Program Nedir ve Önemi
Program, Marksist-Leninist bir parti için olmazsa
olmaz politik bir belgedir ve ideolojik birliğin
damıtılmış bir özetidir. Bu açıdan eğer bir Marksist-Leninist
partiden, devrime önderlik eden proletaryanın
öncüsü bir örgütten bahsedeceksek, program hayati
önemdedir. Marksist-Leninist bir partiyi başka
partilerden ayırt eden en temel unsurlardan biri
onun devrim programıdır, programının içeriğidir.
Programlar, doğası gereği kısa, öz tanımlamaları
içerir ve uzun açıklamaları, her tanımlamanın
veya stratejik hedefin gerekçelerini açıklamak
gibi değerlendirmeleri içermezler. Sadece bu yanıyla
bile programlar, özel bir içeriğe ve teknik bir
yapıya sahiptir.
Program Marksist-Leninist bir parti için en önemli
politik belgedir, ama tek başına program her şey
değildir. Hatta tek başına bu politik belgeden,
programdan hareketle, bir partiyi anlamak da mümkün
değildir. Çünkü her programın siyasal ve teorik
bir arka planı olması lazımdır ve özünde program
bu teorik ve siyasal arka planın, bu programatik
görüşlerin toplamının özlü bir özetidir.
Marksist-Leninist parti için program, ideolojik
birliği ve bu anlamda irade birliğini ifade ederken;
parti tüzüğü, bu ideolojik birlik etrafında mücadele
eden kadroların, parti üyelerinin iç hukukunu
ifade eder, parti işleyişini kurallara bağlar,
irade birliğini eylem birliğine dönüştürür...
Bu açıdan bir Marksist-Leninist parti için tüzük
ve program en temel politik belgelerdir ve parti
bunlar üzerinden yükselir.
Tüzükler daha sık ve ihtiyaca göre değişir. Programlar
ise, bir tarihsel sürecin çok yönlü değerlendirmeleri
üzerinden formüle edildiklerinden dolayı, nispeten,
tüzüğe göre daha uzun ömürlü olurlar. Ancak yaşanan
tarihsel süreçler, bu sürece paralel sınıf ilişki
ve çelişkilerinde yaşanan değişimler, buna uygun
olarak üst yapı kurumlarının almış olduğu biçim,
devrimin hedefi ve ittifakları vb, zorunlu olarak
programda değişimlerine yol açar. Bu açıdan Marksist-Leninist
bir parti için, “ebedi” ve “kalıcı”, “her dönem
geçerli” bir program ve tüzükten bahsedilemez.
Tarihsel koşullar ve sınıf ilişkileri değiştiği
ölçüde bir programın -bu program ne kadar devrimci
olursa olsun- eskiyen, sürecin gerisine düşen
yanları olur; örgütsel süreç içinde, sosyalizmi
parti işleyişinde somutlaştırmaya çalışan ve buna
uygun bir parti yaşamını kurallara bağlayan tüzük
de ihtiyaca göre yeni biçimler almak zorunda kalır.
Bundan dolayı program ve tüzükler değişim yaşarlar
ve sürece ve ihtiyaca göre yenilenmek zorundadırlar.
Program, Parti ve Sınıf
Her program bir sınıfı ya da bu sınıflar arasında
kalan ara katmanları temsil eder ve nihayetinde
o sınıfın ya da ara katmanların çıkarlarını ifade
eder. Biz herhangi bir programdan değil de, bir
sınıf programından, işçi sınıfının programından
bahsediyorsak, bizim programımız; hem ideolojik
kimliğimiz olan Marksizm-Leninizmi, hem de işçi
sınıfının siyasal-toplumsal kolektif çıkarlarını
ifade etmek zorundadır. Zaten, Marksizm-Leninizm,
işçi sınıfının ideolojik kimliğidir, dünya görüşüdür
ve bu kimliği taşıyan komünistler için, işçi sınıfının
çıkarları dışında özel bir çıkar söz konusu olamaz.
O halde programımız, her şeyden önce, işçi sınıfının
çıkarlarınI temsil etmeli, devrimin önündeki tüm
sorunları işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda,
işçi sınıfının bakış açısı ile ele almalıdır.
Marksizm-Leninizm ve işçi sınıfının çıkarları,
devrimimizin önündeki tüm stratejik ve güncel
sorunları çözmede temel çıkış noktamızdır ve programımız
bu anlamda, işçi sınıfının çıkarlarını en ileri
noktada ifade etmek zorundadır.
İşçi sınıfının temel hedefi, kendi sınıf iktidarını
kurmaktır. Her devrimin temel sorunu iktidar sorunudur
ve işçi sınıfının tek başına iktidarı sosyalizmdir.
Devrimimizin önündeki tüm sorunları bu temelde
ele almak, demokratik görevleri bu sosyalist göreve
bağlamak zorunludur. Elbette programımız, içinden
geçtiğimiz tarihsel sürecin tüm demokratik ve
sosyalist görevlerini içermek zorundadır. Çünkü
işçi sınıfının programı; soyut manzumeler ve talepler
toplamı değil, en keskin “komünistlik” iddialarının
tekrarlandığı politik belge hiç değil; genel ve
evrensellik içinde, yaşanılan tarihsel sürecin,
bu tarihsel anın sorunlarının işçi sınıfının çıkarları
temelinde, bu sınıfsal bakış açısı ile çözümü
ifade eden, sınıfı ve tüm halkı bu temelde eğiten
politik belgedir.
Engels, program için; “Dost ve düşmanın önünde
göndere çekilmiş bir bayrak” tanımı yaparken,
hem bir Marksist partinin ve devrimden çıkarı
olan sınıfların bu bayrak altında savaşacağı,
hem de devrimci eleştiri temelinde, öncelikle
işçi sınıfının çıkarlarını, hedeflerini, perspektif
ve çözüm platformunu ele almaktadır.
Evet biz Marksist-Leninistiz ve bizim programımız,
işçi sınıfının çıkarların temsil eder ve tüm sorunları
bu temelde ele alır, tüm devrimci çözümü bu temelde
formüle eder. Çünkü biz, “tüm halkın”, “ulusun”
vb değil, Marksist-Leninist ideolojik kimliğimizle
işçi sınıfının partisiyiz ve programımız öncelikle
bu kimliğimizi ve işçi sınıfının çıkarlarını temsil
eder.
Programımızın Tarihsel ve Siyasal Birikimi
Hiç bir politik belge, hele bu Marksist-Leninist
bir partinin programı ise, üzerinde yükseldiği,
tarihsel süreçten geride bıraktığı toplumsal ve
siyasal birikimden kopuk değildir. Programlar,
her hangi bir politik metin değildirler; her açıdan
her hangi bir politik metinden veya yazıdan/belgeden
çok farklı olarak, devrimin tüm sorunlarını kısa
ve öz, gerekçeler bulmadan, anlaşılır ve her bir
cümlesi ya da paragrafı ile güçlü propaganda unsurlarını
içinde barındıran, kapsamlı politik belgedir.
Doğal olarak programlar, her şeyden önce güçlü
bir siyasal-ideolojik-teorik arka plana sahip
olmalıdır. Eğer bu siyasal-ideolojik-teorik arka
plan olmazsa, bu temelde siyasal-ideolojik-teorik
birikim olmazsa, ortada güçlü bir program da olamaz.
Bizim programımızın böylesi güçlü siyasal-ideolojik-teorik
arka planı vardır.
Bu tarihsel siyasal- ideolojik-teorik birikim
nedir?
Her şeyden önce bu birikim, ideolojik kimliğimizi
de yansıtan Marksizm-Leninizmdir ve özel olarak
Marksist-Leninist klasiklerde program sorunları
ve bu temelde üretilen politik belgelerdir.
Bilimsel sosyalizm, kendinden önceki ütopik sosyalizm,
idealizm ve burjuva ekonomisinin devrimci eleştirisi
üzerinde kurulmuştur. Komünist Manifesto, bu eleştiriler
üzerinden dünya devrim perspektifi ile, bu süreçte
örgütsel yapıya kavuşan Komünistler Birliği’nin
mücadele bildirgesidir. Bu aynı zamanda, üç kaynaktan
(sosyalizm, ekonomi politik ve tarihsel ve diyalektik
materyalizm) beslenen bilimsel sosyalizmin kendi
sistemini kurmasıdır. Marks ve Engels, bu temelde
en önemli yapıtlarını üretmişlerdir.
Lenin, emperyalist dönemde, hem Marksizmin özüne
sadık kalmış, hem de bu dönemin en temel olgularına
dayanarak Marksizmi geliştirmiştir. Ve haklı olarak
emperyalist çağın Marksizmi olarak tanımlanmış;
emperyalist çağda Marksizm, Marksizm-Leninizm
olarak tanımlanmıştır. Yani, Lenin, yaşamı, mücadelesi
ve eserleri ile Marksizm okulunda Marks ve Engels’in
yanında haklı ve onurlu yerini almıştır.
Stalin bu okulda, daha çok Lenin’i siyasal-teorik-ideolojik
düzeyde tekrarlayan bir öğrencidir; Marksizm-Leninizme
bu alanda ciddi bir katkısı yoktur; örneğin, özünde
doğru olan “tek ülkede sosyalizm” anlayışını “katkı”
adına “tek ülkede komünizm”e kadar götürerek en
temel yanlışlara da düşmüştür. Program sorununda
Lenin’in “İki Taktik”ini aşamamış; bunu sömürge
devrimler için 1930’larda MDD olarak formüle etmiş,
aşamalı devrimi savunmuştur.
Troçki, Rosa, Mao, Ho Şi Minh, Che ve diğerleri
bu Marksist okulun içinde olan ama her biri ayrıca
ve kapsamlı değerlendirilmesi gerekli akımların
temsilcileridir.
Bu Marksist birikim içinde, Marks, Engels, Lenin,
Che, Devrimci Marksizm/Sosyalizmi güçlü temsil
eden kişiliklerdir. Troçki, Rosa, hatta Mao, Marksizm
içinde ama Devrimci Marksizm/Sosyalizmle şu veya
bu oranda sorunlu bir yerde dururlar.
Biz devrimci Marksist/sosyalistiz. Ve programımız
öncelikle bu siyasal-teorik-ideolojik birikime
dayanır.
Program konusunda özel bir belirleme yapmak gerekirse,
Komünist Manifesto’nun ilk ve en kapsamlı politik
belge olduğunu ifade etmek gerekir. Komünist Manifesto,
kapitalizmin devrimci eleştirisi üzerinden işçi
sınıfının rolünü, hedeflerini ele alan, devrimci
durum koşullarında yazılmış politik belgedir.
Komünist Manifesto, kapitalizme karşı bir savaş
bildirgesidir. Yapısı iyi incelenirse, hem devrimin
hedeflerini ele alan, temel talepleri formüle
eden, hem de bunun gerekçelerini özlü olarak ifade
eden bir yapıya sahiptir. Bu anlamda Komünist
Manifesto, adı üzerinde hem manifestodur, hem
de programdır.
1848 devrimleri yenilgi ile sonuçlanıp kapitalizmin
önünü açtığında, devrimci durum gerileyince Marks
ve Engels’in örgütsel görevleri bir yana bırakmasalar
da, daha çok teorik alanda yoğunlaştıkları biliniyor.
Böyle bir dönemde, yeniden canlanan işçi hareketi
içinde ortaya çıkan akımların program tartışmalarında,
en önemli çalışma olarak, Alman Sosyal Demokrat
Partisinin Gotha ve Erfurt Programı eleştirileri
vardır. Bu çalışmalar, Marksist bir program üzerine
önemli fikirlerle doludur ve Marks ile Engels’in
bu alanda ürettiği en temel çalışmalardır. Ayrıca
1. Enternasyonal’in tüzüğü bu konuda önemi bir
belgedir.
Lenin, emperyalist çağda, proleter devrimler çağının
kurucu devrimci Marksisti/Sosyalistidir. Bu anlamda
program üzerine çok daha kapsamlı çalışmaların
sahibidir. Emperyalist çağda Lenin, Marksizmi
özüne sadık kalarak yeniden kurarken, en başta
program üzerinde durmuştur. “Programımız” çalışması;
“Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi” ve “Halkın Dostları
Kimlerdir ve Sosyal Demokratlara Karşı Nasıl Savaşırlar”
çalışmalarına dayanarak bu konuda, program konusunda
adeta bir başlangıçtır. Bu başlangıç hem devrimin
yakıcılığı hem de Marksizmin emperyalist çağda
yeniden kurulması ile doğrudan ilgilidir.
Bunları 1903 program tartışmaları izlemiştir.
Lenin’in “Kır Yoksulları” çalışması, programın
kitleler tarafından daha iyi anlaşılması için
yazılan ve programın açılımını içeren bir içeriğe
sahiptir. Devrim ilerledikçe sorunlar üzerine
kapsamlı tartışmalar ve hatta 1903 parti kongresi
tarafında benimsenen programın revizyonu söz konusudur;
1907 tartışmaları budur.
Ama bu konuda, program sorunu ve onun arka planı
konusunda, “İki Taktik” ve “Nisan Tezleri” özel
bir yerde durur. “İki Taktik” 1905 Burjuva Demokratik
Devrimi sürecinde aşamalı ama kesintisiz devrimi
ele alan; “Nisan Tezleri” ise, emperyalist savaş
döneminde olgunlaşan fikirlerle bunu bir devrim
koşullarında aşan bir içeriğe sahiptir. Bunların
yanı sıra 1919 tartışmaları ve sosyalizmin inşasını
içeren “İkinci Program” bu konularda oldukça önemlidir.
Bunların yanı sıra, 3. Enternasyonal içinde başta
sömürge devrimleri olmak üzere 1920-22 ve 1928’ler
de yapılan tartışmalar; özellikle dünya devrimi
için genel bir program modeli olan 1928 programı
önemli bir yerde durur. Bu tartışmalarda iki eğilim
var. Birincisi Lenin’in 1917 ve 1919 tartışmalarında
uç veren, Komünist Enternasyonal’in 1920-22 tartışmalarında
da gelişen aşamasız kesintisiz devrim anlayışı.
İkincisi ise, Lenin döneminde Avrupa devrimi beklentisinin
sönmesi ve devrimlerin Doğu’ya kayması ile sömürge
devrimlerinin ön plana çıkması ve bu temelde sorunlara
karşı çubuğun aşamalı devrimden yana bükülmesidir.
Doğal olarak sömürge devrimler ilk önce emperyalist
egemenliğe son verecektir; ama bunun önderliği
başta olmak üzere, sorunun “burjuva demokratik
devrimden sosyalizme geçiş” olarak tanımlanması,
geri ülkelerde proleter devrimleri üretici güçlerin
gelişmesine bağlayan bir yaklaşım içinde olunması,
bu temelde devrimi aynı sürecin iki halkası değil
de, önce Burjuva Demokratik Devrim tamamlaması
sonra bunun üzerinden sosyalist devrime hazırlanma
biçiminde ele alınması; tüm bunların da 1928 programında
olması söz konusudur. Komünist Enternasyonal’e
Stalin’in sahsında bu eğilim egemen olmuştur.
Mao, program sorunlarına özgün yaklaşımını 1939-40
yıllarında geliştirmiş ve bunu Yeni Demokratik
Devrim olarak tanımlamıştır. Sosyalizme Yeni Demokratik
Devrim üzerinden, kapitalizm ve sosyalizm olmayan
“üçüncü toplum”, bunun üzerinden burjuvazi ile
ortak iktidar olan “üçüncü devlet” ve bunların
yarattığı “üçüncü kültür” üzerinden geçilecektir.
Bu anti-emperyalist, anti- feodal “ara toplum”
sosyalizmin maddi ve kültürel alt yapısını yaratacak,
burjuvazi ile sorunları bu ilişkiler çözecektir.
Burada da aşamalı devrim, hatta çubuğu daha sağa
bükme, Lenin’in “İki Taktik”te geliştirdiği tezleri
Menşevik biçimde yorumlama vardır.
Troçki ve Rosa; Leninist kesintisiz devrimi değil,
doğrudan sosyalist devrimi savunan, bu arada emperyalist
çağda demokrasinin tüm sorunlarına ve siyasal
gericiliğe yeni bir temel oluşturan emperyalizmden
hareketle güncel karakter gösteren demokrasinin
tüm sorunlarının (ulusların kendi kaderini tayin
hakkı başta olmak üzere, siyasal özgürlük sorunu,
kadın-erkek eşitliği, savaş ve militarizm sorunu,
laiklik vb sorunlar) üzerinden atlayan bir stratejinin
savunucularıdırlar.
Yani bizim programımız, genel olarak Marksizm-Leninizmin
tüm birikimine dayanırken, özel olarak konumuzla
ilgisi açısından yukarıda işaret ettiğimiz kaynaklardan,
bunların eleştirel bir yaklaşımla ele alınmasından
beslenir.
İkinci olarak kaynağımız, Türkiye Devrimci Hareketinin
tarihsel birikimidir.
Türkiye Devrimci Hareketi, yaklaşık 85 yıllık
tarihsel-siyasal birikime sahiptir. Bu tarihsel
birikimin ilk ve temel durağı, hem Marksist politik
irade olarak parti formunda somutlanması, hem
de ilk program olarak kendini Türkiye işçi ve
emekçi sınıflarına ilan etmesi açısından TKP’dir.
Bu TKP tarihsel olarak kaba bir değerlendirme
ile 1965-70 lere kadar devam etmiş; ancak bu süreç
boyunca ilk kuruluş çerçevesinden büyük ölçüde
kaymıştır. Elbette TKP’de somutlaşan bu tarihsel
ve siyasal birikim bir çok çalışmamızda ifade
ettiğimiz gibi eleştirel olarak ele alınmalıdır.
Örneğin, Komünist Enternasyonal’in desteğini de
alarak ilk Marksist-Leninist partinin, komünist
iradenin somutlanması, bu sürecin bir parti programı
etrafında ve birlik biçiminde somutlanması, oldukça
önemlidir ve birçok dersi içerir. Ama bu tarihsel
ve siyasal süreçte, aynı zamanda, Kemalizm’e soldan
destek sunma, burjuvazi ile uzlaşma siyaseti,
bu temelde bir dizi politik hata vardır. Giderek
“taktik” adı altında stratejik konum kazanan politikaların
uluslar arası sosyalist hareketteki yozlaşmaya
bağlı olarak yarattığı kişiliksiz ilişki ve tarzın
yanı sıra bir akım olarak revizyonizmin kendisi
vardır.
Diğer yanlar bir yana, hem 1920’deki ilk TKP programı,
hem de 1926 programı oldukça önemlidir ve mutlaka
incelenmesi gereklidir. Aslında kimi eleştirel
yanları bir yana, sonraki kimi programlarla karşılaştırılırsa
oldukça da ileridir.
TİP, Türkiye Devrimci Hareketi tarihinin bir parçasıdır
ve ilk programı olan 1964 programı hem süreci
anlamak açısından, hem de içeriği, yapısı, yöntemi
vb. açısından bir yerde durur. Aşamalı, kalkınmacı,
ulusalcı bu program, “sosyalizm” adı altında tipik
demokratik bir programdır ve sosyalizmle ilgisi
yoktur ya da bu ilgi duygusal düzeydedir, ütopiktir.
1978 TİP programı, sosyalizm vurguları açısından
daha güçlüdür. Ama her iki program da yapısı ve
yöntemi açısından bir bildirge (yada manifesto)den
öte değildir. Ve en önemlisi de devrimci değil,
burjuva parlamenter mücadele içinde, demokratik
taleplerle kendini sınırlayan bir niteliktedir.
1971 silahlı devrimi Türkiye Devrimci Hareketinde
yeni bir dönemdir ve bugünkü tarihsel ve siyasal
birikime asıl bu süreç damgasını vurmuştur. Bu
süreçte, yani 1971 sonrasında, özellikle de 1975
sonrasından günümüze kadar, asıl olarak 1928 programının
revizyonuna dayanan bir çok program, “parti” iddiasına
sahip birçok yapı tarafından açıklanmıştır. Reformistler
bir yana devrimci partiler, genel olarak demokrasi
ve bağımsızlığı ön plana çıkaran, aşamalı devrimi
içeren, bunu da çoğu kez aşılmış süreçlerin sorunları
ile (örneğin toprak devrimi ve köylü sorunu gibi)
ele alan bir içeriğe sahiptirler.
Hiç şüphesiz bu süreçte, bu programların içeriğinden
bağımsız olarak, yaşanan tarihsel ve toplumsal-siyasal
sürecin temel özelliklerinden kaynaklanan sorunlar
nedeniyle bunca program bolluğuna rağmen Türkiye
Devrimci Hareketi’nde hep program sorunu olmuştur.
Yani “parti” iddiasına sahip her örgüt, kendine
1928 Komünist Enternasyonal programının bir versiyonunu
yazmış, bunu işçi ve emekçilere ilan etmiş ama
tüm bunlar Türkiye devrimi için program sorununu
çözememiştir. Burada sadece “parti” sorununu bir
yazılı program ve tüzük derecesini indirgemek
gibi sığ yaklaşımlar olduğu gibi, asıl olarak
da az önce ifade ettiğimiz gibi, yaşanan toplumsal
ve siyasal mücadelenin ve sorunlarının rolü vardır.
Burada ileriye yönelik bir belirleme yaparsak,
program tartışmaları ve boşluğu, bizim programımızın
iç tartışma ve bunun devamında somut biçim almasından
sonra da, muhtemelen devam edecektir. Bu boşluğun,
ancak başta politik alan olmak üzere, kapsamlı
bir mücadele ile, programın geniş emekçi sınıflar
tarafından benimsenmesi ile aşılacağı söylenebilir.
Üçüncü olarak, kendi öz tarihimiz ve birikimimiz
vardır.
Hemen ilk başta temel bir belirleme yapmak lazım;
program sorunu ve parti bilincinin bir parçası
olarak program bilinci, Türkiye Devrimci Hareketi’nin
bir parçası olarak bizde oldukça sorunlu ve zayıftır.
Bugün partimiz saflarına şöyle kabaca baktığımız
zaman, zaman zaman program üzerine bazı çalışmalar
yapmış olsak da bu sorunun önemin kavranmadığını
çıplak görürüz. Kendini Marksist-Leninist olarak
tanımlayan parti ve örgütlerin tüzüklerinde, bu
arada parti tarihimize mal olmuş tüm tüzüklerde
(1976 ve sonradan düzeltilmiş haliyle ilk tüzük
ve 1987 tüzüğü), en son biçimiyle 2006 başlarında
yayınlanan ve yeniden inşa sürecimize yön veren
“geçici tüzük”te; parti üyeliğinin ilk koşulu
olarak ifade edilen, “parti programını kabul eden...”
tanımlaması olmasına rağmen, bu sorun oldukça
önemsiz gibi, “küçük bir ayrıntı” gibi görülür.
Bu gözlem bile bize önemli bir resim sunar, üzerinde
çok düşünülmesi ve mutlaka aşılması gerekli bir
zayıflık olarak karşımızda durur.
Bu tablo ve zayıflığın bazı temel kaynaklarına
işaret etmeden önce, bu iç tartışmanın öncelikle
bu açıdan bir bilinç sıçramasına hizmet etmesinin
gerektiği, tüm yoldaşların ideolojik gelişiminde
bu açıdan bir ilerlemenin, parti bilinci ile iç
içe yaşanmasının önemi çok nettir.
Bu notu düşerek devam edersek, bu parti bilincinin
bir parçası olarak program bilincinin zayıflığının
bazı temel ve önemli kaynakları vardır. Bunları
özetle ifade etmekte yarar var.
a) Sorunun genel yanı vardır. Uluslararası sosyalist
harekette, özellikle Lenin ve 3. Enternasyonal’in
ilk yıllarında program sorunu, devrim sorunu ile
sıkı bir bağ içindedir ve oldukça önemli bir yer
tutar. Bu sorunun en önemli aşaması, tüm ülkelere
bir model oluşturması amacını da güden 1928 programıdır.
Devrim dalgası geriye çekilince bu sorun, yani
devrim için program sorunu giderek önemini yitirmiştir.
Hatta giderek güncelleşen diğer sorunlar, örneğin
uluslar arası sosyalist harekette yaşanan 1960’larda
baş gösteren çelişkiler ve ayrışma; SBKP-ÇKP çatışması,
bu temelde güncel ve politik sorunlar ve tepkiler
ön plana çıkarak, program sorununun üstünü örtmüştür.
Elbette bu sorunlar içinde de programsal noktalar
vardır, ama devrim sorunu “barışçıl”, “kapitalist
olmayan yoldan” ya da üçe ayrılan dünyada “üçüncü
dünya”nın “ikinci dünya” ile ittifak kurarak “birinci
dünyaya” ve hatta “gelişen ve güçlenen en tehlikeli
güç” olarak “Sovyet sosyal emperyalizmine” karşı
top yekun mücadele ile ele alındığından bir tarafa
atılmış durumdadır. Program adı altında ileri
sürülenler de ya revizyonizmin elinde “barış ve
demokrasi” programlarıdır ya da kalkınmacı, üçüncü
dünyacı, sınıf mücadelesini bir yana atan programlardır.
b) Küba devrimi, uluslararası sosyalist harekette
yeni bir soluktur.
Sosyalizm tek ülkede zafer kazansa da, bu zafer
dünya devrimine dönüşemeyince, teorik-siyasal
düzeyde kendini tekrarlayan, hatta bazı taktiksel
yaklaşımların giderek stratejik konum kazanması,
sosyalizm ve uluslar arası sosyalist harekette
tıkanma belirtileri baş gösterdi. 1930’larda başlayan
bu tıkanma eğilimi “tek ülkede komünizm” gibi
uçlara savruldu, dünya devrimi için kurulan Komintern
emperyalistlerle pazarlıklar sonucu dağıtıldı.
Bu eğilim giderek içte bürokrasi ile bütünleşerek
sosyalizmi yozlaştırdı; dışta ise her şey emperyalistlerle
yarışa bağlandı. Uluslar arası sosyalist harekette
yaşanan 1963 polemikleri bir anlamda yeni arayışlara
da işaret etmektedir; ama bu polemiklerde önce
nispeten doğru yerde duran ÇKP, giderek SBKP tezlerini
farklı isimlerle savunur oldu; bu temelde yaşanan
SBKP-ÇKP çatışması ise sosyalist hareketi böldü.
Yani, emperyalizmin 3. bunalım döneminde emperyalizm
kendini sosyalizm ve devrimci ulusal kurtuluş
savaşlarına karşı yeniden örgütleyip çok yönlü
mücadeleyi gündemleştirirken, sosyalist hareket
ciddi tıkanma eğilimi içinde olup bunalım dinamikleri
üretmektedir. Bu süreç boyunca SBKP ve ÇKP’de
ifadesini bulan anlayış hiçbir ülkede devrim yapamamıştır,
dahası devrim yapma iddiasından bile uzaktır.
Marksizm adına revizyonizm, bürokratik bir sosyalizm,
devrimci enternasyonalin tümden bir yana atılıp
diploması düzeyine indirgenmesi, üstüne üstlük
SBKP-ÇKP arasındaki çatışmaların emperyalizme
destek sunmaya kadar uzanması söz konusudur.
Küba devrimi, tüm bunlara karşı yeni ve devrimci
bir soluktur, uluslar arası sosyalist harekette
devrimci yenilenme ihtiyacını tetikleyen yeni
bir yönelimdir. Bu proleter yönelimde devrim her
şeyin merkezidir; bunda gerilla savaşı ve silahlı
mücadele oldukça ön plandadır. Küba devrimi bir
kıvılcım olmuş, devrimci yenilenme arayışlarını
hızlandırmıştır. Latin Amerika ülkelerinde, özellikle
KP’ler içinde yeni çizgilerin ortaya çıkması,
bu temelde ayrışmalar yaşanması bu yönelimin güçlenmesine
yol açmıştır. “Devrim için savaşmayana sosyalist
denmez” sadece bir şiar değil, bu ayrışmanın Venezüella
somutunda biçim alması, Fidel Castro’nun bu ayrışmada
yüksek sesle revizyonizmi eleştirmesidir..
Ancak bu yönelim, sadece Latin Amerika ile Venezüella,
Brezilya, Şili, Bolivya, El Salvador, Nikaragua,
Uruguay vb. ile sınırlı değildir. Afrika, Asya,
Ortadoğu, hatta biraz da yeni sol söylemle karışık
düzeni “sol”dan eleştiriye tabi tutan Avrupa’da
ortaya çıkan silahlı mücadeleye kadar uzanır.
Bu yeni yönelimin tümünü kesen bir Leninist doğru
yoktur; tüm bunlar geleneksel ve pasifist soldan
kopuşu, devrimci bir arayışı içerir. Sorunun özü
devrimdir. Küba devrimini “sol” yorumlayan (ki,
bu yorumda, Küba devrimini kabaca karikatürize
etme ve bu devrimin her adımını, izlediği rotayı,
tüm yeni-sömürge ülkeler için evrenselleştirme
söz konusudur. Bu akımın teorisyeni, Che ile Bolivya
devrimine katılan, daha sonraları ise Fransa cumhurbaşkanı
Mitterand’ın danışmanlığını yapan Regis Debray’dır.
Debray’ın “Devrimde Devrim” eseri bu fokocu yorumun
zirvesidir ve Marksizm-Leninizmden sapmayı ifade
eder. Fokoculuğun en temel nitelikleri, devrim
için partinin önemi bir yana atma ve birbirinden
bağımsız gerilla ocaklarının/fokonun devrim sürecinde
birleşmesi, partinin de bundan sonra, hatta devrimden
sonra kurulması; silahlı mücadeleyi her şey yapma
ve diğer politik, ideolojik, ekonomik mücadeleyi
reddetme; kırlar temel alınırken, şehirlerin “burjuvalaştıracağı”
gerekçesi ile inkâr edilmesidir. Bu akım, özellikle
Latin Amerika’da bazı gerilla hareketlerini etkilemiş
ama giderek yaşamın gerçeği karşında erimiştir.)
fokoculuk da bu sürecin ürünüdür. Ve fokocu çizgi
ile Leninist çizgi ilk başta biraz iç içedir ve
giderek 1970’lerde bu çizgiler ayrışır.
Burada konumuz olan program sorunu açısından ele
alırsak, bu yönelim, SBKP ve ÇKP’de ifadesini
bulan anlayış ve stratejiye göre devrimcidir;
fakat pratiği önde tutan, devrimi ve özellikle
silahlı mücadeledeki her ilerlemeyi programdan
daha öncelikle ele alan bir eğilim içindedir.
Bu anlamıyla, bu yönelim devrimcidir ve devrimci
yenilenme eğilimi taşımakla beraber, program sorununun
önemini kavramaktan uzaktır. Keza, biraz da bundan
ve program sorununda eski süreçlerin izlerini
taşıdığından, örneğin Nikaragua devriminde olduğu
gibi, “ulusal burjuvazi”ye yer verme, bu açıdan
da halkçı ve sosyalizme mesafeli bir duruş içinde
olma, giderek bunun üzerinden, başka faktörlerle
birlikte devrimi tekrar burjuvaziye kaptırma yaşanmıştır.
Sorun Nikaragua devrimi ile sınırlı değildir,
Başta Latin Amerika olmak üzere birçok devrimlerde
bunun izlerini görmek mümkündür. Latin Amerika’da
birçok gerilla mücadelesi 1970 ve sonrasında “barış”
arayışları ile etkisizleşmiş ve gerilemişse bunda
program sorununda hâlâ eski halkçı anlayışların
payı oldukça yüksektir.
c) Partimiz THKP-C, dünya ölçeğinde yaşanan bu
atmosfer ve ülkede yükselen mücadelenin içinde,
TİP, MDD süreçlerini yaşayarak, devrimci yenilenme
eylemiyle ortaya çıktı. Doğal olarak, hem uluslararası
sosyalist harekette, hem de ülkemizde yaşananlardan
etkilendi, yeni proleter yönelimin ülkemizdeki
adı oldu. Diğer ülkelerde yaşanan ayrışma ve arayışların
birçoğunun Marksizm-Leninizme mesafeli durması
hali partimiz için söz konusu değildir; tam tersine
Marksizm-Leninizmde ısrar vardır. THKP-C, Küba
devriminin “sol” yorumundan uzak durarak, hatta
bu “sol” yorumun eleştirilerine de dayanarak,
1970 sonlarında parti olarak ortaya çıkmıştır.
Bu, ülkemizde 1920 TKP’sin den sonra ilk Devrimci
Marksist/Sosyalist politik iradedir. THKP-C’nin
Parti olarak ortaya çıkması, bunun programatik
temelinin KESİNTİSİZ DEVRİM I-II-III olması oldukça
önemlidir; bu bile tek başına güçlü bir parti
anlayışını ve Marksist-Leninist iradeyi ifade
eder. Ancak partimiz, KESİNTİSİZ DEVRİM I-II-III
gibi programatik bir platforma sahip olsa da bir
programa sahip değildir. Bunun en önemli nedeni,
bu yönde bir bilinç eksikliğinden öte, içinde
doğduğu ve erken başlatılmak zorunda kalınan silahlı
mücadele ve yaklaşık 1,5 yıllık bu mücadele sonunda
genç bir parti olarak KIZILDERE’ de fiziksel olarak
tasfiye olmasıdır.
d) Kızıldere’de yaşanan fiziksel tasfiyenin ardından
parti çizgisinin ve pratiğinin sürdürücüsü olarak
oluşan devrimci sosyalist hareketimiz; Kesintisiz
Devrim I-II-III’ü kendine programatik platform
ve ideolojik temel olarak ele aldı ve P-C’nin
devamı olarak ortaya çıktı. Örgütsel yapısını,
bu süreçte diğer örgütlenmelerden farklı olarak,
örneğin 1976 tüzüğü ile düzenlese de, 71 sürecinde
parti açısından bir eksikliği işaret eden program
sorununu gündemine almadı; bu temelde biraz da
THKP-C savunucusu olarak politikleşmiş askeri
savaşı sürdürdü.
Partileşme ve program sorununun önemi 12 Eylül
yenilgisi sonrası daha çok kavranmaya başlandı
ve 1987 olağanüstü 3. Konferansı ile yazılı bir
programa kavuştu. Hem siyasal ve örgütsel yapının
kesintili olması, hem genel boyutları olan yaşanan
örgütsel krize doğru ve devrimci yanıt olunamaması,
hem de bu süreçte örgütsel ve politik sorunların
çok daha ön plana çıkması, genel tıkanma atmosferi
içinde bu yönde güçlü bir bilince ulaşma da zaaflı
kaldı.
Bizde, ortalama kadro açısından program sorunu
“küçük bir ayrıntı”dır. Sol ve devrimci harekete
tepki vardır ve küçümsenir. Program ile bir politik
makale arasında çok büyük fark görülmez ve program
bilinci bu temelde çok zayıftır.
Halbuki parti bilinci ile program bilinci sıkı
ilişki içindedir ve bir parti için program vazgeçilemez,
partiye yön veren, partiyi ve sınıfı eğiten temel
politik belgedir. Parti, politik iradesini programda
somutlar; bu anlamda program, yazılı olan bir
belgeden öte, tüm partinin politik iradesinin
somutlanıp cisimleşmesidir. Yani bir program,
bir parti için yazılı bir politik belgeden çok
daha ötedir.
Türkiye Devrimci Hareketi’nde bu sorunun bir kaba
tekrara, sorunu karikatürize etmeye dönüştüğü
bir gerçektir ve çok kez program ve tüzük yazılınca
bunun parti olmak için yeterli olduğu düşünülür.
Bu sorunu kavramamanın bir ifadesidir ve bu açıdan
Türkiye Devrimci Hareketi özürlüdür. Bizde ise
buna tepki vardır ve bu, program sorununun atlanmasına
kadar uzanır. Parti eşittir yazılı bir program
değildir ama bir parti için program hayati önemdedir.
Biz, yaklaşık 35 yıllık öz tarihimizde bir programla
değil, programatik platformla varlığımızı sürdürdük.
Hatta hiç kendimizi küçümsemeden bu siyasal-toplumsal
tarihin toplam siyasal-teorik-ideolojik birikiminin
oldukça önemli ve bir program için çok güçlü arka
planın olduğunu ifade etmekte yarar vardır. KESİNTİSİZ
DEVRİM I-II-III ve bunu izleyen tüm temel politik
belgeler, çok güçlü bir siyasal birikimdir, varlık
koşulumuzdur. Biz bu siyasal-teorik-ideolojik
birikimden güç alarak bir programa sahip olacağız.
Bu birikim olmadan güçlü program da olamaz.
Zaten Türkiye Devrimci Hareketi’nde yaşanan kabalık
ve partiyi en ilerisinden 1928 3. Enternasyonal’in
programının bir revizyonuna dayandırma pratikleri
asıl olarak güçlü bir arka planın olmamasından
kaynaklıdır. Biz bu güçlü arka plana sahibiz ve
devrimci yenilenme ile bunu geliştirme kararlılığındayız.
O halde programımız bu birikime dayanmak zorundadır.
Bizim için önemli olan, bunlar ile program arasında
güçlü bağlar kurarak, zayıf olan program bilincimizi
yükseltmektir.
Bu zayıf yanımıza işaret etikten sonra, program
sorununda siyasal-teorik-ideolojik birikimimize
gelebiliriz. Yukarıdaki sözlerimizden de anlaşılacağı
üzerine, program sorununda siyasal birikimimiz
asıl olarak, programatik siyasal tezlerimize,
bu temelde temel çalışmalarımıza dayanır. Bunlar
olmasa zaten program olmaz. Nedir bunlar? Aynı
zamanda ilk programatik belgemiz olan KESİNTİSİZ
DEVRİM I-II-III en temel belgedir. ŞAFAK YARGILANAMAZ,
hem çağı ve dünyayı hem de ülkemizi ve devrimimizin
en temel sorunlarını ele alan çalışmadır. SOSYALİZMİN
SORUNLARI ve yakın zamanda yayınlanan ENTERNASYONALİZM
çalışmalarımız, özellikle programımızın sosyalizm
bölümünü açıklamakla kalmaz, aynı zamanda ona
ruhunu veren çalışmalardır. 3. OÜK’ün ürettiği
PROGRAM ayrıca önemlidir. Programımız, aynı zamanda
içinden geçtiğimiz sürecin en temel özelliklerini
ve sonuçlarını ele almak zorundadır. Bu temelde
DEVRİMCİ YENİLENME YAZILARI olarak ifade ettiğimiz
tüm çalışmalarımız programımızın arka planını
oluşturur. MAHİR VE DEVRİM, tam da program sorununda,
programımızın arka planı ve temel mantığını ele
alan, bu amaçla yazılan, bu anlamda da diğer ismi
“Program Sorununa Yaklaşımlar” olan bir çalışmadır.
Tüm bu çalışmalar programımıza beslemektedir ve
programımızın çok güçlü siyasal-teorik-ideolojik
arka planı oluştururlar. Yine de iki temel belgenin,
program somutunda çok daha net vurgulanması gerekirse,
bunlar KESİNTİSİZ DEVRİM I-II-III ve MAHİR VE
DEVRİM’ dir.
Programımız; evrensel olarak Marksizm-Leninizm
ve özel olarak onun program sorununa yaklaşımına,
özetle yukarıda ifade ettiğimiz temel yapıtlara,
özel olarak da öz siyasal-teorik-ideolojik birikimimize
dayanır.
Programımızın Yöntemi ve Yapısı
Sorunu kavramak için son derece özet bir tanım
olarak Lenin’den bir alıntı yapmakta yarar var:
“Biz, genel ve kabul gören bir programın bilimsel
temeller üzerine inşa edilmesi gerektiği Marksist
ilkesinden hareket etmekle yükümlüyüz. Program
kitlelere komünist devrimin nasıl ortaya çıktığını,
neden kaçınılmaz olduğunu, neyi çözeceğini açıklamalıdır.
Programımız bütün programlar gibi, örneğin Erfurt
programı gibi ajitasyon amaçları için bir özet
olmalıdır...”(SEÇME ESERLER-8, sf:376)
Program sorununda Lenin ve Bolşevikler, ML klasiklerde
özel bir yer tutar. Lenin ve Bolşeviklerin program
çalışmalarında, yukarıda Lenin’in de ifade ettiği
gibi, Erfurt programı örnek olmuştur. Hatta özellikle
Erfurt programı, örnek bir program olarak, sadece
1903’te program çalışmalarında ve bu çalışmanın
ilk adımları olan Lenin ve Plehanov’un taslaklarına
kaynaklık etmekle sınırlı değildir; sosyalist
devrim sonrasında da, örneğin 1919’da bu bir programın
yapısı açısından model olmuştur. Bu örnek program,
Erfurt programı; içeriğinden bağımsız olarak birçok
açıdan önemlidir. Lenin ve Bolşeviklerin bu programı
model olarak seçmeleri tesadüf değildir. Çünkü
bu program, hem teorik bölümü, hem de talepler
bölümüyle, en geniş kitlelerin anlaması ve onlar
için birer ajitasyon özelliği göstermesiyle örnektir.
Özellikle talepler bölümü, içerik olarak kapitalizmin
sınırlarını aşmaz ve bu açıdan da 2. Enternasyonal
partilerinin programına kaynaklık eder; buradan
da kapitalizmin “yan ürünü” olarak sosyal demokrasinin
üremesi tesadüf değildir. Ama bu içerikten bağımsız
olarak bir programın yapısı üzerine en temel fikirleri
verir. Yukarıdaki alıntıda Lenin’in bu programı
örnek göstermesi de boşuna değildir ve bu açıdan
doğrudur. Kaldı ki, ek olarak ifade edelim, Erfurt
programı sadece Lenin ve Bolşeviklere değil, tüm
Marksist Leninist program tartışmaları ve örneğin
Komünist Enternasyonal’in 1928 dünya devrim programına
da bu açıdan örnek olmuştur.
Yukarıdaki alıntıda program için temel bir bakış
açısı vardır. Bu, Marksist bir parti ve programın
için her şeyden önce “bilimsel temeller üzerinde
inşa edilmesi” gerçeğidir.
Buradaki “bilimsellik” matematik, fizik vb. bilimlerdeki
bilimsellik değil, toplumsal süreçlerin Marksist
açıdan ele alınması ve devrimimize yön vermesidir.
Biz bir devrimi örgütleyeceğiz ve bunu soyut,
öznel istemlerimize göre değil, kapitalizmin bilimsel
eleştirisi üzerinden, kapitalizmin yarattığı sınıf
olan proletaryanın öncülüğünde yapacağız. Proletaryanın
devrimimizde öncülüğü tamamen nesnellikten, onun
bir sınıf olarak kapitalizm içindeki yerinden
kaynaklanır. Proletarya kapitalizmin iki ana sınıfından
biridir ve üretimdeki yeri, kolektif niteliklerinden
dolayı, kapitalizmi yıkacak en devrimci sınıftır.
Devrimler, bir sınıfın, yada toplumsal kesimlerin
öznel isteği ile gerçekleşmez; bunun için nesnel
koşulların, en başta da üretim güçleri ile kapitalist
üretim biçimi arasındaki çelişkilerin antogonist
karakter göstermesi gereklidir. Proletarya ancak
bu koşullarda, ki bu koşullar emperyalist çağda
ortaya çıkmıştır, siyasal ve toplumsal rolünü
oynar, kapitalizmi yıkarak toplumu sosyalizme
taşır. Bu konuda örnekleri çoğaltmak mümkündür
ama anlaşılması gerekli olan, programımızın böylesi
bir bilimsel temelinin olmasıdır.
İkinci olarak, programımız, yine Lenin’in sözleriyle
“kesin olarak saptanmış gerçeklerden yola çıkmalıdır.
Devrimin bütün dönüm noktalarında doğrulanan programımızın
gücü burada yatar. Marksistler programlarını sadece
bu temel üzerine kurmalıdırlar. Mutlak bir kesinlikle
saptanmış olgulardan hareket etmek zorundayız..”
(S.E-8, sf:332)
Devrim programı, bugünden, içinden geçilen tarihsel
an üzerinden geleceği kurmaktır. Bu açıdan yaşanan
somut toplumsal, ekonomik ve siyasal olgular programımız
için hareket noktasıdır. Programlar her gün değişmez,
evrensellik içinde, bir tarihsel sürecin somut
olgularına dayanır. Bu yaşanan tarihsel süreçte,
bu sürecin her dönemeci ve anında, ister atılım
yılları olsun, ister devrimin gerileme yılları
olsun, program, sınıfı ve partiyi eğitir, ona
yol gösterir. Programın gücü de buradan kaynaklanır.
Somut tarihsel koşullar ve olgulara dayanan program,
genel ve stratejik çözümler üretir. Bu anlamda
program asla bir taktik politika metni ve alanı
değildir ve her hangi bir taktik politikadan temelden,
öz ve biçim olarak farklıdır. Zaten programın
genel ve stratejik çözümler üretmesi, ama bunların,
gerekçelerinden uzak, kısa ve öz çıkarımları içermesi
tam da bundandır.
Böyle olduğu için, programda her fazla sözcük
programı güçlendirmez, tam tersine zayıflatır.
Hatırlanırsa, örneğin Lenin ve Plehanov’un 1903
program taslaklarında en çok bunlar tartışılmıştır.
Aslıda hiç de uzun olmayan, nihayetinde 3-4 sayfa
olan Plehanov’un program taslağını Lenin; “uzun”
olduğu için eleştirir. Hiç kuşkusuz, bu kısalık
ya da uzunluk göreceli bir durumdur. Bugün, sosyalizm
deneyimlerinin yaşadığı ağır çöküş sürecinin ardından
üreteceğimiz programların, sosyalizm deneyimlerinin
olumlu ve olumsuz birikimleri üzerinden ve onları
aşan bir tarzda üretileceği ve çok kısa madde
başlıklarını aşan bir programın daha ötesine geçeceği
açıktır…
Devrimci Program, yaşanan tarihsel sürecin ekonomik,
toplumsal, siyasal olgularıni içerirken, elbette
bu olguların tarihsel kökenini ve bu temeldeki
birikimini göz önünde bulundurur. Yani devrimci
program, tarihsel olan ile güncel olanın, ya da
tarihsellik içinde evrensel olan ile dönemsel
olanın bir sentezi olmak zorundadır. Bu olmazsa
devrimci program, her dönem sınıfı ve partiyi
eğiten, devrimin her döneminde ve anında sınıfa
ve partiye yön veren gücünden uzak olur.
Yani, örneğin Marksist-Leninist bir programda
mutlaka ve zorunlu olarak kapitalizmin eleştirisi
gereklidir, ama ML program orada durmaz, bunu
emperyalizme ve emperyalizmin hangi dönemine (1.2.3.
yeni ya da 4. bunalım dönemine) ait olduğunu da
bilimsellik içinde açıklar, eleştiri ve çözüm
gücünü somutlar.
Bir programda, yaşanan toplumsal süreci örneğin,
“feodalizm ve yarı-feodalizm” olarak tanımlamak,
bu tanımlama, bir tarihsel süreci ve o tarihsel
sürecin devrimini işaret ederken (ki bunlar 1.ve
2. bunalım döneminde sömürge ve yarı sömürge ülke
devrimleri olan MDD ya da UDHD’dir) eğer, toplumsal
sürecin “emperyalizme bağımlı kapitalizm” olduğunu
ve bu temelde bir çok olguyu bu tarihsel sürecin
(3. ve yeni dönem ya da 4.bunalım dönemi) yarattığını
ifade ediyorsak bir başka süreç ve devrimden (DHD)
bahsediyoruz
Üçüncü olarak programımız, somut koşulların analizine
bağlı olarak “neyi çözeceği” yada “neleri çözeceği”
somut, kısa ve öz olarak tanımlanmak zorundadır.
Devrimiz hangi sorunları çözer? Bu tamamen yaşanan
nesnel koşulların bilimsel analizine dayanır.
Örneğin, sen kalkar “feodalizmi çözer” dersen
başka bir devrim sürecinden bahsedersin, “faşizmi
ve bu temelde kapitalizmi çözer” dersen bir başka
devrim sürecinden bahsedersin.
Devrim yıkma ve yeniden kurma eylemidir; programımız,
neleri yıkacağımızı ve bunun yerine neleri kuracağımızı
ifade eder. Emperyalizmi kovmak ve Feodal beylerin
düzenini ve iktidarını yıkmak Milli Demokratik
Devrim gerektirir ve köylü sınıfların en temel
demokratik talebi olan toprak sorunu çözmeyi içerir.
Ama köylülük sınıfsal ayrışmaya uğramışsa, kapitalizm
toplumsal sürece egemense, devrimimiz, kapitalizmin
özgür gelişmesinin önünü açan MDD değil, kapitalizmi
hedefleyen bir devrim olmak zorundadır.
Anti-emperyalist anti-oligarşik halk devriminde
ise emperyalizmi bu ülkeden kovacağız ve emperyalizminde
içsel olgu olduğu bu düzeni yıkacağız. Bu düzen,
kapitalizmdir ve onun tepesinde, işbirlikçi karakter
gösteren tekelci burjuvazi (sanayicisi, ticaretçisi
ve bankacısı ile) ve bunlarla iç içe olan büyük
toprak kapitalistleri, yani oligarşi vardır. Bu
azınlık iktidarı, egemen sınıf bloğu, emperyalizmle
birlikte, işçi ve emekçi sınıfların, tüm halkın
üzerinde en vahşi sömürü ve baskı sistemini (faşizmi)
kurmuş, bunu yaparken orta sınıfları önemli ölçüde
kendisine yedeklemiştir.
O halde biz devrimle, bu çürümüş düzeni ve onun
iktidarını yıkacağız, yerine işçi ve tüm emekçilerin,
şehir ve kır küçük burjuvazisi dahil tüm halkın
iktidarını kuracağız. Bu Demokratik Halk İktidarı,
burjuvaziyi tamamen dıştalar ve onun üzerinde
diktatörlük kurar; işçilerin ve tüm halkın iktidarıdır.
Ve bu iktidar, proletaryanın hegemonyasında, devrimin
hemen ertesinde adım adım sosyalizmi kuracağından,
devrimler tarihinde de görüldüğü gibi, Proletarya
Diktatörlüğünün özgün biçimi olacaktır.
Devrim programı, her devrimin en temel sorunu
olan bu iktidar sorununu çözmekle sınırlı olamaz.
Mevcut düzenin devrimci eleştirisi üzerinde, siyasal,
ekonomik, toplumsal, kültürel her alanda, sağlıktan
eğitime, sanattan spora kadar her alanda, devrimin
neleri çözeceğini ve neler yapacağını da somut
ele almak zorundadır.
Dördüncü olarak programımız, bilimsel ve anlaşılır
bir dile sahip olmalıdır. Program, en geniş kitlelere
yönelik bir açıklamadır ve her bir maddesi, her
bir sözcüğü tam bir açıklık içerirken, en geniş
kitlelere ulaşmada birer ajitasyon unsuru olmak
zorundadır. Devrim programının, “bilimsellik”
adı altında anlaşılmaz bir dili değil, bilimsel
ve anlaşılır bir dili olmalıdır. Tabi burada “anlaşılırlık”
adı altında dilin basitleştirilmesi söz konusu
olamaz. Program, parti ve sınıfı eğiten bir politik
belge ise, dili buna uygun olmak zorundadır.
Yöntem açısından bir Marksist-Leninist program
bunlara dikkat etmelidir. Ve bunlar aynı zamanda
programın yapısına bizi ulaştırır. Özetle ifade
etmekte yarar vardır.
Marksist-Leninist programları iyi incelersek,
karşımıza iki tip örnek çıkar. Birincisi, hem
program, hem de manifesto niteliğinde olan, örneğin
Komünist Manifesto’dur. İkincisi ise, Erfurt Programı
örnek alınarak, manifesto tarzındda değil de daha
çok talepleri de içeren program formatında olan
programlar.
Hemen burada bir paragraf açmak gerekirse, biz
hem bir program hem de manifesto yani bildirge
yazacağız. Çünkü, dünya devriminin bir parçası
olarak devrimimizin önünde ağır ve karmaşık sorunları
vardır. Yaşadığımız tarihsel sürecin sorunları,
elbette her sürecin özgül yanlarını bir yana atmadan
ne Komünist Manifesto’nun yazıldığı 1847-48 sürecine,
ne Lenin’in ilk programatik çalışmasını içeren
“Programımız” çalışmasına ve 1900 başlarına, ne
Komünist Enternasyonal’in 1928 programının üretildiği
sürece, ne de daha yakın bir sürecin örneğin 1970,
hatta 1980’lerin dünyasına ve sorunlarına benzemez.
Kapitalizm ve sosyalizm cephelerinde bir tarihsellik
içinde bir dizi gelişim ve olgu söz konusudur
ve bunlar, oldukça karmaşık sorun ve olguları
çözmek için önümüze koymaktadır. Tüm bunları düşününce
örneğin Komünist Manifesto formatında bir çalışma
ya da sadece bir program formatında çalışma ile
kendimizi sınırlamamız zayıf kalmamıza yol açacaktır.
O halde biz, bir birini tamamlayan iki temel politik
belge üretmek zorundayız. Bunu da program ve manifesto
olarak tanımladık. Bunu yapacağız. Bu dip notu
düşerek devam edersek...
Erfurt programı örneğinden hareketle, Lenin’in
ısrarla üzerinde durduğu gibi, programımızın iki
temel bölümü ve buna dayanan bir yapısı olmalıdır.
Birinci temel bölüm, “teorik bölüm” olarak da
ifade edilebilecek ve dünya devrimiyle bağları
içeren, programın bilimsel ve evrenselliğine karakterini
veren, en genel ilkesel sorunları ele alan bölümdür.
Programımız, proletaryanın sınıf programıdır;
proletaryanın en temel sorunu, aynı zamanda her
devrimin en temel sorunu olan iktidar ve bu sınıf
iktidarının somutlandığı sosyalizmdir. Sosyalizm,
komünizmin alt evresi ve kapitalizme karşı işçi
sınıfını iktidarı altında toplumu sınıfsız topluma
götüren bir geçiş sürecidir. O halde programımız,
bu bölümde her sözcüğü ile kapitalizmin bilimsel
eleştirisine dayanmalıdır.
Kapitalizm nereden türemiştir? Meta üretiminden.
Kapitalizmin hücresi meta üretimidir ve Marks’ın
Kapitalizme karşı eleştirisinin meta üretiminden
başlaması son derece doğrudur. O halde bu bölüm,
kapitalizmin meta üretiminden çıktığı, kapitalizmin
evrensel bir sistem olduğu, proletaryanın rolü
ve devrimin zorunluluğunu ifade etmek zorundadır.
Çünkü proleter devrim, bu bilimsel ve devrimci
eleştiri üzerinden ortaya çıkar.
Kapitalizmin eleştirisi zorunlu bir bölümdür ama
yukarıda da ifade ettiğimiz gibi programımız bununla
kendini sınırlayamaz. Lenin’in 1919 program tartışmalarından
ve Buharin ile bu temelde yapmış olduğu polemiklerden
anlıyoruz ki, bu bölüm, yani kapitalizmin eleştirisi
korunmalı, ama bu yeni çağın, yani emperyalizmin
bilimsel bir tanımını, olguları ve eleştirisini
içermelidir. Çünkü emperyalizm kapitalizmin en
yüksek ve son aşamasıdır. Ve emperyalizm çağında,
kapitalizm tek tek kendi pazarında değil, bir
birine eklenen bir dünya pazarının etrafında varlığını
sürdürmektedir. Devrimler de, bu çağda, birbirine
bir zincirin halkaları ile bağlanan tek tek halkalardan,
bu halkanın içinde en zayıf olandan, yani sınıfsal,
ulusal vb çelişkilerin en yoğun olduğu halkadan
koparılması ile zafere ulaşır; ülke devrimi dünya
devrimine bağlanmak zorundadır. Emperyalizmin
temel olguları vardır, ama bu olgular her tarihsel
dönemde farklı biçimler alır. Emperyalist sömürü
değişmez ama bu sömürü her dönemde farklı biçimler
alır. Devrim, bu biçimleri ve olguları Marksist
açıdan çözümleyerek zafere ulaşır.
Bundan dolayıdır ki programımız, emperyalizmin
bilimsel eleştirisi ve bunun devamı olarak yaşadığımız
yeni tarihsel sürecin (ya da 4. bunalım döneminin)
olgularını içermek zorundadır. Bu yapılabildiği
ölçüde program proleter devrimin evrenselliği
ile ülkenin özgünlüğü ve devrimin güncelliği arasında
sıkı bağlar kurabilir.
Tüm bunlar, yani kapitalizm ve onun üzerinden
emperyalizm; emperyalizm üzerinden yeni tarihsel
dönem eleştirisi neden yapılmalıdır? Her şeyden
önce proletaryayı egemen sınıf olarak örgütleyen
ve aynı zamanda sınıf olarak proletaryayı ortadan
kaldıracak olan sosyalizm için.
Bugünün sosyalizmi, örneğin Komünist Manifesto’da
en temel ilkeleri olan sosyalizmi, Paris komünü
derslerine dayanarak Lenin’in Devlet ve Devrim’de
tanımladığı sosyalizmi de içeren ama yaşanan sosyalizm
deneylerininin eleştirisi ile gelişen sosyalizmdir.
Bunun için, birinci ana bölüm, Marks, Engels ve
Lenin tarafından ana ilkeleri konan, ama Ekim
Devrimi ile somutluk kazanan, sonra giderek revizyonizmin
elinde yozlaşan sosyalizm, yani reel sosyalizm
eleştirisi üzerinde bilimsel sosyalizm anlayışımızı
içermek zorundadır.
Programımızı güçlü kılan ve başka parti ve örgütlerin
programlardan ayıran en önemli yanlarının bu bölümler,
emperyalizm, yeni tarihsel süreç ve sosyalizm
bölümleri olacağı kesindir. Çünkü yaklaşık 150
yıllık Marksizm tarihi ve program sorunlarına
baktığımızda, birçok parti programında, örneğin
Komünist Manifesto’dan hareketle kapitalizm eleştirilerinin
çok ortak yanlarını bulmak mümkündür. Örneğin
1928 Komünist Enternasyonal programının ilk bölümleri
bunun şu veya bu ölçüde kendisidir.
Programımızın ilk ana bölümü; kapitalizm, emperyalizm,
yeni tarihsel süreç ve sosyalizm alt başlıklarının
yanı sıra enternasyonalizm, devrimin şiddete dayanması,
parti, ittifak, vb. gibi ilkesel sorunları da
kısa ve öz olarak kapsamalıdır. Bu bölümün özelliği,
bu temelde evrensel, genel ve ilkesel yaklaşımları
dünya devriminin bir parçası olarak tanımlamaktır.
İkinci ana bölüm, Türkiye devrimi ve çözeceği
sorunları içermek zorundadır.
Biz dünyanın her hangi bir yerinde değil, Türkiye
de, bu ülkede devrim gerçekleştireceğiz. Devrimimiz,
dünya devriminin bir parçası olarak somutlanacaktır.
Önümüzdeki devrim, anti-emperyalist anti-oligarşik,
halk devrimidir. Bu devrim, burjuva demokratik
devrim değildir; burjuva demokratik devrimin çözemediği
sorunları da çözüme kavuşturacak, tüm demokratik
sorunların gerçek çözümünün sosyalizmde olduğunu
bilen, demokratik ve sosyalist görevleri içeren,
proletaryanın öncülüğünde, tüm emekçi sınıfların,
halkın katılımını içeren halk devrimidir.
Devrimimiz, emperyalizme ve yeni-sömürgeci toplumsal
düzene, bunun sınıf iktidarı olan oligarşiye yönelecektir.
Demokratik Halk Devrimi, kesintisiz olarak sosyalizme
yönelecek, devrimin hemen ertesinde, araya hiç
bir ara aşama koymadan proletaryanın hegemonyasında
kurulan Devrimci Halk İktidarı aracılığı ile adım
adım sosyalizm örgütlenecektir. Bu anlamda devrimimiz,
sadece biçimsel olarak değil, öz olarak da tarihsel
ve siyasal olarak geride kalmış olan burjuva demokratik
devrimden temelden farklı, proleter devrimin bir
biçimi olacaktır.
Devrim, tek kelime ile mevcut düzeni baştan aşağı
yıkma ve daha ileri, sosyalist düzeni kurma eylemedir.
Kapitalizmle (hele bu kapitalizm tekelci karaktere
sahipse, ki “tekelci kapitalizm sosyalizmin arifesidir”
der Lenin) sosyalizm arasında ara bir aşama yada
Mao’nun ifadesi ile “üçüncü toplum” vb. yoktur.
Biz, proletaryanın önderliğinde tüm halkın katılımı
ile bu düzeni yıkacağız ve proletarya önderliğinde
halk iktidarını kuracağız. Devrimin özü budur;
devrim, mevcut yeni-sömürgeci kapitalist düzeni
ve onun egemenlik biçimi faşizmi baştan aşağı
yıkmak, yerine daha ileri bir toplumsal düzen
olan sosyalizmi Devrimci Halk İktidarı aracılığı
ile kurmaktır.
Devrimimiz hangi sorunları çözecektir?
Bu düzenin çözemediği ve kangrene dönüştürdüğü,
her vesile ile bağımlı kapitalizmin tekrar ve
tekrar ürettiği tüm sorunları… Bu sorunları iki
ana başlıkta somutlaştırmak mümkündür: bağımsızlık
ve demokrasi sorunları. Ülkemiz emperyalizme her
hangi bir biçimde değil, her açıdan bağımlılığı
içeren yeni-sömürgecilikle bağımlıdır; bunun üzerinden,
tarihsel süreçte çözülmeyen bir dizi demokratik
sorunlar vardır. Bağımsızlık ve demokrasinin tüm
sorunları ancak sosyalizmle tam çözüme kavuşur;
o halde, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm devrimimizin
ana stratejik hedefidir.
Emperyalizm, bu ülkede her sorunun kaynağıdır.
Emperyalizm, eski sömürgecilik ilişkilerinde olduğu
gibi, sadece dışarıdan gelen ve ülkeyi işgal eden,
yer altı ve yer yüzü zenginliklerini talan eden
bir güç değil; bununla birlikte üretim, ticaret
ve tüketimde ipleri elinde tutan, içte artı değer
sömürüsüne bizzat katılan, devletin, yani sömürge
tipi faşizmin almış olduğu biçimden tutalım tüketim
kalıplarına varana kadar söz sahibi olup yönlendiren,
üsleri ve tesisleri ile kendine alanlar açan;
bu anlamda içsel olgu olan bir güçtür. Borç sarmalı
içinde her şey emperyalizme ipotek edilmiştir;
tarımın tasfiyesinden işçi ücretlerine, eğitimin,
sağlığın vb özelleştirilmesinden tutalım bunların
“yasal”laşmasına ve bunun için örneğin “sosyal
güvenlik” ten “tahkime” varana kadar bir dizi
yasanın çıkmasına ve siyasal özgürlüğün kısıtlanıp
sömürünün yoğunlaşmasına kadar, emperyalizmin
çıkarı ve söz hakkı vardır. Tüm bunlar; emperyalizmle
“stratejik ortaklık”, ikili ve çok yönlü, açık
ve gizli anlaşmalarla, IMF ve Dünya Bankasının
dayatma ve reçeteleri ile, komşu halklara yönelik
emperyalist saldırganlıkta bu ülke topraklarının
kullanılması dahil her türlü onursuzluklarla somuttur.
Devrim, emperyalizmin bu kuşatmasını parçalayıp
ve bu temelde sorunları çözmeden bu ülkede, ekonomik,
siyasal ve toplumsal hiçbir sorun çözülemez. Devrim
öncelikle bu sorunları çözecektir.
Bununla birlikte bir dizi demokratik sorunlar
vardır ve kangrene dönüşmüştür. Devrimin, sosyalizme
kesintisiz ulaşması için, bu demokratik sorunların
çözüm gücüne kavuşması zorunludur. Bu sorunlar
keyfi bir tercih değil, çözüme kavuşamadıkları
için nesnel olarak devrimin önünde durmaktadırlar
ve proletaryanın kendi devrimini yapması için,
bu demokrasi mücadelesi okulunda eğitilmesi zorunludur.
Demokrasi mücadelesi okulunda eğitilmeyen proletarya,
diğer sınıfları tanıyamaz, devrim için onlarla
ilişki kuramaz ve kendi devrimini yapamaz.
Demokrasinin tüm sorunları, siyasal özgürlük sorunu,
ulusal sorun, tarım sorunu, kadın sorunu, laiklik
sorunu, savaş ve militarizm sorunları vb. sadece
proletaryanın sorunları değil, emperyalizm ve
oligarşi dışında, emperyalizm ve oligarşinin yedeğinde
olan ve bunlarla binbir bağla bağlanmış orta burjuvazinin
dışında tüm emekçi sınıfların sorunudur.
Proletarya demokrasi savaşımında en önde duran
en tutarlı sınıftır ve demokrasi savaşımında en
önde yer alırken, kendi devrimi için, sosyalist
devrim için mücadele eder. Devrimden çıkarı olan
diğer sınıflar; bu düzende hiçbir demokratik sorunun
çözülmediği ve tam tersine bu düzen tarafından
her gün siyasal gericilik üretildiğini gördükleri
için devrime katılırlar. Hata denilebilir ki,
tam da bu demokratik sorunlardan dolayı devrimimiz
bir dizi imkânlara sahiptir; şehir ve kırda kapitalizmin
cenderesinde ufalanan küçük burjuvazi; tarımda
tasfiye karşısında tepki gösteren küçük ve orta
işletme sahipleri; ulusal ve demokratik tüm haklarından
yoksun Kürt ulusu (ki, Kürt burjuvazisinin bağımsız
bir Kürdistan ve ulusal özgürlük sorunu yoktur,
Kürt ulusunun özgürlüğü emekçi karakterde bir
taleptir; siyasal özgürlükten yoksun küçük burjuvazi
dahil, aydınlar, gençlik; kimlik ve inançlarını
ifade edip bunun gereğini yaşayamayan Alevi ve
ezilen toplumsal kesimler; emperyalist savaşa
karşı olan barış güçleri ve tüm halk vb…
Devrimimiz, tüm bu sorunların gerçek çözümünü
içerir ve demokratik karakteri de bundandır. Bu
sorunların bir kısmı, teorik olarak kapitalizm
sınırları içinde çözülebilir; ama emperyalizm
ve işbirlikçisi tekelci karaktere sahip oligarşi
bu sorunları çözme gücünden yoksundur; örneğin,
siyasal özgürlük yada Kürt sorununda olduğu gibi,
günlük siyasal gelişmelerin her vesile ile bu
sorunları çözme değil, bin bir hile ile yeniden
dayatma ve “sosyal devlet”in tasfiyesi pratiklerinde
de görüldüğü gibi geriye taşıma, kazanılmış hakları
budama vardır.
Tüm bu sorunlar, koca bir 20. yüzyıl devrimler
deneyinde de görüldüğü gibi, gerçek ve tam çözümünü
sosyalizmde bulur. Bundan dolayı; devrimimize
karakterini veren anti emperyalizm, yani tam bağımsızlık
ve anti-oligarşik karakterinde somutlaşan tüm
demokratik sorunlar ve görevler; mutlaka ve mutlaka
emperyalizm ve oligarşinin tüm ekonomik kaynaklarına
el koyma ve bu alanlarda sosyalist üretimi örgütleme
dahil tüm sosyalist görevlere bağlanmak zorundadır.
Bu sosyalist görevlere bağlanmayan demokratik
görevler; tüm demokratik sorunların gerçek çözümünün
sosyalizmde olduğunu kavrayamayan bir programatik
yaklaşım güdüktür, ufku kapitalizmle sınırlıdır,
demokratizmdir.
Bu açıdan devrimimiz, yeni-sömürgeci kapitalizmin
omurgasına yönelir, emperyalizm ve işbirlikçi
oligarşinin sakatladığı ve inkâr ettiği tüm demokratik
sorunlara sahip çıkar, bu sorunlar etrafında başta
proletarya olmak üzere tüm halkı örgütler ve savaştırır
ve bu demokratik görevleri sosyalist görevlere
bağlar, devrimin hemen ertesi günü sosyalizmi
adım adım inşa eder.
Bundan dolayı, programımız doğal olarak bu sorun
ve görevleri kapsamak zorundadır. Bu düzeni, bu
düzenin tüm siyasal, toplumsal, ekonomik dayanaklarını
baştan aşağı yıkıp, paramparça edeceksek, bunun
yerine neleri koyacağımızı da somut ve stratejik
olarak koymak zorundayız.
Biz, bugün proletaryanın önderliğinde halk devrimi
yaparsak; hem sosyalist hem de demokratik sorunları
kapsayan bir devrim yapacağız ve bu temelde bir
dizi görevleri yere getireceğiz demektir. Örneğin
siyasal özgürlükler sorununu başta olmak üzere
Kürt ulusal sorununu, laiklik, militarizm, savaş,
kadın vb. gibi demokratik sorunları… Tüm bu sorunların
da ancak tam bağımsızlık koşullarında, yani emperyalizmi
bu ülkeden kovduğumuz koşullarda çözülebileceğini
ifade ediyorsak, bu ancak işçi ve emekçi sınıfların,
halkın iktidarının kurulması ile mümkündür. Devrimci
Halk İktidarının, programımızda da ifade ettiğimiz
gibi, ilk işi emperyalistlerin ve işbirlikçi tekellerin
mülkiyetine el koyup fabrikalar ve tarlalarda
sosyalist ekonomiyi örgütlemektir. Programımız
bu mantık dizisine sahip olmalıdır ve burada demokratik
ve sosyalist görevler iç içedir.
Programımız, bundan dolayı, aşamalı, yani önce
demokratik devrimin tamamlanması sonra sosyalist
devrim biçiminde değil, emperyalizme bağımlı ve
tekelci karakterde olan kapitalizmden sosyalizme
geçiş sürecini ifade eden ve bundan dolayı hem
demokratik hem de sosyalist görevleri iç içe ele
alan tek bir program olmalıdır. Bu programda asgari
ve azami hedefler ayrımı yoktur; tek bir programda
her ikisi iç içedir.
Programımızda, tüm bunları, siyasal, ekonomik,
toplumsal tüm alanlarda, siyasal iktidarın biçiminden
tutalım, en başta tarım ve ulusal soruna kadar,
eğitim, sağlık vb. alanlarından tutalım, spora
vd. kadar tüm hedef ve talepleri içermelidir.
Bu stratejik hedef ve talepler, bugünden partiyi,
sınıfı ve tüm halkı eğitecek, devrimize yön verecektir
ve halk iktidarında somut olarak yaşam bulacaktır.
Burada sorulması gerekli soru şudur; tüm bunlar
devrim programıdır, iktidarı aldığımızda bu programı
uygulayacağız, ancak günlük mücadele içinde, ekonomik,
siyasal ve sosyal karakterde sorunlar ve kazanımlar
için mücadele ve buna uygun talepler ne olacaktır?
Bunları yok mu sayacağız, eğer yok saymayacaksak
nasıl ele alacağız?Bu soruların özü devrim ve
reform ilişkisinin doğru kurulmasıdır. Marksist
Leninistler, bu düzenden kaynaklanan her sorunun
gerçek çözümünün devrimle gerçekleşeceğini ileri
sürerler ve bunun sosyalizmle güvence altında
olacağını savunurlar. Ama bunu bir devrim programında
formüle ederken kapitalizm içinde kısmi iyileştirmeler,
yani reformlar için mücadeleyi bir yana atmazlar,
bunları kapitalizm koşullarında birer kazanım
olduğunu bilirler, bunun üzerinden demokrasinin
tüm sorunlarını ancak devrimle çözeceklerine inanırlar.
Tam da bu noktada kapitalizm içinde ekonomik,
siyasal ve sosyal kazanımlar için mücadeleyi,
kapitalistlerin insafına ya da reformistlerin
düzeni onarma çabasına bırakmazlar. Lenin’in ifadesi
ile bazı sorunlar devrim öncesi çözülebilirse,
biz bunlarla günlük mücadele içinde kitleleri
devrime hazırlamak istiyorsak, bu talepleri bir
yana atamayız.
Kaldı ki tam bu noktada altı çizilmesi gerekli
bir yan var: genel olarak emperyalizm, bağımsızlık
ve demokrasinin sorunlarını felç ediyorsa, bunlar
için mücadeleyi aynı zamanda tetikliyor, kitlelerin
bu yönde taleplerini hızlandırıyor demektir. Dahası,
bu talepler, kapitalizmin maddi sınırlarına vardığı,
neo-liberal saldırılarla sömürü ve sosyal yıkımın
derinleştiği, işçi ve emekçi sınıfların günlük
yaşamında yakıcı hal kazandığı günümüzde,emperyalizmin
yeni döneminde çok daha yakıcı ve güncel karakter
kazanmıştır.
Marksist Leninist programlara baktığımızda, 1903
Bolşevik programından tutalım 1928 Komünist Enternasyonal
programına kadar, bu sorunlar genel olarak iki
başlıkta ele alınmıştır. Birincisi; kapitalizm
koşullarında işçi sınıfının fiziksel ve siyasal
bütünlüğü için bir dizi talebi içeren ve kapitalizm
koşullarında bunların mümkün olacağı ifade eden,
“emeğin korunması” alt bölümüdür. İkincisi ise;
siyasal ve sosyal boyutları olan, demokrasi mücadelesinin
düzen içi alanını kapsayan taleplerdir; bunlar
günlük mücadele içinde somut olarak karşımıza
çıkarlar. Bu alt bölüm, kapitalizm içinde reformları
içerir ve “acil siyasal ve sosyal talepler” ya
da “günlük siyasal ve sosyal talepler” olarak
tanımlanabilir.
Hemen ifade edelim, özellikle “emeğin korunması”
bölümündeki talepler kapitalizmin evrimi ve işçi
ve emekçi sınıfların kazanımları ile her süreçte
yeni biçim alırlar ve buna uygun olarak derinleşirler.
Örneğin; 8 saatlik işgünü ve haftalık kaç saat
çalışılacağı, kreş vb. haklar talebi 1848 devrimlerinde
başkadır, 20. yüzyılın başındaki devrimlerde başkadır,
işçi ve emekçi sınıfların mücadelesi ve sosyalizmin
baskısının sonucu kapitalizmin bir yan ürünü olarak
ortaya çıkan “sosyal devlet”te başkadır, günümüzde
çok daha başkadır. Yani, 1 Mayısları yaratan 8
saatlik işgünü talebi, kapitalizmde yasal durum
kazanmış, dahası sosyalizm altında bu 6, hatta
4 saate inmiştir. Bu durumda 8 saatlik iş günü
talebi geride kalmıştır, şimdi daha az, örneğin
7 saatlik işgünü, haftada 35 saat talep etmek
emeğin korunması için önemlidir. Ama öte yandan,
kapitalizmin sınırlarının tükendiği ve esnek üretim
koşullarında neo-liberal saldırılarla sömürü ve
sosyal yıkımın derinleştiği günümüzde, işçi sınıfının
bütünlüğünün bu temelde çok daha bozulduğu koşullarda,
çocuk ve kadın emeğinden korunmasından tutalım
sosyal hakların budanmasına kadar bir dizi sorun
ve talep çok daha güncellik kazanmıştır. Aynı
temelde, “günlük siyasal ve sosyal talepler” de
hızla yoğunlaşmış, antiemperyalist (örneğin, üslerin
kaldırılması, borçların ödenmemesi, vb.), antifaşist
(örneğin TMY’nin kaldırılması, tutsaklar üzerindeki
baskılara son verilmesi, vb.), anti-sömürgeci
(ana dilde eğitim, Kürdistan’da işgale son, vb.),
kadınlarla ilgili (eşit işe eşit ücret, vb.),
gençliğe yönelik (YÖK’ün kaldırılması, vb.), işçiler
için (sendikalar yasasının değişmesi, vb.), kır
emekçileri (ücret ve sendika kurma, vb.), küçük
üreticilerle ilgili (kredi, vb.) talepler güncel
ve acil durum kazanmıştır.
Bu bölüm, devrim programımıza bağlanmalıdır; buna
uygun olarak programımızda yerini almalıdır.
Komünistler düşüncelerini, hele de bu işçi sınıfı
ve tüm halkı eğitecek, onları devrim için savaştıracak
bir devrim programı ise, dost ve düşmana açıktan
ilan ederler.
Asgari-Azami Program Ayrımı ve Kesintisiz
Devrimin Anlamı Üzerine
Devrim ve aşamalar sorunu, tüm devrim ve sosyalizm
tarihinde en çok tartışılan sorunların başında
gelmiştir; hâlâ da tartışılan bir sorundur. Ne
bu tartışmalar tarihin gerisinde kalmıştır, ne
de bu güne özgüdür; tarihsellik içinde güncel
bir sorundur. Çok daha önemlisi bu sorun, sosyalist
hareketin içinde çeşitli biçimlerde uç veren,
her bir ucun bir birini çektiği ve ittiği çatışma
ya da tartışma alanı olarak günümüze ulaşmıştır.
Bu tarihsel çizgiyi ve evrimi kavramadan sorunu
ele almak bizleri eksik bir yere götürür.
Bu sorun etrafında Türkiye Devrimci Hareketi oldukça
özürlüdür. Çünkü Türkiye Devrimci Hareketi önemli
ölçüde Komünist Enternasyonalin ürünü olup, bu
temelde bir dizi eksik ve hatalı yaklaşıma sahiptir.
Bu hatalı yaklaşım, örneğin ele aldığımız program
sorunda da kendini gösterir. Bunların sağlam bir
eleştirisi olmazsa ilerlemek ve hele de devrimci
yenilenme ile 21. yüzyıl devrimlerine programsal
bir yaklaşım sunmak ve bu alanda geleneksel sol
ve devrimci hareketten kopmak mümkün değildir.
Devrimci kopuş olmazsa sıçrama olamaz; bu sıçrama
da yaklaşık 150 yıllık tarihsellik içinde kırılma
ve sıçrama noktalarından kopuk olamaz. Biz bu
tarihsellik içinde devrim programımızı kuruyoruz;
sürekliliğimiz tarihimizdedir, sosyalist hareketin
ileriye doğru her adımını kendimize basamak yapıyoruz.
Devrim programımız bu sıçramanın kendisi olmalıdır.
Marks ve Engels’te devrim sorunu “kıtasal” ya
da “dünya devrimi” olarak tanımlanmıştır. Bu ana
perspektif sadece Komünist Manifesto’da değil,
1. Enternasyonal’in tüzüğünde de çok net vardır.
Bu temel/ana perspektiftir; süreç içersinde her
ülke devrimi ile geliştirilmeye muhtaçtır.
Keza Lenin, bu anlayışı emperyalist çağda geliştirmiş,
dünya devriminden kopmadan, eşitsiz ve dengesiz
gelişin yasasından hareketle tek ülkede devrimin,
hatta sosyalizmin mümkün olacağını ileri sürmüştür.
Biliniyor, bu temelde, tek ülkede devrim ve sosyalizm
anlayışı, sosyalizm tarihinde bir dizi tartışma
ve ayrışmaya yol açmıştır. Stalin, tek ülkede
sosyalizm anlayışını, Lenin’den ve özellikle de
Lenin’in 1915 yılına ait “Avrupa bileşik devleti
üzerine” makalesinden hareketle tek ülkede sosyalizm
anlayışını geliştirmiş; ama bunu 1936 ve sonrasında
yanlış biçimde “tek ülkede komünizm”e kadar götürmüştür.
Marksizm içi bir akım olarak Troçkizm, hep bir
“dünya devrimi”, daha da özel olarak “Avrupa devrimi”
beklentisi içinde olmuş, tüm tezlerini buna dayandırmıştır.
Bunlar Marksizm içi tartışmalardır ve yaşamın
da doğruladığı gibi Lenin’in bakış açısı doğrudur;
Stalin’in “tek ülkede komünizm” ve Troçki’nin
eş zamanlı bir “dünya devrimi” anlayışı yanlıştır.
Bu tartışmalar bir yana, devrimlerin; önce burjuva
demokratik devrim sonra sosyalist devrim olarak,
sürekli devrim içinde formüle edilmesi, ilk olarak
Almanya örneğinden hareketle Marks ve Engels’e
aittir. Sürekli devrim ya da başka bir deyişle
Kesintisiz Devrim, bu kavramlara yüklenen anlam
ve içerikten bağımsız olarak, bu Almanya örneğinden
hareketle kurgulanmıştır.
Lenin, hiçbir zaman Marks ve Engels’i bire bir,
cümle cümle, dogmatik olarak savunmamıştır. Tam
tersine, Marksist yöntemi çok net kavramış, Marks
ve Engels’in özüne sadık kalmış; örneğin bu sorunda
da geliştirmiştir. Eğer Marks ve Engels’e kelime
kelime sadık kalınsaydı, tam da bu konuda Lenin’in
düşüncelerini “Marksizmden uzaklaşma ve sapma
“olarak değerlendirmek, Troçki’yi ise “Marksizmin
sıkı takipçisi” olarak tanımlamak mümkündü. Ama
değil, sosyalizm mücadelesi ve tarihi Lenin’i
emperyalist çağda Marksizmin yeniden kurucusu,
Troçki’yi ise Marksizm içinde ama onu bozan, yozlaştıran
bir sapma olarak tanımlamıştır.
Lenin’in, Almanya örneğinden hareketle devrim
anlayışını geliştirmesi, 1905 burjuva demokratik
devrimi sürecindedir ki, burada geliştirdiği anlayış,
1. Paylaşım Savaşı içinde, daha sonra 1917 devrimler
sürecinde, hatta 1919 tartışmaları ve Komünist
Enternasyonal’de gelişerek, Lenin’in kavramı ile
“Kesintisiz devrim” anlayışını somutlaştırmıştır.
Tüm bu tarihsel dönemeçler, Lenin için aynı zamanda
bir sıçrama noktasıdır.
“İki Taktik” 1905 devrimi sürecinde yazılmıştır
ve bu alanda en temel yapıttır. Devrim, çarlık
otokrasisine karşı, ülke nüfusunun % 80’inin köylü
olduğu bir ülkede, siyasal özgürlük ve ulusların
kendi kaderini tayin hakkı dahil, barış, vb. hiçbir
sorunun çözülmediği, tüm bunların feodal ayrıcalık
üzerinden sakatlandığı bir ülkede somutluk kazanacaktır.
Doğal olarak tüm bu sorunlar burjuva demokratik
devrimin sorunlarıdır ve devrimin asgari programı,
çarlık otokrasisinin yıkılıp yerine batı tip demokratik
cumhuriyetin alması, feodal ayrıcalıkların kaynağı
olan büyük topraklara el konması ve 8 saatlik
işgücüdür. Ancak, bu devrime burjuvazi önderlik
yapamaz. Proletarya tüm bu sorunlara sahip çıkar,
bu sorunlar için küçük burjuva demokrasisi ile
ittifak kurulur; bunun üzerinden proletarya kendi
devrimi ve devrimin azami programını oluşturan
sosyalist devrime geçer. Menşevikler ise, devrimin
özünün burjuva demokratik devrim olduğundan hareketle
devrime burjuvazinin önderlik etmesi gerektiğini
savunurlar; Troçki ise, doğrudan sosyalist devrimi
savunur. İşte Lenin’in ayrımı buradadır; ona göre
devrim, burjuva demokratik devrimin sorunlarını
çözse de proletaryanın önderliği gereklidir ve
devrimin ilerlemesinin güvencesi olarak, proletaryanın
öncülüğünde “işçi ve köylü devrimci diktatörlüğü”
formülünü geliştirir. Böylece, aşamalı ama kesintisiz
devrim anlayışını ilk ve ayrıntılı olarak 1905
devrim döneminde somutlar. Zaten, 1903 programı
da budur.
Lenin burada kalmaz, özellikle 1. Paylaşım Savaşı
sürecinde kesintisiz devrim tezlerini geliştirir.
Savaş yıllarında, savaşın demokrasi ile monarşiyi
eşitlemesinden hareketle, emperyalizmin demokrasiyi
inkâr etmesi ve demokrasi sorununun temel bir
unsuru olarak UKKTH’nın emperyalizm tarafından
inkâr edilmesi, sosyalizmde ise geçerliliğinin
kalmaması tezlerine dayanan “emperyalist ekonomizm”
anlayışı ile hesaplaşır. Bu süreçte Lenin, demokrasi
ve sosyalizm arasında güçlü ilişkiler kurar. “Nisan
Tezleri” bunun üzerinden gelişir. 1917 Şubat devrimi
özgün koşullar yaratmıştır, Çarlık otokrasisi
yıkılmış ve hem geçici iktidar (ki burjuvazin
iktidarıdır, Menşevikler de bu hükümette yer almıştır),
hem de İşçi, Köylü, Asker Sovyetleri ortaya çıkmıştır.
Devrimi ilerletecek güç Sovyetler’dir, 8 aylık
demokrasi okulunda proletarya bir dizi taktikle
devrime hazırlanır, Sovyetler’de çoğunluğunun
sağlanması ve Kornilov ayaklanmasına karşı devrimci
taktik ve mücadele proletaryanın tek başına iktidar
olmasının yolunu açar. “Nisan Tezleri” devrimin
özgünlüklerini de dikkate alan ama “İki Taktik”e
takılıp kalmayan bir anlayışın ve gelişmenin ürünüdür.
Stalin dahil bir çok Bolşevik bu süreçte “eski”
kalmıştır, onlar “İki Taktik”in çizdiği sınırlar
içinde burjuva demokratik devrimin “tamamlanması”nı
beklemektedirler; Lenin’in bu konuda sınırsız
bir mücadelesi vardır parti içinde.
Geçerken ifade edelim, Stalin’in özellikle sömürge
ülkeler için ileri sürdüğü ve Mao’nun Yeni Demokratik
Devrim olarak tanımladığı, Milli Demokratik Devrim
tezi asıl olarak Lenin’in 1905’te yazdığı “İki
Taktik” kitabındaki bakış açısından üremiştir.
Yukarıda da ifade ettik, hem Ekim Devrimi sonrası
1919 program tartışmalarında, hem de Komintern’in
1920-22 yılları tartışmalarında, kapitalizmin
sınırlarından hareketle aşamasız devrim anlayışına
ulaşma vardır. Zaten 1919 program tartışmalarında,
geride kaldığı için asgari programın bir yana
atılması da vardır. Ama bu süreç aynı zamanda
sömürge devrimleri için birçok özelik göstermektedir
ve bu yönde Çin ve Hindistan devrimleri başta
olmak üzere bir dizi tartışmanın konusu olmaktadır.
Sanılanın tersine Stalin (Türkiye Devrimci Hareketinde
Milli Demokratik Devrim’i Mao’un geliştirdiği
sanılır ki, bu yanılgıdır) Çin devrimi başta olmak
üzere bazı taktiksel öneri ve hatalar içinde olsa
da, teorik bir çerçevede Milli Demokratik Devrim’i
geliştirendir. Mao, bu çerçeveyi biraz sağa çekmiştir;
Yeni Demokratik Devrim ve bunun sonucu kurulan
toplum, kapitalizm ve sosyalizmden farklı olarak
“üçüncü toplum/devlet/kültür” olarak tanımlamış,
anti-emperyalist burjuvaziyi “halk içi” görüp,
burjuvazi ile proletaryanın ortak iktidarına sosyalizm
demiştir. 1956 yıllarındaki tezleri budur, özellikle
“Teori ve Pratik” isimli eserine bakılabilir.
Konumuzla ilişki kurarak devam edersek, Lenin’de
aşamalı devrim vardır; “İki Taktik” hatta doğrudan
sosyalizme geçişi savunmayan, ama “İki Taktik”i
aşan Nisan Tezleri budur. Ama Lenin, Stalin ve
Mao’dan çok farklıdır; bu aşamalar aynı süreçte
iki halka gibidir ve ikisi arasında ara bir süreç,
Lenin’in ifadesi ile “Çin seddi” yoktur. Bunu
Lenin, Ekim devriminin 4. yılında da ifade ettiği
gibi, Kesintisiz Devrim olarak tanımlamıştır.
Lenin’in bakış açısında bir aşamanın, burjuva
demokratik devrimin “tamamlanması” yoktur; o,
“kesintisiz devrim”cidir ve burjuvazi ile arasına
kesin mesafe koyar, burjuvazi ile ittifakın zerresi
Lenin’de yoktur. Ve tek ülkedeki devrimin olacağını
savunur; ama bunu dünya devrimine bağlar, onun
bir parçası olarak ele alır.
1903 programı, bu açıdan aşamalıdır ve bu, ancak
1919 programında, somut koşullar değişince değişir.
Lenin, daha önce asgari-azami program ayrımlarına
karşı olanları eleştirir, Buharin, Troçki ve “sol
komünistlere” karşı çıkar. Neden? Çünkü devrim
yarı-feodal bir toplumsal süreçte, dahası çarlık
düzenine karşıdır ve bu burjuva demokratik devrim
sürecinde asgari program, “İki Taktik”te formüle
ettiği gibi, asıl üç temel hedefi içerir. Bunlar,
8 saatlik işgünü, büyük toprak mülkiyetine el
koyulması ve çarlık otokrasisinin yıkılması, yerine
demokratik cumhuriyetin kurulmasıdır. 1917 Şubat
devrimi, 1905 burjuva demokratik devriminin devamıdır.
Özgün koşullar ortaya çıkmıştır ve artık ikili
iktidar vardır, zayıf burjuvazi iktidardadır,
devrim koşulları devam etmektedir ve Sovyetler’de
çoğunluğu ele alarak iki kent merkezinde, Moskova
ve Petrograd’da Bolşevikler iktidarı ele geçirir.
Bu “Nisan Tezleri”indeki anlayış ve taktiğin zaferidir.
İktidar devrimin temel sorunudur ve Bolşevikler
iktidarı alacak güçte ve cesarettedir. İktidarın
Bolşeviklerin eline geçmesi, bu anlamda proletaryanın
tek başına iktidarı alması, sosyalist devrimdir.
Bu süreçte, yukarıda da ifade ettik, “İki Taktik”e
bağlı kalarak burjuva demokratik devrimin “tamamlanmasını”
bekleyen eski Bolşeviklerle Lenin’in mücadelesi
biliniyor. Ama “Nisan Tezleri” de doğrudan Sosyalist
Devrim değildir, sosyalist devrime geçiş sürecidir.
1903 programındaki asgari ve azami program ayrımı
neye dayanır ve asgari programın çerçevesi nedir?
Yukarıda ifade ettiğimiz üç temel hedefte (8 saatlik
iş günü, büyük toprak mülkiyetine el konulması
ve Çarlığın yıkıp Demokratik Cumhuriyetin kurulması)
somutlaşan asgari program, “kapitalizmin özgür
gelişimini” sağlar ve bunun üzerinden azami program
olan sosyalizme geçiş savunulur.
Keza, daha sonra 3. Enternasyonal ve Stalin’in
geliştirdiği, sömürge ülke devrimlerini tanımlayan
Milli Demokratik Devrim; 1903 programının izlerini
taşır, anti-emperyalist anti-feodal devrimle,
feodalizmin tasfiyesi ve kapitalizmin özgür gelişimi
üzerinden sınıf savaşımının önünün açılmasını
ifade eder. Bu devrimin iki stratejik şiarı vardır,
“toprak işleyenin” (ki, bunu toprak devrimi olarak
da tanımlamak gerekir) ve “bağımsızlık”; bu asgari
programdır, kapitalizmin sınırları zorlar ve Sosyalist
Devrime hazırlığı ifade eder. Azami program ise
Sosyalist Devrim programıdır. 1 ve 2. (Çin, Vietnam
devrimleri başta olmak üzere) bunalım dönemleri
ve Küba devrimi somutunda 3. bunalım döneminin
ilk aşamasında sömürge ve yarı-sömürge ülke devrimleri,
her ülke devrimlerin özgün yanları bir yana bu
stratejik hedeflerle bağlı gelişmişlerdir. Bu,
kesintisiz ama aşamalı devrimdir.
Ama yukarıda da ifade ettik, Komünist Enternasyonal’de
başka bir eğilim de vardır. Bu eğilim, kapitalizmin
gelişmesine bağlı olarak, asgari ve azami program
ayrımın geçersizliği üzerinedir; Lenin’in de katıldığı,
3. Enternasyonal’in 3. Kongresinde, örneğin “Taktik
Üzerine Tezler” de sorun böyle konmuştur.
Bizim devrimimiz, yeni-sömürge bir ülkede kapitalizmin
gelişimine paralel olarak, başka yazılarımızda
sık sık ifade ettiğimiz gibi, emperyalizmin 1.
ve 2. bunalım dönemlerinde, hatta 3. bunalım döneminin
ilk aşamasında (ki, Küba devrimi biraz da bunu
yansıtır) olduğu gibi, Milli Demokratik Devrim
ya da Ulusal Demokratik Halk Devrimi süreci değildir,
kapitalizmi hedefleyen Demokratik Halk Devrimidir.
2. Paylaşım Savaşı sonrası, emperyalizmin daralan
pazar sorununu ve işgali gizlemek için sömürgeciliği
tasfiye etmesi, iç pazarın yeni-sömürgelerde emperyalizmin
ihtiyacına bağlı olarak gelişmesi, özellikle 3.
bunalım döneminin 2. yarısında, yani 1960 sonrasında
kapitalizmi egemen üretim ilişkisi yapmıştır.
Bu gelişim, aynı zamanda yeni tarihsel dönemin
(ya da 4.bunalım döneminin) ilk filizlerini verdiği
1970 sonrasında tümden egemen olmuş, yeni-sömürge
ülkelerde neo liberal politikalarla kapitalizm
ve sonuçları tüm topluma sinmiştir. Artık yeni-sömürge
ülkelerde toplumsal süreç, eski feodal ve yarı-feodal
değil, kapitalizmin her alanda egemen olduğu,
kendi sınırlarını tükettiği bir dönem söz konusudur.
Tam bu noktada, eski sömürge ve yarı-sömürge ülke
devrimlerinde olduğu gibi, “kapitalizmim özgür
gelişimi” gibi bir amaç devrimin programında yoktur.
Emperyalizm içsel olgudur ve devrimimiz emperyalizmin
tüm egemenlik biçimleri yönelir; anti-emperyalizm
anti-kapitalizmden ayrılamaz, anti-emperyalizm
sınıfsal mücadele ekseninde yürür. Kapitalizm,
emperyalizmin çıkarları doğrultusunda yukarıdan
aşağı gelişmiş, buna bağlı olarak feodalizm evrimci
tarzda adım adım çözülmüş, kırsal alan dahil bu
çözülmeye bağlı sınıfsal ayrışma yaşamıştır. Bundan
dolayı devrim anti-feodal değil, anti-kapitalisttir.
Yeni-sömürgelerde iktidarı elinde tutan, emperyalizmle
baştan bütünleşmiş tekelci burjuvazi ve büyük
tarım kapitalistleridir; yani bir azınlık iktidarı
olan oligarşidir. Devrim, eskiden olduğu gibi
feodal iktidar biçimlerini değil, kapitalizme
özgü faşist iktidarı yıkacak, burjuvazinin sınıf
egemenliğine son verecektir. Bu yanıyla da demokratik
ve sosyalist görevleri vardır.Devrimimiz oligarşiyi
yıkacak ve bunun yerine proletaryanın hegemonyasında
devrimci halk iktidarını kuracaktır. Bu Devrimci
Halk İktidarı, proletaryanın önderliğinde burjuvazinin
sınıf egemenliğine son vereceğinden, proletarya
diktatörlüğünün özgün biçimi olacaktır.
Devrim, yeni-sömürge düzene, onun omurgasına yönelecektir;
bu anlamda kapitalizme yöneleceğinden, eski asgari
ve azami program ayrımına gerek yoktur. Devrimimiz,
her iki programın iç içe olduğu, aynı süreçte
iç içe geçen iki halka gibi gibidir, kesintisiz
devrimdir. Bu devrimde, demokratik tüm sorunlar
sosyalizm perspektifi ile çözülür. Demokratik
Halk Devrimi; sosyalist ve demokratik görevleri
birlikte ele alır ve hızla, iktidarı aldığımızın
ertesi günü, Sosyalist Devrime yönelir.
Kesintisiz devrim budur. Bu yüzden, bizim programımızda
asgari-azami ayrımı anlamsızdır, her ikisini de
kapsayan bir geçiş programıdır.
Sonuç ve Toparlama
Ciddi bir görevle karşı karşıyayız. Kolektif akıl
ve emekle parti programı için ciddi bir adım atıyoruz.
İdeolojik-teorik alanda iki temel belgeyi kolektif
akıl ve emekle görev olarak önümüze koyduğumuzu
ve bunu açıklayalı çok oldu; bunlar program ve
manifestodur.
Her iki politik belge, kapsam ve yapı olarak bir
birinden farklıdır. Ortak yanları çoktur; ama
iki ayrı formatı ifade ederler. Programın en temel
nitelikleri üzerine yukarıda açıklamalar yaptık.
Manifesto, bu programın ve bu stratejik hedefe
ulaşmada izlenecek yolun gerekçelerini daha kapsamlı
ele alan politik belgedir. Programda bir tespit
yaparsın ve bunun gerekçelerini, iktisadi verilerini,
vb. açıklayamazsın; ama manifestoda bunları yapabilirsin.
Ciddi bir sorunu, genel olarak 21. yüzyılda yeni-sömürge
ülke devrimlerine, özel olarak da ülke devrimimize
yol gösterecek bir programı kolektif olarak tartışırken,
bu konuda sadece bir bilinç oluşturmuyoruz, bunun
üzerinden parti ve ideolojik birliğimizi yeniden,”öznel
isteklere”, “beklentilere” vb. göre değil, iktidar
perspektifi ve içinden geçtiğimiz sürecin ve içinde
yaşadığımız toplumun tarihsel eğilimine göre yeniden
kurguluyoruz. Program zaten biraz da budur, biz
bunu yapıyoruz.
Türkiye devriminin programını tartışıyoruz. Burada,
güçlü siyasal ve teorik birikim üzerinden ideolojik
birliğimizi yeniden, daha üst noktada üretme vardır.
Programımız, “beklentilere”, “uygulanabilirliğe”
göre oluşmuyor, somut koşulların Marksist bir
analizine dayanarak, iktidara talip olmayı ifade
ediyor. Biz, “yıllar sonra bizi nasıl bir sorun
bekliyor” diyerek programımızı eğip bükmeyi değil,
pragmatist bir yaklaşımla “bu koşularda bu olamaz”
hiç değil, her hangi bir sürecin “güçler dengesini
gözeten” değil, tarihsel eğilimi bilimsel ele
alarak iddialı bir belge üretiyoruz. Bu politik-ideolojik
belge partiyi, sınıfı ve halkı eğitecektir. Bu
anlamda programımız, olasılıkları, bir anı değil,
stratejik hedefleri formüle etmektedir.
Biz bu programı, bugünkü birikimimiz üzerinden
üretiyoruz. Bunu çok net ifade ediyoruz. Tabii
ki bizim asıl kaynağımız Marksizm Leninizmdir,
biz bu okulun öğrencileriyiz. İddialı bir iş yapıyoruz,
ama bu örneğin bizim 150 yıllık Marksist Leninist
birikimi her açıdan özümlediğimiz anlamına gelmiyor.
Sosyalizm deneyi ciddi derslerle doludur ve sosyalizm
anlayışımıza bu deneylerin eleştirel ele alınması
yön vermektedir. Ama bu deneyleri her açıdan inceleyip
özümsediğimiz söylenemez. Yine de bu birikimimizin
önemli olduğu açıktır. Marksizm, teorinin “tamamlandığını”
reddeder, çelişki gelişmenin dinamiğidir. Yani
biz, devrimci yenilenme ile her gün daha ileriye
giderken, bu birikimimizi de ileriye taşıyacağız
ve belki de ileride, örneğin, bu programın bazı
bölümlerinin eskidiğini ileri süreceğiz. Demek
ki, biz ciddi ve iddialı bir program üretirken,
bunu her şeyin başı ve sonu olarak ilan etmeyeceğiz.
Tam tersine bunu geliştireceğiz, her gelişmede,
ihtiyaç halinde programımızda da revizyona gideceğiz.
Bu açıdan ciddi; ama değişmez ve mükemmel, idealize
edilmiş bir iş yapmıyoruz...Marks, tam da program
tartışmalarında; “İleriye doğru atılan her adım,
her gerçek ilerleme, bir düzine programdan daha
önemlidir.” (Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi,
sf: 20) der.Soyut bir program tartışması değil,
bizi devrime hazırlayacak, partiyi ve kitleleri
eğitecek bir program tartışması içindeyiz. Bize
gerekli olan bu tartışmanın bir ilerlemeye hizmet
etmesi ve diğer sorunlarımızla bütünsel bir adımın
atılmasıdır. Yani bizi ilerletecek bir iş yapmalıyız
ve bunu yaparken pratik süreçten kesinlikle kopmamalıyız.
Biz, özellikle politik ve örgütsel alanlarda daha
ciddi adımlar atarsak, bu tartışma ve programımız
hak ettiği değeri bulur.
Bunu başaracak irade ve birikime sahibiz…
|