Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 

 

62-1. Sayı - Mart/Nisan 2011

       GİRİŞ
       Türkiye'deki en önemli demokrasi sorunlarından biri olan Kürt Ulusal Demokratik sorunu, toplumsal yaşamı çok yönlü etkilemeye ve siyasal gündemi belirlemeye devam etmektedir.
Tarihsel ve güncel boyutları olan Kürt ulusal sorunun politik öznesi, yurtsever harekettir. Yurtsever hareketin, 2000 başlarında, İmralı sürecinde yaşadığı kırılma, politik ve ideolojik dağılma eğilimini üzerinden attığı, politik hedefindeki daralmaya rağmen, politik düzeyde canlandığı bir gerçektir. Bugün o yıllara nazaran hem ideolojik hem de politik düzeyde daha sistemli, anlaşılır bir yerde durmaktadır. Özellikle son yıllardaki politik düzeyde canlanma, bir dönem uyutarak çözme taktiklerini boşa çıkarmış ve devleti, oligarşiyi yeni bir yaklaşıma itmiştir. Önce demokratik açılım sonra milli birlik projesi olarak tanımlanan bu yaklaşım, bir yandan Kürt ulusunun kazanımlarını sınırlı biçimde kabul ederken, diğer yandan özde tasfiye dayatması olarak somutlanmıştır. Nitekim bir dizi gel-git içinde, Habur süreci oligarşinin bu tasfiye operasyonunu açığa çıkarmıştr. Bugün demokrasi adına ortada tek bir ciddi adımın olmadığı gerçeği vardır. Oligarşi, bugün "Kürt yoktur"dan, "Kürt vardır" noktasına gelmiş, büyük bedel ve direnişlerle kazanılan kimi haklar, sınırlı da olsa kabullenme noktasındadır; ama öte yandan milliyetçi ve inkarcı karakteri nedeniyle Kürt ulusuna tam teslimiyet dayatmaktadır.
       Kürt ulusal hareketinin bugün, örneğin; İmralı savunmalarında ifade edilen dil serbestliği gibi çok geri noktalarda olmadığı bir gerçektir. Bu anlamda, yurtsever hareket, bağımsız-demokratik-birleşik ülke gibi stratejik bir hedeften uzak olup devrimi değil, kapitalizm sınırları içinde reformu istese de, bugün ileri sürülen demokratik özerklik projesi somut bir stratejik yaklaşımdır. Bu proje tartışılır, içeriği çok daha güçlendirilebilir ama Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkından vazgeçtiğini İmralı savunmalarında ileri süren ve sorunu dil serbestliğine indirgeyen anlayıştan daha ileridir. Bunun bir parçası olarak iki dilli yaşam ve anadilde eğitim hakkı bugün çok daha yakıcı bir aşamadadır. Kürt ulusal sorununun, tarihsel ve güncel yakıcılığı içindeki bu sorunlar siyasal gündemin en önemli unsurlarıdır.
       Tüm bu gelişmeler karşısında oligarşi, özellikle 2010 yılının son günlerinde, en üst düzeyden yanıt verdi; Milli Güvenlik Konseyinin Özerklik ve iki dil konusunda tanıdık inkar temelindeki baskıcı, yasakçı ve anti-demokratik siyasal tutumunu, tek dil, tek vatan, tek devlet biçiminde deklare etti. Hiç şüphesiz, bu açık tavır hem demokratik açılımın sınırlarını ifade etmektedir, hem de yaklaşan genel seçimlerle bağlantılı olarak siyasal gündemin bir parçası olacak ve siyasal çelişkilerin kaynağını oluşturacaktır.
       Kürt yurtsever hareketinin taktikleri, oligarşinin/devletin tavırları yanı sıra Türkiye Devrimci hareketi de, demokrasi mücadelesinin bir parçası olan bu sorunda, tutumlarını açık ve net biçimde belirlemek durumundadır.
       Devrimci sosyalizm, Kürt ulusunun özgürlük sorunu dahil tüm demokrasi sorunlarının bir kısmının devrim öncesinde çözülse de, tam ve gerçek biçimde ancak devrimle çözüleceğini, Halk demokrasisinin, özgür ve bağımsız bir ülkede, ekonomik ve tarihsel olarak artk gerçeklemesi imkansz olan burjuva demokrasisinden kat ve kat ileri düzeyde inşa edileceğini savunur. Başkasını ezen ulus özgür olmaz ; ezilen, sömürge zincirleriyle bağlanan Kürt ulusunun özgürlük kavgası meşrudur, haklıdır. Demokrasi mücadelesinin en önemli ayağını oluşturan bu sorunda, ezilen Kürt halkınn mücadelesinin yanında olmak ve enternasyonalist dayanışmanın gereğini yapmak görevdir.
       Bu bağlamda, Kürt ulusal sorunu ile bağlantılı olarak, bu yazımızda güncel biçim alan iki dilli yaşam ve anadilde eğitim konusunda düşüncelerimizi ve tavrımızı yeniden ifade etmekte yarar görüyoruz.

       Kürt Ulusal-Demokratik Sorunu
       Bugün TC devleti sınırları içerisinde, sadece Türk ulusu değil, aynı zamanda Kürt ulusu ve çeşitli ulusal topluluklar yaşamaktadır. Ancak Türk burjuvazisinin önderliğinde ulus devletin oluşumu, bu ulus devlet sınırları içinde kapitalist pazarın yaratılması, aynı zamanda, Kürt ulusu ve diğer ulusal ve dinsel topluluklarının (Arap, Çerkez, Laz, Boşnak, Ermeni, Rum, Azeri, Yahudi vb.) baskı ve en demokratik haklarının inkarı üzerinden yükselmiştir. Tek ulus, tek devlet, tek dil anlayışı TC devletinin kuruluş felsefesidir; milliyetçi, ırkçı, demokrasiyi reddeden bir anlayıştır. Bu anlamda, önce Kemalizm, daha sonra ise bunun üzerinden biçim alan faşizm çok uluslu bir devlet biçimi değil, tekçi, sadece işçi ve emekçilerinin haklarını inkar etmekle kalmayan aynı zamanda, bu devletin sınırları içinde yaşayan Kürt ulusu ve diğer ezilen halkların inkarına dayanan bir temel üzerinde yükselmitir.
       Ve hemen ekleyelim ki bu sorun, yani Kürt ulusal sorun, TC devletiyle sınırlı bir sorun değildir. Kürt corafyas, emperyalizm ve yerel gerici iktidarlar tarafından Lozan anlaşmasıyla çizilen sınırlarla dört parçaya bölünmüş; buna bağlı olarak Kürt ulusu parçalanmıştır. Bu gerçek, Kürt sorununu, tek bir sömürgeci güçle sınırlı olmaktan çıkarmış, bölgesel bir sorun, ortadoğunun en önemli sorunu haline getirmiştir. Sorunun günümüzde almış olduğu biçim ise, uluslararası boyutlardadır.
       Kürt Ulusunun TC, İran, Irak, Suriye devletlerinde ulusal-demokratik sorunları vardır. Her parçada özgün karakter gösterse de, her bir parçada mücadele ve çözüm dinamiklerinin almış olduğu biçim diğer parçaları etkilemektedir. Dahası emperyalizmin bölgesel çıkar ve hesapları, şu ya da bu biçimde Kürt sorunuyla ilişkilenmek zorundadır. Bugün dört parçada eşit olmayan ama birbirini etkileyen gelişme dinamikleri vardır ve sorunun uluslararası olmasında bu dinamikler rol oynamaktadır.
       Özetlediğimiz bu durum bir sonuçtur. Sorunun tarihsel ve siyasal nedenleri, evrimi, güncel biçimleri incelendiğinde, yakıcı bir sorun olan Kürt sorunu daha iyi anlaşılacaktır. Bu anlamda kısa da olsa özet yapmakta fayda görüyoruz.
       Halkların uluslar şeklinde kendilerini düzenleyerek yaşamaları kapitalizmin şafağında ortaya çıkmıştır. Kapitalizm devletsiz ve ulusal pazarsız yaşayamaz. Uluslaşma sürecine önderlik eden burjuvazi, feodalizme karşı eşitlik ve özgürlük şiarı temelinde mücadele ederken, aynı zamanda kendi pazarını oluşturmaya çalışmıştır. Pazar, burjuvazinin ilk ulusal kavgasıdır. Her bir ulusun uluslama dinamikleri kendi koşullarında boy vermiş ve koşullarının gelişmişliğine bağlı olarak siyasal sonuçlar ortaya çıkmıştır. Eski feodal devlet biçimleri burjuvazinin sorunlarını çözmekten uzaktır, dahası kapitalist pazarın önünde engeldir. Ulus-devletler, bu evrimin sonunda, burjuvazinin önderliğinde ortaya çıkmış ve şekillenmitir. Belirtelim ki bu ulus devletlerin, kapitalist pazarın sınırlarının çizilmesinde ulusal dil önemli bir etkendir. Tüm uluslarn eşit ve bileşik gelişmediği açıktır. O topraklarda kapitalizmin geliimine bal olarak bazı uluslar bu sürece önden başlamış bazıları ise geç. Gelişimini tamamlayan ve siyasal başarılar elde eden uluslar ve ulusal devletler, diğer zayıf ülke ve ulusları kendine bağımlı kılmıştır. Böylece, tüm sınıflı toplumlar tarihinde ortaya çıkan ezen ve ezilen çelişkisi, bu temelde halkların baskı altına alınıp sömürgeleşmesi, bu kez kapitalist sömürgecilik olarak ortaya çıkmıştır. Ezen-ezilen ulus ayrımı emperyalizm çağının en temel ayrım noktalarından, bu çağa yön veren çelişkilerden biridir. Emperyalizm çağı, sadece kapitalizme karşı sosyalizmi değil, aynı zamanda ezilen ulusların emperyalizm ve sömürgeciliğe karşı mücadelesini de içerir.
       Kapitalizmin emperyalizme dönüşmesi, ulusal pazarların dünya pazarı etrafında tek bir pazara dönüşmesine yol açmıştır. Bu süreçte, kapitalizmde içsel olan eşitsiz ve dengesiz gelişim genelleşmiş, tek tek ulusal pazarlar kapitalist dünya pazarının bir parçası olmuştur.
       Emperyalizm sınıfsal çelişkinin yanı sıra ulusal çelişkileri hızlandırmış, bağımlı ve sömürge durumunda olan ülke ve halklar kendi kaderini eline alıp kendi tarihlerini yazmak istemişlerdir. Asya, Afrika ve Latin Amerika'da, kapitalizmin ve uluslaşma sürecinin gerisinde kalan ülke ve halklar, emperyalizme darbe üstüne darbe vurmuşlar ve sadece ulusal bağımsızlık değil bir dizi ulusal demokratik haklarını da kazanmışlardır. İlk kez Avrupa'da burjuva devrimlerin sonucu ortaya çıkan ulusal devletlerin bugün dünyada yaygınlaşması bu süreçlerin sonunda ortaya çıkmıştr. Ama; hala bazı ulus ve halklar için bu süreç tamamlanmamıştr, ulusal baskı ve sömürgecilik devam etmektedir. Bu açıdan tüm çarpıtmalara rağmen çağımız hala emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır ve "işçiler ve ezilen halklar birleşin" şiarı, günceldir.
       Hiç şüphesiz bugün, yeni tarihsel dönemde ulusal sorunlar, yüz yıl öncesinden biçimsel farklıklar göstermektedir. Yüz yıl öncesiyle kıyaslarsak, birçok ulus ve ülke, sömürgecilik ve yarı-sömürgecilik ilişkilerini parçalamış ulusal bağımsızlığına kavuşmuştur. Yeni-sömürgecilik ise 2. paylaşım savaşı sonrası, hem emperyalizmin ihtiyaçlarını karşılamak hem de sömürgeciliğin iflasına paralel geliştirilen emperyalist sömürü biçimidir. Bu ilişki biçimi, emperyalizme karşı ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelesinin nispeten zayıfladığı yeni tarihsel dönemde, hem derinleşmiş hem de Irak, Afganistan örneklerinde olduğu gibi yeniden açık işgal biçimlerine dönümütür. Yani bir yandan, yeni-sömürge ülkelerde, bu ilişki biçimi derinleşmiş, gizli işgal devam ederken, diğer yandan bazı ülkelerde açık işgal ortaya çıkmıştır. Bugün emperyalist işgal iki biçimde de görülmektedir. Ayrıca reel sosyalizmin çözülmesi, sosyalizm koşullarında çözülme eğilimi taşıyan, tarihsel olarak aşılma süreci yaşayan ulusal çelişkileri yeniden canlandırmış, emperyalizmin kışkırtmasıyla bu coğrafyalarda yeni ulusal düşmanlıklar körüklenmiştir.
       Böylece, kapitalizmin gelişme düzeyini de dikkate alarak tanımlarsak, bugün emperyalizme karşı mücadeleyi kapitalizme karşı mücadeleden ayırmak mümkün değildir. Anti-emperyalist mücadele, tek başına ulusal çelişkiler üzerinden değil, aynı zamanda sınıfsal çelişkiler üzerinden yükselmek zorundadır. Bu anlamda, sosyalizmle güçlü bağlar kurmayan, kendini siyasal bağımsızlık ya da ulusal kurtuluşla sınırlı gören bir mücadele zayıftır, cılızdır ve giderek emperyalizmin yeniden ağlarına düşme potansiyelini taşır.
       Anlaşılacağı üzere, Avrupa'da ulusal sorun, önemli ölçüde burjuva demokratik devrimler döneminde çözülmüştür. Böyle de olsa bu kıtada hala gündemde olan kimi ulusal sorunlar vardır. Ulusal sorunların çözümü için her koşulda devrim gerekmez; ulusal sorun özünde burjuva devrimlerin sorunudur. Avrupa ülkelerinde yaşanan ulusal sorunlar bunun örneklerini ifade eder. Bu kıtada, 2000'li yıllarda, hala çözülmeyen ulusal sorunlar, konjoktürün de etkisiyle belirli çözüm rotalarına sokulmuş olsa da tamamen çözülmüş değillerdir. Örneğin, İspanya ve Fransa işgali altındaki Bask ülkesinde; Fransa işgali altındaki bölgeye dair ses çıkmazken, İspanya'da Katalan ve Bask bölgesi otonomi hakları tartışmaları içinde çözüme yakınlaşan bir eğilimsel süreç yaşamaktadır. Sonuçta merkezi devlet yapısı buradaki halkların özgür iradelerini tanıma konusunda engelleme ve oyalamalar üretmekte, hatta kimi zaman başka emperyalist güçlerin şu ya da bu düzeyde etkisine açık olmaktadır. İrlanda ve İskoçya'da da tartışmalar devam ediyor. Korsika adası, hala Fransa'nn sömürgesi. Romanya'da, Bulgaristan'da, Yunanistan'da azınlık haklarında gelişmeler var. Yugoslavya'nın parçalanmasından sonra halkların birbirine kırdırıldığı bu coğrafyada ulusal parçalara dayalı siyasal çözümler yaratıldı. Tüm bunlara bağlı olarak, Avrupa'da ulusal sorun önemli ölçüde çözülmüştür, halkların başta dil sorunu olmak üzere, demokratik birçok sorunu çözülmüştür.
       Ulusal sorunların kördüğüm olduğu coğrafya Asya, Afrika ve Latin Amerikadır. Yukarıda ifade ettik, bu coğrafyada sömürgecilik, yarı-sömürgecilik ve yeni-sömürgeciliğe karşı mücadele yüzyılık bir tarihsel deneye sahiptir. Emperyalizme bağımlı ülkelerin bir kısmında, özellikle yeni-sömürge ülkelerde bu sorun çözülmüş, ancak bu ülkelerde ulusal sorun olarak değil de emperyalizme karşı bağımsızlık sorunu olarak ortaya çıkmıştır. Böylece artık yüzünü sosyalizme dönmü olan bu ülkelerin gündeminde burjuva uluslaşması değil, proleter uluslaşma gündemdedir. Ama bu kıtalarda hala ulusal sorunu yaşayan ülke ve uluslar da vardır ve çözüm beklemektedir.
       Ulusal sorunların en çarpıcı biçimde yaşandığı alan Ortadoğudur. Ortadoğu'da, merkezini Filistin sorununun oluşturduğu İsrail-Arap-Filistin sorunu on yıllardır çözümsüz durumdadır. Kürt ulusal sorunu ise; adeta kangrene dönüşmüştür. Son yıllarda Irak Kürdistanı'ndaki özgün gelişmeleri bir yana bırakırsak, Arap devletleri, İran ve T.C.'nin izlediği baskıcı-yasakçı, inkarcı ve katliamcı tutumlar on yıllardır devam ettirilmektedir. Emperyalizmin güdümündeki Irak'ta Kürt halkı yeni koşullara kavuşmuş olsa da, bu emperyalizmin yeni-sömürgesi olarak yaşamaları, özgürlüğe uzak kalmaları gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Keza T.C.'de yaşayan Kürt Ulusu başta olmak üzere diğer azınlıklar da ulusal baskı altındadır; eşitsizlik, baskı, adaletsizlik başlı başına bir sistemdir. Bugün Ortadoğu'da iki ana sorun yakıcı biçimde halkların karşısındadır: Filistin ve Kürt sorunu. Halklarmzn olduğu kadar emperyalizm ve yerel sömürgeci güçlerin de bu soruna ilgisi bundandır.
       Gelinen aşamada ne Filistin sorunu ne de Kürt sorunu kaba bir inkar ve imha siyasetiyle çözülemiyor. Birçok siyasal aktörün rol oynadığı bu sorun, ya burjuva demokrasisi sınırları içinde çözülecek ya da bu ülkelerin işçi ve yoksulları önderliği eline alıp, sosyalizmi hedefleyecektir. Bu yöndeki her adım Ortadoğu'da yeni devrimlere, devrimci çemberin oluşmasına hizmet edecektir.
       Kürt halkının Ortadoğu'daki ulusal kurtuluş mücadelesi, yakın zamana kadar birçok toplumsal dengelerin ve uygulamaların değişmesine neden oldu. Kürt ulusu büyük bedeller ödeyerek, savaşarak kısmi kazanımlar elde etti. Ancak hala önemli haklardan yoksundur. Dahası sömürgeci oligarşi tarihsel dersler ışığında inceltilmiş tasfiye ve sömürgeciliği dayatmaktadır. Hala Kürt ulusunun önüne demokrasi adına ciddi bir şey konmamakta, tüm devrimci gelişim ve kazanımlar tasfiye edilmek istenmektedir. Ama artık mızrak çuvala sığmamaktadr, Kürt ulusunda ulusal bilinç ve politik deney güçlüdür. Devrim ve bağımsız-bileşik ülke hedefinden uzaklaşsa da mücadele devam etmektedir.
       Yeniden bu bölümün başında ifade etiğimiz Kürt sorununa dönersek, kördüğüm olmuş, inkar ve imha siyasetiyle sakatlanmış ve demokrasi sorununun en önemli unsuru olan bir sorun karşımızda durmaktadır. Türk burjuvazisi baştan emperyalizmin kucağında doğmuştur, demokratik hiçbir özelliğe sahip değildir. Nitekim yaklaşık yüzyılı bulan bu sorun başta olmak üzere, diğer ulusal toplukların, farklı inanç ve kültür sahiplerinin sorunları da çözümsüz kalmıştır. Sadece bu değil, işçi ve emekçilerin demokratik talepleri, hak ve özgürlükler sorunu da çözülmemiştir. Böylece, işçiler, Kürtler, Aleviler başta olmak üzere tüm ezilenler için demokrasi hayal olmuş, faşizm süreklileşmiştir; oligarşi için ise inkar ve imha siyasetinin oluşturduğu bir sistem devam etmektedir. Emperyalizm ve işbirlikçi oligarşiye dayanan bu sistemde güncel demokratik talepler yakıcıdır ve sosyalist taleplerle sıkı bağlar içindedir.
       Kürt ulusal sorunu, bugün, bu konuda insanlığın yakalamış olduğu düzey ve önemli birikimleri arkasına almak zorundadır. Ulusal sorunda, tartışma kabul etmeyecek biçimiyle ezilen-sömürge ulusların ulusal demokratik haklarına özgürce sahip olması ve haklarını kullanabilmeleri çözüm noktasıdır. Ulusal sorunların çözüm düzeyi Ulusların Kaderlerini Kendilerinin Tayin Hakkı (UKKTH) ilkesi ve anlayışıdır. Dünyanın neresinde olursa olsun, Kürt sorunu dahil tüm ulusal demokratik sorunların çözümünde ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesi anahtar konumdadır. Bu ilke, ezilen, sömürge ulusun bağımsız devlet kurma hakkını içerir ve bu hak güvence altına alınmadan, ne ulusal sorunlar çözülür ne de ulusal demokratik haklar güvence altına alınır. Bu hak, yani UKKTH güvence altına alınarak, ezen ve ezilen ulus arasında eşit ve özgür ilişki kurulabilir. Böyle bir ilişki içinde ezilen ulus, ulusal demokratik haklarını, anadilde eğitim, kendi kültürünü geliştirme vb hakkını özgürce yaşayabilir. Ezilen ulus, Kürt ulusu, bu ilke gereği, aynı zamanda, kendi siyasal iradesini oluşturmak, istediği gibi örgütlenmek hakkına da sahiptir. Bu açıdan, sömürge bir halkın bağımsız örgütlenmesi ve bu yönde açığa çıkan iradesini görmeden, ortak örgütlenme adına ezilen ulusun iradesini temsil iddiası ve her şeyi ezen ulus proletaryası ekseninde ele almak sosyal ovenizmdir. Ezen ulus devrimcilerine düşen görev, ulusal sorunu sosyalizmin çıkarlarına bağlı ele almak, ulusların kendi kaderini tayin hakkını hiçbir koşula bağlamadan savunmak, ezilen/sömürge ulusun ortaya çıkan politik iradesini dikkate almak, ideolojik ve politik bir dizi eleştiriye rağmen, Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını, ezilen ulusal toplulukların demokratik haklarını savunmak ve bu yönde ortaya çıkan irade ve kazanıma destek sunmaktır. Ulusal baskı, eşitsizlikler ve zora dayalı dayatmalar kabul edilemez.
       Devrimci sosyalizm, bu temel anlayış ile ezilen halkların yanında yerini alır ve Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını, ulusal toplulukların demokratik haklarını ve bu temeldeki mücadelelerini destekler. Bugün mücadele birlikteliklerinde, yarınlara dönük olarak da Devrimci Sosyalizm projelerinde; Ortadoğu Halklarının birlik olmalarını, halkların kardeşliğini yaratmalarını, tarihsel siyasal anlamıyla savunuyoruz. Ezilen halkların gönüllü birliktelik temelinde, demokratik ve sosyalist bir toplumsal sistemde bir arada yaşamalarını çok önemsiyoruz. Emperyalizm ve onların işbirlikçileri olan yerel egemenlerin dayattığı baskı, sömürü, eşitsizlikler ve adaletsizlikler karşısında, bu yaklaşımın geçerli ve doğru olduğuna inanıyoruz.
       Bu anlamda Kürt ulusunun ulusal demokratik hakları, onların siyasal iradelerinden bağımsız ele alınamaz. Oligarşi, bugün bir yandan Kürt var demek zorunda kalırken, diğer yandan Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını görmezlikten gelmesi ve Kürt ulusunun kendi iradesini yok sayması, asimilasyonu dayatması tesadüf değildir. Politik irade olmadan, hiçbir hak kalıcı olamaz. Bu açıdan oligarşi devasa bir sorun olan Kürt sorununun burjuva sınırlar içinde çözümünde bile; Kürt ulusunun politik iradesini tanımak zorundadır.
       Bugün demokratik özerklik projesi, burjuva çözüm için, birlikte yaşama projesidir. Bu anlamda demokrasi mücadelesinde önemli bir projedir ve yurtsever hareketin bağımsız-birleşik ülke hedefini bir yana atıp, UKKTH vazgeçtiğinden bu yana, yani İmralı sürecinden bu yana en ciddi demokrasi projesidir. Kürt ulusu, bu temelde, kapitalizm sınırlarını aşmadan demokratik haklarını kullanabilir; bu bir siyasal tercihtir, bu tercih geri ve sosyalizmden uzak olsa da bize düşen eletirsek de bu tercihe saygı göstermektir. Bununla sıkı ilişki içinde ana dilde eğitim bir haktır ve her koşulda bu hakkı Kürtler ve diğer ulusal topluluklar kullanmalıdır.

       Anadilin Toplumsal İşlevleri Ve
       Anadil Hakları

       Anadil ve bu konuyla ilgili sorunlar, toplumsal sistem ve devletin siyasal niteliği ile dolaysız bağlantılıdır. Sınıfların, ulusların ve ulusal toplulukların birbirleriyle ilişkileri ve çelişkileri, bu temelde kurulan egemenlik biçimi önemli ölçüde sistem ve devletin niteliğine bağlı biçimlenmektedir. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, bu ilişki biçimi, Kürt ulusu için, baştan bu yana, daha uluslaşma sürecinin başında, Osmanlı dönemini bir yana bırakırsak, Kemalizm ve onun sürdürücüsü oligarik faşizm tarafından sakatlanmıştır. Bu anlamda, bu konuda, anadilde eğitim başta olmak üzere demokratik haklarda karşımızda duran tablo, bu tarihsellik içinde ulusal varlığı inkar, baskı ve imha, asimilasyon ve kültürel değerleri bozmadır. Bu noktada, Kürt ulusunun ve dier ulusal ve dinsel topluluklarn tüm ulusal ve demokratik talepleri ve bu talepler için mücadele haktır, meşrudur.
       Anadil konusu ve sorunları; tek başına akademik bir dil tartışması olayı değildir. Coğrafyamızda yaşayan Kürt ulusu ve diğer azınlık halklarının yaşadıkları toplumsal koşullarla, kullandıkları veya kullanamadıkları ulusal ve demokratik haklarıyla, onların talepleri ve mücadeleleriyle ve elbette tarihsel boyutlarıyla da ilişkilidir. Anadil olgusunun kapsamlı toplumsal boyutları bulunuyor.
       Genel anlamıyla dil, anadil ve anadilde eğitim sorunları, toplumsal yaşamda öne çıkan tarihsel, sosyolojik, psikolojik, antropolojik ve siyasal boyutlarıyla birlikte ele alındıkça daha iyi anlaşılabilir. Bu bütünlüklü yaklaşımı kaybetmemeye çalışarak, olgunun gündelik yaşamla ilişkisini kurarken konuyla ilgili ufkumuzu genişletmek de mümkün olacaktır.
       Sözlük anlamıyla "dil, insanların düşündüklerini, duyduklarını anlatmak için kullandıkları ses ve yazı işaretli dizgedir" gibi bir tanımlamann yanı sıra; "Okuma, dinleme, izleme, konuşma ve yazma unsurlarının birleştiği ses dizgesi ve sembollerdir." şeklinde de dil tanımlaması yapılmaktadır.
       Buradan hareketle anadil şöyle tanımlanabilir; bireyin doğumundan hemen sonra karşılaşarak doğal aile ortamında öğrendiği, aile ve ailenin içinde yer aldığı toplumsal grupla (ulus gibi) birlikte kullandığı temel düşünme, ifade ve iletişim aracıdır. Anadil, etnisite boyutuyla da ulusal-toplumsal grup aidiyeti belirtir.
       Eğitim bilimcileri, dili değişik insani yetenekler ile birlikte tanımlamaktadır. Dinleme, konuşma, okuma, yazma biçiminde ifade edilen yönleriyle dilin insana sağladığı temel yetenekler söz konusudur.
       Bu anlamda eklemek istiyoruz. İnsan beyninin düşünme dili, elbette öncelikle insanın anadilidir.
       Yaşayan diller, insan topluluklarının yüzyıllara dayanan yaşamlarından süzülerek gelen canlı, üretken insani-sosyal olgulardır. Bir dile sahip olarak varlıklarını sürdüren topluluklar, süreçlerinde siyasal-sosyal nitelikler de taşıyarak tarihsel evrimlerini yaşamışlardır. Basit aile topluluğu, kabile, aşiret veya ulus olarak, ya da ulus örgütlülüğünün de ilerisine geçebilen toplumsallıklar halindeki yaşamda; dilin temelde insan gruplarını birleştiren ve/veya ayrıştıran işlevleri olmuştur. Olmaya da devam etmektedir.
       Dil, insanın varlığı ve ürettikleriyle beraber sınırsız işlevlere sahiptir. Dilin işlevsel zenginliğine sınır koymak çok zordur.
       Açık olan bir gerçeklik vardır; dil temel iletişim ve anlaşma aracıdır. İnsanın bireysel ve toplumsal üretimlerinin düzenlenmesinde, ilişkilerin yürütülmesinde ve geliştirilmesinde, üretilen tüm değerlerin sonraki kuşaklara aktarılmasında temel bir araçtır.
       Buradan çok önemli bir noktaya gelelim. Hem bireysel ve hem de toplumsal olarak; kişiliklerin oluşmasında dilin çok önemli işlevi olduğu söylenmelidir. Bireyin insan olduğunu algılayarak, özgür yaşamını sürdürmesi çabasında, toplumsallaşmasında ve toplumun kendini yenileyerek sürekli kılmasında özellikle anadil, çok işlevliliğe sahiptir.
       Tarihsel, toplumsal, dinsel, siyasal, psikolojik, ekonomik ve coğrafi etkenlerin zenginleştirdiği kültürel birikimler ve özgürlükler dilde kendisini bulur. Dil ortak duyguyu, düşünceyi, sevinci, hüznü geçmişten geleceğe taşıyan bir araçtır. Toplumun ortak bir ürünüdür, toplumun kendini yeniden ürettiği ortak payda alanlarından biridir. Her yenilenmede toplum daha da güçlenerek yoluna devam eder.
       Birçok toplumsal etkinlik yanında eğitim, daha farklı bir işlevle toplumsal yaşamımızda yer alır. Kısaca denilebilir ki eğitim, bir süreçler toplamıdır. Toplumsal yaşamın her alanında sürekli olarak eğitimle-öğrenmeyle iç içeyiz. Dolayısıyla anadilin önem ve işlevi kendisini burada da gösterir. Anadille gerçekleştirilmeyen eğitim ve süreçleri, özellikle ilköğretim süreci çok sorunludur.
       Çalışma ve yaşama alanlarında düşüncelerimizin ifade edilmesinde, iletişim sağlanmasında, davranışlarımızın gerçekleştirilmesinde temel araç olarak dil kullanılır. Bu tartışmasız anadildir, ulusal/ülkesel ortak dildir veya iletişim dilidir. İnsanlar ve toplumlar bir dil ile yaşar, kendini ifade eder, ilerilere taşırlar. Toplumsal üretim ve paylaşımla, eğitimle de süreklilik sağlar. Her insan ve toplum; bir anadil kullanır, bir anadilde eğitim görür, anadiliyle düşünür, özgürlüğünü anadiliyle yaşar ve hisseder. Anadiliyle veya ikinci bir dille özgürce iletişim kurduğunda mutlu olur. Demokratik ve yasal güvenceler altında olan çok dillilik ve çok kültürlülük boyutu ise, insanın ve toplumun özgür gelişiminde ileri bir düzey anlamındadır.
       "Dil baskı altında olmadan, özgürce kullanılır ve zenginleştirilir ise toplum o kadar derin ve güçlü bir kültüre sahip olur" ifadesi gerçekten de herkesin katılacağı bir belirlemedir. Aynı şekilde, kişinin dilini kullanması ne kadar engellenir ve zayıflatılırsa, kişi o kadar ufuksuz olur ve dar sınırlarda kalır. Bu durum toplum için de geçerlidir. "Toplumu yok etmek için dilini yok etmek gerekir." belirlemesi de doğrudur.
       Dil, insanın insanlaşma sürecinde en temel noktaya oturur. Aynı zamanda bu süreçlerin bütün birikimlerini taşır. Dil, insanın yarattığı binlerce yıllık birikimin sonucudur. Bütün kültürel değerlerin biriktiği ve yeniden üretildiği dinamik bir alandır.
       Toplum, insan, dil üçgenindeki ilişki, iletişim ve etkileşim çok sıkıdır. Dil, toplumların en eski tarihinden bu yana beraberinde getirdiği bütün kültürel birikimlerini yansıtır. Bu nedenle dil, kültür ve tarihle birlikte toplumu ayakta tutan yapı taşlarından biridir.
       Sözünü ettiğimiz bu nesnellikler, örnekleriyle ve daha zengin anlatımlarıyla genişletilebilir. Burada dikkat çekmek istediğimiz şudur; Anadile sahip olma ve anadili kullanma, anadil ile özgür gelişim sağlanabileceği gerçeklii ışığında anadille ilgili haklar; insani, siyasi ve toplumsal hak olarak, insanlık birikimi olarak evrenselleşmiştir.
       Ancak, çok uluslu coğrafyada bir anadil baskı ve yasaklarla sıkıştırılıp baskılanmışsa; orada temel insani hak sorunu, siyasal baskı, ulusal baskı ve inkar olayı var demektir. Böyle olduğu içindir ki, burjuva demokratik devrimler süreci ve sosyalizm tarafından çözülen, ulusal ve uluslararası sözleşmelere bile giren bu hak, temel bir haktır.

       Anadil Üzerindeki Baskı Ve Yasaklar
       Anadil üzerindeki baskı ve yasakları içeren politika ve uygulamaların tarihsel, toplumsal ve siyasal nedenleri vardır. Ezen ulusun ve devletinin ezilen ulusu sömürgecilik ilişkilerine mahkum etmesi, bu temelde hegemonik ilişkiler kurma politikası ve dayatmaları en önemli unsurdur. Ezen ulusun egemen sınıflarının milliyetçilik temelindeki hegemonik ilişkileri, bu temelde oluşan ideolojik ve kültürel kalıplar, ezilen ulus üzerinde bir çok alanda hakimiyet kurma ve sonuçta sömürgecilik ilişkilerinin üretilmesi sorunun asıl kaynağıdır. Emperyalist-kapitalist sömürgecilik politikaları ve aynı şekilde çok uluslu ülkelerde ezen ulus hakimiyetine hizmet eden politikalar; ezilen sömürge ülkenin kültürel değerlerini ve yapısını hedef alır. Anadil üzerindeki baskı ve yaptırımlar da bu kapsamda gündemleşir. Anadili inkar ve imha etme yönelimi uç bir örnek olsa da yaşanmıştır, yaşanmaya da devam etmektedir.
       Toplumsal sistemlerin gelişimine, örneğin kapitalizm evrimine bağlı olarak, diller de evrim yaşamıştır. Toplumsal üretim ilişkilerindeki gelişmişlik düzeyi dilde de kendisini gösterir. Bilinen bir gerçek de şudur ki, iktidarda olan diller gelişmiş, eşitsiz biçimde geliştirilmiş ve diğerlerini baskı altına almıştır. Bu durum, ulusal veya sınıfsal egemenlik biçimleriyle yakından bağlantılıdır. Bazı dillerin yok olması, bazılarının gelişiminin baskı altında tutulması, bazı dillerin de uluslararası kapsamda gelişkinlik ve etkinliğe ulaşmasndan söz edilebilir. Araştırmalara göre 7.000'e yakın dünya dili vardır. Kaybolmaya yakın olanı, baskı altında tutulan, yasaklanan, egemen olanı gibi değişik çeşitleriyle bu diller kullanımdadırlar.
       Kapitalist sömürgecilik, önce açık fetih biçimde ortaya çıktı; 15. yüzyıldan bu yana, özellikle son iki yüz yıllık insanlık tarihinde emperyalist sömürgecilik, ulusal dinamikleri köreltti, kendine benzetti ve sömürgecilik, yarı-sömürgecilik ve yeni-sömürgecilik olarak kendini dayattı. Ezen ulus burjuvazisinin pazar kavgası, ezilen-sömürge halklar üzerinde ulusal baskı politikalarını ekonomik, sosyal, siyasal, militarist, kültürel ve psikolojik açılardan uygulamalarına yol açmıştır. Ezilen ulus ve halklar için ulusal demokratik haklarının gasp edilmesi, anadilin yasaklanması ve baskılanması bunların başında gelir. Politikalar ve uygulamalar özde aynı olsa da, her ezen-ezilen ulus ilişkisinde, somut tarihsel koşullara ve bunlarn evrimine bağlı olarak özgün süreçler yaşanır.
       Türkiye burjuvazisi, baştan bu yana iç dinamiklerinden yoksun, emperyalizme bağımlı, başka halklara karşı ırkçı ve şovenist doğdu. Osmanlının talancı, baskıcı, siyasette pragmatist, yalan ve ikiyüzlü karakteri tümden Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna yansıdı. Kuruluş aşamasında, örneğin Amasya bildirgesinde, Sivas ve Erzurum kongrelerinde, Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarının tanınması yönünde eğilimler olsa da, burjuvazi iktidarı ele alır almaz, Kürt ulusunun varlığını ve ulusal-demokratik hakların tümden reddetti, koyu bir baskı siyaseti izledi. Buna yönelik ulusal tepkiler ise bastırıldı. Kürt corafyas açık işgal altındadır, artık Kürt yoktur ve ekonomik ve siyasal ilhak gerçekleşmiştir. Kürt ulusunun varlığı ve tüm hakları yok sayılmış, Kürt corafyas sömürgeleştirilmiştir. Bu süreçte, örneğin Kürtçe, TC devletinin kuruluşuyla birlikte resmen yasaklanmış, Kürt dilini konuşanlara yönelik ceza uygulamaları yaşanmıştır. Yazılı ve işitsel yayınlar yasaklanmış, asimilasyon için bölge yatılı okullar yaygınlaştırılmış, Kürt çocuklar anadilde eğitimden yoksun bırakılarak, eğitimlerini zorla Türkçe almışlardır.
       Hiç şüphesiz buna karşı mücadele de söz konusudur. 1925-40 döneminde irili ufaklı bir dizi başkaldırı, feodal sınıfların önderliğinde olsa da, ulusal bütünlükten yoksun olsa da önemlidir. Emperyalizmin kışkırtması, feodal gericilik ve medeniyet götürme gerekçeleriyle Kürt ulusunun demokratik talepleri bu süreçte bastırılmıştır. Hemen belirtelim, bu süreçte, TKP ve 3. Enternasyonal doğru bir yerde durmamış, Kemalizmi anti-emperyalist değerlendirerek, özünde Avrupa merkezci ilerlemeci bakışla sosyal şoven bir yaklaşımı temsil etmişlerdir. Kürtlerin demokrasi adına burjuva politikasının peşine takıldığı süreçlere ilk aykırı sesler 1960 sonrası uç vermiştir. Türkiye devrimci hareketiyle iç içe, hatta aynı örgütlenme içinde ilk uyanış, sadece sömürgeciliğe karşı değil, onun anadildeki uygulaması olan yasakç asimilasyona karşı da bir başkaldırı olarak filiz vermiştir.
       Ama asıl önemli sıçrama, Türkiye devrimiyle iç içe 1970 sonrası ortaya çıkmıştır. Bu süreç aynı zamanda Kürt devrimcilerin ayrı örgütlenme iradesinin de biçim aldığı süreçtir. Tarihte, Kürt ulusu adına ilk kez modern bir ulusal kurtuluş savaşı bu süreçte mayalanmış ve 1984 atılımı Kürt ulusal kurtuluşun miladı olmuştur. Bu savaş, haklı ve meşrudur; bir dizi ara aşamadan geçerek, bir dizi kazanım yaratarak günümüze evrilmiştir. Bugün Kürt ulusu ister sömürgeciler tarafından kabul edilsin ister edilmesin bir dizi kazanımını fiilen yaşıyor, ulusal bilinç geriye dönülmez bir aşamaya taşınmış ve örneğin demokratik özerklik projesini somut yaşamda uygulamaya geçebilecek düzeye ulaşmıştır.
       Bugün anadil üzerindeki baskı ve yasaklar büyük ölçüde ilevsiz hale gelmi, gerilemiştir. Ancak başta anadilde eğitim olmak üzere anadil üzerinde uygulanan yasak ve baskılar son bulmamış, dahası bu haklar anayasal, yasal güvence ve koruma altına alınmamıştır. Kürt dili yurtsever hareketin örgütlü tavrıyla, özellikle Kürt corafyasnn bazı bölgelerinde sosyal yaşamda adeta iki dilli yaşam biçiminde ortaya çıkarken, Kürtçe anadilinde eğitim alma hakkı kullanılamamaktadır. Yasaktır. Dahası sözde demokratik açılım bu noktada tükenmekte, iki dilli eğitim ve anadilde eğitim hakkının inkarı sömürgeci oligarşinin kırmızı çizgisi olmaktadır. Bazı azınlık (Rum, Ermeni, Yahudi) dillerinin Lozan anlaşmasıyla kısmi güvenceleri vardır; ama Kürtlerin böyle bir güvencesi yoktur. 2000 yılından sonra Türkçe dışında dillerde yazılı, işitsel ve görsel yayınlar ortaya çıkmış, baskılar ve yasaklar kısmen gevşemiştir. Ama halkların ihtiyacından uzak, burjuva demokrasinin sınırlarına bile varılmamıştır.
       Anadil üzerindeki baskı ve yasaklar, bireyleri, halkı ve toplumsal yaşamı nasıl etkilemektedir? Bunlara kısaca değinmekte fayda vardır.

       Anadilini Özgürce Yaşayamayan Toplum
       Özgür Olamaz

       Uluslaşma sürecinde, ulusal dilin kullanımı ve özellikle anadilin yazılı olarak kullanımı ve anadilde eğitim çok önemli bir yer tutar. Toplumun yazılı iletişiminin ve üretimlerinin engellemesi, onun gelişimine vurulan ciddi bir darbedir. Hem dil gelişim göstermez, hem de örneğin edebiyat ve sanatsal-kültürel üretim kısırlaşır. Dolayısıyla kuşaktan kuşağa geçen toplumsal bilinç ve evrimi de geri kalacaktır. Uluslaşma süreçlerinde anadil üzerindeki yasaklar ve baskılar bu uygulamanın olduğu halkın gelişimini engellemekte, ciddi toplumsal sorunlara kaynaklık etmektedir. Hatta ısrarla devam ettirildiğinde ulusal asimilasyon yaratarak, ulus varlığını tehdit edebilmektedir.
Belirtilen düşünme, dinleme, konuşma, okuma ve yazma gibi temel insani yetenekler, anadille birlikte, anadilde eğitimle gerçek işlevsel anlamına kavuşmaktadır. Bu yeteneklerin baskılandığı, yasaklandığı ve cezalandırıldığı ortamlarda bireyin, toplumsal grubun, halkın nasıl zor koşullarda yaşadığı da anlaşılır olmaktadır.
       Bir insana, bir ulusal topluluğa, bir halka dil yasağı koyulduğunda ne olur? Orada insanlar nasıl iletişim kurabilir ve sosyalleşme nasıl sağlanabilir? Toplumsal üretim ve paylaşım nasıl gerçekleşebilir? Kültürel değerler kuşaktan kuşağa nasıl aktarılabilir? Özgür düşünme ve ifade ediş anadille gerçekleştiğinden, bu özgürlüğün baskılanması sonucu orada insanlıktan, demokratik hak ve özgürlüklerin varlığından söz edilebilir mi? Benzeri bir dizi soruya olumlu yanıt vermek mümkün değildir.
       Anadilin özellikle anadilde eğitimin kullanılmaması gibi bir eksiklik, insanlarda kendini çok açık gösteren sosyal, kültürel, psikolojik sorunları körükler. Hele baskı ve yasakların, eşitsizliklerin ve zora dayalı asimilasyonun varlığı açıktan ve uzun yıllara dayanıyorsa, orada birikmiş ve kuşaktan kuşağa aktarılan kapsamlı siyasal sorun var demektir. Buna bağlı olarak toplumsal yaşam tarzında da ciddi yapısal sorunlar var demektir.
       Biraz önce belirttik. Anadil üzerindeki baskı ve yasaklar siyasaldır. Ezen ulus milliyetçiliğinin, ırkçılığının dahası faşizmin baskıcı, yok edici mantığından kaynaklanır. Emperyalizm ve sömürgecilik bunu üretir. Buna karşılık, ulusal kurtuluş, demokrasi ve sosyalizm mücadeleleri ise bu alandaki baskıları, yasakları geriye atmış, sömürgeci sistemler demokratik uygulamalara zorlanmıştır. Bu halkların mücadelesiyle sağlanan tarihsel bir gelişme ve kazanımdır.
       Sosyolojik, psikolojik araştırma ve incelemeler gösteriyor ki, anadil üzerindeki baskılar ve anadili kullanamama, değişik sorunlara yol açmakta, kişilik ve toplumsal kimlik karmaşasına ve sosyal sarsıntılara neden olmaktadır. Bu durum başlı başına insan bütünlüğünün bozulma kaynağıdır. Birey anlamında olsun, toplumsal anlamda olsun, açtığı yaralar ve yaptığı tahribatlar derindir. Dilin zayıflığı, geriliği, eksikliği; insanlarda ve toplum yaşamında ciddi sorunlar yaratır. Birey ve toplum ilişkilerinde anlaşmazlıklara, uyumsuzluklara, düşünce ve davranış bozukluklarına yol açar.
       Dilini özgürce konuşamayan insanlarda ötekiler tarafından aşağılandığını görme duygusu, başlı başına sosyal-psikolojik çöküş nedenidir. İnsanın tüm duygu ve düşüncelerini altüst eder. İnsanlardan ve toplumdan kaçış sebebidir. İnsanı içe dönük yapar, toplumsal yaşama küsmesini getirir. Bu yasak ve baskılanma altındaki insanların ilişkileri toplumsallıktan uzak, alış-verişleri de sağlıklı değildir, yaşam dengeleri de bozuktur.
       Dayatılan resmi dil iyi kullanılamadığı için, kullanım hataları ve anlam bozuklukları da içerdiğinden, milliyetçiliğin, şovenizmin baskın olduğu sosyal ilişkilerde aşağılanma boyutunun artmasına neden olur. Hele ki bu durum alay konusu edildiğinde insandaki tahribatı ve buna bağlı sosyalleşmeden kaçışı artırır ki birey ve halk toplulukları anlamında, Türkiye'de yoğunlukla yaşanan da budur
       Dillerin ve halkların aşağılanması kabul edilemez bir durumdur.
       Anadilde eğitim alamayan bireylerin, dayatılan ikinci dilde aldığı eğitimle başarılı olması çok zordur. Örnek olarak, Kürt halkının yaşadığı alanlarda, asimilasyon dili Türkçe ile verilen eğitimin düzeyi çok geridir. Bununla karşılaşan çocuklar; toplumsal ilişkilerinde uyumsuzluklar, ezginlik ve baskılanmış kişilikler gibi olumsuzlukları yaşamaktadır. Dolayısıyla anadilini yeterince öğrenemeyen, ikinci dilde eğitimi de sağlıklı alamayan öğrenciler, eğitim ve öğrenimde başarısızm gibi görünür, sınavlarda başarılı olması da beklenemez. Yaşama ve çalışma alanlarındaki tüm ilişkiler sorunludur, baskılanma altındadır. Tam bir aldatmaca halinde ve dayanılmaz tahribatlarıyla toplumsal yaşam zulme dönüşerek devam eder. Devlet dairelerinde, hastanelerde, sokakta, alışverişte, işyerinde, kısacası hayatın her alanında ve anında gündelik yaşamda ezilen ulusun insanları hak etmedikleri baskılar altındadır.
       Toplumsal iletişimini ana dilinde yapamayan; kültürünü, sanatsal üretimlerini, bilimsel aktarımlarını, toplumsal paylaşımlarını ana dilinde yapamayan, yasak ve baskılarla yaşayan halkın yaşadığı zulmü ve işkenceyi anlamak çok zor olmasa gerek. Bunlara kimin, hangi gerekçeyle, nasıl bir hakkı olabilir ki?
       Buna hiç kimsenin ve hiçbir nedenle, hakkı yoktur ve olamaz! Yapılanlar ve yaşatılanlar insanlık ayıbıdır, ezen egemen sınıfların, oligarşinin ve onların sınıfsal-ulusal değerlerinin, insanlıktan çıkmış hallerinin verisidir. Tavrımız bunlaradır.
       Bir gerçeği kısaca ifade etmek istiyoruz.
       Bu coğrafyada Kürt halkının dili yasaklanmış, anadilini öğrenmesi ve anadilde eğitim alması engellenmiş, yasaklanmıştır. Zorla başkalaştırılmak istenmiştir, Türkleştirilmek istenmiştir. Sadece Kürt halkı değil, Lazlar, Çerkezler, Gürcüler, Boşnaklar, Araplar, Romanlar, Arnavutlar Ermeniler, Rumlar gibi halklar da değişik baskı ve uygulamalarla karşı karşıyadır. Bu durum ezen ulus politikalarının ısrarlı, anti-demokratik, baskıcı karakterinden kaynaklanmaktadır.
       Son dönemde değişik dillerde başlatılan TV yayınları ve dil kursları serbestliği konularında gelişmeler yaşanmaktadır. Yapılanlara ve içeriklerine bakıldığında baskıcı ve asimilasyoncu davranıldığı, dillere eşit davranılmadığı, hakların kullandırılmadığı, baskıların devam ettirildiği görülecektir. Son dönemde açılım politikaları kapsamında Kürtçeye yabancı dil statüsünde kurs dili olması izni verilmesi, üniversitede bölüm açılması girişimleri de demokratiklik kırıntıları olarak ve olgunun içeriği saptırılarak gündeme gelmektedir. Örneğin bunlar bile demokratik-hukuki bir statü anlamında anayasal güvence altına alınmamaktadır. Anadilde eğitim hakkı sağlanmamaktadır.
       Sonuçta; Türkçe zorunlu ve tek resmi dildir. Ancak çok uluslu toplumsal yapıda, birden fazla dilin konuşulduğu gerçeklikte, resmi zorunlu dil varlığı; başlı başına anti-demokratik, baskıcı politikanın göstergesidir. Çok dilli toplumsal ortamda zorunlu ve tek resmi dil olmaz. Birçok ülkede, burjuva demokrasisinin şu ya da bu biçimde kurumsallaştığı ülkelerde, sosyalizmin kazanımlarında böylesi bir zorlama, dayatma yoktur. Çok dilli toplumsal koşullarda resmi dil sayısı da fazladır. Nüfus dağılımına bağlı olarak dil bölgeleri uygulamaları vardır.
       Ulus ve ulusal topluluğun dilleri üzerindeki baskı ve yasaklar, demokrasinin inkarı üzerinde yükselen faşizmin baskıcı ve zora dayalı, asimilasyoncu karakterinin ürünüdür. Emperyalizm bu ülkede varlığını sürdürdükçe, faşizm, emperyalizm ve tekelci sermayeye dayanarak halklar üzerinde baskısını devam ettirdikçe ne özgür bir ülke ne de halk için demokrasi söz konusu olabilir. Başta anadilde eğitim hakkı olmak üzere demokratik talepler günlük yaşamda somutlaşmadan burjuva anlamda demokrasi bile kurulamaz. Özgür Kürt corafyas ile özgür Türkiye arasında kopmaz bağ vardır; eşit ve özgür ilişkiler temelinde kurulan bir ilişki, sadece Kürt dilinin özgürlüğünü sağlamayacak, dillerin özgürlüğüne katkı sunacaktır. Sosyalizm, tüm demokratik hakların güvence altına alındığı, burjuva demokrasisinden kat ve kat demokratik bir toplumdur.
       Yeniden özet bir vurgu yaparsak;
       Anadil üzerinde baskılar ve yasaklar, halklar arasında eşit ve özgür ilişkileri yok eder, kardeşlik değil düşmanlık üretir. Toplumsal yaşamda ve kültürel dokuda tahribat yaratır.
       Anadili yasaklanan bir halk, kendisine ve daha önemlisi insanlığına yabancılaşır. Kültürel üretimlerini sağlıklı yapamaz. Kendisini geliştirerek yeniden üretme yeteneği zayıflar.
       Baskılar ve yasaklar sonucu özgürce anadilini kullanamayan bireylerin ve toplumun ruh sağlığı bozulur. Bireylerde ve toplumda kişilik bozuklukları artar.
       Anadile baskı ve yasaklar sadece dilin değil, halkın yok oluşuna da yol açar.
       Anadil üzerindeki yasak ve baskılar, bir halka karşı yapılan saygısızlık, onun yaşama hakkına yapılan saldırıdır.
       Nerede ezilen halka yönelik ulusal baskı ve yasaklar varsa, orada ezilen halkın varlığına kastediş vardır. Buna karşı başkaldırmak, hak arayışı kavgasına tutuşmak ise haklıdır, meşrudur. Direniş, özgürleştirir; direniş ve mücadele anadilin özgürlüğü için ilk adımdır.

       Anadilde Eğitim; Özgür-Demokratik
       Toplumun Olmazsa Olmazlarındandır.

       Konu tartışılmaz biçimiyle siyasal bir içeriğe sahiptir. Yani demokrasi açısından ulusların varlığı ve demokratik haklarını özgürce yaamalar olmazsa olmazdır. Eğer uluslar eşit ve eit hakları varsa orada demokrasinin varlığından söz edilebilir; bunun tersi söz konusuysa, orada burjuva anlamda bile demokrasi yok demektir.
       Türkiye toplumu, burjuva demokrasisini hiç yaşamamıştır. Baştan bu yana demokratik gelenek, kültür ve kurumlaşmadan yoksundur; kimi demokratik kurumlar sözde var olsa da, bu faşizmi gizleme işlevi görmektedir. Bu anlamda, anti-emperyalist anti-oligarşik halk devrimi, sadece bu ülkede emperyalizmin varlığına son verip, bu topraklardan emperyalizmi söküp atmakla kalmayacak, aynı zamanda başta Kürt sorunu olmak üzere tüm demokratik sorunları çözecek, halk için demokrasiyi inşa edecektir.
       Kürt ulusunun özgürlüğü için, Ulusların Kaderlerini Kendilerinin Tayin Hakkı (UKKTH) ilkesel bir tutumdur. UKKTH, kangrene dönüşmüş, emperyalizm ve oligarşinin çözüm gücü olmayacağı yaşanan yüz yılık deneyle açığa çıkmış, tam tersine emperyalizm ve oligarşinin istismar ederek denişleştirdiği bu sorunun çözümünde anahtar konumdadır. Bu temel çözücü bir anlayıştır. Bu olmaksızın, yani sömürge bir ulus olan Kürt ulusunun bağımsız devlet kurma hakkı dahil tüm siyasal hakların tanınması olmadan; sadece kültürel hakların (resmi dil olsun-olmasın anadil kullanımı, sanatsal-kültürel faaliyetlere serbestlik vb.) tanınması bir ileri adım olabilir ama sorunu çözemez. Sorunun kökten ve kalıcı çözümü Kürt ulusunun kendi kaderini eline alması ve bu hakkın güvence altına alınmasından geçmektedir.
       Bu ilkenin içeriğine uygun olarak, anadilin kabulü, anadilde eğitim hakkınn yasal güvenceye kavuşması zorunludur. Burjuva anlamda demokrasi için bu ilk adımlardan biridir; bunun olmadığı yerde burjuva demokrasisinden söz edilemez.
       Ayrıca ilkesel bir yaklaşım olarak: uluslar ve diller arasında ayrımcılık yapılması, baskı altına alınması, eşitsizlik, asimilasyon politikası kabul edilemez. Ulus ve halkların eşitliği ve kardeşliği dillerin özgürlüğünden, bu hakkın savunulmasından, bu hakkın yasal güvence altına alınmasından geçmektedir. Halklar gibi dillerde eşit ve özgür olursa gelişir, serpilir, bir zenginlik olarak halklarının önünü açar. Başkasını ezen ulus özgür olamaz; Kürt ulusu üzerinde inkar ve imha politikaları, aynı zamanda Türkiye işçi ve emekçileri için baskı ve zülüm demektir. Nitekim faşizm, sadece Kürt ulusunun ulusal-demokratik haklarını yok saymıyor, başka ulusal topluluk ve inanç sahipleri üzerinde baskı kurmuyor, Türkiye emekçileri için de hak ve özgürlükleri yok ediyor, yok sayıyor.
       O halde, ezen ulusun egemen sınıflarına karşı, faşizme karşı, demokrasi savaşının, tek değil ama en önemli ayağı, Kürt ulusunun varlığı ve haklarını savunmak, bu temelde talepler için mücadele etmektir. Kürt ulusunun haklı ulusal demokratik talepleri ile emekçi sınıfların demokratik talepleri arasından kopmaz bir bağ vardır; bu bağ doğru kurulduğu ölçüde, yüz yılara dayanan haksızlık, önyargı ortadan kalkmakla kalmayacak, aynı zamanda, demokrasi mücadelesi doğru rotada yürüyecek, devrim ve sosyalizm savaşı güçlenecektir.
       Bu bağlamda, anadilde eğitim hakkı, söylemde ve toplumsal yaşamda gerçeklik kazanmalıdır. Kürtçe ve diğer ulusal toplulukların kendi dillerinde eğitim almalar haktır ve diller arasında eşitlik sağlanmalıdır. Bu demokratik talepleri savunmak, bu talep için mücadele etmek meşrudur.
       Önemli bir noktaya da dikkat çekmek gerekiyor. Anadilde eğitim hakkı konusunda bu yaklaşımı savunurken; eğitim sisteminde, eğitim-öğretim müfredatında ulusal-milliyetçi, şovenist, ırkçı değerlerin değil; bilimsel, demokratik ve özgür eğitimin temel alınması, bu taleplerle bütünlük sağlanması zorunludur. Ayrıca, Kürt ulusu ve diğer ulusal toplulukların kültürlerin gelişmesi, kendi sanat, edebiyat, tarihlerinin demokratik bir mecrada gelişmesi için anadilde eğitim zorunludur. Böylesi bir bütünlükle anadilde eğitim hakkı anlamlıdır.

       Anlayışımız ve Tavrımız,
       Devrimci sosyalizm, ulus ve hakların eşit ve özgürlüğünü savunur; bu anlamda, ulusal sorun düzleminde, Kürt ulusunun ulusal demokratik hakları, diğer ulusal toplulukların, Arapların, Ermenilerin, Çerkezlerin, Boşnakların vb demokratik hakları meşrudur ve bu temeldeki baskıları ret etmek, buna karşı direnmek haktır.
       Diller özgür demokratik koşullarda gelişir ve toplumsal işlevini görür. Anadilde eğitim, her ulus ve ulusal topluluğun kültürünün özgür gelişimi, demokratik ve insani bir haktır. Bu hakkın özgürce yaşanması, bu yöndeki talepler haklı ve meşrudur. O halde, uluslar, diller arasındaki eşitsizliği üreten her şeye karşı çıkmak görevdir, bu baskı ve yasaklar son bulmalıdır.
       Ancak bugün, emperyalizmin hegemonyasının her alanda sürdüğü, burjuva demokrasisinden uzak, faşizmin kurumsallaştığı ülkemizde, ne Kürt ulusu ne de diğer halklar özgürdür. Faşizm, emperyalizm ve tekelci burjuvaziye dayanarak, işçi ve emekçiler, Kürt ulusu, Aleviler ve tüm ezilenler üzerinde baskı kurmuştur. Bu sistem parçalanmadan, yıkılmadan tüm bu demokratik sorunlar kökten ve kalıcı çözülemez. Anti-emperyalist anti-oligarşik halk devrimi, bu demokratik sorunların kaynağını, emperyalizm ve oligarşinin varlığı kurutacak, burjuva demokrasisinden kat ve kat ileri olan, proleter demokrasinin bir biçimi olan halk demokrasisini kuracaktır. Halk demokrasisi, sadece burjuva demokrasisinin kazanımlarını değil, bu kazanımları arkasına alıp daha ileri üreten sosyalizm deneylerini de özümseyecek, demokrasiyi bu temelde inşa edecektir.
       Elbette, Kürt ulusal sorunun çözümde ilkesel ele aldığımız ulusların kendi kaderini tayin hakkı ve bu çalışmamızın ana konusu olan anadilde eğitim hakkı gibi demokratik talepler, özünde burjuva demokrasisinin sorunlarıdır. Bu taleplerin bir kısmı devrim öncesinden de çözülebilir. Demokrasi savaşımı, bu taleplerin çözümde asıl ve belirleyici unsurdur; hiçbir hak kavga verilmeden, faşizmden koparılmadan kazanılamaz. Ama biz biliyoruz, ne emperyalizm ne de oligarşi, demokrasinin en temel sorunu olan Kürt ulusunun özgürlük sorununu çözemez; emperyalizm özgürlük değil, baskı ve hegemonya getirir, burjuvazi ise baştan bu yana demokratik değil, Kürt ulusunun varlığını, demokratik hak ve özgürlüklerin inkarı üzerinden kendini örgütlemiştir.
       O halde, devrimci sosyalizm, tüm bu demokratik sorunların çözümünde devrimin asıl çözüm gücü olduğunu savunur ve tüm demokratik talepleri devrim penceresinden ele alır. Önce burjuva demokratik devrimi ve daha sonra sosyalist devrim gibi aşamalı devrim anlayışları geride kalmıştır. Devrimi bir yana atıp demokratikleşme söylemleri ise masaldır. Demokratik taleplerin, bu arada Kürt sorunu ekseninde, yukarıda ifade ettiğimiz taleplerin bir kısmı devrim öncesinde, bir kısmı devrim anında da çözülebilir; ama tüm demokratik taleplerin güvence altına alınmasında halkın kendi iktidarı zorunludur. İşte halk demokrasisi, bundan dolayı, Kürt ulusu için, ayrılma ve bağımsız devlet kurma hakkını güvence altına alıp, ulus ve hakların eşit ve özgürlüğünü ilan etmekle kalmaz, tarihsel haksızlıklardan onarmakla kalmaz, Kürtler ve diğer ulusal toplulukların dil ve kültürünün özgür gelişiminin tüm koşullarını oluşturur.
       Böyle bir demokrasi, halk demokrasisi için mi yoksa ufku kapitalizmi aşmayan, örneğin dil serbestliği, anayasal vatandaşlık, özerklik gibi bütünlüklü bir çözümü ifade etmeyen haklar için mi mücadele edeceğiz? Politik hedefimiz nedir? Hakl taleplerimizi hangi politik hedefe bağlayacağız? Yakıcı sorular bunlardır ve bu sorunlara verilecek yanıt, devrimci duruşumuzu belirler.
       Duruşumuz nettir; emperyalizmi kovacağız, oligarşiyi, faşizmi yıkacağız ve halk demokrasisini inşa edeceğiz. Biz bu ana halkayı tutarak, demokratik tüm taleplere sahip çıkıyor, bunun için mücadele ediyoruz.

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Şehit Muhtar Mah. Nane Sokak No: 15/3
Beyoğlu/İSTANBUL