“Toplumsal varoluş bilinci belirler, tersi değil.”
(1)
Latin Amerika’daki mevcut sol yükselişin arkaplanında,
iktisadi-siyasal-toplumsal-kültürel nitelikli
birkaç kuramsal gelişme yatmaktadır.
1. Batı dünyasının II. Dünya Savaşı sonrası gözdesi
“kalkınma iktisadı”na karşı geliştirilen ve kısmen
klasik Marksizm’in de eleştirisini oluşturan,
“Bağımlılık Kuramı”. Bağımlılık kuramı, aynı zamanda
XX. yüzyılın ikinci yarısında kıta ölçeğinde etkili
olan gerilla savaşlarının kuramsal dayanağını
da oluşturmaktadır.
2. Bağımlılık Kuramı’yla bağlantılı olarak yükselişe
geçen, ve nihaî olarak Rus tarım iktisatçısı Çayanov’la
bağlantılandırılabilecek “köylülük analizleri”
ve bunlara dayanan, “küçük kırsal cemaatler”i
idealize eden yaklaşımlar.(2)
3. 1970’li yıllardan itibaren kıta ölçeğinde yaygınlık
kazanan “Yerli Kimliği”nin rönesansı.(3)
4. Ve nihayet, Consejo episcopal latinoamericano
(Latin Amerika Piskoposluk Konseyi - CELAM) tarafından
1968’de Kolombiya’nın Medellin kentinde düzenlenen
Latin Amerika Piskoposları II. Konferansı’yla
vücut bulan Kurtuluş Teolojisi.
Bu yazının konusunu, bu başlıklardan dördüncüsü,
yani Kurtuluş Teolojisi oluşturuyor.
Kurtuluş Teolojisi: Hırıstiyanlık İçerisindeki
Kökler
Katolik Kilise, XIV. yüzyıla dek, en azından kuramsal
olarak, yoksullar ve yoksulluk görüngüsüyle iç
içeydi. Bir “köle dini” olarak doğan ve önce Gentile
dünyanın yoksul katmanları arasında yayılan erken
Hıristiyanlık, bir süre sonra Roma İmparatorluğu’nun
resmî dinine dönüşse de, “yoksul kökenleri”ne
bağlılığı ideolojik bir sorunsal hâline getirmeden,
hayır faaliyetlerinin düzenleyici mercii olarak
yoksullarla ünsiyetini uzunca bir süre sürdürebilecekti.
Dahası Benediktenler, Fransiskenler, Dominikenler
gibi İncil’in orijinal mesajlarına bağlılık savındaki
dünya nimetlerinden el çekerek yoksul bir yaşamı
va’zeden dilenci tarikatların ateşli misyoner
faaliyetleri Kilise yetkelerince bu tarikatlara
ve yoksulluk söylemine hoşgörü gösterilmesinde
etken olmaktaydı.
Ancak XII.-XIII. yüzyıl Avrupası’nı kasıp kavuran
Rafızî hareketler, özellikle de Cathari isyanları
Katolik Kilise’nin yoksulluk ve yoksullar karşısında
kesin bir tavır almasını tetikleyecektir. Rafızî
isyanların bastırılması ardından Papa XIV. Boniface
VIII ve ardılı Avignon’lu papalar, Fransa krallarıyla
ittifaklarını pekiştirerek, Fransisken tarikatlarını
yasaklama yoluna gidecektir; bazı Fransisken keşişlerin
yakılması, Kilise’nin en azından kuramsal olarak
yoksulların yanında olduğu yolundaki genel kabulden
kopuşu simgelemektedir. Papa Jean XXII’nin İsa’nın
“yoksul olmadığı”nı açıklaması, bu kopuşun en
yüksek merci tarafından doğrulanması olarak kabul
edilebilir. Yoksullar ve yoksulluk sorunu bu andan
itibaren Kilise’nin resmî dilinden çıkartılır.
Katolik Kilise’nin yoksulluk ve yoksulları yeniden
sorunsallaştırılması için, Léon XIII’ün işçi haklarını
gündeme getiren Rerum Novarum’unu beklemek gerekecektir
(XIX. yy. sonu).
Papa Léon XIII’ün muhafazakâr papa Pius IX’un
yerini alması (1878), Katolik Kilise içerisinde
yeni bir dönemin başlangıcı sayılmaktadır. Rerum
Novarum tamimi (1891) işçilerin durumuna dikkat
çekmekte ve sonradan Katolik sosyal doktrinince
kapsanan ve Kurtuluş Teolojisi’nin de temelini
oluşturan “yoksullar lehine seçim”in tohumlarını
içermekteydi. Hiç kuşkusuz ki, Léon XIII’ün “yeni
evanjelizmi”n temellerini atan yaklaşımlarında,
Batı Avrupa’da Rönesans-Reformasyon-Aydınlanma-Sanayi
Devrimi süreçlerin meydana getirdiği köklü dönüşümlerle,
bir başka deyişle “modernite sorunları”yla baş
etme ve Katolik Kilise’nin modern yaşamın merkezi
olan kentlerde yaşayan yeni sınıf ve toplumsal
kesimler (burjuvazi, proletarya, aydınlar) nezdindeki
hızlı prestij yitimini dengeleme isteği başat
rol oynamaktadır. Böylelikle Léon XIII’ün papalık
dönemi, “modernite ve siyasal ve toplumsal devrimleri,
felsefî yenilikleri karşısındaki yanıtı kategorik
bir ‘hayır’ olan” ve “Fransız devrimi öncesi Hıristiyanlığı
sürdürme ya da inşa etme hedefini Avrupalı monarklarla
paylaşan” (Comblin 2003: 16) ardılı Pius IX’unkiyle
radikal bir tezat oluşturmaktadır.
“Yeni evanjelizasyon” söylemini başlatan Léon
XIII, siyasal ve toplumsal içerikli tamimler (encyclique)
yayınlar; o güne dek “ilahî hukuk”a dayandığı
ileri sürülen monarşiyle Kilise arasına mesafe
koymak için çabalar; yükselmekte olan pozitif
bilimlerle diyalog girişimlerinde bulunur. Söylemi,
Katolik Kilise’nin modernitenin dilini öğrenmesi
gereği vurgusuyla yüklüdür. Papalık döneminde
modernitede reddedilmesi mümkün olmayan bir rasyonalitenin
bulunduğu kabul edilir. Bu etkilenim muhafazakârlıktan
giderek uzaklaşan “Katolik partiler”in kurulup
gelişmesine yol açacak, bu partiler ise, sekülerleşme
sürecindeki devletlerin siyasal yaşamında etkin
rol üstlenecektir. Kilise, “yeni tip bir toplum”un
ortaya çıktığını nihayet kabul etmiştir. Bu toplumun
sorunlarıyla baş edebilmek üzere de, sonradan
Hıristiyan Demokrat partiler ve yan örgütlerinin
programlarında hayat bulacak “sosyal doktrini”
biçimlendirmeye çalışmaktadır.
Yine de Léon XIII’ün açılımlarının uzun ömürlü
olduğu, ya da aynı dinamizmle sürdürüldükleri
söylenemez. Ölümünün (1903) hemen ertesinde, ardılı
Pius X bu süreci durdurma yolunu seçecek, “yeni
evanjelizasyon”dan esinlenen yüzlerce ilahiyatçı
mahkûm edilecek, sosyal tamimler dondurulacaktır.
Onun ölümünden sonra yeni evanjelizasyon tekrar
ele alınsa da, dogma ve ahlâk alanına dokunulmayacaktır.
Böylelikle, yeni sınıf ve kesimlerde Kilise’nin
ihtiyaç duyduğu etkin azınlıkları devşirmeye yönelik
bir hareket olarak görülen Katolik Eylem, Papa
Pius XI’in desteğine karşın, ruhban sisteme kesin
hatlarla tabi olduğu ve dogmanın içeriğine dokunamadığı
için baştan kadüklüğe mahkûm gözükmektedir. (Comblin
2003: 18-20).
Katolik Kilise’nin kentli sınıflar arasında bir
türlü tutunamayışı, özellikle kentli yoksul kesimlere
hizmet sağlayan rahipleri yeni yönelişlere sevk
eder. Bunlar arasında II. Dünya Savaşı’nda savaş
tutsağı olarak Almanya’ya götürülmüş genç Fransız
rahiplerin serbest kaldıktan sonra ülkelerine
dönerek başlattıkları “İşçi rahipler” hareketi
(Fransa Misyonu, Paris Misyonu vb.), Kurtuluş
Teolojisi’nin biçimlenişinde özel bir rol oynayacaktır.
“Dağ Muhammed’e gelmiyorsa, Muhammed dağa gider,”
(akt. Martinez 1995: 79) ilkesi doğrultusunda,
Fransa’daki “paganlaşmış” kent yoksulları arasında
misyoner çalışması yapan bu rahipler, Keşiş Godin
ve Dominiken peder Loew öncülüğünde varoşlarda
yaşamakta, paçavralar içinde dolaşmakta ve yoksullarla
birlikte ekmeklerini çöplerde aramaktaydılar.
Yaşamlarını yoksullarla paylaştıkça toplumsal
adaletsizlikler karşısında hınçları bileniyor,
zenginliklerin üzerine çöreklenmiş Kilise üst
hiyerarşisi karşısındaki eleştiri dozları yükseliyordu.(4)
Ancak bu hareket de, Batı Avrupa’da Katolik Kilise’nin
kireçlenmiş hiyerarşisi karşısında fazla tutunamayacaktır.
Pius XII, işçi-rahipleri Kilise hiyerarşisine
yönelik bir tehdit olarak görmektedir. Bu girişimin
yanı sıra (bu dönemde Fransa’da 40 bin geleneksel
rahibe karşı yüz kadar işçi-rahip bulunmaktaydı)
teolojiyi güncelleştirme yolundaki tüm arayışlara
da son verir.
Yine de, Avrupalı işçi sınıfının, Aydınlanma’nın
radikal din karşıtlığı, ama daha yakın olarak,
Marksist öğretilerin etkisiyle dinden ve kiliseden
uzaklaştıkları, emekçi kesimlerle Katolik Kilise
arasındaki uçurumun derinleşmekte olduğu, Katolik
Kilise açısından çözümünü bekleyen bir vakıadır.
Kilise çevrelerinde ancak 1944’te kabul gören,
Hıristiyan hümanizmi esinli Hıristiyan Demokrat
partilerin emek kesiminde örgütlenme çabaları,
Katolik sendikalar, gençlik örgütleri, kooperatifler
vb. bu partilerin “burjuva” niteliği nedeniyle
başarısız kalmakta, hatta zaman zaman Komünist
Partilere doğru fireler vermektedirler! (Fransa’da
II. Dünya Savaşı sırasında Kilise Gençliği; Brezilya’da
resmen maoist eğilimli Komünist Parti’ye katılan
Halk Eylemi, Şili’de MAPU, vb.)
Katolik Kilise’nin emekçi sınıflar, ya da yoksullara
yönelik politikaları, böylelikle iki uç arasında
salınagelmektedir. Kilise, emekçiler arasında
popülaritesini arttırmak zorunluluğuyla karşı
karşıyadır; özellikle Marksist-sosyalist öğretilerin
bu kesimler arasındaki yaygınlığını doğrudan kendi
varlığına yönelik bir tehdit olarak algıladığı
ölçüde. Ne ki, “yoksullara açılım” yolundaki her
türlü girişim, özellikle tabanda çalışan din adamları
arasında radikalleşmelere yol açıp Kilise hiyerarşisine
açık ya da örtülü bir meydan okumaya dönüştüğünden,
genellikle izleyen Papa tarafından çubuk ters
yöne bükülmekte, “özgürlükçü açılımlar” kovuşturmalara
konu olmaktadır.
Bu radikal-muhafazakâr salınımının radikal ucunda
yer alan papalardan biri de, “Yoksulların Kilisesi”
formülünü ilk ortaya atan Papa Jean XXIII’tür.
“Konstantin’den bu yana Aziz Pierre’in tahtı üzerine
çökelmiş tozları silkelemek”ten söz eden (Comblin
2003: 25) Jean XXIII’ün papalık dönemine (1958-1963),
Kilise’yi yoksullara yaklaştırma girişimi damgasını
vuracaktır.
“Yoksulların Kilisesi” formülü, Jean XXIII’ün
girişimiyle düzenlenen Vatikan II Konsili’nin
(1962-1965) ana temasını oluşturur. Ne ki, Bologne
Başpiskoposu, “Kızıl Kardinal” Lercaro’nun, 7
Eylül 1962’de Jean XXIII’ün desteğiyle Konsil
rahiplerine İsa’nın yoksullar nezdindeki gizeminin
Kilise doktrininin merkezine yerleştirilmesi yolunda
yaptığı çağrı, alkışlarla karşılansa da Avrupa
katolisizmi açısından sonuçsuz kalır.
Yine de Vatikan II, Katolik Kilise’nin sosyalizmle
diyalogu önündeki engellerin aşılmasında etkili
olduğu belirtilmelidir. Latin Amerika, Afrika
ve Asya kiliselerinde bu diyalogun alacağı biçim,
Kurtuluş Teolojileri’dir. Böylelikle Üçüncü Dünya
Hıristiyanları, halkların özlemleri ile “Tanrı
kelamı”nı buluşturma görevini üstleneceklerdir.
Latin Amerika’da Kurtuluş Teolojisi
Konsil sonrasında, daha yoksul ve yoksullardan
yana bir kilise yaşamı fikri, Avrupa dışı Katolik
alemde yaygınlık kazandı. Latin Amerika’da bu
öneri CELAM çerçevesinde Medellin Konferansı’nın
düzenlenmesine yol açacaktır.
Gerçekte, Latin Amerika’da “Kurtuluş Hıristiyanlığı”nın
kökleri, II. Dünya Savaşı ertesinde gerçekleşen
modernleştirici değişinimlere dayanmaktadır. Savaşı
izleyen dönemde tüm kıtayı etkisi altına alan
kitlesel kentlere göç hareketi, metropollerin
çevresinde devasa varoş okyanusları oluşmasına
yol açmış, bu arada Kilise, sömürgecilik döneminden
beri toplumsal konumlarını “bellemelerinde” belirleyici
olduğu, ve paternalist bir ilişki sürdürdüğü yerli
toplulukların kentlere göçünden kaynaklanan sorun
ve taleplerle karşı karşıya kalmıştır. Litürjik
yenilenmeler (İncil’in yenilenen ya da gözden
geçirilen çevirileri, Kutsal Kitaplar’ın yerli
dillere çevrilmesi: örneğin İspanyolca-Quechua
ya da İspanyolca-Aymara dillerinde İncillerin
hazırlanması); 1961’de Santiago’da (Şili) Instituto
catequístico latinoamericano’nun kurulması, Vatikan
II’yi önceleyen yenilenme girişimleri arasında
sayılabilir. Bu gelişmeler, aynı zamanda kurumsal
bir yenilenmeye de denk düşmektedir: önce ulusal
piskoposluk konferansları, ardından da 1955’de
Rio’da Consejo episcopal latinoamericano (CELAM)’nun
oluşturulur; devlet üniversitelerinin radikal
seküler yönelişini dengelemek üzere çok sayıda
Katolik üniversite kurulur (1945’te Medellin’de;1947’de
São Paulo’da; 1950’de Porto Alegre’de, 1956’da
Quito’da vb.). Ancak daha çok entelektüel bir
yenilenme ihtiyacı kendini dayatmaktadır: Bağımlılık
kuramlarının seküler entelektüel çevrelerde kazandığı
yaygınlık ve Latin Amerika’nın Üçüncü Dünya’ya
ait olduğunun kabulü, Kilise’nin siyasal ve toplumsal
rolü üzerine yeniden düşünme zorunluluğunu getirmiştir
gündeme.
Emmanuel Mounier gibi Avrupalı Katolik düşünürler
ya da Louis-Joseph Lebret, Marie-Dominique Chenu
ve Yves-Marie Congar gibi dominiken pederlerin
ve iki savaş arası dönemde Jacques Maritain’in
eserlerinin kıtada yayılması, kilise ve laik çevrelerde
kalkınma sorunları üzerine tartışmalara ve komünistlerle
diyalog olasılıkları üzerinde düşünmeye yol açtı.
Öte yandan, Kilise 1950’lerden itibaren üniversitelerde
toplum bilimlerin ve izleyen onyılda da bağımlılık
kuramının gelişmesiyle karşı karşıya kalmıştı.
Bu çeşitli unsurlar, yeni tipte siyasal ve toplumsal
angajmanların ortaya çıkışını açıklamaktadır:
örneğin uzman Katolik eylem hareketleri ya da
Brezilya’da dom Helder Camara, Şili’de Mgr. Manuel
Larrain gibi öncü figürler (her ikisi de 1950-60’lı
yıllardaki görevlerinde toprak sorunlarını merkeze
almakta). (Compagnon 2006).
Vatikan II Konsili, “Konsil Işığında Latin Amerika’nın
Mevcut Dönüşümü içinde Kilise” temasıyla 1968’de
Kolombiya’nın Medellin kentinde Latin Amerika
piskoposları ikinci konferansı ve bu konferansta
alınan kararların önünü açacaktır. Konferans katılımcıların
çalışmalarına temel olmak üzere hazırlanan hazırlık
belgesinde şu ifadeler yer almaktaydı: “Kilise,
sefalet ve adaletsizlik durumu karşısında, adaletsizlikleri
mahkûm etmek ve gerekli değişimleri desteklemekten
ibaret olan vahiy rolünü istenen aciliyette gerçekleştirememiş,
sıklıkla, kutsalmışçasına ‘toplumsal düzen’le
özdeşleşmiştir.” (Compagnon 2006: 13, dn. 7) Sorun,
başlangıçta son tamimleri kıtanın tikel koşullarına
uyarlayabilmekti. Ancak konferans çalışmaları
“Üçüncü Dünya’da Kilise” sorunu üzerinde odaklaştı.
Konferansın nihaî belgesi “yoksullar lehine tercih”
seçeneğini vurguluyordu; bu İncil mesajının yeniden
formülasyonuna dayandığı ölçüde kendi başına devrimci
bir edim değildi. Ancak Medellin’deki gerçek kopuş,
Latin Amerika piskoposlarının ezilenlerin “bütünsel
kurtuluşu” projesine destek vermeleriyle gerçekleşecekti:
siyasal ve iktisadi tahakküm yapılarının, militarizmin,
giderek kapitalizmin mahkûm edilişi, kitlelerin
bilinçlenmesi ve Latin Amerika toplumlarının radikal
dönüşümü çağrısı.(5) Bu eğilimin temsilcileri
sayıca azınlıkta olsalar da, CELAM yönetimindeki
ağırlıkları önemli bir kurumsal destek oluşturuyor
ve görüşlerini elitler dışına yaymalarının yolunu
açıyordu. Çünkü 1970’li yıllardan itibaren tabandaki
kilise cemaatlerinde bir mayalanma yaşanmakta;
kurumsal kült mahallerinin dışında, hatta kimi
zaman rahibin aracılığı olmaksızın uygulanan yeni
iman pratikleri (öz. Brezilya), 1970’li yıllarda
Latin Amerika’da hızlı bir yayılma sergileyen
Protestan, özellikle de Pentekostist cemaatlere
koşut olarak yaygınlaşmaktaydı.
Perulu rahip Gustavo Gutiérrez’in(6) Lima’da yayınladığı
Teología de la Liberación. Perspectivas’ı (Kurtuluş
Teolojisi. Perspektifler) ile Brezilyalı fransisken
Leonardo Boff’un Río’da yayınladığı Jesus Cristo
libertador. Ensaio de cristologia cristiana para
o nosso tempo’su Kurtarıcı İsa. Hıristiyan Kristolojinin
zamanımız açısından öğretisi), Kurtuluş teolojisinin
entelektüel savunusu ve meşrulaşmasını getirdi.
Her iki yapıt da, Avrupa kaynaklı geleneksel skolastiği
eleştirmekte; fetihten bu yana kilisenin Latin
Amerika’daki muhafazakâr rolüne karşı tutum almakta;
İsa’nın kelamını ezilenlerin kurtuluşu doğrultusunda
yeniden yorumlamakta ve Hıristiyanların misyonunu
bağımlılık sosyolojisi analizleri doğrultusunda
yeniden tanımlamaktaydı.
Latin Amerika toplumlarında artan yoksullaşma
koşullarında yeni teoloji kısa sürede geniş kesimlerin
ilgisini çekti. Faaliyetleri, özellikle Taban
Kilise Cemaatleri (TKC’ler) eliyle en ücra köylere,
en uzak cemaatlere uzanabiliyor, II. Dünya Savaşı
sonrası Fransası’nın “işçi-rahipleri” gibi Kurtuluş
Teolojisi’ne bağlı rahipler, “en alttakiler”e
nüfuz edip ekmeklerini onlarla paylaşırken, hem
Kilise hiyerarşisi, hem de askerî rejimlere karşı
sert eleştiriler yöneltmekten geri durmuyor, toplumsal
muhalefet hareketlerinin hem destekçisi, hatta
hem de örgütleyicisi olmaktan kaçınmıyorlardı.(7)
Bu ise, “Kurtuluş teologları”nı sık sık militer
ve paramiliter rejimlerin boy hedefi hâline getirmekteydi.
Örneğin, El Salvador’da Kurtuluş Teolojisi’nin
öncülerinden Başpiskopos Monseigneur Oscar Romero’nun,
askerleri komutanların emirlerine itaat etmemeye
çağıran ünlü vaazından bir gün sonra, San Salvador
Kanser Hastahanesi’nde vaaz verirken katledildiği
24 Mart 1980 günü açık bir iç savaşa evrilecekti.(8)
Üstelik Monseignor Romero, El Salvador’da katledilen
tek din adamı da değildi; Kurtuluş Teolojisine
bağlı pek çok din adamı, yoksullar arasında çalışmalarını
yürütürken kontrgerillalar tarafından öldürülmüştü.
Gerillalara yardım yataklıkla suçlanan Cizvitler,
özellikle tehdit altındaydı. 1977’de, paramiliter
Beyaz Savaşçı Birliği tüm Cizvitlerin bir ay içerisinde
ülkeyi terk etmemesi durumunda hepsinin öldürüleceğini
ilan etmişti. İç savaş sırasında El Salvador ordusuna
bağlı birliklerin Cizvit Üniversitesi UCA’ya (Universidad
Centroamericana José Simeón Cañas) girerek altısı
Cizvit öğretim üyesi sekiz kişiyi katletmesi ise
bir başka örnektir.(9)
Kurtuluş Teolojisi rahiplerinin kovuşturmaya uğraması
ya da askerî/paramiliter güçlerce katledilmesi
El Salvador’la sınırlı değildir. Örneğin Brezilya’da
1964’deki askerî darbeye direnen rahipler(10)
tutuklanarak ağır işkencelerden geçirildi, bazıları
katledildi. Nikaragua’da çok sayıda rahip FSLN’ye
destek verdikleri gerekçesiyle Somoza iktidarının
baskılarına hedef oldu…
Katolik Kilise’nin Karşı Saldırısı
Ne ki, Kurtuluş Teolojisi Latin Amerika kiliselerinin
küçük bir azınlığını temsil etmektedir. İspanyol-Portekiz
sömürgeciliğinin demirbaşları olan Latin Amerika
kiliseleri, kurum olarak büyük toprak sahipleri
ile ittifakından vazgeçmek niyetinde değildir.
“Aydınlanma/modernite” tartışmaları pek az nüfuz
edebilmiştir Latin Amerika Katolisizmi’ne. Ve
Kurtuluş Teolojisi’nin toplumsal tahlillerde başvurduğu
Marksist referanslar, Kurtuluş teologlarının toplumsal
muhalefetle, zaman zaman gerilla örgütleriyle
yakın işbirliği, Kilise kurumunda derin kuşkular
uyandıracaktır: Katolik Kilise’nin “isyancı evladı”,
Roma yetkesine ve kilisenin birliğine yönelik
bir tehdit olarak algılanmaktadır.
İlk hamle, Medellin Konferansı düzenleyicisi CELAM’ın
denetimden kaçmasına karşı örgütün iplerinin yeniden
Kilise hiyerarşisinin eline geçirilmesi girişimi
olur. Bunun için Bogota piskopos yardımcısı, Kurtuluş
Teolojisi’nin şiddetli muarızı Mgr. López Trujillo
1972’de CELAM genel sekreterliğine getirilir.
Trujillo kısa süre sonra da CELAM başkanı olacaktır.
Böylece Medellin Konferansı’nın hemen sonrasında,
Latin Amerika Kiliseleri, “yoksullardan yana tercih”e
karşı harekete geçmiştir. Önce, yoksulluğun içeriğinin
“manevîleştirilmesi” yönünde çaba gösterilir.
Hıristiyanlığın yoksulluk söyleminin, maddi yoksulluğa
değil, tinsel yoksullaşmaya gönderme yapan simgesel-mecazî
bir ifade olduğu vurgulanmaya başlanır ilahiyat
metinlerinde. İkinci manevra ise tercih seçeneklerinin
çoğullaştırılması olacaktır. Puebla Konferansı’nda
(Meksika - 1979) gençler lehine tercih eklenirken,
Santo Domingo’da (1992) tercihlerin sayısı neredeyse
herkesi kapsayacak ölçüde arttırılacaktır (öz.
yerliler). (Comblin 2003:26-27)
1979’da Puebla’da düzenlenen III. Latin Amerika
Piskoposlar Konferansı’nda İncil’in yeniden okunması
girişimleri “kargaşa yarattığı” ve “imanın siyasallaşmasına
yol açtığı” gerekçesiyle mahkûm edilir. Ancak
bu konferansta eleştirel teolojiler mahkûm edilmediği
gibi, daha adil bir iktisadî ve toplumsal örgütlenme
gereğinin altı çizilecek, taban kilise örgütlerinin
çalışmaları selamlanacaktır.
Ancak Vatikan’ın doğrudan devreye girmesi için,
Latin Amerika’da “demokratikleşme süreçleri”nin
başladığı 1980’li yılları beklemek gerekecektir.
Vatikan’ın girişiminin öncüsü, Mart 1983’te Peru
Piskoposluk Konseyi’nin dikkatine Gustavo Gutiérrez’in
Teolojisi Üzerine On Gözlem başlıklı bir belge
sunan, İman Doktrini Cemaati önderi Kardinal Ratzinger’dir
(şimdiki Papa Benedictus XVI). Belgede İncil’deki
yoksullarla kapitalist sömürü kurbanları arasındaki
özdeşleştirmenin İncil’in mesajının çarpıtılması
olduğuna dikkat çekilmektedir. Aynı tarihlerde
Papa Jean-Paul II de Nikaragua’yı ziyaret eder
ve havaalanında, rahip ve Sandinist hükümetin
kültür bakanı Ernesto Cardenal’i kameralar önünde
azarlamaktan çekinmez.
İtalyan dinsel dergisi Trenta Giorni’de Eylül
1984’te yayınlanan Kardinal Ratzinger’in raporu,
tartışmayı daha da kızıştıracaktır: Kurtuluş Teolojisinin
kimi veçheleri üzerine Talimat başlığı taşıyan
raporda, Marksist ideolojiyle yakınlaşmanın yol
açtığı sapmalar ya da sapma risklerine dikkat
çekilmekte; Roma’nın İnsan Hakları konusundaki
mücadelesini sürdürmede kararlı olmakla birlikte,
bunu “kendisine ait olan yöntemlerle” yapacağı
açıklanmaktadır.
Bu çıkışları başka önlemler de izlemekte gecikmeyecektir:
1985’te Brezilya 20 yıllık diktatörlük rejimini
geride bırakırken, Kurtuluş Teologu Leon Boff
Kilise yetkesini eleştiren tezlerinden dolayı
18 aylık “tövbe sessizliği”ne mahkûm edilir. Yedi
yıl sonra eğitim görevlerinden azledilen Boff,
“Yol ve umut yoldaşlarına mektup”unda dinsel görevini
bırakma kararını açıklayacak ve Vatikan’ın Kurtuluş
Teolojisi’nin önde gelen temsilcilerinin seslerini
bastırma yolundaki süregen çabalarını mahkûm edecektir.
Vatikan Latin Amerika katolisizmi üzerindeki denetimini
piskopos atamaları aracılığıyla sıkılaştırabildi:
böylelikle ulusal konferansların özerkliklerini
yitirmesi, CELAM’ın da sıkıca Vatikan’a bağlanması
mümkün oldu. Santo Domingo’da 1992’de düzenlenen
IV. Latin Amerika Piskoposları Konferansı’na gelindiğinde,
Latin Amerika ruhbanı içerisindeki dengeler artık
tümüyle Vatikan’dan yana değişmişti: Konferans
başkanlığını, papanın yakın adamı İtalyan kardinal
Angelo Sodano yapmaktaydı. Roma kürisine bağlı
14 kardinal ve piskopos da, oy kullanma yetkisiyle
konferansta hazırdı (Compagnon 2006). Bu konferansta,
“kurtuluş” teriminin Kilise terminolojisinden
çıkartılması ve yerine (bir hayli neo-liberal
ve de “reklam” kokan!) “promosyon” (teşvik?) teriminin
kullanılması kararı alındı! (Comblin 2003: 41)
Haiti’de, Kurtuluş Teolojisi’ne yakın peder Jean-Bertrand
Aristide 1990’da başkan seçilip 30 Eylül 1991’de
CIA destekli bir darbeyle devrildiğinde, Vatikan
yeni rejimi ilk tanıyanlar arasında yerini alacaktı.
“Kurtuluş Teolojisinden Sonra
Askerî rejimlerin baskıları, Vatikan’ın “vidaları
sıkıştırdığı” Latin Amerika kiliselerinin karşı-saldırısı,
ama en çok da reel sosyalizmin çöküşü, Latin Amerika’nın
neo-liberal “demokratikleştirilmesi” sürecinde
gerilla ve halk hareketlerinin sönümlenmesi, 1980’lerin
ortalarından itibaren Kurtuluş Teolojisi’nin büyük
ölçüde güç yitirmesine neden olacaktı. Günümüzde
hareket daha çok örtülü siyasal yönelişler (çevreci,
yerli, feminist, üçüncü dünyacı) içerisinde boy
atmaktadır. Ancak tarihin ilginç bir cilvesiyle
bu “dağılma”, sözü edilen dinamiklerin XXI. yüzyılın
eşiğinde yükselişe geçen Latin Amerika solunun
ana bileşenleri arasına katılmasıyla, yeniden
gündeme taşımaktadır “Kurtuluş Teolojisi”ni.
Kurtuluş teologları, özellikle yerli hareketleri
içerisinde önemli bir yer tutmaktadır. Özellikle,
1990’lı yıllardan bu yana kıtanın çoğu ülkesinde
Anayasa değişikliklerine gidilerek yerli toplulukların
toprak ve kültürel haklarının tanınması, ve bu
sayede sayıları hergün katlanan çift dilli (resmî
dil-anadil) cemaat okulları, Kurtuluş ilahiyatçıları
için verimli bir çalışma alanını oluşturmaktadır.
Kurtuluş teologları, toplumsal mücadele deneyimlerini
yerli hareketlerine taşırken, bir yandan da yerlilerden
öğrenmekte, böylelikle Hıristiyanlığın, işçi sınıfı,
emekçiler ve yoksullarla ilişkilerinin ardından,
“beyaz (erkek) Avrupalılar”ın mı dini olduğu sorusunu
gündeme taşımakta, Kilise’nin dünyanın sömürgeleştirilmesi
sürecindeki rolünü sorgulamaktadırlar. Bakın bu
konuda Ekvator’lu Piskopos Leonidas Proano neler
diyor:
“Kurtuluş teolojisinden, Kızılderili bağlamında
sözederken onun ayırt edici özelliklerini göz
önünde bulundurmamız gerekir. Başlangıçta bu,
Kızılderili kültürel varlığı göz önüne alınmadan,
baskı altındaki halk yığınlarına götürülen dini
hizmet olarak algılandı. İşte konunun akılda tutulması
gereken yanı budur.
Kanımca yapılacak ilk şey kendilerini keşfetmelerine,
kendilerine güven duymalarına ve kendileri içinde
manevî kurtuluşun yollarını bulmalarına yardımcı
olmak için onların arasında çalışmak ve yaşamaktır.
Kızılderililer, halk olarak kendi engin moral
değerlerini Batı medeniyetinin karşıt değerleriyle
karşılaştırabileceklerini ve kendilerini bu karşıt
değerlerden kurtarabileceklerini hissettikleri
zaman, onlarla diyalogdan ve karşılıklı yardımlaşmadan
söz etmek mümkün olur. Böylece kurtuluş teolojisinin
var olma nedeni olan insanın bütünsel kurtuluşuna
kavuşulabilinir.
Yineliyorum, Kızılderililer kendi varlıklarını
kurtarmalı ve kendi tarihlerinin büyük değerlerinin
bilincine varmalıdırlar. Ancak bunun üzerinde,
çok yönlü ekonomik, toplumsal, dinsel, politik
ve psikolojik kurtuluşa ilerleyebiliriz. Böylelikle
Ekvatorlular ve tüm Güney Amerika ülkelerinin
halkları gerçekten özgür uluslar olabilirler.
Kanımca Güney Amerika’daki birçok etnik grup şimdi
buna çabalıyor.” (Proano 1988:60-61).
İşin daha da ilginç bir yönü, Orta Doğu’daki mevcut
durumda, Kurtuluş Teolojisinin İslâm açısından
getirilerinin, işbirliği olanaklarının İslâm alimleri
arasında tartışmaya girmiş olmasıdır. Kurtuluş
teologlarının yazıları İslâm ilahiyatçıları arasında
okunmakta, tartışılmakta, bu konuda konferanslar
düzenlenmektedir.(11) İran Üniversitesi Kuzey
Amerika ve Avrupa Enstitüsü’nden Seyid Rıza Amulî’nin
sözleriyle:
“Evrensel özgürlük (=kurtuluş(12)) teolojisi inşasının
acıyı, derdi ve zulmü insanlık aleminden silinip
gideceğini düşünenlerin kötümserliğini azaltacağından
ümitvar olabiliriz. Ötekiler için şefkat ve merhamet,
hiçbir cins, ırk, ulus ve dini sınır olmaksızın
tüm dünya halkları için merkezî bir teşvik unsuru
olmuştur. “Ben” ve “kavim” merkezciliğinin yerini
insan hayatından acının azaltılmasını ya da bertaraf
edilmesini ve daha fazla toplumun ve mazlum insanların
fakirliği üzerinde odaklanacak tüm dinlerin ‘ortak
mesajı’nı almasını ümit edebiliriz.” (Amulî 2005)
Son bir not ise, Katolik Kilise’nin, “asi evladı”
bastırmanın bedelini acı ödediğidir. Bugün Latin
Amerika Katolik kiliseleri, özellikle kentli ve
kırsal yoksulları için yeni çekim merkezi hâline
gelen Protestan tarikatların baş edilmez rekabeti
karşısında, ayakları altındaki zemini hızla yitirmektedir.
Katolisizmin katı, hiyerarşik, kurulu düzenden
yana yapısı karşısında orta alt ve alt sınıflar
arasında, karizmatik önderleri, sıradan insanlara
açık, eşitlikçi söylemleri ile Protestan, özellikle
de pentekostist kiliseler Latin Amerika ezilenleri
arasında büyük bir hızla yayılırken(13) Kurtuluş
Teolojisi’nin önünü kesen Katolik Kilise de Latin
Amerika’da, neo-liberal uygulamalarla sayıları
hızla katlanan yoksullara erişme olanağını da
kendi elleriyle imha etmiş gözükmektedir.
* * *
Günümüzde, Kurtuluş Teolojisi’ni, günün koşullarına
uygun olarak yeniden canlandırma uğraşı göze çarpmakta.
Bu konuda ilginç bir örnek, 1958’den bu yana Latin
Amerika ülkelerinde (özellikle Brezilya) görev
yapan ilahiyatçı José Comblin’dir. Comblin’in
bu alandaki yapıtlarından ikisi O Neo-liberalismo
(2000) ve Où en est la Théologie de libération?
L’Eglise catholique et les mirages du néoliberalisme
(Kurtuluş Teolojisi Hangi Noktada? Katolik Kilise
ve Neo-liberalizm Serapları) başlığını taşıyor
ve neo-liberalizme radikal bir karşı duruş sergiliyorlar.
Şöyle diyor Comblin (2003:10), kitaplarından birinin
girişinde:
“…Tüm bunlar (sosyalist sistemin çöküşü, solun
prestij yitimi vb. S.Ö.) sosyalizmin geleceğinin
olmadığı anlamına gelmemektedir. Gerçekte, sosyalist
eğilimler insanlık içerisinde öylesine derinlemesine
kök salmıştır ki, kaçınılmaz olarak yeniden ortaya
çıkacaklardır. Ancak kuşkusuz ki bu aynı sosyalizm
olmayacak. Bu 1917’nin ya da 1917’den çıkartılan
deneyimlerin tekrarı olmayacak. Koşullar tümüyle
farklı olacak. Deneyimler insanları biçimlendirir.
Benzeri hatalar işlenecek, ama o denli ağır ve
aynı tarzda değil. Bu anda en muğlak şekilde dahi
yeni bir sosyalist deneyimin ne olacağını kestirmek
mümkün değildir.”
Sanırım aynı sözler Kurtuluş Teolojisi için de
geçerlidir: günümüzde marjinalleşmiş, sönümlenmiş
gözükse de, kıtadaki anti-emperyalist duruş yükseldikçe,
Kurtuluş Teolojisi’nin yeni biçimleriyle yeniden
canlanmasına tanık olacağımız, kesindir.
Dipnotlar
(1) K. Marx.
(2) Köylülüğün kapitalist sanayileşme sürecinde
yok olmaya mahkûm bir toplumsal grup olarak gören
klasik Marksist görüşe alternatif olarak Çayanov
ve izleyicileri, köylülüğün kapitalizmin iktisadî
rasyonalitesi dışında işleyen farklı bir rasyonaliteye
sahip olduğunu ve Marksist (ya da kalkınmacı)
literatürde düşünülenden çok daha yüksek direnç
ve kalıcılık dinamiklerine sahip olduğunu öne
sürmekteydiler. Latin Amerika sol entelektüel
iklimine damgasını vuran figürlerden Paul Freire
ve Ivan Illich, bu yaklaşımlar çerçevesine yerleştirilebilir.
(bkz. Gros 2000, öz. ss. 47-49)
(3) Bkz. Özbudun 2006a ve 2006b.
(4) Kolombiyalı rahip-gerilla Camilo Torres'in
düşünsel oluşumunda, Avrupa'da bulunduğu sıralarda
yakından tanıma olanağını bulduğu işçi rahipler
hareketi çok etkili olmuştur (Martinez 1995: 79).
Torres için bkz. Campos (tarihsiz)
(5) Konferansın nihaî belgesinde, "ilk kez
sadece varolan yapıların adaletsizliğini mahkum
edip halkın temel haklarının ihlalini ve 'kurumsal
şiddeti' şiddetle eleştirmekle" yetinilmiyor,
"belli koşullar altında devrimci başkaldırının
meşruluğunu kabul edilip halkın 'her türlü kölelikten'
kurtuluş özlemleriyle dayanışma" vurgulanıyordu.
(Löwy, 1996: 55)
(6) Perulu Cizvit Gustavo Gutierrez, Teología
de la Liberación'unda "kilise düzenini sarsan
ve yerleşik düzeni hedef alan belli fikirler geliştirdi.
En başa, Yunan düşüncesinden alınan düalizmden
kopmanın acil gereğini koydu: Varsayıldığı gibi
ne biri 'dünyevî' öteki 'uhrevî' olmak üzere iki
gerçeklik, ne de biri 'kutsal', öteki 'kutsal-olmayan
iki tarih vardır. Yalnızca tek bir tarih vardır
ve kurtuluş ve tanrının krallığı bu insanî ve
dünyevî tarih içinde gerçekleştirilmelidir. Tayin
edici olan, kurtuluşu yukarıdan beklememektir.
(...) Bu Latin Amerika için ne anlama gelir? Gutierrez'e
göre, kıtanın yoksul insanları 'kendi ülkelerinde
sürgündürler', ama aynı zamanda 'kurtuluşlarına
giden bir Exodus'un (Eski Ahit'te 'Çıkış' bab'ı
- S.Ö.) yoluna düşmüşlerdir.' Perulu teolog 'reformculuk
ve modernizmin eşanlamlısı'olan gelişme (=kalkınma)
ideolojisini, yani bağımlılığı daha derinleştirmekten
başka bir şey olmayan sınırlı, kararsız ve etkisiz
önlemleri reddederek tereddütsüz şunları açıklar:
'Ancak verili koşulların tümden yerle bir edilmesi,
mülkiyet sisteminin temelden değiştirilmesi, sömürülen
sınıfların iktidarı ele geçirmeleri, bir toplumsal
devrim bu bağımlılığa son verecektir. Bunlar sadece
sosyalist bir topluma geçişe izin verecek veya
en azından bunun olanağını yaratacaktır.'' (akt.
Löwy 1996: 56-57)
(7) Şili Komünist Partisi ile Katolikler arasındaki
diyalog konusunda bkz. ŞKP Politik Komisyon üyesi
Orlando Millas'ın makalesi. (Millas 1988)
(8) Monseigneur Oscar Romero'nun cenazesi sırasında
ordu katılanların üzerine de ateş açacak ve bu
kez 35 kişi yaşamını yitirecekti.
(9) Bkz. Özbudun (2006c).
(10) İçlerinden bazıları Carlos Marighella önderliğindeki
gerilla örgütü ALN'ye katılacaktır.
(11) Örneğin İslâmî İnsan Hakları Komisyonu'nun
2005 Haziranı'nda düzenlediği "Kurtuluş Teolojisi
ve Direniş Hakkı" başlıklı konferans.
(12) Son dönemlerde Latin Amerika'da İncil'in
özgün söylemine bağlılık üzerine daha fazla vurgu
yapan, Comblin'in ideologları arasında yer aldığı
"Özgürlük (Liberté) Teolojisi" arayışlarından
ayırt etmek üzere, "Liberation" terimi
için "Kurtuluş" kavramını kullanmanın
daha doğru olduğu kanısındayım.
(13) Polonyalı Papa Jean Paul II'nin papalığı
süresince kıtaya 18 kez gelmesi ve Küba dahil
tüm Latin Amerika ülkelerini ziyaret etmesi, kısmen
bu zemin yitimiyle ilişkilidir. (Compagnon 2006).
(14) Pentekostizm: İlkel kilisenin karizmaları,
Ruh-ül kudüs'ün vaftizi, çok sayıda dilde konuşma
yetisi (glossolalie) ve sağaltım yetisi ile bağlantılı
coşkuya dayalı bir Hıristiyanlık yorumu. Doktrin
açısından Havarîlerin İşleri kitabındaki Pentekost
anlatısına bağlıdır. Teolojik formasyon gereksinmeksizin
herkes vahyin konusu olabilir ve başarabilirse
çevresinde bir cemaati toplayabilir, zamanla da
karizmatik bir kurucu hâline gelebilir. Mütevazı
peygamberler aracılığıyla sokakta başlayan hareket,
zamanla medyadan ustaca yararlanmasını öğrendi.
Doktriner esneklikleri, yerli gelenekleriyle serbestçe
senkretize olmalarına olanak sağlamakta. Örgütsel
düzlemde ise, bölgesel ya da ulusal ölçekli "pastör
konseyleri" aracılığıyla sivil ve siyasal
yetkeler karşısında çıkarlarını korumaktalar.
(Bastian 2006)
(15) Bkz. Gros 2000:127-168, Bastian 2006, Compagnon
2006.
Kaynaklar
AMULÎ, Seyid R. (2005). “Özgürlük Teolojisinin
Evrenselliği ve Filistin Sorunu”, Haksöz, 175:
48-57.
BASTIAN, J. P. (2006). “Du catholicisme tout-puissant
à la diversification des mouvements religieux”,
Questions internationales, Mart-Nisan 2006, sayı
18 (Latin Amerika özel sayısı), ss. 71-78.
CAMPOS, G. G. (tarihsiz). Rahip Gerilla Camilo
Torres. Görev, Kişilik, Karar. İstanbul: Kaldıraç
Yayınevi.
COMBLIN (2003). Où en est la Théologie de la liberation?
L’Eglise catholique et les mirages du néolibéralisme.
Paris, Budapeşte, Torino. L’Harmattan.
COMPAGNON, O. (2006). “A la recherche du temps
perdu… Jean Paul II et l’Amérique latine”, Etudes
de la documentation Française, Amérique latine,
Polymnia Zagefka (ed.), Paris, 2006 (11-22)
GROS, C. (2000). Políticas de la Etnicidad: Identidad,
Estado y Modernidad. Instituto Colombiano de Antropología
e Historia. Bogota.
LÖWY, M. (1996). Marksizm ve Din. Kurtuluş Teolojisi
Meydan Okuyor. İstanbul: Belge Yayınları.
MILLAS, O. (1988). “Toplumsal Mücadelede Hıristiyanlar”,
Dünyaya Bakış, 3: 51-58.
ÖZBUDUN, S. (2006a). “Latin Amerika Yerlileri:
Yeniden!”. S. Özbudun (der.) Latin Amerika Yerlileri,
İstanbul: Anahtar Kitaplar.
- (2006b) “Latin Amerika’yı Biliyoruz…Ya Güney
‘Abya Yala’yı?” Kurtuluş, 5.
- (2006c). “ ‘Benim Üniversitelerim’: UCA Katliamı”.
S. Özbudun (der.) Latin Amerika Yerlileri, İstanbul:
Anahtar Kitaplar.
PROANO, L. (1988). “Adalet Olmadan Barış Olmaz”.
Dünyaya Bakış, 3: 59-62.
|