Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

59. Sayı - Nisan/Mayıs 2008

Filistin ulusal özgürlük mücadelesinin efsanevi figürlerinden mücadelesinin önemli kadrolarından gibi Leyla Halid geçenlerde Kuzey Lübnan’daki Filistin mülteci kamplarındaydı. Filistinli olmayan İslamcı grup Fetih-el İslam ve Lübnan ordusu arasında geçen yaz meydana gelen ve Nahr-al Bared kampının yok edildiği savaştan bu yana ilk kez ziyarette bulunan Halid, Electronic Intifada editörü Matthew Cassel’e Annapolis toplantısı, Nahr-al Bared ve Filistin hareketi üzerine değerlendirmelerde bulundu. Kendisi de bir mülteci olan Halid, 1948’de genç bir kızken Hayfa’dan göç etmeye zorlandı ve daha sonra 1967’de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin (FHKC) ilk kadın üyesi oldu; FHKC’nin liderlik konseyinin bir üyesi olarak kaldı. Halid, FHKC parolası “Her yerde düşmanın peşine düş” doğrultusunda 1969 ve 1970’de iki yolcu uçağını kaçırarak kendisini ve Filistin’i gazetelerin manşetlerine taşıdı. 40 yıldan sonra, Filistin hala özgürleşemedi ve mültecilerin durumu her zamankinden daha vahim. Geçen yaz kamp savaşında 30’dan fazla sivil mülteci öldürüldü ve Lübnan’daki binlerce mülteci bırakın Filistin’deki eski evlerine ve mülklerine dönmeyi, kendi kamplarına dönüp dönmeyeceklerinden şüpheliler.

Eİ: Geçenlerde Amerika, İsrail ve Filistin yönetimi Annapolis’te “barış süreci”ni denemek ve ilerletmek için bir araya geldi. Fakat Kudüs’ün kaderi, işgal ve Filistinli mültecilerin dönüş hakkı konusunda çözüm hiç yakın görünmüyor. Filistinliler, özellikle bir mülteci olarak siz, bu tür müzakerelerin bir çözüm getireceğine inanıyor musunuz?
LH: Annapolis’de gerçekleşen sadece bir süreçtir; İsraillilere daha fazla yer işgal etmeleri için olanak sağlayan ve aynı zamanda tek tek ülkeler değil, bir bütün olarak İsrail ile Araplar arasındaki ilişkiyi normalleştirerek Filistin sorunuyla Araplar arasına büyük bir mesafe koyacak bir süreç.
Konferansın politik bir karar için referans noktası ABD’ydi; Birleşmiş Milletler değil… Ve toplantı sürerken İsrailliler Gazze’yi harabeye döndürüyorlardı ve Batı Şeria’ya akın düzenliyor, saldırıyor ve insanları tutukluyordu.
Bu bir oyun, biz bunu çok iyi biliyoruz ve İsraillilerle müzakerelere karşıyız; çünkü güç dengeleri ne Filistin düzeyinde ne Arapların düzeyinde ne de uluslararası düzeyde bizim lehimizde. Müzakereler ancak biz eşit taraflar olmaya yakın isek etkili ve bizim çıkarımıza olabilir. Geçmişte müzakereler, bir denge noktasında savaşan partiler arasında olurdu, biz hala işgal altındayız, hala mülteciyiz-müzakere edecek neyimiz var?
Bunun bir barış süreci olduğunu söylüyorlar ama biz barışı değil süreci görüyoruz. Bu sadece toplumsal ilişkiler kurmak, fazlası değil. Biz bu yüzden buna karşıyız.

Eİ: Filistin Yönetiminin başkanı Mahmud Abbas’ı siz Filistin halkının özellikle de Filistinli mültecilerin meşru bir temsilcisi olarak görüyor musunuz?
LH: Evet, kendisi halkımız tarafından Filistin otoritesi seçildi. İdari komite ve temsilciler konseyinde Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) başı seçildi. Bu yüzden kendisi meşrudur. Ama bir daha düşünelim. Meşru olmak nedir? Ulusal özgürlük bakımından meşru olmak, düşmanlarımızla savaşmak anlamına gelir.

Eİ: Şimdi Filistinliler bölünmüş görünüyorlar, özellikle Gazze’de El-Fetih ve Hamas arasındaki son savaşta… Filistinlilerin haklarını kazanmaları için verdikleri mücadelede gelecek için nasıl bir yol görüyorsunuz?
LH: Her şeyden önce biz (FHKC), iç çelişkilerde zor yoluna başvuran Hamas’ı kınadık. Çünkü asıl çelişki işgalledir ve Filistin mücadelesinin kültüründe böyle bir şey yoktur.
Dünyadaki devrimlerde fikirlerde ve tutumlarda farklılıklar olmuştur ama çözüm için gruplar her zaman kendi aralarında diyalog yoluna başvurmuştur. Biz (FHKC), Oslo anlaşmalarına karşıydık ama hala FKÖ’nün bir parçasıydık. Hamas’ın yaptığı bizim tarafımızdan kınanmıştır. Bu yüzden Hamas’ın geri çekilmesini ve asıl devrime dönmesini istiyoruz. İsrail toplumunda da pek çok sorun var; Hükümet ve Knesset içerisinde, vs. sorunlar var ama bunu silahla çözmüyorlar.
Filistin Yönetimi genel özgürlüklerle ilgili pek çok kısıtlama yaptı ve bu kısıtlamalar kararnameyle Başkan tarafından duyuruldu. Demokratik olmak Batı Şeria ve Gazze Şeridinde işgale ve tutuklanmaya maruz kalmalarına rağmen, insanlara daha fazla özgürlük vermektir. Biz Filistin Yönetiminin Rice’ın isteğine göre iki haftada bir İsrail’le buluşup müzakerelere oturmasını istemeyiz, bu bizim halkımızın hiçbir sorununu ne ekonomik düzeyde, ne güvenlik düzeyinde ne de politik düzeyde çözebilir. Biz işgalin acısını çekerken, İsrail bütün sorunu kendisini nasıl koruyacağı sorunu olarak görüyor.
İkincisi FKÖ’yü yeniden inşa etmeliyiz; çünkü FKÖ artık marjinalleşti. Bu yüzden FKÖ’nün Filistinlilerin içerde ve dışarıda gerçek ve meşru temsilcisi olduğuna insanları ikna etmeliyiz. Böylece bunu yapmak, İslami gruplar dâhil bunun birer parçası olabileceği için daha çok güç verecektir.
Üçüncüsü, uluslar arası düzeyde, bu toplantılar hiçbir yere ulaşamayacaktır ama biz her zaman 194 sayılı olanından başlayarak devam eden BM kararları temelinde, BM önderliğinde uluslar arası bir konferans çağrısı yapıyorduk. Bu konferans çözüm önerilerinin nasıl uygulanacağı üzerine olmalı çünkü 194 sayılı karar 1948’de yayımlandı. Ve aradan 59 yıl geçti.
Bu tek çözüm yolu. Ama bu bizim direnişimize bağlı. Direniş olmadan bunu elde edemeyiz.

Eİ: Siz nasıl bir direnişi tercih edersiniz?
LH: Bütün direniş çeşitlerini, direniş her şey demektir... “Hayır” kelimesiyle başlamak ve silahlanarak bitirmek… Bunların arasında politik mücadele ve halk mücadelesi dahil olmak üzere, pek çok yol var. İsrail’de ırkçı, ayrımcı ve katliamcı bir rejim olduğu için bunu kabullenmemizi istiyorlar. Bu bizim istemediğimiz şeydir. Biz böyle insanlarla bir arada olamayız. Ama bizim gibi insanlarla bir arada olabiliriz. Bu bizim istediğimiz yol. Biz bağımsız bir devletten bahsederken, bu sadece İsrail ve Siyonistlerle aramızdaki tarihi çelişkinin nihai sonucu değildir. Bu, hepimiz için Filistin’de demokratik bir devlete sahip olmak yolunda ileriye doğru atılan bir adımdır. Ama anahtar veya çözüm Filistinlilerin geri dönüş hakkıdır… Bu olmadıkça çelişki sürecektir.

Eİ: Enternasyonalistlerin Filistin’e destek ve dayanışma çalışmaları yapmaları için en iyi yolun ne olduğunu düşünüyorsunuz?
LH: Sanırım eziyet ve işgal altında olan halktan pek çok anlamda destek aldık. Bu konuşma da Filistinlileri destekleme eylemidir. Çünkü internetten, gazeteden ya da başka bir medya organından olsun, bu sesinizi sadece Filistin’deki adaletsizliği duyurmak önemlidir. Şimdi, insanların sağlığıyla ilgilenmek, çocuklarla ve kadınlarla atölye çalışması yapmak, Filistinlilerin hayatlarının daha iyileşmesi için bazı projeleri desteklemek gibi başka araçlar da var. Bunların hepsi dayanışma aracı. Ben hangi dayanışma araçlarının var olduğunu söylemek için burada değilim, çünkü dünyanın ilerici güçleri desteklerini ve dayanışmalarını kendi araçlarıyla yaydılar, bu etkiliydi ve hala etkili.

Eİ: Nahr-al Bared’in yok edilmesi Filistin mücadelesi tarihine nasıl geçecek?
LH: Kamplar Filistinlilere karşı Siyonistler ve emperyalistler tarafından işlenen tarihi suçları yansıtıyor. Devrim için silahlı mücadelenin başlamasından bu yana kamplar hedef tahtasındadır. Çünkü onlar Al-Nakba’nın tanıklarıdır. Filistin’de kamplarda soykırıma uğramamız tesadüf değil; Jenin’de İsrail tarafından gerçekleştirilen katliam da bunlardan biriydi örneğin.
Lübnan’da katliamlarla yüzleşen kamplardan birisi de, Nabatiye Kampı’ndaki İsrailliler tarafından tamamıyla yok edilen Tel al-Zater’dir… Bu, kampları bitirmek için yapılmış bir plan çünkü…1948’de ülkemiz işgal edildiğinde ve biz zorla sürüldüğümüzde tanıklar kaldı. Bu yüzden şimdi tanığın kendisini, yani kampları yok etmenin zamanı geldi! Her seferinde farklı bir senaryo çıkıyor, bazen İsraillilerden bazen de başkalarının, örneğin Arapların ellerinden...

Eİ: Şimdiki Lübnan ordusu gibi mi?
LH: Şimdiki ve önceki... Lübnan ordusu 1973’te de bizimle karşı karşıya geldi ve kamplarımızı kuşattı. Direniş o zaman hala doruktaydı ve Beyrut’taki kamplarımızın yakınına gelemediler. Şimdiyse Filistin sorunu bölündüğü için, FKÖ’nün şimdiki parçalanmışlığı ve Gazze’deki durum ortadayken bir kampı yok etmek kolaydır. Ama bu kez Fetih el İslamın özrünü alarak.

Eİ: Yaz savaşından bu yana Kuzey Lübnan’daki mülteci kamplarını ilk ziyaretinizden yeni döndünüz. Söylemek istediğiniz bir şey var mı?
LH: Bu, bizim kamplarımızdan birinin ilk kez yok edilişi değil. Dikkatli olmak zorundayız. Bu kampı yeniden inşa etmemiz için bize destek vermek isteyenler doğrudan bize destek vermeli, hükümetler aracılığıyla değil… Biz Lübnan hükümeti ve diğer hükümetlerden gelip kamplarımızı inşa etmelerini istemiyoruz. Biz kamplarımızı inşa ederiz, halkımız bunu yapabilir. Bu, evlerinin yakılıp yakılması, halkımız için gerçekten acıdır. Buna hiçbir zaman alışmadık ve alışmayacağız da. Biz kamplarımızı yeniden inşa edebiliriz ve yeterince sabırlıyız ama bu sonsuz bir sabır değil.
Bu, tüm dünyanın seyrettiği bir suçtur; biz Filistinlilerin kampı vahşice yok edildi. Neden? Lübnan ordusu halkımızın evine dönmesini engellemek için evlerini yaktı!
Şatilla kampı da yok edilmişti; ama şimdi yeniden inşa edildi ve bunu halkımız yaptı… Bunun muhatabı, FKÖ ve bizim (FHKC) de içinde bulunduğumuz diğer oluşumlardır. Sonra gelip halkımıza yardımlarını artırsınlar diye Filistin toplumuna, Arap toplumuna ve kamuoyuna çağrı yapılmıştır. Çünkü bizler yaşamımızın her gününde adaletsizlikle yüzleşiyoruz.


.


 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19