Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

N. Tuzla

Savaş, sınıflar tarihi kadar eski bir kavramdır. Başlangıçta, belki de daha ağırlıklı olarak doğa ile savaşım halinde yaşayan ve içgüdüsel bir barbarlığa sahip olan insan, özel mülkiyetin ve ardından devlet kurumlarının ortaya çıkışıyla birlikte, bugünkü anlamıyla “savaş” kavramına ulaşmıştır.
Daha sonraki bütün tarihi yönlendirecek olan sınıf savaşımının yanında, halkların birbirine kırdırıldığı savaşlar da aynı sürecin ürünüdür. Üretim araçlarının özel mülkiyetinin doğal sonucu olarak bu mülkü korumak için ortaya çıkan devlet kurumu, hemen her durumda başka mülklere ve topraklara el koymanın da aracı olmuş, yalnızca bir iç baskı aygıtı olarak değil, bir dış saldırganlık aracı olarak da anlam ifade etmiştir. “Barış” kavramı da neredeyse bütün bu gelişmelerle eş zamanlı olarak insanlığın gündemine girmiştir. Devleti elinde bulunduran ezen sınıfların daha fazla kar elde etmek için başka devlet ve topluluklara savaşlar açtığı her durumda, kazanan tarafın lehine olacak şekilde “barış” anlaşmaları yapılması aynı sürecin bir parçası olmuştur. İnsanlık tarihi bu tür savaşlar ve “barış” anlaşmaları ile doludur.

Savaş ve barışın farklı anlamları
Devrimci Sosyalistler için iki tür savaş vardır. Haklı ve meşru olan savaşlar ve haksız sömürgeci, emperyalist savaşlar.
Devrimci Sosyalistler açısından, halkların birbirine kırdırıldığı emperyalist savaşlar daima barbarcadır. Bizim savaşa ve barışa bakışımız burjuva aydınların anlayışından farklıdır. Biz Lenin’in belirttiği gibi “bir yanda savaşlar, öte yanda bir ülke içindeki sınıf savaşımları arasındaki ayrılmaz bağlılığı; sınıflar ortadan kaldırılmadan ve sosyalizm kurulmadan savaşların ortadan kaldırılmasının olanaksızlığını ve iç savaşların, örneğin ezilen sınıfın ezene ( işçilerin burjuvaziye, serflerin toprak beyine, kölelerin köle sahiplerine) karşı verdikleri savaşların haklılığını, ilerici niteliğini ve gerekliliğini tamamen kabul ederiz”
Tüm savaşlar kaçınılmaz olarak şiddet üzerine kuruludur. Bazen, I. Paylaşım Savaşı’nda olduğu gibi, nihai sonuçları itibarıyla despotik imparatorlukların yıkılışını hızlandırmış olsalar da, bu durum onların temel tarihsel niteliklerini değiştirmez.
Bugün AB ve özellikle ABD emperyalizmi güçsüz ülkeleri yağma etme, uluslara zulmetme, işçi sınıfı hareketlerini ezme politikası gütmektedirler. Politikanın şiddet yoluyla sürdürülmesinden başka bir şey olmayan savaş, her zaman olduğu gibi ekonomik çıkarların hizmetindedir.
Arjantin, Panama, Bosna, Somali, Afganistan ve Irak son dönemde buna denk düşen örneklerdir. Bu ülkelerin yönetimlerinin despotik tarzda olmaları emperyalistlerin saldırılarının meşru ve haklı olduğunu göstermez. Emperyalizmin derdi o ülkenin nasıl yönetildiği değil, kendi dümen suyunda olup olmadığıdır.

Yoksulların boğazlaşması ve boğazlanması
Emperyalistler ve onların yardakçılarının dönem dönem karanlık yüzlerini gizlemek için hep bir ağızdan “barış” demogojileri yapmaları alışılmış bir durumdur.
Bugün dünyada devam etmekte olan bölgesel savaşlar ve etnik kışkırtmaların bedeli büyük paylaşım savaşlarını kat kat aşmıştır. Reel sosyalizmin çöküşünden sonra ortaya çıkan büyük karışıklık, özellikle kışkırtılan bölgesel sorunlar, kendi öz çıkarlarından uzaklaştırılmış olan ezilen halklar açısından gerçek bir yıkım anlamına gelmiştir. Klasik tanımlamada salt askerlerin işiymiş gibi gösterilen ama gerçekte hiçbir zaman öyle olmayan savaş olgusu, özellikle halkların boğazlaşması noktasına gelindiğinde iyice vahşi örneklere dönüşmüş, geçen on yıl yüzbinlerce insanın katledildiği soykırımlara tanık olmuştur.
Öte yandan, emperyalizmin bir ülkedeki varlığı, zaten o ülkenin ezilen sınıfları için daha baştan bir “iç savaş” sebebi anlamına gelmekte ve bu savaşlar da artık çok iyi bilindiği gibi bizzat emperyalistlerin kendileri tarafından konulmuş bütün “uluslararası kuralları” çiğneyen en “kirli” biçimlere bürünmektedir. Ezilen sınıfların başkaldırdığı her yerde en kanlı katliamlar, sindirme operasyonları artık alışılmış olgular haline gelmektedir.

BM: Emperyalist savaş kurumu
Paylaşım savaşlarının büyük yıkımlarından sonra pekiştirilerek dünya halklarına “barışın koruyucusu” olarak sunulan Birleşmiş Milletler kurumu da aslında bütün bu saldırganlığın meşrulaştırılma aracı olarak hizmet görmüştür.
Özellikle reel sosyalizmin çökmesi sonucu ortaya çıkan yeni dünya manzarasında BM, genel olarak emperyalist soygunun aracı olma konumunu da aşarak, doğrudan bir savaş koalisyonu niteliği kazanmıştır. Yeni Dünya Düzeni koşullarında özellikle ABD emperyalizminin bastırma ve ezme operasyonlarının altyapısının hazırlandığı bir kurum olarak BM, dünya halklarına yalnızca kan ve zulüm getirmiştir.
Irak bunun en çarpıcı örneğidir. 300 binin üzerinde sivil insanın ölümüne yol açan büyük ablukanın BM üzerinden yürütülmesi, kurumun niteliğini ortaya koymuştur. Somali örneğinde “insani yardım” adı altında BM’nin müdahalesiyle bölgeye yerleşen emperyalizmin ülkenin uranyum madenlerini yağmalaması ise başka bir örnektir. Türk ordusunun da lejyonerlik yaptığı Afgan operasyonunun en kirli yanları ise her geçen gün daha fazla çığa çıkmaktadır.

Gerçek barış: Enternasyonalizm
Dün ve bugün durum böyle iken gerçekten barış isteyenlerin kimler olduğunu durup düşünmek gerekiyor. Sosyalistlerin bu konudaki tavrı her zaman açık oldu; sürekli ve demokratik bir barışın tek koşulunun burjuvaziye karşı bir iç savaştan geçeceğini, sınıfların ve kapitalizmin bulunduğu bir dünyada “barış”ın mümkün olmadığını hep söylediler.
Ezenler ve ezilenler, sömürenler ve sömürülenler var olduğu sürece, gerçek bir barıştan söz etmek olsa olsa boş bir hayaldir. Sosyalistler, ta Marks zamanından beri, hiçbir zaman özel olarak şiddet yanlısı olduklarını söylemediler; onlar yalnızca bütün şiddet araçlarını elinde tutan egemen sınıfların “barışçıl” koşullarda iktidardan indirilmesinin imkansız olduğu gerçeğini açıkça ortaya koydular.
Bu anlamda, “savaş” ve “barış” konularında iki yüzlü bir konumda olan her zaman burjuvazi olmuştur.
Sömürgeci paylaşım savaşlarını “adalet” ve “barış” operasyonları olarak yutturmaya ve uluslararası haydutluklarını parlatmaya çalışan da emperyalistlerdir. Ezilenlerin gerçek barışı ise, sınıfsız-sömürüsüz bir dünya düşüne sıkı sıkıya bağlıdır ve bu anlamda o, dünya halklarının enternasyonal dayanışması temeline oturur.
Kısacası orta yerde kocaman bir duvar var. O duvarın bir ucunda gizli-açık cinayet şebekeleri; diğer ucunda ise emperyalist savaşlara kurban edilen gencecik insanlar var. O duvarın bir ucunda Şırnak’ta başına “yanlışlıkla” bomba düşen on yaşındaki Kürt kızı var. O duvarın bir ucunda ABD, diğer ucunda Commandante Fidel var. O duvarın bir ucunda ölüm; diğer ucunda yaşam var.
Ve biz işçi sınıfı ile burjuvazi, emperyalizm ile mazlum halklar arasındaki çelişkinin uzlaşmaz bir nitelik taşıdığını ve işçi sınıfı ile burjuvazi arasında bahsedilen “toplumsal barış”ın bir yanılsama olduğunu söylüyoruz. Devrimci savaş yolundan geçmeyen bir “barış”ın mümkün olmadığını söylüyoruz. Tarihin her gün yeni örneklerle kanıtladığı da bundan başkası değildir.



 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul