Son zamanlarda kapitalizmin “sert duvarları”nın
arasından epey çatlak sesler gelmeye başladı.
Yıllar önce, tarihin sonundan, kapitalizmin son
durak olduğundan dem vuranlar, yalan duvarının
ardındaki gerçeği kusmaya başladılar. Nedense
herkesi bir telaş sardı. Tabii bütün bunlar yaşanırken,
hayat da akmaya, tarih kendini yeniden, yeniden
yazmaya devam ediyor. Bu yazımızda, kapitalizmin
üzerine derin tahliller yapmayacağız. Ama kapitalizmin,
ilk bakışta görünmeyen kirli yanlarından söz edeceğiz.
Özellikle 90’larda insan yaşamını zehirleyici
şekilde kuşatan neoliberal politikaların nasıl
“meyveler” verdiğini değişik bir pencereden göstermeye
çalışacağız.
2000’li yıllar, karmaşık ve ilginç bir biçimde
hem gerici bir yeni-Ortaçağ’ı, hem de teknolojik
sıçramaları aynı anda içinde barındırıyor. Bir
yanda insanlığın mirası ve geleceği olan bilim,
postmodern gericilik tarafından aşağılanır ve
değersizleştirilirken, diğer yandan ise kapitalist
ekonomi büyük teknolojik atılımları gerçekleştiriyor.
Sağımız solumuz teknoloji dünyasının yeni ürettiği
ya da hızla eskittiği araçlardan geçilmiyor. Her
şey çok dinamik ve çok hızlı… Büyük bir hızla
yükselen teknolojilerin aynı hızla sahneden çekildiğine
tanık olabiliyoruz, yerine gelenlerden bazılarının
da ömrü bazen uzun sürmeyebiliyor. Bütün bunların
insanlığa yararı-zararı ise tartışmalı. Daha doğrusu
çoğu kez ortaya elbette bir yarar çıkıyor; kimse
tümüyle yararsız ve boş işlerle uğraşmıyor; çünkü
zaten tümüyle boş işlerden kar sağlamak mümkün
olmuyor. Ama kapitalizm, bunları insan yararı
için yapmıyor. Daha da önemlisi kapitalizm, tasarım-üretim-tüketim
alanlarında o kadar anarşik bir işleyişe sahip
ki, kar hırsı bu alanları öylesine çürütüyor ki,
üretmek ve satmak dışında kalan hiçbir şeyi umursamıyor.
Herhangi bir alanda sıçrama gerçekleştiğinde daha
önceki teknolojinin araçları artık tekellerin
umurunda olmuyor ve çoğu kez bu alan yeni türden
“hurdacı”lar diyebileceğimiz başka şirketlerin
elinde kalıyor. Bu eski araç-gereçlerin doğadaki
serüveni ise hemen her durumda son derece kirli
oluyor.
Burada biraz durup uzaklara, Afrika’ya doğru uzanalım.
“Güçlükle nefes alıyordum; tişörtümü burnumun
üzerine kadar çektim ve yüzü bir duman bulutunun
ardında kalmış, On beşinde bir çocuğa yaklaştım.
Kerim isimli çocuk, iki yıldır ateş yakmakla uğraştığını
söyledi. İşine odaklanmıştı; elindeki sopayla
karıştırmak üzere ateşe doğru eğilirken, belden
yukarısı kapkara bir is tabakasının içinde kayboluyordu.
Yakıt olarak kullandığı eski bir araba lastiğinin
üzerinden bir bakır tel öbeğini çekip çıkardı;
kızgın kütleyi su birikintisine attığında ortalığı
bir tıslama sesi kaplamıştı. Alev geciktiricili
yalıtkan kaplamasından arındırmak üzere yakılmasından
-ve bu işlem sırasında çoğu kansorejen pek çok
toksit açığa çıktıktan- sonra bu bakır teller
hurdacıda ancak bir dolar edebilirdi.” (National
Geopraphic, Ocak 2008) Okuduklarınız 365 günün
sadece bir günü, belki bir günü bile değil. Siz
bunun her gün tekrarını düşünün. Bir tarafta etrafa
yayılan zehir, diğer tarafta hayatın tehlikeye
atılması pahasına elde edilen bir dolar!
Bilim insanları tarafından yapılan açıklamalara
göre, 21. yüzyılda insanlığı büyük bir tehlike
bekliyor: e-atık denilen dijital kalıntılar.
E-atıklar Nedir?
E-atıklar, elektronik aletlerin kullanım süresini
tamamlamasıyla (veya kullanım sürelerini tamamlamadan)
ortaya çıkar. Televizyon, yazıcı, telefon, fax,
fotokopi makineleri, ekranlar, dvdler, entegre
devreler, yarı iletkenler, baskılı devreler, algılayıcılar,
kablolar, ipod, mp3 ve tıbbi cihazlar vb. plastik,
metal ve camlar... Bu saydıklarımızın hepsi günlük
hayatımızda kullandığımız şeylerdir ve tümü de
sık sık yenilenen araçlardır. Peki, kendimize
bütün bu nesnelere sonradan ne olduğunu soruyor
muyuz hiç? Bir çok insan bu sorunun yanıtını merak
bile etmez. Elbette eskiyen aletlerin ilk durağı
çöplüktür… Çöpe atılan veya elden çıkarılan her
araç-nesne artık bizden uzaklaşır. Peki sonra?
Kapitalist düzende yaşadığımızın farkındaysak
eğer, biliriz ki, her şey kardır ve mutlaka orada
da bir kazanç kapısı vardır. E-atıklar için de
durum böyle. Rant ve -tabii ki-zehir!- bu alan
için de geçerlidir.
E-atıklar Zehir Saçıyor
Yukarıda saydığımız aletlerin/nesnelerin gömülmesi,
güvensiz bir şekilde yakılması veya parçalanmasının
ilk doğrudan sonucu, element ve bileşiklerin toprağa,
suya ve havaya karışmasıdır. Bu element ve bileşiklerden
kurşun, çocuklarda beyin hasarı, böbrek ve üreme
bozuklukları yaratmaktadır ve bu yüzden de zaten
bir çok üründe kullanılması yasaklanmıştır. CRT
tüpleri, eski lehimler ve entegre devreler kurşun
içerir. Cıva ise düşük dozlarda bile zehirlidir,
beyin ve böbreklere zarar verir. Anne sütüyle
geçebilir. Kadminyum, insan vücudunda böbrekte
birikir ve zehir etkisi yapar, kemikler üzerinde
de zararları vardır.. Yüzeye bindirilmiş aletler,
yonga resistörleri, infrared dedektörleri, yarı
iletkenler ve eski tip CTR tüpleri Kadminyum içerir.
Ayrıca Kadminyum plastiklerde de kullanılır. Brom
içeren Alev Geciktiriciler (BFR) de hormonal fonksiyonları
önemli derecede etkiler. BFR işyeri ve ofislerdeki
bilgisayarlar üzerindeki tozlarda bulunmaktadır
ve ABD ve İsveç’te anne sütüne karıştığı saptanmıştır.
Yine Fosfor, CRT tüpün iç yüzünü kaplamak için
kullanılır. Kırılan tüplerden oluşan tozların
solunması çok risklidir. Baryum, CRT tüpünde radyasyonu
azaltmak için kullanılır ama kısa süreli Baryum
etkisi bile beyin şişmesine, kas zayıflığına,
kalp ve karaciğer hastalığına neden olabilmektedir.
Altı Değerlikli Krom (Cr+6) diye anılan madde
ise işlenmemiş galvaniz çelik levhalar ve serleştirilmiş
çelikte kullanılır ve DNA hasarı ile astım bronşite
sebep olabilir.
Öte yandan Berilyum, bilgisayar ana kart ve bağlantılarında
bulunur ve son zamanlarda kanserojen olarak sınıflanmaktadır.
Plastikler ise zaten başka bir beladır; bir bilgisayarda
ortalama 7 kg civarında PVC içeren plastik bulunur.
Belli sıcaklıkta yandığında zehir üretir. PVC
bu bakımdan en tehlikeli plastiktir.
Bu saydıklarımız toplam olarak bilgisayar ve televizyon
alanında 1000’in üzerinde malzemede kullanılmaktadır.
Örneğin bir TV katot ışın tüpü (CRT) 2-4 kg kurşun,
büyük TV ekranı ondan daha fazla kurşun içermektedir.
Yani sonuçta, günümüzün bütün belli başlı teknolojik
araçları dikkat ve özen gerektiren nesnelerden
yapılmakta ve özellikle hurdaya çıktıklarında
saatli bombalara dönüşmektedir.
E-atıkların Dünyadaki Durumu
Emperyalist-kapitalist sistem için gelişmekte
olan ülkeler, karlarına kar kattıkları coğrafyalardır.
Buralarda ucuz iş gücü ve sağlıksız çalışma koşulları,
kapitalist tekeller için cennet anlamına gelmektedir.
Aynı durum e-atıklar için de geçerlidir. Özellikle
Asya, e-atıkların paraya çevrildiği ve zehirlerini
bu topraklara saçtığı en büyük havzadır. Kapitalist
tekeller, masraftan kaçınmak ve karlarını azaltmak
istemedikleri için, Asya topraklarını e-atık çöplüğü
haline getirmişlerdir.
Giderek büyüyen e-atık sorunu, insanlığın karşısında
bela olarak durmaktadır.
ABD Çevre Koruma Ajansı, kullanılamaz hale gelecek
PC bilgisayar sayısının bir-iki yılda 30-40 milyonu
bulacağını belirtiyor. Bir diğer bilgi ise şu
yönde; 2009 yılında digital “high definition”
televizyon yayını başlarsa, 25 milyonu aşkın televizyon,
atık çöplüğünde yerini alacaktır. Birleşmiş Milletler
Çevre Programına göre ise, şu anda dünyadaki e-atıkların
45 milyon ton olduğu tahmin edilmektedir.
Bütün bu bilgilerin kapitalist işleyişteki sonucu
ise felaket tablosudur. Tekeller hallerinden memnun,
hayat devam ediyor… Yapılan araştırmalara göre
2009 yılında e-atık pazarı 11 milyar dolara yükselecektir.
Bu konuda en hassas gibi görünen AB’de bile e-atıkların
yüzde 75’i kayıt altında değildir ve her yıl yaratılan
8.7 milyon ton e-atığın 6.6 milyon tonu geri dönüştürülememektedir.
İnsanlığa karşı işlediği suçlarla şöhret yapmış
olan ABD ise bu konuda da bildiğini okumaya devam
ediyor. E-atıklarla ilgili dünya ölçeğindeki Basel
Konvansiyonunu (170 ülkenin imzasını taşıyan Basel
Konvansiyonu, 1989 yılında imzalanmıştır. Tehlikeli
atık maddelerin, yoksul ülkelere ihracını engelleyen
Basel Konvansiyonu, sadece kağıtta kalmış, hayata
geçirilmemiştir) imzalayan ama yürürlüğe koymayan
üç ülkeden (diğerleri Afganistan ve Haiti) biri
olan ABD’de, bilgisayar ve monitörlerin yüzde
70’den fazlası, televizyonların ise yüzde 80’inden
fazlası çöplüklerde son nefesini veriyor. Yine
ABD’de e-atıkların ancak yüzde 20’den azı geri
dönüşüm şirketlerinden geçmektedir. Ama bu da
her zaman güven ve sağlık anlamına gelmemektedir.
Çünkü, bu geri dönüşüm şirketleri, çoğu zaman
e-atıkları yoksul ülkelere zehir olarak ihraç
etmektedir. Bu arada, emperyalist-kapitalist ülkelerin,
Asya kıtası üzerine yaydığı zehire de göz atmakta
fayda var. Hemen ilk başta dünyanın E-atık başkenti
olan Çin gelmektedir. Özellikle Guiyu şehri, dünyanın
birçok bölgesinden gelen e-atıkların yüzde 80’ini
işlemektedir. Bu şehir, her yıl 1,5 milyon ton
e-atığı, çevre sağlığı düzenlemesi olmadan işliyor.
Çin tarafından her defasında inkar edilen Guiyu
şehrine son 6 yılda 200 binden fazla insan çalışmak
için gelmiştir.
“Erkekler baskı devrelerini basit bir mangal üzerinde
erittikten sonra kadınlar parçaları çeşitli kategorilere
ayırarak yıkıyor. Geri kalan baskı devre altın
çıkarmak için asit işleminden geçiriliyor. Ve
sonuçta kalan kısım ya gömülüyor ya da yakılıyor.
Hava kirliliği had safhada olduğu için nefes almak
oldukça güç. Kablo yakma barakalarında çalışan
yaşları 5 ila 10 arasında değişen çocuklar, PVC
ve yanmayı engelleyici bromür ile kaplanmış kabloları
yakarken soludukları zehir miktarının farkında
değiller. Kimi çocuklar şehrin caddelerinde çipleri
renklerine göre ayırttırmak için çalıştırıyorlar.
Sudaki kurşun seviyesi çoktan normal değerlerin
2400 katına ulaşmış durumda. Aslında bu gerçeğe
ulaşmak için labaratuvar testine gerek yok. Fakat
çalışanlar hala giysilerini ve kendilerini Toner
ve kartuş boyalarından dolayı siyah renkte akan
nehirde yıkıyorlar.” (http://www.geridonusum.org)
Bütün bunlar canlı gözlemlerdir…
Çin’in bir başka e-atık merkezi olan Taizhou şehrini
ve Gana, Nijerya, Fildişi Sahili, Hindistan gibi
ülkelere kadar yaşananları burada anlatmak mümkün
değil. Fakat yapılan araştırmalara göre, 2009
yılında 11 milyar dolara yükselecek olan e-atık
pazarı, gitgide büyüyen bir canavar gibi doymamakta,
her geçen gün daha da fazla büyüme eğilimi göstermektedir.
Tatlı para ve acı ölüm… Kapitalist ekonomide pazar
kelimesini anlamı oldukça açıktır, insanlığın
yoksullaşması, açlığın artması... Pazar olgusunun
önünde hiçbir güç duramaz, ne küçücük bedenlerin
zehirlenmesi ne de ölümlerin artması. Bu gerçeği
çok iyi bildiğimizden, emperyalistlerin kendi
aralarından imzaladığı (Basel Konvansiyonu başta
olmak üzere) bütün anlaşmaların hiçbir hükmünün
olmadığını da biliyoruz. İnsanlığın gözünü boyamak
için hazırlanan bu metinlerin düzmece olduğu,
ortaya çıkan sonuçtan da bellidir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, kapitalizmin yeni
süreci, bildiğimiz sorunlara yenilerini ekleyen,
dolayısıyla yeni mücadele alanları da yaratarak
ilerleyen bir süreç. En önemlisi de bu alanları
bir bütünlük halinde ele almak ve kısmi çözümlerin
ciddi bir anlam ifade etmeyeceğini bilmektir.
Gerçekten de sosyalizmin karşıtının barbarlık
ve yıkım olduğu bir kez daha açığa çıkıyor. Bir
kez daha anlaşılıyor ki, ancak bütün alanları
kapsayan ve bütün alanları bütünleştiren bir perspektifle
insanlığın ufkunun temizlenmesi mümkün olacaktır.
.
|