Emperyalist-kapitalist
sistem, bugün iki ana olgu üzerinden sarsılıyor,
kendini tüketiyor. Bir yandan, 1970'li yıllarda
başlayan ama asıl olarak reel sosyalizmin çözülmesiyle
genelleşen neo-liberal/yeni sömürü modeli artık
iflas bayrağını açıyor; diğer yandan ise, bu süreç
aynı zamanda sürekli büyüttüğü krizinin en uç
noktasına vardığı, işlerin eskisi gibi yürütülemediği
bir ekonomik çöküşle birlikte yaşanıyor. Bu iki
olgu üst üste, iç içe kapitalizmin sınırlarını
zorluyor.
Neo-liberal
sömürü modeli, emperyalist-kapitalist sistemin
1970'lerde tıkanmasıyla güncellik kazanmaya başladı
ve sömürüyü derinleştirdi. Emperyalist çağda sürekli
ve genel karakter gösteren bunalım ise kimi tarihsel
süreçlerde krize dönüştü; ancak neo-liberal sömürü
ile kriz iç içe yaşandı. Asya, Meksika, Arjantin
krizlerini bir çok kriz izledi ve en son emperyalist-kapitalist
sistemin merkezinde, ABD'de ortaya çıkan kriz,
tüm sistemi sarstı. Kriz devam ediyor ve en çok
yeni-sömürge ülkeleri vuruyor. Bu aynı zamanda,
alternatifi yok, "mucize" gibi kavramlarla
kutsanan neo-liberal sömürü modelinin sonunu gösteriyor.
Bugün
kapitalizm yeni arayışlar içindedir. Hatta bir
dönem hedef tahtasına konulan ekonomiye devlet
müdahalesi gibi Keynesci tedbirler yeniden güncelleşiyor,
bunun ip uçları var. Dün, 1990'lı yıllarda kapitalizm,
sosyalizme karşı zaferini, "sosyalizm öldü",
"tarihin sonu" söylemleriyle ilan etmişti;
ama bugün bu yalanlar tüm çıplaklığıyla açığa
çıkıyor. O günlerde, koyu gericiliğin hakim olduğu
puslu havada, tarihsel karmaşa içinde, sosyalistler,
çarpıtılan bilinç ve sahte söylemlere değil, nesnel,
politik ekonominin yasalarına, kapitalist sömürü
ve sınıf mücadelesine göre, bunun yanılsama olduğunu,
kriz günlerin geleceğini, sosyalizmin yeniden
güncelleşeceğini ifade ediyorlardı.
Bugün
tüm bunlar, birbirini izleyen kriz ve vahşi sömürü
olarak yaşanıyor. Bir yandan, küresel kapitalizm
sermayeyi dünya ekonomisinin efendileri olan,
birkaç yüz çok uluslu şirketin elinde yoğunlaştırırken,
diğer yandan açlık, yoksulluk, kitlesel hastalıklar,
militarizm, kültürel bozulma derinleşiyor, sınıfsal
ve ulusal çelişkiler yoğunlaşıyor. Sadece sınıf
çelişkileri değil, ülkeler ve bölgeler arası farklılık
da büyüyor. Emperyalist-kapitalist sistem bünyesinde
patlayıcı maddeleri biriktiriyor; dün Latin Amerika'yı
saran kitlesel tepkiler bugün Afrika ve Ortadoğu'yu
sarsıyor. Belki komünizm hayaleti dolaşmıyor ama
yoksulların, emekçilerin hak arama ve demokrasi
talepleri kapitalizmi sarsıyor, ezilen emekçilerin
ayak sesleri hızlanıyor.
Dün
Latin Amerika'yı baştan başa sarsan kitle hareketleri,
kapitalizmin merkezlerinde ortaya çıkan küreleşme
karşıtı öfke, bugün Tunus, Mısır, Yemen'i etkisi
altına alıyor. Yoksulluk ve baskı altındaki işçilerin,
emekçilerin, halkın insanca yaşama ve demokrasi
talepleri güçleniyor, yeni bir dünya arayışı için
başkaldırıyorlar.
Ancak,
bugün sosyalizm dünya çapında güçlü bir siyasal
akım değildir. Küba gibi küçük ülkelerde savunma
zemininde olan sosyalizm bu zeminden çıkmış değildir.
Nesnel durum bugün için budur; yükselen halk hareketlerinin,
başkaldırı ve isyanların kaderi de asıl olarak
sosyalist hareketin göstereceği politik atağa
bağlıdır. Latin Amerika'da, Venezüella örneği
kısmen daha farklı bir yerde duruyor. Sözde "sol"
iktidara sahip olan Brezilya IMF ile anlaşmalar
imzalamaktan geri durmazken, diğer sol iktidarlar,
ya da kitlesel tepkiler halkçı karakterleri gereği
burjuva demokrasisinin sınırlarını aşmıyorlar.
Bugün Tunus ve Mısır'daki hareketler de benzer
bir açmazın içindedir. Kitlelerin muazzam tepkilerine
rağmen, bu halk hareketinin burjuva sınırlar içinde
erime olasılığı hiç de zayıf değildir.
Emperyalizm,
yıpranan işbirlikçi faşist iktidarlarda her zaman
ısrar etmez; işbirlikçilerine sahip çıkar ama
bunların ipliği pazara çıkınca yeni politik manevralara
başvurur. Emperyalizm yeni-sömürge ülkelerdeki
toplumsal dayanağını korumaya çalışır; ama eğer
Hüsnü Mübarek ve Bin Ali gibi işbirlikçiler yıpranmışsa,
dahası halk hareketi bunları silip süpürüyorsa,
politik manevralarla bunların değişimini onaylar
ya da bunun yolunu açar. Mısır'da tüm dünyanın
gözü önünde oynanan senaryo biraz da budur.
Ya
kitleler özne olacak, devrim yapıp, sadece Mübarek
gibi işbirlikçileri kovmakla yetinmeyip, tümden
düzeni yıkacak; ki bunun için sosyalist hareketin
politik, silahlı kitle hareketine dönüşmesi ve
önderliği eline alması şarttır. Ya da, emperyalistlerin
senaryolarında olduğu gibi, halk hareketi uyutulup
kimi kısmi değişimlerle yeni-sömürgecilik kabuk
değiştirecek, demokrasi adına siyasal İslamı da
içine alan eski faşist düzen yeniden yapılandırılacak.
Emperyalizmin ortadoğudaki hesabı budur.
Bu
hesabı bozacak tek güç sosyalizm bayrağı altında
birleşecek halktır, kitlelerdir. Örgütlü halk
yenilmez. Sosyalist bir önderlikten yoksun halk
hareketi, ne kadar yıkıcı olursa olsun, belki
kısmi kazanımlar elde edebilir; ama burjuvazi
örgütlü bir sınıf olduğu için, emperyalizmin desteği
ile halk hareketini kontrol altına alabilir. Politik
talepleriyle kapitalizmin sınırlarını aşamayan,
sosyalist önderlikten yoksun halk hareketleri
düzeni sarsabilir ama yıkamaz. Bugün Mısır başta
olmak üzere Ortadoğu'da yaşananları bu tehlike
beklemektedir.
Devrimci
Dinamikler ve Duruşumuz
Türkiye
emperyalizme yeni-sömürgecilik ilişkileriyle bağımlı,
kapitalist bir ülkedir. Emperyalist-kapitalist
sitemin yaşadığı kriz, doğrudan yeni-sömürge ülkelere
ve tabii ki bu arada Türkiye'ye de yansımakta,
dahası Türkiye kapitalizminin kendine özgün kriz
dinamikleri ile sistemin genel kriz dinamikleri
üst üste düşüp krizi daha da derinleştirmektedir.
Ayrıca, başından itibaren emperyalizme bağımlı
gelişen Türkiye kapitalizminin yaklaşık 200 yıllık
tarihi vardır ve bu tarihin son 30 yılı, 1980
yılından bu yana, neo-liberal sömürü modelinin
kıskacı içindedir.
Sömürge
tipi faşizm, burjuva ağırlıklı bir iktidar biçimi
olarak ortaya çıkan Kemalizmin tüm gerici, baskıcı,
şovenist yanlarını alıp, yeni-sömürgecilik üzerinden
kurumsallaşmıştır. 12 Mart ve 12 Eylül gibi kimi
tarihsel süreçlerde açık, ama daha çok gizli biçimde
görülen faşizm, 1980 sonrası, açık ve gizli faşizmin
içiçe kurumsallaştığı bir biçim almış, düşük yoğunluklu
savaş-düşük yoğunluklu demokrasi konseptine göre
örgütlenmiştir. Doğrudan emperyalizme bağımlı
gelişen yeni-sömürge kapitalizmi, baştan itibaren
tekelci karaktere sahip olduğundan serbet rekabet
aşamasını hiç yaşamamış ve bunun doğal sonucu
olarak serbest rekabetin denk düştüğü siyasal
form olan burjuva demokrasisi bu topraklarda hiç
görülmemiştir. Emperyalizm ve oligarşinin dilinden
düşürmediği demokrasi bir aldatmacadır, işçi ve
emekçiler, Kürt ulusu ve ezilen emekçiler için,
demokrasi değil faşizm söz konusudur.
Böylesi
bir düzende, emperyalizm içsel bir olgudur. Emperyalizm
ekonomide, siyasette, kültürde, günlük yaşamda
vardır, emperyalist sermaye ile işbirlikçi tekelci
sermaye içiçe sömürüden pay almaktadır. Emperyalist-kapitalist
sistemin zayıf halkalarından biri olan Türkiye
devrime gebedir; açlık, yoksulluk, kitlesel işsizlik,
militarizm, baskı, kültürel bozulma vb. günlük
yaşamın bir parçası olmuştur.
Bu
temelde toplumsal-siyasal dinamikleri ayrıştırarak
ifade edersek;
Bir:
geniş kitleler, açlık, yoksulluk, işsizlik kıskacı
içindedir. İşçi ve emekçilere örgütsüzlük dayatılmış,
güvencesiz çalışma yaygınlaşmıştır. Tarım çökertilmiş,
küçük üretici, esnaf, zanaatkarlar hızla yoksullaşmaktadır.
Bir yanda işbirlikçi tekelci sermaye diğer yanda
işçiler, emekçiler, yoksullar; sınıfsal çelişkiler
yoğunlaşmakta, eşitsizlikler derinleşmektedir.
İnsanca
yaşam için zorunlu bir çok şeyden halk yoksundur.
Başta eğitim ve sağlık olmak üzere, barınma, sosyal
güvenlik, çevre gibi sorunlar emekçilerin günlük
yaşamını doğrudan etkilemektedir. Krizin sürekli
olduğu ülkemizde, kriz en çok işçi ve emekçileri
vurmaktadır.
Neo-liberal
sömürü modeli, kapitalizmin bir aşamasından sonra,
1980 sonrası, 12 Eylül açık faşizmini de arkasına
alarak egemenlik kurmuştur; AKP iktidarı bu politikaları
devam ettirmektedir. Sosyal güvenlik yasası, torba
yasa gibi yasalar ise, neo-liberal politikaların
son hamleleridir.
Neo-liberal
sömürüye karşı, bu sömürü modelinin tüm sonuçlarına
karşı, kapitalizmi hedef tahtasına koyan sınıf
eksenli tepki ve mücadele önemli bir yerde duruyor.
Bu sömürü modelini hedefleyen, özelleştirmeden
tutalım iş güvenliğine, sağlıktan tutalım eğitime
kadar her alanda mücadele etmek zorunludur. Yerel
işçi direnişlerinin genelleşmesi, yakıcı sorunların
çözülmesi için, böylesi bir yerden bakmak, halk
hareketinin bir parçası olan emek hareketi için
zorunludur. Kazanımların korunması, bu saldırıların
püskürtülmesi, günlük ve dönemsel olarak karşımıza
çıkan, özelleştirmeden torba yasasına kadar uzanan
saldırılara karşı direnmekten geçer. İşçi ve emekçiler
için yakıcı ve güncel olan bu sorunlara karşı,
sınıf eksenli mücadeleyi örgütlemek ve bunu halk
devrimi programına bağlamak stratejik görevdir.
Ayrıca,
halk hareketindeki zayıflık gençlik, kadın hareketine
de yansımaktadır. Her şeye rağmen son süreçte
gençlik cephesindeki sınırlı kıpırdama, devletin
bu tepkilere karşı baskı ve yıldırma politikası,
gençliğin sadece akademik değil aynı zamanda politik
sorunlarını da açığa çıkarmaktadır. Devrimin önemli
dinamiklerinden biri olan gençlik hareketini örgütlemek
önümüzdeki görevlerden biridir.
Devrimci
halk hareketi, işçi ve emekçilerin emek cephesinde,
emekçi kadınların kadın cephesinde, gençliğin
gençlik cephesinde örgütlü güç olmasıyla doğrudan
bağlantılıdır. Bugün tohumlarını attığımız, atmaya
çalıştığımız bu dinamiklerin bileşkesi devrimci
halk hareketini ortaya çıkaracaktır. Bu alanlarda
ilk adımları atmak, buradan örgütlü güç olmak
devrimci sosyalizmin taktik politikaları arasında
önemli bir yer tutar. Örgütlü halk yenilmez; şimdi
devrimci halk hareketi için maya atma zamanı,
yarın önderlik edeceğiz.
İki:
Kürt sorunu bu ülkenin en temel demokrasi sorunudur.
Demokrasi sorununun tek değil ama en önemli bu
başlığı çözülmeden demokrasinin "d"sinden
bile söz edilemez. Kürt ulusu ve toprakları yapay
sınırlarla bölünmüş, ulusal birliği parçalanmıştır.
Önce Kemalizm sonra onun üzerine şekillendirilen
faşizm tarafından Kürt ulusunun varlığı inkar
edilmiş, tüm ulusal demokratik hakları yok sayılmıştır.
Kürt coğrafyası sömürgeleştirilmiş, Kürt ulusu
ezilen-sömürge bir ulus konumuna getirilmiştir.
Kendi içinde sınıfsal ayrışma yaşayan Kürt ulusu,
tarihsel birikimlerinden de güç alarak 1970 sonrası
bağımsız örgütlenme temelinde haklı kavgasını
sürdürmüş, bugün mücadelesiyle kendi politik iradesini
oluşturmuştur. Bu politik iradeyi yok sayarak
sorunun çözümüne yönelik tek bir adım bile atılamaz.
Bir
dizi aşamalardan geçen Kürt yurtsever hareketi
bugün burjuva çözümü ifade eden demokratik özerklik
talep etmektedir. Bağımsız-bileşik ülke politik
hedefinden çok uzak, ancak dil serbestliği ve
anayasal vatandaşlık gibi politik hedeflerden
daha gelişkin bir yerde duran demokratik özerklik
projesi, kapitalizm sınırları içinde, burjuva
demokrasisini aşmayan, birlikte yaşama projesidir.
Ayrıca başta anadilde eğitim hakkı olmak üzere
ulusal ve demokratik talepler haklıdır, meşrudur.
Devrimci
sosyalizm, Kürt ulusal sorunu dahil tüm demokratik
sorunlara sosyalizm penceresinden, işçi sınıfının
sınıfsal duruşu temelinden bakar, ele alır. Kürt
ulusunun ulusal ve demokratik tüm hakları meşrudur,
bunları tereddütsüz savunuruz, bu temeldeki talep
ve mücadeleleri destekleriz.
Tam
bu noktada, Kürt sorunu solu, devrimci hareketi
ayrıştıran bir yerde durmaktadır. Tüm sınıf ve
politik akımlar, bu sorun etrafında saf tutmak,
politik duruşunu belirlemek zorundadır. Devrimci
sosyalizm, bu noktada, Kürt yurtsever hareketinin
reformist, sorunu her koşulda barış noktasında
ele alan, burjuva çözümleri içeren her politik
hamlesini eleştirir. Ayrıca, sosyal şoven akım
ve politik çevrelere olduğu kadar, bir tür Kürt
sever olarak tanımlayabileceğimiz, yurtsever harekete
eklenen reformist çevrelere de mesafe koyar. Kürt
sorunu ekseninde her iki eğilimle mücadele zorunludur;
bu mücadele olmadan doğru devrimci çizgi gelişemez.
Devrimci
sosyalizm, politik bağımsızlığında ısrar edecektir.
Kürtler bir ulus ve yaşadıkları coğrafya bir ülkedir.
Tarihsel olgular ve kapitalizmin gelişme düzeyine
bağlı olarak iki halk içiçe olsa da, Kürt ulusunun
kendi kaderini tayin etmesi, bağımsız devlet kurma
hakkını garanti altına alması en demokratik haktır
ve bu sorunun çözümünde bu hak olmazsa olmazdır.
Programına bunu almayan her politik akım, sorunu
doğru ele almaktan uzaktır. İki ülke-iki devrim;
ayrı örgütlenme ama birleşik mücadele; işte sorunu
burjuva sınırları içine hapseden her anlayıştan
kopuş ve gerçek çözüm budur. Devrimci sosyalizm
bu stratejik anlayışı temelinden Kürt yurtsever
hareketi ve Kürt ulusunun haklı mücadelesiyle
eşit, özgür bir ilişki kurar. Gerçek enternasyonal
tavır budur.
Üç:
oligarşi içi çelişkiler yeni boyutlar kazanmıştır.
Tarihsel olarak, bu ülkede burjuvazi baştan işbirlikçi,
gerici, şovenist doğmuştur. Burjuva demokratik
devrim yaşanmamış, burjuva demokratik bir hareket
hiçbir tarihsel süreçte gelişme zemini bulamamıştır.
Ancak kimi zaman şu ya da bu emperyalist güce
dayanarak, kimi zaman çıkarlarından hareket ederek,
burjuvazinin geliştirdiği ataklar hep iç çelişkiler
barındırmış, kendi içindeki ya da diğer güçlerle
hegemonya kavgasını hep sürdürmüştür. Sosyalistlere,
Kürt yurtsever hareketine, halk hareketine karşı
birleşen bu güçler, son yıllarda bu hegemonya
savaşını açık, güncel sürdürmektedir. Bu olgu,
politik gündemin en önemli unsurlarından biridir.
Bugün,
bu hegemonya savaşı adeta oligarşi içinde bir
çatlak oluşturma aşamasına ulaşmıştır. Ergenekon,
balyoz davaları, YAŞ kararları ve referandum süreci,
bu çatışmada AKP'yi bir adım öne çıkarmış, iktidara
geldikleri yıllara göre birçok yeni mevzi kazandırmıştır.
Elbette
sorunun sınıfsal ve toplumsal kaynakları vardır.
Ama sorun, örneğin İstanbul ve Anadolu sermayesi
çatışması olarak ele alınamaz. AKP döneminde Anadolu
sermayesinin tekelleşen kısmının pastadan pay
aldığı, bu temelde çelişkilerin olduğu bir gerçektir.
Dahası hem AKP hem de bu çatışmada öncü olan Genelkurmay,
başta ABD olmak üzere emperyalizmin işbirlikçisidir.
Bu çatışmada demokrasi ve anti-emperyalizm yoktur;
ama zaman zaman kendini böyle göstermeye çalışan
politik manevralar, kitleleri aldatma operasyonları
vardır.
Ayrıca
tüm bu çatışma emperyalizmden, emperyalizmin Türkiye'ye
biçmiş olduğu rolden, bu temelde yeniden yapılanmadan
bağımsız değildir. İdeolojik olarak, biri liberal
ve İslamcı, diğeri ulusalcı ve Kemalist söylem
tuttursa da, hatta bu çatışma, türban, laiklik,
hukuk, Kürt sorunu gibi alanları kapsasa da, yaşanan
özünde iktidar savaşıdır, oligarşi içi hegemonya
kavgasıdır.
Devrimci
sosyalizm, oligarşi içi çatışmada taraf olamaz,
tam tersine her iki kesimin tam karşısındadır.
Oligarşi içi bu çatışmada AKP en çok demokrasi
söylemini kullanmaktadır; en son referandum bunun
örneğidir. Soldan bu zokayı yutanlar var; evet
ama yetmez diyen sol ve liberal çevreler bunlardandır.
Genelkurmay son süreçte daha geriye düşse de,
CHP, MHP şoven içerikli ulusallık söylemini kullanarak
sahte anti-emperyalizme başvurmaktadır. Solun
bazı kesimleri bu tuzağın içinde olmaktadır. Sosyal
şovenizm ve demokratizmden beslenen solun bu kesimleri,
örneğin referandum sürecinde hayır diyerek bu
zemine düşmüştür.
Ne
AKP demokrattır ne de Genelkurmay, CHP, MHP anti-emperyalisttir.
Tam tersi, tümü de emperyalizmin işbirlikçisidir,
şovenizm, gericilik ve halk düşmanlığında birbiriyle
yarışmaktadır. Bu çatışmadan demokrasi çıkmaz.
Çünkü burjuvazi demokrat değil, hiçbir demokratik
sorunu çözecek güçte değil, böyle bir projesi
bile yoktur. Demokrasi adına yaşanan bu çatışmanın
özü iktidar savaşıdır; bu oligarşik iktidar ve
elinin altındaki devlet aygıtı, işçi ve emekçilerin,
Kürtlerin, Alevilerin ve tüm ezilenlerin düşmanıdır.
Bu çatışmadan anti-emperyalizm de çıkmaz. Çünkü
ulusal söylem emperyalizme karşı değil, özünde
Kürt düşmanlığında düğümlenmektedir.
Devrimci
sosyalizm bu çatışmada, devleti, oligarşiyi asıl
hedef tahtasına koyar, AKP karşıtlığı ya da ulusallık
ekseninde politika üretmez, sınıfsal eksende,
oligarşinin iki kanadına da cepheden tavır alır,
kendi yolunda, politik bağımsızlığında ısrar ederek
yürür.
Ayrıca,
tüm sorunların çözüm gücü devrimdir; boş hayaller,
burjuvazinin peşine takılmak sadece oligarşiye
yarar. Devrim, emperyalizme yeni-sömürgecilikle
bağımlı bu düzeni tümden yıkacak, yerine halkın
iktidarını koyup, halk demokrasisi aracılığı ile
yeni bir toplumu, sosyalizmi inşa edecektir. Bugün
yakıcı ve güncel olan tüm sınıfsal ve toplumsal
sorunlar, ancak devrimle tam ve kalıcı olarak
çözülür. Hem insanca yaşamak için, eğitimden sağlığa,
çevreden kültüre kadar tüm sorunlar, hem de siyasal
demokrasinin tüm sorunları ancak sınıfsal eksende
ele alınmalıdır. Yakıcı ve güncel olan her sorun,
ister aş, iş, insanca yaşam, ister hak ve özgürlükler,
din ve vicdan özgürlüğü, Kürt ulusunun özgürlüğü
olsun, birbiriyle yakın bağ içinde, sınıfsal temelde
çözülebilir. Devrimci sosyalizm, tüm bu sorunlar
arasında bağı kurar ve devrimci duruşunu bu eksende
tanımlar.
Yenilenmeyen
Yenilir
Türkiye
devrime gebedir ve nesnel tüm dinamikler devrimi
güncel kılmaktadır. Ancak, devrim için sadece
nesnel, irademiz dışındaki toplumsal-sınıfsal
olgular, kriz yetmez. Eğer buna uygun öznel, yani
başta işçi sınıfının partisi olmak üzere, devrimci
halk hareketi yoksa ya da zayıfsa, sosyalist hareket
ile emekçilerin gündemi farklı ve mesafe büyükse,
bu nesnel dinamiklerden burjuvazi yararlanabilir,
toplumsal-kültürel çürüme derinleşebilir. Aslında
yaşanan bir anlamda budur.
Türkiye
devrimci hareketi, önemli kazanımlara sahiptir;
her şeye rağmen direnişçi bir damarı vardır. Ancak,
uzun yıllar yenilgi atmosferini aşamamış, politik
atılım yaşamamış ve bu anlamda tıkanmıştır. Parçalı
bir tablo vardır. Sol ve devrimci hareketi, devrim
ve reform, Kürt sorunun karşısındaki pozisyon,
stratejik-program-taktik ilişkiler, legalizm ve
illegalite, silahlı mücadele gibi ayrıştırıcı
sorunlar üzerinden tasnif etmek mümkündür. Devrimci
harekette yenilenme değil, statükoculuk ve revizyon
eğilimleri daha güçlüdür. Bunlara başka unsurlar
eklemek mümkün; ama uzun yılları kapsayan ve bu
anlamda iç dinamiği zayıflatan tıkanma hala aşılabilmiş
değildir.
Bu
ideolojik, politik, kültürel ve örgütsel zemin
sorun üretmektedir. Nesnel toplumsal ve siyasal
süreçlerle tek başına açıklanamayacak bu tablonun
asıl kaynağı devrimci hareketin kendisidir. Devrimci
hareket kendi iç yapısında barındırdığı zafiyetlerle
kaybetmiştir. Bu tıkanma ancak devrimci yenilenme
halkasını yakalayıp, her alanda bu süreci ters
yüz ederek bunu aşabilir. Tüm iddia ve yenilenme
iradesine rağmen devrimci sosyalizm de bu tabloyu
ters yüz edecek bir düzeyi yakalayamamıştır; bunun
tüm sorumluluğu bize aittir.
Ama
bu tıkanma kader değildir. Bu birkaç vuruş ya
da hamleyle de aşılamaz. Kapsamlı, uzun vadeli,
bütünsel, her şeyi örgütlü ve iradi ele alarak
aşılabilir. Devrimci sosyalizm bunu aşma potansiyeline
sahiptir ve aşacaktır!
Hiç
şüphesiz yakın devrim hayalleriyle, ya da küçük
başarılar abartılarak bu süreç aşılamaz. Her gün,
ideolojik alanda parti çizgisini üreterek, politik
alanda, atılan adımları büyüterek, örgütsel alanda,
bütünlüklü ve sürecin ihtiyaçlarına uygun örgütler
inşa ederek, buz kırılacak, yol açılacaktır. Parti,
parti, parti-mücadele, mücadele, mücadele; işte
bu ruh ve yoğun emekle bu süreç örülecek, ufuk
çizgisinden hiç şaşmadan taktik hedefler yakalanacaktır.
Bu
süreç düz bir hat izlemez, izlemiyor; bu süreç
her şeyden etkileniyor, iç, dış tüm dinamiklerin,
olguların bir sonucu olarak yol alıyor ya da geriye
düşüyor. Türkiye devrimci hareketi son yıllarda
yeniden bir gerileme eğilimi içindedir; kısmi
toparlanma tablosu bugün yerini parçalanma, dağılma
ve gerilemeye bırakmıştır. Devrimci sosyalizmin
bu genel eğilimi cepheden göğüsleyemediği bu koşullarda,
bundan etkilenmemesi düşünülemez. Ama devrimci
sosyalizm için açıklık, samimiyet ve dürüstlük
ilkedir; buradan baktığımızda çok net olan gerçekliğimiz,
gerilememizin ana nedeninin dışsal değil, içsel
olgular olduğunu göstermektedir. Politik duruş,
yöneliş, parti kültürü, kadro yapısı, işleyiş,
mücadele gücü, kitlelerle kurulan ilişki gibi
birçok alanı içeren içsel olgular anahtardır.
Önce evinin önünü temizleyeceksin, sonra tüm sokağı,
mahalleyi.
Bu
anlamda, taktik yönelim ve hedeflerden kopmadan,
mücadele içinde, tüm bu içsel alanlarda yenilenme
ve atılım, bir anlamda iç devrim partimiz için
zorunludur. Darlaşarak, içe kapanarak, sık sık
geriye bakarak, küçük dünyanızda kendinizi yaşayarak,
ötekileştirerek, kendinizi her şey yaparak, eleştirilere
kulak tıkayarak, parti yaşamı ve kültürünü bozarak
iç devrim yapamazsınız; onararak, yenilenerek,
açılarak, mücadele ederek, gelişerek, kapsayıcı
olarak, her adımda parti yaşamı ve kültürünü inşa
ederek iç devrim yapılır, güncel mücadele kazanılır
ve taktik hedefler yakalanır.
Hatta
böylesi gerileme süreçleri, üzeri örtülen, görülmeyen,
ya da güncel olmayan sorunları yeniden canlandırır.
Böylesi süreçlerde ufuklar daralır, çevre ruhu
canlanır, kendi merkezli düşünme ve davranma çoğalır,
küçük dünyalar içinde küçük hesaplar yapılır.
Dün devrim-parti diyen bugün aş, iş, aile diyebilir.
Karamsarlık, inanç kaybı, her şeyi bulanık görme
eğilimleri gelişir. Büyük davanın onurlu savaşçıları
olmak değil, küçük dünyaların esiri olmak eğilimi
artar. Böylesi günlerde, küçük sorunlar büyük
sorunlara da dönüşebilir, hatta bazı küçük sorunlar
çapından fazla güncelleşir, baş ağrıtır. Tüm bunlar
koca bir mücadele tarihi içinde, yönünü geleceğe
dönüp mücadele edenler için, belki politik ders
konusu olabilir ama özünde önemi de yoktur. Bundan
dolayı, tarihsel ve güncel olanı kazanmak için
yoğun bir mücadele süreci bizi bekliyor; kazanacağız!
Kaybedilen
Yerde Kazanacağız
Barikat
dergisi devrimci gelenek, tarih ve mücadele kürsüsüdür.
Marksizm-Leninizm evrensel, işçi sınıfının ideolojisidir;
Barikat bunu temsil eder. Ancak Barikat aynı zamanda
bu ülkenin özgün devrimci dinamiklerini temsil
eder. Mahir'den günümüze devrimci sosyalist hareketin,
bu alanda, politik yayın alanında birçok sesi
olmuştur. Barikat bu geleneğin izini sürer ve
bu zincirin son halkası, günümüzdeki sesidir.
Birçok
şeyin birbirine karıştığı, doğru ile yanlışın
yer yer biçim değiştirdiği bu günlerde belki de
en çok sözü olan bu devrimci gelenektir, devrimci
sosyalizmdir. Her süreçte, her politik sorunda
sözümüz var. Bizi tüm zorluklara karşın ayakta
tutan devrimci, Marksist-Leninist ideolojimiz
var; bu ideolojik çizgimizin arka cephesinde muazzam
ideolojik-teorik birikimimiz var. Buradan, tarihimizden,
şehitlerimizden güç alarak her koşulda sözümüz
oldu, olacaktır. Kimi zaman bu alanı istediğimiz
düzeyde değerlendiremedik. Ya da son süreçte olduğu
gibi, tümden iç zafiyetten bu alanda sözümüzü
istediğimiz gibi söyleyemedik. Samimiyet ve dürüstlük,
bu konuda, yoldaşlarımıza, dostlarımıza, halkımıza
bunu açıklamayı gerektirir.
Mücadele
arındırır ve özgürleştirir. Yönümüzü ileri döndük;
şimdi stratejik ve dönemsel görevlere sarılma
zamanıdır. Kaybettiğimiz yerde kazanacağız. Ufuk
çizgimizi hiç kaybetmeden, her alanda, kitlelere
gitmek, yeni ilişki ve örgütler inşa etmek, mücadele
düzeyini yükseltmek, günü kazanmak görevimizdir.
Adımları
hızlandıralım, çok vakit kaybettik!
.
|