Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

53. Sayı - Temmuz 2007

Program Nedir ve Önemi
Program, Marksist-Leninist bir parti için olmazsa olmaz politik bir belgedir ve ideolojik birliğin damıtılmış bir özetidir. Bu açıdan eğer bir Marksist-Leninist partiden, devrime önderlik eden proletaryanın öncüsü bir örgütten bahsedeceksek, program hayati önemdedir. Marksist-Leninist bir partiyi başka partilerden ayırt eden en temel unsurlardan biri onun devrim programıdır, programının içeriğidir.
Programlar, doğası gereği kısa, öz tanımlamaları içerir ve uzun açıklamaları, her tanımlamanın veya stratejik hedefin gerekçelerini açıklamak gibi değerlendirmeleri içermezler. Sadece bu yanıyla bile programlar, özel bir içeriğe ve teknik bir yapıya sahiptir.
Program Marksist-Leninist bir parti için en önemli politik belgedir, ama tek başına program her şey değildir. Hatta tek başına bu politik belgeden, programdan hareketle, bir partiyi anlamak da mümkün değildir. Çünkü her programın siyasal ve teorik bir arka planı olması lazımdır ve özünde program bu teorik ve siyasal arka planın, bu programatik görüşlerin toplamının özlü bir özetidir.
Marksist-Leninist parti için program, ideolojik birliği ve bu anlamda irade birliğini ifade ederken; parti tüzüğü, bu ideolojik birlik etrafında mücadele eden kadroların, parti üyelerinin iç hukukunu ifade eder, parti işleyişini kurallara bağlar, irade birliğini eylem birliğine dönüştürür... Bu açıdan bir Marksist-Leninist parti için tüzük ve program en temel politik belgelerdir ve parti bunlar üzerinden yükselir.
Tüzükler daha sık ve ihtiyaca göre değişir. Programlar ise, bir tarihsel sürecin çok yönlü değerlendirmeleri üzerinden formüle edildiklerinden dolayı, nispeten, tüzüğe göre daha uzun ömürlü olurlar. Ancak yaşanan tarihsel süreçler, bu sürece paralel sınıf ilişki ve çelişkilerinde yaşanan değişimler, buna uygun olarak üst yapı kurumlarının almış olduğu biçim, devrimin hedefi ve ittifakları vb, zorunlu olarak programda değişimlerine yol açar. Bu açıdan Marksist-Leninist bir parti için, “ebedi” ve “kalıcı”, “her dönem geçerli” bir program ve tüzükten bahsedilemez. Tarihsel koşullar ve sınıf ilişkileri değiştiği ölçüde bir programın -bu program ne kadar devrimci olursa olsun- eskiyen, sürecin gerisine düşen yanları olur; örgütsel süreç içinde, sosyalizmi parti işleyişinde somutlaştırmaya çalışan ve buna uygun bir parti yaşamını kurallara bağlayan tüzük de ihtiyaca göre yeni biçimler almak zorunda kalır. Bundan dolayı program ve tüzükler değişim yaşarlar ve sürece ve ihtiyaca göre yenilenmek zorundadırlar.

Program, Parti ve Sınıf
Her program bir sınıfı ya da bu sınıflar arasında kalan ara katmanları temsil eder ve nihayetinde o sınıfın ya da ara katmanların çıkarlarını ifade eder. Biz herhangi bir programdan değil de, bir sınıf programından, işçi sınıfının programından bahsediyorsak, bizim programımız; hem ideolojik kimliğimiz olan Marksizm-Leninizmi, hem de işçi sınıfının siyasal-toplumsal kolektif çıkarlarını ifade etmek zorundadır. Zaten, Marksizm-Leninizm, işçi sınıfının ideolojik kimliğidir, dünya görüşüdür ve bu kimliği taşıyan komünistler için, işçi sınıfının çıkarları dışında özel bir çıkar söz konusu olamaz.
O halde programımız, her şeyden önce, işçi sınıfının çıkarlarınI temsil etmeli, devrimin önündeki tüm sorunları işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda, işçi sınıfının bakış açısı ile ele almalıdır. Marksizm-Leninizm ve işçi sınıfının çıkarları, devrimimizin önündeki tüm stratejik ve güncel sorunları çözmede temel çıkış noktamızdır ve programımız bu anlamda, işçi sınıfının çıkarlarını en ileri noktada ifade etmek zorundadır.
İşçi sınıfının temel hedefi, kendi sınıf iktidarını kurmaktır. Her devrimin temel sorunu iktidar sorunudur ve işçi sınıfının tek başına iktidarı sosyalizmdir. Devrimimizin önündeki tüm sorunları bu temelde ele almak, demokratik görevleri bu sosyalist göreve bağlamak zorunludur. Elbette programımız, içinden geçtiğimiz tarihsel sürecin tüm demokratik ve sosyalist görevlerini içermek zorundadır. Çünkü işçi sınıfının programı; soyut manzumeler ve talepler toplamı değil, en keskin “komünistlik” iddialarının tekrarlandığı politik belge hiç değil; genel ve evrensellik içinde, yaşanılan tarihsel sürecin, bu tarihsel anın sorunlarının işçi sınıfının çıkarları temelinde, bu sınıfsal bakış açısı ile çözümü ifade eden, sınıfı ve tüm halkı bu temelde eğiten politik belgedir.
Engels, program için; “Dost ve düşmanın önünde göndere çekilmiş bir bayrak” tanımı yaparken, hem bir Marksist partinin ve devrimden çıkarı olan sınıfların bu bayrak altında savaşacağı, hem de devrimci eleştiri temelinde, öncelikle işçi sınıfının çıkarlarını, hedeflerini, perspektif ve çözüm platformunu ele almaktadır.
Evet biz Marksist-Leninistiz ve bizim programımız, işçi sınıfının çıkarların temsil eder ve tüm sorunları bu temelde ele alır, tüm devrimci çözümü bu temelde formüle eder. Çünkü biz, “tüm halkın”, “ulusun” vb değil, Marksist-Leninist ideolojik kimliğimizle işçi sınıfının partisiyiz ve programımız öncelikle bu kimliğimizi ve işçi sınıfının çıkarlarını temsil eder.

Programımızın Tarihsel ve Siyasal Birikimi
Hiç bir politik belge, hele bu Marksist-Leninist bir partinin programı ise, üzerinde yükseldiği, tarihsel süreçten geride bıraktığı toplumsal ve siyasal birikimden kopuk değildir. Programlar, her hangi bir politik metin değildirler; her açıdan her hangi bir politik metinden veya yazıdan/belgeden çok farklı olarak, devrimin tüm sorunlarını kısa ve öz, gerekçeler bulmadan, anlaşılır ve her bir cümlesi ya da paragrafı ile güçlü propaganda unsurlarını içinde barındıran, kapsamlı politik belgedir. Doğal olarak programlar, her şeyden önce güçlü bir siyasal-ideolojik-teorik arka plana sahip olmalıdır. Eğer bu siyasal-ideolojik-teorik arka plan olmazsa, bu temelde siyasal-ideolojik-teorik birikim olmazsa, ortada güçlü bir program da olamaz.
Bizim programımızın böylesi güçlü siyasal-ideolojik-teorik arka planı vardır.
Bu tarihsel siyasal- ideolojik-teorik birikim nedir?
Her şeyden önce bu birikim, ideolojik kimliğimizi de yansıtan Marksizm-Leninizmdir ve özel olarak Marksist-Leninist klasiklerde program sorunları ve bu temelde üretilen politik belgelerdir.
Bilimsel sosyalizm, kendinden önceki ütopik sosyalizm, idealizm ve burjuva ekonomisinin devrimci eleştirisi üzerinde kurulmuştur. Komünist Manifesto, bu eleştiriler üzerinden dünya devrim perspektifi ile, bu süreçte örgütsel yapıya kavuşan Komünistler Birliği’nin mücadele bildirgesidir. Bu aynı zamanda, üç kaynaktan (sosyalizm, ekonomi politik ve tarihsel ve diyalektik materyalizm) beslenen bilimsel sosyalizmin kendi sistemini kurmasıdır. Marks ve Engels, bu temelde en önemli yapıtlarını üretmişlerdir.
Lenin, emperyalist dönemde, hem Marksizmin özüne sadık kalmış, hem de bu dönemin en temel olgularına dayanarak Marksizmi geliştirmiştir. Ve haklı olarak emperyalist çağın Marksizmi olarak tanımlanmış; emperyalist çağda Marksizm, Marksizm-Leninizm olarak tanımlanmıştır. Yani, Lenin, yaşamı, mücadelesi ve eserleri ile Marksizm okulunda Marks ve Engels’in yanında haklı ve onurlu yerini almıştır.
Stalin bu okulda, daha çok Lenin’i siyasal-teorik-ideolojik düzeyde tekrarlayan bir öğrencidir; Marksizm-Leninizme bu alanda ciddi bir katkısı yoktur; örneğin, özünde doğru olan “tek ülkede sosyalizm” anlayışını “katkı” adına “tek ülkede komünizm”e kadar götürerek en temel yanlışlara da düşmüştür. Program sorununda Lenin’in “İki Taktik”ini aşamamış; bunu sömürge devrimler için 1930’larda MDD olarak formüle etmiş, aşamalı devrimi savunmuştur.
Troçki, Rosa, Mao, Ho Şi Minh, Che ve diğerleri bu Marksist okulun içinde olan ama her biri ayrıca ve kapsamlı değerlendirilmesi gerekli akımların temsilcileridir.
Bu Marksist birikim içinde, Marks, Engels, Lenin, Che, Devrimci Marksizm/Sosyalizmi güçlü temsil eden kişiliklerdir. Troçki, Rosa, hatta Mao, Marksizm içinde ama Devrimci Marksizm/Sosyalizmle şu veya bu oranda sorunlu bir yerde dururlar.
Biz devrimci Marksist/sosyalistiz. Ve programımız öncelikle bu siyasal-teorik-ideolojik birikime dayanır.
Program konusunda özel bir belirleme yapmak gerekirse, Komünist Manifesto’nun ilk ve en kapsamlı politik belge olduğunu ifade etmek gerekir. Komünist Manifesto, kapitalizmin devrimci eleştirisi üzerinden işçi sınıfının rolünü, hedeflerini ele alan, devrimci durum koşullarında yazılmış politik belgedir. Komünist Manifesto, kapitalizme karşı bir savaş bildirgesidir. Yapısı iyi incelenirse, hem devrimin hedeflerini ele alan, temel talepleri formüle eden, hem de bunun gerekçelerini özlü olarak ifade eden bir yapıya sahiptir. Bu anlamda Komünist Manifesto, adı üzerinde hem manifestodur, hem de programdır.
1848 devrimleri yenilgi ile sonuçlanıp kapitalizmin önünü açtığında, devrimci durum gerileyince Marks ve Engels’in örgütsel görevleri bir yana bırakmasalar da, daha çok teorik alanda yoğunlaştıkları biliniyor. Böyle bir dönemde, yeniden canlanan işçi hareketi içinde ortaya çıkan akımların program tartışmalarında, en önemli çalışma olarak, Alman Sosyal Demokrat Partisinin Gotha ve Erfurt Programı eleştirileri vardır. Bu çalışmalar, Marksist bir program üzerine önemli fikirlerle doludur ve Marks ile Engels’in bu alanda ürettiği en temel çalışmalardır. Ayrıca 1. Enternasyonal’in tüzüğü bu konuda önemi bir belgedir.
Lenin, emperyalist çağda, proleter devrimler çağının kurucu devrimci Marksisti/Sosyalistidir. Bu anlamda program üzerine çok daha kapsamlı çalışmaların sahibidir. Emperyalist çağda Lenin, Marksizmi özüne sadık kalarak yeniden kurarken, en başta program üzerinde durmuştur. “Programımız” çalışması; “Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi” ve “Halkın Dostları Kimlerdir ve Sosyal Demokratlara Karşı Nasıl Savaşırlar” çalışmalarına dayanarak bu konuda, program konusunda adeta bir başlangıçtır. Bu başlangıç hem devrimin yakıcılığı hem de Marksizmin emperyalist çağda yeniden kurulması ile doğrudan ilgilidir.
Bunları 1903 program tartışmaları izlemiştir. Lenin’in “Kır Yoksulları” çalışması, programın kitleler tarafından daha iyi anlaşılması için yazılan ve programın açılımını içeren bir içeriğe sahiptir. Devrim ilerledikçe sorunlar üzerine kapsamlı tartışmalar ve hatta 1903 parti kongresi tarafında benimsenen programın revizyonu söz konusudur; 1907 tartışmaları budur.
Ama bu konuda, program sorunu ve onun arka planı konusunda, “İki Taktik” ve “Nisan Tezleri” özel bir yerde durur. “İki Taktik” 1905 Burjuva Demokratik Devrimi sürecinde aşamalı ama kesintisiz devrimi ele alan; “Nisan Tezleri” ise, emperyalist savaş döneminde olgunlaşan fikirlerle bunu bir devrim koşullarında aşan bir içeriğe sahiptir. Bunların yanı sıra 1919 tartışmaları ve sosyalizmin inşasını içeren “İkinci Program” bu konularda oldukça önemlidir.
Bunların yanı sıra, 3. Enternasyonal içinde başta sömürge devrimleri olmak üzere 1920-22 ve 1928’ler de yapılan tartışmalar; özellikle dünya devrimi için genel bir program modeli olan 1928 programı önemli bir yerde durur. Bu tartışmalarda iki eğilim var. Birincisi Lenin’in 1917 ve 1919 tartışmalarında uç veren, Komünist Enternasyonal’in 1920-22 tartışmalarında da gelişen aşamasız kesintisiz devrim anlayışı. İkincisi ise, Lenin döneminde Avrupa devrimi beklentisinin sönmesi ve devrimlerin Doğu’ya kayması ile sömürge devrimlerinin ön plana çıkması ve bu temelde sorunlara karşı çubuğun aşamalı devrimden yana bükülmesidir. Doğal olarak sömürge devrimler ilk önce emperyalist egemenliğe son verecektir; ama bunun önderliği başta olmak üzere, sorunun “burjuva demokratik devrimden sosyalizme geçiş” olarak tanımlanması, geri ülkelerde proleter devrimleri üretici güçlerin gelişmesine bağlayan bir yaklaşım içinde olunması, bu temelde devrimi aynı sürecin iki halkası değil de, önce Burjuva Demokratik Devrim tamamlaması sonra bunun üzerinden sosyalist devrime hazırlanma biçiminde ele alınması; tüm bunların da 1928 programında olması söz konusudur. Komünist Enternasyonal’e Stalin’in sahsında bu eğilim egemen olmuştur.
Mao, program sorunlarına özgün yaklaşımını 1939-40 yıllarında geliştirmiş ve bunu Yeni Demokratik Devrim olarak tanımlamıştır. Sosyalizme Yeni Demokratik Devrim üzerinden, kapitalizm ve sosyalizm olmayan “üçüncü toplum”, bunun üzerinden burjuvazi ile ortak iktidar olan “üçüncü devlet” ve bunların yarattığı “üçüncü kültür” üzerinden geçilecektir. Bu anti-emperyalist, anti- feodal “ara toplum” sosyalizmin maddi ve kültürel alt yapısını yaratacak, burjuvazi ile sorunları bu ilişkiler çözecektir. Burada da aşamalı devrim, hatta çubuğu daha sağa bükme, Lenin’in “İki Taktik”te geliştirdiği tezleri Menşevik biçimde yorumlama vardır.
Troçki ve Rosa; Leninist kesintisiz devrimi değil, doğrudan sosyalist devrimi savunan, bu arada emperyalist çağda demokrasinin tüm sorunlarına ve siyasal gericiliğe yeni bir temel oluşturan emperyalizmden hareketle güncel karakter gösteren demokrasinin tüm sorunlarının (ulusların kendi kaderini tayin hakkı başta olmak üzere, siyasal özgürlük sorunu, kadın-erkek eşitliği, savaş ve militarizm sorunu, laiklik vb sorunlar) üzerinden atlayan bir stratejinin savunucularıdırlar.
Yani bizim programımız, genel olarak Marksizm-Leninizmin tüm birikimine dayanırken, özel olarak konumuzla ilgisi açısından yukarıda işaret ettiğimiz kaynaklardan, bunların eleştirel bir yaklaşımla ele alınmasından beslenir.
İkinci olarak kaynağımız, Türkiye Devrimci Hareketinin tarihsel birikimidir.
Türkiye Devrimci Hareketi, yaklaşık 85 yıllık tarihsel-siyasal birikime sahiptir. Bu tarihsel birikimin ilk ve temel durağı, hem Marksist politik irade olarak parti formunda somutlanması, hem de ilk program olarak kendini Türkiye işçi ve emekçi sınıflarına ilan etmesi açısından TKP’dir. Bu TKP tarihsel olarak kaba bir değerlendirme ile 1965-70 lere kadar devam etmiş; ancak bu süreç boyunca ilk kuruluş çerçevesinden büyük ölçüde kaymıştır. Elbette TKP’de somutlaşan bu tarihsel ve siyasal birikim bir çok çalışmamızda ifade ettiğimiz gibi eleştirel olarak ele alınmalıdır. Örneğin, Komünist Enternasyonal’in desteğini de alarak ilk Marksist-Leninist partinin, komünist iradenin somutlanması, bu sürecin bir parti programı etrafında ve birlik biçiminde somutlanması, oldukça önemlidir ve birçok dersi içerir. Ama bu tarihsel ve siyasal süreçte, aynı zamanda, Kemalizm’e soldan destek sunma, burjuvazi ile uzlaşma siyaseti, bu temelde bir dizi politik hata vardır. Giderek “taktik” adı altında stratejik konum kazanan politikaların uluslar arası sosyalist hareketteki yozlaşmaya bağlı olarak yarattığı kişiliksiz ilişki ve tarzın yanı sıra bir akım olarak revizyonizmin kendisi vardır.
Diğer yanlar bir yana, hem 1920’deki ilk TKP programı, hem de 1926 programı oldukça önemlidir ve mutlaka incelenmesi gereklidir. Aslında kimi eleştirel yanları bir yana, sonraki kimi programlarla karşılaştırılırsa oldukça da ileridir.
TİP, Türkiye Devrimci Hareketi tarihinin bir parçasıdır ve ilk programı olan 1964 programı hem süreci anlamak açısından, hem de içeriği, yapısı, yöntemi vb. açısından bir yerde durur. Aşamalı, kalkınmacı, ulusalcı bu program, “sosyalizm” adı altında tipik demokratik bir programdır ve sosyalizmle ilgisi yoktur ya da bu ilgi duygusal düzeydedir, ütopiktir. 1978 TİP programı, sosyalizm vurguları açısından daha güçlüdür. Ama her iki program da yapısı ve yöntemi açısından bir bildirge (yada manifesto)den öte değildir. Ve en önemlisi de devrimci değil, burjuva parlamenter mücadele içinde, demokratik taleplerle kendini sınırlayan bir niteliktedir.
1971 silahlı devrimi Türkiye Devrimci Hareketinde yeni bir dönemdir ve bugünkü tarihsel ve siyasal birikime asıl bu süreç damgasını vurmuştur. Bu süreçte, yani 1971 sonrasında, özellikle de 1975 sonrasından günümüze kadar, asıl olarak 1928 programının revizyonuna dayanan bir çok program, “parti” iddiasına sahip birçok yapı tarafından açıklanmıştır. Reformistler bir yana devrimci partiler, genel olarak demokrasi ve bağımsızlığı ön plana çıkaran, aşamalı devrimi içeren, bunu da çoğu kez aşılmış süreçlerin sorunları ile (örneğin toprak devrimi ve köylü sorunu gibi) ele alan bir içeriğe sahiptirler.
Hiç şüphesiz bu süreçte, bu programların içeriğinden bağımsız olarak, yaşanan tarihsel ve toplumsal-siyasal sürecin temel özelliklerinden kaynaklanan sorunlar nedeniyle bunca program bolluğuna rağmen Türkiye Devrimci Hareketi’nde hep program sorunu olmuştur. Yani “parti” iddiasına sahip her örgüt, kendine 1928 Komünist Enternasyonal programının bir versiyonunu yazmış, bunu işçi ve emekçilere ilan etmiş ama tüm bunlar Türkiye devrimi için program sorununu çözememiştir. Burada sadece “parti” sorununu bir yazılı program ve tüzük derecesini indirgemek gibi sığ yaklaşımlar olduğu gibi, asıl olarak da az önce ifade ettiğimiz gibi, yaşanan toplumsal ve siyasal mücadelenin ve sorunlarının rolü vardır.
Burada ileriye yönelik bir belirleme yaparsak, program tartışmaları ve boşluğu, bizim programımızın iç tartışma ve bunun devamında somut biçim almasından sonra da, muhtemelen devam edecektir. Bu boşluğun, ancak başta politik alan olmak üzere, kapsamlı bir mücadele ile, programın geniş emekçi sınıflar tarafından benimsenmesi ile aşılacağı söylenebilir.
Üçüncü olarak, kendi öz tarihimiz ve birikimimiz vardır.
Hemen ilk başta temel bir belirleme yapmak lazım; program sorunu ve parti bilincinin bir parçası olarak program bilinci, Türkiye Devrimci Hareketi’nin bir parçası olarak bizde oldukça sorunlu ve zayıftır.
Bugün partimiz saflarına şöyle kabaca baktığımız zaman, zaman zaman program üzerine bazı çalışmalar yapmış olsak da bu sorunun önemin kavranmadığını çıplak görürüz. Kendini Marksist-Leninist olarak tanımlayan parti ve örgütlerin tüzüklerinde, bu arada parti tarihimize mal olmuş tüm tüzüklerde (1976 ve sonradan düzeltilmiş haliyle ilk tüzük ve 1987 tüzüğü), en son biçimiyle 2006 başlarında yayınlanan ve yeniden inşa sürecimize yön veren “geçici tüzük”te; parti üyeliğinin ilk koşulu olarak ifade edilen, “parti programını kabul eden...” tanımlaması olmasına rağmen, bu sorun oldukça önemsiz gibi, “küçük bir ayrıntı” gibi görülür. Bu gözlem bile bize önemli bir resim sunar, üzerinde çok düşünülmesi ve mutlaka aşılması gerekli bir zayıflık olarak karşımızda durur.
Bu tablo ve zayıflığın bazı temel kaynaklarına işaret etmeden önce, bu iç tartışmanın öncelikle bu açıdan bir bilinç sıçramasına hizmet etmesinin gerektiği, tüm yoldaşların ideolojik gelişiminde bu açıdan bir ilerlemenin, parti bilinci ile iç içe yaşanmasının önemi çok nettir.
Bu notu düşerek devam edersek, bu parti bilincinin bir parçası olarak program bilincinin zayıflığının bazı temel ve önemli kaynakları vardır. Bunları özetle ifade etmekte yarar var.
a) Sorunun genel yanı vardır. Uluslararası sosyalist harekette, özellikle Lenin ve 3. Enternasyonal’in ilk yıllarında program sorunu, devrim sorunu ile sıkı bir bağ içindedir ve oldukça önemli bir yer tutar. Bu sorunun en önemli aşaması, tüm ülkelere bir model oluşturması amacını da güden 1928 programıdır. Devrim dalgası geriye çekilince bu sorun, yani devrim için program sorunu giderek önemini yitirmiştir. Hatta giderek güncelleşen diğer sorunlar, örneğin uluslar arası sosyalist harekette yaşanan 1960’larda baş gösteren çelişkiler ve ayrışma; SBKP-ÇKP çatışması, bu temelde güncel ve politik sorunlar ve tepkiler ön plana çıkarak, program sorununun üstünü örtmüştür. Elbette bu sorunlar içinde de programsal noktalar vardır, ama devrim sorunu “barışçıl”, “kapitalist olmayan yoldan” ya da üçe ayrılan dünyada “üçüncü dünya”nın “ikinci dünya” ile ittifak kurarak “birinci dünyaya” ve hatta “gelişen ve güçlenen en tehlikeli güç” olarak “Sovyet sosyal emperyalizmine” karşı top yekun mücadele ile ele alındığından bir tarafa atılmış durumdadır. Program adı altında ileri sürülenler de ya revizyonizmin elinde “barış ve demokrasi” programlarıdır ya da kalkınmacı, üçüncü dünyacı, sınıf mücadelesini bir yana atan programlardır.
b) Küba devrimi, uluslararası sosyalist harekette yeni bir soluktur.
Sosyalizm tek ülkede zafer kazansa da, bu zafer dünya devrimine dönüşemeyince, teorik-siyasal düzeyde kendini tekrarlayan, hatta bazı taktiksel yaklaşımların giderek stratejik konum kazanması, sosyalizm ve uluslar arası sosyalist harekette tıkanma belirtileri baş gösterdi. 1930’larda başlayan bu tıkanma eğilimi “tek ülkede komünizm” gibi uçlara savruldu, dünya devrimi için kurulan Komintern emperyalistlerle pazarlıklar sonucu dağıtıldı. Bu eğilim giderek içte bürokrasi ile bütünleşerek sosyalizmi yozlaştırdı; dışta ise her şey emperyalistlerle yarışa bağlandı. Uluslar arası sosyalist harekette yaşanan 1963 polemikleri bir anlamda yeni arayışlara da işaret etmektedir; ama bu polemiklerde önce nispeten doğru yerde duran ÇKP, giderek SBKP tezlerini farklı isimlerle savunur oldu; bu temelde yaşanan SBKP-ÇKP çatışması ise sosyalist hareketi böldü.
Yani, emperyalizmin 3. bunalım döneminde emperyalizm kendini sosyalizm ve devrimci ulusal kurtuluş savaşlarına karşı yeniden örgütleyip çok yönlü mücadeleyi gündemleştirirken, sosyalist hareket ciddi tıkanma eğilimi içinde olup bunalım dinamikleri üretmektedir. Bu süreç boyunca SBKP ve ÇKP’de ifadesini bulan anlayış hiçbir ülkede devrim yapamamıştır, dahası devrim yapma iddiasından bile uzaktır. Marksizm adına revizyonizm, bürokratik bir sosyalizm, devrimci enternasyonalin tümden bir yana atılıp diploması düzeyine indirgenmesi, üstüne üstlük SBKP-ÇKP arasındaki çatışmaların emperyalizme destek sunmaya kadar uzanması söz konusudur.
Küba devrimi, tüm bunlara karşı yeni ve devrimci bir soluktur, uluslar arası sosyalist harekette devrimci yenilenme ihtiyacını tetikleyen yeni bir yönelimdir. Bu proleter yönelimde devrim her şeyin merkezidir; bunda gerilla savaşı ve silahlı mücadele oldukça ön plandadır. Küba devrimi bir kıvılcım olmuş, devrimci yenilenme arayışlarını hızlandırmıştır. Latin Amerika ülkelerinde, özellikle KP’ler içinde yeni çizgilerin ortaya çıkması, bu temelde ayrışmalar yaşanması bu yönelimin güçlenmesine yol açmıştır. “Devrim için savaşmayana sosyalist denmez” sadece bir şiar değil, bu ayrışmanın Venezüella somutunda biçim alması, Fidel Castro’nun bu ayrışmada yüksek sesle revizyonizmi eleştirmesidir..
Ancak bu yönelim, sadece Latin Amerika ile Venezüella, Brezilya, Şili, Bolivya, El Salvador, Nikaragua, Uruguay vb. ile sınırlı değildir. Afrika, Asya, Ortadoğu, hatta biraz da yeni sol söylemle karışık düzeni “sol”dan eleştiriye tabi tutan Avrupa’da ortaya çıkan silahlı mücadeleye kadar uzanır.
Bu yeni yönelimin tümünü kesen bir Leninist doğru yoktur; tüm bunlar geleneksel ve pasifist soldan kopuşu, devrimci bir arayışı içerir. Sorunun özü devrimdir. Küba devrimini “sol” yorumlayan (ki, bu yorumda, Küba devrimini kabaca karikatürize etme ve bu devrimin her adımını, izlediği rotayı, tüm yeni-sömürge ülkeler için evrenselleştirme söz konusudur. Bu akımın teorisyeni, Che ile Bolivya devrimine katılan, daha sonraları ise Fransa cumhurbaşkanı Mitterand’ın danışmanlığını yapan Regis Debray’dır. Debray’ın “Devrimde Devrim” eseri bu fokocu yorumun zirvesidir ve Marksizm-Leninizmden sapmayı ifade eder. Fokoculuğun en temel nitelikleri, devrim için partinin önemi bir yana atma ve birbirinden bağımsız gerilla ocaklarının/fokonun devrim sürecinde birleşmesi, partinin de bundan sonra, hatta devrimden sonra kurulması; silahlı mücadeleyi her şey yapma ve diğer politik, ideolojik, ekonomik mücadeleyi reddetme; kırlar temel alınırken, şehirlerin “burjuvalaştıracağı” gerekçesi ile inkâr edilmesidir. Bu akım, özellikle Latin Amerika’da bazı gerilla hareketlerini etkilemiş ama giderek yaşamın gerçeği karşında erimiştir.) fokoculuk da bu sürecin ürünüdür. Ve fokocu çizgi ile Leninist çizgi ilk başta biraz iç içedir ve giderek 1970’lerde bu çizgiler ayrışır.
Burada konumuz olan program sorunu açısından ele alırsak, bu yönelim, SBKP ve ÇKP’de ifadesini bulan anlayış ve stratejiye göre devrimcidir; fakat pratiği önde tutan, devrimi ve özellikle silahlı mücadeledeki her ilerlemeyi programdan daha öncelikle ele alan bir eğilim içindedir. Bu anlamıyla, bu yönelim devrimcidir ve devrimci yenilenme eğilimi taşımakla beraber, program sorununun önemini kavramaktan uzaktır. Keza, biraz da bundan ve program sorununda eski süreçlerin izlerini taşıdığından, örneğin Nikaragua devriminde olduğu gibi, “ulusal burjuvazi”ye yer verme, bu açıdan da halkçı ve sosyalizme mesafeli bir duruş içinde olma, giderek bunun üzerinden, başka faktörlerle birlikte devrimi tekrar burjuvaziye kaptırma yaşanmıştır. Sorun Nikaragua devrimi ile sınırlı değildir, Başta Latin Amerika olmak üzere birçok devrimlerde bunun izlerini görmek mümkündür. Latin Amerika’da birçok gerilla mücadelesi 1970 ve sonrasında “barış” arayışları ile etkisizleşmiş ve gerilemişse bunda program sorununda hâlâ eski halkçı anlayışların payı oldukça yüksektir.
c) Partimiz THKP-C, dünya ölçeğinde yaşanan bu atmosfer ve ülkede yükselen mücadelenin içinde, TİP, MDD süreçlerini yaşayarak, devrimci yenilenme eylemiyle ortaya çıktı. Doğal olarak, hem uluslararası sosyalist harekette, hem de ülkemizde yaşananlardan etkilendi, yeni proleter yönelimin ülkemizdeki adı oldu. Diğer ülkelerde yaşanan ayrışma ve arayışların birçoğunun Marksizm-Leninizme mesafeli durması hali partimiz için söz konusu değildir; tam tersine Marksizm-Leninizmde ısrar vardır. THKP-C, Küba devriminin “sol” yorumundan uzak durarak, hatta bu “sol” yorumun eleştirilerine de dayanarak, 1970 sonlarında parti olarak ortaya çıkmıştır.
Bu, ülkemizde 1920 TKP’sin den sonra ilk Devrimci Marksist/Sosyalist politik iradedir. THKP-C’nin Parti olarak ortaya çıkması, bunun programatik temelinin KESİNTİSİZ DEVRİM I-II-III olması oldukça önemlidir; bu bile tek başına güçlü bir parti anlayışını ve Marksist-Leninist iradeyi ifade eder. Ancak partimiz, KESİNTİSİZ DEVRİM I-II-III gibi programatik bir platforma sahip olsa da bir programa sahip değildir. Bunun en önemli nedeni, bu yönde bir bilinç eksikliğinden öte, içinde doğduğu ve erken başlatılmak zorunda kalınan silahlı mücadele ve yaklaşık 1,5 yıllık bu mücadele sonunda genç bir parti olarak KIZILDERE’ de fiziksel olarak tasfiye olmasıdır.
d) Kızıldere’de yaşanan fiziksel tasfiyenin ardından parti çizgisinin ve pratiğinin sürdürücüsü olarak oluşan devrimci sosyalist hareketimiz; Kesintisiz Devrim I-II-III’ü kendine programatik platform ve ideolojik temel olarak ele aldı ve P-C’nin devamı olarak ortaya çıktı. Örgütsel yapısını, bu süreçte diğer örgütlenmelerden farklı olarak, örneğin 1976 tüzüğü ile düzenlese de, 71 sürecinde parti açısından bir eksikliği işaret eden program sorununu gündemine almadı; bu temelde biraz da THKP-C savunucusu olarak politikleşmiş askeri savaşı sürdürdü.
Partileşme ve program sorununun önemi 12 Eylül yenilgisi sonrası daha çok kavranmaya başlandı ve 1987 olağanüstü 3. Konferansı ile yazılı bir programa kavuştu. Hem siyasal ve örgütsel yapının kesintili olması, hem genel boyutları olan yaşanan örgütsel krize doğru ve devrimci yanıt olunamaması, hem de bu süreçte örgütsel ve politik sorunların çok daha ön plana çıkması, genel tıkanma atmosferi içinde bu yönde güçlü bir bilince ulaşma da zaaflı kaldı.
Bizde, ortalama kadro açısından program sorunu “küçük bir ayrıntı”dır. Sol ve devrimci harekete tepki vardır ve küçümsenir. Program ile bir politik makale arasında çok büyük fark görülmez ve program bilinci bu temelde çok zayıftır.
Halbuki parti bilinci ile program bilinci sıkı ilişki içindedir ve bir parti için program vazgeçilemez, partiye yön veren, partiyi ve sınıfı eğiten temel politik belgedir. Parti, politik iradesini programda somutlar; bu anlamda program, yazılı olan bir belgeden öte, tüm partinin politik iradesinin somutlanıp cisimleşmesidir. Yani bir program, bir parti için yazılı bir politik belgeden çok daha ötedir.
Türkiye Devrimci Hareketi’nde bu sorunun bir kaba tekrara, sorunu karikatürize etmeye dönüştüğü bir gerçektir ve çok kez program ve tüzük yazılınca bunun parti olmak için yeterli olduğu düşünülür. Bu sorunu kavramamanın bir ifadesidir ve bu açıdan Türkiye Devrimci Hareketi özürlüdür. Bizde ise buna tepki vardır ve bu, program sorununun atlanmasına kadar uzanır. Parti eşittir yazılı bir program değildir ama bir parti için program hayati önemdedir. Biz, yaklaşık 35 yıllık öz tarihimizde bir programla değil, programatik platformla varlığımızı sürdürdük. Hatta hiç kendimizi küçümsemeden bu siyasal-toplumsal tarihin toplam siyasal-teorik-ideolojik birikiminin oldukça önemli ve bir program için çok güçlü arka planın olduğunu ifade etmekte yarar vardır. KESİNTİSİZ DEVRİM I-II-III ve bunu izleyen tüm temel politik belgeler, çok güçlü bir siyasal birikimdir, varlık koşulumuzdur. Biz bu siyasal-teorik-ideolojik birikimden güç alarak bir programa sahip olacağız. Bu birikim olmadan güçlü program da olamaz.
Zaten Türkiye Devrimci Hareketi’nde yaşanan kabalık ve partiyi en ilerisinden 1928 3. Enternasyonal’in programının bir revizyonuna dayandırma pratikleri asıl olarak güçlü bir arka planın olmamasından kaynaklıdır. Biz bu güçlü arka plana sahibiz ve devrimci yenilenme ile bunu geliştirme kararlılığındayız. O halde programımız bu birikime dayanmak zorundadır. Bizim için önemli olan, bunlar ile program arasında güçlü bağlar kurarak, zayıf olan program bilincimizi yükseltmektir.
Bu zayıf yanımıza işaret etikten sonra, program sorununda siyasal-teorik-ideolojik birikimimize gelebiliriz. Yukarıdaki sözlerimizden de anlaşılacağı üzerine, program sorununda siyasal birikimimiz asıl olarak, programatik siyasal tezlerimize, bu temelde temel çalışmalarımıza dayanır. Bunlar olmasa zaten program olmaz. Nedir bunlar? Aynı zamanda ilk programatik belgemiz olan KESİNTİSİZ DEVRİM I-II-III en temel belgedir. ŞAFAK YARGILANAMAZ, hem çağı ve dünyayı hem de ülkemizi ve devrimimizin en temel sorunlarını ele alan çalışmadır. SOSYALİZMİN SORUNLARI ve yakın zamanda yayınlanan ENTERNASYONALİZM çalışmalarımız, özellikle programımızın sosyalizm bölümünü açıklamakla kalmaz, aynı zamanda ona ruhunu veren çalışmalardır. 3. OÜK’ün ürettiği PROGRAM ayrıca önemlidir. Programımız, aynı zamanda içinden geçtiğimiz sürecin en temel özelliklerini ve sonuçlarını ele almak zorundadır. Bu temelde DEVRİMCİ YENİLENME YAZILARI olarak ifade ettiğimiz tüm çalışmalarımız programımızın arka planını oluşturur. MAHİR VE DEVRİM, tam da program sorununda, programımızın arka planı ve temel mantığını ele alan, bu amaçla yazılan, bu anlamda da diğer ismi “Program Sorununa Yaklaşımlar” olan bir çalışmadır.
Tüm bu çalışmalar programımıza beslemektedir ve programımızın çok güçlü siyasal-teorik-ideolojik arka planı oluştururlar. Yine de iki temel belgenin, program somutunda çok daha net vurgulanması gerekirse, bunlar KESİNTİSİZ DEVRİM I-II-III ve MAHİR VE DEVRİM’ dir.
Programımız; evrensel olarak Marksizm-Leninizm ve özel olarak onun program sorununa yaklaşımına, özetle yukarıda ifade ettiğimiz temel yapıtlara, özel olarak da öz siyasal-teorik-ideolojik birikimimize dayanır.

Programımızın Yöntemi ve Yapısı
Sorunu kavramak için son derece özet bir tanım olarak Lenin’den bir alıntı yapmakta yarar var:
“Biz, genel ve kabul gören bir programın bilimsel temeller üzerine inşa edilmesi gerektiği Marksist ilkesinden hareket etmekle yükümlüyüz. Program kitlelere komünist devrimin nasıl ortaya çıktığını, neden kaçınılmaz olduğunu, neyi çözeceğini açıklamalıdır. Programımız bütün programlar gibi, örneğin Erfurt programı gibi ajitasyon amaçları için bir özet olmalıdır...”(SEÇME ESERLER-8, sf:376)
Program sorununda Lenin ve Bolşevikler, ML klasiklerde özel bir yer tutar. Lenin ve Bolşeviklerin program çalışmalarında, yukarıda Lenin’in de ifade ettiği gibi, Erfurt programı örnek olmuştur. Hatta özellikle Erfurt programı, örnek bir program olarak, sadece 1903’te program çalışmalarında ve bu çalışmanın ilk adımları olan Lenin ve Plehanov’un taslaklarına kaynaklık etmekle sınırlı değildir; sosyalist devrim sonrasında da, örneğin 1919’da bu bir programın yapısı açısından model olmuştur. Bu örnek program, Erfurt programı; içeriğinden bağımsız olarak birçok açıdan önemlidir. Lenin ve Bolşeviklerin bu programı model olarak seçmeleri tesadüf değildir. Çünkü bu program, hem teorik bölümü, hem de talepler bölümüyle, en geniş kitlelerin anlaması ve onlar için birer ajitasyon özelliği göstermesiyle örnektir. Özellikle talepler bölümü, içerik olarak kapitalizmin sınırlarını aşmaz ve bu açıdan da 2. Enternasyonal partilerinin programına kaynaklık eder; buradan da kapitalizmin “yan ürünü” olarak sosyal demokrasinin üremesi tesadüf değildir. Ama bu içerikten bağımsız olarak bir programın yapısı üzerine en temel fikirleri verir. Yukarıdaki alıntıda Lenin’in bu programı örnek göstermesi de boşuna değildir ve bu açıdan doğrudur. Kaldı ki, ek olarak ifade edelim, Erfurt programı sadece Lenin ve Bolşeviklere değil, tüm Marksist Leninist program tartışmaları ve örneğin Komünist Enternasyonal’in 1928 dünya devrim programına da bu açıdan örnek olmuştur.
Yukarıdaki alıntıda program için temel bir bakış açısı vardır. Bu, Marksist bir parti ve programın için her şeyden önce “bilimsel temeller üzerinde inşa edilmesi” gerçeğidir.
Buradaki “bilimsellik” matematik, fizik vb. bilimlerdeki bilimsellik değil, toplumsal süreçlerin Marksist açıdan ele alınması ve devrimimize yön vermesidir. Biz bir devrimi örgütleyeceğiz ve bunu soyut, öznel istemlerimize göre değil, kapitalizmin bilimsel eleştirisi üzerinden, kapitalizmin yarattığı sınıf olan proletaryanın öncülüğünde yapacağız. Proletaryanın devrimimizde öncülüğü tamamen nesnellikten, onun bir sınıf olarak kapitalizm içindeki yerinden kaynaklanır. Proletarya kapitalizmin iki ana sınıfından biridir ve üretimdeki yeri, kolektif niteliklerinden dolayı, kapitalizmi yıkacak en devrimci sınıftır. Devrimler, bir sınıfın, yada toplumsal kesimlerin öznel isteği ile gerçekleşmez; bunun için nesnel koşulların, en başta da üretim güçleri ile kapitalist üretim biçimi arasındaki çelişkilerin antogonist karakter göstermesi gereklidir. Proletarya ancak bu koşullarda, ki bu koşullar emperyalist çağda ortaya çıkmıştır, siyasal ve toplumsal rolünü oynar, kapitalizmi yıkarak toplumu sosyalizme taşır. Bu konuda örnekleri çoğaltmak mümkündür ama anlaşılması gerekli olan, programımızın böylesi bir bilimsel temelinin olmasıdır.
İkinci olarak, programımız, yine Lenin’in sözleriyle “kesin olarak saptanmış gerçeklerden yola çıkmalıdır. Devrimin bütün dönüm noktalarında doğrulanan programımızın gücü burada yatar. Marksistler programlarını sadece bu temel üzerine kurmalıdırlar. Mutlak bir kesinlikle saptanmış olgulardan hareket etmek zorundayız..” (S.E-8, sf:332)
Devrim programı, bugünden, içinden geçilen tarihsel an üzerinden geleceği kurmaktır. Bu açıdan yaşanan somut toplumsal, ekonomik ve siyasal olgular programımız için hareket noktasıdır. Programlar her gün değişmez, evrensellik içinde, bir tarihsel sürecin somut olgularına dayanır. Bu yaşanan tarihsel süreçte, bu sürecin her dönemeci ve anında, ister atılım yılları olsun, ister devrimin gerileme yılları olsun, program, sınıfı ve partiyi eğitir, ona yol gösterir. Programın gücü de buradan kaynaklanır.
Somut tarihsel koşullar ve olgulara dayanan program, genel ve stratejik çözümler üretir. Bu anlamda program asla bir taktik politika metni ve alanı değildir ve her hangi bir taktik politikadan temelden, öz ve biçim olarak farklıdır. Zaten programın genel ve stratejik çözümler üretmesi, ama bunların, gerekçelerinden uzak, kısa ve öz çıkarımları içermesi tam da bundandır.
Böyle olduğu için, programda her fazla sözcük programı güçlendirmez, tam tersine zayıflatır. Hatırlanırsa, örneğin Lenin ve Plehanov’un 1903 program taslaklarında en çok bunlar tartışılmıştır. Aslıda hiç de uzun olmayan, nihayetinde 3-4 sayfa olan Plehanov’un program taslağını Lenin; “uzun” olduğu için eleştirir. Hiç kuşkusuz, bu kısalık ya da uzunluk göreceli bir durumdur. Bugün, sosyalizm deneyimlerinin yaşadığı ağır çöküş sürecinin ardından üreteceğimiz programların, sosyalizm deneyimlerinin olumlu ve olumsuz birikimleri üzerinden ve onları aşan bir tarzda üretileceği ve çok kısa madde başlıklarını aşan bir programın daha ötesine geçeceği açıktır…
Devrimci Program, yaşanan tarihsel sürecin ekonomik, toplumsal, siyasal olgularıni içerirken, elbette bu olguların tarihsel kökenini ve bu temeldeki birikimini göz önünde bulundurur. Yani devrimci program, tarihsel olan ile güncel olanın, ya da tarihsellik içinde evrensel olan ile dönemsel olanın bir sentezi olmak zorundadır. Bu olmazsa devrimci program, her dönem sınıfı ve partiyi eğiten, devrimin her döneminde ve anında sınıfa ve partiye yön veren gücünden uzak olur.
Yani, örneğin Marksist-Leninist bir programda mutlaka ve zorunlu olarak kapitalizmin eleştirisi gereklidir, ama ML program orada durmaz, bunu emperyalizme ve emperyalizmin hangi dönemine (1.2.3. yeni ya da 4. bunalım dönemine) ait olduğunu da bilimsellik içinde açıklar, eleştiri ve çözüm gücünü somutlar.
Bir programda, yaşanan toplumsal süreci örneğin, “feodalizm ve yarı-feodalizm” olarak tanımlamak, bu tanımlama, bir tarihsel süreci ve o tarihsel sürecin devrimini işaret ederken (ki bunlar 1.ve 2. bunalım döneminde sömürge ve yarı sömürge ülke devrimleri olan MDD ya da UDHD’dir) eğer, toplumsal sürecin “emperyalizme bağımlı kapitalizm” olduğunu ve bu temelde bir çok olguyu bu tarihsel sürecin (3. ve yeni dönem ya da 4.bunalım dönemi) yarattığını ifade ediyorsak bir başka süreç ve devrimden (DHD) bahsediyoruz
Üçüncü olarak programımız, somut koşulların analizine bağlı olarak “neyi çözeceği” yada “neleri çözeceği” somut, kısa ve öz olarak tanımlanmak zorundadır. Devrimiz hangi sorunları çözer? Bu tamamen yaşanan nesnel koşulların bilimsel analizine dayanır. Örneğin, sen kalkar “feodalizmi çözer” dersen başka bir devrim sürecinden bahsedersin, “faşizmi ve bu temelde kapitalizmi çözer” dersen bir başka devrim sürecinden bahsedersin.
Devrim yıkma ve yeniden kurma eylemidir; programımız, neleri yıkacağımızı ve bunun yerine neleri kuracağımızı ifade eder. Emperyalizmi kovmak ve Feodal beylerin düzenini ve iktidarını yıkmak Milli Demokratik Devrim gerektirir ve köylü sınıfların en temel demokratik talebi olan toprak sorunu çözmeyi içerir. Ama köylülük sınıfsal ayrışmaya uğramışsa, kapitalizm toplumsal sürece egemense, devrimimiz, kapitalizmin özgür gelişmesinin önünü açan MDD değil, kapitalizmi hedefleyen bir devrim olmak zorundadır.
Anti-emperyalist anti-oligarşik halk devriminde ise emperyalizmi bu ülkeden kovacağız ve emperyalizminde içsel olgu olduğu bu düzeni yıkacağız. Bu düzen, kapitalizmdir ve onun tepesinde, işbirlikçi karakter gösteren tekelci burjuvazi (sanayicisi, ticaretçisi ve bankacısı ile) ve bunlarla iç içe olan büyük toprak kapitalistleri, yani oligarşi vardır. Bu azınlık iktidarı, egemen sınıf bloğu, emperyalizmle birlikte, işçi ve emekçi sınıfların, tüm halkın üzerinde en vahşi sömürü ve baskı sistemini (faşizmi) kurmuş, bunu yaparken orta sınıfları önemli ölçüde kendisine yedeklemiştir.
O halde biz devrimle, bu çürümüş düzeni ve onun iktidarını yıkacağız, yerine işçi ve tüm emekçilerin, şehir ve kır küçük burjuvazisi dahil tüm halkın iktidarını kuracağız. Bu Demokratik Halk İktidarı, burjuvaziyi tamamen dıştalar ve onun üzerinde diktatörlük kurar; işçilerin ve tüm halkın iktidarıdır. Ve bu iktidar, proletaryanın hegemonyasında, devrimin hemen ertesinde adım adım sosyalizmi kuracağından, devrimler tarihinde de görüldüğü gibi, Proletarya Diktatörlüğünün özgün biçimi olacaktır.
Devrim programı, her devrimin en temel sorunu olan bu iktidar sorununu çözmekle sınırlı olamaz. Mevcut düzenin devrimci eleştirisi üzerinde, siyasal, ekonomik, toplumsal, kültürel her alanda, sağlıktan eğitime, sanattan spora kadar her alanda, devrimin neleri çözeceğini ve neler yapacağını da somut ele almak zorundadır.
Dördüncü olarak programımız, bilimsel ve anlaşılır bir dile sahip olmalıdır. Program, en geniş kitlelere yönelik bir açıklamadır ve her bir maddesi, her bir sözcüğü tam bir açıklık içerirken, en geniş kitlelere ulaşmada birer ajitasyon unsuru olmak zorundadır. Devrim programının, “bilimsellik” adı altında anlaşılmaz bir dili değil, bilimsel ve anlaşılır bir dili olmalıdır. Tabi burada “anlaşılırlık” adı altında dilin basitleştirilmesi söz konusu olamaz. Program, parti ve sınıfı eğiten bir politik belge ise, dili buna uygun olmak zorundadır.
Yöntem açısından bir Marksist-Leninist program bunlara dikkat etmelidir. Ve bunlar aynı zamanda programın yapısına bizi ulaştırır. Özetle ifade etmekte yarar vardır.
Marksist-Leninist programları iyi incelersek, karşımıza iki tip örnek çıkar. Birincisi, hem program, hem de manifesto niteliğinde olan, örneğin Komünist Manifesto’dur. İkincisi ise, Erfurt Programı örnek alınarak, manifesto tarzındda değil de daha çok talepleri de içeren program formatında olan programlar.
Hemen burada bir paragraf açmak gerekirse, biz hem bir program hem de manifesto yani bildirge yazacağız. Çünkü, dünya devriminin bir parçası olarak devrimimizin önünde ağır ve karmaşık sorunları vardır. Yaşadığımız tarihsel sürecin sorunları, elbette her sürecin özgül yanlarını bir yana atmadan ne Komünist Manifesto’nun yazıldığı 1847-48 sürecine, ne Lenin’in ilk programatik çalışmasını içeren “Programımız” çalışmasına ve 1900 başlarına, ne Komünist Enternasyonal’in 1928 programının üretildiği sürece, ne de daha yakın bir sürecin örneğin 1970, hatta 1980’lerin dünyasına ve sorunlarına benzemez. Kapitalizm ve sosyalizm cephelerinde bir tarihsellik içinde bir dizi gelişim ve olgu söz konusudur ve bunlar, oldukça karmaşık sorun ve olguları çözmek için önümüze koymaktadır. Tüm bunları düşününce örneğin Komünist Manifesto formatında bir çalışma ya da sadece bir program formatında çalışma ile kendimizi sınırlamamız zayıf kalmamıza yol açacaktır. O halde biz, bir birini tamamlayan iki temel politik belge üretmek zorundayız. Bunu da program ve manifesto olarak tanımladık. Bunu yapacağız. Bu dip notu düşerek devam edersek...
Erfurt programı örneğinden hareketle, Lenin’in ısrarla üzerinde durduğu gibi, programımızın iki temel bölümü ve buna dayanan bir yapısı olmalıdır.
Birinci temel bölüm, “teorik bölüm” olarak da ifade edilebilecek ve dünya devrimiyle bağları içeren, programın bilimsel ve evrenselliğine karakterini veren, en genel ilkesel sorunları ele alan bölümdür.
Programımız, proletaryanın sınıf programıdır; proletaryanın en temel sorunu, aynı zamanda her devrimin en temel sorunu olan iktidar ve bu sınıf iktidarının somutlandığı sosyalizmdir. Sosyalizm, komünizmin alt evresi ve kapitalizme karşı işçi sınıfını iktidarı altında toplumu sınıfsız topluma götüren bir geçiş sürecidir. O halde programımız, bu bölümde her sözcüğü ile kapitalizmin bilimsel eleştirisine dayanmalıdır.
Kapitalizm nereden türemiştir? Meta üretiminden. Kapitalizmin hücresi meta üretimidir ve Marks’ın Kapitalizme karşı eleştirisinin meta üretiminden başlaması son derece doğrudur. O halde bu bölüm, kapitalizmin meta üretiminden çıktığı, kapitalizmin evrensel bir sistem olduğu, proletaryanın rolü ve devrimin zorunluluğunu ifade etmek zorundadır. Çünkü proleter devrim, bu bilimsel ve devrimci eleştiri üzerinden ortaya çıkar.
Kapitalizmin eleştirisi zorunlu bir bölümdür ama yukarıda da ifade ettiğimiz gibi programımız bununla kendini sınırlayamaz. Lenin’in 1919 program tartışmalarından ve Buharin ile bu temelde yapmış olduğu polemiklerden anlıyoruz ki, bu bölüm, yani kapitalizmin eleştirisi korunmalı, ama bu yeni çağın, yani emperyalizmin bilimsel bir tanımını, olguları ve eleştirisini içermelidir. Çünkü emperyalizm kapitalizmin en yüksek ve son aşamasıdır. Ve emperyalizm çağında, kapitalizm tek tek kendi pazarında değil, bir birine eklenen bir dünya pazarının etrafında varlığını sürdürmektedir. Devrimler de, bu çağda, birbirine bir zincirin halkaları ile bağlanan tek tek halkalardan, bu halkanın içinde en zayıf olandan, yani sınıfsal, ulusal vb çelişkilerin en yoğun olduğu halkadan koparılması ile zafere ulaşır; ülke devrimi dünya devrimine bağlanmak zorundadır. Emperyalizmin temel olguları vardır, ama bu olgular her tarihsel dönemde farklı biçimler alır. Emperyalist sömürü değişmez ama bu sömürü her dönemde farklı biçimler alır. Devrim, bu biçimleri ve olguları Marksist açıdan çözümleyerek zafere ulaşır.
Bundan dolayıdır ki programımız, emperyalizmin bilimsel eleştirisi ve bunun devamı olarak yaşadığımız yeni tarihsel sürecin (ya da 4. bunalım döneminin) olgularını içermek zorundadır. Bu yapılabildiği ölçüde program proleter devrimin evrenselliği ile ülkenin özgünlüğü ve devrimin güncelliği arasında sıkı bağlar kurabilir.
Tüm bunlar, yani kapitalizm ve onun üzerinden emperyalizm; emperyalizm üzerinden yeni tarihsel dönem eleştirisi neden yapılmalıdır? Her şeyden önce proletaryayı egemen sınıf olarak örgütleyen ve aynı zamanda sınıf olarak proletaryayı ortadan kaldıracak olan sosyalizm için.
Bugünün sosyalizmi, örneğin Komünist Manifesto’da en temel ilkeleri olan sosyalizmi, Paris komünü derslerine dayanarak Lenin’in Devlet ve Devrim’de tanımladığı sosyalizmi de içeren ama yaşanan sosyalizm deneylerininin eleştirisi ile gelişen sosyalizmdir. Bunun için, birinci ana bölüm, Marks, Engels ve Lenin tarafından ana ilkeleri konan, ama Ekim Devrimi ile somutluk kazanan, sonra giderek revizyonizmin elinde yozlaşan sosyalizm, yani reel sosyalizm eleştirisi üzerinde bilimsel sosyalizm anlayışımızı içermek zorundadır.
Programımızı güçlü kılan ve başka parti ve örgütlerin programlardan ayıran en önemli yanlarının bu bölümler, emperyalizm, yeni tarihsel süreç ve sosyalizm bölümleri olacağı kesindir. Çünkü yaklaşık 150 yıllık Marksizm tarihi ve program sorunlarına baktığımızda, birçok parti programında, örneğin Komünist Manifesto’dan hareketle kapitalizm eleştirilerinin çok ortak yanlarını bulmak mümkündür. Örneğin 1928 Komünist Enternasyonal programının ilk bölümleri bunun şu veya bu ölçüde kendisidir.
Programımızın ilk ana bölümü; kapitalizm, emperyalizm, yeni tarihsel süreç ve sosyalizm alt başlıklarının yanı sıra enternasyonalizm, devrimin şiddete dayanması, parti, ittifak, vb. gibi ilkesel sorunları da kısa ve öz olarak kapsamalıdır. Bu bölümün özelliği, bu temelde evrensel, genel ve ilkesel yaklaşımları dünya devriminin bir parçası olarak tanımlamaktır.
İkinci ana bölüm, Türkiye devrimi ve çözeceği sorunları içermek zorundadır.
Biz dünyanın her hangi bir yerinde değil, Türkiye de, bu ülkede devrim gerçekleştireceğiz. Devrimimiz, dünya devriminin bir parçası olarak somutlanacaktır. Önümüzdeki devrim, anti-emperyalist anti-oligarşik, halk devrimidir. Bu devrim, burjuva demokratik devrim değildir; burjuva demokratik devrimin çözemediği sorunları da çözüme kavuşturacak, tüm demokratik sorunların gerçek çözümünün sosyalizmde olduğunu bilen, demokratik ve sosyalist görevleri içeren, proletaryanın öncülüğünde, tüm emekçi sınıfların, halkın katılımını içeren halk devrimidir.
Devrimimiz, emperyalizme ve yeni-sömürgeci toplumsal düzene, bunun sınıf iktidarı olan oligarşiye yönelecektir. Demokratik Halk Devrimi, kesintisiz olarak sosyalizme yönelecek, devrimin hemen ertesinde, araya hiç bir ara aşama koymadan proletaryanın hegemonyasında kurulan Devrimci Halk İktidarı aracılığı ile adım adım sosyalizm örgütlenecektir. Bu anlamda devrimimiz, sadece biçimsel olarak değil, öz olarak da tarihsel ve siyasal olarak geride kalmış olan burjuva demokratik devrimden temelden farklı, proleter devrimin bir biçimi olacaktır.
Devrim, tek kelime ile mevcut düzeni baştan aşağı yıkma ve daha ileri, sosyalist düzeni kurma eylemedir. Kapitalizmle (hele bu kapitalizm tekelci karaktere sahipse, ki “tekelci kapitalizm sosyalizmin arifesidir” der Lenin) sosyalizm arasında ara bir aşama yada Mao’nun ifadesi ile “üçüncü toplum” vb. yoktur. Biz, proletaryanın önderliğinde tüm halkın katılımı ile bu düzeni yıkacağız ve proletarya önderliğinde halk iktidarını kuracağız. Devrimin özü budur; devrim, mevcut yeni-sömürgeci kapitalist düzeni ve onun egemenlik biçimi faşizmi baştan aşağı yıkmak, yerine daha ileri bir toplumsal düzen olan sosyalizmi Devrimci Halk İktidarı aracılığı ile kurmaktır.
Devrimimiz hangi sorunları çözecektir?
Bu düzenin çözemediği ve kangrene dönüştürdüğü, her vesile ile bağımlı kapitalizmin tekrar ve tekrar ürettiği tüm sorunları… Bu sorunları iki ana başlıkta somutlaştırmak mümkündür: bağımsızlık ve demokrasi sorunları. Ülkemiz emperyalizme her hangi bir biçimde değil, her açıdan bağımlılığı içeren yeni-sömürgecilikle bağımlıdır; bunun üzerinden, tarihsel süreçte çözülmeyen bir dizi demokratik sorunlar vardır. Bağımsızlık ve demokrasinin tüm sorunları ancak sosyalizmle tam çözüme kavuşur; o halde, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm devrimimizin ana stratejik hedefidir.
Emperyalizm, bu ülkede her sorunun kaynağıdır. Emperyalizm, eski sömürgecilik ilişkilerinde olduğu gibi, sadece dışarıdan gelen ve ülkeyi işgal eden, yer altı ve yer yüzü zenginliklerini talan eden bir güç değil; bununla birlikte üretim, ticaret ve tüketimde ipleri elinde tutan, içte artı değer sömürüsüne bizzat katılan, devletin, yani sömürge tipi faşizmin almış olduğu biçimden tutalım tüketim kalıplarına varana kadar söz sahibi olup yönlendiren, üsleri ve tesisleri ile kendine alanlar açan; bu anlamda içsel olgu olan bir güçtür. Borç sarmalı içinde her şey emperyalizme ipotek edilmiştir; tarımın tasfiyesinden işçi ücretlerine, eğitimin, sağlığın vb özelleştirilmesinden tutalım bunların “yasal”laşmasına ve bunun için örneğin “sosyal güvenlik” ten “tahkime” varana kadar bir dizi yasanın çıkmasına ve siyasal özgürlüğün kısıtlanıp sömürünün yoğunlaşmasına kadar, emperyalizmin çıkarı ve söz hakkı vardır. Tüm bunlar; emperyalizmle “stratejik ortaklık”, ikili ve çok yönlü, açık ve gizli anlaşmalarla, IMF ve Dünya Bankasının dayatma ve reçeteleri ile, komşu halklara yönelik emperyalist saldırganlıkta bu ülke topraklarının kullanılması dahil her türlü onursuzluklarla somuttur. Devrim, emperyalizmin bu kuşatmasını parçalayıp ve bu temelde sorunları çözmeden bu ülkede, ekonomik, siyasal ve toplumsal hiçbir sorun çözülemez. Devrim öncelikle bu sorunları çözecektir.
Bununla birlikte bir dizi demokratik sorunlar vardır ve kangrene dönüşmüştür. Devrimin, sosyalizme kesintisiz ulaşması için, bu demokratik sorunların çözüm gücüne kavuşması zorunludur. Bu sorunlar keyfi bir tercih değil, çözüme kavuşamadıkları için nesnel olarak devrimin önünde durmaktadırlar ve proletaryanın kendi devrimini yapması için, bu demokrasi mücadelesi okulunda eğitilmesi zorunludur. Demokrasi mücadelesi okulunda eğitilmeyen proletarya, diğer sınıfları tanıyamaz, devrim için onlarla ilişki kuramaz ve kendi devrimini yapamaz.
Demokrasinin tüm sorunları, siyasal özgürlük sorunu, ulusal sorun, tarım sorunu, kadın sorunu, laiklik sorunu, savaş ve militarizm sorunları vb. sadece proletaryanın sorunları değil, emperyalizm ve oligarşi dışında, emperyalizm ve oligarşinin yedeğinde olan ve bunlarla binbir bağla bağlanmış orta burjuvazinin dışında tüm emekçi sınıfların sorunudur.
Proletarya demokrasi savaşımında en önde duran en tutarlı sınıftır ve demokrasi savaşımında en önde yer alırken, kendi devrimi için, sosyalist devrim için mücadele eder. Devrimden çıkarı olan diğer sınıflar; bu düzende hiçbir demokratik sorunun çözülmediği ve tam tersine bu düzen tarafından her gün siyasal gericilik üretildiğini gördükleri için devrime katılırlar. Hata denilebilir ki, tam da bu demokratik sorunlardan dolayı devrimimiz bir dizi imkânlara sahiptir; şehir ve kırda kapitalizmin cenderesinde ufalanan küçük burjuvazi; tarımda tasfiye karşısında tepki gösteren küçük ve orta işletme sahipleri; ulusal ve demokratik tüm haklarından yoksun Kürt ulusu (ki, Kürt burjuvazisinin bağımsız bir Kürdistan ve ulusal özgürlük sorunu yoktur, Kürt ulusunun özgürlüğü emekçi karakterde bir taleptir; siyasal özgürlükten yoksun küçük burjuvazi dahil, aydınlar, gençlik; kimlik ve inançlarını ifade edip bunun gereğini yaşayamayan Alevi ve ezilen toplumsal kesimler; emperyalist savaşa karşı olan barış güçleri ve tüm halk vb…
Devrimimiz, tüm bu sorunların gerçek çözümünü içerir ve demokratik karakteri de bundandır. Bu sorunların bir kısmı, teorik olarak kapitalizm sınırları içinde çözülebilir; ama emperyalizm ve işbirlikçisi tekelci karaktere sahip oligarşi bu sorunları çözme gücünden yoksundur; örneğin, siyasal özgürlük yada Kürt sorununda olduğu gibi, günlük siyasal gelişmelerin her vesile ile bu sorunları çözme değil, bin bir hile ile yeniden dayatma ve “sosyal devlet”in tasfiyesi pratiklerinde de görüldüğü gibi geriye taşıma, kazanılmış hakları budama vardır.
Tüm bu sorunlar, koca bir 20. yüzyıl devrimler deneyinde de görüldüğü gibi, gerçek ve tam çözümünü sosyalizmde bulur. Bundan dolayı; devrimimize karakterini veren anti emperyalizm, yani tam bağımsızlık ve anti-oligarşik karakterinde somutlaşan tüm demokratik sorunlar ve görevler; mutlaka ve mutlaka emperyalizm ve oligarşinin tüm ekonomik kaynaklarına el koyma ve bu alanlarda sosyalist üretimi örgütleme dahil tüm sosyalist görevlere bağlanmak zorundadır. Bu sosyalist görevlere bağlanmayan demokratik görevler; tüm demokratik sorunların gerçek çözümünün sosyalizmde olduğunu kavrayamayan bir programatik yaklaşım güdüktür, ufku kapitalizmle sınırlıdır, demokratizmdir.
Bu açıdan devrimimiz, yeni-sömürgeci kapitalizmin omurgasına yönelir, emperyalizm ve işbirlikçi oligarşinin sakatladığı ve inkâr ettiği tüm demokratik sorunlara sahip çıkar, bu sorunlar etrafında başta proletarya olmak üzere tüm halkı örgütler ve savaştırır ve bu demokratik görevleri sosyalist görevlere bağlar, devrimin hemen ertesi günü sosyalizmi adım adım inşa eder.
Bundan dolayı, programımız doğal olarak bu sorun ve görevleri kapsamak zorundadır. Bu düzeni, bu düzenin tüm siyasal, toplumsal, ekonomik dayanaklarını baştan aşağı yıkıp, paramparça edeceksek, bunun yerine neleri koyacağımızı da somut ve stratejik olarak koymak zorundayız.
Biz, bugün proletaryanın önderliğinde halk devrimi yaparsak; hem sosyalist hem de demokratik sorunları kapsayan bir devrim yapacağız ve bu temelde bir dizi görevleri yere getireceğiz demektir. Örneğin siyasal özgürlükler sorununu başta olmak üzere Kürt ulusal sorununu, laiklik, militarizm, savaş, kadın vb. gibi demokratik sorunları… Tüm bu sorunların da ancak tam bağımsızlık koşullarında, yani emperyalizmi bu ülkeden kovduğumuz koşullarda çözülebileceğini ifade ediyorsak, bu ancak işçi ve emekçi sınıfların, halkın iktidarının kurulması ile mümkündür. Devrimci Halk İktidarının, programımızda da ifade ettiğimiz gibi, ilk işi emperyalistlerin ve işbirlikçi tekellerin mülkiyetine el koyup fabrikalar ve tarlalarda sosyalist ekonomiyi örgütlemektir. Programımız bu mantık dizisine sahip olmalıdır ve burada demokratik ve sosyalist görevler iç içedir.
Programımız, bundan dolayı, aşamalı, yani önce demokratik devrimin tamamlanması sonra sosyalist devrim biçiminde değil, emperyalizme bağımlı ve tekelci karakterde olan kapitalizmden sosyalizme geçiş sürecini ifade eden ve bundan dolayı hem demokratik hem de sosyalist görevleri iç içe ele alan tek bir program olmalıdır. Bu programda asgari ve azami hedefler ayrımı yoktur; tek bir programda her ikisi iç içedir.
Programımızda, tüm bunları, siyasal, ekonomik, toplumsal tüm alanlarda, siyasal iktidarın biçiminden tutalım, en başta tarım ve ulusal soruna kadar, eğitim, sağlık vb. alanlarından tutalım, spora vd. kadar tüm hedef ve talepleri içermelidir. Bu stratejik hedef ve talepler, bugünden partiyi, sınıfı ve tüm halkı eğitecek, devrimize yön verecektir ve halk iktidarında somut olarak yaşam bulacaktır.
Burada sorulması gerekli soru şudur; tüm bunlar devrim programıdır, iktidarı aldığımızda bu programı uygulayacağız, ancak günlük mücadele içinde, ekonomik, siyasal ve sosyal karakterde sorunlar ve kazanımlar için mücadele ve buna uygun talepler ne olacaktır? Bunları yok mu sayacağız, eğer yok saymayacaksak nasıl ele alacağız?Bu soruların özü devrim ve reform ilişkisinin doğru kurulmasıdır. Marksist Leninistler, bu düzenden kaynaklanan her sorunun gerçek çözümünün devrimle gerçekleşeceğini ileri sürerler ve bunun sosyalizmle güvence altında olacağını savunurlar. Ama bunu bir devrim programında formüle ederken kapitalizm içinde kısmi iyileştirmeler, yani reformlar için mücadeleyi bir yana atmazlar, bunları kapitalizm koşullarında birer kazanım olduğunu bilirler, bunun üzerinden demokrasinin tüm sorunlarını ancak devrimle çözeceklerine inanırlar. Tam da bu noktada kapitalizm içinde ekonomik, siyasal ve sosyal kazanımlar için mücadeleyi, kapitalistlerin insafına ya da reformistlerin düzeni onarma çabasına bırakmazlar. Lenin’in ifadesi ile bazı sorunlar devrim öncesi çözülebilirse, biz bunlarla günlük mücadele içinde kitleleri devrime hazırlamak istiyorsak, bu talepleri bir yana atamayız.
Kaldı ki tam bu noktada altı çizilmesi gerekli bir yan var: genel olarak emperyalizm, bağımsızlık ve demokrasinin sorunlarını felç ediyorsa, bunlar için mücadeleyi aynı zamanda tetikliyor, kitlelerin bu yönde taleplerini hızlandırıyor demektir. Dahası, bu talepler, kapitalizmin maddi sınırlarına vardığı, neo-liberal saldırılarla sömürü ve sosyal yıkımın derinleştiği, işçi ve emekçi sınıfların günlük yaşamında yakıcı hal kazandığı günümüzde,emperyalizmin yeni döneminde çok daha yakıcı ve güncel karakter kazanmıştır.
Marksist Leninist programlara baktığımızda, 1903 Bolşevik programından tutalım 1928 Komünist Enternasyonal programına kadar, bu sorunlar genel olarak iki başlıkta ele alınmıştır. Birincisi; kapitalizm koşullarında işçi sınıfının fiziksel ve siyasal bütünlüğü için bir dizi talebi içeren ve kapitalizm koşullarında bunların mümkün olacağı ifade eden, “emeğin korunması” alt bölümüdür. İkincisi ise; siyasal ve sosyal boyutları olan, demokrasi mücadelesinin düzen içi alanını kapsayan taleplerdir; bunlar günlük mücadele içinde somut olarak karşımıza çıkarlar. Bu alt bölüm, kapitalizm içinde reformları içerir ve “acil siyasal ve sosyal talepler” ya da “günlük siyasal ve sosyal talepler” olarak tanımlanabilir.
Hemen ifade edelim, özellikle “emeğin korunması” bölümündeki talepler kapitalizmin evrimi ve işçi ve emekçi sınıfların kazanımları ile her süreçte yeni biçim alırlar ve buna uygun olarak derinleşirler. Örneğin; 8 saatlik işgünü ve haftalık kaç saat çalışılacağı, kreş vb. haklar talebi 1848 devrimlerinde başkadır, 20. yüzyılın başındaki devrimlerde başkadır, işçi ve emekçi sınıfların mücadelesi ve sosyalizmin baskısının sonucu kapitalizmin bir yan ürünü olarak ortaya çıkan “sosyal devlet”te başkadır, günümüzde çok daha başkadır. Yani, 1 Mayısları yaratan 8 saatlik işgünü talebi, kapitalizmde yasal durum kazanmış, dahası sosyalizm altında bu 6, hatta 4 saate inmiştir. Bu durumda 8 saatlik iş günü talebi geride kalmıştır, şimdi daha az, örneğin 7 saatlik işgünü, haftada 35 saat talep etmek emeğin korunması için önemlidir. Ama öte yandan, kapitalizmin sınırlarının tükendiği ve esnek üretim koşullarında neo-liberal saldırılarla sömürü ve sosyal yıkımın derinleştiği günümüzde, işçi sınıfının bütünlüğünün bu temelde çok daha bozulduğu koşullarda, çocuk ve kadın emeğinden korunmasından tutalım sosyal hakların budanmasına kadar bir dizi sorun ve talep çok daha güncellik kazanmıştır. Aynı temelde, “günlük siyasal ve sosyal talepler” de hızla yoğunlaşmış, antiemperyalist (örneğin, üslerin kaldırılması, borçların ödenmemesi, vb.), antifaşist (örneğin TMY’nin kaldırılması, tutsaklar üzerindeki baskılara son verilmesi, vb.), anti-sömürgeci (ana dilde eğitim, Kürdistan’da işgale son, vb.), kadınlarla ilgili (eşit işe eşit ücret, vb.), gençliğe yönelik (YÖK’ün kaldırılması, vb.), işçiler için (sendikalar yasasının değişmesi, vb.), kır emekçileri (ücret ve sendika kurma, vb.), küçük üreticilerle ilgili (kredi, vb.) talepler güncel ve acil durum kazanmıştır.
Bu bölüm, devrim programımıza bağlanmalıdır; buna uygun olarak programımızda yerini almalıdır.
Komünistler düşüncelerini, hele de bu işçi sınıfı ve tüm halkı eğitecek, onları devrim için savaştıracak bir devrim programı ise, dost ve düşmana açıktan ilan ederler.

Asgari-Azami Program Ayrımı ve Kesintisiz Devrimin Anlamı Üzerine
Devrim ve aşamalar sorunu, tüm devrim ve sosyalizm tarihinde en çok tartışılan sorunların başında gelmiştir; hâlâ da tartışılan bir sorundur. Ne bu tartışmalar tarihin gerisinde kalmıştır, ne de bu güne özgüdür; tarihsellik içinde güncel bir sorundur. Çok daha önemlisi bu sorun, sosyalist hareketin içinde çeşitli biçimlerde uç veren, her bir ucun bir birini çektiği ve ittiği çatışma ya da tartışma alanı olarak günümüze ulaşmıştır. Bu tarihsel çizgiyi ve evrimi kavramadan sorunu ele almak bizleri eksik bir yere götürür.
Bu sorun etrafında Türkiye Devrimci Hareketi oldukça özürlüdür. Çünkü Türkiye Devrimci Hareketi önemli ölçüde Komünist Enternasyonalin ürünü olup, bu temelde bir dizi eksik ve hatalı yaklaşıma sahiptir. Bu hatalı yaklaşım, örneğin ele aldığımız program sorunda da kendini gösterir. Bunların sağlam bir eleştirisi olmazsa ilerlemek ve hele de devrimci yenilenme ile 21. yüzyıl devrimlerine programsal bir yaklaşım sunmak ve bu alanda geleneksel sol ve devrimci hareketten kopmak mümkün değildir. Devrimci kopuş olmazsa sıçrama olamaz; bu sıçrama da yaklaşık 150 yıllık tarihsellik içinde kırılma ve sıçrama noktalarından kopuk olamaz. Biz bu tarihsellik içinde devrim programımızı kuruyoruz; sürekliliğimiz tarihimizdedir, sosyalist hareketin ileriye doğru her adımını kendimize basamak yapıyoruz.
Devrim programımız bu sıçramanın kendisi olmalıdır.
Marks ve Engels’te devrim sorunu “kıtasal” ya da “dünya devrimi” olarak tanımlanmıştır. Bu ana perspektif sadece Komünist Manifesto’da değil, 1. Enternasyonal’in tüzüğünde de çok net vardır. Bu temel/ana perspektiftir; süreç içersinde her ülke devrimi ile geliştirilmeye muhtaçtır.
Keza Lenin, bu anlayışı emperyalist çağda geliştirmiş, dünya devriminden kopmadan, eşitsiz ve dengesiz gelişin yasasından hareketle tek ülkede devrimin, hatta sosyalizmin mümkün olacağını ileri sürmüştür. Biliniyor, bu temelde, tek ülkede devrim ve sosyalizm anlayışı, sosyalizm tarihinde bir dizi tartışma ve ayrışmaya yol açmıştır. Stalin, tek ülkede sosyalizm anlayışını, Lenin’den ve özellikle de Lenin’in 1915 yılına ait “Avrupa bileşik devleti üzerine” makalesinden hareketle tek ülkede sosyalizm anlayışını geliştirmiş; ama bunu 1936 ve sonrasında yanlış biçimde “tek ülkede komünizm”e kadar götürmüştür. Marksizm içi bir akım olarak Troçkizm, hep bir “dünya devrimi”, daha da özel olarak “Avrupa devrimi” beklentisi içinde olmuş, tüm tezlerini buna dayandırmıştır. Bunlar Marksizm içi tartışmalardır ve yaşamın da doğruladığı gibi Lenin’in bakış açısı doğrudur; Stalin’in “tek ülkede komünizm” ve Troçki’nin eş zamanlı bir “dünya devrimi” anlayışı yanlıştır.
Bu tartışmalar bir yana, devrimlerin; önce burjuva demokratik devrim sonra sosyalist devrim olarak, sürekli devrim içinde formüle edilmesi, ilk olarak Almanya örneğinden hareketle Marks ve Engels’e aittir. Sürekli devrim ya da başka bir deyişle Kesintisiz Devrim, bu kavramlara yüklenen anlam ve içerikten bağımsız olarak, bu Almanya örneğinden hareketle kurgulanmıştır.
Lenin, hiçbir zaman Marks ve Engels’i bire bir, cümle cümle, dogmatik olarak savunmamıştır. Tam tersine, Marksist yöntemi çok net kavramış, Marks ve Engels’in özüne sadık kalmış; örneğin bu sorunda da geliştirmiştir. Eğer Marks ve Engels’e kelime kelime sadık kalınsaydı, tam da bu konuda Lenin’in düşüncelerini “Marksizmden uzaklaşma ve sapma “olarak değerlendirmek, Troçki’yi ise “Marksizmin sıkı takipçisi” olarak tanımlamak mümkündü. Ama değil, sosyalizm mücadelesi ve tarihi Lenin’i emperyalist çağda Marksizmin yeniden kurucusu, Troçki’yi ise Marksizm içinde ama onu bozan, yozlaştıran bir sapma olarak tanımlamıştır.
Lenin’in, Almanya örneğinden hareketle devrim anlayışını geliştirmesi, 1905 burjuva demokratik devrimi sürecindedir ki, burada geliştirdiği anlayış, 1. Paylaşım Savaşı içinde, daha sonra 1917 devrimler sürecinde, hatta 1919 tartışmaları ve Komünist Enternasyonal’de gelişerek, Lenin’in kavramı ile “Kesintisiz devrim” anlayışını somutlaştırmıştır. Tüm bu tarihsel dönemeçler, Lenin için aynı zamanda bir sıçrama noktasıdır.
“İki Taktik” 1905 devrimi sürecinde yazılmıştır ve bu alanda en temel yapıttır. Devrim, çarlık otokrasisine karşı, ülke nüfusunun % 80’inin köylü olduğu bir ülkede, siyasal özgürlük ve ulusların kendi kaderini tayin hakkı dahil, barış, vb. hiçbir sorunun çözülmediği, tüm bunların feodal ayrıcalık üzerinden sakatlandığı bir ülkede somutluk kazanacaktır. Doğal olarak tüm bu sorunlar burjuva demokratik devrimin sorunlarıdır ve devrimin asgari programı, çarlık otokrasisinin yıkılıp yerine batı tip demokratik cumhuriyetin alması, feodal ayrıcalıkların kaynağı olan büyük topraklara el konması ve 8 saatlik işgücüdür. Ancak, bu devrime burjuvazi önderlik yapamaz. Proletarya tüm bu sorunlara sahip çıkar, bu sorunlar için küçük burjuva demokrasisi ile ittifak kurulur; bunun üzerinden proletarya kendi devrimi ve devrimin azami programını oluşturan sosyalist devrime geçer. Menşevikler ise, devrimin özünün burjuva demokratik devrim olduğundan hareketle devrime burjuvazinin önderlik etmesi gerektiğini savunurlar; Troçki ise, doğrudan sosyalist devrimi savunur. İşte Lenin’in ayrımı buradadır; ona göre devrim, burjuva demokratik devrimin sorunlarını çözse de proletaryanın önderliği gereklidir ve devrimin ilerlemesinin güvencesi olarak, proletaryanın öncülüğünde “işçi ve köylü devrimci diktatörlüğü” formülünü geliştirir. Böylece, aşamalı ama kesintisiz devrim anlayışını ilk ve ayrıntılı olarak 1905 devrim döneminde somutlar. Zaten, 1903 programı da budur.
Lenin burada kalmaz, özellikle 1. Paylaşım Savaşı sürecinde kesintisiz devrim tezlerini geliştirir. Savaş yıllarında, savaşın demokrasi ile monarşiyi eşitlemesinden hareketle, emperyalizmin demokrasiyi inkâr etmesi ve demokrasi sorununun temel bir unsuru olarak UKKTH’nın emperyalizm tarafından inkâr edilmesi, sosyalizmde ise geçerliliğinin kalmaması tezlerine dayanan “emperyalist ekonomizm” anlayışı ile hesaplaşır. Bu süreçte Lenin, demokrasi ve sosyalizm arasında güçlü ilişkiler kurar. “Nisan Tezleri” bunun üzerinden gelişir. 1917 Şubat devrimi özgün koşullar yaratmıştır, Çarlık otokrasisi yıkılmış ve hem geçici iktidar (ki burjuvazin iktidarıdır, Menşevikler de bu hükümette yer almıştır), hem de İşçi, Köylü, Asker Sovyetleri ortaya çıkmıştır. Devrimi ilerletecek güç Sovyetler’dir, 8 aylık demokrasi okulunda proletarya bir dizi taktikle devrime hazırlanır, Sovyetler’de çoğunluğunun sağlanması ve Kornilov ayaklanmasına karşı devrimci taktik ve mücadele proletaryanın tek başına iktidar olmasının yolunu açar. “Nisan Tezleri” devrimin özgünlüklerini de dikkate alan ama “İki Taktik”e takılıp kalmayan bir anlayışın ve gelişmenin ürünüdür. Stalin dahil bir çok Bolşevik bu süreçte “eski” kalmıştır, onlar “İki Taktik”in çizdiği sınırlar içinde burjuva demokratik devrimin “tamamlanması”nı beklemektedirler; Lenin’in bu konuda sınırsız bir mücadelesi vardır parti içinde.
Geçerken ifade edelim, Stalin’in özellikle sömürge ülkeler için ileri sürdüğü ve Mao’nun Yeni Demokratik Devrim olarak tanımladığı, Milli Demokratik Devrim tezi asıl olarak Lenin’in 1905’te yazdığı “İki Taktik” kitabındaki bakış açısından üremiştir. Yukarıda da ifade ettik, hem Ekim Devrimi sonrası 1919 program tartışmalarında, hem de Komintern’in 1920-22 yılları tartışmalarında, kapitalizmin sınırlarından hareketle aşamasız devrim anlayışına ulaşma vardır. Zaten 1919 program tartışmalarında, geride kaldığı için asgari programın bir yana atılması da vardır. Ama bu süreç aynı zamanda sömürge devrimleri için birçok özelik göstermektedir ve bu yönde Çin ve Hindistan devrimleri başta olmak üzere bir dizi tartışmanın konusu olmaktadır. Sanılanın tersine Stalin (Türkiye Devrimci Hareketinde Milli Demokratik Devrim’i Mao’un geliştirdiği sanılır ki, bu yanılgıdır) Çin devrimi başta olmak üzere bazı taktiksel öneri ve hatalar içinde olsa da, teorik bir çerçevede Milli Demokratik Devrim’i geliştirendir. Mao, bu çerçeveyi biraz sağa çekmiştir; Yeni Demokratik Devrim ve bunun sonucu kurulan toplum, kapitalizm ve sosyalizmden farklı olarak “üçüncü toplum/devlet/kültür” olarak tanımlamış, anti-emperyalist burjuvaziyi “halk içi” görüp, burjuvazi ile proletaryanın ortak iktidarına sosyalizm demiştir. 1956 yıllarındaki tezleri budur, özellikle “Teori ve Pratik” isimli eserine bakılabilir.
Konumuzla ilişki kurarak devam edersek, Lenin’de aşamalı devrim vardır; “İki Taktik” hatta doğrudan sosyalizme geçişi savunmayan, ama “İki Taktik”i aşan Nisan Tezleri budur. Ama Lenin, Stalin ve Mao’dan çok farklıdır; bu aşamalar aynı süreçte iki halka gibidir ve ikisi arasında ara bir süreç, Lenin’in ifadesi ile “Çin seddi” yoktur. Bunu Lenin, Ekim devriminin 4. yılında da ifade ettiği gibi, Kesintisiz Devrim olarak tanımlamıştır. Lenin’in bakış açısında bir aşamanın, burjuva demokratik devrimin “tamamlanması” yoktur; o, “kesintisiz devrim”cidir ve burjuvazi ile arasına kesin mesafe koyar, burjuvazi ile ittifakın zerresi Lenin’de yoktur. Ve tek ülkedeki devrimin olacağını savunur; ama bunu dünya devrimine bağlar, onun bir parçası olarak ele alır.
1903 programı, bu açıdan aşamalıdır ve bu, ancak 1919 programında, somut koşullar değişince değişir. Lenin, daha önce asgari-azami program ayrımlarına karşı olanları eleştirir, Buharin, Troçki ve “sol komünistlere” karşı çıkar. Neden? Çünkü devrim yarı-feodal bir toplumsal süreçte, dahası çarlık düzenine karşıdır ve bu burjuva demokratik devrim sürecinde asgari program, “İki Taktik”te formüle ettiği gibi, asıl üç temel hedefi içerir. Bunlar, 8 saatlik işgünü, büyük toprak mülkiyetine el koyulması ve çarlık otokrasisinin yıkılması, yerine demokratik cumhuriyetin kurulmasıdır. 1917 Şubat devrimi, 1905 burjuva demokratik devriminin devamıdır. Özgün koşullar ortaya çıkmıştır ve artık ikili iktidar vardır, zayıf burjuvazi iktidardadır, devrim koşulları devam etmektedir ve Sovyetler’de çoğunluğu ele alarak iki kent merkezinde, Moskova ve Petrograd’da Bolşevikler iktidarı ele geçirir. Bu “Nisan Tezleri”indeki anlayış ve taktiğin zaferidir. İktidar devrimin temel sorunudur ve Bolşevikler iktidarı alacak güçte ve cesarettedir. İktidarın Bolşeviklerin eline geçmesi, bu anlamda proletaryanın tek başına iktidarı alması, sosyalist devrimdir.
Bu süreçte, yukarıda da ifade ettik, “İki Taktik”e bağlı kalarak burjuva demokratik devrimin “tamamlanmasını” bekleyen eski Bolşeviklerle Lenin’in mücadelesi biliniyor. Ama “Nisan Tezleri” de doğrudan Sosyalist Devrim değildir, sosyalist devrime geçiş sürecidir.
1903 programındaki asgari ve azami program ayrımı neye dayanır ve asgari programın çerçevesi nedir? Yukarıda ifade ettiğimiz üç temel hedefte (8 saatlik iş günü, büyük toprak mülkiyetine el konulması ve Çarlığın yıkıp Demokratik Cumhuriyetin kurulması) somutlaşan asgari program, “kapitalizmin özgür gelişimini” sağlar ve bunun üzerinden azami program olan sosyalizme geçiş savunulur.
Keza, daha sonra 3. Enternasyonal ve Stalin’in geliştirdiği, sömürge ülke devrimlerini tanımlayan Milli Demokratik Devrim; 1903 programının izlerini taşır, anti-emperyalist anti-feodal devrimle, feodalizmin tasfiyesi ve kapitalizmin özgür gelişimi üzerinden sınıf savaşımının önünün açılmasını ifade eder. Bu devrimin iki stratejik şiarı vardır, “toprak işleyenin” (ki, bunu toprak devrimi olarak da tanımlamak gerekir) ve “bağımsızlık”; bu asgari programdır, kapitalizmin sınırları zorlar ve Sosyalist Devrime hazırlığı ifade eder. Azami program ise Sosyalist Devrim programıdır. 1 ve 2. (Çin, Vietnam devrimleri başta olmak üzere) bunalım dönemleri ve Küba devrimi somutunda 3. bunalım döneminin ilk aşamasında sömürge ve yarı-sömürge ülke devrimleri, her ülke devrimlerin özgün yanları bir yana bu stratejik hedeflerle bağlı gelişmişlerdir. Bu, kesintisiz ama aşamalı devrimdir.
Ama yukarıda da ifade ettik, Komünist Enternasyonal’de başka bir eğilim de vardır. Bu eğilim, kapitalizmin gelişmesine bağlı olarak, asgari ve azami program ayrımın geçersizliği üzerinedir; Lenin’in de katıldığı, 3. Enternasyonal’in 3. Kongresinde, örneğin “Taktik Üzerine Tezler” de sorun böyle konmuştur.
Bizim devrimimiz, yeni-sömürge bir ülkede kapitalizmin gelişimine paralel olarak, başka yazılarımızda sık sık ifade ettiğimiz gibi, emperyalizmin 1. ve 2. bunalım dönemlerinde, hatta 3. bunalım döneminin ilk aşamasında (ki, Küba devrimi biraz da bunu yansıtır) olduğu gibi, Milli Demokratik Devrim ya da Ulusal Demokratik Halk Devrimi süreci değildir, kapitalizmi hedefleyen Demokratik Halk Devrimidir. 2. Paylaşım Savaşı sonrası, emperyalizmin daralan pazar sorununu ve işgali gizlemek için sömürgeciliği tasfiye etmesi, iç pazarın yeni-sömürgelerde emperyalizmin ihtiyacına bağlı olarak gelişmesi, özellikle 3. bunalım döneminin 2. yarısında, yani 1960 sonrasında kapitalizmi egemen üretim ilişkisi yapmıştır. Bu gelişim, aynı zamanda yeni tarihsel dönemin (ya da 4.bunalım döneminin) ilk filizlerini verdiği 1970 sonrasında tümden egemen olmuş, yeni-sömürge ülkelerde neo liberal politikalarla kapitalizm ve sonuçları tüm topluma sinmiştir. Artık yeni-sömürge ülkelerde toplumsal süreç, eski feodal ve yarı-feodal değil, kapitalizmin her alanda egemen olduğu, kendi sınırlarını tükettiği bir dönem söz konusudur.
Tam bu noktada, eski sömürge ve yarı-sömürge ülke devrimlerinde olduğu gibi, “kapitalizmim özgür gelişimi” gibi bir amaç devrimin programında yoktur. Emperyalizm içsel olgudur ve devrimimiz emperyalizmin tüm egemenlik biçimleri yönelir; anti-emperyalizm anti-kapitalizmden ayrılamaz, anti-emperyalizm sınıfsal mücadele ekseninde yürür. Kapitalizm, emperyalizmin çıkarları doğrultusunda yukarıdan aşağı gelişmiş, buna bağlı olarak feodalizm evrimci tarzda adım adım çözülmüş, kırsal alan dahil bu çözülmeye bağlı sınıfsal ayrışma yaşamıştır. Bundan dolayı devrim anti-feodal değil, anti-kapitalisttir.
Yeni-sömürgelerde iktidarı elinde tutan, emperyalizmle baştan bütünleşmiş tekelci burjuvazi ve büyük tarım kapitalistleridir; yani bir azınlık iktidarı olan oligarşidir. Devrim, eskiden olduğu gibi feodal iktidar biçimlerini değil, kapitalizme özgü faşist iktidarı yıkacak, burjuvazinin sınıf egemenliğine son verecektir. Bu yanıyla da demokratik ve sosyalist görevleri vardır.Devrimimiz oligarşiyi yıkacak ve bunun yerine proletaryanın hegemonyasında devrimci halk iktidarını kuracaktır. Bu Devrimci Halk İktidarı, proletaryanın önderliğinde burjuvazinin sınıf egemenliğine son vereceğinden, proletarya diktatörlüğünün özgün biçimi olacaktır.
Devrim, yeni-sömürge düzene, onun omurgasına yönelecektir; bu anlamda kapitalizme yöneleceğinden, eski asgari ve azami program ayrımına gerek yoktur. Devrimimiz, her iki programın iç içe olduğu, aynı süreçte iç içe geçen iki halka gibi gibidir, kesintisiz devrimdir. Bu devrimde, demokratik tüm sorunlar sosyalizm perspektifi ile çözülür. Demokratik Halk Devrimi; sosyalist ve demokratik görevleri birlikte ele alır ve hızla, iktidarı aldığımızın ertesi günü, Sosyalist Devrime yönelir.
Kesintisiz devrim budur. Bu yüzden, bizim programımızda asgari-azami ayrımı anlamsızdır, her ikisini de kapsayan bir geçiş programıdır.

Sonuç ve Toparlama
Ciddi bir görevle karşı karşıyayız. Kolektif akıl ve emekle parti programı için ciddi bir adım atıyoruz. İdeolojik-teorik alanda iki temel belgeyi kolektif akıl ve emekle görev olarak önümüze koyduğumuzu ve bunu açıklayalı çok oldu; bunlar program ve manifestodur.
Her iki politik belge, kapsam ve yapı olarak bir birinden farklıdır. Ortak yanları çoktur; ama iki ayrı formatı ifade ederler. Programın en temel nitelikleri üzerine yukarıda açıklamalar yaptık. Manifesto, bu programın ve bu stratejik hedefe ulaşmada izlenecek yolun gerekçelerini daha kapsamlı ele alan politik belgedir. Programda bir tespit yaparsın ve bunun gerekçelerini, iktisadi verilerini, vb. açıklayamazsın; ama manifestoda bunları yapabilirsin.
Ciddi bir sorunu, genel olarak 21. yüzyılda yeni-sömürge ülke devrimlerine, özel olarak da ülke devrimimize yol gösterecek bir programı kolektif olarak tartışırken, bu konuda sadece bir bilinç oluşturmuyoruz, bunun üzerinden parti ve ideolojik birliğimizi yeniden,”öznel isteklere”, “beklentilere” vb. göre değil, iktidar perspektifi ve içinden geçtiğimiz sürecin ve içinde yaşadığımız toplumun tarihsel eğilimine göre yeniden kurguluyoruz. Program zaten biraz da budur, biz bunu yapıyoruz.
Türkiye devriminin programını tartışıyoruz. Burada, güçlü siyasal ve teorik birikim üzerinden ideolojik birliğimizi yeniden, daha üst noktada üretme vardır. Programımız, “beklentilere”, “uygulanabilirliğe” göre oluşmuyor, somut koşulların Marksist bir analizine dayanarak, iktidara talip olmayı ifade ediyor. Biz, “yıllar sonra bizi nasıl bir sorun bekliyor” diyerek programımızı eğip bükmeyi değil, pragmatist bir yaklaşımla “bu koşularda bu olamaz” hiç değil, her hangi bir sürecin “güçler dengesini gözeten” değil, tarihsel eğilimi bilimsel ele alarak iddialı bir belge üretiyoruz. Bu politik-ideolojik belge partiyi, sınıfı ve halkı eğitecektir. Bu anlamda programımız, olasılıkları, bir anı değil, stratejik hedefleri formüle etmektedir.
Biz bu programı, bugünkü birikimimiz üzerinden üretiyoruz. Bunu çok net ifade ediyoruz. Tabii ki bizim asıl kaynağımız Marksizm Leninizmdir, biz bu okulun öğrencileriyiz. İddialı bir iş yapıyoruz, ama bu örneğin bizim 150 yıllık Marksist Leninist birikimi her açıdan özümlediğimiz anlamına gelmiyor. Sosyalizm deneyi ciddi derslerle doludur ve sosyalizm anlayışımıza bu deneylerin eleştirel ele alınması yön vermektedir. Ama bu deneyleri her açıdan inceleyip özümsediğimiz söylenemez. Yine de bu birikimimizin önemli olduğu açıktır. Marksizm, teorinin “tamamlandığını” reddeder, çelişki gelişmenin dinamiğidir. Yani biz, devrimci yenilenme ile her gün daha ileriye giderken, bu birikimimizi de ileriye taşıyacağız ve belki de ileride, örneğin, bu programın bazı bölümlerinin eskidiğini ileri süreceğiz. Demek ki, biz ciddi ve iddialı bir program üretirken, bunu her şeyin başı ve sonu olarak ilan etmeyeceğiz. Tam tersine bunu geliştireceğiz, her gelişmede, ihtiyaç halinde programımızda da revizyona gideceğiz. Bu açıdan ciddi; ama değişmez ve mükemmel, idealize edilmiş bir iş yapmıyoruz...Marks, tam da program tartışmalarında; “İleriye doğru atılan her adım, her gerçek ilerleme, bir düzine programdan daha önemlidir.” (Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, sf: 20) der.Soyut bir program tartışması değil, bizi devrime hazırlayacak, partiyi ve kitleleri eğitecek bir program tartışması içindeyiz. Bize gerekli olan bu tartışmanın bir ilerlemeye hizmet etmesi ve diğer sorunlarımızla bütünsel bir adımın atılmasıdır. Yani bizi ilerletecek bir iş yapmalıyız ve bunu yaparken pratik süreçten kesinlikle kopmamalıyız. Biz, özellikle politik ve örgütsel alanlarda daha ciddi adımlar atarsak, bu tartışma ve programımız hak ettiği değeri bulur.
Bunu başaracak irade ve birikime sahibiz…

 

 


 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19