GİRİŞ
Türkiye'deki
en önemli demokrasi sorunlarından biri olan Kürt
Ulusal Demokratik sorunu, toplumsal yaşamı çok
yönlü etkilemeye ve siyasal gündemi belirlemeye
devam etmektedir.
Tarihsel ve güncel boyutları olan Kürt ulusal
sorunun politik öznesi, yurtsever harekettir.
Yurtsever hareketin, 2000 başlarında, İmralı sürecinde
yaşadığı kırılma, politik ve ideolojik dağılma
eğilimini üzerinden attığı, politik hedefindeki
daralmaya rağmen, politik düzeyde canlandığı bir
gerçektir. Bugün o yıllara nazaran hem ideolojik
hem de politik düzeyde daha sistemli, anlaşılır
bir yerde durmaktadır. Özellikle son yıllardaki
politik düzeyde canlanma, bir dönem uyutarak çözme
taktiklerini boşa çıkarmış ve devleti, oligarşiyi
yeni bir yaklaşıma itmiştir. Önce demokratik açılım
sonra milli birlik projesi olarak tanımlanan bu
yaklaşım, bir yandan Kürt ulusunun kazanımlarını
sınırlı biçimde kabul ederken, diğer yandan özde
tasfiye dayatması olarak somutlanmıştır. Nitekim
bir dizi gel-git içinde, Habur süreci oligarşinin
bu tasfiye operasyonunu açığa çıkarmıştr. Bugün
demokrasi adına ortada tek bir ciddi adımın olmadığı
gerçeği vardır. Oligarşi, bugün "Kürt yoktur"dan,
"Kürt vardır" noktasına gelmiş, büyük
bedel ve direnişlerle kazanılan kimi haklar, sınırlı
da olsa kabullenme noktasındadır; ama öte yandan
milliyetçi ve inkarcı karakteri nedeniyle Kürt
ulusuna tam teslimiyet dayatmaktadır.
Kürt
ulusal hareketinin bugün, örneğin; İmralı savunmalarında
ifade edilen dil serbestliği gibi çok geri noktalarda
olmadığı bir gerçektir. Bu anlamda, yurtsever
hareket, bağımsız-demokratik-birleşik ülke gibi
stratejik bir hedeften uzak olup devrimi değil,
kapitalizm sınırları içinde reformu istese de,
bugün ileri sürülen demokratik özerklik projesi
somut bir stratejik yaklaşımdır. Bu proje tartışılır,
içeriği çok daha güçlendirilebilir ama Ulusların
Kendi Kaderini Tayin Hakkından vazgeçtiğini İmralı
savunmalarında ileri süren ve sorunu dil serbestliğine
indirgeyen anlayıştan daha ileridir. Bunun bir
parçası olarak iki dilli yaşam ve anadilde eğitim
hakkı bugün çok daha yakıcı bir aşamadadır. Kürt
ulusal sorununun, tarihsel ve güncel yakıcılığı
içindeki bu sorunlar siyasal gündemin en önemli
unsurlarıdır.
Tüm
bu gelişmeler karşısında oligarşi, özellikle 2010
yılının son günlerinde, en üst düzeyden yanıt
verdi; Milli Güvenlik Konseyinin Özerklik ve iki
dil konusunda tanıdık inkar temelindeki baskıcı,
yasakçı ve anti-demokratik siyasal tutumunu, tek
dil, tek vatan, tek devlet biçiminde deklare etti.
Hiç şüphesiz, bu açık tavır hem demokratik açılımın
sınırlarını ifade etmektedir, hem de yaklaşan
genel seçimlerle bağlantılı olarak siyasal gündemin
bir parçası olacak ve siyasal çelişkilerin kaynağını
oluşturacaktır.
Kürt
yurtsever hareketinin taktikleri, oligarşinin/devletin
tavırları yanı sıra Türkiye Devrimci hareketi
de, demokrasi mücadelesinin bir parçası olan bu
sorunda, tutumlarını açık ve net biçimde belirlemek
durumundadır.
Devrimci
sosyalizm, Kürt ulusunun özgürlük sorunu dahil
tüm demokrasi sorunlarının bir kısmının devrim
öncesinde çözülse de, tam ve gerçek biçimde ancak
devrimle çözüleceğini, Halk demokrasisinin, özgür
ve bağımsız bir ülkede, ekonomik ve tarihsel olarak
artk gerçeklemesi imkansz olan burjuva demokrasisinden
kat ve kat ileri düzeyde inşa edileceğini savunur.
Başkasını ezen ulus özgür olmaz ; ezilen, sömürge
zincirleriyle bağlanan Kürt ulusunun özgürlük
kavgası meşrudur, haklıdır. Demokrasi mücadelesinin
en önemli ayağını oluşturan bu sorunda, ezilen
Kürt halkınn mücadelesinin yanında olmak ve enternasyonalist
dayanışmanın gereğini yapmak görevdir.
Bu
bağlamda, Kürt ulusal sorunu ile bağlantılı olarak,
bu yazımızda güncel biçim alan iki dilli yaşam
ve anadilde eğitim konusunda düşüncelerimizi ve
tavrımızı yeniden ifade etmekte yarar görüyoruz.
Kürt
Ulusal-Demokratik Sorunu
Bugün
TC devleti sınırları içerisinde, sadece Türk ulusu
değil, aynı zamanda Kürt ulusu ve çeşitli ulusal
topluluklar yaşamaktadır. Ancak Türk burjuvazisinin
önderliğinde ulus devletin oluşumu, bu ulus devlet
sınırları içinde kapitalist pazarın yaratılması,
aynı zamanda, Kürt ulusu ve diğer ulusal ve dinsel
topluluklarının (Arap, Çerkez, Laz, Boşnak, Ermeni,
Rum, Azeri, Yahudi vb.) baskı ve en demokratik
haklarının inkarı üzerinden yükselmiştir. Tek
ulus, tek devlet, tek dil anlayışı TC devletinin
kuruluş felsefesidir; milliyetçi, ırkçı, demokrasiyi
reddeden bir anlayıştır. Bu anlamda, önce Kemalizm,
daha sonra ise bunun üzerinden biçim alan faşizm
çok uluslu bir devlet biçimi değil, tekçi, sadece
işçi ve emekçilerinin haklarını inkar etmekle
kalmayan aynı zamanda, bu devletin sınırları içinde
yaşayan Kürt ulusu ve diğer ezilen halkların inkarına
dayanan bir temel üzerinde yükselmitir.
Ve
hemen ekleyelim ki bu sorun, yani Kürt ulusal
sorun, TC devletiyle sınırlı bir sorun değildir.
Kürt corafyas, emperyalizm ve yerel gerici iktidarlar
tarafından Lozan anlaşmasıyla çizilen sınırlarla
dört parçaya bölünmüş; buna bağlı olarak Kürt
ulusu parçalanmıştır. Bu gerçek, Kürt sorununu,
tek bir sömürgeci güçle sınırlı olmaktan çıkarmış,
bölgesel bir sorun, ortadoğunun en önemli sorunu
haline getirmiştir. Sorunun günümüzde almış olduğu
biçim ise, uluslararası boyutlardadır.
Kürt
Ulusunun TC, İran, Irak, Suriye devletlerinde
ulusal-demokratik sorunları vardır. Her parçada
özgün karakter gösterse de, her bir parçada mücadele
ve çözüm dinamiklerinin almış olduğu biçim diğer
parçaları etkilemektedir. Dahası emperyalizmin
bölgesel çıkar ve hesapları, şu ya da bu biçimde
Kürt sorunuyla ilişkilenmek zorundadır. Bugün
dört parçada eşit olmayan ama birbirini etkileyen
gelişme dinamikleri vardır ve sorunun uluslararası
olmasında bu dinamikler rol oynamaktadır.
Özetlediğimiz
bu durum bir sonuçtur. Sorunun tarihsel ve siyasal
nedenleri, evrimi, güncel biçimleri incelendiğinde,
yakıcı bir sorun olan Kürt sorunu daha iyi anlaşılacaktır.
Bu anlamda kısa da olsa özet yapmakta fayda görüyoruz.
Halkların
uluslar şeklinde kendilerini düzenleyerek yaşamaları
kapitalizmin şafağında ortaya çıkmıştır. Kapitalizm
devletsiz ve ulusal pazarsız yaşayamaz. Uluslaşma
sürecine önderlik eden burjuvazi, feodalizme karşı
eşitlik ve özgürlük şiarı temelinde mücadele ederken,
aynı zamanda kendi pazarını oluşturmaya çalışmıştır.
Pazar, burjuvazinin ilk ulusal kavgasıdır. Her
bir ulusun uluslama dinamikleri kendi koşullarında
boy vermiş ve koşullarının gelişmişliğine bağlı
olarak siyasal sonuçlar ortaya çıkmıştır. Eski
feodal devlet biçimleri burjuvazinin sorunlarını
çözmekten uzaktır, dahası kapitalist pazarın önünde
engeldir. Ulus-devletler, bu evrimin sonunda,
burjuvazinin önderliğinde ortaya çıkmış ve şekillenmitir.
Belirtelim ki bu ulus devletlerin, kapitalist
pazarın sınırlarının çizilmesinde ulusal dil önemli
bir etkendir. Tüm uluslarn eşit ve bileşik gelişmediği
açıktır. O topraklarda kapitalizmin geliimine
bal olarak bazı uluslar bu sürece önden başlamış
bazıları ise geç. Gelişimini tamamlayan ve siyasal
başarılar elde eden uluslar ve ulusal devletler,
diğer zayıf ülke ve ulusları kendine bağımlı kılmıştır.
Böylece, tüm sınıflı toplumlar tarihinde ortaya
çıkan ezen ve ezilen çelişkisi, bu temelde halkların
baskı altına alınıp sömürgeleşmesi, bu kez kapitalist
sömürgecilik olarak ortaya çıkmıştır. Ezen-ezilen
ulus ayrımı emperyalizm çağının en temel ayrım
noktalarından, bu çağa yön veren çelişkilerden
biridir. Emperyalizm çağı, sadece kapitalizme
karşı sosyalizmi değil, aynı zamanda ezilen ulusların
emperyalizm ve sömürgeciliğe karşı mücadelesini
de içerir.
Kapitalizmin
emperyalizme dönüşmesi, ulusal pazarların dünya
pazarı etrafında tek bir pazara dönüşmesine yol
açmıştır. Bu süreçte, kapitalizmde içsel olan
eşitsiz ve dengesiz gelişim genelleşmiş, tek tek
ulusal pazarlar kapitalist dünya pazarının bir
parçası olmuştur.
Emperyalizm
sınıfsal çelişkinin yanı sıra ulusal çelişkileri
hızlandırmış, bağımlı ve sömürge durumunda olan
ülke ve halklar kendi kaderini eline alıp kendi
tarihlerini yazmak istemişlerdir. Asya, Afrika
ve Latin Amerika'da, kapitalizmin ve uluslaşma
sürecinin gerisinde kalan ülke ve halklar, emperyalizme
darbe üstüne darbe vurmuşlar ve sadece ulusal
bağımsızlık değil bir dizi ulusal demokratik haklarını
da kazanmışlardır. İlk kez Avrupa'da burjuva devrimlerin
sonucu ortaya çıkan ulusal devletlerin bugün dünyada
yaygınlaşması bu süreçlerin sonunda ortaya çıkmıştr.
Ama; hala bazı ulus ve halklar için bu süreç tamamlanmamıştr,
ulusal baskı ve sömürgecilik devam etmektedir.
Bu açıdan tüm çarpıtmalara rağmen çağımız hala
emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır ve "işçiler
ve ezilen halklar birleşin" şiarı, günceldir.
Hiç
şüphesiz bugün, yeni tarihsel dönemde ulusal sorunlar,
yüz yıl öncesinden biçimsel farklıklar göstermektedir.
Yüz yıl öncesiyle kıyaslarsak, birçok ulus ve
ülke, sömürgecilik ve yarı-sömürgecilik ilişkilerini
parçalamış ulusal bağımsızlığına kavuşmuştur.
Yeni-sömürgecilik ise 2. paylaşım savaşı sonrası,
hem emperyalizmin ihtiyaçlarını karşılamak hem
de sömürgeciliğin iflasına paralel geliştirilen
emperyalist sömürü biçimidir. Bu ilişki biçimi,
emperyalizme karşı ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelesinin
nispeten zayıfladığı yeni tarihsel dönemde, hem
derinleşmiş hem de Irak, Afganistan örneklerinde
olduğu gibi yeniden açık işgal biçimlerine dönümütür.
Yani bir yandan, yeni-sömürge ülkelerde, bu ilişki
biçimi derinleşmiş, gizli işgal devam ederken,
diğer yandan bazı ülkelerde açık işgal ortaya
çıkmıştır. Bugün emperyalist işgal iki biçimde
de görülmektedir. Ayrıca reel sosyalizmin çözülmesi,
sosyalizm koşullarında çözülme eğilimi taşıyan,
tarihsel olarak aşılma süreci yaşayan ulusal çelişkileri
yeniden canlandırmış, emperyalizmin kışkırtmasıyla
bu coğrafyalarda yeni ulusal düşmanlıklar körüklenmiştir.
Böylece,
kapitalizmin gelişme düzeyini de dikkate alarak
tanımlarsak, bugün emperyalizme karşı mücadeleyi
kapitalizme karşı mücadeleden ayırmak mümkün değildir.
Anti-emperyalist mücadele, tek başına ulusal çelişkiler
üzerinden değil, aynı zamanda sınıfsal çelişkiler
üzerinden yükselmek zorundadır. Bu anlamda, sosyalizmle
güçlü bağlar kurmayan, kendini siyasal bağımsızlık
ya da ulusal kurtuluşla sınırlı gören bir mücadele
zayıftır, cılızdır ve giderek emperyalizmin yeniden
ağlarına düşme potansiyelini taşır.
Anlaşılacağı
üzere, Avrupa'da ulusal sorun, önemli ölçüde burjuva
demokratik devrimler döneminde çözülmüştür. Böyle
de olsa bu kıtada hala gündemde olan kimi ulusal
sorunlar vardır. Ulusal sorunların çözümü için
her koşulda devrim gerekmez; ulusal sorun özünde
burjuva devrimlerin sorunudur. Avrupa ülkelerinde
yaşanan ulusal sorunlar bunun örneklerini ifade
eder. Bu kıtada, 2000'li yıllarda, hala çözülmeyen
ulusal sorunlar, konjoktürün de etkisiyle belirli
çözüm rotalarına sokulmuş olsa da tamamen çözülmüş
değillerdir. Örneğin, İspanya ve Fransa işgali
altındaki Bask ülkesinde; Fransa işgali altındaki
bölgeye dair ses çıkmazken, İspanya'da Katalan
ve Bask bölgesi otonomi hakları tartışmaları içinde
çözüme yakınlaşan bir eğilimsel süreç yaşamaktadır.
Sonuçta merkezi devlet yapısı buradaki halkların
özgür iradelerini tanıma konusunda engelleme ve
oyalamalar üretmekte, hatta kimi zaman başka emperyalist
güçlerin şu ya da bu düzeyde etkisine açık olmaktadır.
İrlanda ve İskoçya'da da tartışmalar devam ediyor.
Korsika adası, hala Fransa'nn sömürgesi. Romanya'da,
Bulgaristan'da, Yunanistan'da azınlık haklarında
gelişmeler var. Yugoslavya'nın parçalanmasından
sonra halkların birbirine kırdırıldığı bu coğrafyada
ulusal parçalara dayalı siyasal çözümler yaratıldı.
Tüm bunlara bağlı olarak, Avrupa'da ulusal sorun
önemli ölçüde çözülmüştür, halkların başta dil
sorunu olmak üzere, demokratik birçok sorunu çözülmüştür.
Ulusal
sorunların kördüğüm olduğu coğrafya Asya, Afrika
ve Latin Amerikadır. Yukarıda ifade ettik, bu
coğrafyada sömürgecilik, yarı-sömürgecilik ve
yeni-sömürgeciliğe karşı mücadele yüzyılık bir
tarihsel deneye sahiptir. Emperyalizme bağımlı
ülkelerin bir kısmında, özellikle yeni-sömürge
ülkelerde bu sorun çözülmüş, ancak bu ülkelerde
ulusal sorun olarak değil de emperyalizme karşı
bağımsızlık sorunu olarak ortaya çıkmıştır. Böylece
artık yüzünü sosyalizme dönmü olan bu ülkelerin
gündeminde burjuva uluslaşması değil, proleter
uluslaşma gündemdedir. Ama bu kıtalarda hala ulusal
sorunu yaşayan ülke ve uluslar da vardır ve çözüm
beklemektedir.
Ulusal
sorunların en çarpıcı biçimde yaşandığı alan Ortadoğudur.
Ortadoğu'da, merkezini Filistin sorununun oluşturduğu
İsrail-Arap-Filistin sorunu on yıllardır çözümsüz
durumdadır. Kürt ulusal sorunu ise; adeta kangrene
dönüşmüştür. Son yıllarda Irak Kürdistanı'ndaki
özgün gelişmeleri bir yana bırakırsak, Arap devletleri,
İran ve T.C.'nin izlediği baskıcı-yasakçı, inkarcı
ve katliamcı tutumlar on yıllardır devam ettirilmektedir.
Emperyalizmin güdümündeki Irak'ta Kürt halkı yeni
koşullara kavuşmuş olsa da, bu emperyalizmin yeni-sömürgesi
olarak yaşamaları, özgürlüğe uzak kalmaları gerçeğini
ortadan kaldırmıyor. Keza T.C.'de yaşayan Kürt
Ulusu başta olmak üzere diğer azınlıklar da ulusal
baskı altındadır; eşitsizlik, baskı, adaletsizlik
başlı başına bir sistemdir. Bugün Ortadoğu'da
iki ana sorun yakıcı biçimde halkların karşısındadır:
Filistin ve Kürt sorunu. Halklarmzn olduğu kadar
emperyalizm ve yerel sömürgeci güçlerin de bu
soruna ilgisi bundandır.
Gelinen
aşamada ne Filistin sorunu ne de Kürt sorunu kaba
bir inkar ve imha siyasetiyle çözülemiyor. Birçok
siyasal aktörün rol oynadığı bu sorun, ya burjuva
demokrasisi sınırları içinde çözülecek ya da bu
ülkelerin işçi ve yoksulları önderliği eline alıp,
sosyalizmi hedefleyecektir. Bu yöndeki her adım
Ortadoğu'da yeni devrimlere, devrimci çemberin
oluşmasına hizmet edecektir.
Kürt
halkının Ortadoğu'daki ulusal kurtuluş mücadelesi,
yakın zamana kadar birçok toplumsal dengelerin
ve uygulamaların değişmesine neden oldu. Kürt
ulusu büyük bedeller ödeyerek, savaşarak kısmi
kazanımlar elde etti. Ancak hala önemli haklardan
yoksundur. Dahası sömürgeci oligarşi tarihsel
dersler ışığında inceltilmiş tasfiye ve sömürgeciliği
dayatmaktadır. Hala Kürt ulusunun önüne demokrasi
adına ciddi bir şey konmamakta, tüm devrimci gelişim
ve kazanımlar tasfiye edilmek istenmektedir. Ama
artık mızrak çuvala sığmamaktadr, Kürt ulusunda
ulusal bilinç ve politik deney güçlüdür. Devrim
ve bağımsız-bileşik ülke hedefinden uzaklaşsa
da mücadele devam etmektedir.
Yeniden
bu bölümün başında ifade etiğimiz Kürt sorununa
dönersek, kördüğüm olmuş, inkar ve imha siyasetiyle
sakatlanmış ve demokrasi sorununun en önemli unsuru
olan bir sorun karşımızda durmaktadır. Türk burjuvazisi
baştan emperyalizmin kucağında doğmuştur, demokratik
hiçbir özelliğe sahip değildir. Nitekim yaklaşık
yüzyılı bulan bu sorun başta olmak üzere, diğer
ulusal toplukların, farklı inanç ve kültür sahiplerinin
sorunları da çözümsüz kalmıştır. Sadece bu değil,
işçi ve emekçilerin demokratik talepleri, hak
ve özgürlükler sorunu da çözülmemiştir. Böylece,
işçiler, Kürtler, Aleviler başta olmak üzere tüm
ezilenler için demokrasi hayal olmuş, faşizm süreklileşmiştir;
oligarşi için ise inkar ve imha siyasetinin oluşturduğu
bir sistem devam etmektedir. Emperyalizm ve işbirlikçi
oligarşiye dayanan bu sistemde güncel demokratik
talepler yakıcıdır ve sosyalist taleplerle sıkı
bağlar içindedir.
Kürt
ulusal sorunu, bugün, bu konuda insanlığın yakalamış
olduğu düzey ve önemli birikimleri arkasına almak
zorundadır. Ulusal sorunda, tartışma kabul etmeyecek
biçimiyle ezilen-sömürge ulusların ulusal demokratik
haklarına özgürce sahip olması ve haklarını kullanabilmeleri
çözüm noktasıdır. Ulusal sorunların çözüm düzeyi
Ulusların Kaderlerini Kendilerinin Tayin Hakkı
(UKKTH) ilkesi ve anlayışıdır. Dünyanın neresinde
olursa olsun, Kürt sorunu dahil tüm ulusal demokratik
sorunların çözümünde ulusların kendi kaderini
tayin hakkı ilkesi anahtar konumdadır. Bu ilke,
ezilen, sömürge ulusun bağımsız devlet kurma hakkını
içerir ve bu hak güvence altına alınmadan, ne
ulusal sorunlar çözülür ne de ulusal demokratik
haklar güvence altına alınır. Bu hak, yani UKKTH
güvence altına alınarak, ezen ve ezilen ulus arasında
eşit ve özgür ilişki kurulabilir. Böyle bir ilişki
içinde ezilen ulus, ulusal demokratik haklarını,
anadilde eğitim, kendi kültürünü geliştirme vb
hakkını özgürce yaşayabilir. Ezilen ulus, Kürt
ulusu, bu ilke gereği, aynı zamanda, kendi siyasal
iradesini oluşturmak, istediği gibi örgütlenmek
hakkına da sahiptir. Bu açıdan, sömürge bir halkın
bağımsız örgütlenmesi ve bu yönde açığa çıkan
iradesini görmeden, ortak örgütlenme adına ezilen
ulusun iradesini temsil iddiası ve her şeyi ezen
ulus proletaryası ekseninde ele almak sosyal ovenizmdir.
Ezen ulus devrimcilerine düşen görev, ulusal sorunu
sosyalizmin çıkarlarına bağlı ele almak, ulusların
kendi kaderini tayin hakkını hiçbir koşula bağlamadan
savunmak, ezilen/sömürge ulusun ortaya çıkan politik
iradesini dikkate almak, ideolojik ve politik
bir dizi eleştiriye rağmen, Kürt ulusunun ulusal
demokratik haklarını, ezilen ulusal toplulukların
demokratik haklarını savunmak ve bu yönde ortaya
çıkan irade ve kazanıma destek sunmaktır. Ulusal
baskı, eşitsizlikler ve zora dayalı dayatmalar
kabul edilemez.
Devrimci
sosyalizm, bu temel anlayış ile ezilen halkların
yanında yerini alır ve Kürt ulusunun ulusal demokratik
haklarını, ulusal toplulukların demokratik haklarını
ve bu temeldeki mücadelelerini destekler. Bugün
mücadele birlikteliklerinde, yarınlara dönük olarak
da Devrimci Sosyalizm projelerinde; Ortadoğu Halklarının
birlik olmalarını, halkların kardeşliğini yaratmalarını,
tarihsel siyasal anlamıyla savunuyoruz. Ezilen
halkların gönüllü birliktelik temelinde, demokratik
ve sosyalist bir toplumsal sistemde bir arada
yaşamalarını çok önemsiyoruz. Emperyalizm ve onların
işbirlikçileri olan yerel egemenlerin dayattığı
baskı, sömürü, eşitsizlikler ve adaletsizlikler
karşısında, bu yaklaşımın geçerli ve doğru olduğuna
inanıyoruz.
Bu
anlamda Kürt ulusunun ulusal demokratik hakları,
onların siyasal iradelerinden bağımsız ele alınamaz.
Oligarşi, bugün bir yandan Kürt var demek zorunda
kalırken, diğer yandan Kürt ulusunun ulusal demokratik
haklarını görmezlikten gelmesi ve Kürt ulusunun
kendi iradesini yok sayması, asimilasyonu dayatması
tesadüf değildir. Politik irade olmadan, hiçbir
hak kalıcı olamaz. Bu açıdan oligarşi devasa bir
sorun olan Kürt sorununun burjuva sınırlar içinde
çözümünde bile; Kürt ulusunun politik iradesini
tanımak zorundadır.
Bugün
demokratik özerklik projesi, burjuva çözüm için,
birlikte yaşama projesidir. Bu anlamda demokrasi
mücadelesinde önemli bir projedir ve yurtsever
hareketin bağımsız-birleşik ülke hedefini bir
yana atıp, UKKTH vazgeçtiğinden bu yana, yani
İmralı sürecinden bu yana en ciddi demokrasi projesidir.
Kürt ulusu, bu temelde, kapitalizm sınırlarını
aşmadan demokratik haklarını kullanabilir; bu
bir siyasal tercihtir, bu tercih geri ve sosyalizmden
uzak olsa da bize düşen eletirsek de bu tercihe
saygı göstermektir. Bununla sıkı ilişki içinde
ana dilde eğitim bir haktır ve her koşulda bu
hakkı Kürtler ve diğer ulusal topluluklar kullanmalıdır.
Anadilin
Toplumsal İşlevleri Ve
Anadil
Hakları
Anadil
ve bu konuyla ilgili sorunlar, toplumsal sistem
ve devletin siyasal niteliği ile dolaysız bağlantılıdır.
Sınıfların, ulusların ve ulusal toplulukların
birbirleriyle ilişkileri ve çelişkileri, bu temelde
kurulan egemenlik biçimi önemli ölçüde sistem
ve devletin niteliğine bağlı biçimlenmektedir.
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, bu ilişki biçimi,
Kürt ulusu için, baştan bu yana, daha uluslaşma
sürecinin başında, Osmanlı dönemini bir yana bırakırsak,
Kemalizm ve onun sürdürücüsü oligarik faşizm tarafından
sakatlanmıştır. Bu anlamda, bu konuda, anadilde
eğitim başta olmak üzere demokratik haklarda karşımızda
duran tablo, bu tarihsellik içinde ulusal varlığı
inkar, baskı ve imha, asimilasyon ve kültürel
değerleri bozmadır. Bu noktada, Kürt ulusunun
ve dier ulusal ve dinsel topluluklarn tüm ulusal
ve demokratik talepleri ve bu talepler için mücadele
haktır, meşrudur.
Anadil
konusu ve sorunları; tek başına akademik bir dil
tartışması olayı değildir. Coğrafyamızda yaşayan
Kürt ulusu ve diğer azınlık halklarının yaşadıkları
toplumsal koşullarla, kullandıkları veya kullanamadıkları
ulusal ve demokratik haklarıyla, onların talepleri
ve mücadeleleriyle ve elbette tarihsel boyutlarıyla
da ilişkilidir. Anadil olgusunun kapsamlı toplumsal
boyutları bulunuyor.
Genel
anlamıyla dil, anadil ve anadilde eğitim sorunları,
toplumsal yaşamda öne çıkan tarihsel, sosyolojik,
psikolojik, antropolojik ve siyasal boyutlarıyla
birlikte ele alındıkça daha iyi anlaşılabilir.
Bu bütünlüklü yaklaşımı kaybetmemeye çalışarak,
olgunun gündelik yaşamla ilişkisini kurarken konuyla
ilgili ufkumuzu genişletmek de mümkün olacaktır.
Sözlük
anlamıyla "dil, insanların düşündüklerini,
duyduklarını anlatmak için kullandıkları ses ve
yazı işaretli dizgedir" gibi bir tanımlamann
yanı sıra; "Okuma, dinleme, izleme, konuşma
ve yazma unsurlarının birleştiği ses dizgesi ve
sembollerdir." şeklinde de dil tanımlaması
yapılmaktadır.
Buradan
hareketle anadil şöyle tanımlanabilir; bireyin
doğumundan hemen sonra karşılaşarak doğal aile
ortamında öğrendiği, aile ve ailenin içinde yer
aldığı toplumsal grupla (ulus gibi) birlikte kullandığı
temel düşünme, ifade ve iletişim aracıdır. Anadil,
etnisite boyutuyla da ulusal-toplumsal grup aidiyeti
belirtir.
Eğitim
bilimcileri, dili değişik insani yetenekler ile
birlikte tanımlamaktadır. Dinleme, konuşma, okuma,
yazma biçiminde ifade edilen yönleriyle dilin
insana sağladığı temel yetenekler söz konusudur.
Bu
anlamda eklemek istiyoruz. İnsan beyninin düşünme
dili, elbette öncelikle insanın anadilidir.
Yaşayan
diller, insan topluluklarının yüzyıllara dayanan
yaşamlarından süzülerek gelen canlı, üretken insani-sosyal
olgulardır. Bir dile sahip olarak varlıklarını
sürdüren topluluklar, süreçlerinde siyasal-sosyal
nitelikler de taşıyarak tarihsel evrimlerini yaşamışlardır.
Basit aile topluluğu, kabile, aşiret veya ulus
olarak, ya da ulus örgütlülüğünün de ilerisine
geçebilen toplumsallıklar halindeki yaşamda; dilin
temelde insan gruplarını birleştiren ve/veya ayrıştıran
işlevleri olmuştur. Olmaya da devam etmektedir.
Dil,
insanın varlığı ve ürettikleriyle beraber sınırsız
işlevlere sahiptir. Dilin işlevsel zenginliğine
sınır koymak çok zordur.
Açık
olan bir gerçeklik vardır; dil temel iletişim
ve anlaşma aracıdır. İnsanın bireysel ve toplumsal
üretimlerinin düzenlenmesinde, ilişkilerin yürütülmesinde
ve geliştirilmesinde, üretilen tüm değerlerin
sonraki kuşaklara aktarılmasında temel bir araçtır.
Buradan
çok önemli bir noktaya gelelim. Hem bireysel ve
hem de toplumsal olarak; kişiliklerin oluşmasında
dilin çok önemli işlevi olduğu söylenmelidir.
Bireyin insan olduğunu algılayarak, özgür yaşamını
sürdürmesi çabasında, toplumsallaşmasında ve toplumun
kendini yenileyerek sürekli kılmasında özellikle
anadil, çok işlevliliğe sahiptir.
Tarihsel,
toplumsal, dinsel, siyasal, psikolojik, ekonomik
ve coğrafi etkenlerin zenginleştirdiği kültürel
birikimler ve özgürlükler dilde kendisini bulur.
Dil ortak duyguyu, düşünceyi, sevinci, hüznü geçmişten
geleceğe taşıyan bir araçtır. Toplumun ortak bir
ürünüdür, toplumun kendini yeniden ürettiği ortak
payda alanlarından biridir. Her yenilenmede toplum
daha da güçlenerek yoluna devam eder.
Birçok
toplumsal etkinlik yanında eğitim, daha farklı
bir işlevle toplumsal yaşamımızda yer alır. Kısaca
denilebilir ki eğitim, bir süreçler toplamıdır.
Toplumsal yaşamın her alanında sürekli olarak
eğitimle-öğrenmeyle iç içeyiz. Dolayısıyla anadilin
önem ve işlevi kendisini burada da gösterir. Anadille
gerçekleştirilmeyen eğitim ve süreçleri, özellikle
ilköğretim süreci çok sorunludur.
Çalışma
ve yaşama alanlarında düşüncelerimizin ifade edilmesinde,
iletişim sağlanmasında, davranışlarımızın gerçekleştirilmesinde
temel araç olarak dil kullanılır. Bu tartışmasız
anadildir, ulusal/ülkesel ortak dildir veya iletişim
dilidir. İnsanlar ve toplumlar bir dil ile yaşar,
kendini ifade eder, ilerilere taşırlar. Toplumsal
üretim ve paylaşımla, eğitimle de süreklilik sağlar.
Her insan ve toplum; bir anadil kullanır, bir
anadilde eğitim görür, anadiliyle düşünür, özgürlüğünü
anadiliyle yaşar ve hisseder. Anadiliyle veya
ikinci bir dille özgürce iletişim kurduğunda mutlu
olur. Demokratik ve yasal güvenceler altında olan
çok dillilik ve çok kültürlülük boyutu ise, insanın
ve toplumun özgür gelişiminde ileri bir düzey
anlamındadır.
"Dil
baskı altında olmadan, özgürce kullanılır ve zenginleştirilir
ise toplum o kadar derin ve güçlü bir kültüre
sahip olur" ifadesi gerçekten de herkesin
katılacağı bir belirlemedir. Aynı şekilde, kişinin
dilini kullanması ne kadar engellenir ve zayıflatılırsa,
kişi o kadar ufuksuz olur ve dar sınırlarda kalır.
Bu durum toplum için de geçerlidir. "Toplumu
yok etmek için dilini yok etmek gerekir."
belirlemesi de doğrudur.
Dil,
insanın insanlaşma sürecinde en temel noktaya
oturur. Aynı zamanda bu süreçlerin bütün birikimlerini
taşır. Dil, insanın yarattığı binlerce yıllık
birikimin sonucudur. Bütün kültürel değerlerin
biriktiği ve yeniden üretildiği dinamik bir alandır.
Toplum,
insan, dil üçgenindeki ilişki, iletişim ve etkileşim
çok sıkıdır. Dil, toplumların en eski tarihinden
bu yana beraberinde getirdiği bütün kültürel birikimlerini
yansıtır. Bu nedenle dil, kültür ve tarihle birlikte
toplumu ayakta tutan yapı taşlarından biridir.
Sözünü
ettiğimiz bu nesnellikler, örnekleriyle ve daha
zengin anlatımlarıyla genişletilebilir. Burada
dikkat çekmek istediğimiz şudur; Anadile sahip
olma ve anadili kullanma, anadil ile özgür gelişim
sağlanabileceği gerçeklii ışığında anadille ilgili
haklar; insani, siyasi ve toplumsal hak olarak,
insanlık birikimi olarak evrenselleşmiştir.
Ancak,
çok uluslu coğrafyada bir anadil baskı ve yasaklarla
sıkıştırılıp baskılanmışsa; orada temel insani
hak sorunu, siyasal baskı, ulusal baskı ve inkar
olayı var demektir. Böyle olduğu içindir ki, burjuva
demokratik devrimler süreci ve sosyalizm tarafından
çözülen, ulusal ve uluslararası sözleşmelere bile
giren bu hak, temel bir haktır.
Anadil
Üzerindeki Baskı Ve Yasaklar
Anadil
üzerindeki baskı ve yasakları içeren politika
ve uygulamaların tarihsel, toplumsal ve siyasal
nedenleri vardır. Ezen ulusun ve devletinin ezilen
ulusu sömürgecilik ilişkilerine mahkum etmesi,
bu temelde hegemonik ilişkiler kurma politikası
ve dayatmaları en önemli unsurdur. Ezen ulusun
egemen sınıflarının milliyetçilik temelindeki
hegemonik ilişkileri, bu temelde oluşan ideolojik
ve kültürel kalıplar, ezilen ulus üzerinde bir
çok alanda hakimiyet kurma ve sonuçta sömürgecilik
ilişkilerinin üretilmesi sorunun asıl kaynağıdır.
Emperyalist-kapitalist sömürgecilik politikaları
ve aynı şekilde çok uluslu ülkelerde ezen ulus
hakimiyetine hizmet eden politikalar; ezilen sömürge
ülkenin kültürel değerlerini ve yapısını hedef
alır. Anadil üzerindeki baskı ve yaptırımlar da
bu kapsamda gündemleşir. Anadili inkar ve imha
etme yönelimi uç bir örnek olsa da yaşanmıştır,
yaşanmaya da devam etmektedir.
Toplumsal
sistemlerin gelişimine, örneğin kapitalizm evrimine
bağlı olarak, diller de evrim yaşamıştır. Toplumsal
üretim ilişkilerindeki gelişmişlik düzeyi dilde
de kendisini gösterir. Bilinen bir gerçek de şudur
ki, iktidarda olan diller gelişmiş, eşitsiz biçimde
geliştirilmiş ve diğerlerini baskı altına almıştır.
Bu durum, ulusal veya sınıfsal egemenlik biçimleriyle
yakından bağlantılıdır. Bazı dillerin yok olması,
bazılarının gelişiminin baskı altında tutulması,
bazı dillerin de uluslararası kapsamda gelişkinlik
ve etkinliğe ulaşmasndan söz edilebilir. Araştırmalara
göre 7.000'e yakın dünya dili vardır. Kaybolmaya
yakın olanı, baskı altında tutulan, yasaklanan,
egemen olanı gibi değişik çeşitleriyle bu diller
kullanımdadırlar.
Kapitalist
sömürgecilik, önce açık fetih biçimde ortaya çıktı;
15. yüzyıldan bu yana, özellikle son iki yüz yıllık
insanlık tarihinde emperyalist sömürgecilik, ulusal
dinamikleri köreltti, kendine benzetti ve sömürgecilik,
yarı-sömürgecilik ve yeni-sömürgecilik olarak
kendini dayattı. Ezen ulus burjuvazisinin pazar
kavgası, ezilen-sömürge halklar üzerinde ulusal
baskı politikalarını ekonomik, sosyal, siyasal,
militarist, kültürel ve psikolojik açılardan uygulamalarına
yol açmıştır. Ezilen ulus ve halklar için ulusal
demokratik haklarının gasp edilmesi, anadilin
yasaklanması ve baskılanması bunların başında
gelir. Politikalar ve uygulamalar özde aynı olsa
da, her ezen-ezilen ulus ilişkisinde, somut tarihsel
koşullara ve bunlarn evrimine bağlı olarak özgün
süreçler yaşanır.
Türkiye
burjuvazisi, baştan bu yana iç dinamiklerinden
yoksun, emperyalizme bağımlı, başka halklara karşı
ırkçı ve şovenist doğdu. Osmanlının talancı, baskıcı,
siyasette pragmatist, yalan ve ikiyüzlü karakteri
tümden Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna yansıdı.
Kuruluş aşamasında, örneğin Amasya bildirgesinde,
Sivas ve Erzurum kongrelerinde, Kürt ulusunun
ulusal demokratik haklarının tanınması yönünde
eğilimler olsa da, burjuvazi iktidarı ele alır
almaz, Kürt ulusunun varlığını ve ulusal-demokratik
hakların tümden reddetti, koyu bir baskı siyaseti
izledi. Buna yönelik ulusal tepkiler ise bastırıldı.
Kürt corafyas açık işgal altındadır, artık Kürt
yoktur ve ekonomik ve siyasal ilhak gerçekleşmiştir.
Kürt ulusunun varlığı ve tüm hakları yok sayılmış,
Kürt corafyas sömürgeleştirilmiştir. Bu süreçte,
örneğin Kürtçe, TC devletinin kuruluşuyla birlikte
resmen yasaklanmış, Kürt dilini konuşanlara yönelik
ceza uygulamaları yaşanmıştır. Yazılı ve işitsel
yayınlar yasaklanmış, asimilasyon için bölge yatılı
okullar yaygınlaştırılmış, Kürt çocuklar anadilde
eğitimden yoksun bırakılarak, eğitimlerini zorla
Türkçe almışlardır.
Hiç
şüphesiz buna karşı mücadele de söz konusudur.
1925-40 döneminde irili ufaklı bir dizi başkaldırı,
feodal sınıfların önderliğinde olsa da, ulusal
bütünlükten yoksun olsa da önemlidir. Emperyalizmin
kışkırtması, feodal gericilik ve medeniyet götürme
gerekçeleriyle Kürt ulusunun demokratik talepleri
bu süreçte bastırılmıştır. Hemen belirtelim, bu
süreçte, TKP ve 3. Enternasyonal doğru bir yerde
durmamış, Kemalizmi anti-emperyalist değerlendirerek,
özünde Avrupa merkezci ilerlemeci bakışla sosyal
şoven bir yaklaşımı temsil etmişlerdir. Kürtlerin
demokrasi adına burjuva politikasının peşine takıldığı
süreçlere ilk aykırı sesler 1960 sonrası uç vermiştir.
Türkiye devrimci hareketiyle iç içe, hatta aynı
örgütlenme içinde ilk uyanış, sadece sömürgeciliğe
karşı değil, onun anadildeki uygulaması olan yasakç
asimilasyona karşı da bir başkaldırı olarak filiz
vermiştir.
Ama
asıl önemli sıçrama, Türkiye devrimiyle iç içe
1970 sonrası ortaya çıkmıştır. Bu süreç aynı zamanda
Kürt devrimcilerin ayrı örgütlenme iradesinin
de biçim aldığı süreçtir. Tarihte, Kürt ulusu
adına ilk kez modern bir ulusal kurtuluş savaşı
bu süreçte mayalanmış ve 1984 atılımı Kürt ulusal
kurtuluşun miladı olmuştur. Bu savaş, haklı ve
meşrudur; bir dizi ara aşamadan geçerek, bir dizi
kazanım yaratarak günümüze evrilmiştir. Bugün
Kürt ulusu ister sömürgeciler tarafından kabul
edilsin ister edilmesin bir dizi kazanımını fiilen
yaşıyor, ulusal bilinç geriye dönülmez bir aşamaya
taşınmış ve örneğin demokratik özerklik projesini
somut yaşamda uygulamaya geçebilecek düzeye ulaşmıştır.
Bugün
anadil üzerindeki baskı ve yasaklar büyük ölçüde
ilevsiz hale gelmi, gerilemiştir. Ancak başta
anadilde eğitim olmak üzere anadil üzerinde uygulanan
yasak ve baskılar son bulmamış, dahası bu haklar
anayasal, yasal güvence ve koruma altına alınmamıştır.
Kürt dili yurtsever hareketin örgütlü tavrıyla,
özellikle Kürt corafyasnn bazı bölgelerinde sosyal
yaşamda adeta iki dilli yaşam biçiminde ortaya
çıkarken, Kürtçe anadilinde eğitim alma hakkı
kullanılamamaktadır. Yasaktır. Dahası sözde demokratik
açılım bu noktada tükenmekte, iki dilli eğitim
ve anadilde eğitim hakkının inkarı sömürgeci oligarşinin
kırmızı çizgisi olmaktadır. Bazı azınlık (Rum,
Ermeni, Yahudi) dillerinin Lozan anlaşmasıyla
kısmi güvenceleri vardır; ama Kürtlerin böyle
bir güvencesi yoktur. 2000 yılından sonra Türkçe
dışında dillerde yazılı, işitsel ve görsel yayınlar
ortaya çıkmış, baskılar ve yasaklar kısmen gevşemiştir.
Ama halkların ihtiyacından uzak, burjuva demokrasinin
sınırlarına bile varılmamıştır.
Anadil
üzerindeki baskı ve yasaklar, bireyleri, halkı
ve toplumsal yaşamı nasıl etkilemektedir? Bunlara
kısaca değinmekte fayda vardır.
Anadilini
Özgürce Yaşayamayan Toplum
Özgür
Olamaz
Uluslaşma
sürecinde, ulusal dilin kullanımı ve özellikle
anadilin yazılı olarak kullanımı ve anadilde eğitim
çok önemli bir yer tutar. Toplumun yazılı iletişiminin
ve üretimlerinin engellemesi, onun gelişimine
vurulan ciddi bir darbedir. Hem dil gelişim göstermez,
hem de örneğin edebiyat ve sanatsal-kültürel üretim
kısırlaşır. Dolayısıyla kuşaktan kuşağa geçen
toplumsal bilinç ve evrimi de geri kalacaktır.
Uluslaşma süreçlerinde anadil üzerindeki yasaklar
ve baskılar bu uygulamanın olduğu halkın gelişimini
engellemekte, ciddi toplumsal sorunlara kaynaklık
etmektedir. Hatta ısrarla devam ettirildiğinde
ulusal asimilasyon yaratarak, ulus varlığını tehdit
edebilmektedir.
Belirtilen düşünme, dinleme, konuşma, okuma ve
yazma gibi temel insani yetenekler, anadille birlikte,
anadilde eğitimle gerçek işlevsel anlamına kavuşmaktadır.
Bu yeteneklerin baskılandığı, yasaklandığı ve
cezalandırıldığı ortamlarda bireyin, toplumsal
grubun, halkın nasıl zor koşullarda yaşadığı da
anlaşılır olmaktadır.
Bir
insana, bir ulusal topluluğa, bir halka dil yasağı
koyulduğunda ne olur? Orada insanlar nasıl iletişim
kurabilir ve sosyalleşme nasıl sağlanabilir? Toplumsal
üretim ve paylaşım nasıl gerçekleşebilir? Kültürel
değerler kuşaktan kuşağa nasıl aktarılabilir?
Özgür düşünme ve ifade ediş anadille gerçekleştiğinden,
bu özgürlüğün baskılanması sonucu orada insanlıktan,
demokratik hak ve özgürlüklerin varlığından söz
edilebilir mi? Benzeri bir dizi soruya olumlu
yanıt vermek mümkün değildir.
Anadilin
özellikle anadilde eğitimin kullanılmaması gibi
bir eksiklik, insanlarda kendini çok açık gösteren
sosyal, kültürel, psikolojik sorunları körükler.
Hele baskı ve yasakların, eşitsizliklerin ve zora
dayalı asimilasyonun varlığı açıktan ve uzun yıllara
dayanıyorsa, orada birikmiş ve kuşaktan kuşağa
aktarılan kapsamlı siyasal sorun var demektir.
Buna bağlı olarak toplumsal yaşam tarzında da
ciddi yapısal sorunlar var demektir.
Biraz
önce belirttik. Anadil üzerindeki baskı ve yasaklar
siyasaldır. Ezen ulus milliyetçiliğinin, ırkçılığının
dahası faşizmin baskıcı, yok edici mantığından
kaynaklanır. Emperyalizm ve sömürgecilik bunu
üretir. Buna karşılık, ulusal kurtuluş, demokrasi
ve sosyalizm mücadeleleri ise bu alandaki baskıları,
yasakları geriye atmış, sömürgeci sistemler demokratik
uygulamalara zorlanmıştır. Bu halkların mücadelesiyle
sağlanan tarihsel bir gelişme ve kazanımdır.
Sosyolojik,
psikolojik araştırma ve incelemeler gösteriyor
ki, anadil üzerindeki baskılar ve anadili kullanamama,
değişik sorunlara yol açmakta, kişilik ve toplumsal
kimlik karmaşasına ve sosyal sarsıntılara neden
olmaktadır. Bu durum başlı başına insan bütünlüğünün
bozulma kaynağıdır. Birey anlamında olsun, toplumsal
anlamda olsun, açtığı yaralar ve yaptığı tahribatlar
derindir. Dilin zayıflığı, geriliği, eksikliği;
insanlarda ve toplum yaşamında ciddi sorunlar
yaratır. Birey ve toplum ilişkilerinde anlaşmazlıklara,
uyumsuzluklara, düşünce ve davranış bozukluklarına
yol açar.
Dilini
özgürce konuşamayan insanlarda ötekiler tarafından
aşağılandığını görme duygusu, başlı başına sosyal-psikolojik
çöküş nedenidir. İnsanın tüm duygu ve düşüncelerini
altüst eder. İnsanlardan ve toplumdan kaçış sebebidir.
İnsanı içe dönük yapar, toplumsal yaşama küsmesini
getirir. Bu yasak ve baskılanma altındaki insanların
ilişkileri toplumsallıktan uzak, alış-verişleri
de sağlıklı değildir, yaşam dengeleri de bozuktur.
Dayatılan
resmi dil iyi kullanılamadığı için, kullanım hataları
ve anlam bozuklukları da içerdiğinden, milliyetçiliğin,
şovenizmin baskın olduğu sosyal ilişkilerde aşağılanma
boyutunun artmasına neden olur. Hele ki bu durum
alay konusu edildiğinde insandaki tahribatı ve
buna bağlı sosyalleşmeden kaçışı artırır ki birey
ve halk toplulukları anlamında, Türkiye'de yoğunlukla
yaşanan da budur
Dillerin
ve halkların aşağılanması kabul edilemez bir durumdur.
Anadilde
eğitim alamayan bireylerin, dayatılan ikinci dilde
aldığı eğitimle başarılı olması çok zordur. Örnek
olarak, Kürt halkının yaşadığı alanlarda, asimilasyon
dili Türkçe ile verilen eğitimin düzeyi çok geridir.
Bununla karşılaşan çocuklar; toplumsal ilişkilerinde
uyumsuzluklar, ezginlik ve baskılanmış kişilikler
gibi olumsuzlukları yaşamaktadır. Dolayısıyla
anadilini yeterince öğrenemeyen, ikinci dilde
eğitimi de sağlıklı alamayan öğrenciler, eğitim
ve öğrenimde başarısızm gibi görünür, sınavlarda
başarılı olması da beklenemez. Yaşama ve çalışma
alanlarındaki tüm ilişkiler sorunludur, baskılanma
altındadır. Tam bir aldatmaca halinde ve dayanılmaz
tahribatlarıyla toplumsal yaşam zulme dönüşerek
devam eder. Devlet dairelerinde, hastanelerde,
sokakta, alışverişte, işyerinde, kısacası hayatın
her alanında ve anında gündelik yaşamda ezilen
ulusun insanları hak etmedikleri baskılar altındadır.
Toplumsal
iletişimini ana dilinde yapamayan; kültürünü,
sanatsal üretimlerini, bilimsel aktarımlarını,
toplumsal paylaşımlarını ana dilinde yapamayan,
yasak ve baskılarla yaşayan halkın yaşadığı zulmü
ve işkenceyi anlamak çok zor olmasa gerek. Bunlara
kimin, hangi gerekçeyle, nasıl bir hakkı olabilir
ki?
Buna
hiç kimsenin ve hiçbir nedenle, hakkı yoktur ve
olamaz! Yapılanlar ve yaşatılanlar insanlık ayıbıdır,
ezen egemen sınıfların, oligarşinin ve onların
sınıfsal-ulusal değerlerinin, insanlıktan çıkmış
hallerinin verisidir. Tavrımız bunlaradır.
Bir
gerçeği kısaca ifade etmek istiyoruz.
Bu
coğrafyada Kürt halkının dili yasaklanmış, anadilini
öğrenmesi ve anadilde eğitim alması engellenmiş,
yasaklanmıştır. Zorla başkalaştırılmak istenmiştir,
Türkleştirilmek istenmiştir. Sadece Kürt halkı
değil, Lazlar, Çerkezler, Gürcüler, Boşnaklar,
Araplar, Romanlar, Arnavutlar Ermeniler, Rumlar
gibi halklar da değişik baskı ve uygulamalarla
karşı karşıyadır. Bu durum ezen ulus politikalarının
ısrarlı, anti-demokratik, baskıcı karakterinden
kaynaklanmaktadır.
Son
dönemde değişik dillerde başlatılan TV yayınları
ve dil kursları serbestliği konularında gelişmeler
yaşanmaktadır. Yapılanlara ve içeriklerine bakıldığında
baskıcı ve asimilasyoncu davranıldığı, dillere
eşit davranılmadığı, hakların kullandırılmadığı,
baskıların devam ettirildiği görülecektir. Son
dönemde açılım politikaları kapsamında Kürtçeye
yabancı dil statüsünde kurs dili olması izni verilmesi,
üniversitede bölüm açılması girişimleri de demokratiklik
kırıntıları olarak ve olgunun içeriği saptırılarak
gündeme gelmektedir. Örneğin bunlar bile demokratik-hukuki
bir statü anlamında anayasal güvence altına alınmamaktadır.
Anadilde eğitim hakkı sağlanmamaktadır.
Sonuçta;
Türkçe zorunlu ve tek resmi dildir. Ancak çok
uluslu toplumsal yapıda, birden fazla dilin konuşulduğu
gerçeklikte, resmi zorunlu dil varlığı; başlı
başına anti-demokratik, baskıcı politikanın göstergesidir.
Çok dilli toplumsal ortamda zorunlu ve tek resmi
dil olmaz. Birçok ülkede, burjuva demokrasisinin
şu ya da bu biçimde kurumsallaştığı ülkelerde,
sosyalizmin kazanımlarında böylesi bir zorlama,
dayatma yoktur. Çok dilli toplumsal koşullarda
resmi dil sayısı da fazladır. Nüfus dağılımına
bağlı olarak dil bölgeleri uygulamaları vardır.
Ulus
ve ulusal topluluğun dilleri üzerindeki baskı
ve yasaklar, demokrasinin inkarı üzerinde yükselen
faşizmin baskıcı ve zora dayalı, asimilasyoncu
karakterinin ürünüdür. Emperyalizm bu ülkede varlığını
sürdürdükçe, faşizm, emperyalizm ve tekelci sermayeye
dayanarak halklar üzerinde baskısını devam ettirdikçe
ne özgür bir ülke ne de halk için demokrasi söz
konusu olabilir. Başta anadilde eğitim hakkı olmak
üzere demokratik talepler günlük yaşamda somutlaşmadan
burjuva anlamda demokrasi bile kurulamaz. Özgür
Kürt corafyas ile özgür Türkiye arasında kopmaz
bağ vardır; eşit ve özgür ilişkiler temelinde
kurulan bir ilişki, sadece Kürt dilinin özgürlüğünü
sağlamayacak, dillerin özgürlüğüne katkı sunacaktır.
Sosyalizm, tüm demokratik hakların güvence altına
alındığı, burjuva demokrasisinden kat ve kat demokratik
bir toplumdur.
Yeniden
özet bir vurgu yaparsak;
Anadil
üzerinde baskılar ve yasaklar, halklar arasında
eşit ve özgür ilişkileri yok eder, kardeşlik değil
düşmanlık üretir. Toplumsal yaşamda ve kültürel
dokuda tahribat yaratır.
Anadili
yasaklanan bir halk, kendisine ve daha önemlisi
insanlığına yabancılaşır. Kültürel üretimlerini
sağlıklı yapamaz. Kendisini geliştirerek yeniden
üretme yeteneği zayıflar.
Baskılar
ve yasaklar sonucu özgürce anadilini kullanamayan
bireylerin ve toplumun ruh sağlığı bozulur. Bireylerde
ve toplumda kişilik bozuklukları artar.
Anadile
baskı ve yasaklar sadece dilin değil, halkın yok
oluşuna da yol açar.
Anadil
üzerindeki yasak ve baskılar, bir halka karşı
yapılan saygısızlık, onun yaşama hakkına yapılan
saldırıdır.
Nerede
ezilen halka yönelik ulusal baskı ve yasaklar
varsa, orada ezilen halkın varlığına kastediş
vardır. Buna karşı başkaldırmak, hak arayışı kavgasına
tutuşmak ise haklıdır, meşrudur. Direniş, özgürleştirir;
direniş ve mücadele anadilin özgürlüğü için ilk
adımdır.
Anadilde
Eğitim; Özgür-Demokratik
Toplumun
Olmazsa Olmazlarındandır.
Konu
tartışılmaz biçimiyle siyasal bir içeriğe sahiptir.
Yani demokrasi açısından ulusların varlığı ve
demokratik haklarını özgürce yaamalar olmazsa
olmazdır. Eğer uluslar eşit ve eit hakları varsa
orada demokrasinin varlığından söz edilebilir;
bunun tersi söz konusuysa, orada burjuva anlamda
bile demokrasi yok demektir.
Türkiye
toplumu, burjuva demokrasisini hiç yaşamamıştır.
Baştan bu yana demokratik gelenek, kültür ve kurumlaşmadan
yoksundur; kimi demokratik kurumlar sözde var
olsa da, bu faşizmi gizleme işlevi görmektedir.
Bu anlamda, anti-emperyalist anti-oligarşik halk
devrimi, sadece bu ülkede emperyalizmin varlığına
son verip, bu topraklardan emperyalizmi söküp
atmakla kalmayacak, aynı zamanda başta Kürt sorunu
olmak üzere tüm demokratik sorunları çözecek,
halk için demokrasiyi inşa edecektir.
Kürt
ulusunun özgürlüğü için, Ulusların Kaderlerini
Kendilerinin Tayin Hakkı (UKKTH) ilkesel bir tutumdur.
UKKTH, kangrene dönüşmüş, emperyalizm ve oligarşinin
çözüm gücü olmayacağı yaşanan yüz yılık deneyle
açığa çıkmış, tam tersine emperyalizm ve oligarşinin
istismar ederek denişleştirdiği bu sorunun çözümünde
anahtar konumdadır. Bu temel çözücü bir anlayıştır.
Bu olmaksızın, yani sömürge bir ulus olan Kürt
ulusunun bağımsız devlet kurma hakkı dahil tüm
siyasal hakların tanınması olmadan; sadece kültürel
hakların (resmi dil olsun-olmasın anadil kullanımı,
sanatsal-kültürel faaliyetlere serbestlik vb.)
tanınması bir ileri adım olabilir ama sorunu çözemez.
Sorunun kökten ve kalıcı çözümü Kürt ulusunun
kendi kaderini eline alması ve bu hakkın güvence
altına alınmasından geçmektedir.
Bu
ilkenin içeriğine uygun olarak, anadilin kabulü,
anadilde eğitim hakkınn yasal güvenceye kavuşması
zorunludur. Burjuva anlamda demokrasi için bu
ilk adımlardan biridir; bunun olmadığı yerde burjuva
demokrasisinden söz edilemez.
Ayrıca
ilkesel bir yaklaşım olarak: uluslar ve diller
arasında ayrımcılık yapılması, baskı altına alınması,
eşitsizlik, asimilasyon politikası kabul edilemez.
Ulus ve halkların eşitliği ve kardeşliği dillerin
özgürlüğünden, bu hakkın savunulmasından, bu hakkın
yasal güvence altına alınmasından geçmektedir.
Halklar gibi dillerde eşit ve özgür olursa gelişir,
serpilir, bir zenginlik olarak halklarının önünü
açar. Başkasını ezen ulus özgür olamaz; Kürt ulusu
üzerinde inkar ve imha politikaları, aynı zamanda
Türkiye işçi ve emekçileri için baskı ve zülüm
demektir. Nitekim faşizm, sadece Kürt ulusunun
ulusal-demokratik haklarını yok saymıyor, başka
ulusal topluluk ve inanç sahipleri üzerinde baskı
kurmuyor, Türkiye emekçileri için de hak ve özgürlükleri
yok ediyor, yok sayıyor.
O
halde, ezen ulusun egemen sınıflarına karşı, faşizme
karşı, demokrasi savaşının, tek değil ama en önemli
ayağı, Kürt ulusunun varlığı ve haklarını savunmak,
bu temelde talepler için mücadele etmektir. Kürt
ulusunun haklı ulusal demokratik talepleri ile
emekçi sınıfların demokratik talepleri arasından
kopmaz bir bağ vardır; bu bağ doğru kurulduğu
ölçüde, yüz yılara dayanan haksızlık, önyargı
ortadan kalkmakla kalmayacak, aynı zamanda, demokrasi
mücadelesi doğru rotada yürüyecek, devrim ve sosyalizm
savaşı güçlenecektir.
Bu
bağlamda, anadilde eğitim hakkı, söylemde ve toplumsal
yaşamda gerçeklik kazanmalıdır. Kürtçe ve diğer
ulusal toplulukların kendi dillerinde eğitim almalar
haktır ve diller arasında eşitlik sağlanmalıdır.
Bu demokratik talepleri savunmak, bu talep için
mücadele etmek meşrudur.
Önemli
bir noktaya da dikkat çekmek gerekiyor. Anadilde
eğitim hakkı konusunda bu yaklaşımı savunurken;
eğitim sisteminde, eğitim-öğretim müfredatında
ulusal-milliyetçi, şovenist, ırkçı değerlerin
değil; bilimsel, demokratik ve özgür eğitimin
temel alınması, bu taleplerle bütünlük sağlanması
zorunludur. Ayrıca, Kürt ulusu ve diğer ulusal
toplulukların kültürlerin gelişmesi, kendi sanat,
edebiyat, tarihlerinin demokratik bir mecrada
gelişmesi için anadilde eğitim zorunludur. Böylesi
bir bütünlükle anadilde eğitim hakkı anlamlıdır.
Anlayışımız
ve Tavrımız,
Devrimci
sosyalizm, ulus ve hakların eşit ve özgürlüğünü
savunur; bu anlamda, ulusal sorun düzleminde,
Kürt ulusunun ulusal demokratik hakları, diğer
ulusal toplulukların, Arapların, Ermenilerin,
Çerkezlerin, Boşnakların vb demokratik hakları
meşrudur ve bu temeldeki baskıları ret etmek,
buna karşı direnmek haktır.
Diller
özgür demokratik koşullarda gelişir ve toplumsal
işlevini görür. Anadilde eğitim, her ulus ve ulusal
topluluğun kültürünün özgür gelişimi, demokratik
ve insani bir haktır. Bu hakkın özgürce yaşanması,
bu yöndeki talepler haklı ve meşrudur. O halde,
uluslar, diller arasındaki eşitsizliği üreten
her şeye karşı çıkmak görevdir, bu baskı ve yasaklar
son bulmalıdır.
Ancak
bugün, emperyalizmin hegemonyasının her alanda
sürdüğü, burjuva demokrasisinden uzak, faşizmin
kurumsallaştığı ülkemizde, ne Kürt ulusu ne de
diğer halklar özgürdür. Faşizm, emperyalizm ve
tekelci burjuvaziye dayanarak, işçi ve emekçiler,
Kürt ulusu, Aleviler ve tüm ezilenler üzerinde
baskı kurmuştur. Bu sistem parçalanmadan, yıkılmadan
tüm bu demokratik sorunlar kökten ve kalıcı çözülemez.
Anti-emperyalist anti-oligarşik halk devrimi,
bu demokratik sorunların kaynağını, emperyalizm
ve oligarşinin varlığı kurutacak, burjuva demokrasisinden
kat ve kat ileri olan, proleter demokrasinin bir
biçimi olan halk demokrasisini kuracaktır. Halk
demokrasisi, sadece burjuva demokrasisinin kazanımlarını
değil, bu kazanımları arkasına alıp daha ileri
üreten sosyalizm deneylerini de özümseyecek, demokrasiyi
bu temelde inşa edecektir.
Elbette,
Kürt ulusal sorunun çözümde ilkesel ele aldığımız
ulusların kendi kaderini tayin hakkı ve bu çalışmamızın
ana konusu olan anadilde eğitim hakkı gibi demokratik
talepler, özünde burjuva demokrasisinin sorunlarıdır.
Bu taleplerin bir kısmı devrim öncesinden de çözülebilir.
Demokrasi savaşımı, bu taleplerin çözümde asıl
ve belirleyici unsurdur; hiçbir hak kavga verilmeden,
faşizmden koparılmadan kazanılamaz. Ama biz biliyoruz,
ne emperyalizm ne de oligarşi, demokrasinin en
temel sorunu olan Kürt ulusunun özgürlük sorununu
çözemez; emperyalizm özgürlük değil, baskı ve
hegemonya getirir, burjuvazi ise baştan bu yana
demokratik değil, Kürt ulusunun varlığını, demokratik
hak ve özgürlüklerin inkarı üzerinden kendini
örgütlemiştir.
O
halde, devrimci sosyalizm, tüm bu demokratik sorunların
çözümünde devrimin asıl çözüm gücü olduğunu savunur
ve tüm demokratik talepleri devrim penceresinden
ele alır. Önce burjuva demokratik devrimi ve daha
sonra sosyalist devrim gibi aşamalı devrim anlayışları
geride kalmıştır. Devrimi bir yana atıp demokratikleşme
söylemleri ise masaldır. Demokratik taleplerin,
bu arada Kürt sorunu ekseninde, yukarıda ifade
ettiğimiz taleplerin bir kısmı devrim öncesinde,
bir kısmı devrim anında da çözülebilir; ama tüm
demokratik taleplerin güvence altına alınmasında
halkın kendi iktidarı zorunludur. İşte halk demokrasisi,
bundan dolayı, Kürt ulusu için, ayrılma ve bağımsız
devlet kurma hakkını güvence altına alıp, ulus
ve hakların eşit ve özgürlüğünü ilan etmekle kalmaz,
tarihsel haksızlıklardan onarmakla kalmaz, Kürtler
ve diğer ulusal toplulukların dil ve kültürünün
özgür gelişiminin tüm koşullarını oluşturur.
Böyle
bir demokrasi, halk demokrasisi için mi yoksa
ufku kapitalizmi aşmayan, örneğin dil serbestliği,
anayasal vatandaşlık, özerklik gibi bütünlüklü
bir çözümü ifade etmeyen haklar için mi mücadele
edeceğiz? Politik hedefimiz nedir? Hakl taleplerimizi
hangi politik hedefe bağlayacağız? Yakıcı sorular
bunlardır ve bu sorunlara verilecek yanıt, devrimci
duruşumuzu belirler.
Duruşumuz
nettir; emperyalizmi kovacağız, oligarşiyi, faşizmi
yıkacağız ve halk demokrasisini inşa edeceğiz.
Biz bu ana halkayı tutarak, demokratik tüm taleplere
sahip çıkıyor, bunun için mücadele ediyoruz.
|