Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

58. Sayı - Mart 2008

Tarihte bazı “başlangıç”lar vardır; aslında en baştan bir “son” noktaya, bir umutsuzluğa işaret ederler.
Ama tarihte öyle bazı “son”lar da vardır ki; yepyeni bir başlangıç için sıçrama noktası olurlar.
Türkiye Devrimci Hareketi’nin tarihinde Kızıldere, böyle bir “başlangıcı doğuran son”dur. Hiç küçümsenecek gibi değil; bir partinin yönetici gövdesinin tamamı, Kızıldere’de ve daha öncesinde fiilen yok edilmişken, aradan daha birkaç yıl geçmeden ülkenin dört bir yanında o partiye karşı olan sempati ve saygı çığ gibi büyümüşse, onun yolundan gidenler ya da gittiğini iddia edenler kısa sürede binlerce insanı çevrelerine toparlayabilmişse, artık orada politik anlamda bir “son”dan söz edilemez.
Şimdi, aradan 36 yıl geçtikten sonra onları anabiliriz, haklarında çok çok iyi şeyler söyleyebilir, kahramanlıklarını övebiliriz, ki öyledirler, gerçekten de onlar, yalnızca Kızıldere’ye gidenler değil, o yolu en baştan beri döşeyenlerin tümü kuşkusuz bir kahramanlar kuşağıdır. Bugün devrimci kadroların, kadrolarımızın, hatta devrimciliğe ilk adım atan gencecik insanların tümünün onların sahip oldukları erdemlerle yetişmesini isteriz; sık sık onların kişiliklerinden, tutumlarından, kararlı duruşlarından örnekler veririz. Bunu da sonuna kadar hak etmişlerdir zaten.
Ama öte yandan, Kızıldere ve oraya giden yol, oraya giden parti, bir siyasi düzeydir de…
Siyasi düzeyden kastımız yalnızca yapılanlar-edilenler değildir. Teknik bir hesap-kitaptan değil, bütünlüklü bir bakıştan söz ediyoruz.
Düşünmeye en basit yerlerden başlayabiliriz; örneğin P-C’nin o günlerde elindeki “araç-gereç” miktarının tümü bir araya toplansa, bir yemek masasının üstünü doldurabilir miydi?
Oldukça şüpheli!
Peki daha sonraları, 70’lerde, 80’lerde, onların takipçisi olan ya da olmayan politik yapıların elindeki malzemeye şöyle bir baksak; hatta onları bir yana bırakıp silahlı mücadele çizgisini hiç benimsemeyenlerin cenahına bir baksak, onların bile elinde 1971 P-C’sinden daha fazla “araç-gereç” yok mudur?
Peki P-C’nin fiziki olarak yaptığı eylem sayısını bir liste haline getirsek ve sonra bir de daha ileriki süreçlerde olup bitenleri bir başka kağıda alt alta yazsak?
Sadece ve sadece sayısal olarak bakıldığında, sadece ve sadece düşman güçlere verilen zarar anlamında baktığımızda, arada büyük bir uçurum yok mudur?
Ya “kadro”lar? Şöyle ya da böyle bir takım “kadro” tanımları yapabiliriz elbette, herkesin bu konulardaki ölçütleri de farklıdır; ama çok çok kabaca “kadro”yu bir politik örgüte fiilen ve profesyonel olarak hizmet eden insanlar diye tanımlasak ve bu kaba tanım üzerinden sayısal bir kıyaslama yapsak, 1971 bize (salt bu anlamda) pek “yoksul” görünmez mi?
O zaman nedir bu işin sırrı?
Şimdilerde arada sırada söylendiği gibi, bir zamanlar mevcut olan “masumiyet” ortamı ya da “fedakâr davranışların yarattığı” bir ruh hali midir örneğin? Yani, “evet, bir defa böyle bir şey oldu ama artık orada kaldı, yeniden yaşanılamaz” mı diyeceğiz?
Devrimci hareketin 1980’lerden başlayarak içine girdiği gerileme tablosu içinde bu soruları bir kez daha sormak ve bir kez daha kendimizden başlayan yanıtlar üretmek önemlidir.

***
Gerçekten, nedir 1971’in sırrı?
Bize sorarsanız eğer, bu bir sır da değil.
O parti, birkaç temel öğeden oluşan bir düzeydir.
Birincisi, o parti, son derece cüretkâr bir ideolojik düzeydir. Zaman zaman Che’den ya da Latin Amerika’dan etkilenmiş olmakla eleştirilmiştir; doğrusu bunu bir iltifat olarak da alabiliriz ama konu o kadar basit değildir. Latin Amerika, kocaman bir kıtadır ve o kıtadaki dönemin gerilla atmosferi de çoğu kez sanıldığı gibi homojen bir atmosfer değildir. Aynı atmosfer içinde Regis Debray gibi anti-Marksist teorisyenler de vardır; aslında Marksizme oldukça uzak olan yurtsever ve cesur gruplar da…
Oysa Mahir’de cisimleşen ideolojik çizgi, bu toplamın basit bir parçası değil, klasik Marksist-Leninist perspektiflere yaslanan, Küba’da simgelenen devrimci sosyalist hattı irdeleyen ama Türkiye toprağındaki özgünlüğünü de yakalamaya çalışan bir çizgidir. Gerektiği her noktada yeni kavramlar ortaya atmaktan çekinmeyen, olguları incelerken hem klasik temele yaslanan hem de klasik kavramları yeniden ele almaktan geri durmayan bir yaklaşımdır. Daha karmaşık bir dille ve daha dolaylı anlatılsa belki solda daha tahammülle karşılanacak olan “sürekli devrim durumu”, “evrim-devrim aşamalarının içi içeliği” gibi kavramlar, dobra dobra ortaya konulmuş ve bir yenilenme-yeniyi arama cesaretinden taviz verilmemiştir.
Bu önemlidir, bir tarafa yazabiliriz.
İkincisi, o parti, bir politik düzeydir; bir siyaset yapma biçimidir. Şimdilerin postmodern ortamında, parçalar üzerinden yürüyen, düzenle bütünsel ve merkezi düzeyden hesaplaşılmayan bir süreçte anlaması biraz zordur ama gerçek de budur. P-C’nin politik pratiği, özellikle bu pratiğin en üst biçimi olan silahlı mücadelesi, yalnızca “mücadele” değil, belki ondan daha da fazla “müdahale”dir. Yapılan şey, düzene ve emperyalist ilişkiye doğrudan, merkezi olarak ve merkezden, bütünlüklü bir müdahaledir. Karşı tarafı “bir şeyi yapmaya ya da yapmamaya” zorlayan, kendi gündemini ülkenin orta yerine bir kılıç darbesiyle koyan ve bizzat kendisini gündem maddesi yapan bir yaklaşımdan söz ediyoruz.
Bunu da bir yere not ettikten sonra, elbette üçüncü olarak “kadro” meselesine geliriz. Ve orada, yukarıdaki kaba tanımı aşan, onun çok üstünde bir “kadro” tipi olan “kurucu kadro”ya varırız. Bu, basit anlamda, zaten mevcut olan bir yapı için çalışmaktan ötede, ki böyle bir kadro tipi de her zaman olacaktır ve değerlidir; “kuran” ve “yaratan” bir çabayı bize gösterir. Her zaman yaşlardan söz edilir; bu insanların çok genç oldukları söylenir ama gençlik başka şeydir, bu başka şeydir. Kurulan şey bir öğrenci derneği değildir; kurulan şey, düşmanla karşılaşıp onu yenmeyi, kitleleri örgütleyip ayaklandırmayı amaçlayan ciddi bir iktidar perspektifli partidir. Ve bu “genç” insanlar, böyle bir partiyi inşa etme işine girişmişlerdir.
İdeolojik, politik ve örgütsel düzey…
Cesur düşünme biçimi, büyük ve bütünlüklü siyaset ve kurucu kadro…
Kızıldere’ye giden irade bu üçünün toplamı ve bütünüdür.
O yüzdendir ki, orada yaşanan fiziki “son”, bu topraklarda yeni başlangıçların temel taşı olmuştur.

***
Bugün, sıçramak ve ileriye atılmak isteyen devrimci sosyalist hareket, bütün bunları gerçekleştirmeyi görevler listesinin en başına yazmıştır.
İdeolojik atılganlık, politik atılganlık ve yeni bir kadro tipi…
Üç ihtiyaç, üç somut görev…
Bir mermer kitlesinin önünde duran ünlü heykeltıraş Rodin’e sorulan ünlü bir soru vardır: “Üstad, heykel nerede?”
Rodin, mermer kitlesini gösterir ve şöyle der: “Orada, mermerin içinde!”
Bugün yaşadığımız süreç, işte tam da bu örneğe uygundur. Gerçekten de aradığımız ve yapmak istediğimiz şey, önümüzdeki büyük ve şekilsiz görünen mermerin içindedir.
Onu bulacak, onu yaratacak hünerli ellere sahibiz. Yukarıdaki soruları kendinden başlayarak yanıtlamaya başlayan her devrimci sosyalist, mermerin içindekini de artık kavrayacaktır.
Çünkü biraz da sorun bizim içimizdekiyle ilgilidir.
Yani Rodin, aynı soruyu şöyle de yanıtlayabilirdi ve hiç yanlış olmazdı:
“Burada, kafamın içinde!”


.


 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19