Dostluk
ve Yoldaşlık. Birbirlerine ne kadar yakın iki
kavrammış gibi duruyorlar öyle değil mi? Ama değil.
Her ikisi de insanlar arasındaki en yakın ilişki
biçimlerinden birini ifade ediyor. Ama bu yakınlığın
temeli, yöntemi ve yaşanışı, aynı zamanda bu iki
toplumsal ilişki biçimi arasında olması gereken
farklılıkları da hemen aklımıza getiriyor. Olması
gereken diyoruz, çünkü parti yaşamında her türden
kavram karışıklığı, kafa karışıklığını, düzensizliği
ve ilkesizliği de beraberinde getirme tehlikesini
barındırır.
Partinin
günlük yaşamında rastlanabilen sıkıntılardan biri
de dostluk ve yoldaşlık olgularının birbirine
karıştırılmasıdır. Çoğunlukla ayırdına varılmayan
bu durum, doğru zaman ve zeminde onarılmazsa ciddi
tahribatlar yaratabilecek bir karışıklıktır.
Yoldaşlık
da dostluk gibi toplumsal ilişki biçimlerinden
biridir. Ancak genellikle yoldaşlar arası samimiyetin
gelişmesi, beraberinde "yoldaşlarım aynı
zamanda dostlarımdır da" yaklaşımının gelişmesine
yol açabilir. Bunun ne gibi bir tehlike barındırabileceğine
geçmeden önce şunu hemen belirtelim; Yoldaşların
birbirleriyle dost da olması kötü bir şey değildir.
Karşı olduğumuz bir şey hiç değildir. Ancak yapı
içinde bir anlayış olarak dostluk ve yoldaşlığın
eşitlenmesi belirli tehlikeleri de beraberinde
getirir. Her şeyden önce dostluk bireyseldir,
istemediğiniz birisiyle dost olmayabilirsiniz,
ya da dostluğunuzu bitirebilirsiniz. Yoldaşlık
ise kollektiftir, bireyin tekil iradesinden bağımsız
olarak ortaya çıkar ve bireyin istediği zaman
bitmez; belli bir hukuksal sürecin sonunda yine
kollektifin kararıyla sona erebilir. Dostluğun
ortaya çıkıp gelişmesi, iki insan arasındaki belirli
bir paylaşım sürecini zorunlu kılarken, süreçleri
çok farklı yerlerden başlayan, ömürleri boyunca
birbirlerini görmemiş, birbirlerinin varlıklarından
bile habersiz iki yoldaş, tanıştırılarak aynı
alanda çalışmak üzere görevlendirildikleri andan
itibaren yoldaşlık ilişkisini yaşayabilirler.
Dostluk bireysel bir güven üzerine şekillenirken
yoldaşlıktaki güvenin zemini kollektiftir.
Elbette
her iki ilişki de toplumsal emek sürecinin ürünüdür.
Ancak yukarıda sıkça vurguladığımız gibi dostluk
bireysel, yoldaşlık ise kollektiftir. Birbirlerine
emek vermek ekseninde doğup gelişen sevgi, her
iki ilişki biçiminde de ortaya çıkar. Dostlukta
bu ne denli kişilere özgüyse, yoldaşlıkta ise
o denli genele özgüdür. Elbette tek tek birey
olarak yoldaşlarımızı da severiz. Ancak bu sevginin,
kollektife duyduğumuz sevginin ötesine geçip,
bireysel yönler de taşıması, belirli bir emek
ve paylaşım sürecinin sonunda gerçekleşir. Örgütsel
yapının zenginliği ölçüsünde bir araya gelen bir
çok farklı bireysel özelliğe sahip insanlar arasında
yaşanan yoldaşlık ilişkisi, yaşanan tüm emek ve
paylaşım süreçlerine rağmen her zaman dostlukta
olduğu kadar sıcak yaşanamayabilir. Bu durum,
onun insanlar arasında yaşanabilecek en üst ilişki
biçimi olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.
Kapitalizmin
üretmiş olduğu, bencil, yozlaşmış, kendini tüketen
toplumsal ilişki biçimleri karşısında dostluk,
ancak bireylerin kişisel özelliklerine bağlı olarak
kendini koruyabilirken yoldaşlık, kendi varoluşunu
tüm bunların karşısındaki bir duruş üzerinden
tanımladığı için deyim yerindeyse kapitalizmin
her türden mikrobuna karşı dirençlidir.
Dostluk,
ortak bir kültürden hareketle, iki ya da daha
fazla insan arasında yoğun paylaşım, dayanışma
ve birbirini tamamlamayı içerir. Dostların ortak
kültürel değerleri, kişisel beğenileri olur; bunlar
olmadan dostluk olmaz. Yoldaşlık ise, yoğun emek,
paylaşım, dayanışma ve sevgiyi içerse de, kendini
bununla sınırlamaz; Asıl olarak ideolojik-politik
bir düzlemde, tüm düzen içi ilişkilerin tam karşısında
durmakla kalmayıp örgütsel ilişkileri, dolayısıyla
devrimci sosyalist savaşımın insan ilişkilerindeki
izdüşümünü de ifade eder. Dost olmak için ideolojik
politik çizgi, uğrunda ölünecek devrim ve sosyalizm
davası ve bu temelde örgütsel hukuk gerekmez.
Ama yoldaşlık ilişkisinde bu, yani ideolojik,
politik ve örgütsel ilişkiler olmazsa olmazdır;
yoldaşlığın ruhu ideolojik-politik duruş ve bu
temelde üretilen değerlerin toplamıdır. Dostlarımız
çok az olabilir, dostlarımızın devrimci olması
da gerekmez, ya da dostluk devrimcilikle sınırlı
değildir. Dostluk günlük yaşamda somut, elle tutulur
gözle görülür biçimde yaşanır. Yoldaşlarımız ise
devrim ve sosyalizm davası etrafında saf tutan,
bu temelde insanlığın üretmiş olduğu en ileri
değerlerin cisimleştiği örgütsel ilişkilerde varoluşunu
somutlayan, devrimci bir hukuka sahip herkesi
kapsar. Yoldaş olmak için günlük yaşamı birebir
yaşamamız gerekmez; çok farklı zaman ve mekan
içinde, hiçbir renk, cins, yaş ayrımı olmadan,
aynı amaç için savaşan insanlar arasında yoldaşlık
yaşanır. Yoldaşlarımıza karşı, kişisel beğeni,
insani tepki ve benzerlerinden bağımsız sorumluluklarımız
vardır. Hiç görmediğiniz bir insanla dost olamazsınız
ama hiç görmediğiniz bir insanla yoldaş olabilirsiniz.
Bir
insanın dostlarından farklı beklentileri olabilir.
Dert dinlemesi, kişisel sorunlarını çözmede yardımcı
olması, sevincini ve hüznünü paylaşması gibi karşılıklı
beklentiler dostluğun doğasında vardır; hatta
tek başına bunun için olmasa da, bir anlamda dostlar
biraz da bunun için vardır. Ancak toplumsal ilişkilerde
dostluğun kapladığı bu işlevi tüm yoldaşlarımızdan
da beklediğimizde her zaman aynı sonucu alamayabiliriz.
Çünkü yoldaşlık her şeyden önce örgütsel bir ilişkidir.
Örgüt yapısına dair bir anlam taşımayan tüm kişisel
gelişmeler, eğer ortada kişisel bir yakınlık;
dostluk, arkadaşlık yoksa yoldaşlarımızın ilgilendiği
şeyler olmayabilir. Dostluğun zeminini oluşturan
ortak kişisel yaşanmışlıklar, ve bunun üzerine
şekillenmiş kişisel anlamdaki anlayış benzerliğinin
yoldaşlıkta ortaya çıkması zorunlu değildir. Dolayısıyla
kişisel sorunlarınızı paylaşamadığınız, ya da
paylaşmak istemeyeceğiniz yoldaşlarınız da olabilir.
Örgütsel yaşamdan bağımsız, ondan tecrit edilmiş
"bireysel bir dünya" yaratmaya dek vardırılmadıkça
bu durum, olağan dışı değildir. Yoldaşlığı belirleyen
ideolojik politik ve örgütsel ortaklığın böylesi
bir izdüşümü zorunlu değildir.
Yoldaşlık
yukarıda ifade ettiğimiz gibi her şeyden önce
ortak bir dava, yani devrim ve sosyalizm davası
etrafında örülür ve örgütsel ilişkiler düzleminde
ilke, kural ve normları içeren hukuksal ilişkiden
bağımsız bir yerde durmaz. Yani birbirleriyle
yoldaş olan insanları, birbirini görmese de, farklı
mekan ve ilişkiler içinde olsa da, ortak ideolojik
ve örgütsel ilişkilerin cisimleştiği, uyulması
zorunlu ilke, kural ve normlardan, bu temelde
sorumluluklardan ayrı düşünemeyiz. Bu ilişki biçiminin
üzerine bir dostluğu da inşa edebilirsiniz. Ama
inşa edemediğinizde de kimse yoldaşınız olmaktan
çıkmaz.
Her
ilişkinin belli bir formu vardır. Dostluk ve yoldaşlık
konusunda bir bilinç bulanıklığı söz konusuysa,
her iki ilişki biçimini özdeş ele alır, ayrımı
koyamazsanız sadece beklentiler değil, birçok
şey birbirine karışır. Sözgelimi dostluğun oluşmasında
önemli bir yer tutan "aynı şeylerden hoşlanma"
gibi kişisel olguları, her yoldaşınızla paylaşamayabilirsiniz.
Kişilerin gelişim süreçleri, birikim ve kişisel
beğenileri birbirinden farklı olduğu için herkes
aynı şeylerden hoşlanmayabilir, hatta her hangi
bir yoldaşınız bunu anlamayabilir bile. Siz çok
hoşunuza giden bir filmi tüm yoldaşlarınıza önermeye
başladığınızda şunu farkedersiniz ki sizin çok
hoşunuza giden film, yoldaşlarınızda bırakın aynı
etkiyi bırakmayı, aynı biçimde anlaşılmayabilir
bile... Bu bir roman da olabilir, bir şiir olabilir,
bir şarkı olabilir, bir kıyafet de olabilir, bir
insan da olabilir... Her ne kadar sosyalist kültür
denen bir şey dahi olsa, doğa ve toplumdaki her
şey gibi sosyalist kültür de dinamik ve sürekli
gelişme halinde olan bir şeydir. Farklı tarihsel
süreçlerde, farklı yerlerden ve farklı dinamikler
üzerinden devrimcileşmiş birçok insanın ortak
yeri olan örgütte yaratılmaya çalışılacak olan
ortak kültür, daha köşeli bir olgudur. Direnişçilik,
çalışkanlık, sınıf kini ve halk sevgisi gibi daha
genel olgular üzerinde şekillenirken tek tek yoldaşların
kişisel özelliklerini birer zenginlik olarak da
kollektifleştirme mekanizmaları geliştirmeye çalışır.
Sözgelimi herkesin parti kimliğinin göstergelerinden
biri olan özgün marşları bilmesi istenen bir şeydir,
ama bunu bilmese de o, sizin yoldaşınız olmaktan
çıkmaz. Ruhi Su bu ülkede sosyalist kültüre katkı
sunan önemli bir insandır; ama herkes Ruhi Su'nun
şarkılarından hoşlanmayabilir, hoşlanmak zorunda
da değildir.
Peki,
parti yaşamında yoldaşlarımızla "her şeyi
paylaşamıyoruz", "farklı kültürlerden"
geliyoruz diye dost olamayacak mıyız? Elbette
hayır; parti yaşamında şu ya da bu süreçte, şu
ya da bu nedenle iki yoldaş çok iyi iki dost da
olabilir. 12 Mart süreciyle ilgili belgesel filmlerin
bazılarından anımsayacağımız Mahir ve Ulaş'ın
kucaklaşma sahnesini gözünüzün önüne getirin.
Ya da Mahir'in Hüseyin Cevahir'in ardından yazdığı
şiiri. Formel anlamdaki yoldaşlığın ötesine geçen
bir şeyleri hemen hissedersiniz. Onları böyle
yapan hem ideolojik-politik duruş hem de insani
ilişkilerin aynı mecrada harmanlanmasıdır. Tarihte
aynı zamanda dostluğun ve yoldaşlığın en iyi örneklerini
veren Fidel ve Che gibi bir çok örneğe rastlamak
mümkündür.
Dostlukla
yoldaşlığın özdeşleştirilmesi üzerinden gelişen
kafa karışıklığı bazen de sadece yoldaşlarla paylaşılması
gereken bilgilerin, dostlarla da paylaşılmasını
getirir ki bu örgütsel kuralların çiğnenmesidir,
suçtur. Özellikle bir zamanlar yoldaşımız olan,
ya da farklı siyasetlerden olan insanlarla girilen
bu "paylaşımlar", hiç hesaplanamayacak
tehlikeleri de beraberinde getirir. Bu konudaki
kafa karışıklığının en tehlikeli sonuçları böylesi
durumlardan kaynaklanır.
Başlangıçta
da belirttiğimiz gibi kiminle dost olup olmayacağınızı
siz seçersiniz ve buna başka hiç kimse karışamaz.
Yine kiminle dostluk başlatıp kiminle dostluğunuzu
bitirebileceğinize de siz kendiniz karar verebilirsiniz.
Bunlar kişisel kararlardır. Ama kiminle yoldaş
olup olamayacağınızı tek başınıza kendiniz, kişisel
olarak karar veremezsiniz; bunu parti belirler.
Parti yaşamında her yoldaşla eşit ve sorumlu bir
ilişki kurmak zorundasınızdır. Parti yaşamında
iki yoldaş aynı zamanda dost olabilir; ama bu
dostluk "özel", "ayrıcalıklı"
bir yerde durmaz ve en önemlisi de parti yaşamını
bozamaz.
Yeniden
başlangıçtaki soruya geri dönelim; "yoldaşlarımla
dost da olmamın neresi kötü ki?" Yukarıda
da belirttiğimiz gibi dostluk kişisel ilişki biçimlerinden
biridir. Bu anlamıyla dostlarımızdan beklediğimiz
her şeyi yoldaşlarımızdan bekleyemeyiz. Sözgelimi
ağır bir hastalık ya da kaza atlattık. Dostlarımızın
bunu duyup da en azından bir telefon dahi açmaması
bizi kırabilir. Ama her yoldaşımız bunu yapmak
zorunda değildir. Daha doğrusu bunu yapmadığı
zaman yoldaşınız olmaktan çıkmaz, aranızdaki ilişkinin
niteliğinde herhangi bir değişiklik olmaz. Bunun
gibisinden yoldaşlarımız bizlerin kişisel sorunlarıyla,
bu kişisel sorunlar örgütsel işleyişi sekteye
uğratmadığı, ya da bu yöne doğru ilerlemediği
sürece ilgilenmek zorunda da değildir. İşin örgütsel
güvenlikle ilgili olan kısımları bir tarafa bırakılacak
olursa, adı üzerinde "kişisel sorunlar"
kişisel sorunlardır. Ama birisinin kişisel sorunlarıyla
tüm örgüt ya da temel kadrolar uğraşıyorsa orada
hatalı bir işleyiş var demektir.
Bazen
böyle saçma durumlar ortaya çıkabilir. Birisinin
hastalığı, evliliği, boşanması, çocuğu, zaafları
bütün partinin, parti birimlerinin gündemi haline
gelebilir. Bu durumun kendisi, o parti için hastalıklı
bir durumdur. Bunlar bir partinin ana gündem konuları
olamaz, hatta parti bunlardan ne kadar uzak olursa
o kadar sınıf mücadelesinin asli gündemine yoğunlaşır.
Marksist-Leninist bir parti için kişiler önemli
olabilir, ama hiç kimsenin durumu sınıf mücadelesinin
gündeminin yerini alamaz, almamalıdır. Elbette
parti bireylerden oluşur. Ama bir defa parti olduktan
sonra artık niteliksel bir sıçrama yaşanmış, tek
tek insanların önemi ikinci plana düşmüş, ilkel
çevre örgütlenmesi partiye, çevre ruhu parti ruhuna
dönüşmüş demektir. Eğer bu yaşanamıyorsa, sorunlara
böylesi bir yerden, parti ufkundan bakamıyorsak,
bu temelde ilişkilerimizi düzenlemiyorsak, orada
parti halkasından uzaklaşma var demektir.
Parti,
için iki alan, ideolojik-politik alan ve örgütsel
alan önemlidir. Birincisi ideolojik-politik çizgi,
stratejik ve taktik politikaları içerir, ikincisi
ise, kadro, kadro yapısı ve örgütsel işleyişi
kapsar. Ama bunlar kadar önemli üçüncü bir alan
vardır; parti kültürü. Bu üç alanda birlik ve
uyum parti bütünlüğünü ifade eder. Parti yaşamı,
sosyalist ideoloji ve onun uzantısı olan sosyalist
kültüre göre örgütlenir. Sosyalist kültür, tüm
alt kültürleri bir yana bırakır, sınıflı toplumların
üretmiş olduğu kültürün demokratik yanlarını alıp
onu işçi sınıfının kurtuluşu mücadelesinde bir
silah olacak şekilde yeniden üretir. Sosyalist
kültürde kollektif emeğin şekillendirdiği, dayanışma,
direnme, paylaşım, özgürlük, açıklık vb. vardır.
Marksist-Leninist parti yaşamının özü sosyalizmdir;
kendi yaşamında bunu, yani sosyalist kültürü cisimleştirir.
Elbette bu cisimleştirme "mutlak" değil,
görecelidir. Dahası amaçlanan ile gerçeklik arasında
şu ya da bu düzeyde mesafe olur. Bu mesafe ya
da çelişki parti kültürünün düzeyini belirler.
Sosyalist kültür "tek tip insan" yaratmaz;
insanların özgünlüğünü de içerir. Zaten özgünlüğü
olmayan çok kez "kendi" de olamaz ya
da hep "başkası" olmaktan, her şeyden
etkilenmekten kurtulamaz. Basitten karmaşığa diyalektik
gelişimin bir örneği olarak, bireyselden toplumsallığa,
tekilden çoğula, yerelden evrensele bir gelişim
süreci içinde şekillenen sosyalist kültür, daha
önce de belirttiğimiz gibi sürekli gelişim, değişim
halindedir. Ve bu kültürün inşa edilmesi, ne bir
ideolojik belirleme ne politik bir tutum ne de
örgütsel bir ya da birkaç kararla sınırlıdır.
İnişli çıkışlı tarihsel bir süreç içinde üretilir
ve her gün, her ilişkide yeniden inşa edilir.
Özelikle örgütsel ve politik gerileme süreçlerinde
bu zayıflar, alt kültür biçimleri, çevre ruhu
ile birlikte canlanır ve parti yaşamını bozar.
Parti,
adı yoldaşlık olan hukuksal bir bağla birbiriyle
ilişkilenmiş insanlardan oluşur. Parti, sadece
kişilerin değil, örgütlerin, alanların toplamıdır
ve söz konusu olan bir savaş örgütüyse bu insanların
birbirlerini olabildiğince az tanıyor olması istenen
bir şeydir, birbirini tanımayan yoldaşlar olur,
olmalıdır. Bazı alanlarında ise yoldaşların birbirlerini
tanımaları kaçınılmazdır. Dostluğun yoldaşlıkla
karıştırıldığı alanlar da çoğunlukla birçok yoldaşın
birbirini tanıdığı alanlardır. Parti yaşamında
hukuk, karşılıklı haklar ve görevleri düzenler.
Tüzük olarak somutlaşan ve her bir yoldaşın örgüte
karşı hak ve görevlerini düzenleyen bu hukuk,
Marksist-Leninist partinin omurgasıdır. Ve eğer
bu omurga sakatlanırsa parti felç olur, adım atamaz
hale gelir.
Yukarıda
çerçevesini çizdiğimiz politik duruş ve hukuk
çerçevesinde partinin kararlarını yerine getiren
herkes "yoldaş"lığı hak eder. Yani yoldaşlık,
belirli bir emek sürecinin sonunda kazanılan,
hak edilen bir şeydir. Yoldaş olmak için kişisel
dostluk, kişisel paylaşım, aynı alanda görev yapmak,
aynı cinste, aynı renkte, aynı kuşakta olmak gerekmez.
Yoldaşlığın
en önemli bir diğer özelliği ise kişi ile parti
arasındaki ilişkiyi tanımlamasıdır. Yani salt
iki kişi arasındaki ilişki değildir yoldaşlık.
İki kişiyle başlayabilir ama başladığı andan itibaren
artık kişi ile parti arasındaki ilişkiyi tarif
eder. Bu anlamıyla yoldaşlığın son bulması da
sadece kişilerin keyfine bağlı değildir. Başlaması
gibi, bitmesi de belirli hukuksal işleyişleri
gerektirir. Yoksa partiye hukuk değil keyfiyet
hakim olur.
Tüm
bunların anımsatılmasına ne gerek vardı diyebilirsiniz.
Özellikle görece daha durgun dönemlerde yukarıda
anlatmaya çalıştığımız karışıklık, örgütsel ilişkilerin
içinde yıpratıcı bir hastalık olarak boy gösterebilir.
Yoldaşlığını partinin ideolojik politik ekseninin
üzerinde şekillenen hukuksal bir ilişki olarak
bilince çıkaramamış insanlar, şu düşünceleri aklından
geçirebilirler; "A kişisiyle o kadar ilgileniyorlar
da niye benimle hiç ilgilenmiyorlar", "hastalandım
ama bazı yoldaşlar aramadı, bu nasıl yoldaşlık",
aralarındaki kişisel ilişkiye bağlı olarak "a
kişisi yoldaşım ama b kişisini yoldaş olarak görmüyorum",
"şu yoldaş bana kötü davranıyor",...
vb. Daha tehlikeli durum ise, yoldaşlık adı altında
adeta kastlaşmış, "sıkı dost" olmuş,
içe kapanmış, bunun dışında kalanı "ötekileştirmiş",
yeni ilişkiler bulmaktansa tüm yaşam enerjisini
kendi içinde tüketen (ve bu arada kendini de tükenen),
parti hukukundan farklı, "kendi hukukunu"
oluşturmuş ilişkilerin parti yaşamını bozmasıdır.
Yoldaşlarıyla eşit ve özgür ilişki kurmayan, içe
kapanan ilişki biçimleri, sadece kendini değil
parti ilişkilerini de daraltır, kişisel paylaşım
ve "dertleşmeyle" parti saflarında kişisel
önyargıları besler, ilke, kural ve normları ihlal
eder, hatta ilke, kural ve normları "kendine
göre" yorumlar ve uygular. Başka örnekler
de verilebilir; ama tüm bunlar parti yaşamını
bozar, zayıflatır, partide sosyalist kültürün
inşa edilmesine değil çevreciliğin canlanmasına
hizmet eder.
Peki
bunu nasıl önleyebiliriz. Yoldaşlarımızla dost
olmayacak mıyız, olursak da bu dostluğu gizli
gizli mi yaşayacağız? Hayır. Her şeyden önce bunların
ikisi karşı karşıya konacak şeyler değil. Bu sorunun
çözümü yoldaşlığın ne olup ne olmadığı konusunda
çok sağlam bir örgüt bilincinden geçer. Eğer parti
saflarında bu bilinç güçlüyse, bu temelde sorunlar
en aza iner; yok bu bilinç zayıfsa sorunlar yeni
boyutlar kazanır. Peki parti, her şeye rağmen
bu temelde sorunlarla karşı karşıya gelirse, sadece
"parti bilincinin" oluşmasını mı bekler?
Hayır. Parti, bunu beklemez, örgütsel tedbirler
alır, almak zorundadır. Bir alanda, örgütsel ilke
ve kurallar değil, kastlaşma ve yoldaşlıktan çok
dostane ilişkiler yaşanıyorsa, o alanda görülecektir
ki parti bilinci zayıftır, mahalle ya da çevre
ruhu ilişkilerde egemendir. Bu alan ve ilişkiler,
parti yaşamının temel bir ilkesi olan, eleştiri-özeleştiri
silahıyla vurulmadan ne sorunlar kavranır ne de
çözüm bulunabilir. Eleştiri-özeleştiri aynı zamanda
bir onarma hareketidir. Ama her zaman bu yetmez
ve başka örgütsel tedbirlerle de bu sorunun üzerine
gidilebilir. Eleştiri-özeleştirin yeterli olmadığı
durumlarda çözümün bir diğer yolu da örgüt içindeki
sirkülasyondur. Yıllarca aynı insanların aynı
ilişkileri yürütmesi araya birçok kişisel ilişkinin
de girmesini beraberinde getirebilir. Ama farklı
insanların görev alması durumunda kişisel olandan
çok örgütsel olan ön plana çıkabilir.
Sağlıkçılar
bilir; bir hastalıkla mücadelenin en etkili yolu
eğer olanaklıysa aşılamadır. Böylece hastalık
tehlikesi baştan bertaraf edilir. Parti içindeki
her tür sorun için de en etkili yöntem "aşılama"dır.
Partiyi inşa eden kadrolar, geliştirdikleri ilişkilerle
rol modeli olurlarlar, örnek olurlar. Yeni örgütlenen
insanlar, onları, onların ilişki tarzlarını örnek
alır. Bu anlamıyla parti kadrolarının ürettikleri
ve çevrelerine yaydıkları kültür, aşı işlevi görür.
Kadroların yaptıkları en küçük hata, alt ilişkilere
doğru katlanarak büyür. Parti içinde ortaya çıkabilecek
bu gibi sorunlarda kadroların tutumları gerek
bir kültür, bir gelenek oluşturma anlamında; gerekse
de ortaya çıkabilecek sorunların çözümünde anahtar
rol oynar. Birçok genç partili, nerede nasıl davranması
gerektiğini kadroların davranışlarından öğrenir.
Teorik olarak öğrenilenlerin günlük yaşamda uygulanmasında
kadrolar ile yeni kuşaklar arasında usta-çırak
ilişkisinin bir benzeri yaşanır. Bu konuda yazılmış
ve yazılabilecek literatür ne kadar zengin olursa
olsun pratikteki işleyiş hep böyle olmuştur ve
olacaktır. Bu konuda da Mahir'in "sınıflar
mücadelesinde proletarya yoldaşlığının dışında
feodal ve ataerkil ilişkilere yer yoktur"
cümlesinden başlayarak parti literatürünün ve
kültürünün gelişimi, başat önem taşımaktadır.
Gelişen
ve parti bilincinin sağlıklı olduğu örgüt ve alanlarda
yoldaşlık ve dostlukların çok daha sağlıklı yaşanacağı
açıktır. Gelişen parti aynı zamanda ileri bakan,
içe kapanmayan, yeni alan ve ilişki yaratan, görev
ve devrimci faaliyetlerde üretken bir yerde durur.
Sağlıklı bir işleyiş, sadece gelişme eğilimin
önünü açmakla kalmaz, daha ileri bir bilincin
oluşmasına da hizmet eder. Hedefli ve programlı
çalışan parti örgütleri ve birimleri, sınıf mücadelesinin
sorunlarına yoğunlaşır. Bu ilişki ağı içinde hangi
paylaşımın örgütsel, hangi paylaşımın kişisel
olduğunun farkında olanlar için, hem yoldaşlık
hem de güçlü dostluklar, arasındaki sınırlar bilinerek
yaşanabilir. Bu ikisini birbirine karıştıranlar
için hayal kırıklıkları kaçınılmazdır.
Böylesi
karışıklıkların olduğu yerde şöyle saçma cümleler
duyabiliriz: "Ben o yoldaşa küstüm".
Parti hukukunda "küsmek" gibi bir kategori
yoktur. Bu arkadaşlar, dostlar arasında olabilecek
bir şeydir; yoldaşlar arasında değil. Yıllarını
partiye vermiş insanların şaşırmadığı durumlardan
biri de birbirlerinden hiç hoşlanmasa bile birbirleri
için canını vermeye hazır, bunu pratikleriyle
defalarca ispatlamış olan yoldaşlardır. İki yoldaşın
tartışması, dışardan bakan birinde "kavga
ediyorlarmış" izlenimi bırakabilir. Oysa
parti yaşamı buna benzer olaylara alışkındır.
Tek tek bireylerin partiyle bağını belirleyen
şey ideolojik-politik-örgütsel pratiktir. Parti
yaşamı dikensiz gül bahçesi demek değildir. Buna
göre kendini hazırlamayanlar ilk ciddi eleştiride
dağılabilirler, karşılaştıkları ilk ihanetle süngüleri
düşebilir.
Bu
tip hayal kırıklıklarının en yoğun yaşandığı durumlar
sıkı bir dostluktan yoldaşlığa geçen insanlarda
görülür. Çünkü her yoldaşını ilk tanıştığı ve
aynı zamanda dostu da olan yoldaşı gibi zanneden
insanlar, karşılaştığı çeşitliliği önce yadırgayabilir.
Bu doğaldır. Kişinin politik bilinci ve partinin
duruma doğru müdahalesi bu noktada anahtardır.
Politik bilincin gelişimiyle partiye bağlılık,
kişisel bağlılıkların önüne geçer ve sınıf hakkındaki
bilgi ve görgüsünün artmasıyla ne kadar farklı
insanların mücadelenin içine girdiğini gördüğünde
sözkonusu çeşitlilik onun için sevindirici bir
şey haline bile gelebilir.
Uğruna
öleceğimiz bir davamız var: devrim ve sosyalizm.
Partimiz bu hedef için savaşıyor ve alması zorunlu
bir hayli yol var. Zorluklar bizi yıldırmaz; sadece
hedefe ulaşmakta birer engel olur. Engelleri aşa
aşa ilerleyeceğiz. Devrimcilik zor günlerde de
dava insanı olmaktır. Sadece iyi günlerde değil,
zor günlerde de, adım adım partiyi ve devrimi
örgütleme irade ve bilincine sahip olanların eseri
olacaktır sosyalizm. Bu zor günlerde yoldaş olmak,
bunu yaşamak, gözlerde sönen ışıklara, kararan
ruhlara, geriye çeken her şeye verilen iyi bir
yanıttır.
Biz,
Marx, Engels, Lenin, Che, Mahir, Atilla'nın yoldaşlarıyız.
Her şeyimizi bunun için vereceğiz! Mücadele içinde
yıkılmaz yoldaşlığı inşa edeceğiz!
|