Materyalizm, sınıf savaşımları tarihinde dünyayı
doğru algılayıp, insana yaraşan dünyalar yaratmak
isteyen ilerici kesimlerin dünya görüşüdür. Ve
bu dünya görüşünde madde, bilinçten bağımsız olarak
var olan, bilinç tarafından algılanan nesnel gerçekliktir.
Madde yaratılamaz ve yok edilemez. Zaman olarak
önsüz sonsuz, mekan olarak da kendi yapısı içerisinde
sonsuzdur. Madde harekete, değişime ve dönüşüme
sımsıkı bağlıdır. Düşünce, bir madde olan beynin
en özel ürünüdür. İnsan aklı ve eylemleri ile
dünyayı değiştirebilir. Materyalizm bugün ki olgunluğuna
(diyalektik ve tarihsel materyalizm) ulaşıncaya
değin bir dizi aşamadan geçmiştir.
İnsanlık tarihi kadar eski olan materyalizmin
tarihini burjuvazi sevmez. Bunun içindir ki ders
kitaplarında öğretilen materyalizm, her daim eksik
ve çoğu zamanda yanlıştır. Büyük materyalist düşünürlerden,
materyalist incelemeleri dışında yazdıklarından
bir paragrafla söz edilir ve “nedense” bunların
materyalist olduklarını söylemek unutulur. Kimi
zaman buna bile gerek görülmeden materyalist düşünürler
hasır altı edilir. Çünkü materyalizm insanın kendisini,
çevresini en önemlisi de dünyayı anlaması; sorunsalları
tüm neden-sonuç ilişkileri içerisinde kavraması
için gerekli verileri sunan bir kılavuzdur. Gelişmesi
egemen sınıflar ve onları destekleyen ideolojiler
için “talihsiz/uğursuz” bir durumdur. Bunun içindir
ki capcanlı ve her zaman hareket halinde olan
bir öğreti olmasına karşın kapitalizm onu, yirmi
yüzyıldır değişmemiş, sabit bir ‘şey’ olarak sunar.
Halbuki materyalizm her zaman bilimlere bağlı
ve bilimsel gelişmelerle ilerleyen bir öğretidir.
Engels’in dediği gibi ‘materyalizm, doğa bilimleri
alanında çağ açan her yeni buluş ile kaçınılmaz
olarak biçimini değiştirmek’ zorundadır.
M.Ö. XI. ve X. yüzyıllarda, bilimler yeni boy
vermeye başladığında, fizikteki buluşlarla birlikte,
bu çağın Thales, Anaksimenes, Heraklitos gibi
düşünürleri ilk materyalist cümleleri kurarlar.
İster istemez diyalektikçi olan bu düşünürler
‘her yerdeki ve her şeydeki değişimi ve evrendeki
her şeyin birbirine bağlı olduğunu’ keşfederler.
Bu dönem için, özellikle ele alınması gereken
iki isim vardır: Demokritos ve öğrencisi Epiküros.
Atomcu öğretinin temsilcileri sayılan bu filozoflar
evrendeki her şeyin maddi yapıda olduğunu savunmuşlardır.
Cisimler gibi zihin, ruh ve tanrı da maddi nesnelerden
başka bir şey değildir. Evrenin temelinde bölünmez
olan atomlar vardır. Bu atomlar yoktan var olmaz
ve vardan yok olup gitmezler. Boşlukta hareket
eden atomların çarpışması duyu organlarını harekete
geçirir, bu durum ruh atomlarını hareket ettirir
ve düşünce bu durumun sonucunda ortaya çıkar.
İki düşünür evrendeki ‘mutlak’lık konusunda birbirinden
ayrılır. Demokritos’a göre evrendeki her şeye
kesin bir zorunluluk hakimdir. Bütün olup bitenler,
nedenlerden zorunlu olarak meydana gelmişlerdir.
Demokritos’un determinizmine karşılık Epiküros
evrenin mutlak anlamda belirlenmiş bir evren olmadığını
öne sürerek rastlantıyı kabul eder. Epiküros yaşadığı
Helenistik dönemin etkileriyle, insanda irade
ve seçme özgürlüğüne açık kapı bırakmak için,
mutlak determinist bir evren görüşünden belli
ölçüler içerisinde uzak durmuştur. Demokritos’u
kendisinden önceki ‘ister istemez diyalektikçi
olan’ materyalist düşünürlerden ayıran en önemli
şey; ondaki “bilinçli materyalizmdir”.
Ne var ki bu bilinç, bilimsel birikimin yeterli
düzeyde olmayışının da etkisiyle egemenler tarafından,
feodalizmin karanlığına gömülür. Materyalizm unutturulmaya
çalışan bir “tehlikeli” öğretidir. Atomcuların
öğretisi Roma Katolik Kilisesi tarafından tamamen
tahrif edilir. Kilise, materyalizme karşı kinini
bu öğretiyi yasaklayarak gösterir. Değişimin yerine
mutlaklığı, hareketin yerini sabitliği koyar.
İdealizmin skolastik ve dogmacı anlayışının hüküm
sürdüğü bu dönemde, kilise öğretilerine aykırı
her söz ya da her bilimsel keşif sahibi ile birlikte
ateşte kül haline getirilir.
Kilise ve derebeylerinin saltanatları, burjuvazinin
etkin bir güç olarak karşılarına çıkmasına kadar
sürer. Kentlerin yeni sahipleri, burjuvalar, feodalizmin
tahtını sallamaktadır. Burjuvazi özgürlük istemektedir.
Özgürlüğe giden yol, kiliseye açılacak savaştan
geçmektedir. Yoksul köylülüğü arkasına alan burjuvazi
bilmektedir ki, yüzyıllardır hüküm süren kilise
öğretilerinin etkisizleşmesi ve öz gelişimi için
bilime ihtiyacı vardır. Reform, Rönesans, Aydınlanma,
Fransız Devrimi ve sonrasında patlak veren Avrupa
devrimleri ve bilimde yaşanan ilerlemeler materyalizmin
gelişmesine önemli katkılarda bulunur. Bu dönem
için özellikle İngiliz ve Fransız materyalizmine
değinmek gerekmektedir.
“Materyalizm, Büyük Britanya’nın gerçek oğludur”
der Engels. İngiliz materyalizminin en büyük temsilcisi
Bacon’dur. Doğa felsefesi onun gözünde tek gerçek
felsefeyi oluşturur. Onun için önemli olan ‘doğanın
büyük kitabını okumaktır’. Öğretisine göre tüm
bilim deneye dayanır, duyular yanılmazdır ve tüm
bilginin kaynağıdır. İdealizmin babası Aristoteles’in
tümdengelim yöntemini reddederek; tümevarım, çözümleme,
karşılaştırma, gözlem ve deney’i kabul eder. Ancak
maddedeki hareketi açıklarken yanılır. Hareketi
‘yaşamsal tin’ olarak adlandırdığı noktada materyalizmden
sapar. Hobbes, Bacon’dan aldığı materyalizmi sistemleştirir.
Hobbes şunu kanıtlamaya çalışmıştır: insanlara
tüm bilgilerini duyular sağlıyorsa; o zaman sezgi,
fikir, tasarım vb. gerçek dünyanın hayaletinden
başka bir şey değildir. Bilimin yapabileceği bu
hayaletlere ancak bir ad vermektir. Yalnızca maddi
şeyler algı ve bilgi nesnesi olabildiği için tanrının
varlığı konusunda hiçbir şey bilemeyiz. Yalnızca
benim varoluşum kesindir. Hobbes Bacon’un tanrıcı
önyargılarını yıkmış ancak bilginin kaynağının
duyular olduğu ilkesini temellendiremediği anda
‘bilinemezciliğe’ kaymıştır. Hobbes ve Bacon’dan
bayrağı devralan Locke bilginin kaynağının duyular
olduğunu, ruhunda bunlarla düşünceyi geliştirdiğini
tanıtlamaya çalışır. Düşüncenin maddeye ilişkin
basit fikirleri (yer kaplama, biçim, hareket)
ve ikincil fikirleri (renk, ses, koku) kavramamızı
sağladığını savunmuştur. Duyum ve düşünce, felsefesinin
temelini oluşturur. Locke ruh ve tanrının varlığını
yadsımakla birlikte, İngiliz utangaçlığının etkisi
ile bunun arkasında duramaz ve ‘bundan hiçbir
zaman emin olunamayacağını’ söyleyerek bilinemezcilik
akımına teslim olur.
Locke’un felsefesi ateşli tartışmalara yol açar.
Bu tartışmalar dönemin (XVIII. yy. ortaları) Fransa’sında
karşılığını bulacaktır. Materyalizmin Fransa’daki
en büyük eseri ‘Ansiklopedi’ olur. Başta Diderot
olmak üzere Voltaire, Montesquieu, Daubenton,
Helvetius, Condillac, d’Holbach, Rousseau’nun
da aralarında olduğu 150 düşünür tarafından, bilim
dili olarak kabul gören Latince yerine, Fransızca
hazırlanan Ansiklopedi ileri Fransız burjuvazisinin
görüşü olur ve geniş bir toplumsal yankı uyandırır.
Mekanikçi anlayışa bağlı kalan bu öğreti, hareketi
doğanın evrensel ve ayrılmaz temel özelliği olarak
görmüştür. XVIII. yy. Fransız materyalistleri
dikkati iktisadi ve toplumsal yapı üzerine çeker,
loncaların sırlarını açıklar, kiliseye karşı seslerini
yükseltirler. Tanrı tanımazlıklarını açıkça ifade
etmelerinin karşılığı Bastille ya da Vincennes
zindanlarında alırlar. Materyalizm eylemle birleşmiştir
ve bu eylem o günün koşullarında ilericidir. Bu
hareket içerisinde Diderot öne çıkar. Lenin Diderot’un
modern (diyalektik) materyalizmin sonuçlarına
hemen hemen ulaştığını söyler. Ansiklopedicilerin
toplumsal arenada yarattıkları etki tartışmasızdır.
Engels’in de dediği gibi, bu felsefe “bütün kültürlü
gençliğin inancıydı”. Ve bu kültürlü gençlik felsefesini
halka mal etmek için samimi bir çaba göstermiştir.
XIX. yüzyılın ilk yarılarına gelindiğinde, burjuvazi
iktidarını sağlamlaştırmış, ilerici yanlarını
kaybetmiştir. Eşitlik ve özgürlük şiarıyla doğan
kapitalizm; artık; üretim araçlarını elinde bulunduran
azınlığın, üretimi gerçekleştiren çoğunluk üzerindeki
amansız sömürüsünün adıdır. Bütün ülkelerin burjuvazisi
idealizm ve dinden yana büyük bir propagandaya
başlar. Bu dönemde materyalizm kendini Almanya’da
gösterir. Hegel diyalektiği ve Feuerbach materyalizmi...
Hegel doğa, tarih ve tin dünyasının sürekli devinim,
değişme, dönüşüm ve evrim içerisinde olduğunu
söylemiş; devinim ile evrimin iç bağlantılarını
tanıtlamaya çalışmıştır. O’nun en büyük başarısı
diyalektik olmuştur. Diyalektiği başarıyla kullanan
Hegel maddenin, dünya varolmadan önce bilinmeyen
bir yerde var olan ‘idea’nın kopyası olduğunu
söylediği son noktada idealizme kaymıştır.
Çağdaşları üzerinde büyük etki yaratan Feuerbach
bütün idealist filozofların ortasında, Engels’in
cümlesi ile, ‘materyalizmi, açıkça ve yeniden
tahta çıkartarak bir anlamda Fransız Aydınlanmacılığına
geri döner’. İdealizm ile din arasındaki bağlantıyı
vurgulayan Feuerbach, felsefesinde insanı tek
ve biricik ana konu olarak görür. Doğa ile sürekli
savaşım halinde olan insan aslında doğanın bir
ürünüdür. İnsanı yaratan tanrı değil, tanrıyı
yaratan insandır. Ne var ki Feuerbach, soyut insan
sevgisinin ötesine geçememiş, tarihin özü olan
sınıf savaşımından uzak durmuştur.
Marksizm öncesi materyalizmin yanlışlarını görebilmek
için, bilim ile materyalizmin ilişkisini gözden
kaçırmamak gerekir. Başlangıçta diyalektiği kullanan
materyalizm, bilimsel veriler henüz yeterli desteği
veremediği için kendini kanıtlayamaz. Bilimden
söz edilmesi için yirmi yüzyıldan fazla bir zamanın
geçmesi gerekecekti. XVIII. yüzyılda matematik
ve mekanik, tüm bilimler arasında en ileride olanıdır.
Sağlam bir kimya ve biyoloji bilgisinden söz etmek
henüz mümkün değildir. Bunun içindir ki bu dönemin
materyalizmi her şeyden çok mekanikçidir. Dünyayı
büyük bir mekanizma olarak kabul eden bu dönemin
ve bu dönem materyalistlerinin en büyük yanılgısı,
her şeyden mekanik biliminin yasalarına göre sonuç
çıkarmak olmuştur. Mekanik materyalizm, dünyanın
evrim göstermediğini, düzenli aralıklarla birbirine
benzer durumların ortaya çıktığını düşünüyor ve
insanın evrimi diye bir şeyi aklından bile geçirmiyordu.
Bunun yanı sıra dünyayı bir süreç olarak, kesintisiz
tarihsel/toplumsal gelişme yolunda, bir madde
olarak kavramada yetersiz kalmıştır.
XIX. yüzyıl bilimsel açıdan önemli gelişmelerin
yüzyılıdır. Özellikle canlı hücrenin, enerjinin
dönüşüm ve evrim yasalarının bulunuşu materyalizmin
gelişmesi; metafiziği terk ederek diyalektiği
yeniden üstelik daha sistemli bir şekilde kullanması
için gerekli verileri sağlar. Ancak XIX. yüzyıl
materyalistleri bu konuda gerekli başarıyı gösteremezler.
Bu dönem materyalistlerinin en büyük yanılgısı
“insan eylemi”ni görmezden gelmesidir. İnsan ortamın
(doğanın) ürünü olarak kabul edilmiş, dünyayı
eylemleriyle değiştirebileceği gerçeğinden söz
edilmemiştir.
Marx ve Engels bilimi referans alarak ayakları
üzerinde duran ‘diyalektik ve tarihsel materyalizmin’
kurucuları olmuşlardır. Modern materyalizm bize
göstermektedir ki; insan çelişkileriyle birlikte
ortamın ürünüdür, yalnızca dünyayı açıklamak yetmez
aynı zamanda onu değiştirmemiz de gerekir. Metafizik
ve idealizme karşı savaşımın yalnızca teorik bir
savaş değil aynı zamanda toplumsal ve siyasal
bir savaş olduğunu da görmek gerekir.
Ve bu savaşta egemen sınıflar her daim halkların
bilgisizliğinden yanadır. Feodalizmin egemenliği
altındayken bilgisizliğe karşı amansız bir savaş
yürüten burjuvazi, yüzyılımızda egemen sınıftır
ve ezenler ile ezilenler arasındaki bu savaşta
eskisinden çok daha büyük bir vahşetle bilgisizlikten
yanadır. Unutulmamalıdır ki bilim devrimcidir
ve insanlığın kurtuluşuna katkıda bulunur.
|