Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

53. Sayı - Temmuz 2007

Türkiye kamuoyu aylardır, “Sınır-Ötesi Operasyon” gündemiyle yatıp kalkıyor, her gün yeni söylentiler ortalığı kaplıyor; bir gün Genelkurmay “biz istiyoruz ama n’apalım” açıklaması yapıyor, ertesi gün hükümet bir şey söylüyor, daha sonra bir “uyum” gösterisi yapılıyor ama o “uyum” da ancak üç gün sürüyor.
Öyle anlaşılıyor ki, bu mesele bir yandan inisiyatif savaşlarının bir nesnesi olarak ele alınıyor, diğer yandan da ucu okyanuslar ötesine giden problemleri içinde barındırıyor.
İşin ucu ABD’ye kadar dayanıyor ve belli bir tıkanma yaşanıyor ama bu ordunun boş durduğu anlamına gelmiyor. Birdenbire icat edilen “tatbikat”lar serisi, topçu atışları, güvenlik bölgesi adı altında uygulanan ablukalar, vb. devam ediyor. Üstelik, bölgedeki tabelalardan anlıyoruz ki, kamuoyunda hiç dile gelmeyen bir tarih sınırını ordu koymuş bile: Mayıs 2008! Yani Mayıs 2008’e kadar ordu bölgede istediğini yapabilir!
Gerçekten de mesele Temmuz 2007 itibarıyla salt bir askeri operasyon boyutunu aşmış durumdadır. Mesele, 22 Temmuz seçimlerinin bölgedeki uygulamasından Türkiye’nin Güney Kürdistan’da ve bütün bölgedeki yayılmacı amaçlarına dek birçok unsuru içinde barındırıyor.

Halka Söylenen Yalanlar...
Gerçekleri anlamak için önce yalanlardan yola çıkmak gerekiyor.
Aylardır her asker cenazesinden sonra halka iki tane yalan söyleniyor.
Birincisi, Kuzey’deki Kürt hareketinin varlığının Güney’deki oluşuma bağlı olduğu, Güney’e operasyon yapılırsa PKK’nin çökeceği iddiasıdır.
Bu iddia doğru değildir. PKK olgusunun bütün parçalarda belli bir etkinliğinin olduğu, kamplarının bulunduğu bir gerçek olmakla birlikte, operasyon bahanesi yapılmak istendiği gibi onun dışsal olduğu iddiası düpedüz yalandır.
PKK, esas itibarıyla Misak-ı Milli sınırları içindeki Kürt toprağından doğmuştur, kendi kitlesel zeminlerini orada yaratmış ve esas olarak orada büyüyüp gelişmiştir. Hatta denilebilir ki, PKK, en azından oluşumu itibarıyla TC sınırları içindeki Kürtlerin bir örgütüdür. Sonradan, diğer parçalarda (ve hatta İspanya’dan Avustralya’ya dek uzanan bir coğrafyada) etkinlik kazanmış olması, bu gerçeği ortadan kaldırmamıştır. Yani, Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay arasındaki beş yüzü şurada beş bini burada polemiği ne olursa olsun, PKK esas olarak burada, bu sınırlar içindedir. Her şeyden önce esas kitlesel-politik kaynakları buradadır.
Dolayısıyla, provokasyonlarla, istihbarat örgütlerinin organize ettiği haber kampanyaları ve dezenformasyonla bütün PKK varlığını ve eylemlerini Kandil hattına bağlamak ve “oradan geliyorlar, öyleyse oraya vuralım” diyerek bir söylem tutturmak düpedüz demagojidir ve gerisinde başka amaçları barındırmaktadır.
İkincisini bizzat Genelkurmay Başkanı da istemeye istemeye itiraf etti: Böyle bir harekat, askeri bakımdan hiçbir anlam taşımamaktadır. Şimdiye kadarki “sınır-ötesi” operasyonlarda da esasen bir başarı sağlanmış değildir. Herkesten çok ordu güçleri bilmektedir ki, PKK, bütün diğer gerilla organizasyonları gibi böyle bir durumda geri çekilerek en fazlasından vur kaç eylemlerini tercih edecek ve Kandil’e ayak basan ordu, orada eski püskü eşyalardan başka bir şey bulamayacaktır.
Bunu bilmek için aslında askeri uzman olmak gerekmiyor ama yine de etkin bir medya kampanyası aynı yalanı tekrarlamaktan geri durmuyor.

Saldırganlık ve Hegemonyacılık
Peki neden?
Durum bu kadar açık olduğu halde neden bu kampanya ısrarla sürdürülüyor?
Bu sorunun tek bir yanıtı yok. Olgunun çeşitli yanları var ve tümünü tek tek ele almak gerekiyor.
Sorunun bir bölümü, kuşkusuz oligarşi içindeki çatışmalar ve seçim süreçleriyle ilgilidir. Bir yandan şovenizmi sürekli biçimde tırmandırıp diğer yandan hükümeti sıkıştırmak ve böylece bir parça daha inisiyatif kazanmak ordunun amaçlarından biridir. Ayrıca zaten, şovenizmin bu yolla tırmandırılması hükümetle olan çatışmanın da ötesinde saptanmış politikalardan biridir.
Öte yandan, 22 Temmuz sürecine kadar bölgeyi gitgide artan bir ablukaya almak, özellikle yurtsever kimliğiyle tanınan yöreleri bunaltmak, insanları yöreden kaçırtmak da bir başka amaçtır. Kürt yurtsever hareketi ideolojik olarak ne kadar geri bir noktaya gelmiş olursa olsun kayda değer bir milletvekili sayısını meclise sokması düzen açısından elbette ciddi bir sıkıntıdır.
Ama bu iç tepişmelerin ötesinde asıl amaçlardan biri kuşkusuz bölgeyle ilgilidir.
Türkiye oligarşisi, açıkça bölgede daha fazla inisiyatif gösterme, kabadayılık ve saldırganlık yoluyla bir parça daha fazla zemin kazanma peşindedir. Bol keseden atan yazar-çizer takımının “Kerkük” hesapları elbette boştur. ABD, Irak’ta asgari bir istikrar çizgisi yakalayabildiği tek yer olan Güney Kürdistan’ın böyle bir karmaşaya girmesine izin vermeyecektir ve Türkiye’nin de ABD’nin inisiyatifi dışında bir harekat yapma ihtimali yoktur.
Geçmişte defalarca Türk ordusuyla işbirliği yapmış olan Güneyli Kürt liderler de buna dayanarak hareket etmekte ve bu kez daha “dik” durmaktadırlar. Yani sonuçta, Türkiye’nin önce sınırdan girmek, sonra yavaş yavaş kalıcı bölgeler oluşturmak, sonra da bölgenin aktörlerinden biri olmak gibi planları olsa da, bunlar büyük efendinin duvarlarına çarpacaktır. 25 Haziran 2007 günü Cumhuriyet’te yayınlanan Genelkurmay raporu da, “yakında Irak’taki gelişmelere müdahil olma imkanlarımız tümüyle ortadan kalkacak” derken bunu kastetmektedir. Aslında bu anlamda hem ordunun, hem de genel olarak Türkiye devletinin Güney açısından durumu hazin bir noktadadır.
Buna rağmen yapılan şey, sürecin zorlanması, çeşitli manevralarla karşı tarafın yani Güney’deki yönetimin sıkıştırılması, sürekli baskı altında tutulması ve bu arada içerde azdırılan şovenizmin bir ölçüde tatmin edilmesidir.
Sonuçta ortada bir harekat yoktur ve bildik anlamda bir harekat da olacak gibi görünmemektedir. Buna rağmen, mevcut kriz durumu provokasyonlarla sürdürülmekte, tansiyon zaman zaman artırılıp zaman zaman düşürülmekte ve süreç hep canlı tutulmaktadır. Önümüzdeki süreçte yeni provokasyonlar ve yeni krizler üretilmesi ve iplerin daha da gerilmesi bu bakımdan mümkündür.

Bir Kez Daha Devrimci Tutum Üzerine
Durumun böylesine karmaşık olması, devrimci güçler açısından tam tersine bir tutumu, sadeliği gerektiriyor. Devrimci ilkelere bağlanmış bir tavır, olguları karşılamak için yeterlidir.
Her şeyden önce, özel olarak belirtmeye bile gerek yok, kendi devletinin yayılmacı, hegemonyacı girişimlerine karşı çıkmak, herhangi bir ülkedeki devrimcilerin, sosyalistlerin görevidir. Güney’deki yapılanmanın Amerikancı niteliği, bu görevi hiçbir biçimde geçersiz kılmaz. Sorun, oradaki yapının niteliği değil, buradaki yapının, yani Türkiye oligarşisinin niteliğidir. Bu nitelik ise açıkça hegemonyacı ve saldırgandır. Üstelik, bu yapı, Güney’deki liderlerden çok daha fazla Amerikancıdır, ABD emperyalizmi ile bağları, onlardan hem daha eski, hem de daha sağlamdır.
İkincisi, ortalık ne kadar toz duman, karmakarışık olursa olsun, Kürt halkının bağımsızlık ve özgürlük isteği ve hakkını bundan tamamen bağımsız olarak savunmak yine bir devrimci görevdir. Güneydeki yapılanma onursuz biçimde ABD işgalinin bir parçası olsa da, bu önderlikler Kürt halkının özlemlerini emperyalist oyunlara bağlamış olsalar da, Kürt halkı, bütün diğer halklar gibi bu haklara sahiptir ve bu hak, hiçbir gerekçeyle reddedilemez.
En önemlisi de, Güney’e karşı TC tavrının kökeninde yatan inkâr ve imhaya dayalı ırkçı ideolojik yapıdır. Bu tavır, onca yıl sonra hâlâ “dağ Türkleri” ve “kart-kurt” noktasındadır; Kürt ulusunun varlığını tanımamakta, onun bir devletinin olabileceğini asla kabul etmemektedir. Aradan geçen yıllar boyunca edilen “Kürt realitesi” gibi laflar ne olursa olsun, asıl mantık hep aynıdır: Herkesin devleti olabilir, Kürtlerin asla!
Asıl ideolojik temel budur ve devrimci sosyalistler, bütün diğer sebepler bir yana, salt bu nedenden ötürü bile bu saldırgan politikaların karşısında durmak zorundadırlar. Bir ulusun varlığının ve haklarının reddi, devrimcilerin hiçbir biçimde kabul edemeyecekleri bir şeydir.
Gündemi bu yolla geren Genelkurmay politikalarına karşı çıkmak, daha doğrusu kitlelerin gerçek gündem maddelerine yönelerek şovenist provokasyonları etkisizleştirmek, önümüzdeki süreçte devrimci güçlerin en önemli görevlerinden biri olacaktır.




 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19