Kosova’nın işgaliyle sonuçlanan Yugoslavya’ya
yönelik askeri saldırı ve 11 Eylül’ü gerekçe göstererek
Afganistan’a saldıran ve burayı işgal eden ABD;
yeniden tek “hegemonik güç” olmak için, yeni saldırı
ve işgal planları yapıyor.
“Terörist ülkeler” ve “kimyasal/nükleer silah
üreten ülkeler”in, “tüm dünya için tehdit” olduğunu
belirterek, NATO’nun yeni konseptine uygun bir
gerekçeyle Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ve
Küba’ya gözdağı vermeye çalışan ABD, aynı gerekçeyle
Körfez’e yeni bir saldırı ve işgale hazırlanıyor.
Jeo-politik konumu nedeniyle Körfez’e yerleşmeyi
amaçlayan ABD; “teröre destek veriyor” diyerek
İran’a gözdağı vermeye çalışmakta ve “Saddam’ı
devirmek” gerekçesiyle de Irak’ı işgale hazırlanmakta.
Bütün bunlarla amaçladığı ise; yeniden tek “hegemonik
güç” olarak, dünyayı kendi denetimi altına almaktır...
Denetim mekanizması
Bugünün dünyasına baktığımızda; ekonomik, askeri
ve siyasal özelliklerinin bileşkesi, ABD’yi, günümüz
emperyalist güçlerin tek “küresel güç”ü yapmaktadır.
Böylesi bir konumun gerçekleştirilmesi, devamı
ve ileri bir noktaya taşınarak “kalıcı” kılınması;
ABD’nin “küresel denetim” mekanizması oluşturmasını
koşullamıştır.
Peki, ABD’yi “küresel güç” yapan özellikler nelerdir
ve “denetim” mekanizması nasıl oluşturulmaktadır?
II. Paylaşım Savaşı’ndan en karlı emperyalist
ülke olarak çıkan ABD, emperyalist ve sosyalist
blokun olduğu “iki kutuplu dünya”da, emperyalist
blok içerisindeki tek “hegemonik güç”tü ve aynı
zamanda bu blokun jandarmalığını yapmaktaydı.
Bu realite, Mahir Çayan yoldaş tarafından, şöyle
tespit edilmiştir:
“Amerikan emperyalizmi, II. yeniden paylaşım savaşından
en az yıpranmış ve en çok karlar sağlamış emperyalist
ülke olarak çıktı. Geçmiş dönemlerle kıyaslanmayacak
seviyede yaptığı sermaye ihraç ve transferleri
ile öteki emperyalist-kapitalist ülke ekonomilerini
hegemonyası altına aldı. Halk savaşlarına ve de
sosyalist bloka karşı, emperyalist blokun jandarmalığını
üstlendi. Dünya kapitalist blokunun, bu dönemde,
Amerikan İmparatorluğu’na dönüştüğünü söylemek,
herhalde yanlış olmayacaktır. (Kapitalist dünya
üretiminin 2/5’ini, USA yapmaktadır.)” (“Toplu
Yazılar”, Özgürlük Yayınları, sf;309)
Emperyalist blokta, ABD’nin “mutlak hegemonya”sının
söz konusu olduğu bu süreçte, “Truman Doktrini”
çerçevesinde hareket edilmekte ve savaş dönemi
ile sonrasında prestiji yükselmiş bulunan sosyalizmin
alt edilmesi amaçlanmaktaydı. Uygulanan politik
stratejinin biçimiyse; ABD Başkanı Harry S. Truman’ın
mimarlığını yaptığı, “kuşatma -containment” ve
“geriletme -roll back-” politikasıydı.
İşte, Sosyalist Blok’un “kuşat(ıl)ma”sının askeri
gücü olan NATO, böylesi bir süreçte ve başını
ABD’nin çektiği emperyalist ülkeler ile bunların
bağlaşıklarınca kuruldu. Üye ülkelerde konuşlandırılacak
olan NATO’ya ait askeri üs ve tesisler aracılığıyla,
bahsedilen “kuşatma”ya uygun olarak “askeri denetim”
mekanizması oluşturuldu.
Emperyalist blokun jandarmalığını yapan ABD’nin
bu denetimi; üç noktada kendini göstermekteydi.
“Avrupa” ve “Pasifik” ağırlıklı bu denetim, “Körfez”de
görece bir güç bulundurularak sağlanmaktaydı.
“Küresel güç”
“İki kutuplu” dünya, reel sosyalizmin çözülüşüyle,
“tek kutuplu” ve ancak çok parçalı hale geldi.
Bu “tek kutuplu” durum, emperyalist sistemin dünya
ölçeğindeki başatlığını ifade ediyor. “Çözülüş”,
SSCB coğrafyasında, irili ufaklı bir çok “bağımsız
devlet”in oluşmasına yol açtı. Tüm bu devlet ve/ya
devletçiklerin yanısıra, dağı(tı)lan Varşova Paktı’na
üye ülkeler, emperyalistler açısından “etki” altına
alınabilecek ve “nüfuz alanı” kapsamına dahil
edilecek yeni ülkeler/bölgeler ortaya çıkardı.
Böylece, “tek kutuplu” bu dünyada; eldekini korumak,
ileri hamleler kazanmak ve yeni “nüfuz alanları”
oluşturmak isteyen emperyalist ülkeler, kendi
aralarında “karşıtlık ve çatışma” halinin egemen
olduğu “çok parçalı” oluşum sergilediler. Hemen
belirtelim ki; bu “çok parçalı” oluş, ulusal/halk
kurtuluş mücadelelerinin bastırılması ve boğulması
için, emperyalistlerin bütünsel hareket etmelerinin
engeli olmadı. Mezopotamya, Filipinler, Nepal,
Peru, Meksika, Kolombiya vb. ülkelerde yürütülen
ulusal/halk kurtuluş mücadeleleri karşısında,
emperyalist ülkelerin “blok” tavır alışı buna
örnektir.
Yine, denetimden çıkan Saddam Hüseyin ve Milosoviç’e
yönelik blok tavır alış, emperyalizmin politikası
olarak gündemleştirilmişti...
Başta ABD olmak üzere emperyalist ülkeler; yeni
“etki ve nüfuz alanı” halindeki Doğu Avrupa, Balkanlar,
Kafkasya, Orta Asya, Ortadoğu vb. alanlarda kendi
egemenliklerini kurmak için harekete geçtiler.
Böylece, emperyalistler ve bölge ülkeleri, kendi
aralarında yeni ilişkiler biçimlendirmeye başlamış
ve değişik stratejiler, ittifaklar oluşturulmuştur.
“Jeo-stratejik oyuncu” ülkeler olarak bilinen
ABD, Fransa, Almanya, Rusya, Çin ve Hindistan’ın
yanısıra, tüm çıkarlarını ABD ile örtüştüren İngiltere
ve ekonomik olarak güçlü ancak askeri ve siyasi
olarak daha zayıf olan Japonya’nın egemen konumda
bulunduğu emperyalist sistemin en güçlü ülkesi,
şüphesiz ABD’dir. Yaklaşık 270 milyon nüfusu,
2000 yılı verilerine göre toplam 9 trilyon 810
milyar dolarlık GSMH ve kişi başına düşen yaklaşık
36 bin dolarlık milli geliriyle “ekonomik” olarak
her ne kadar Japonya ve Almanya/AB tarafından
meydan okunsa da, ABD ekonomik olarak emperyalist
dünyanın ana lokomotifidir. 1999 yılı bütçesinden,
askeri harcamalara 281 milyar dolar ayıran (ki,
11 Eylül sonrasında bu rakam, 300 milyar doların
üzerine çıkartılmıştır) ABD, 1 milyon 518 bin
kişilik ordusu ve elinde bulundurduğu gelişmiş
teknoloji ürünü askeri araçları/silahları, nükleer
bombaları, uçak gemileri ve dünyanın bir çok bölgesindeki
askeri üs ve tesisleriyle, “askeri” olarak rakipsizdir
ve hala, NATO içerisindeki tartışmasız liderdir.
Bu konumu nedeniyledir ki, emperyalist sistemin
jandarmalığını yapmaktadır. Bağlaşıklarıyla birlikte
hareket ederek, kendi isteği doğrultusundaki kararların
BM’den çıkmasını sağlayan ve/ya BM kararları olmaksızın
da Körfez’de ya da başka bir bölgede askeri harekatlar
düzenleyen ABD, küresel düzeyde “siyasi” olarak
belirleyicidir. Başta askeri alan olmak üzere,
“teknolojik” olarak genel öncülük görevini yürüten
(görece geri konumda bulunduğu teknolojik alanlarda,
tıpkı Japonya Başbakanı’na, televizyondan kendi
vatandaşlarına; “ABD mallarını alma” çağrısında
bulundurarak, Japonya’ya kendi mallarını satmaya
zorladığı gibi, diğer ülkeleri de bir biçimiyle
tehdit ederek, ABD ürünlerini almaya zorlamaktadır)
ABD, “kültürel” olarak da oldukça etkindir.
Sinema, müzik, tiyatro ve “fast-food” alanlarındaki
etkisi öylesine ileri düzeydedir ki; başta Fransa
ve Almanya olmak üzere, diğer emperyalist ülkelerin
“ulusal kültürü koruma” söylemleri, dünya kamuoyunda
sıkça duyulur olmuştur. İşte, “ekonomik, askeri,
siyasi, teknolojik ve kültürel” özelliklerinin
bileşkesi, günümüz dünyasında ABD’yi tek “küresel
güç” yapmaktadır.
“Hegemonya” ve Körfez
Geliştirdiği “Avrasya Stratejisi”yle, “küresel
hegemonyacı güç” olmak isteyen ABD’nin, küresel
düzeydeki askeri denetimi şöyle gerçekleştirilmektedir:
Ana gövdesi Batı Avrupa’da bulunan NATO’ya ait
askeri üs ve tesislerin yanısıra, bağlaşık ülkelerdeki
askeri üs ve tesislerde bulunan ABD askeri gücü,
ülke dışında bulundurduğu toplam “224 bin 164
kişilik” (bkz; “Foreign Polıcy”, 1998 Yaz, sayı:2
sf:27) askeri gücünün %60’ını oluşturmakta ve
yine “Deniz Filosu’nun %60’ını Atlantik’te” (bkz;”International
Herald Tribune”, 28 Mayıs 2000) tutmaktadır. Bu
anlamda, ülke dışındaki ABD askeri gücünün, yakın
zamana kadar “Batı Avrupa merkezli” olduğunu söylemek
yanlış olmayacaktır.
ABD’nin Pasifik’teki askeri denetimi ise, Latin
Amerika ve Hint Okyanusu bölgelerini kapsamaktadır.
Bu bölgelerdeki bağlaşık ülkelerde bulunan askeri
üs ve tesislerin yanısıra, Pasifik ve Hint Okyanusu’ndaki
uçak gemileri ve Deniz Filoları aracılığıyla askeri
denetim sağlanmaktadır.Yakın zamana kadar, ABD’nin
buralardaki askeri gücü, ülke dışındaki toplam
askeri gücünün %40’ını oluşturmaktayken, bu oran,
11 Eylül sonrasındaki Afganistan saldırı ve işgaliyle
birlikte, pozitif olarak değiştirilmiş ve oran,
yukarıya çekilmiştir.
Özellikle, Afganistan saldırı/işgali öncesi, Orta
Asya Cumhuriyetleri’ne (Kazakistan, Türkmenistan,
Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan vb.) askeri
güç yığılması ve Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan
vb. Kafkas ülkeleriyle askeri ilişkiler geliştirilmesi,
ABD askeri gücünün, Pasifik’te artırılmasını koşullamıştır...
Günümüz dünyasında, bir kez daha emperyalist rekabetin
ana eksenini oluşturma trendine giren Körfez bölgesi;
oldukça zengin enerji kaynakları ve su havzalarıyla
“enerji koridorları”na sahip oluşunun yanısıra,
coğrafi özellikleri ve stratejik konumu nedeniyle
öne çıkmıştır.
Jeo-politik önemdeki bu konumuyla, emperyalistlerin
iştahını kabartan Körfez bölgesinde ABD askeri
denetimi, reel sosyalizmin çözülüşüyle birlikte
hızla arttı. Bölgede bulunan bağlaşığı işbirlikçi
Arap devletleri ve Emirlikleri’ndeki askeri üs
ve tesislerle yetinmeyen ABD, İsrail ve Türkiye
ile birlikte, “stratejik işbirliği” oluşturdu.
Yine, Körfez’e verdiği bu önem nedeniyledir ki;
II. Paylaşım Savaşı sonrasında, ilk kez yeni bir
“Filo” kurmuştur. ABD-İsrail-Türkiye “stratejik
işbirliği”nin resmen imzalandığı 23 Şubat 1996
tarihinden kısa bir süre önce, yani 1 Temmuz 1995
tarihinde resmen göreve başlayan; “ABD 5. Filosu;
batıda Mısır’dan, doğuda Pakistan’a, kuzeyde İran’dan,
güneyde Kenya’ya uzanan ve 19 ülkeyi kapsayan
27 milyon kilometrekare genişliğinde dev bir bölgeyi
denetleyecek” (“Evrensel”, 4 Temmuz 1995) biçimde
konuşlandırılmıştır.
Nimitz ve George Washington adlı iki uçak gemisi,
dört destroyer, bir kruvazör, ikisi nükleer olmak
üzere üç saldırı denizaltısı, güdümlü füze atan
iki savaş gemisi, saldırı destek gemileri ve mayın
tarama gemilerinin de yer aldığı 20 savaş gemisi
ve 150’den fazla uçağa sahip olan 5. Filo (bkz;
“Yüzyıl”, 4 Şubat 1998); Körfez’deki ABD egemenliğinin
en önemli askeri gücünü oluşturmaktadır.
Irak’a yönelik “Çöl Tilkisi” saldırısında ve sonraki
askeri saldırılarda görev alan 5. Filo; ABD egemenliğinin
tesisi için, bölge ülkelerine/halklarına gözdağı
vermek ve gerektiğinde müdahalede bulunmak üzere,
Körfez’de beklemeye devam etmektedir.
Hemen belirtelim ki; emperyalist rekabetin ana
eksenini oluşturma eğilimindeki Körfez bölgesini
denetime almak isteyen ABD, bağlaşığı İngiltere
ile birlikte, bölgeye askeri yığınak yapmaya devam
ediyor. Yeniden hedef tahtasına oturtulan Saddam
Hüseyin’li Irak’a yönelik askeri saldırı hazırlıklarının
yapıldığı günümüzde, bu bölgedeki askeri yığınağın
sürekli büyütüleceğinden kimsenin kuşkusu yoktur!
İşbirlikçi Arap ülkelerindeki askeri üs ve tesislere
yapılan askeri yığınak ve Deniz Filoları’nın güçlendirilmesiyle
birlikte, “müşterek (kara, deniz ve hava kuvvetlerinin
ortak askeri harekatı)” bir saldırının tüm koşulları
hazırlanıyor. Nasıl ki, “Avrasya’ya hakim olan
dünyaya hakim olacak” ise; Avrasya’ya hakim olmak
için de, Körfez Bölgesi’ne hakim olmak gerekiyor.
İşte, ABD emperyalizminin Körfez’e yaptığı yığınağın
perde arkası...
Emperyalist rekabetin ana eksenini oluşturan bu
bölgedeki halklar, ABD ve tüm emperyalistlerin
açık tehdidiyle karşı karşıyadır! Dünyanın her
yanındaki ulusal/halk kurtuluş mücadelelerini
bastırmak için bütünsel hareket eden emperyalistlerin
bu tehdidini bertaraf etmek ve “bağımsızlık/özgürlük”
mücadelesi sürdürmek için; bölge halklarının önemli
bir bölümünü oluşturan Türk, Kürt, Arap, Acem
halkları ve diğer halklar ile tüm azınlıklar,
“ortak bir cephe”de birleşik mücadele geliştirmenin
tüm yollarını aramalıdır. Gelinen aşamada, birleşik
bir Ortadoğu Devrim Hareketi’nin yaratılma koşullarının
olgunlaştığı unutulmayarak, Che’nin “enternasyonalist”
özelliğini kuşanmak ve anti-emperyalist mücadeleyi
bulunduğumuz her alana yaymak, devrimci sosyalistlerin
ertelenemez görevidir!..
|