Filistin ulusal özgürlük
mücadelesinin efsanevi figürlerinden mücadelesinin
önemli kadrolarından gibi Leyla Halid geçenlerde
Kuzey Lübnan’daki Filistin mülteci kamplarındaydı.
Filistinli olmayan İslamcı grup Fetih-el İslam
ve Lübnan ordusu arasında geçen yaz meydana
gelen ve Nahr-al Bared kampının yok edildiği
savaştan bu yana ilk kez ziyarette bulunan
Halid, Electronic Intifada editörü Matthew
Cassel’e Annapolis toplantısı, Nahr-al Bared
ve Filistin hareketi üzerine değerlendirmelerde
bulundu. Kendisi de bir mülteci olan Halid,
1948’de genç bir kızken Hayfa’dan göç etmeye
zorlandı ve daha sonra 1967’de Filistin Halk
Kurtuluş Cephesi’nin (FHKC) ilk kadın üyesi
oldu; FHKC’nin liderlik konseyinin bir üyesi
olarak kaldı. Halid, FHKC parolası “Her yerde
düşmanın peşine düş” doğrultusunda 1969 ve
1970’de iki yolcu uçağını kaçırarak kendisini
ve Filistin’i gazetelerin manşetlerine taşıdı.
40 yıldan sonra, Filistin hala özgürleşemedi
ve mültecilerin durumu her zamankinden daha
vahim. Geçen yaz kamp savaşında 30’dan fazla
sivil mülteci öldürüldü ve Lübnan’daki binlerce
mülteci bırakın Filistin’deki eski evlerine
ve mülklerine dönmeyi, kendi kamplarına dönüp
dönmeyeceklerinden şüpheliler. |
Eİ: Geçenlerde Amerika, İsrail ve Filistin
yönetimi Annapolis’te “barış süreci”ni denemek
ve ilerletmek için bir araya geldi. Fakat Kudüs’ün
kaderi, işgal ve Filistinli mültecilerin dönüş
hakkı konusunda çözüm hiç yakın görünmüyor. Filistinliler,
özellikle bir mülteci olarak siz, bu tür müzakerelerin
bir çözüm getireceğine inanıyor musunuz?
LH: Annapolis’de gerçekleşen sadece bir süreçtir;
İsraillilere daha fazla yer işgal etmeleri için
olanak sağlayan ve aynı zamanda tek tek ülkeler
değil, bir bütün olarak İsrail ile Araplar arasındaki
ilişkiyi normalleştirerek Filistin sorunuyla Araplar
arasına büyük bir mesafe koyacak bir süreç.
Konferansın politik bir karar için referans noktası
ABD’ydi; Birleşmiş Milletler değil… Ve toplantı
sürerken İsrailliler Gazze’yi harabeye döndürüyorlardı
ve Batı Şeria’ya akın düzenliyor, saldırıyor ve
insanları tutukluyordu.
Bu bir oyun, biz bunu çok iyi biliyoruz ve İsraillilerle
müzakerelere karşıyız; çünkü güç dengeleri ne
Filistin düzeyinde ne Arapların düzeyinde ne de
uluslararası düzeyde bizim lehimizde. Müzakereler
ancak biz eşit taraflar olmaya yakın isek etkili
ve bizim çıkarımıza olabilir. Geçmişte müzakereler,
bir denge noktasında savaşan partiler arasında
olurdu, biz hala işgal altındayız, hala mülteciyiz-müzakere
edecek neyimiz var?
Bunun bir barış süreci olduğunu söylüyorlar ama
biz barışı değil süreci görüyoruz. Bu sadece toplumsal
ilişkiler kurmak, fazlası değil. Biz bu yüzden
buna karşıyız.
Eİ: Filistin Yönetiminin başkanı Mahmud Abbas’ı
siz Filistin halkının özellikle de Filistinli
mültecilerin meşru bir temsilcisi olarak görüyor
musunuz?
LH: Evet, kendisi halkımız tarafından Filistin
otoritesi seçildi. İdari komite ve temsilciler
konseyinde Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ)
başı seçildi. Bu yüzden kendisi meşrudur. Ama
bir daha düşünelim. Meşru olmak nedir? Ulusal
özgürlük bakımından meşru olmak, düşmanlarımızla
savaşmak anlamına gelir.
Eİ: Şimdi Filistinliler bölünmüş görünüyorlar,
özellikle Gazze’de El-Fetih ve Hamas arasındaki
son savaşta… Filistinlilerin haklarını kazanmaları
için verdikleri mücadelede gelecek için nasıl
bir yol görüyorsunuz?
LH: Her şeyden önce biz (FHKC), iç çelişkilerde
zor yoluna başvuran Hamas’ı kınadık. Çünkü asıl
çelişki işgalledir ve Filistin mücadelesinin kültüründe
böyle bir şey yoktur.
Dünyadaki devrimlerde fikirlerde ve tutumlarda
farklılıklar olmuştur ama çözüm için gruplar her
zaman kendi aralarında diyalog yoluna başvurmuştur.
Biz (FHKC), Oslo anlaşmalarına karşıydık ama hala
FKÖ’nün bir parçasıydık. Hamas’ın yaptığı bizim
tarafımızdan kınanmıştır. Bu yüzden Hamas’ın geri
çekilmesini ve asıl devrime dönmesini istiyoruz.
İsrail toplumunda da pek çok sorun var; Hükümet
ve Knesset içerisinde, vs. sorunlar var ama bunu
silahla çözmüyorlar.
Filistin Yönetimi genel özgürlüklerle ilgili pek
çok kısıtlama yaptı ve bu kısıtlamalar kararnameyle
Başkan tarafından duyuruldu. Demokratik olmak
Batı Şeria ve Gazze Şeridinde işgale ve tutuklanmaya
maruz kalmalarına rağmen, insanlara daha fazla
özgürlük vermektir. Biz Filistin Yönetiminin Rice’ın
isteğine göre iki haftada bir İsrail’le buluşup
müzakerelere oturmasını istemeyiz, bu bizim halkımızın
hiçbir sorununu ne ekonomik düzeyde, ne güvenlik
düzeyinde ne de politik düzeyde çözebilir. Biz
işgalin acısını çekerken, İsrail bütün sorunu
kendisini nasıl koruyacağı sorunu olarak görüyor.
İkincisi FKÖ’yü yeniden inşa etmeliyiz; çünkü
FKÖ artık marjinalleşti. Bu yüzden FKÖ’nün Filistinlilerin
içerde ve dışarıda gerçek ve meşru temsilcisi
olduğuna insanları ikna etmeliyiz. Böylece bunu
yapmak, İslami gruplar dâhil bunun birer parçası
olabileceği için daha çok güç verecektir.
Üçüncüsü, uluslar arası düzeyde, bu toplantılar
hiçbir yere ulaşamayacaktır ama biz her zaman
194 sayılı olanından başlayarak devam eden BM
kararları temelinde, BM önderliğinde uluslar arası
bir konferans çağrısı yapıyorduk. Bu konferans
çözüm önerilerinin nasıl uygulanacağı üzerine
olmalı çünkü 194 sayılı karar 1948’de yayımlandı.
Ve aradan 59 yıl geçti.
Bu tek çözüm yolu. Ama bu bizim direnişimize bağlı.
Direniş olmadan bunu elde edemeyiz.
Eİ: Siz nasıl bir direnişi tercih edersiniz?
LH: Bütün direniş çeşitlerini, direniş her şey
demektir... “Hayır” kelimesiyle başlamak ve silahlanarak
bitirmek… Bunların arasında politik mücadele ve
halk mücadelesi dahil olmak üzere, pek çok yol
var. İsrail’de ırkçı, ayrımcı ve katliamcı bir
rejim olduğu için bunu kabullenmemizi istiyorlar.
Bu bizim istemediğimiz şeydir. Biz böyle insanlarla
bir arada olamayız. Ama bizim gibi insanlarla
bir arada olabiliriz. Bu bizim istediğimiz yol.
Biz bağımsız bir devletten bahsederken, bu sadece
İsrail ve Siyonistlerle aramızdaki tarihi çelişkinin
nihai sonucu değildir. Bu, hepimiz için Filistin’de
demokratik bir devlete sahip olmak yolunda ileriye
doğru atılan bir adımdır. Ama anahtar veya çözüm
Filistinlilerin geri dönüş hakkıdır… Bu olmadıkça
çelişki sürecektir.
Eİ: Enternasyonalistlerin Filistin’e destek
ve dayanışma çalışmaları yapmaları için en iyi
yolun ne olduğunu düşünüyorsunuz?
LH: Sanırım eziyet ve işgal altında olan halktan
pek çok anlamda destek aldık. Bu konuşma da Filistinlileri
destekleme eylemidir. Çünkü internetten, gazeteden
ya da başka bir medya organından olsun, bu sesinizi
sadece Filistin’deki adaletsizliği duyurmak önemlidir.
Şimdi, insanların sağlığıyla ilgilenmek, çocuklarla
ve kadınlarla atölye çalışması yapmak, Filistinlilerin
hayatlarının daha iyileşmesi için bazı projeleri
desteklemek gibi başka araçlar da var. Bunların
hepsi dayanışma aracı. Ben hangi dayanışma araçlarının
var olduğunu söylemek için burada değilim, çünkü
dünyanın ilerici güçleri desteklerini ve dayanışmalarını
kendi araçlarıyla yaydılar, bu etkiliydi ve hala
etkili.
Eİ: Nahr-al Bared’in yok edilmesi Filistin
mücadelesi tarihine nasıl geçecek?
LH: Kamplar Filistinlilere karşı Siyonistler ve
emperyalistler tarafından işlenen tarihi suçları
yansıtıyor. Devrim için silahlı mücadelenin başlamasından
bu yana kamplar hedef tahtasındadır. Çünkü onlar
Al-Nakba’nın tanıklarıdır. Filistin’de kamplarda
soykırıma uğramamız tesadüf değil; Jenin’de İsrail
tarafından gerçekleştirilen katliam da bunlardan
biriydi örneğin.
Lübnan’da katliamlarla yüzleşen kamplardan birisi
de, Nabatiye Kampı’ndaki İsrailliler tarafından
tamamıyla yok edilen Tel al-Zater’dir… Bu, kampları
bitirmek için yapılmış bir plan çünkü…1948’de
ülkemiz işgal edildiğinde ve biz zorla sürüldüğümüzde
tanıklar kaldı. Bu yüzden şimdi tanığın kendisini,
yani kampları yok etmenin zamanı geldi! Her seferinde
farklı bir senaryo çıkıyor, bazen İsraillilerden
bazen de başkalarının, örneğin Arapların ellerinden...
Eİ: Şimdiki Lübnan ordusu gibi mi?
LH: Şimdiki ve önceki... Lübnan ordusu 1973’te
de bizimle karşı karşıya geldi ve kamplarımızı
kuşattı. Direniş o zaman hala doruktaydı ve Beyrut’taki
kamplarımızın yakınına gelemediler. Şimdiyse Filistin
sorunu bölündüğü için, FKÖ’nün şimdiki parçalanmışlığı
ve Gazze’deki durum ortadayken bir kampı yok etmek
kolaydır. Ama bu kez Fetih el İslamın özrünü alarak.
Eİ: Yaz savaşından bu yana Kuzey Lübnan’daki
mülteci kamplarını ilk ziyaretinizden yeni döndünüz.
Söylemek istediğiniz bir şey var mı?
LH: Bu, bizim kamplarımızdan birinin ilk kez yok
edilişi değil. Dikkatli olmak zorundayız. Bu kampı
yeniden inşa etmemiz için bize destek vermek isteyenler
doğrudan bize destek vermeli, hükümetler aracılığıyla
değil… Biz Lübnan hükümeti ve diğer hükümetlerden
gelip kamplarımızı inşa etmelerini istemiyoruz.
Biz kamplarımızı inşa ederiz, halkımız bunu yapabilir.
Bu, evlerinin yakılıp yakılması, halkımız için
gerçekten acıdır. Buna hiçbir zaman alışmadık
ve alışmayacağız da. Biz kamplarımızı yeniden
inşa edebiliriz ve yeterince sabırlıyız ama bu
sonsuz bir sabır değil.
Bu, tüm dünyanın seyrettiği bir suçtur; biz Filistinlilerin
kampı vahşice yok edildi. Neden? Lübnan ordusu
halkımızın evine dönmesini engellemek için evlerini
yaktı!
Şatilla kampı da yok edilmişti; ama şimdi yeniden
inşa edildi ve bunu halkımız yaptı… Bunun muhatabı,
FKÖ ve bizim (FHKC) de içinde bulunduğumuz diğer
oluşumlardır. Sonra gelip halkımıza yardımlarını
artırsınlar diye Filistin toplumuna, Arap toplumuna
ve kamuoyuna çağrı yapılmıştır. Çünkü bizler yaşamımızın
her gününde adaletsizlikle yüzleşiyoruz.
.
|