Yeni bir seçim sürecine giriyoruz. Tüm burjuva
partileri, emperyalizme bağımlı yeni sömürgecilik
üzerinden derinleşen sömürü ve zülüm düzenini
devam ettirmek, sınırları emperyalizm ve “reel
sosyalizmin” çözülmesi ile önü açılan küresel
saldırılarla, en son biçimi ile 11 Eylül’le çizilen
“demokrasi” (siz bunu yeni dönemde faşizmin kurumsallaşması
okuyun) içinde, oligarşinin kendi arasındaki çelişkilere
yeni bir düzey vermek için her yolu ve yöntemi
kullanarak kitlelerden oy istemektedirler. Doğrusunu
ifade etmek gerekirse, sınıfsal bilinç ve devrimci
bir önderlikten yoksun oldukça, oligarşi bu sahte
demokrasi oyununda az çok başarı da sağlamaktadır.
Düzen Partilerinin Tek Programı Vardır
Tüm düzen partileri; AKP, CHP, DP, MHP, GP vd.
özde tek bir programa sahip olup emperyalizmin
ve oligarşinin partileridirler. Tümünün programı,
eskiden az çok farklılık gösterirken, bu dönemde
aynılaşmıştır; çünkü bu program emperyalizm tarafından,
yeni-liberal politikalar tarafından belirlenmektedir.
Tümü, ekonomik alanda, IMF’ci, özelleştirmeci,
emperyalist sermaye ve işbirlikçi tekelci sermayenin
çıkarlarını göre konumlanmışlardır; siyasal alanda
ise ırkçı, şovenisttirler, işçi sınıfı, Kürt ulusu
ve tüm ezilenler karşısında gerici-faşist, halk
düşmanlarıdırlar. Oligarşinin en son Cumhurbaşkanlığı
seçimi nedeni ile iç çatışmaya girmesi, hatta
bu çatışmada bu coğrafyanın kangrene dönüşen en
önemli demokrasi sorunlarından bir olan Kürt ulusal
sorunu üzerinden hesaplaşmalarına rağmen, tümünün
Kürt ulusu ve işçi-emekçilerin demokrasi talepleri
karşısında kenetlenip en gerici konumda olması
bunun açık kanıtıdır.
Yani, bizzat emperyalist güçlerin de az çok taraf
olduğu oligarşi içi çıkar çelişkilerinin keskinleşmesi
görecelidir; sınıfsal bilince sahip burjuvazi,
kendi içinde ekonomik ve siyasal alanda daha fazla
söz sahibi olmak için, bu çelişkiyi sürekli yaşar.
Ama bu çelişkilerin sınırı düzene yönelik devrimci,
demokratik tepkilere kadardır. Tam bu noktada
burjuvazi, her dönem kendini emperyalizmin çıkarlarına,
daha da özel olarak emperyalizmin bölgesel çıkarlarına
göre düzenler ve kimin karşısında nasıl bir tutum
alacağını az çok bilir. Büyütülen ve bilinçli
pompalanan, “darbe”, “sınır ötesi operasyon”,
“laiklik-şeriatçılık”, “AKP- Ordu” çelişkilerinin,
emperyalizmin ve yerli tekelci sermayenin küçük
müdahaleleri ile nasıl bir uzlaşmaya dönüştüğü
öğreticidir.
Dikkat edilirse görülecektir, kasıtlı biçimde
pompalanan tam bir bilinç bulanıklığı vardır.
Bazı ünlü sağcıların, orta sınıfların taleplerin
az çok seslendirildiği bir dönemi dışta tutarsak
tarihinde demokrasinin yanından bile geçmemiş
CHP’den aday olmaları; bazı “solcu”ların, “demokrasi”
adına AKP’den aday olmaları, tümünün yeni-liberal
politikaları savunup ırkçı, şövenist bir konumda,
bir “bayrak” yarışı içinde olmaları ne tesadüftür,
ne de basit bir “vitrin” işidir. Tam tersine,
ekonomik ve siyasal düzeyde aynılaşan, tümü yeni-sağ
çizgide olan bu partilerin birbirinden farkının
olmadığını gösterir; fark, çıkardadır, fark kim
daha fazla işçi, emekçi, Kürt ve ezilenlerin düşmanıdır,
bunun üzerinden konumunu güçlendirmek istemesindedir.
En çok siyasal polemik konusu olan laiklik sorunda,
CHP’nin AKP’den, ya da SP’den hiç farkının olmaması,
bunu programında ifade etmesi; sözde “sol”cu CHP’nin
MHP ile aynı çizgide Kürt düşmanlığında yarışması
yeterli düzeyde öğreticidir.
Ama her şey bu kadar basit olmasına rağmen kitlelerin
yönü bilinçli şekilde dağıtılıyor, belirsizlik
yaşanıyor. Ne yapılıyor? Irkçı-şovenist zehirlerle
emekçilerin bilinci dağıtılıyor, Kürt-Türk çatışması
körükleniyor; işçi ve emekçiler “darbe-şeriat”
sopaları ile korkutuluyor, bu kışkırtma ve bulanıklık
içinde “reel politika” ile, en çok da Kürt sorunu
üzerinden demokrasi düşmanlığı yapılıyor, en küçük
demokratik bir yasal düzenleme bile yapılamıyor.
Tüm burjuva partilerin, AKP’den CHP’ye, DP’den
GP’ye kadar, emperyalizme karşı tek bir lafının
olmaması, demokrasinin tüm sorunlarına, bu arada
yakıcı bir sorun olarak Kürt sorununa yönelik
tek bir çözüm önerilerinin olmaması dikkat çekicidir.
Bazı uçuk kaçık vaatlerin, örneğin; “mazot 1 ytl
olacak”, “ÖSS kalkacak” gibi, 12 Eylül ve yeni-liberal
dönemim hırsızı Uzanlardan gelmesi komiktir, düşündürücüdür.
Eskiden “demokrasi” lafta ifade edilirdi, şimdi
moda Kürt düşmanlığı! Eskiden işçi ve emekçiler
için sözde de olsa bazı vaadler olurdu, şimdi
IMF ile nasıl işleri yürütecekler bunu kitlelere
anlatıyorlar.
Yani, emperyalizm ve en son 27 mayıs muhturası
ile sınırları çizilen, bu ülkede hiçbir süreçte
olmamış bir “demokrasi” ile yıllardır oynanan
bir oyun bu kez yeni biçimde yeniden sahneleniyor.
Bu oyunda işçilere, emekçilere, Kürtler ve tüm
ezilenlere biçilen rol açıktır; sömürü ve zülüm
düzenini, sömürgeci-faşizmi yeniden onaylatmak,
açlık, sefalet, yozlaşma ve en pervasız baskı
içinde halkı hiçleştirmek, tüm ezilenleri birer
köleye dönüştürmek.
Devrimci sosyalizmin oynanan bu kirli oyunda yeri
yoktur; seçim sürecinde tüm düzen partilerini
teşhir edip, bu halk düşmanlarına “oy yok” çağrısı
yapmak, parlementer hayalleri beslemek değil,
devrim ve sosyalizmi çözüm gücü olarak kitlelere
anlatmak, bunun üzerinden kitleleri devrim için
örgütlemek taktik politikamızdır.
Sınırlarımızı Netleştirerek İlerleyeceğiz
Sol ve sosyalistlik adına, tarihsel olarak tükenen,
ama hala siyasal olarak varlığını sürdüren parlementerizmi
her şey yapan, bunda en fazla bir aksesuar olanlar
yok mudur?
Elbette vardır. Bunu iki ana kategoride ama tümünü
de liberal-sol bir çatı altında toplamak mümkündür.
Birincisi ve siyasal-toplumsal olarak en etkilisi,
Kürt liberal burjuvazisinin düzene bağlanma projesi
olarak DTP’dir. İkincisi ise, düne kadar Kürt
devrimine düşman olan, ama İmralı süreciyle devrim
değil düzene bağlanmayı çözüm gören Kürt muhalefetine
karşı “aşk” la bağlanan, ÖDP, EP, SDP gibi sol
liberallerdir. Tabii bunlara, “sürüden ayrılma
zamanı” adı altında, “komünist”likten ulusal solculuğa,
“yurtseverliğe” atlayan TKP’yi de eklemek lazım.
Bunlar farklı bir tonla düzeni az çok eleştirirler;
kimi Kürt sorununda askeri çözümün olamayacağını,
“barış” için “misak-ı milli”sınırları içinde,
dil ve kimlik düzeyinde sömürgeci düzene bağlanmayı
savunur; kimi demokrasinin bir çok sorununu ve
bunlar için mücadeleyi bir yana atarak, 28 Şubatın
çizdiği sınırlar içinde, “ABD ve AB emperyalizmine”
karşı olduğunu ilan eder; kimi “işçi” der, “demokrasi”der,
ama devrim ve sosyalizmi ağzına almaz, en ilerisinden
demokratizmle avunur. Yani bu politika, Kürt liberallerin
özgünlüğü ve toplumsal ağırlığı bir yana, tümü
düzene eklenme ve “sol”dan sömürge tipi faşizmin
“demokrasi” adına kutsanması projesi olarak karşımıza
çıkarlar. Bunlar seçimle çok şeyin düzeleceğini
savunup, kitleleri soyut hayaller peşine takarlar.
Devrimci sosyalizm, bu liberal-sol partileri burjuva
partiler gibi politik düzeyde hedef tahtasına
koymaz; ama bu liberel-sol partilerle arasına
ideolojik düzeyde mesafe koyar, bunlarla yan yana
olmaz, düzene eklenen hiçbir proje içinde yer
almaz. Emperyalizme bağımlı, yeni-sömürge düzene
cepheden tavır alır, parlementer hayallere kapılmadan
devrim ve sosyalizm için seçimleri değerlendirir.
Aslında devrimin yükselme aşamasında kitleleri
devrime hazırlamada bir taktik olan boykot ise
bugün devrimci hareketin bir politikasızlığının
bir ürünü ve kendini tekrarlaması olarak ortaya
çıkmaktadır. Bu kaba yaklaşım devrimci sosyalizmden
uzaktır.
Öte yandan, sol ve devrimci hareket, her seçim
döneminde ittifak arayışları ve projeleri içinde
de boğulur. Evet sadece seçim sürecinde değil,
bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde,
geçici veya kalıcı, stratejik veya taktik ittifaklar
mümkündür. Her siyasal akımın kendi kimliği temsil
ettiği, ortak bir program etrafında güvene dayanan
ve devrimin en azından o süreçteki ihtiyaçlarına
yanıt olabilen ittifaklar mümkündür; iktidar savaşı
bunu zorunlu kılar. Özelikle L. Amerika deneyleri
de öğreticidir. Ama bu, soyut bir biçimde, bağımsızlık
ve demokrasiden yana olan, hiç bir ölçü olmaksızın,
devrimci, liberal, ulusalcı, legalist vb. her
tür solun ilkesiz yan yana gelmesi olarak anlaşılamaz.
Dahası, biraz da ciddiyetten yoksun ve seçiminlerin
çekici gelen pragmatizmi ile, örneğin 1 Mayıs
sürecinde ortaya çıkan ve “Taksim”de ifadesini
bulan politik iradeyi “üçüncü cephe”adı altında
seçime bağlamak nesnel gerçeği yeteri kadar hesap
edememenin bir ürünü olarak karşımıza çıkar.
Devrimcilik ciddiyet gerektirir; soyut projelerle
değil, somut olanla ilgilenir, bunun için her
adımda devrimciler, sol, kitleler devrim ve sosyalizm
için eğitilir, taktikler de buna hizmet eder.
Devrim Programı, Partiyi ve Kitleleri Eğitir
Emperyalizme bağımlı, yeni-sömürge ve kapitalist
ilişkilerin egemen olduğu, bunun üzerinden emperyalizm
ve yerli tekelci sermayeye dayanan faşizmin sürekli
olduğu bir ülkede seçimler sorunları çözer mi?
Başta kangrene dönüşen, sömürgecilik zinciriyle
varlığı bile yok sayılan Kürt ulusunun özgürlük
sorunu olmak üzere, siyasal demokrasinin hiç bir
sorununun çözülmediği bu ülkede, seçimler, işçi
ve emekçiler, Kürtler ve tüm ezilenler için çare
olur mu?
Bunun yanıtı, çok net: Hayır, seçimler ne çaredir,
ne de bu sorunları çözebilir!
Bırakalım eski tarihsel dönemleri, demokrasi oyununun
oynandığı sözde “burjuva parlementer düzenin”olduğu
1946’dan bu yana ne Kürt sorununu, ne siyasal
demokrasinin diğer sorunlarını, ne ekonomik, ne
sosyal hiç bir sorunu bu düzen ve bu düzenin partileri
çözememiştir. Çünkü bu partiler, emperyalizm ve
işbirlikçi oligarşinin, yani yerli tekelci sermaye
ve büyük toprak sahiplerinin partileridirler.
Emperyalizm, tekelci kapitalizmdir, demokrasi
değil siyasal gericiliği içerir. Bundan dolayı,
toplumu çürüten sorunların çözüm gücü değil, tam
tersine bu sorunların kaynağıdır, dayanağıdır.
Emperyalizmin varlığı, emperyalizme bağımlılık
ve onlarla işbirliği içinde oligarşik düzenin
varlığı tüm sorunların kaynağıdır.
Emperyalizme bağımlı bu yeni-sömürge kapitalist
düzen yıkılmadan, emperyalizm bu ülkeden tümden
sökülüp atılmadan, işbirlikçi oligarşi iktidardan
alaşağı edilip, bunların tüm egemenlik biçimlerine
son verilmeden, ne bağımsızlık, ne de demokrasi
söz konusu olabilir. İşçi ve emekçileri açlığa
mahkum edip tüm demokratik haklarını yok sayan,
tarımda tasfiye ile yoksulluğa yoksulluk katan,
gençleri ve kadınları işsizlik, yoksulluk, ahlaki
çürüme içinde hiçleştiren, Türkü Kürde düşman
edip sömürge savaşını her alana egemen kılan,
tüm ezilenelerin demokratik hak ve özgürlüklerini
bir tarafa atıp faşizmi her alanda kurumsallaştıran,
emperyalizm ve işbirlikçi oligarşidir. Bunların
varlığına son verilmeden, bunların ekonomik ve
siyasal gücü kırılmadan hiç bir sorun çözülemez,
tam tersine her vesile ile bu sorunlar kendini
üretir.
Yaşananlar da tam budur.
Ya devrim bu sorunları sosyalime bağlayarak çözecek
ya da kapitalist barbarlık insanı ve toplumu çürütecek...
Bugün bu iki yoldan başka bir “ara”yol yoktur.
Bugün tüm düzen partileri tek bir programa sahip
olup işçi ve emekçileri, Kürtler ve tüm ezilerinleri
aldatmaktadırlar. Bugün tüm ezilenlerden oy isteyenler
düzen partileri, ABD, AB emperyalistlerinden,
TÜSİAD gibi tekelci sermayaden icazet alan ve
bunların hizmetinde olan partilerdir. Bunların,bağımsızlık
ve demokrasi sorunları yoktur, seçim vesilesi
ile bu yönde sınırlı, geçerken ifade edilen sözler
de hiç bir bütünlüğü olmayan yalan ve demogojiden
ibarettir.
Bu ülkede, işçilerin birliği ve hakların kardeşliğini
inşa etmek, işçilerin ve tüm halkın söz-yetki-karar
sahibi olduğu gerçek bir demokrasiyi, halk demokrasisini
kurmak, Ortadoğu’da Kürtler, Araplar, Farslar
ve diğer halklarla kardeşçe kaderlerimizi birleştirip
emperyalizme karşı halkların birleşik cephesini
örmek, bağımsız ve özgür bir ülkede, refah içinde
eşit, özgür, insanca yaşamak mümkündür.
Bunun için, tüm kötü seçeneklerden birini, “laiklik-şeriat”,
“AKP-ordu/ya da CHP, DP, MHP vb” seçmek zorunda
değiliz; çürümüş bu düzenin devamı için parlementer
hayallere, umut tacirliğine yer yok, kurtuluşumuzun
tek bir yolu vardır; Halk Devrimi ve Sosyalizm!
Böyle bir programı siyasal mücadelenin merkezine
koymayan, bu temelde kendini ve kitleleri eğitmeyen
hiç bir akım, parti, çevre vb. politik bir hareket
olamaz; sadece burjuvazinin değil, orta sınıfların
taleplerini dillendiren reformistlerin seçim nedeniyle
kitleleri aldatmasının önüne ancak böyle bir programla
geçilebilir.
Böyle bir program var mıdır?
Evet, işçi ve emekçiler, Kürtler, Aleviler ve
tüm ezilenler için böyle bir program vardır. Bu
program devrim programıdır; demokratik ve sosyalist
görevleri iç içe ele alan, sadece çürümüş ve emperyalizme
bağımlı bu köhne düzeni eleştiren değil, parlementer
hayalleri kışkırtan değil, bu düzeni tümden yıkarak
yerine her alanda, siyasal, ekonomik, sosyal her
alanda nelerin yeniden inşa edileceğini içeren
bir program vardır.
Devrimci sosyalistlerin görevi, bu programın her
cümlesini tartışmak, içselleştirmek, katkı sunmak
ve seçimlerde devrim ve sosyalizm için bu programla
kitleleri aydınlatmaktır.
Devrim, emperyalizmi bu ülkeden söküp atacak,
oligarşiyi yıkacak, bağımsızlık ve demokrasiyi
güvenceye alıp insanca yaşam için sosyalizmi inşa
edecektir.
Devrim ve sosyalizm için düzen partilerine oy
vermeyelim, birleşelim, örgütlenelim ve savaşalım!
DÜZEN PARTİLERİNE OY YOK
TEK YOL DEVRİM!
YAŞASIN DEVRİM ve SOSYALİZM!
KURTULUŞA KADAR ŞAVAŞ!
İŞÇİLER, EMEKÇİLER,
Türkiye son günlerde yakın tarihinin en
karmaşık sürecini yaşıyor. Bir taraftan
Ordu hem savaş çığırtkanlığı yapıyor, hem
"Cumhuriyet" mitingleriyle ırkçı
bir dalga yaratarak halkları birbirine kırdırmaya
çalışıyor. Diğer taraftan AKP, CHP ve diğerleri
sözde vatanseverlik gösterileriyle kafaları
karıştırıyor. Sözde demokrasi havarisi kesilip
sandığı önümüze koyup bizi seçime zorluyorlar.
Ama seçilecek kimse yok… Çünkü biri diğerinden
farklı değil. Hepsi aynı yere hizmet ediyor:
Tekelci Patronlar!
Hiç biri emekçinin tenceresinde ne kaynadığını,
işsizlik ve yoksullukla nasıl boğuştuğunu
bilmiyor. Hiçbiri çocuklarımızı yiyip bitiren
çetelerden, uyuşturucu belasından, ekmeğimize
ortak olan tefecilerden, hortumculardan
söz etmiyor. Hiçbiri üç kuruşa çalıştığımız
atölyelerden, hastanelerde çektiğimiz eziyetten,
ticarethanelere dönmüş okullardan söz etmiyor.
Peki bu nasıl bir seçimdir? Seçim sürecinde
bizim adımıza harcanan trilyonlar; hastane
kuyruklarında ölen insanların, parasızlık
yüzünden okutulamayan çocukların, işsizlik
tehdidiyle boğaz tokluğuna yaşayan işçinin,
işsiz bırakılan binlerce işsiz emekçinin,
bu ülkenin temiz namuslu çocuklarınındır…
Artık yeter! Bu soygun düzenine dur demenin
zamanı gelmiştir. Elimizden göz göre göre
ekmeğimizi çalanlara, alınterimizden trilyonları
hortumlayanlara HAYIR demenin zamanıdır.
Kokuşmuş düzenin kokuşmuş vekillerine verecek
oyumuz yok!
Vatan çiftliğiniz değil. Yalan rüzgarlarınız
içinde bizim yerimiz yok!
Biz halkız. Gerçek güç biziz, gücümüz örgütlülüğümüzdür.
Biz bir araya gelirsek karşımızda hiçbir
güç duramaz.
IMF kaderimiz değil, işsizlik ve yoksulluk
kaderimiz değil, sağlık ve eğitim gibi en
temel yaşam alanlarımız üzerinde gerçekleştirdiğiniz
oyunlar kaderimiz değil.
Gün gelir devran döner. Gelecek bizimdir.
Düzen partilerine oy yok
Örgütlü halk yenilmez
Özgür ülke insanca yaşam için örgütlenelim
Yaşasın Demokratik Halk İktidarı!
HALK KÜLTÜR MERKEZLERİ İŞÇİ KOLEKTİFİ |
|