19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında
kapitalist ilişkilerin gelişmesiyle eş zamanlı
olarak İran işçi sınıfı da büyümeye başladı. Emperyalizmin
ve uluslararası finans sermayesinin İran’da kapitalizmin
hızlı ve “serbest” gelişimini kısırlaştıran tüm
engel ve sınırlamaları kapitalist dönüşüm sürecini
yavaşlatsa da 20. yüzyılın başlarında İran işçi
sınıfı da oldukça gelişmişti. İran’da “Yapısal
(anayasal) Devrim” (1905-1911) olarak anılan burjuva-demokratik
devrimi süresiyle aynı zamanlarda ilk sendikalar
kuruluyordu. Bu süreçte ilk kez sosyal demokratik
nüveler belirdi ve sosyal demokrat çevreler oluşturuldu.
Az sayıdaki sanayi proletaryasına rağmen sosyalist-marksist
eğilimleri canlandıran ve işçi sınıfı bilincini
arttıran şey, yüzyılın başındaki Rus devrimci
hareketiyle İran işçilerinin ilişkisiydi. Her
yıl sayısız İranlı işçi, iş bulmak için Rusya’ya
gidiyor ve bir çoğu Bakü petrol sanayiinde iş
buluyordu. Rusya’daki örgütlü işçi hareketiyle
ve Marksizmle tanışan bu işçiler, İran’a geri
döndüklerinde eylemlerine “bilinçli işçiler” olarak
devam ettiler.
Sosyalist Ekim Devrimi İran işçi sınıfının uyanmasında
ve örgütlenmesinde önemli bir rol oynadı. İran
Komünist Partisi ilk kongresini 1920’de gerçekleştirdi
ve eylemliliklerine resmen başladı. Marksist-Leninist
bir parti olan İran Komünist Partisi ve Üçüncü
Enternasyonal üyeleri, sınıf bilinci ve örgütlenmesinin
gelişmesinde önemli bir rol oynadı. Sendika hareketinin
genişlemesi de bu süreçte oldu. İşçi sınıfının
yaşam koşullarının düzeltilmesi için bir çok grev
gerçekleştirildi. Ekonomik mücadelenin yanı sıra
İran proletaryası gerici yönetici sınıflara karşı
politik mücadeleye başladı. Sonunda gericiler
bir dizi politik ve askeri mücadeleden sonra başarı
elde ettiler. Sendikalar ve Komünist Parti, yasa
dışı ilan edildi ve baskı politikalarıyla Komünist
Parti dağıtıldı. 1929’dan sonra İran’da herhangi
resmi bir komünist parti olmadı.
İkinci Dünya Savaşı sırasında müttefiklerin İran’ı
işgali ve Rıza Şah rejiminin tahttan indirilmesinden
sonra İran’da “Tudeh Parti”si (Kitle Partisi)
adında bir parti kuruldu. Sovyetler Birliği tarafında
desteklenen bu parti Marksist-Leninist ilkeleri
ve işçilerin haklarını savunduğu iddiasındaydı.
Ne var ki aslında bu parti, ne Marksist Leninist
ne de işçi sınıfı çıkarlarının savunucusuydu ve
daha çok küçük burjuva oportünist eğilimdeydi.
Bunu sadece ideolojik-politik duruşu ile değil
ama aynı zamanda pratik uygulamalarıyla da kanıtladı.
Oportünizmin ve uysallığın simgesi olan Tudeh
Partisi, kontrolü altındaki önemli örgütlü güce
rağmen 1953’de CIA’in düzenlediği darbeye1 karşı
herhangi bir devrimci eylem geliştirmekten sakındı.
Darbenin zaferinden kısa bir süre sonra parti
örgütü de ezildi.
Tudeh partisinin İran devrimci hareketinin yenilmesindeki
rolü, parti önderliğinin üyelerine ihaneti, CIA
darbesinden sonra tutuklanan liderlerin Şah rejimini
desteklemesi, bu liderlerin ve partinin önde gelen
kadrolarının Şah rejimi ve gizli polis servisi
SAVAK ile işbirliği ve nihayetinde yakalanan kişilerden
çoğunun pişmanlık bildirilerinin yayınlanması
vb. gibi gelişmeler, İran halkında, komünistlere
ilişkin olumsuz yargılar yarattı.
Tudeh partisi Marksist-Leninist bir parti olmamasına
rağmen kendisini öyle ilan etmiş ve Sovyetler
Birliği’nin desteğini almıştı. Bu yüzden de hainlikle
suçlanan parti değil komünistler oluyordu. Bu
süreçte, işçi ve emekçiler komünistlere olan inançlarını
yitirdiler ve ümitsiz, karamsar bir atmosfer kitle
hareketine hakim oldu.
Tudeh partisinin yenilgisinden sonra komünistlerin
dikkate değer bir eylemliliği olmadı. Yenilgi
döneminden sonra kurulan birkaç komünist grup
herhangi bir etkiye sahip olmadıkları gibi devamlılık
da gösteremediler. Bu gruplar Şah rejiminin gizli
polisi tarafından ya dağıtıldı ya da tutuklandı.
Bu durum bir grup işçi ve Marksist-Leninist devrimci
entelektüel bir araya gelene kadar devam etti.
Bu grubun Kruşçev revizyonizminden, oportünist-reformist
bir parti olan Tudeh’ten ve Çin taraftarlarından
net biçimde ayrılan bir çizgisi vardı. Söz konusu
grup, hakim pasifizm eğilimine ve durgunluğa bir
son vermek için devrimci harekete inandı ve İran
hakim sınıflarına karşı politik ve askeri yöntemlerin
birliği kullanılarak savaşılması gerektiği sonucuna
vardı.
Bu çizgi, resmen 8 Şubat 1971’de İran’ın kuzey
kısmındaki “Siahkal”de bir jandarma garnizonuna
yapılan silahlı saldırıyla deklare edildi. Sonuçta
örgütümüz, İran Halkının Fedaileri Gerilla Örgütü,
(İHFGÖ) kuruldu ve o dönemden Şah rejiminin devrilmesine
kadarki sürede İHFGÖ İran’daki tek etkin Marksist-Leninist
örgüt oldu.
Aslında İranlı komünistlerin yeni eylemliliklerinin
bir başlangıç noktası olan bu hareketin ezilmesi
için Şah rejimi tüm baskı aygıtlarını harekete
geçirdi. Yoldaşlarımız gruplar halinde idam edildi.
İHFGÖ’ye az da olsa sempati duyan herkese uzun
süreli mahkumiyet kararları verildi. Yeni oluşmuş
örgütü ezmeye çalışan sert bir baskı dönemi geldi.
İHFGÖ’nin ilk yedi yılı boyunca yüzlerce yoldaşımızın
katledilmesine ve binlercesinin hapsedilmesine
rağmen Şah rejiminin girişimleri başarısız olmuştu.
İHFGÖ’nin işçiler, emekçiler ve devrimci entelektüeller
arasındaki etkisi her geçen gün o kadar arttı
ki, Şah rejiminin devrilmesinden sonra İHFGÖ sadece
İran’daki değil aynı zamanda Ortadoğu’daki en
büyük devrimci Marksist-Leninist örgüt haline
geldi.
İHFGÖ işçi örgütlerinin ve işçilerin bilincinin
gelişmesinde önemli bir rol oynadı. Fakat aynı
zamanda örgütümüzde bazı anlaşmazlıklar belirdi.
Bu yüzden de İHFGÖ içinde iki karşıt eğilim oluştu.
Bu eğilimlerin arasındaki anlaşmazlıklar üç noktada
yoğunlaştı:
* Şubat 1979 ayaklanmasından sonra iktidarı alan
yeni rejimin sınıf içeriği üzerine düşünceler
ve buna karşı bizim tavrımız;
* Sovyetler Birliği’ne karşı tavrımız;
* İHFGÖ’nin geçmişi ve resmi politik çizgisi üzerine
düşünceler;
Sağ kanat olarak bilinen eğilim, İHFGÖ’nin Marksist-Leninist
ve anti-revizyonist duruşundan saparak Sovyetler
Birliğinin başını çektiği “Sosyalist Kamp”ın revizyonist
tavırlarına doğru yaklaştı. Dolayısıyla bu eğilim
Sovyetler Birliği’nin desteklediği Tudeh partisinin
çizgisine de yaklaştı. Bu eğilim, revizyonist
görüşleri uyarınca İslami Cumhuriyeti anti-emperyalist,
devrimci, küçük burjuva bir rejim olarak kabul
etti. İHFGÖ tarafından Şah rejimine karşı girişilen
her türlü silahlı mücadelenin yanlış olduğunu
iddia etti. Diğer yandan sol kanat, İHFGÖ’nin
Marksist-Leninist ve anti-revizyonist görüşleri
ve kendilerinin Sovyetler Birliği ile ayrım noktalarını
vurguladı. Bu eğilim, İslam Cumhuriyetini dinci-burjuva,
gerici ve karşı-devrimci bir rejim olarak gördü.
Bu yüzden halkın İslam Cumhuriyeti’ni devirmesi
için örgütlenmesi gerektiğini ileri sürdü.
Sonuçta, İHFGÖ’nin asıl politik yaklaşımını temsil
eden sol eğilim, politik mücadele ve kitle örgütlerine
oranla silahlı mücadeleye daha fazla vurgu yaparak
bazı hatalara düşmüş olsa da İHFGÖ’nin geçmişinin
bütünüyle reddedilemeyeceğini belirtti ve artık
işçi örgütleriyle onların bilincinin geliştirilmesinin
önemini öne çıkardı.
Bu anlaşmazlıklar, 1980 yılında İHFGÖ içinde kapsamlı
bir ayrışma ile sonuçlandı. İHFGÖ merkez komitesinin
çoğunluğu tarafından savunulan sağ eğilim “Çoğunluk”
olarak adlandırıldı; merkez komitenin azınlığı
tarafından savunulan sol eğilim ise “Azınlık”
olarak adlandırıldı. “Çoğunluk”, İslam Cumhuriyeti
ile ittifak halinde onun gerici politikalarını
destekleyerek sonunda burjuva-liberal bir akıma
dönüşürken İHFGÖ (Azınlık), Marksizm-Leninizm’i,
enternasyonalizmi ve işçi sınıfının çıkarlarını
ve ideallerini savundu.
İHFGÖ’nin devrimci etkinliklerine katlanamayan
gerici İslam Cumhuriyeti baskı politikalarını
gündemine aldı. 1981 süresince İHFGÖ’nin liderlerinin
çoğu öldürüldü, sayısız üye ve sempatizanı tutuklandı
ya da İslami rejimin cellatları tarafından katledildi.
1981’den bu yana İran İslam Cumhuriyeti, yüzlerce
İHFGÖ üye ve sempatizanını tutuklayıp kovuşturmaya
devam ediyor, ki bunların çoğu ya idama ya da
müebbet hapse mahkum edilmektedir. Ancak İHFGÖ
yoluna sağlam adımlarla devam ediyor. İslami rejimin
yarattığı ağır hasarlara rağmen İHFGÖ, komünist
amaç ve ideallerine inançla bağlanarak devrimci
görevlerini yerine getirmeye devam ediyor.
Fedai Örgütü (Azınlık)2 tüm dünyada toplumsal
proleter devrimini savunur ve diğer tüm Marksist-Leninist
ve enternasyonalist örgütler gibi kapitalizmin
günümüzdeki aşaması olan emperyalizmin, sistemin
çelişkilerinin en çok yoğunlaştığı aşama olduğunu
düşünmektedir. Emperyalizm çağı, proleter devrimleri
için gerekli tüm nesnel şartları hazırlamıştır.
Dolayısıyla proletarya diktatörlüğünün kurulması,
özel mülkiyetin ortadan kaldırılması ve üretim
araçlarının toplumsal mülkiyetinin yaratılması
tüm dünya proletaryasının acil görevidir. Fedai
Örgütü (Azınlık) İran’da bir an önce bir sosyalizmin
kurulmasını savunmaktadır.
-------------------------
DİPNOTLAR
(1) Bu darbeyle birlikte İran petrol sanayisini
millileştiren ve Şah’ın iktidarını sınırlandırmak
isteyen başbakan Dr. Muhammed Musaddık iktidardan
indirildi. Daha sonra Şah monarşisi iktidara geri
geldi.
(2) (Azınlık) İHFGÖ’nin Ocak 1997’deki 6. Konferansı’nda
örgütün adı Fedai Örgütü (Azınlık) olarak değiştirilmiştir.
|