağı
beş yukarı aynıdır: dağınık ve güçsüzüz, her grup,
parti kendi kimliğini koruyarak bir çatı altında
birlik olmalıyız! Tabi, bu genel söylem somut
sınıf mücadelesi içinde çok ciddi taraf bulmamaktadır
ve bugüne kadar bu temeldeki birlik deneyleri
önemli ölçüde başarısızdır. Ancak, bu mantık son
yıllarda yeniden canlanmış ve özgün bir biçim
almaktadır. Kürt yurtsever hareketini tasfiye
için geliştirilen “demokratik açılım” ve buna
karşı, devrim değil, demokrasi ve birlikte yaşama
projesi olarak öne çıkan “demokratik özerklik”
tartışmaları bu konuda itici rol oynamıştır. Bununla
birlikte 12 Eylül 2010 referandumu ve 12 Haziran
2011 seçimlerinde oluşan ittifak arayışları, bugün
“çatı/kongre/blok/cephe partisi” olarak daha somut
biçim kazanmıştır.
Kürt
yurtsever hareketi dışta tutarsak, sol ve devrimci
hareketin, çoğu kez seçimlerde ya “boykot” ya
da silik bir “seçim” çağrısıyla yetindiği, ama
bunu aşmak için kimi çabalar olsa da, bunun işçi
ve emekçi kitleler için çok anlam ifade etmediği
bilinmektedir. Dahası, derin bir kriz içinde bulunan
sosyalist hareket, asli işlerini bir yana attığı
için, bu tip “yan” işlerde, hazırlıksız konumda
olduğu da söylenebilir. Referandumda, asıl kitlesel
gücünü Kürt halkının oluşturduğu boykot cephesi
önemli bir politik tavır olmuş; bunu izleyen 12
Haziran seçimleri ise, asıl olarak reformistlerin
yan yana geldiği bir blokta somutlanmıştır. Hiç
şüphesiz tüm bunların asıl çıkış noktası, yurtsever
hareketin “ulusal demokratik blok” tezleridir.
Burada
yeniden bir not düşelim: partimiz, referandum
sürecinde “boykot” tutumu geliştirmiş ve böylece
boykot cephesinin bir parçası olmuştur. Seçim
sürecinde ise, böylesi siyasal süreçlerde en geniş
kesimleri bir seçenek etrafında toplamak için,
tüm burjuva partileri ilkesel olarak karşısına
almış, kendi programı temelinde “düzen partilerine
oy yok” çağrısı yapmıştır. Bu çağrının bir alt
başlığı olarak, özellikle Kürt sorununda halkçı
seçeneği güçlendirmek için yurtsever harekete
ve bloğa dıştan destek vermiştir.
Bu
notu düşerek devam edelim. Ancak seçim sürecinde
oluşan bu blok, çalışmalarını seçimle sınırlı
tutmamış, bugün bir kongre ile somutlaşma (bu
satırların yazıldığı günlerde toplanan kongre
“Halkların Demokratik Kongresi” adını benimsemiştir)
aşamasına gelmiştir. Bugün bu “çatı (kimine göre
“çatı” değil)/kongre/blok/cephe partisi” olarak
tanımlanan bu oluşum program tartışmaları dahil
daha somut biçim almaktadır. Bu oluşumun her bir
parçası süreci, hatta bu oluşumun ismini bile
kendine özgü tanımlamaktadır, değerlendirmektedir;
bu anlamda “üçüncü yol” ve “sol güçlerin birliği”
gibi genel perspektif dışında ortak ideolojik-politik
duruş son derece zayıftır. Bu anlamda sağlam ilkelerden
bahsedilemez. Seçim sonrası aceleye getirilerek,
hatta bazı sol ve devrimci güçleri “unutarak”
atılan bu adım, bu anlamda iç zayıflıklar taşımaktadır.
Çatı/kongre/blok/cephe
partisinin iki ayağı vardır. Birincisi ve asıl
oturduğu merkez, yurtsever hareket ve BDP’dir.
İkincisi ise, “Kürt severlik” yarışı içinde legalist-reformist
çevrelerdir. Hiç şüphesiz tümünün reformcu (bazıları
melezdir; bu notu düşmekte yarar vardır) olması
tesadüf değildir. Bu tümden nasıl bir program
ve mücadele çizgisi içinde olunduğunun göstergesidir.
Biz spekülatif tartışmalar içinde olmayız. Bu
anlamda, iki belgeye, biri “emek, demokrasi, özgürlük
bloğu” seçim beyannamesine, ikincisi ise, kongreye
sunulmak üzere hazırlanan “program taslağına”
baktığımızda reformizm-liberalizmin tüm izlerini
görürüz. Marksizm-Leninizm’den kopan Kürt yurtsever
hareketin, anti-Marksist tezleri ve söyleminin
hakim olduğu bu program, tümden düzen içi, demokrasinin
tüm sorunlarına değil, asıl olarak Kürt sorununa
sahip çıkan, “askeri ve bürokratik vesayete” karşı
(bu anlamda AKP’ye kanal açan), bunu “demokratik
cumhuriyet ve demokratik özerklik” tezinde somutlaştıran,
daha çok düzeni onarmak isteyen bir yerde durmaktadır.
Hiç şüphesiz, bu oluşumun Kürt sorununun halkçı
çözümü için bir anlamı olacaktır. Ama Türkiye
devrimi için ne kadar anlamı olacak; bu havada
kalan bir sorudur, önemli bir işlevi olmayacağı
da açıktır.
Ayrıca
yukarıda ele aldığımız “temsil krizi” sorununa
yanıt üretmekten uzaktır. Yeni sömürge toplumsal
düzen kriz üretmektedir ve özellikle Kürt sorunu
ekseninde “müzakere-savaş” gerilimi içinde yeni
bir saldırı dalgası söz konusudur. Derinleşen
kriz ve çatışma ortamını güçlü biçimde karşılayabilmek,
solun ve devrimci güçlerin işçi ve emekçileri
temsil etme yeteneğini arttırmakla mümkündür.
Bugün sol ve devrimci hareket bu konuda özürlüdür;
AKP’nin “ustalık dönemi” olarak tanımladığı bu
yeni süreç ve saldırı dalgasında sol ve devrimci
hareket adeta bir boşluktadır. Sol ve devrimci
hareketin tüm direniş dinamiklerine karşın çok
parçalıdır, yenilenme ve önderlik sorunu aşılamamıştır,
son derece dar bir toplumsal zeminde, savunma
konumundadır. Kürt ulusal hareketi ise, devrimci
programı çoktan bıraktı, kapitalizm sınırları
içinde burjuva demokrasisini aşmayan bir programa
sahiptir; ancak uzun yılların devrimci kazanımı
üzerinde temsil ve önderlik sorunu yoktur.
Bu
eşitsizlik ve reformcu bir yerde durmak, “iki
ülke-iki devrim” temelinde enternasyonal ve bileşik
mücadeleyi zayıflatan bir unsurdur. Her ne kadar,
bu “çatı/kongre/blok/cephe partisi” çalışmaları
içindeki bazı güçler genel ve stratejik olarak
“halkların birliği”ne vurgu yapsa da, özünde bu
iki halkın güç birliği değil, tek taraflı ve reformlarla
yetinen bir birliği işaret etmektedir. Bu anlamda,
genel ve hatta doğru bir yaklaşım, bu süreçte,
bu örgütsel format içinde, “çatı/ kongre/ blok/
cephe partisi” gibi proje içinde en zayıf noktadır.
Evet,
çok genel olarak yeni sömürgecilik sürekli kriz
üretir; AKP’nin “ustalık dönemi” olarak tanımlanan
bu süreçte yeni saldırı dalgası söz konusudur.
Tüm bu kriz dinamiklerin ekonomik, siyasal ve
sosyal boyutları vardır ve bölgesel gelişme ve
ülke içi dinamiklerle derinleşmektedir. Bu saldırı
dalgasına karşı, AKP’yi merkeze koyarak, oligarşiye
karşı direnmek meşrudur, haktır; bu temelde devrimci
hareketi yeni bir birlik düzeyinde örgütlemek
de görevdir. Ama bu dönemin ilişki ve çelişkilerine
yanıt üreten, bunu yeniden kuruluş ile ele alan
devrimci parti ve devrimci halk hareketinin inşası
gibi bir asli görev her şeyin önündedir; bu halka
atlanırsa, bu kriz dinamikleri pekala bir kaos
ve yerinde saymaya da dönüşebilir. Nitekim az
çok yaşanan budur. Burada yakalanması gereken
asıl halka, partinin ve devrimci hareketin inşasıdır;
liberal sol bir “çatı/kongre/blok/cephe partisi”
değil.
Bu
çatı altında toplanan hem reformist çevrelerin,
hem de devrimci-reformist melez çevrelerin asıl
sıkıntısı, yurtsever hareketi dışta tutarak ifade
ediyoruz, tek başlarına politik hareket olma yeteneklerini
önemli ölçüde yitirmeleri, bu noktadan çıkış için
de başkaca seçenekler üretme ufkuna ve dinamizmine
sahip olmamalarıdır. Bu bağlamda, “çatı/kongre/blok/cephe
partisinin” ve yurtsever hareketin olanaklarını,
kitle dinamizmini ve politik hareket kabiliyetini,
kendi politik varlıklarını sertleşen koşullar
altında koruma ve kısmen geliştirebilmek için
yegane seçenek olarak görmektedirler. Bunun politik
pragmatizmle beslendiği, özgüvenden, bağımsız
politik duruştan uzak “takılarak” ayakta kalmanın
biçimleri olduğu da açıktır. Bu hesaplar ne kadar
tutar bilinmez; ama baştan zaten böylesi bir duruş,
başlı başına zayıf bir noktadır.
Bu
projenin yurtsever hareketin post-modern milliyetçi
programı ve legalleşme istemleri açısından bir
anlamı vardır. Ancak “iki ülke-iki devrim” temelinde,
Türkiye devrimine ve Türkiye proletaryasına sunacağı
devrimci bir seçenek yoktur. Türkiye gerçeği ile
buluşma derdi de yoktur, önüne Kürt sorununun
post-modern milliyetçi temelde çözümünü, “barış
ve demokratik çözümünü” ana eksen olarak koymuştur.
Bu açık biçimde ifade de edilmektedir; program
taslağında bu vardır. Program taslağı gibi belge
dışında, zaten güncel ve yakıcı bir sorun olan
Kürt sorunu ve Kürt halkının politik temsilcisi
yurtsever hareketin politik duruşu; eşit olmayan
ittifak pratiği bu konuda yeteri derecede açıklayıcıdır.
Ayrıca geçmiş pratikler ve bugünkü yönelimler
hesaba katıldığında Türkiye proletaryasına ilişkin
bu tür projelerde yer alan söylemlerin tümü, “demokratikleşme”
(“askeri ve bürokratik vesayete; otoriter katı
merkeziyetçi siyasi/idari yapılanmaya ve hukuk
adı altında dayatılan anti-demokratik yasalara”
karşı mücadele etmek; yeni bir anayasayı başlı
başına bir sorun ve çözüm merkezi görmek; halkların
kimliğini tanımak ve emek mücadelesinde bazı iş
yasalarına karşı çıkmak) sadece birer aksesuardır.
Bu proje daha önceki benzerleri gibi, Türkiye
devrimci ve sol hareketinin zaten sınırlı olan
enerjisini Kürt ulusal sorununun post-modern milliyetçi
çözüm projelerine akıtılmasını sağlayacaktır.
Bununla birlikte kuyrukçuluğun, özgüven zayıflığının,
liberal sol eğilimlerin, legalizmin devrimci ve
sol kesimler içinde daha da derinleşmesine hizmet
edecektir.
Ufku
demokratizmi aşmayan, demokrasi mücadelesini devrime
bağlamayan, emperyalizme karşı ciddi tek söz etmeyen
bu program, marksizmin program birikiminin yanından
bile geçmemektedir. Zaten tüm tezler anti-marksist,
yeni-marksist kesimlerden derlemedir ve yurtsever
hareketin gölgesi altındadır. Bu bir yana, demokrasi
mücadelesini bütünsel ele almamakta, bu düzeyde
devrimimizin ihtiyacına yanıt üretmemektedir.
Zaten bu projenin böylesi bir amacı da yoktur.
Çatı/kongre/blok/cephe partisi, her kesimin, ister
AB’ye “evet” diyen ve destekleyen liberaller olsun,
ister devrim ile düzeni değiştirmek isteyen devrimciler
olsun, ister feminist, ister sosyalist her kesim
için bir şemsiye olarak düşünülmektedir. Bu çatı
altında ortak program ve de ilke zor olur; olursa
da böyle daha çok yurtsever hareketin ideolojik
ve örgütsel güç hegemonyası altında, bir tür eklektik
program etrafında “eklenme” olur.
Ayrıca
bu oluşum, Türkiye devrimci hareketinin tüm ayrışma
süreçlerini atlayan bir yerde durmaktadır. Türkiye
devrimci ve sosyalist hareketi bir dizi ayrışma
süreçlerini aşarak bugüne ulaşmıştır. Sanki tüm
bu ayrışma süreçleri yok sayılmakta, sıradan ve
genel bir bakış ile bir çatı altında toplanmak
savunulmaktadır. Bu yanıyla gerçekçi olmadığı
gibi, mevcut reformist birlik arayışlarının, sanki
ÖDP gibi oluşumların hiç dersi yok gibi ütopik
bir yerde durmaktadır. Bir fakla; dün ÖDP toplumsal
zemini zayıf sol ve devrimci yapıların toplamı
olup kendini tüketirken; bugün bu “çatı/kongre/blok/cephe
partisinin” en önemli dayanağı yurtsever harekettir.
Sonuç
itibariyle, çatı/kongre/blok/cephe partisinde
somutlaşan ittifak arayışı sol hareketin yakın
geleceği açısından önemlidir. Pek çok reformist
ve yarı-reformist çevreyi şu ya da bu düzeyde
etkisi altına almıştır. Nesnel süreçler ve sürecin
giderek sertleşen niteliği, devrimci ve sol güçlerin
yeni ve daha ileri ittifak arayışları içinde olmasının
kaçınılmaz olduğunu ortaya koymaktadır; bu arayışlar
tümüyle meşru ve haklıdır. “Çatı/kongre/blok/cephe
partisi” önerisi ve arayışı da bu temel, reformist-liberal
çevrede bir merkez işlevi de görebilir; bunu yok
saymanın anlamı yoktur. Ancak asıl sorun bu ittifak
arayışların devrimci ve geliştirici bir temele
sahip olup olmadığıdır; bu anlamda “çatı/kongre/blok/cephe
partisi” bundan uzak bir yerdedir. Bu noktada,
yukarıda ifade ettiğimiz gibi, devrim temelinde,
dönemsel hedefler bir yana bırakılmadan, devrimci
halk hareketi için, bu süreçte, devrimci ve sosyalist
politik öznelerin bir program etrafında güç birliği
yapmaları doğru birlik siyasetidir.
Sonuç
Yerine
Birlik,
büyük bir şiardır. Birlik, elbette teori-program-politikada
farklı olanların, güven ve ortak bir program etrafında,
eşit ve özgür ilişkilerle yan yana olması, birlikte
mücadele etmesi demektir. Ancak böylesi bir büyük
şiarın somutlaşması öncelikle zayıf yanların görülüp
bu yönde samimi bir çabanın ortaya konmasıyla
mümkündür. Kendini onarmayan, kendi zayıflıklarına
karşı savaş aşmayan bir hareket, başkası üzerinden
gelişemez; politik mücadelede zayıfların bileşkesi
“güçlenme” değildir.
Türkiye
Devrimci Hareketi, birlik sorunda başarılı değildir.
Bu başarısızlık kimi zaman bir kimlik bunalımının
tezahürü olarak, kimi zaman zayıflayan güçlerin
ancak birlikle çoğalabileceği yanılgısı olarak,
kimi zaman ihtiyacı görüp ama buna uygun bir siyaset
izlememe olarak, hatta çoğu kez “geçerken” ifade
edilen bir söylem olarak kendini dışa vurmuştur.
Her ne kadar birlik ihtiyacı giderek güçlense
de tüm bunlardan Türkiye devriminin kurtulduğu
söylenemez.
Öte
yandan, bu başarısızlığa rağmen, tüm bunların
izlerini taşısa da olumlu örnekler de vardır.
Hiç şüphesiz eleştirel bir yaklaşımla olumlu örnekleri
çoğaltmak, bu yönde sorumluluk sahibi olmak öncelikli
bir yaklaşım olmalıdır. Türkiye devrimin sorunları,
birlik sorunundan daha derindedir; eğer bu derinliği
görmez ve yüzeysel bir yaklaşım sahibi olursanız,
özünde güçlü birliklerde yaratamazsınız. Devrimci
sosyalist hareketin ana eksenini oluşturan devrimci
yenilenme, tam da bu devasa sorunlara karşı bir
devrimci eylemdir. Asıl yakalanması gereken ana
halka budur. Bu ana halka, işçi ve emekçi sınıfların
mücadelesinde somutluk kazandığı ölçüde, yani
işçi ve emekçi sınıflar, bu temelde sosyalist
bilince sahip olduğu ölçüde, birlik gerçekten
büyük bir şiar olacaktır.
Buradan,
devrimde irade ve örgüt unsurunu görmeyen ya da
yeteri kadar görmeyen, işçici ve ayaklanmacı akımların
“o büyük günü” beklemesi gibi, ancak o “büyük
günde” birlik olur anlamı çıkmaz. Tam tersine,
hiçbir şablona bağlı olmadan, devrimin gelişmesine
hizmet eden, sınıflarla politik öznelerin buluşmasını
daha ileri taşıyan, devrimci kimliği daha güçlü
kılan birlik ya da ittifak biçimleri, kitle hareketine
yeni bir düzey verebilir. Buradaki ilişki biçimi,
yani kitle hareketi ile birlik ilişkisi diyalektiktir;
biri diğerinin karşına konulamaz.
Bu
temelde, devrimin çıkarlarını esas alan, devrimci
kitle hareketini geliştiren, kendi kimliğini somut
tanımlayan ve ortak iş yapma kültürüne sahip olan
güçlerle geçici ya da kalıcı daha ileri güç birlikleri
günümüzün ihtiyacıdır. Bu ihtiyaç hayali projeler
peşinde koşmayı değil, somut ve ilerletici adımları
öne çıkarmaktadır.
Bunun
için tüm sol ve devrimci güçlere sorumluluk düşmektedir.
Devrimci
sosyalizm, bu sorumluluğun farkındadır ve bunun
gereğini yapmaya hazırdır.
|