Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

KAVRAM

Materyalizm, sınıf savaşımları tarihinde dünyayı doğru algılayıp, insana yaraşan dünyalar yaratmak isteyen ilerici kesimlerin dünya görüşüdür. Ve bu dünya görüşünde madde, bilinçten bağımsız olarak var olan, bilinç tarafından algılanan nesnel gerçekliktir. Madde yaratılamaz ve yok edilemez. Zaman olarak önsüz sonsuz, mekan olarak da kendi yapısı içerisinde sonsuzdur. Madde harekete, değişime ve dönüşüme sımsıkı bağlıdır. Düşünce, bir madde olan beynin en özel ürünüdür. İnsan aklı ve eylemleri ile dünyayı değiştirebilir. Materyalizm bugün ki olgunluğuna (diyalektik ve tarihsel materyalizm) ulaşıncaya değin bir dizi aşamadan geçmiştir.
İnsanlık tarihi kadar eski olan materyalizmin tarihini burjuvazi sevmez. Bunun içindir ki ders kitaplarında öğretilen materyalizm, her daim eksik ve çoğu zamanda yanlıştır. Büyük materyalist düşünürlerden, materyalist incelemeleri dışında yazdıklarından bir paragrafla söz edilir ve “nedense” bunların materyalist olduklarını söylemek unutulur. Kimi zaman buna bile gerek görülmeden materyalist düşünürler hasır altı edilir. Çünkü materyalizm insanın kendisini, çevresini en önemlisi de dünyayı anlaması; sorunsalları tüm neden-sonuç ilişkileri içerisinde kavraması için gerekli verileri sunan bir kılavuzdur. Gelişmesi egemen sınıflar ve onları destekleyen ideolojiler için “talihsiz/uğursuz” bir durumdur. Bunun içindir ki capcanlı ve her zaman hareket halinde olan bir öğreti olmasına karşın kapitalizm onu, yirmi yüzyıldır değişmemiş, sabit bir ‘şey’ olarak sunar. Halbuki materyalizm her zaman bilimlere bağlı ve bilimsel gelişmelerle ilerleyen bir öğretidir. Engels’in dediği gibi ‘materyalizm, doğa bilimleri alanında çağ açan her yeni buluş ile kaçınılmaz olarak biçimini değiştirmek’ zorundadır.
M.Ö. XI. ve X. yüzyıllarda, bilimler yeni boy vermeye başladığında, fizikteki buluşlarla birlikte, bu çağın Thales, Anaksimenes, Heraklitos gibi düşünürleri ilk materyalist cümleleri kurarlar. İster istemez diyalektikçi olan bu düşünürler ‘her yerdeki ve her şeydeki değişimi ve evrendeki her şeyin birbirine bağlı olduğunu’ keşfederler. Bu dönem için, özellikle ele alınması gereken iki isim vardır: Demokritos ve öğrencisi Epiküros. Atomcu öğretinin temsilcileri sayılan bu filozoflar evrendeki her şeyin maddi yapıda olduğunu savunmuşlardır. Cisimler gibi zihin, ruh ve tanrı da maddi nesnelerden başka bir şey değildir. Evrenin temelinde bölünmez olan atomlar vardır. Bu atomlar yoktan var olmaz ve vardan yok olup gitmezler. Boşlukta hareket eden atomların çarpışması duyu organlarını harekete geçirir, bu durum ruh atomlarını hareket ettirir ve düşünce bu durumun sonucunda ortaya çıkar. İki düşünür evrendeki ‘mutlak’lık konusunda birbirinden ayrılır. Demokritos’a göre evrendeki her şeye kesin bir zorunluluk hakimdir. Bütün olup bitenler, nedenlerden zorunlu olarak meydana gelmişlerdir. Demokritos’un determinizmine karşılık Epiküros evrenin mutlak anlamda belirlenmiş bir evren olmadığını öne sürerek rastlantıyı kabul eder. Epiküros yaşadığı Helenistik dönemin etkileriyle, insanda irade ve seçme özgürlüğüne açık kapı bırakmak için, mutlak determinist bir evren görüşünden belli ölçüler içerisinde uzak durmuştur. Demokritos’u kendisinden önceki ‘ister istemez diyalektikçi olan’ materyalist düşünürlerden ayıran en önemli şey; ondaki “bilinçli materyalizmdir”.
Ne var ki bu bilinç, bilimsel birikimin yeterli düzeyde olmayışının da etkisiyle egemenler tarafından, feodalizmin karanlığına gömülür. Materyalizm unutturulmaya çalışan bir “tehlikeli” öğretidir. Atomcuların öğretisi Roma Katolik Kilisesi tarafından tamamen tahrif edilir. Kilise, materyalizme karşı kinini bu öğretiyi yasaklayarak gösterir. Değişimin yerine mutlaklığı, hareketin yerini sabitliği koyar. İdealizmin skolastik ve dogmacı anlayışının hüküm sürdüğü bu dönemde, kilise öğretilerine aykırı her söz ya da her bilimsel keşif sahibi ile birlikte ateşte kül haline getirilir.
Kilise ve derebeylerinin saltanatları, burjuvazinin etkin bir güç olarak karşılarına çıkmasına kadar sürer. Kentlerin yeni sahipleri, burjuvalar, feodalizmin tahtını sallamaktadır. Burjuvazi özgürlük istemektedir. Özgürlüğe giden yol, kiliseye açılacak savaştan geçmektedir. Yoksul köylülüğü arkasına alan burjuvazi bilmektedir ki, yüzyıllardır hüküm süren kilise öğretilerinin etkisizleşmesi ve öz gelişimi için bilime ihtiyacı vardır. Reform, Rönesans, Aydınlanma, Fransız Devrimi ve sonrasında patlak veren Avrupa devrimleri ve bilimde yaşanan ilerlemeler materyalizmin gelişmesine önemli katkılarda bulunur. Bu dönem için özellikle İngiliz ve Fransız materyalizmine değinmek gerekmektedir.
“Materyalizm, Büyük Britanya’nın gerçek oğludur” der Engels. İngiliz materyalizminin en büyük temsilcisi Bacon’dur. Doğa felsefesi onun gözünde tek gerçek felsefeyi oluşturur. Onun için önemli olan ‘doğanın büyük kitabını okumaktır’. Öğretisine göre tüm bilim deneye dayanır, duyular yanılmazdır ve tüm bilginin kaynağıdır. İdealizmin babası Aristoteles’in tümdengelim yöntemini reddederek; tümevarım, çözümleme, karşılaştırma, gözlem ve deney’i kabul eder. Ancak maddedeki hareketi açıklarken yanılır. Hareketi ‘yaşamsal tin’ olarak adlandırdığı noktada materyalizmden sapar. Hobbes, Bacon’dan aldığı materyalizmi sistemleştirir. Hobbes şunu kanıtlamaya çalışmıştır: insanlara tüm bilgilerini duyular sağlıyorsa; o zaman sezgi, fikir, tasarım vb. gerçek dünyanın hayaletinden başka bir şey değildir. Bilimin yapabileceği bu hayaletlere ancak bir ad vermektir. Yalnızca maddi şeyler algı ve bilgi nesnesi olabildiği için tanrının varlığı konusunda hiçbir şey bilemeyiz. Yalnızca benim varoluşum kesindir. Hobbes Bacon’un tanrıcı önyargılarını yıkmış ancak bilginin kaynağının duyular olduğu ilkesini temellendiremediği anda ‘bilinemezciliğe’ kaymıştır. Hobbes ve Bacon’dan bayrağı devralan Locke bilginin kaynağının duyular olduğunu, ruhunda bunlarla düşünceyi geliştirdiğini tanıtlamaya çalışır. Düşüncenin maddeye ilişkin basit fikirleri (yer kaplama, biçim, hareket) ve ikincil fikirleri (renk, ses, koku) kavramamızı sağladığını savunmuştur. Duyum ve düşünce, felsefesinin temelini oluşturur. Locke ruh ve tanrının varlığını yadsımakla birlikte, İngiliz utangaçlığının etkisi ile bunun arkasında duramaz ve ‘bundan hiçbir zaman emin olunamayacağını’ söyleyerek bilinemezcilik akımına teslim olur.
Locke’un felsefesi ateşli tartışmalara yol açar. Bu tartışmalar dönemin (XVIII. yy. ortaları) Fransa’sında karşılığını bulacaktır. Materyalizmin Fransa’daki en büyük eseri ‘Ansiklopedi’ olur. Başta Diderot olmak üzere Voltaire, Montesquieu, Daubenton, Helvetius, Condillac, d’Holbach, Rousseau’nun da aralarında olduğu 150 düşünür tarafından, bilim dili olarak kabul gören Latince yerine, Fransızca hazırlanan Ansiklopedi ileri Fransız burjuvazisinin görüşü olur ve geniş bir toplumsal yankı uyandırır. Mekanikçi anlayışa bağlı kalan bu öğreti, hareketi doğanın evrensel ve ayrılmaz temel özelliği olarak görmüştür. XVIII. yy. Fransız materyalistleri dikkati iktisadi ve toplumsal yapı üzerine çeker, loncaların sırlarını açıklar, kiliseye karşı seslerini yükseltirler. Tanrı tanımazlıklarını açıkça ifade etmelerinin karşılığı Bastille ya da Vincennes zindanlarında alırlar. Materyalizm eylemle birleşmiştir ve bu eylem o günün koşullarında ilericidir. Bu hareket içerisinde Diderot öne çıkar. Lenin Diderot’un modern (diyalektik) materyalizmin sonuçlarına hemen hemen ulaştığını söyler. Ansiklopedicilerin toplumsal arenada yarattıkları etki tartışmasızdır. Engels’in de dediği gibi, bu felsefe “bütün kültürlü gençliğin inancıydı”. Ve bu kültürlü gençlik felsefesini halka mal etmek için samimi bir çaba göstermiştir.
XIX. yüzyılın ilk yarılarına gelindiğinde, burjuvazi iktidarını sağlamlaştırmış, ilerici yanlarını kaybetmiştir. Eşitlik ve özgürlük şiarıyla doğan kapitalizm; artık; üretim araçlarını elinde bulunduran azınlığın, üretimi gerçekleştiren çoğunluk üzerindeki amansız sömürüsünün adıdır. Bütün ülkelerin burjuvazisi idealizm ve dinden yana büyük bir propagandaya başlar. Bu dönemde materyalizm kendini Almanya’da gösterir. Hegel diyalektiği ve Feuerbach materyalizmi...
Hegel doğa, tarih ve tin dünyasının sürekli devinim, değişme, dönüşüm ve evrim içerisinde olduğunu söylemiş; devinim ile evrimin iç bağlantılarını tanıtlamaya çalışmıştır. O’nun en büyük başarısı diyalektik olmuştur. Diyalektiği başarıyla kullanan Hegel maddenin, dünya varolmadan önce bilinmeyen bir yerde var olan ‘idea’nın kopyası olduğunu söylediği son noktada idealizme kaymıştır.
Çağdaşları üzerinde büyük etki yaratan Feuerbach bütün idealist filozofların ortasında, Engels’in cümlesi ile, ‘materyalizmi, açıkça ve yeniden tahta çıkartarak bir anlamda Fransız Aydınlanmacılığına geri döner’. İdealizm ile din arasındaki bağlantıyı vurgulayan Feuerbach, felsefesinde insanı tek ve biricik ana konu olarak görür. Doğa ile sürekli savaşım halinde olan insan aslında doğanın bir ürünüdür. İnsanı yaratan tanrı değil, tanrıyı yaratan insandır. Ne var ki Feuerbach, soyut insan sevgisinin ötesine geçememiş, tarihin özü olan sınıf savaşımından uzak durmuştur.
Marksizm öncesi materyalizmin yanlışlarını görebilmek için, bilim ile materyalizmin ilişkisini gözden kaçırmamak gerekir. Başlangıçta diyalektiği kullanan materyalizm, bilimsel veriler henüz yeterli desteği veremediği için kendini kanıtlayamaz. Bilimden söz edilmesi için yirmi yüzyıldan fazla bir zamanın geçmesi gerekecekti. XVIII. yüzyılda matematik ve mekanik, tüm bilimler arasında en ileride olanıdır. Sağlam bir kimya ve biyoloji bilgisinden söz etmek henüz mümkün değildir. Bunun içindir ki bu dönemin materyalizmi her şeyden çok mekanikçidir. Dünyayı büyük bir mekanizma olarak kabul eden bu dönemin ve bu dönem materyalistlerinin en büyük yanılgısı, her şeyden mekanik biliminin yasalarına göre sonuç çıkarmak olmuştur. Mekanik materyalizm, dünyanın evrim göstermediğini, düzenli aralıklarla birbirine benzer durumların ortaya çıktığını düşünüyor ve insanın evrimi diye bir şeyi aklından bile geçirmiyordu. Bunun yanı sıra dünyayı bir süreç olarak, kesintisiz tarihsel/toplumsal gelişme yolunda, bir madde olarak kavramada yetersiz kalmıştır.
XIX. yüzyıl bilimsel açıdan önemli gelişmelerin yüzyılıdır. Özellikle canlı hücrenin, enerjinin dönüşüm ve evrim yasalarının bulunuşu materyalizmin gelişmesi; metafiziği terk ederek diyalektiği yeniden üstelik daha sistemli bir şekilde kullanması için gerekli verileri sağlar. Ancak XIX. yüzyıl materyalistleri bu konuda gerekli başarıyı gösteremezler. Bu dönem materyalistlerinin en büyük yanılgısı “insan eylemi”ni görmezden gelmesidir. İnsan ortamın (doğanın) ürünü olarak kabul edilmiş, dünyayı eylemleriyle değiştirebileceği gerçeğinden söz edilmemiştir.
Marx ve Engels bilimi referans alarak ayakları üzerinde duran ‘diyalektik ve tarihsel materyalizmin’ kurucuları olmuşlardır. Modern materyalizm bize göstermektedir ki; insan çelişkileriyle birlikte ortamın ürünüdür, yalnızca dünyayı açıklamak yetmez aynı zamanda onu değiştirmemiz de gerekir. Metafizik ve idealizme karşı savaşımın yalnızca teorik bir savaş değil aynı zamanda toplumsal ve siyasal bir savaş olduğunu da görmek gerekir.
Ve bu savaşta egemen sınıflar her daim halkların bilgisizliğinden yanadır. Feodalizmin egemenliği altındayken bilgisizliğe karşı amansız bir savaş yürüten burjuvazi, yüzyılımızda egemen sınıftır ve ezenler ile ezilenler arasındaki bu savaşta eskisinden çok daha büyük bir vahşetle bilgisizlikten yanadır. Unutulmamalıdır ki bilim devrimcidir ve insanlığın kurtuluşuna katkıda bulunur.



 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19