Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

46. Sayı - Aralık 2006

Hem uluslararası alanda, hem de coğrafyamızda oldukça önemli gelişmelere gebe yeni bir yıl geliyor. Gerçektende önümüzde çarpıcı gelişmelerle dolu bir süreç bulunmakta. Bu sürecin ana başlıklarını özellikle gündeme ilişkin yazılarımızda sıkça ifade ediyoruz. Gelişmelerin doğrultusu vurgu yaptığımız noktaları doğruluyor.
Öyle görünüyor ki, 2007, son birkaç yıldır biriken pek çok çelişkinin, çatışmanın yeniden biçimleneceği, kırılmaların ve yeniden yapılanmaların gerçekleşeceği bir yıl olacak. Kasım ayı bu bağlamda ele alınabilecek pek çok gelişmeyle, ipuçlarıyla doluydu.

***
Coğrafyamızdaki sistem-içi siyasetin odağında 2007’deki Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler bulunuyor. Artık istisnasız bütün adımlar bu iki olgu ekseninde biçimleniyor. Kartlar yeniden karılıyor ve taraflar ilk hamlelerini yapmaya girişiyor. Şimdiden ittifaklar için, hükümet senaryoları için beyin jimnastiği yapılıyor, atmosfer hazırlanıyor.

Hazırlanan CHP-MHP Koalisyonu
Sistem içi siyaset alanı 2007’ye doğru yavaş yavaş yeniden saflaşıp, netleşiyor. Bu cephenin en önemli cenahını, Genelkurmay’ın önderliğinde CHP ve MHP’nin ana partileri oluşturduğu, ideolojik, politik olarak azgın bir milliyetçilik söyleminden hareket eden, TÜSİAD başta olmak üzere oligarşinin hakim fraksiyonunun da dahil olduğu kesim oluşturuyor. Genelkurmay’ın organizasyonuyla şovenizm dalgası büyümesine karşın, ilginç bir biçimde onun desteklediği partiler bu dalgadan yeterince faydalanamıyor. Şovenizmin etkisi altındaki geniş kesimler, bu durumun sonucu olarak MHP veya CHP’ye büyük kütleler halinde kaymıyorlar. Gelişen şovenizm dalgası ırkçı fanatizmin derin etkilerini taşımasına karşın, esas olarak genel geçer bir milliyetçilik söylemi, ikiyüzlü bir “düşman dış güçler” ekseni üzerine kuruludur. MHP’nin ırkçı faşist söylemiyle pek çok noktada çakışmasına karşın, bu milliyetçilik dalgası MHP’nin söylemiyle tam olarak üst üste düşmüyor. Buna MHP’nin genel olarak imajı eklendiğinde, şovenizm dalgası yükselmesine karşın, MHP’nin oylarında ciddi bir artış görülmüyor. MHP, tescilli MİT’çi Devlet Bahçeli eliyle geçmişteki imajından ve ırkçı söylemden kısmen uzaklaştırılmaya çalışılmasına karşın, tablo henüz değişmiş değildir. Son MHP kongresi bu yöndeki yeni bir adımı daha ifade ediyor. Atılan adım, MHP’nin imajını ve duruşunu popüler milliyetçilik denilen genelkurmay çıkışlı şovenist dalgaya uyumlu hale getirmek ve CHP ile olası bir koalisyona hazırlamaktır.
Tam da bu noktada, sistem içi paylaşım mücadelesinde Genelkurmay önderlikli cenahın 2007 hedefleri de beliriyor; yapılacak genel seçimlerde AKP’nin yenilgiye uğratılması ve CHP-MHP koalisyonunun kurulması. Önümüzdeki aylar bunun altyapısının örülmesine dönük olacaktır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine dönük henüz hamle yapılmış değildir, ancak genel seçim konusunda bu cenahın tercihi aşağı yukarı netleşmiştir.
Genel seçim planı kabaca budur, işleyecek midir? Bu sorunun çok açık bir yanıtı şimdiden bulunmuyor. Ancak sonuç ne olursa olsun, özellikle ordunun duruşunda çok fazla geri adım atmayacağı açıktır. Kasım ayı başında Genelkurmay başkanının ordunun siyasetteki rolünün büyüklüğüne ilişkin AB’nin yaptığı açıklamalara yanıtı bunu daha net ortaya koymaktadır. Genelkurmay başkanı siyaset yapmıyoruz, ordu siyaset yapmaz nakaratını tekrarladıktan sonra; laiklik ve Kürt sorununda taraf olduklarını, tavır alacaklarını, bunun doğal olduğu, bunun Türkiye’nin özgün gerçekliğinin gereği olduğu anlamına gelen açıklamalar yaptı. Yani, seçimler ya da partilerin durumu ne olursa olsun biz borumuzu öttürürüz diyor. TC demokrasisinin sınırları böylece oldukça net biçimde çiziliyor.

AKP, DYP... İktidar Oyununun Diğer Aktörleri
İktidar oyununda elini güçlendirmek isteyen AKP, bu oyuna yeniden dahil olmak isteyen DYP, ANAP, Saadet Partisi vb. ise sistem içi politikanın diğer ana cenahını oluşturuyor. Bu kanatta yer alan partiler farklı ölçülerde de olsa, çeşitli sorunlarda mevcut politik yönelimleri zorlama ya da şu veya bu düzeyde aşma isteği içindeler. Hiç kuşkusuz, bu emekçiler lehine bir değişim isteğini ifade etmiyor. Esas olarak, iktidar oyununa dahil olmak için yeni bir açılım isteğinden kaynaklanıyor çabaları. AKP, her konuda Genelkurmay’la cepheden karşı karşıya gelmekten kaçınarak, küçük adımlarla mevzi kazanma oyununu devam ettirme çabasında. Bu küçük adımlarla ilerleme oyununun ilk büyük sınavı; ödülü ya da başarısızlığı Cumhurbaşkanlığı seçimleri olacaktır. AKP’nin bu konudaki tutumu henüz netleşmemiş olsa da, bu mevziyi kesin biçimde kazanmak istediği açıktır.

Ağar Ne İstiyor?
Bu noktada, en ilginç gelişme M. Ağar’ın özellikle Kürt sorunundaki çıkışlarıdır. M. Ağar’ın barışseverliğinin, ABD’nin politikalarına angaje olarak önünü açma isteğinden kaynaklandığını vurgulamıştık. Genelkurmay tarafından üstü çizilmiş olan Ağar ve ekibinin iktidar oyununa güçlü biçimde dahil olmasını sağlayacak hiçbir güç odağı bulunmamaktadır. TÜSİAD, MÜSİAD, Ticaret ve Sanayi odaları vb.’nin Ağar’ın arkasında aktif bir desteği bulunmamaktadır. Uluslararası destek bağlamında güçlü bir desteği yoktur. İdeolojik ve politik söylem olarak Genelkurmay’ın söylemlerini tekrar etmenin Ağar ve ekibine bir faydası yoktur. İşte bu koşullar altında, Ağar ABD’nin Kürt sorunundaki yaklaşımlarına ve Ortadoğu’da Türkiye’ye verebileceği olası rollerin sözcülüğüne soyunarak burjuva siyasetinde inisiyatif almıştır. İfade ettiği noktalar, Kürt ulusu için ulusal demokratik hakların tanınmasının tümüyle uzağındadır. Kürtleri, sadece Kuzeydekileri de değil, yayılmacı bir yaklaşımla Güneydeki ve diğer bölgelerdekileri de, ABD ile birlikte himayeci bir sömürgecilik geliştirerek denetime alma, bunun için PKK’yi sistem içine dahil etme; yani ABD’nin ve İsrail’in bu konudaki özlemlerini ifade eden bir plan Ağar eliyle siyaset arenasına sürülmüştür. Ağar bu planın bir diğer parçasını da, ABD eksenine girmiş ya da girme isteğinde olan Ortadoğu ve Kafkas ülkelerini birleştirecek bir federasyon olarak ifade etmektedir. Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan, Güney Kürdistan bölgesel hükümeti ve Suriye’yi de kapsayacak, Benelüks ülkeleri gibi bir birlik önermektedir. Böylece Rusya’nın karşısına, TC’nin önderliğinde ABD’nin emir erlerinden oluşan bir ülkeler koalisyonu çıkarılmış olacaktır. Böylesi bir gelişme, giderek güç kazanan Rusya’nın barajlanmasını sağlayacağı gibi, yeni bir güç ilişkileri ağı ve odağı da yaratacak Kafkasya ve Ortadoğu’da ABD’nin hegemonyasına ciddi bir güç katacaktır. Bu plan, Türkiye oligarşisi için AB yolunda yaşanacak kırılmalara karşı hem gerçekçi bir seçenek, hem de TC’ye bölgesel önderlik sağlaması nedeniyle iştahını kabartan plandır. Bu adımı ABD’nin isteğiyle mi, yoksa kendi inisiyatifi ile mi attığı da çok önemli değildir. ABD’nin coğrafyamızı ilişkin planları, söylemleri Ağar nezdinde en açık sözlü ifadesine kavuşmuştur. Bunun ABD’nin Ağar’a fiili desteğiyle tamamlanıp tamamlanmayacağı önümüzdeki günlerde görülecektir. En tıkanmış görünen ulusal sorunlarda, somut adımları ezen ulusun en gerici partilerinin ve liderlerinin attığı sıkça görülen bir durumdur. Ağar Kürt sorununa, ateşkese, Ortadoğu ve Kafkaslara ilişkin konuşurken, AKP’den çok daha rahattır, çünkü onu PKK işbirlikçiliği ile suçlamak en zor işlerden biridir. O, “devlet için bin operasyon” yönetmiş bir katliamcıdır. Savaşmış akil adam pozları diğerlerinin saldırılarını püskürtmek için önemli bir kozdur onun için. Hiç kuşkusuz böyle planlar çok yapılıp bozulmuştur. Bunun akıbeti de meçhuldür. Ancak ne olursa olsun, Ağar kendi cephesinden bir yenilik yaratmıştır.

Topallaşan AB Süreci
Kıbrıs Cumhuriyetine Türk limanlarının açılmaması bahanesiyle TC’nin üyelik sürecinin ciddi ölçüde askıya alınması sürecin diğer önemli gelişmeleri arasındadır. AKP’nin bu durumdan hiçbir biçimde memnun olduğu söylenemez. Ancak, AKP aslında bu gelişmeler karşısındaki tutumuyla, burjuva pragmatizmi konusunda olağanüstü bir deneyime sahip olduğunu ortaya koyuyor. Genelkurmay popüler milliyetçilik denilen olaylar ve söylemler örgüsü içinde şovenizmi körükleyerek AKP’nin karşısında alternatif bir siyaset örmeye çalışırken, AKP kendisine karşı geliştirilen bu dalganın karşısında durmak yerine, tersine bu dalgayla kendi meşrebince binmeyi başarmış, kendisine yöneltilen silahtan en çok yararlanan parti olmuştur. Bir yandan, Diyarbakır’da Kürtlere dönük ufak tefek mavi boncuklar dağıtılırken, Karadeniz’de ya da Türkiye’nin herhangi başka bir yerinde en şahin şovenist söylemler kullanılmıştır. AKP bu ikiyüzlü, korkak, pragmatist tutumun karşılığını da alıyor. Tüm kamuoyu yoklamaları en milliyetçi parti olarak beklenenin aksine MHP yerine, AKP’yi gösteriyor. Seçim atmosferine girilirken, AB’nin Rumlara dönük istemlerini kabul etmesinin kendisine karşı ciddi bir koza dönüştürüleceğinin farkında olan AKP, limanların açılması konusunda geri adım atmamış, en milliyetçiliği yine kimseye bırakmamıştır. Hiç kuşkusuz, seçimlerin ardından, hatta seçimlerden önce geliştirilecek gözboyayıcı bir formülle bu sorun aşılacaktır. Ancak, AB sürecinin üzerinden henüz daha bir yıl geçmeden, moral kırılmaların yanı sıra, böylesi pratik kırılmalarda yaşanmaya başlanmıştır. Oligarşinin AB umudu ve söylemi eski gücünü yitirmektedir. Bu durum, yakın vadede olmasa bile, Ağar’ın formüle ettiği türden seçeneklerin ya da başkaca ABD eksenli seçeneklerin geliştirilmesini, güç kazanmasını sağlayabilir.

Ateşkes Süreci ve Kürt Coğrafyasında Sel Felaketi
Kürt coğrafyası geride bıraktığımız ay içinde sel felaketleriyle sarsıldı. 40’ı aşkın emekçinin canını kaybettiği ve günler süren sel felaketinde sömürgeci oligarşinin tutumu gerçekten ibret vericiydi. Bölge felaket bölgesi olarak ilan edilmediği gibi, ciddi hiçbir yardım da almadı. Adeta bir kez daha, devlet tarafından cezalandırıldı. Diyarbakır gibi metropol bir şehirde dahil olmak üzere Kürt kentlerinin tümünün altyapısı yok denilecek bir düzeydedir. Ortada duran sorunlar Kürt coğrafyasına yapılan askeri yığınaklar için harcanan paranın çok küçük bir bölümü ile çözülebilecek sorunlardır. Bölgede her gün arzı endam ederek dağı taşı bombalayan helikopterler, amfibik araçlar vb. her ne hikmetse onlarca emekçi can verirken pek ortada görünmemiştir. Tayyip afet bölgesi ilan edilmesi talebi karşısında “ne var ki” diyebilmiştir. Sömürgeciliğin mantığı çok net biçimde işlemektedir. Sömürgenin canı cehenneme! Kuşkusuz, bütün bu olgular Kürt coğrafyasının belleğine işlemektedir ve mutlaka siyasal karşılığını bulacaktır.
Öte yandan, PKK’nin ilan ettiği ateşkes sürecinin arka planı giderek daha da açığa kavuşuyor. ABD isteği ve AKP’nin talebinin bu noktada belirleyici olduğu açığa çıkıyor. AKP’nin Cumhurbaşkanlığı ve genel seçim öncesinde genel bir sükunet atmosferi yaratma ve böylece “terörü sizin döneminizde azdı” söylemini boşa çıkarma isteğinin belirleyici olduğu görülüyor. Ortada herhangi bir demokratik açılım isteği bulunmamaktadır. Ateşkes vb. taktik süreçler genel olarak egemen sınıfların şu ya da bu kesiminin güç mücadelelerinin manivelası olarak talep ediliyor ve bu güçlere hizmet ettiği ölçüde devam ediyor.
Kalıcı ateşkes yönünde PKK’nin ısrarlı istek ve talepleri oligarşi cephesinde bir karşılık bulmuş değildir. Oligarşinin buna yanıtı en ilerisinden operasyonların yaklaşan kışla birlikte bitirilmesi olabilir. Ki bu da şüphelidir. PKK’nin Kasım ayı içinde devam eden operasyonlar ve ateşkese yanıt verilmemesi nedeniyle savaşın yeniden başlayacağı yönündeki mesajları ve ardından Öcalan’ın Mayıs 2007 tarihine kadar beklenebileceğini ifade etmesi, PKK’nin en azından bu kez ateşkesle kısmi tavizler koparma yönündeki güçlü isteğini ifade ediyor. ..

Uluslararası Gelişmeler... Mücadele Mevzileri Büyüyor...
ABD emperyalizminin imparatorluk hayalleri zavallı söylemlere dönüşüyor. Henüz sistem içinde kendisine karşı güçlü bir seçenek oluşmadığı için, sistemin önemli aktörlerini şu veya bu düzeyde kendi politikalarına entegre eden ya da güçlü bir karşı koyuş geliştirmelerini engelleyen ABD emperyalizmi yeni-sömürgelere karşı giriştiği savaşlarda ise yenilginin eşiğinde bulunuyor. Ortadoğu’yu yeniden düzenleme gibi büyük iddialarla Irak’ı işgal eden, Filistin’i İsrail eliyle adeta her gün yeniden yeniden işgal eden, Afganistan’da haçlı seferi yürüten ABD, her üç cephede de giderek bozgun atmosferine giriyor. Gerileyen ekonomik ve siyasal gücünü, askeri gücünün devasalığı ile dengeleyen ve bu alanda kendi rakipsiz gören ABD emperyalizmi, yürüttüğü savaşlarda yaşadığı başarısızlıklarla bu büyük kozunu da artık kaybetme noktasına geliyor. Hiç kuşkusuz, bu hemen olmayacak ancak gerileme açıktır ve bu en üst düzeydeki askeri ve siyasi yetkilileri aracılığıyla itiraf edilemektedir. Afganistan’ın Kabil ve işbirlikçi kuzey bölgesi dışında inisiyatif kaybedilmiştir. Orta ve Güney bölgelerin ezici bir bölümü direniş güçlerinin eline geçmiş durumdadır. Kabil’de patlayan ve büyük can kayıplarına yol açan bombalamalar, başkentte de otoritesinin zayıflamaya başladığını gösteriyor. İngiliz ve Amerikan genelkurmayları Orta ve Güney Afganistan’da inisiyatifin kaybedildiğini, savaşın da kaybedilmesinin bir zaman meselesine dönüşmeye başladığını açıkça itiraf ettiler. Emperyalist kabadayılar durumun vahameti karşısında, ülkede bulunan NATO güçlerinin artık tüm Afganistan çapında muharip olmasını, yani doğrudan savaş operasyonlarına katılmasını istiyorlar. Tabii ki, bu noktada en çok bastırılan ülkelerin başında Türkiye geliyor. Geçtiğimiz günlerde yapılan NATO zirvesinde ABD emperyalizmi istediğini kısmen kopardı. Türkiye, 300 kişilik bir birlik ve helikopterlerle, Kabil dışında da operasyonlara katılacak. Ayrıca Afganistan’da bulunan tüm NATO güçleri operasyonel güç olarak kabul edildi. Hiç kuşkusuz ki, bu yeni düzenlemede emperyalistlerin gerileme tablosunu esastan değiştirmeyecektir. Gerileme yavaşlayabilir, ancak Afganistan’ın emperyalistlere yar olması olasılığı artık çok düşüktür.
Irak’ta ise durum ABD emperyalizmi ve her yerdeki baş suç ortağı İngiltere için en az Afganistan kadar kötüdür. Direniş büyümekte ve kontrol kaybedilmektedir. Direniş durdurmak için denenen tüm yollar ellerinde patlamıştır. Artık büyük askeri, ekonomik ve siyasal kayıplara uğramadan Irak’tan nasıl çekilineceği tartışılmaktadır ABD cephesinde. Irak’taki yükselen direniş, ABD seçimlerini de doğrudan belirlemiş ve Bush’un cumhuriyetçileri yapılan ara seçimler sonucunda hem Kongre’de, hem de Temsilciler Meclisinde çoğunluğu kaybetmiştir. ABD seçmenlerinin çoğunluğu oylarını Irak’taki duruma bakarak kullanacaklarını söylemişlerdir. Irak’taki durum ise vahimdir. Direniş böylece ABD emperyalizminin siyasal iradesinin oluşum sürecinde ilk sonucunu yaratmış, ilk yarılma gerçekleşmiştir. Bunu savunma bakanı Rumsfeld’in istifası izlemiştir. Sadece bu da değil, ABD emperyalizminin Ortadoğu planları da direniş karşısında giderek parçalanmakta ve birer hayale dönüşmektedir. ABD, en yakın olası saldırı hedefi seçtiği İran ve Suriye’den Irak’taki durumun düzeltilmesi için açıkça yardım isteyecek konuma düşmüştür. Direniş henüz ABD emperyalizmini yenecek güçte değildir, büyümekte ve ilerlemekte, kökleşmektedir. Halkla bütünleşmiş bir direnişin, şehir gerillasının dünyanın en güçlü askeri gücünü dahi nasıl perişan edebileceğinin en iyi örneklerinden birini yaşanmaktadır. ABD emperyalizminin güçlüyüm, her istediğimi yaparım havası kırılmaktadır.
Askeri gücüyle herkese meydan okuyan ABD emperyalizmi Afganistan’da kırlarda, Irak’ta ise şehirlerde gelişen gerilla faaliyetlerinin karşısında tek kelimeyle çaresiz konuma düşmüş durumdadır. Halkların direnişi ve savaşımının emperyalistlerinin büyük güç afra tafralarını tuzla buz edebileceğini bir kez daha görülüyor.
Filistin’de neredeyse her gün tekrarlanan işgal durumu karşısında direniş taviz vermiyor. Hamas, El Fetih ve İsrail-ABD ikilisi arasında üçlü kıskaçta olan Filistin halkı herşeye karşın ileri hamleler yaparak, kimi zaman geri çekilerek direnişini sürdürüyor. Amerikan-İsrail planları yürümüyor.
Ortadoğu’da bu gelişmeler olurken, Meksika’da Oaxaca’daki halk direnişi büyüyerek sürüyor. Emekçilerin demokratik direnişlerinin her gün yeni biçimleri başta Latin Amerika olmak üzere tüm dünyada boy veriyor. Oaxaca direnişi aylara yayılan direngenliği ve militan tarzıyla emperyalizm ve işbirlikçilerine karşı ezilen halkların kendi yaşam seçeneklerini oluşturma kararlılığını gösteriyor, bu noktada öğretici bir deneyim oluşturuyor.
Venezuela’da halkçı başkan Chavez’in tüm emperyalist güçlerin birleşik ortak çabasına karşın seçimleri rahat biçimde kazanması demokratik halk hareketinin güçlü biçimde kökleşmeye başladığını gösteriyor.
Ortadoğu ve Latin Amerika’daki bu gelişmeler 2007’ye akarak ve daha da derinleşerek büyüyecektir. Önümüzdeki yıl bütün bu süreçlerin güçlü sonuçları yaratmasının muhtemel olduğu bir yıldır.

2007: Daha Büyük Mücadeleler İçin...
Büyük mücadeleler ideolojik, politik, örgütsel, askeri vd. alanlarda buna uygun birikimleri gereksinir. Bugün bölgemiz Ortadoğu’da, dünyanın diğer bölgelerinde, coğrafyamızda gelişen büyük mücadele dinamiklerine devrimci yanıtlar oluşturabilecek bir devrimci birikim henüz yaratılabilmiş değildir. Yeniden inşa sürecimiz bu birikimi yaratmak için her cephede planlı çalışmanın adıdır. Büyük bir devrim hareketi yaratmak için ilerliyoruz. Bugünkü süreç küçük adımlarla ilerliyor. Yeniden inşanın mantığı budur. Küçük adımlar ve sıçramalar...
Bu süreçte sistemin siyaset alanının tartışmaları ekseninde konumlanmak yerine, emekçilerin gerçek sorunlarından hareket ederek devrimci çalışmayı örmek zorunludur. Gerçek sorunlara devrimci yanıtlar; sürecin gereksinimi budur.
Yakın dönemde bütçe görüşmeleri gündemdedir ve aralarında devrimci sosyalist hareketin de bulunduğu çeşitli devrimci ve demokratik güçlerin oluşturduğu Halk İçin Bütçe Platformu, insanca yaşam için bütçe talebini yükseltiyor. Bu küçük ama emekçilerin sesinin, istemlerinin ifadesi olan çalışmayı bulunduğumuz her alana yaymalıyız.
Filistin halkıyla dayanışma faaliyetleri sürüyor, tüm emekçiler nezlinde oldukça meşru bir temele sahip olan bu çalışmayı mutlaka geliştirmeliyiz. Yozlaşmaya karşı bulunduğumuz bütün alanlarda sabırlı ve dikkatli bir faaliyeti uzun vadeli olarak geliştirmek zorunludur. Devrimci sosyalistler bu görevi güçleri oranında omuzlamalıdırlar.
Kürt coğrafyasında tablo açıktır. Kürt ulusunun ulusal demokratik talepleri ortadadır ve bunun tek bir açık anlamı vardır: kendi kaderini tayin hakkı. Bunun unun dışındaki seçeneklerin sistem içi kanallarda erimesi kaçınılmazdır. Kürt ulusuna dostluk ve birlikte mücadele ateşkesi destekleme, desteklememe vb. ikilemleri içine sıkıştırılamaz. Kürt sorununda politikayı yapmayı bu ikileme sıkıştıranların gerçekte politikasız oldukları, bir tabiyet ilişkisi geliştirdikleri açıktır. Bugün tamamen postmodern milliyetçi kulvarda hareket eden PKK’nin savaşıp savaşmayacağı ve nasıl savaşacağı kendi sorunudur. Devrimci sosyalistler açısından bugün üzerinde durulması gereken nokta, ortadaki tablo içinden Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını tutarlılıkla nasıl savunulacağı ve Kürt coğrafyasında devrimci sosyalist bir hareketin nasıl geliştirileceğidir. Kürt coğrafyasındaki tüm arayışlarımız bu eksene yoğunlaşmalıdır. Yoksa bol bol durum tahlilleri ve PKK’nin ne yapacağı sorusunda da değil.
Nesnel gerçekliğin bütün boyutlarını sıkı biçimde analiz etmek sonuçlar çıkarmak, pratik gündemimizi ise dönemsel temel hedeflerimiz ve emekçilerin sorunları ekseninde biçimlendirmek; bütün gelişmeleri bu bilinçle kucaklıyoruz. Yürüyüşümüzü bu bilinçle büyüteceğiz.

 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19