Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 

 

62-1. Sayı - Mart/Nisan 2011

Parti Kültür

       Dostluk ve Yoldaşlık. Birbirlerine ne kadar yakın iki kavrammış gibi duruyorlar öyle değil mi? Ama değil. Her ikisi de insanlar arasındaki en yakın ilişki biçimlerinden birini ifade ediyor. Ama bu yakınlığın temeli, yöntemi ve yaşanışı, aynı zamanda bu iki toplumsal ilişki biçimi arasında olması gereken farklılıkları da hemen aklımıza getiriyor. Olması gereken diyoruz, çünkü parti yaşamında her türden kavram karışıklığı, kafa karışıklığını, düzensizliği ve ilkesizliği de beraberinde getirme tehlikesini barındırır.
       Partinin günlük yaşamında rastlanabilen sıkıntılardan biri de dostluk ve yoldaşlık olgularının birbirine karıştırılmasıdır. Çoğunlukla ayırdına varılmayan bu durum, doğru zaman ve zeminde onarılmazsa ciddi tahribatlar yaratabilecek bir karışıklıktır.
       Yoldaşlık da dostluk gibi toplumsal ilişki biçimlerinden biridir. Ancak genellikle yoldaşlar arası samimiyetin gelişmesi, beraberinde "yoldaşlarım aynı zamanda dostlarımdır da" yaklaşımının gelişmesine yol açabilir. Bunun ne gibi bir tehlike barındırabileceğine geçmeden önce şunu hemen belirtelim; Yoldaşların birbirleriyle dost da olması kötü bir şey değildir. Karşı olduğumuz bir şey hiç değildir. Ancak yapı içinde bir anlayış olarak dostluk ve yoldaşlığın eşitlenmesi belirli tehlikeleri de beraberinde getirir. Her şeyden önce dostluk bireyseldir, istemediğiniz birisiyle dost olmayabilirsiniz, ya da dostluğunuzu bitirebilirsiniz. Yoldaşlık ise kollektiftir, bireyin tekil iradesinden bağımsız olarak ortaya çıkar ve bireyin istediği zaman bitmez; belli bir hukuksal sürecin sonunda yine kollektifin kararıyla sona erebilir. Dostluğun ortaya çıkıp gelişmesi, iki insan arasındaki belirli bir paylaşım sürecini zorunlu kılarken, süreçleri çok farklı yerlerden başlayan, ömürleri boyunca birbirlerini görmemiş, birbirlerinin varlıklarından bile habersiz iki yoldaş, tanıştırılarak aynı alanda çalışmak üzere görevlendirildikleri andan itibaren yoldaşlık ilişkisini yaşayabilirler. Dostluk bireysel bir güven üzerine şekillenirken yoldaşlıktaki güvenin zemini kollektiftir.
       Elbette her iki ilişki de toplumsal emek sürecinin ürünüdür. Ancak yukarıda sıkça vurguladığımız gibi dostluk bireysel, yoldaşlık ise kollektiftir. Birbirlerine emek vermek ekseninde doğup gelişen sevgi, her iki ilişki biçiminde de ortaya çıkar. Dostlukta bu ne denli kişilere özgüyse, yoldaşlıkta ise o denli genele özgüdür. Elbette tek tek birey olarak yoldaşlarımızı da severiz. Ancak bu sevginin, kollektife duyduğumuz sevginin ötesine geçip, bireysel yönler de taşıması, belirli bir emek ve paylaşım sürecinin sonunda gerçekleşir. Örgütsel yapının zenginliği ölçüsünde bir araya gelen bir çok farklı bireysel özelliğe sahip insanlar arasında yaşanan yoldaşlık ilişkisi, yaşanan tüm emek ve paylaşım süreçlerine rağmen her zaman dostlukta olduğu kadar sıcak yaşanamayabilir. Bu durum, onun insanlar arasında yaşanabilecek en üst ilişki biçimi olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.
       Kapitalizmin üretmiş olduğu, bencil, yozlaşmış, kendini tüketen toplumsal ilişki biçimleri karşısında dostluk, ancak bireylerin kişisel özelliklerine bağlı olarak kendini koruyabilirken yoldaşlık, kendi varoluşunu tüm bunların karşısındaki bir duruş üzerinden tanımladığı için deyim yerindeyse kapitalizmin her türden mikrobuna karşı dirençlidir.
       Dostluk, ortak bir kültürden hareketle, iki ya da daha fazla insan arasında yoğun paylaşım, dayanışma ve birbirini tamamlamayı içerir. Dostların ortak kültürel değerleri, kişisel beğenileri olur; bunlar olmadan dostluk olmaz. Yoldaşlık ise, yoğun emek, paylaşım, dayanışma ve sevgiyi içerse de, kendini bununla sınırlamaz; Asıl olarak ideolojik-politik bir düzlemde, tüm düzen içi ilişkilerin tam karşısında durmakla kalmayıp örgütsel ilişkileri, dolayısıyla devrimci sosyalist savaşımın insan ilişkilerindeki izdüşümünü de ifade eder. Dost olmak için ideolojik politik çizgi, uğrunda ölünecek devrim ve sosyalizm davası ve bu temelde örgütsel hukuk gerekmez. Ama yoldaşlık ilişkisinde bu, yani ideolojik, politik ve örgütsel ilişkiler olmazsa olmazdır; yoldaşlığın ruhu ideolojik-politik duruş ve bu temelde üretilen değerlerin toplamıdır. Dostlarımız çok az olabilir, dostlarımızın devrimci olması da gerekmez, ya da dostluk devrimcilikle sınırlı değildir. Dostluk günlük yaşamda somut, elle tutulur gözle görülür biçimde yaşanır. Yoldaşlarımız ise devrim ve sosyalizm davası etrafında saf tutan, bu temelde insanlığın üretmiş olduğu en ileri değerlerin cisimleştiği örgütsel ilişkilerde varoluşunu somutlayan, devrimci bir hukuka sahip herkesi kapsar. Yoldaş olmak için günlük yaşamı birebir yaşamamız gerekmez; çok farklı zaman ve mekan içinde, hiçbir renk, cins, yaş ayrımı olmadan, aynı amaç için savaşan insanlar arasında yoldaşlık yaşanır. Yoldaşlarımıza karşı, kişisel beğeni, insani tepki ve benzerlerinden bağımsız sorumluluklarımız vardır. Hiç görmediğiniz bir insanla dost olamazsınız ama hiç görmediğiniz bir insanla yoldaş olabilirsiniz.
       Bir insanın dostlarından farklı beklentileri olabilir. Dert dinlemesi, kişisel sorunlarını çözmede yardımcı olması, sevincini ve hüznünü paylaşması gibi karşılıklı beklentiler dostluğun doğasında vardır; hatta tek başına bunun için olmasa da, bir anlamda dostlar biraz da bunun için vardır. Ancak toplumsal ilişkilerde dostluğun kapladığı bu işlevi tüm yoldaşlarımızdan da beklediğimizde her zaman aynı sonucu alamayabiliriz. Çünkü yoldaşlık her şeyden önce örgütsel bir ilişkidir. Örgüt yapısına dair bir anlam taşımayan tüm kişisel gelişmeler, eğer ortada kişisel bir yakınlık; dostluk, arkadaşlık yoksa yoldaşlarımızın ilgilendiği şeyler olmayabilir. Dostluğun zeminini oluşturan ortak kişisel yaşanmışlıklar, ve bunun üzerine şekillenmiş kişisel anlamdaki anlayış benzerliğinin yoldaşlıkta ortaya çıkması zorunlu değildir. Dolayısıyla kişisel sorunlarınızı paylaşamadığınız, ya da paylaşmak istemeyeceğiniz yoldaşlarınız da olabilir. Örgütsel yaşamdan bağımsız, ondan tecrit edilmiş "bireysel bir dünya" yaratmaya dek vardırılmadıkça bu durum, olağan dışı değildir. Yoldaşlığı belirleyen ideolojik politik ve örgütsel ortaklığın böylesi bir izdüşümü zorunlu değildir.
       Yoldaşlık yukarıda ifade ettiğimiz gibi her şeyden önce ortak bir dava, yani devrim ve sosyalizm davası etrafında örülür ve örgütsel ilişkiler düzleminde ilke, kural ve normları içeren hukuksal ilişkiden bağımsız bir yerde durmaz. Yani birbirleriyle yoldaş olan insanları, birbirini görmese de, farklı mekan ve ilişkiler içinde olsa da, ortak ideolojik ve örgütsel ilişkilerin cisimleştiği, uyulması zorunlu ilke, kural ve normlardan, bu temelde sorumluluklardan ayrı düşünemeyiz. Bu ilişki biçiminin üzerine bir dostluğu da inşa edebilirsiniz. Ama inşa edemediğinizde de kimse yoldaşınız olmaktan çıkmaz.
       Her ilişkinin belli bir formu vardır. Dostluk ve yoldaşlık konusunda bir bilinç bulanıklığı söz konusuysa, her iki ilişki biçimini özdeş ele alır, ayrımı koyamazsanız sadece beklentiler değil, birçok şey birbirine karışır. Sözgelimi dostluğun oluşmasında önemli bir yer tutan "aynı şeylerden hoşlanma" gibi kişisel olguları, her yoldaşınızla paylaşamayabilirsiniz. Kişilerin gelişim süreçleri, birikim ve kişisel beğenileri birbirinden farklı olduğu için herkes aynı şeylerden hoşlanmayabilir, hatta her hangi bir yoldaşınız bunu anlamayabilir bile. Siz çok hoşunuza giden bir filmi tüm yoldaşlarınıza önermeye başladığınızda şunu farkedersiniz ki sizin çok hoşunuza giden film, yoldaşlarınızda bırakın aynı etkiyi bırakmayı, aynı biçimde anlaşılmayabilir bile... Bu bir roman da olabilir, bir şiir olabilir, bir şarkı olabilir, bir kıyafet de olabilir, bir insan da olabilir... Her ne kadar sosyalist kültür denen bir şey dahi olsa, doğa ve toplumdaki her şey gibi sosyalist kültür de dinamik ve sürekli gelişme halinde olan bir şeydir. Farklı tarihsel süreçlerde, farklı yerlerden ve farklı dinamikler üzerinden devrimcileşmiş birçok insanın ortak yeri olan örgütte yaratılmaya çalışılacak olan ortak kültür, daha köşeli bir olgudur. Direnişçilik, çalışkanlık, sınıf kini ve halk sevgisi gibi daha genel olgular üzerinde şekillenirken tek tek yoldaşların kişisel özelliklerini birer zenginlik olarak da kollektifleştirme mekanizmaları geliştirmeye çalışır. Sözgelimi herkesin parti kimliğinin göstergelerinden biri olan özgün marşları bilmesi istenen bir şeydir, ama bunu bilmese de o, sizin yoldaşınız olmaktan çıkmaz. Ruhi Su bu ülkede sosyalist kültüre katkı sunan önemli bir insandır; ama herkes Ruhi Su'nun şarkılarından hoşlanmayabilir, hoşlanmak zorunda da değildir.
       Peki, parti yaşamında yoldaşlarımızla "her şeyi paylaşamıyoruz", "farklı kültürlerden" geliyoruz diye dost olamayacak mıyız? Elbette hayır; parti yaşamında şu ya da bu süreçte, şu ya da bu nedenle iki yoldaş çok iyi iki dost da olabilir. 12 Mart süreciyle ilgili belgesel filmlerin bazılarından anımsayacağımız Mahir ve Ulaş'ın kucaklaşma sahnesini gözünüzün önüne getirin. Ya da Mahir'in Hüseyin Cevahir'in ardından yazdığı şiiri. Formel anlamdaki yoldaşlığın ötesine geçen bir şeyleri hemen hissedersiniz. Onları böyle yapan hem ideolojik-politik duruş hem de insani ilişkilerin aynı mecrada harmanlanmasıdır. Tarihte aynı zamanda dostluğun ve yoldaşlığın en iyi örneklerini veren Fidel ve Che gibi bir çok örneğe rastlamak mümkündür.
       Dostlukla yoldaşlığın özdeşleştirilmesi üzerinden gelişen kafa karışıklığı bazen de sadece yoldaşlarla paylaşılması gereken bilgilerin, dostlarla da paylaşılmasını getirir ki bu örgütsel kuralların çiğnenmesidir, suçtur. Özellikle bir zamanlar yoldaşımız olan, ya da farklı siyasetlerden olan insanlarla girilen bu "paylaşımlar", hiç hesaplanamayacak tehlikeleri de beraberinde getirir. Bu konudaki kafa karışıklığının en tehlikeli sonuçları böylesi durumlardan kaynaklanır.
       Başlangıçta da belirttiğimiz gibi kiminle dost olup olmayacağınızı siz seçersiniz ve buna başka hiç kimse karışamaz. Yine kiminle dostluk başlatıp kiminle dostluğunuzu bitirebileceğinize de siz kendiniz karar verebilirsiniz. Bunlar kişisel kararlardır. Ama kiminle yoldaş olup olamayacağınızı tek başınıza kendiniz, kişisel olarak karar veremezsiniz; bunu parti belirler. Parti yaşamında her yoldaşla eşit ve sorumlu bir ilişki kurmak zorundasınızdır. Parti yaşamında iki yoldaş aynı zamanda dost olabilir; ama bu dostluk "özel", "ayrıcalıklı" bir yerde durmaz ve en önemlisi de parti yaşamını bozamaz.
       Yeniden başlangıçtaki soruya geri dönelim; "yoldaşlarımla dost da olmamın neresi kötü ki?" Yukarıda da belirttiğimiz gibi dostluk kişisel ilişki biçimlerinden biridir. Bu anlamıyla dostlarımızdan beklediğimiz her şeyi yoldaşlarımızdan bekleyemeyiz. Sözgelimi ağır bir hastalık ya da kaza atlattık. Dostlarımızın bunu duyup da en azından bir telefon dahi açmaması bizi kırabilir. Ama her yoldaşımız bunu yapmak zorunda değildir. Daha doğrusu bunu yapmadığı zaman yoldaşınız olmaktan çıkmaz, aranızdaki ilişkinin niteliğinde herhangi bir değişiklik olmaz. Bunun gibisinden yoldaşlarımız bizlerin kişisel sorunlarıyla, bu kişisel sorunlar örgütsel işleyişi sekteye uğratmadığı, ya da bu yöne doğru ilerlemediği sürece ilgilenmek zorunda da değildir. İşin örgütsel güvenlikle ilgili olan kısımları bir tarafa bırakılacak olursa, adı üzerinde "kişisel sorunlar" kişisel sorunlardır. Ama birisinin kişisel sorunlarıyla tüm örgüt ya da temel kadrolar uğraşıyorsa orada hatalı bir işleyiş var demektir.
       Bazen böyle saçma durumlar ortaya çıkabilir. Birisinin hastalığı, evliliği, boşanması, çocuğu, zaafları bütün partinin, parti birimlerinin gündemi haline gelebilir. Bu durumun kendisi, o parti için hastalıklı bir durumdur. Bunlar bir partinin ana gündem konuları olamaz, hatta parti bunlardan ne kadar uzak olursa o kadar sınıf mücadelesinin asli gündemine yoğunlaşır. Marksist-Leninist bir parti için kişiler önemli olabilir, ama hiç kimsenin durumu sınıf mücadelesinin gündeminin yerini alamaz, almamalıdır. Elbette parti bireylerden oluşur. Ama bir defa parti olduktan sonra artık niteliksel bir sıçrama yaşanmış, tek tek insanların önemi ikinci plana düşmüş, ilkel çevre örgütlenmesi partiye, çevre ruhu parti ruhuna dönüşmüş demektir. Eğer bu yaşanamıyorsa, sorunlara böylesi bir yerden, parti ufkundan bakamıyorsak, bu temelde ilişkilerimizi düzenlemiyorsak, orada parti halkasından uzaklaşma var demektir.
       Parti, için iki alan, ideolojik-politik alan ve örgütsel alan önemlidir. Birincisi ideolojik-politik çizgi, stratejik ve taktik politikaları içerir, ikincisi ise, kadro, kadro yapısı ve örgütsel işleyişi kapsar. Ama bunlar kadar önemli üçüncü bir alan vardır; parti kültürü. Bu üç alanda birlik ve uyum parti bütünlüğünü ifade eder. Parti yaşamı, sosyalist ideoloji ve onun uzantısı olan sosyalist kültüre göre örgütlenir. Sosyalist kültür, tüm alt kültürleri bir yana bırakır, sınıflı toplumların üretmiş olduğu kültürün demokratik yanlarını alıp onu işçi sınıfının kurtuluşu mücadelesinde bir silah olacak şekilde yeniden üretir. Sosyalist kültürde kollektif emeğin şekillendirdiği, dayanışma, direnme, paylaşım, özgürlük, açıklık vb. vardır. Marksist-Leninist parti yaşamının özü sosyalizmdir; kendi yaşamında bunu, yani sosyalist kültürü cisimleştirir. Elbette bu cisimleştirme "mutlak" değil, görecelidir. Dahası amaçlanan ile gerçeklik arasında şu ya da bu düzeyde mesafe olur. Bu mesafe ya da çelişki parti kültürünün düzeyini belirler. Sosyalist kültür "tek tip insan" yaratmaz; insanların özgünlüğünü de içerir. Zaten özgünlüğü olmayan çok kez "kendi" de olamaz ya da hep "başkası" olmaktan, her şeyden etkilenmekten kurtulamaz. Basitten karmaşığa diyalektik gelişimin bir örneği olarak, bireyselden toplumsallığa, tekilden çoğula, yerelden evrensele bir gelişim süreci içinde şekillenen sosyalist kültür, daha önce de belirttiğimiz gibi sürekli gelişim, değişim halindedir. Ve bu kültürün inşa edilmesi, ne bir ideolojik belirleme ne politik bir tutum ne de örgütsel bir ya da birkaç kararla sınırlıdır. İnişli çıkışlı tarihsel bir süreç içinde üretilir ve her gün, her ilişkide yeniden inşa edilir. Özelikle örgütsel ve politik gerileme süreçlerinde bu zayıflar, alt kültür biçimleri, çevre ruhu ile birlikte canlanır ve parti yaşamını bozar.
       Parti, adı yoldaşlık olan hukuksal bir bağla birbiriyle ilişkilenmiş insanlardan oluşur. Parti, sadece kişilerin değil, örgütlerin, alanların toplamıdır ve söz konusu olan bir savaş örgütüyse bu insanların birbirlerini olabildiğince az tanıyor olması istenen bir şeydir, birbirini tanımayan yoldaşlar olur, olmalıdır. Bazı alanlarında ise yoldaşların birbirlerini tanımaları kaçınılmazdır. Dostluğun yoldaşlıkla karıştırıldığı alanlar da çoğunlukla birçok yoldaşın birbirini tanıdığı alanlardır. Parti yaşamında hukuk, karşılıklı haklar ve görevleri düzenler. Tüzük olarak somutlaşan ve her bir yoldaşın örgüte karşı hak ve görevlerini düzenleyen bu hukuk, Marksist-Leninist partinin omurgasıdır. Ve eğer bu omurga sakatlanırsa parti felç olur, adım atamaz hale gelir.
       Yukarıda çerçevesini çizdiğimiz politik duruş ve hukuk çerçevesinde partinin kararlarını yerine getiren herkes "yoldaş"lığı hak eder. Yani yoldaşlık, belirli bir emek sürecinin sonunda kazanılan, hak edilen bir şeydir. Yoldaş olmak için kişisel dostluk, kişisel paylaşım, aynı alanda görev yapmak, aynı cinste, aynı renkte, aynı kuşakta olmak gerekmez.
       Yoldaşlığın en önemli bir diğer özelliği ise kişi ile parti arasındaki ilişkiyi tanımlamasıdır. Yani salt iki kişi arasındaki ilişki değildir yoldaşlık. İki kişiyle başlayabilir ama başladığı andan itibaren artık kişi ile parti arasındaki ilişkiyi tarif eder. Bu anlamıyla yoldaşlığın son bulması da sadece kişilerin keyfine bağlı değildir. Başlaması gibi, bitmesi de belirli hukuksal işleyişleri gerektirir. Yoksa partiye hukuk değil keyfiyet hakim olur.
       Tüm bunların anımsatılmasına ne gerek vardı diyebilirsiniz. Özellikle görece daha durgun dönemlerde yukarıda anlatmaya çalıştığımız karışıklık, örgütsel ilişkilerin içinde yıpratıcı bir hastalık olarak boy gösterebilir. Yoldaşlığını partinin ideolojik politik ekseninin üzerinde şekillenen hukuksal bir ilişki olarak bilince çıkaramamış insanlar, şu düşünceleri aklından geçirebilirler; "A kişisiyle o kadar ilgileniyorlar da niye benimle hiç ilgilenmiyorlar", "hastalandım ama bazı yoldaşlar aramadı, bu nasıl yoldaşlık", aralarındaki kişisel ilişkiye bağlı olarak "a kişisi yoldaşım ama b kişisini yoldaş olarak görmüyorum", "şu yoldaş bana kötü davranıyor",... vb. Daha tehlikeli durum ise, yoldaşlık adı altında adeta kastlaşmış, "sıkı dost" olmuş, içe kapanmış, bunun dışında kalanı "ötekileştirmiş", yeni ilişkiler bulmaktansa tüm yaşam enerjisini kendi içinde tüketen (ve bu arada kendini de tükenen), parti hukukundan farklı, "kendi hukukunu" oluşturmuş ilişkilerin parti yaşamını bozmasıdır. Yoldaşlarıyla eşit ve özgür ilişki kurmayan, içe kapanan ilişki biçimleri, sadece kendini değil parti ilişkilerini de daraltır, kişisel paylaşım ve "dertleşmeyle" parti saflarında kişisel önyargıları besler, ilke, kural ve normları ihlal eder, hatta ilke, kural ve normları "kendine göre" yorumlar ve uygular. Başka örnekler de verilebilir; ama tüm bunlar parti yaşamını bozar, zayıflatır, partide sosyalist kültürün inşa edilmesine değil çevreciliğin canlanmasına hizmet eder.
       Peki bunu nasıl önleyebiliriz. Yoldaşlarımızla dost olmayacak mıyız, olursak da bu dostluğu gizli gizli mi yaşayacağız? Hayır. Her şeyden önce bunların ikisi karşı karşıya konacak şeyler değil. Bu sorunun çözümü yoldaşlığın ne olup ne olmadığı konusunda çok sağlam bir örgüt bilincinden geçer. Eğer parti saflarında bu bilinç güçlüyse, bu temelde sorunlar en aza iner; yok bu bilinç zayıfsa sorunlar yeni boyutlar kazanır. Peki parti, her şeye rağmen bu temelde sorunlarla karşı karşıya gelirse, sadece "parti bilincinin" oluşmasını mı bekler? Hayır. Parti, bunu beklemez, örgütsel tedbirler alır, almak zorundadır. Bir alanda, örgütsel ilke ve kurallar değil, kastlaşma ve yoldaşlıktan çok dostane ilişkiler yaşanıyorsa, o alanda görülecektir ki parti bilinci zayıftır, mahalle ya da çevre ruhu ilişkilerde egemendir. Bu alan ve ilişkiler, parti yaşamının temel bir ilkesi olan, eleştiri-özeleştiri silahıyla vurulmadan ne sorunlar kavranır ne de çözüm bulunabilir. Eleştiri-özeleştiri aynı zamanda bir onarma hareketidir. Ama her zaman bu yetmez ve başka örgütsel tedbirlerle de bu sorunun üzerine gidilebilir. Eleştiri-özeleştirin yeterli olmadığı durumlarda çözümün bir diğer yolu da örgüt içindeki sirkülasyondur. Yıllarca aynı insanların aynı ilişkileri yürütmesi araya birçok kişisel ilişkinin de girmesini beraberinde getirebilir. Ama farklı insanların görev alması durumunda kişisel olandan çok örgütsel olan ön plana çıkabilir.
       Sağlıkçılar bilir; bir hastalıkla mücadelenin en etkili yolu eğer olanaklıysa aşılamadır. Böylece hastalık tehlikesi baştan bertaraf edilir. Parti içindeki her tür sorun için de en etkili yöntem "aşılama"dır. Partiyi inşa eden kadrolar, geliştirdikleri ilişkilerle rol modeli olurlarlar, örnek olurlar. Yeni örgütlenen insanlar, onları, onların ilişki tarzlarını örnek alır. Bu anlamıyla parti kadrolarının ürettikleri ve çevrelerine yaydıkları kültür, aşı işlevi görür. Kadroların yaptıkları en küçük hata, alt ilişkilere doğru katlanarak büyür. Parti içinde ortaya çıkabilecek bu gibi sorunlarda kadroların tutumları gerek bir kültür, bir gelenek oluşturma anlamında; gerekse de ortaya çıkabilecek sorunların çözümünde anahtar rol oynar. Birçok genç partili, nerede nasıl davranması gerektiğini kadroların davranışlarından öğrenir. Teorik olarak öğrenilenlerin günlük yaşamda uygulanmasında kadrolar ile yeni kuşaklar arasında usta-çırak ilişkisinin bir benzeri yaşanır. Bu konuda yazılmış ve yazılabilecek literatür ne kadar zengin olursa olsun pratikteki işleyiş hep böyle olmuştur ve olacaktır. Bu konuda da Mahir'in "sınıflar mücadelesinde proletarya yoldaşlığının dışında feodal ve ataerkil ilişkilere yer yoktur" cümlesinden başlayarak parti literatürünün ve kültürünün gelişimi, başat önem taşımaktadır.
       Gelişen ve parti bilincinin sağlıklı olduğu örgüt ve alanlarda yoldaşlık ve dostlukların çok daha sağlıklı yaşanacağı açıktır. Gelişen parti aynı zamanda ileri bakan, içe kapanmayan, yeni alan ve ilişki yaratan, görev ve devrimci faaliyetlerde üretken bir yerde durur. Sağlıklı bir işleyiş, sadece gelişme eğilimin önünü açmakla kalmaz, daha ileri bir bilincin oluşmasına da hizmet eder. Hedefli ve programlı çalışan parti örgütleri ve birimleri, sınıf mücadelesinin sorunlarına yoğunlaşır. Bu ilişki ağı içinde hangi paylaşımın örgütsel, hangi paylaşımın kişisel olduğunun farkında olanlar için, hem yoldaşlık hem de güçlü dostluklar, arasındaki sınırlar bilinerek yaşanabilir. Bu ikisini birbirine karıştıranlar için hayal kırıklıkları kaçınılmazdır.
       Böylesi karışıklıkların olduğu yerde şöyle saçma cümleler duyabiliriz: "Ben o yoldaşa küstüm". Parti hukukunda "küsmek" gibi bir kategori yoktur. Bu arkadaşlar, dostlar arasında olabilecek bir şeydir; yoldaşlar arasında değil. Yıllarını partiye vermiş insanların şaşırmadığı durumlardan biri de birbirlerinden hiç hoşlanmasa bile birbirleri için canını vermeye hazır, bunu pratikleriyle defalarca ispatlamış olan yoldaşlardır. İki yoldaşın tartışması, dışardan bakan birinde "kavga ediyorlarmış" izlenimi bırakabilir. Oysa parti yaşamı buna benzer olaylara alışkındır. Tek tek bireylerin partiyle bağını belirleyen şey ideolojik-politik-örgütsel pratiktir. Parti yaşamı dikensiz gül bahçesi demek değildir. Buna göre kendini hazırlamayanlar ilk ciddi eleştiride dağılabilirler, karşılaştıkları ilk ihanetle süngüleri düşebilir.
       Bu tip hayal kırıklıklarının en yoğun yaşandığı durumlar sıkı bir dostluktan yoldaşlığa geçen insanlarda görülür. Çünkü her yoldaşını ilk tanıştığı ve aynı zamanda dostu da olan yoldaşı gibi zanneden insanlar, karşılaştığı çeşitliliği önce yadırgayabilir. Bu doğaldır. Kişinin politik bilinci ve partinin duruma doğru müdahalesi bu noktada anahtardır. Politik bilincin gelişimiyle partiye bağlılık, kişisel bağlılıkların önüne geçer ve sınıf hakkındaki bilgi ve görgüsünün artmasıyla ne kadar farklı insanların mücadelenin içine girdiğini gördüğünde sözkonusu çeşitlilik onun için sevindirici bir şey haline bile gelebilir.
       Uğruna öleceğimiz bir davamız var: devrim ve sosyalizm. Partimiz bu hedef için savaşıyor ve alması zorunlu bir hayli yol var. Zorluklar bizi yıldırmaz; sadece hedefe ulaşmakta birer engel olur. Engelleri aşa aşa ilerleyeceğiz. Devrimcilik zor günlerde de dava insanı olmaktır. Sadece iyi günlerde değil, zor günlerde de, adım adım partiyi ve devrimi örgütleme irade ve bilincine sahip olanların eseri olacaktır sosyalizm. Bu zor günlerde yoldaş olmak, bunu yaşamak, gözlerde sönen ışıklara, kararan ruhlara, geriye çeken her şeye verilen iyi bir yanıttır.
       Biz, Marx, Engels, Lenin, Che, Mahir, Atilla'nın yoldaşlarıyız. Her şeyimizi bunun için vereceğiz! Mücadele içinde yıkılmaz yoldaşlığı inşa edeceğiz!

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Şehit Muhtar Mah. Nane Sokak No: 15/3
Beyoğlu/İSTANBUL