Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 

 

62-1. Sayı - Mart/Nisan 2011

       Emperyalist-kapitalist sistem, bugün iki ana olgu üzerinden sarsılıyor, kendini tüketiyor. Bir yandan, 1970'li yıllarda başlayan ama asıl olarak reel sosyalizmin çözülmesiyle genelleşen neo-liberal/yeni sömürü modeli artık iflas bayrağını açıyor; diğer yandan ise, bu süreç aynı zamanda sürekli büyüttüğü krizinin en uç noktasına vardığı, işlerin eskisi gibi yürütülemediği bir ekonomik çöküşle birlikte yaşanıyor. Bu iki olgu üst üste, iç içe kapitalizmin sınırlarını zorluyor.
       Neo-liberal sömürü modeli, emperyalist-kapitalist sistemin 1970'lerde tıkanmasıyla güncellik kazanmaya başladı ve sömürüyü derinleştirdi. Emperyalist çağda sürekli ve genel karakter gösteren bunalım ise kimi tarihsel süreçlerde krize dönüştü; ancak neo-liberal sömürü ile kriz iç içe yaşandı. Asya, Meksika, Arjantin krizlerini bir çok kriz izledi ve en son emperyalist-kapitalist sistemin merkezinde, ABD'de ortaya çıkan kriz, tüm sistemi sarstı. Kriz devam ediyor ve en çok yeni-sömürge ülkeleri vuruyor. Bu aynı zamanda, alternatifi yok, "mucize" gibi kavramlarla kutsanan neo-liberal sömürü modelinin sonunu gösteriyor.
       Bugün kapitalizm yeni arayışlar içindedir. Hatta bir dönem hedef tahtasına konulan ekonomiye devlet müdahalesi gibi Keynesci tedbirler yeniden güncelleşiyor, bunun ip uçları var. Dün, 1990'lı yıllarda kapitalizm, sosyalizme karşı zaferini, "sosyalizm öldü", "tarihin sonu" söylemleriyle ilan etmişti; ama bugün bu yalanlar tüm çıplaklığıyla açığa çıkıyor. O günlerde, koyu gericiliğin hakim olduğu puslu havada, tarihsel karmaşa içinde, sosyalistler, çarpıtılan bilinç ve sahte söylemlere değil, nesnel, politik ekonominin yasalarına, kapitalist sömürü ve sınıf mücadelesine göre, bunun yanılsama olduğunu, kriz günlerin geleceğini, sosyalizmin yeniden güncelleşeceğini ifade ediyorlardı.
       Bugün tüm bunlar, birbirini izleyen kriz ve vahşi sömürü olarak yaşanıyor. Bir yandan, küresel kapitalizm sermayeyi dünya ekonomisinin efendileri olan, birkaç yüz çok uluslu şirketin elinde yoğunlaştırırken, diğer yandan açlık, yoksulluk, kitlesel hastalıklar, militarizm, kültürel bozulma derinleşiyor, sınıfsal ve ulusal çelişkiler yoğunlaşıyor. Sadece sınıf çelişkileri değil, ülkeler ve bölgeler arası farklılık da büyüyor. Emperyalist-kapitalist sistem bünyesinde patlayıcı maddeleri biriktiriyor; dün Latin Amerika'yı saran kitlesel tepkiler bugün Afrika ve Ortadoğu'yu sarsıyor. Belki komünizm hayaleti dolaşmıyor ama yoksulların, emekçilerin hak arama ve demokrasi talepleri kapitalizmi sarsıyor, ezilen emekçilerin ayak sesleri hızlanıyor.
       Dün Latin Amerika'yı baştan başa sarsan kitle hareketleri, kapitalizmin merkezlerinde ortaya çıkan küreleşme karşıtı öfke, bugün Tunus, Mısır, Yemen'i etkisi altına alıyor. Yoksulluk ve baskı altındaki işçilerin, emekçilerin, halkın insanca yaşama ve demokrasi talepleri güçleniyor, yeni bir dünya arayışı için başkaldırıyorlar.
       Ancak, bugün sosyalizm dünya çapında güçlü bir siyasal akım değildir. Küba gibi küçük ülkelerde savunma zemininde olan sosyalizm bu zeminden çıkmış değildir. Nesnel durum bugün için budur; yükselen halk hareketlerinin, başkaldırı ve isyanların kaderi de asıl olarak sosyalist hareketin göstereceği politik atağa bağlıdır. Latin Amerika'da, Venezüella örneği kısmen daha farklı bir yerde duruyor. Sözde "sol" iktidara sahip olan Brezilya IMF ile anlaşmalar imzalamaktan geri durmazken, diğer sol iktidarlar, ya da kitlesel tepkiler halkçı karakterleri gereği burjuva demokrasisinin sınırlarını aşmıyorlar. Bugün Tunus ve Mısır'daki hareketler de benzer bir açmazın içindedir. Kitlelerin muazzam tepkilerine rağmen, bu halk hareketinin burjuva sınırlar içinde erime olasılığı hiç de zayıf değildir.
       Emperyalizm, yıpranan işbirlikçi faşist iktidarlarda her zaman ısrar etmez; işbirlikçilerine sahip çıkar ama bunların ipliği pazara çıkınca yeni politik manevralara başvurur. Emperyalizm yeni-sömürge ülkelerdeki toplumsal dayanağını korumaya çalışır; ama eğer Hüsnü Mübarek ve Bin Ali gibi işbirlikçiler yıpranmışsa, dahası halk hareketi bunları silip süpürüyorsa, politik manevralarla bunların değişimini onaylar ya da bunun yolunu açar. Mısır'da tüm dünyanın gözü önünde oynanan senaryo biraz da budur.
       Ya kitleler özne olacak, devrim yapıp, sadece Mübarek gibi işbirlikçileri kovmakla yetinmeyip, tümden düzeni yıkacak; ki bunun için sosyalist hareketin politik, silahlı kitle hareketine dönüşmesi ve önderliği eline alması şarttır. Ya da, emperyalistlerin senaryolarında olduğu gibi, halk hareketi uyutulup kimi kısmi değişimlerle yeni-sömürgecilik kabuk değiştirecek, demokrasi adına siyasal İslamı da içine alan eski faşist düzen yeniden yapılandırılacak. Emperyalizmin ortadoğudaki hesabı budur.
       Bu hesabı bozacak tek güç sosyalizm bayrağı altında birleşecek halktır, kitlelerdir. Örgütlü halk yenilmez. Sosyalist bir önderlikten yoksun halk hareketi, ne kadar yıkıcı olursa olsun, belki kısmi kazanımlar elde edebilir; ama burjuvazi örgütlü bir sınıf olduğu için, emperyalizmin desteği ile halk hareketini kontrol altına alabilir. Politik talepleriyle kapitalizmin sınırlarını aşamayan, sosyalist önderlikten yoksun halk hareketleri düzeni sarsabilir ama yıkamaz. Bugün Mısır başta olmak üzere Ortadoğu'da yaşananları bu tehlike beklemektedir.

       Devrimci Dinamikler ve Duruşumuz
       Türkiye emperyalizme yeni-sömürgecilik ilişkileriyle bağımlı, kapitalist bir ülkedir. Emperyalist-kapitalist sitemin yaşadığı kriz, doğrudan yeni-sömürge ülkelere ve tabii ki bu arada Türkiye'ye de yansımakta, dahası Türkiye kapitalizminin kendine özgün kriz dinamikleri ile sistemin genel kriz dinamikleri üst üste düşüp krizi daha da derinleştirmektedir. Ayrıca, başından itibaren emperyalizme bağımlı gelişen Türkiye kapitalizminin yaklaşık 200 yıllık tarihi vardır ve bu tarihin son 30 yılı, 1980 yılından bu yana, neo-liberal sömürü modelinin kıskacı içindedir.
       Sömürge tipi faşizm, burjuva ağırlıklı bir iktidar biçimi olarak ortaya çıkan Kemalizmin tüm gerici, baskıcı, şovenist yanlarını alıp, yeni-sömürgecilik üzerinden kurumsallaşmıştır. 12 Mart ve 12 Eylül gibi kimi tarihsel süreçlerde açık, ama daha çok gizli biçimde görülen faşizm, 1980 sonrası, açık ve gizli faşizmin içiçe kurumsallaştığı bir biçim almış, düşük yoğunluklu savaş-düşük yoğunluklu demokrasi konseptine göre örgütlenmiştir. Doğrudan emperyalizme bağımlı gelişen yeni-sömürge kapitalizmi, baştan itibaren tekelci karaktere sahip olduğundan serbet rekabet aşamasını hiç yaşamamış ve bunun doğal sonucu olarak serbest rekabetin denk düştüğü siyasal form olan burjuva demokrasisi bu topraklarda hiç görülmemiştir. Emperyalizm ve oligarşinin dilinden düşürmediği demokrasi bir aldatmacadır, işçi ve emekçiler, Kürt ulusu ve ezilen emekçiler için, demokrasi değil faşizm söz konusudur.
       Böylesi bir düzende, emperyalizm içsel bir olgudur. Emperyalizm ekonomide, siyasette, kültürde, günlük yaşamda vardır, emperyalist sermaye ile işbirlikçi tekelci sermaye içiçe sömürüden pay almaktadır. Emperyalist-kapitalist sistemin zayıf halkalarından biri olan Türkiye devrime gebedir; açlık, yoksulluk, kitlesel işsizlik, militarizm, baskı, kültürel bozulma vb. günlük yaşamın bir parçası olmuştur.
       Bu temelde toplumsal-siyasal dinamikleri ayrıştırarak ifade edersek;
       Bir: geniş kitleler, açlık, yoksulluk, işsizlik kıskacı içindedir. İşçi ve emekçilere örgütsüzlük dayatılmış, güvencesiz çalışma yaygınlaşmıştır. Tarım çökertilmiş, küçük üretici, esnaf, zanaatkarlar hızla yoksullaşmaktadır. Bir yanda işbirlikçi tekelci sermaye diğer yanda işçiler, emekçiler, yoksullar; sınıfsal çelişkiler yoğunlaşmakta, eşitsizlikler derinleşmektedir.
       İnsanca yaşam için zorunlu bir çok şeyden halk yoksundur. Başta eğitim ve sağlık olmak üzere, barınma, sosyal güvenlik, çevre gibi sorunlar emekçilerin günlük yaşamını doğrudan etkilemektedir. Krizin sürekli olduğu ülkemizde, kriz en çok işçi ve emekçileri vurmaktadır.
       Neo-liberal sömürü modeli, kapitalizmin bir aşamasından sonra, 1980 sonrası, 12 Eylül açık faşizmini de arkasına alarak egemenlik kurmuştur; AKP iktidarı bu politikaları devam ettirmektedir. Sosyal güvenlik yasası, torba yasa gibi yasalar ise, neo-liberal politikaların son hamleleridir.
       Neo-liberal sömürüye karşı, bu sömürü modelinin tüm sonuçlarına karşı, kapitalizmi hedef tahtasına koyan sınıf eksenli tepki ve mücadele önemli bir yerde duruyor. Bu sömürü modelini hedefleyen, özelleştirmeden tutalım iş güvenliğine, sağlıktan tutalım eğitime kadar her alanda mücadele etmek zorunludur. Yerel işçi direnişlerinin genelleşmesi, yakıcı sorunların çözülmesi için, böylesi bir yerden bakmak, halk hareketinin bir parçası olan emek hareketi için zorunludur. Kazanımların korunması, bu saldırıların püskürtülmesi, günlük ve dönemsel olarak karşımıza çıkan, özelleştirmeden torba yasasına kadar uzanan saldırılara karşı direnmekten geçer. İşçi ve emekçiler için yakıcı ve güncel olan bu sorunlara karşı, sınıf eksenli mücadeleyi örgütlemek ve bunu halk devrimi programına bağlamak stratejik görevdir.
       Ayrıca, halk hareketindeki zayıflık gençlik, kadın hareketine de yansımaktadır. Her şeye rağmen son süreçte gençlik cephesindeki sınırlı kıpırdama, devletin bu tepkilere karşı baskı ve yıldırma politikası, gençliğin sadece akademik değil aynı zamanda politik sorunlarını da açığa çıkarmaktadır. Devrimin önemli dinamiklerinden biri olan gençlik hareketini örgütlemek önümüzdeki görevlerden biridir.
       Devrimci halk hareketi, işçi ve emekçilerin emek cephesinde, emekçi kadınların kadın cephesinde, gençliğin gençlik cephesinde örgütlü güç olmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Bugün tohumlarını attığımız, atmaya çalıştığımız bu dinamiklerin bileşkesi devrimci halk hareketini ortaya çıkaracaktır. Bu alanlarda ilk adımları atmak, buradan örgütlü güç olmak devrimci sosyalizmin taktik politikaları arasında önemli bir yer tutar. Örgütlü halk yenilmez; şimdi devrimci halk hareketi için maya atma zamanı, yarın önderlik edeceğiz.
       İki: Kürt sorunu bu ülkenin en temel demokrasi sorunudur. Demokrasi sorununun tek değil ama en önemli bu başlığı çözülmeden demokrasinin "d"sinden bile söz edilemez. Kürt ulusu ve toprakları yapay sınırlarla bölünmüş, ulusal birliği parçalanmıştır. Önce Kemalizm sonra onun üzerine şekillendirilen faşizm tarafından Kürt ulusunun varlığı inkar edilmiş, tüm ulusal demokratik hakları yok sayılmıştır. Kürt coğrafyası sömürgeleştirilmiş, Kürt ulusu ezilen-sömürge bir ulus konumuna getirilmiştir. Kendi içinde sınıfsal ayrışma yaşayan Kürt ulusu, tarihsel birikimlerinden de güç alarak 1970 sonrası bağımsız örgütlenme temelinde haklı kavgasını sürdürmüş, bugün mücadelesiyle kendi politik iradesini oluşturmuştur. Bu politik iradeyi yok sayarak sorunun çözümüne yönelik tek bir adım bile atılamaz.
       Bir dizi aşamalardan geçen Kürt yurtsever hareketi bugün burjuva çözümü ifade eden demokratik özerklik talep etmektedir. Bağımsız-bileşik ülke politik hedefinden çok uzak, ancak dil serbestliği ve anayasal vatandaşlık gibi politik hedeflerden daha gelişkin bir yerde duran demokratik özerklik projesi, kapitalizm sınırları içinde, burjuva demokrasisini aşmayan, birlikte yaşama projesidir. Ayrıca başta anadilde eğitim hakkı olmak üzere ulusal ve demokratik talepler haklıdır, meşrudur.
       Devrimci sosyalizm, Kürt ulusal sorunu dahil tüm demokratik sorunlara sosyalizm penceresinden, işçi sınıfının sınıfsal duruşu temelinden bakar, ele alır. Kürt ulusunun ulusal ve demokratik tüm hakları meşrudur, bunları tereddütsüz savunuruz, bu temeldeki talep ve mücadeleleri destekleriz.
       Tam bu noktada, Kürt sorunu solu, devrimci hareketi ayrıştıran bir yerde durmaktadır. Tüm sınıf ve politik akımlar, bu sorun etrafında saf tutmak, politik duruşunu belirlemek zorundadır. Devrimci sosyalizm, bu noktada, Kürt yurtsever hareketinin reformist, sorunu her koşulda barış noktasında ele alan, burjuva çözümleri içeren her politik hamlesini eleştirir. Ayrıca, sosyal şoven akım ve politik çevrelere olduğu kadar, bir tür Kürt sever olarak tanımlayabileceğimiz, yurtsever harekete eklenen reformist çevrelere de mesafe koyar. Kürt sorunu ekseninde her iki eğilimle mücadele zorunludur; bu mücadele olmadan doğru devrimci çizgi gelişemez.
       Devrimci sosyalizm, politik bağımsızlığında ısrar edecektir. Kürtler bir ulus ve yaşadıkları coğrafya bir ülkedir. Tarihsel olgular ve kapitalizmin gelişme düzeyine bağlı olarak iki halk içiçe olsa da, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin etmesi, bağımsız devlet kurma hakkını garanti altına alması en demokratik haktır ve bu sorunun çözümünde bu hak olmazsa olmazdır. Programına bunu almayan her politik akım, sorunu doğru ele almaktan uzaktır. İki ülke-iki devrim; ayrı örgütlenme ama birleşik mücadele; işte sorunu burjuva sınırları içine hapseden her anlayıştan kopuş ve gerçek çözüm budur. Devrimci sosyalizm bu stratejik anlayışı temelinden Kürt yurtsever hareketi ve Kürt ulusunun haklı mücadelesiyle eşit, özgür bir ilişki kurar. Gerçek enternasyonal tavır budur.
       Üç: oligarşi içi çelişkiler yeni boyutlar kazanmıştır. Tarihsel olarak, bu ülkede burjuvazi baştan işbirlikçi, gerici, şovenist doğmuştur. Burjuva demokratik devrim yaşanmamış, burjuva demokratik bir hareket hiçbir tarihsel süreçte gelişme zemini bulamamıştır. Ancak kimi zaman şu ya da bu emperyalist güce dayanarak, kimi zaman çıkarlarından hareket ederek, burjuvazinin geliştirdiği ataklar hep iç çelişkiler barındırmış, kendi içindeki ya da diğer güçlerle hegemonya kavgasını hep sürdürmüştür. Sosyalistlere, Kürt yurtsever hareketine, halk hareketine karşı birleşen bu güçler, son yıllarda bu hegemonya savaşını açık, güncel sürdürmektedir. Bu olgu, politik gündemin en önemli unsurlarından biridir.
       Bugün, bu hegemonya savaşı adeta oligarşi içinde bir çatlak oluşturma aşamasına ulaşmıştır. Ergenekon, balyoz davaları, YAŞ kararları ve referandum süreci, bu çatışmada AKP'yi bir adım öne çıkarmış, iktidara geldikleri yıllara göre birçok yeni mevzi kazandırmıştır.
       Elbette sorunun sınıfsal ve toplumsal kaynakları vardır. Ama sorun, örneğin İstanbul ve Anadolu sermayesi çatışması olarak ele alınamaz. AKP döneminde Anadolu sermayesinin tekelleşen kısmının pastadan pay aldığı, bu temelde çelişkilerin olduğu bir gerçektir. Dahası hem AKP hem de bu çatışmada öncü olan Genelkurmay, başta ABD olmak üzere emperyalizmin işbirlikçisidir. Bu çatışmada demokrasi ve anti-emperyalizm yoktur; ama zaman zaman kendini böyle göstermeye çalışan politik manevralar, kitleleri aldatma operasyonları vardır.
       Ayrıca tüm bu çatışma emperyalizmden, emperyalizmin Türkiye'ye biçmiş olduğu rolden, bu temelde yeniden yapılanmadan bağımsız değildir. İdeolojik olarak, biri liberal ve İslamcı, diğeri ulusalcı ve Kemalist söylem tuttursa da, hatta bu çatışma, türban, laiklik, hukuk, Kürt sorunu gibi alanları kapsasa da, yaşanan özünde iktidar savaşıdır, oligarşi içi hegemonya kavgasıdır.
       Devrimci sosyalizm, oligarşi içi çatışmada taraf olamaz, tam tersine her iki kesimin tam karşısındadır. Oligarşi içi bu çatışmada AKP en çok demokrasi söylemini kullanmaktadır; en son referandum bunun örneğidir. Soldan bu zokayı yutanlar var; evet ama yetmez diyen sol ve liberal çevreler bunlardandır. Genelkurmay son süreçte daha geriye düşse de, CHP, MHP şoven içerikli ulusallık söylemini kullanarak sahte anti-emperyalizme başvurmaktadır. Solun bazı kesimleri bu tuzağın içinde olmaktadır. Sosyal şovenizm ve demokratizmden beslenen solun bu kesimleri, örneğin referandum sürecinde hayır diyerek bu zemine düşmüştür.
       Ne AKP demokrattır ne de Genelkurmay, CHP, MHP anti-emperyalisttir. Tam tersi, tümü de emperyalizmin işbirlikçisidir, şovenizm, gericilik ve halk düşmanlığında birbiriyle yarışmaktadır. Bu çatışmadan demokrasi çıkmaz. Çünkü burjuvazi demokrat değil, hiçbir demokratik sorunu çözecek güçte değil, böyle bir projesi bile yoktur. Demokrasi adına yaşanan bu çatışmanın özü iktidar savaşıdır; bu oligarşik iktidar ve elinin altındaki devlet aygıtı, işçi ve emekçilerin, Kürtlerin, Alevilerin ve tüm ezilenlerin düşmanıdır. Bu çatışmadan anti-emperyalizm de çıkmaz. Çünkü ulusal söylem emperyalizme karşı değil, özünde Kürt düşmanlığında düğümlenmektedir.
       Devrimci sosyalizm bu çatışmada, devleti, oligarşiyi asıl hedef tahtasına koyar, AKP karşıtlığı ya da ulusallık ekseninde politika üretmez, sınıfsal eksende, oligarşinin iki kanadına da cepheden tavır alır, kendi yolunda, politik bağımsızlığında ısrar ederek yürür.
       Ayrıca, tüm sorunların çözüm gücü devrimdir; boş hayaller, burjuvazinin peşine takılmak sadece oligarşiye yarar. Devrim, emperyalizme yeni-sömürgecilikle bağımlı bu düzeni tümden yıkacak, yerine halkın iktidarını koyup, halk demokrasisi aracılığı ile yeni bir toplumu, sosyalizmi inşa edecektir. Bugün yakıcı ve güncel olan tüm sınıfsal ve toplumsal sorunlar, ancak devrimle tam ve kalıcı olarak çözülür. Hem insanca yaşamak için, eğitimden sağlığa, çevreden kültüre kadar tüm sorunlar, hem de siyasal demokrasinin tüm sorunları ancak sınıfsal eksende ele alınmalıdır. Yakıcı ve güncel olan her sorun, ister aş, iş, insanca yaşam, ister hak ve özgürlükler, din ve vicdan özgürlüğü, Kürt ulusunun özgürlüğü olsun, birbiriyle yakın bağ içinde, sınıfsal temelde çözülebilir. Devrimci sosyalizm, tüm bu sorunlar arasında bağı kurar ve devrimci duruşunu bu eksende tanımlar.

       Yenilenmeyen Yenilir
       Türkiye devrime gebedir ve nesnel tüm dinamikler devrimi güncel kılmaktadır. Ancak, devrim için sadece nesnel, irademiz dışındaki toplumsal-sınıfsal olgular, kriz yetmez. Eğer buna uygun öznel, yani başta işçi sınıfının partisi olmak üzere, devrimci halk hareketi yoksa ya da zayıfsa, sosyalist hareket ile emekçilerin gündemi farklı ve mesafe büyükse, bu nesnel dinamiklerden burjuvazi yararlanabilir, toplumsal-kültürel çürüme derinleşebilir. Aslında yaşanan bir anlamda budur.
       Türkiye devrimci hareketi, önemli kazanımlara sahiptir; her şeye rağmen direnişçi bir damarı vardır. Ancak, uzun yıllar yenilgi atmosferini aşamamış, politik atılım yaşamamış ve bu anlamda tıkanmıştır. Parçalı bir tablo vardır. Sol ve devrimci hareketi, devrim ve reform, Kürt sorunun karşısındaki pozisyon, stratejik-program-taktik ilişkiler, legalizm ve illegalite, silahlı mücadele gibi ayrıştırıcı sorunlar üzerinden tasnif etmek mümkündür. Devrimci harekette yenilenme değil, statükoculuk ve revizyon eğilimleri daha güçlüdür. Bunlara başka unsurlar eklemek mümkün; ama uzun yılları kapsayan ve bu anlamda iç dinamiği zayıflatan tıkanma hala aşılabilmiş değildir.
       Bu ideolojik, politik, kültürel ve örgütsel zemin sorun üretmektedir. Nesnel toplumsal ve siyasal süreçlerle tek başına açıklanamayacak bu tablonun asıl kaynağı devrimci hareketin kendisidir. Devrimci hareket kendi iç yapısında barındırdığı zafiyetlerle kaybetmiştir. Bu tıkanma ancak devrimci yenilenme halkasını yakalayıp, her alanda bu süreci ters yüz ederek bunu aşabilir. Tüm iddia ve yenilenme iradesine rağmen devrimci sosyalizm de bu tabloyu ters yüz edecek bir düzeyi yakalayamamıştır; bunun tüm sorumluluğu bize aittir.
       Ama bu tıkanma kader değildir. Bu birkaç vuruş ya da hamleyle de aşılamaz. Kapsamlı, uzun vadeli, bütünsel, her şeyi örgütlü ve iradi ele alarak aşılabilir. Devrimci sosyalizm bunu aşma potansiyeline sahiptir ve aşacaktır!
       Hiç şüphesiz yakın devrim hayalleriyle, ya da küçük başarılar abartılarak bu süreç aşılamaz. Her gün, ideolojik alanda parti çizgisini üreterek, politik alanda, atılan adımları büyüterek, örgütsel alanda, bütünlüklü ve sürecin ihtiyaçlarına uygun örgütler inşa ederek, buz kırılacak, yol açılacaktır. Parti, parti, parti-mücadele, mücadele, mücadele; işte bu ruh ve yoğun emekle bu süreç örülecek, ufuk çizgisinden hiç şaşmadan taktik hedefler yakalanacaktır.
       Bu süreç düz bir hat izlemez, izlemiyor; bu süreç her şeyden etkileniyor, iç, dış tüm dinamiklerin, olguların bir sonucu olarak yol alıyor ya da geriye düşüyor. Türkiye devrimci hareketi son yıllarda yeniden bir gerileme eğilimi içindedir; kısmi toparlanma tablosu bugün yerini parçalanma, dağılma ve gerilemeye bırakmıştır. Devrimci sosyalizmin bu genel eğilimi cepheden göğüsleyemediği bu koşullarda, bundan etkilenmemesi düşünülemez. Ama devrimci sosyalizm için açıklık, samimiyet ve dürüstlük ilkedir; buradan baktığımızda çok net olan gerçekliğimiz, gerilememizin ana nedeninin dışsal değil, içsel olgular olduğunu göstermektedir. Politik duruş, yöneliş, parti kültürü, kadro yapısı, işleyiş, mücadele gücü, kitlelerle kurulan ilişki gibi birçok alanı içeren içsel olgular anahtardır. Önce evinin önünü temizleyeceksin, sonra tüm sokağı, mahalleyi.
       Bu anlamda, taktik yönelim ve hedeflerden kopmadan, mücadele içinde, tüm bu içsel alanlarda yenilenme ve atılım, bir anlamda iç devrim partimiz için zorunludur. Darlaşarak, içe kapanarak, sık sık geriye bakarak, küçük dünyanızda kendinizi yaşayarak, ötekileştirerek, kendinizi her şey yaparak, eleştirilere kulak tıkayarak, parti yaşamı ve kültürünü bozarak iç devrim yapamazsınız; onararak, yenilenerek, açılarak, mücadele ederek, gelişerek, kapsayıcı olarak, her adımda parti yaşamı ve kültürünü inşa ederek iç devrim yapılır, güncel mücadele kazanılır ve taktik hedefler yakalanır.
       Hatta böylesi gerileme süreçleri, üzeri örtülen, görülmeyen, ya da güncel olmayan sorunları yeniden canlandırır. Böylesi süreçlerde ufuklar daralır, çevre ruhu canlanır, kendi merkezli düşünme ve davranma çoğalır, küçük dünyalar içinde küçük hesaplar yapılır. Dün devrim-parti diyen bugün aş, iş, aile diyebilir. Karamsarlık, inanç kaybı, her şeyi bulanık görme eğilimleri gelişir. Büyük davanın onurlu savaşçıları olmak değil, küçük dünyaların esiri olmak eğilimi artar. Böylesi günlerde, küçük sorunlar büyük sorunlara da dönüşebilir, hatta bazı küçük sorunlar çapından fazla güncelleşir, baş ağrıtır. Tüm bunlar koca bir mücadele tarihi içinde, yönünü geleceğe dönüp mücadele edenler için, belki politik ders konusu olabilir ama özünde önemi de yoktur. Bundan dolayı, tarihsel ve güncel olanı kazanmak için yoğun bir mücadele süreci bizi bekliyor; kazanacağız!

       Kaybedilen Yerde Kazanacağız
       Barikat dergisi devrimci gelenek, tarih ve mücadele kürsüsüdür. Marksizm-Leninizm evrensel, işçi sınıfının ideolojisidir; Barikat bunu temsil eder. Ancak Barikat aynı zamanda bu ülkenin özgün devrimci dinamiklerini temsil eder. Mahir'den günümüze devrimci sosyalist hareketin, bu alanda, politik yayın alanında birçok sesi olmuştur. Barikat bu geleneğin izini sürer ve bu zincirin son halkası, günümüzdeki sesidir.
       Birçok şeyin birbirine karıştığı, doğru ile yanlışın yer yer biçim değiştirdiği bu günlerde belki de en çok sözü olan bu devrimci gelenektir, devrimci sosyalizmdir. Her süreçte, her politik sorunda sözümüz var. Bizi tüm zorluklara karşın ayakta tutan devrimci, Marksist-Leninist ideolojimiz var; bu ideolojik çizgimizin arka cephesinde muazzam ideolojik-teorik birikimimiz var. Buradan, tarihimizden, şehitlerimizden güç alarak her koşulda sözümüz oldu, olacaktır. Kimi zaman bu alanı istediğimiz düzeyde değerlendiremedik. Ya da son süreçte olduğu gibi, tümden iç zafiyetten bu alanda sözümüzü istediğimiz gibi söyleyemedik. Samimiyet ve dürüstlük, bu konuda, yoldaşlarımıza, dostlarımıza, halkımıza bunu açıklamayı gerektirir.
       Mücadele arındırır ve özgürleştirir. Yönümüzü ileri döndük; şimdi stratejik ve dönemsel görevlere sarılma zamanıdır. Kaybettiğimiz yerde kazanacağız. Ufuk çizgimizi hiç kaybetmeden, her alanda, kitlelere gitmek, yeni ilişki ve örgütler inşa etmek, mücadele düzeyini yükseltmek, günü kazanmak görevimizdir.
       Adımları hızlandıralım, çok vakit kaybettik!

.

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Şehit Muhtar Mah. Nane Sokak No: 15/3
Beyoğlu/İSTANBUL