Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

KAVRAM

Sınıf nedir? İnsanlar neden ve hangi ölçütlerle toplumsal sınıflara ayrılırlar? Toplumlar tarihinin aynı zamanda sınıf mücadeleleri tarihi olduğu görüşünün kökeni nedir? Zaman zaman iddia edildiği gibi sınıflar ve sınıf mücadeleleri artık tarihin sahnesinden kalkmış mıdır?
Bütün bu sorular aslında yeni değil. Tek tek insanlar açısından da kimin hangi sınıftan olduğu sorusu genel olarak her zaman tartışmalı bir konu olmuştur. Çoğunlukla da yanlış kriterlerle yapılan yanlış tanımlar vardır ve hatta solda duran insanlar arasında da bu yanlış tanımlar yaygındır. Örneğin statü, meslek, gelir düzeyi ve yaşam biçimi üzerine kurulan yorumlar böyledir. Eğitim, bilgi ve bilinç gibi ölçütler de sık sık devreye girer. Daha kaba tanımlarda ise kol emeği kullanma-kullanmama, somut olarak bir fabrikada çalışıp çalışmama gibi ölçütler vardır. Özellikle günümüzde işçi sınıfının yeni katmanlarını görmeyen kesimlerde sadece sanayi işçilerini işçi olarak görme eğilimi yaygındır.
Bu konuda en sık yapılan bir başka hata, şu ya da bu biçimde emek harcayan, yani yaşamını çalışarak kazanan herkese işçi ya da emekçi denmesi ve burjuva tanımının da sadece yan gelip yatanlar için kullanılmasıdır. Oysa sadece çalışmak bir ölçü değildir ve patronların yaşamı da sanıldığı gibi aylaklıktan ibaret değildir. Zannedilenin aksine birçok büyük burjuvanın güne herhangi bir işçiden önce başladığı ve şirketini büyütmek için bazen bir gün içersinde çok fazla enerji harcadığı bilinir. Yani karikatürlerde çizilen şişman ve tembel patron tipi evet, genel olarak çok da yanlış değildir; gerçekten de patronluk bir tür asalaklıktır ama sınıfsal anlamdaki tanım bu kadar da basit değildir.
Öte yandan bu tür tanımlarla işçi sınıfı kavramının çerçevesi de genişlemekte, esnaf, üretici köylüler, kurum ve şirket yöneticileri ve hatta bazı küçük işletme sahiplerinin bile işçi sınıfına dahil edilmektedir. Çoğunlukla gelir düzeyini temel alan bu yaklaşımlarda örneğin bir bakkal ile bir sanayi işçisinin geliri kıyaslanır ve bir yoruma varılır; ya da güneş altında ter döken bir tütün üreticisinin bir televizyon fabrikasındaki işçiden daha çok emek harcadığı düşünülerek bir sonuca varılır. Aynı biçimde sadece “artı-değer üretmek” ölçütüne ve artı-değerin de tek bir biçimine takılıp kalanlar da örneğin temizlik işçileri ya da öğretmenler konusunda bulanık tanımlara varırlar.
Bu konudaki bir başka kafa karışıklığı ise “mülkiyet” kavramıyla ilgilidir. Az sonra göreceğimiz gibi kişinin işçi sınıfından olup olmamasını belirleyen en önemli faktör, “üretim araçlarının mülkiyeti”ne sahip olup olmama durumudur. Yani bu, kişinin bir eve ya da arabaya, çeşitli eşyalara sahip olup olmamasıyla ilgili değildir.
Ve tabii, daha kültürel formlara doğru inildiğinde işler iyice muğlaklaşır. Oturulan semt, kişisel yaşam biçimi, giyim-kuşam, hatta tercih edilen müzik türü bile sübjektif ölçütlerle sınıf tanımının içine girer.
Oysa sınıf kavramı, esas olarak insanın üretim araçları ve üretimle kurduğu bir ilişki biçimidir. Bu ilişki de büyük ölçüde nesneldir; kişinin kendisini nasıl gördüğü ya da başkalarının onu tanımlama biçimiyle ilgili değildir. Sınıfların “sömürünün toplumsal yapıdaki yansıma tarzı” olduğunu söylerken Marks’ın kastettiği böyle bir nesnelliktir. Bir işçinin kendisini işçi olarak görmemesi ya da patronların fikirlerini kabul etmesi onu işçi sınıfının bir parçası olmaktan çıkarmaz. Küçük bir dükkan sahibinin kendisini işçi olarak görmesi ve sol fikirlere sahip olması da onu işçi sınıfı içine sokmaz. Bir kişinin sınıfı, onun üretim ilişkilerindeki yeri tarafından belirlenir. Birinin üretim ilişkilerindeki yerini belirlerken öncelikle o kişinin üretim araçları üzerindeki kontrolüne, üretim ve dağıtımın nasıl yapılacağındaki söz hakkına, başkalarının emeğini denetlemekteki rolüne bakılmalıdır.
Lenin’in deyimiyle “sınıflar, sosyal üretim sistemleri içinde işgal ettikleri yerler, üretim araçlarıyla ilişkileri, emeğin sosyal örgütlenmesindeki rolleri, elde ettikleri ve kullandıkları sosyal zenginliğin boyutları açılarından birbirlerinden farklı olan geniş insan gruplarıdır.”
Tarih boyunca çeşitli üretim ilişkilerine bağlı olarak değişik konumlanışlar alan toplumsal sınıflar, kapitalizm koşullarında esas olarak iki temel sınıf olarak sahnededirler. Engels’in Komünist Manifesto’ya yazdığı dip notta yaptığı tanım bunu yansıtır:
“Burjuvazi ile modern kapitalistler sınıfı, toplumsal üretim araçlarının sahipleri ve ücretli emek istihdam edenler kastediliyor. Proletarya ile ise, kendilerine ait hiçbir üretim aracına sahip olmadıklarından, yaşamak için emek güçlerini satmak durumunda olan modern ücretli emekçiler sınıfı kastediliyor.”
Şüphesiz sınıf kavramı dinamik bir kavramdır ve toplumsal sınıflar süreç içersinde kendi içlerinde değişikliklere uğrarlar. Özellikle günümüzde yeni işçi katmanlarının ortaya çıkması bunun en tipik örneğidir.
Örneğin ücret karşılığı çalışan ve üretim araçlarına sahip olmayan kişiler genel olarak işçi sınıfı olarak tanımlanabilir ama “kamu çalışanı” olarak adlandırılan -yönetici olmayan- memurlar da artık aynı sınıfsal çerçevede değerlendirilmektedir. Ya da işsizler böyledir; onlar da şu anda çalışmayan proleterlerdir. Evde çalışanlar, ev kadınları, emekliler, büro elemanları, giderek dibe itilen düz mühendisler ve doktorlar, sağlık çalışanları, topraksız köylüler, vb. de aynı biçimde işçi sınıfının katmanlarını oluşturmaktadırlar.
Aynı şekilde burjuvazi kavramı da zaman içersinde değişikliklere uğramış ve en azından kendi içinde katmanlaşmıştır. Özellikle 20. yüzyılın başından bu yana gitgide artan tekelleşme olgusu, büyük burjuvalar ile tekel-dışında kalanlar arasındaki farkları artırmıştır.
Ve nihayet, bu iki ana sınıf dışında kalan ve çoğu kez bu sınıflardan birine ya da ötekine yaklaşarak politik sahnede rol alan kategoriler de vardır. Küçük bir sermaye ile çalışan ve sahip oldukları üretim araçlarıyla genellikle ancak kendi geçimlerini sağlayacak kadar kâr edebilen esnaf (bakkal, kasap, berber, vb), küçük işyeri sahipleri (fırın sahipleri, kaportacılar, yayıncılar, kendi adına çalışan muhasebeciler, vb) genel olarak küçük burjuvazi olarak adlandırılırlar. Aynı biçimde küçük tarım üreticileri de esasen küçük burjuvaziye yakın olan kesimlerdir.
Yeni süreçte ortaya çıkan orta sınıf katmanları da bir başka kategori olarak burada anılabilir. Bu yeni orta sınıflar, bir yandan rantiyelik ve piyasa-borsa düzeninden türemekte, diğer yandan da büyük sanayi işletmelerine tümüyle bağımlı, nihai ürün ortaya çıkarmayan küçük ve orta boy işletmeler olarak ortaya çıkmakta, taşeronluk, atölyeler sisteminin kaypak zeminlerinde oluşmaktadır. Diğer yandan yeni düzenin ihtiyaç duyduğu yönetici kadrolar da bu kategorilerin bir başka kaynağıdır. İhracat uzmanlarından reklamcılara, turizmcilerden finans danışmanlarına, yönetici mühendislerden ayrıcalıklı doktorlara dek uzanan bu tabakalar, burjuvazinin ideolojik taşıyıcıları olarak önemlidirler.
Sonuç olarak toparlamaya çalışırsak, toplumsal sınıflar, kişilerin ve toplulukların üretim araçları karşısındaki konumlarına ve üretim araçlarıyla kurdukları ilişkiye bağlı olarak oluşan sosyal konumlardır. Bugünkü kapitalist çerçevede esas olarak iki temel sınıftan (işçi sınıfı ve burjuvazi) oluşan bu olgu, toplumsal yapının ve çelişkilerin de temelini oluşturur. Bu uzlaşmaz çelişkinin çözümü ise kuşkusuz asalaklaşarak çürümekte olan burjuvazinin tasfiyesi ve nihai olarak sınıf kavramının kendisinin ortadan kaldırılması ile mümkündür.

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19