Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

46. Sayı - Aralık 2006

Betül yoldaşın aramızdan ayrılması, sadece Partimiz için değil, onu tanıyan tüm devrimcilerin ortak değerlendirmelerinde olduğu gibi,TDH açısından da önemli bir kayıptır. Betül, hem 12 Eylül yenilgisi ve bu yenilginin uzun yıllara yayılması, hem de dünya ölçeğinde sosyalizmin büyük geriye düşüşünün tüm sonuçlarının yaşandığı bir süreçte, düzene ve düzen içi yaşama karşı, devrim ve sosyalizm kavgasını seçmiştir. Yani bir başka değişle o, devrimci hareketin yükselme ve devrimciliğin “moda” olduğu bir tarihsel süreçte değil, devrimciliğin en zorlu olduğu, sosyalist hareketin genel yenilgisinin ülke içi gerileme dinamikleriyle buluştuğu ve bu koşullarda, bir dizi öznel ağırlıklarla, yeni bir devrimci dalganın yaratılmasının zor olduğu, bu zorlukların her alanda yaşandığı, adeta akıntıya karşı kürek çekildiği koşullarda, zor ve bir o kadar da onurlu yaşamı seçmiştir. Betül’ün kişisel devrimci tarihi, tam da bu zorluklara karşı, büyük bir irade, bilinçle mücadele ve evrensel boyutları olan devrimci yenilenme eylemiyle tarihsel ve siyasal birikim üzerinden yeni bir devrimcilik biçiminin yaratılması tarihidir.
12 Eylül süreci, bunun üzerine düşen “reel sosyalizm”in çözülüşü ve genel gerileme, devrimimiz için adeta yıllara yayılan yenilgi ortamını yaratmıştır. Özellikle kendiliğinden nitelikleri ön planda olan Zonguldak işçi direnişi ve bu süreçte devrimci hareketin örgütsel zeminde sınırlı toparlanmasını bir yana bırakırsak,1996 bu toparlanmada bir kilometre taşıdır. TDH ve onun bir parçası olarak Partimiz, genel yenilgi ortamını dağıtmak için sınırlı bir toparlanmayı 1991-96 sürecinde yaşamış, ama bu süreç, en başta ciddi ve bütünsel bir yenilenme eyleminden yoksun olduğu için, 96 1 Mayıs ve ÖO sürecini bir “zirve” olarak tanımlarsak, bundan sonra hızla geriye düşmüş, devrimci hareketin almış olduğu örgütsel darbeler, genel gerilemenin önünü açmıştır. Bu sınırlı toparlanma ve sürekli geriye düşüş kısır döngüsü, son olarak 19 Aralık genel saldırısı ve büyük ÖO süreci ile devam etmiştir. Bir anlamda 19 Aralık genel saldırısı ve büyük ÖO direnişi, 12 Eylül’den bu yana yaşanan yenilgi sürecinin tam bir resmidir. Bir yandan her şeye rağmen tarihsel ve siyasal kökleri olan direniş dinamiği, diğer yandan eskiyi tekrar ile yetinen ve kısırlaşan devrimcilik biçimi ve hızla düzen içine kayma, postmodern reformizm... Ülke dinamikleri devrim için nesnel koşulları hızla yaratırken, ne sosyalizmin geriye düşüşünden cesaret alıp devrimi gündeminden çıkaran reformizm, ne de siyasal-teorik, örgütsel, kültürel her alanda kaba tekrarla yetinen bir devrimcilik çözüm üretemez. En son,19 Aralık ve büyük ÖO direnişi süreci, bunların çözüm olamadığını, bu anlamda bir sürecinde, “muhalefet” olma ile yetinen ve bunu düzene eklenerek yapan “solculuk” ve sadece direnişle yetinen bir devrimcilik biçiminin kapandığını ifade eder.
Betül yoldaş, bu gerileme sürecinde devrimciliği seçti; tüm düzen içi arayışları, “yeni” adına eskimiş reformist anlayışları ve geri, kendini tekrarlayan kaba bir devrimciliği eleştirerek, devrimci sosyalist hareketle buluştu.
Doğrusunu ifade etmek gerekirse, Betül ile Partimizin buluşması, Betül’ün Parti saflarında mücadeleye atılması, Partimizin en zorlu süreçlerinden birinde yaşandı. 1996 1 Mayıs’ı yenilgi sürecinin sürekliliği içinde sınırlı bir toparlanmaysa, bundan sonrası ise hızla bu noktadan geriye kaymadır. Partimizde de bu “geriye kayma” bize özgü ilişkilerle yaşanmış, bu süreçte Partimiz hızla ve adım adım küçülmüş, en ciddi birikim ve güç biriktirdiği alanlar başta olmak üzere, her alanda doğal bir tasfiye süreci yaşanmıştır. İdeolojik alanda, belki TDH’in en diri hareketiyiz ve yenilenme dinamikleri, eleştirel yaklaşım tutumumuz hiç de küçümsenecek düzeyde değildir; ama bunu kendi içinde sistemli ve bütünsel bir yenilenme hareketine bağlamakta zorlanmaktayız. Örgütsel alanda hızla kan kaybetmekteyiz, hiç bir alanda bütünlüklü ve sistemli faaliyet kalmamış, adeta “örgütlü örgütsüzlük” yaşanmaktadır. Politik alanda ise, tam da buna paralel son derece geri bir noktada, adeta kendi dışımızda akıp giden sürece takılmakta, ondan kopmama mücadelesi vardır. İdeolojik, örgütsel ve kültürel karakteri olan parti tarzı ve duruşu, tarihsel zaaflardan da beslenerek bu süreçte bozulmuş, bütünlükten yoksun hale gelmiştir. Böylece, adata bir ideolojik grup, hatta bir çevreler toplamına dönüşmüştür.
Aynı süreçte sol ve devrimci hareket bizden farklı değildir. Bir yanda reformizm hızla kendi alanını açmakta, sosyalizmden uzak, demokrasi, yani burjuva demokrasisi ile yetinen bir bakış, “sol”dan düzeni onaran bir anlayış egemen olmaktadır. Demokratizm, reformizmde içseldir; siyasal olarak Kemalizm’den beslenerek Kürt hareketine karşı sosyal şoven bir tutum, örgütsel alanda “açık parti” adı altında yeraltı çalışmalarını bir yana atarak legalizm her şeyi yapma ortak eksendir. EP, SİP(TKP) ve ÖDP’de ifadesini bulan anlayış ve yapılanmalar tam da bunlardır. Devrimci kesim ise, reformizmle aynı kanaldan, demokratizmden beslenmekte, en ilerisinden, yıllara yayılan siyasal ve teorik geriliği tekrarlamakta, direniş dinamiğini siyasal yenilenme ile bütünleştirememekte, ufalanma ve bölünme yaşamaktadır. Bu süreçte, emperyalizmden çözüm bekleme ve arayışları olsa da Kürt hareketi hala devrimcidir ve siyasal öznedir. Devrimci hareket, bu dönemde giderek siyasal süreçten kopmakta, Kürt devrimci dinamiğinin gölgesinde kalıp kendi yolunu açamamaktadır. Dahası devrimci harekette içselleşen çocukluk hastalığı her alana ve ilişkiye yansımakta, sol içi şiddet çeşitli uyduruk, şiddeti meşrulaştıran gerekçelerle savunulmakta, rekabet ve nispeten örgütsel alanda toplu olanlar (siz bunu cezaevinde sayısal olarak fazla olanlar olarak okuyun) kendini dünyanın “merkezi” sanmakta, hatta özelikle bir direniş dinamiği olan cezaevlerinde devrimci hareketi keyfi ve öznel biçimde çeşitli kategorilere ayırma ve bölme cesaretini göstermektedir. Başkalarının zayıflığını kendisi için güçlülük olarak gören, ilkesel ve genel devrimci yaklaşımı bir yana atıp günü kurtarmak için pragmatizmin en yoz türünü yaşam biçimine dönüştüren, değil yarını, içinde bulunduğu süreci bile değerlendirmekten uzak bu devrimcilik biçimi, devrimimiz ve sosyalizmin devası sorunlarına çözüm üretemez.
Betül, işte bu siyasal ortamda net biçimde devrimciliği ve bu devrimciliği de partimizde yapmayı tercih etti. Yukarıda da vurguladığımız gibi, partimizin en olumsuz koşullarında, adeta bir ideolojik grup olmaktan bile hızla uzaklaşan örgütsel yapımızda, tüm yokluk ve yoksunluklara karşı kesin bir inançla göreve başladı. Doğal olarak bu süreç, bir yandan hızla devrimciliği en iyi biçimde yapmak, ama bunu yaparken eski yaşam biçimi ile keskin bir hesaplaşma içinde olmayı gerektirmektedir. Betül, net biçimde devrimcilik yaparken, hatta egemen ideoloji ve burjuva yaşama karşı dururken, bu duruş, her genç devrimcide olduğu gibi, kimi zaman sekterlik, kimi zaman sol ve devrimci hareketin yanlışlarına karşı tepki biçiminde kendini dışa vurmaktaydı. Kendine özgü doğrusu olmayanların, özgünlüğü olmayanların, yenilenerek doğru, ML bir kalıpta biçimlenmesi mümkün değildir. Betül, bu tip hatalar içindeyken bile kendi doğruları olan yoldaşımızdı ve özellikle devrimci yenilenme ekseninde yeniden inşa sürecimizde hızla olgunlaştı, kendini her gün aştı ve partimizin tartışmasız hep parlayan yıldızı oldu. Her göreve talip oldu, verilen her görevi başarı ile yerine getirdi. Çok hızlı ve güçlü olarak, özellikle ideolojik alanda gelişti, bunun için gece gündüz okudu, özelikle Lenin’i okumak onun için bir aşktı. İdeolojik gelişim için sistemli okumak ve tartışmak bir yöntemdir, ama bununla yetinilemez, bunu yazarak, hatta bu üretimi kolektif parti üretimine dönüştürmek de oldukça önemlidir. Betül, kendi birikimini ortak parti birikimine dönüştüren nadir yoldaşlardan biriydi. Partinin tüm yayınlarını takip etti ve bir devrimci kurtuluşçu, partili olarak her konuda, eleştirileri ve önerilerini partiye bildirdi. Rapor sistemi, parti yaşamının en temel, olmazsa olmaz kuralıdır. Betül bunu en iyi kavrayan yoldaşlardan biriydi ve tüm faaliyetlerini düzenli raporlar haline dönüştürdü, bunları Partiye sundu. Bu raporlardan Parti çok şey öğrendi, politikalarını oluşturmasında bu raporların katkısı oldu. Parti yaşamı ve düzenli bir faaliyet için zorunlu olan toplantılara, niteliği ne olursa olsun, ister bir eğitim çalışması, ister bir komite toplantısı, o hep düzenli ve hazır geldi. O, tüm bunları sadece bir partili olarak, parti yaşamının bir parçası olarak değil, kendini her gün yeniden örgütlemek ve ideolojik gelişme açısından da yapıyordu. Dosta ve düşmana tavrı netti ve partili kimlik ve duruş sahibiydi. Sayısız gözaltılarda net ve sorumlu tavrı ile partiyi temsil etti. Cezaevlerinde 19 Aralık ve büyük ÖO direnişinde hep yoldaşlarının yanında oldu, direnişin dışarıdaki bir parçası, örgütleyicisi oldu. Devrimci dostlarla ortak kavga sürdürdü, yaşamında devrimci olmayan her şeyi, özel yaşamının bazı unsurları dahil, elinin tersi ile iteledi.
Tüm bunlardan dolayı, devrimci yenilenme ekseninde yeniden inşa sürecimizde, önemli bir adım olan parti çalışmalarına tüzel kimlik kazandırma sürecinde “kim partili olacak” sorusunda ilk ve tartışmasız akla gelen yoldaş oldu ve tüm yaşamını parti, devrim ve sosyalizm için adayacağının andını içti, partili olma onurunu yaşadı.
Betül yoldaş için, “en temel özelliği nedir” diye bir soru sorulsa, onu tanıyan herkes için ilk akla gelen, yoldaşlarını ve partiyi çok sevmesi, sınırsız bağlılığıdır. Bu bağlılık, bir İslamcının tanrıya, bir aşığın sevgiliye, bir çocuğun anne ve babasına vb. gibi bir bağlılık değil, ideolojik, örgütsel, kültürel ve politik boyutları olan bir bağlılıktı. Yani o, parti ve yoldaşları ile ilişkisini sadece duygusal ve insani düzeyde değil, ideolojik, örgütsel, politik ve kültürel düzeyde, bu düzeylerin getirdiği bin bir bağla kuruyordu. Ya da tam tersi, yani o, bu bağları, aynı ideolojik ve örgütsel sürecin bir parçası olarak değil, bu temelde bir görev ve ilişkiler sistemi içinde değil, aynı zamanda bir insan olarak en yüce duygular içinde bunu yaşıyordu. Bundan onun parti ve yoldaşları ile kurduğu ilişki, kendini onlardan koparmayan, her şeyi paylaşan, parti denilen ailenin içinde bir özne olarak, bu aidiyet duygusu içinde yaşamını ve mücadeleyi örgütlüyordu.
Her kim, parti yaşamında, özel mülkiyet ve onun en gelişmiş biçimi olarak kapitalizmden, insana yabancılaşmış kimlik ve yaşam biçimlerinden soyut ilişkiler bütünü olacağını düşünüyorsa o yanılıyor. Parti yaşamı, özel mülkiyet ve yabancılaşmanın her zerresini reddeder ve kendini komünizm temelinde kurgular. Bu bir zirvedir, ama insanların, parti sempatizanları, üyeleri ve kadrolarının her düzeyde bunlardan arındığı söylenemez. Arınma, mücadele içinde, her düzeyde bütünsel gelişme ile yaşanır ve Che’nin tanımlaması ile “yeni insan”a, komünist kimliğe ulaşılır. Şu veya bu nedenle devrim ve parti saflarında mücadeleye atılan insanlar, devrim sempatizanları, yeni bir dünya için mücadele ederken, bu yeni dünyayı kendi ilişkilerinde yaratırlar ama doğal olarak eski dünyanın özel mülkiyet ve onun en gelişmiş biçimi olan kapitalizmin ve ona ait yaşam ve kültürel özelliklerinden tam kopamazlar.
Bencillik, rekabet, yalan, dedikodu, hırs, kendini her şeyin merkezine koyma, ahlaki yozlaşma vb. içinde yaşanılan sistemin birer unsuru olarak parti yaşamına sızar ve her vesile ile yeniden kendini üretir. Eğer partili birey, günlük yaşam ve mücadele içinde sürekli kendini yenileyip örgütleyemezse, bu insanı körelten ve zehirleyen unsurlar bir biçimde, bazen de hiç farkına varılmadan kendiliğinden ürer, yaşamımıza olumsuz katkı sunar. Partimizin ve başka partilerin düşmandan daha çok bu alanda mücadele etmesi boşuna değildir ve bu mücadele zorunludur. Bu mücadelede yol alamayan, bu mücadeleyi sürekli ve sistemli yapamayan bir partinin başarılı olması mümkün değildir. Bundan dolayı, devrim ve sosyalizm için mücadelede, komünizm temelinde kendini kurgulayan parti yaşamında, kimileri bunu zirvede yaşar, kimileri ise çeşitli düzeyde özel mülkiyet ve yabancılaşmayı partiye taşır. Betül, bunu zirvede yaşayan yoldaştı ve parti yaşamını aşağı çeken her ilişkiyi reddeden,ona karşı sistemli mücadele eden bir özelliğe sahipti.
Hem partiyi ve yoldaşları sınırsız, hesapsız seveceksin, hem de parti yaşamına sızan geri ve düzen içi unsurlarla, sürekli mücadele edeceksin. Burada bir çelişki yoktur, diyalektik ilişki vardır. Betül, bu ilişkiyi, ideolojik sağlamlık, örgütsel alanda sistemli çalışma ve politik kararlılık içinde kurar, örneğin sık sık karşımıza çıkan, “iki arada bir derede”, bir gün “en kararlı savaşçı”, diğer gün kafası karmakarışık “bunalım” üreten tiplerle arasına mesafe koyardı.
Ağır ve sorumluluk isteyen yeniden inşa sürecimiz adeta “eksi” düzeylerde başlarken o, bu süreci ilk adımlayan, bu sürecin bir granit gibi ardında olan yoldaştı. Betül yoldaşın da önemli katkıları ile bu süreç adım adım ilerledi. Her ilerleme yeni sorunlar yarattı ve her adım bir başka adımla tamamlandı. Adeta akıntıya karşı kürek çekiliyordu ve tüm bunlarla mücadelede güçlü bir silahımız olan ideolojik çizgimiz ve kararlılığımızdan başka olanaklara sahip değildik. Yani bu süreç başarılacaktı ve bunu başarmak kolay günlerin, her şeyi partiden bekleyen, yürüyen arabaya bir “omuz vermek”le kendini sınırlayan devrimci tiplerin işi değildi.
Doğrusu, hareketimizin gerilemesine paralel olarak 1996-2002 sürecinde, aslında bu geri statükoya alışmış, ona dayanarak bir yandan en keskin laf eden ama bir gram bir şey üretmeyen “yarım devrimciler” parti saflarında hiç de az değildi. Betül bunlardan değil, bu süreci ilk omuzlayanlardandı. Açlık, olanaksızlık, dağılan örgütsel işleyiş, vb. içinde, en küçük işlerin bile yürütülmesinde binbir zorluk içinde bu süreç adımlanacaktı; Betül bunu en önde göğüsleyen yoldaştı. Bir gün bile sızlanmadı, bir gün bile “şu yok, bu iş olmaz” demedi. Her adımı büyük bir coşku ile karşılar, her hata ve geri kaymalarda sorumluluğu paylaşır ama bir annenin çocuğunu rahminde besleyip doğurması, bu çocuğun her gün büyütülmesi gibi, bu sürece sahip çıkardı.
Hastalığı, devrimci görevlerini son dönemde aksatıyordu. O başka hastalıklarla kavga ederken, tümden güçten düştüğü günlerde, “en kötü” hastalığı öğrendi. Tanımı zor günler... Büyük bir direniş...Umut ve umutsuzluk...Çaresizlik ve acı... Her şey iç içe, karmakarışık. Tüm yoldaşlarda sahiplenme var, parti Betül’ün yanında. O, bunu biliyor ve direniyor. Ölüm ve o tanımı zor sınırsız sevgi adeta aynı mecrada akıyor. Betül, ölüm ile sınırsız sevginin tam merkezinde yine özne ve herkesten daha güçlü. Doktorlar buna şaşırıyor, “çok güçlü” diyorlar. Onlar bu gücün kaynağını tam anlayamıyorlar, ama Betül de, parti de bunun farkında. Betül parti oluyor, parti Betül...
Ölüm ne ki? Ölümü kaç kez, ezilenlerin tarihinde, Spartaküs’lerden bu yana rezil etmedik mi? Mahir Kızıldere’de, Atilla ve Tamer Haziran günlerinde, Kadir ve Ahmet idam sehpalarında, Serpil heval ateşin içinde, Alp Ata 19 Aralık direnişinde kurşunlara karşı ölümü yenmediler mi? Sadece bunlar mı, M. Suphiler, Denizler, İbrahimler, şehir ve kırda kuşatma altında binlerce şehitlerimiz, ÖO şehitleri, yani baştan başa kızıl bir şerit gibi devrim ve sosyalizm tarihimiz, ölümü yenme tarihi değil mi? Ölümün yüzü soğuktur, bizler ölmek için değil daha aydınlık, özgür bir gelecek için savaşırız. Ama bu mücadelede ölüm, adeta yanı başımızda olur, her gün onunla dans ederiz. Bilinç ve cesaretle ölümle yüzleşiriz ve onu, aslında devrimciliğimizin en onurlu günlerinde, çoğu kez yaşarken kafamızda yeneriz. Yine de ölüm soğuktur, ölümü düşünürken onu kafamızda ve yüreğimizde yensek de bizi rahatsız eder. Neden? Çünkü, her ne olursa olsun, devrim ve sosyalizm için, bunlar partide cisimleştiği için, parti ve cephe için, kendimizi bu mücadeleye daha çok katmak için acı çekeriz.
Ya sevgi?
İnsanın insanlaşmasında en güçlü duygu biçimi sevgidir. Her sorun ve olguda olduğu gibi, sevgi de sınıfsaldır. Soyut bir insan sevgisi değil, insanın sınıfsal konumu ve bu ilişkiler içinde yarattığı sevgi somut olandır. Bu yüzden biz, tüm insanlığın kurtuluşu için, tüm insanlığı birikimine dayanarak proletaryanın kurtuluşunu, buradan tüm insanlığın kurtuluşunu savunuruz. Sevgi, emekle oluşan ve öznesine göre değişik biçim alan duygu biçimidir. Eğer sen insanlığın kurtuluşu için devrim ve sosyalizm kavgasında, özgür iradenle, hiç bir çıkar gözetmeksizin, proletaryanın çıkarından başka hiç bir çıkar tanımadan bir kavgaya atılmışsan, bu kavga kendi sevgi biçimini yaratır. Bu sevgi, parti sevgisidir, bu ilişkiler içinde kurulan yoldaşlık sevgisidir. Özel mülkiyetin her biçimini reddeden, her adımı emek olan, ortak amaç için, ortak kavgada her şeyi paylaşıma dayanan bu sevgi, tüm ezilen sınıfların birikimini temsil eder. Tanımadığın halde, bu ilişkiler içinde, ama aynı biçimde düşünen, aynı kaygıları ve zorlukları paylaşan, aynı kavganın insanları birbirine bu sevgi ile bağlanır. Bir sevgi, ne kadar yüce hedeflere bağlanırsa o kadar büyür. Komünizm gibi insanın insanı sömürmediği, tüm eşitsizliklerin toplumsal eşitlikle yok olduğu, insanın çok yönlü gelişmesi içinde tüm baskılardan kurtulduğu bir toplumsal düzen için savaşıyorsan, bu temelde yaratılan sevgi de bir o kadar yüce olur. Bu sevgide mülkiyetin, çıkarın, bencilliğin, rekabetin, iki yüzlülüğün, basit hesapların, insana yabancı her şeyin zerresi yoktur; hesapsız, çıkarsız, toplumsallaşmış bir sevgi insanı insanlaştırır, onu tüm prangalarından kurtarır. Bu sevgi, insan için, devrim ve sosyalizm savaşçısı için bir iç dünya zenginliğidir, yaşama bağlılık ve yaşamı üretme kaynağıdır. Başka unsurların yanı sıra, bu sevgi ile en zor anlarda, örneğin işkencede tek başımıza tüm işkencecileri kendi mekanında yeneriz, zindanlarda direnişi bir yaşam biçimine dönüştürürüz. Bu sevgi ile, paylaşma ve dayanışma gerçek anlamını bulur, düşmana işkencede, o bazı faaliyetlerimizi tespit etse bile, tek bir kelime sır vermeyiz, yoldaşlarımızı ve parti sırlarını yaşamımız pahasına koruruz. Bize, “önce yoldaşlar ve parti” dedirten budur. Neden bazı çalışmalarda, didişme, dedikodu, emek cimriliği, yozlaşma vb. karşımıza çıkar? Elbette, başka ve her somut durumda özgün nedenler vardır ama bunların yanı sıra tam da bu sevgi yoksunluğu vardır. Bu sevgiyi taşımak büyük bir sorumluluktur. Bu sevgi, insanı devrim ve sosyalizm için mücadele eden parti-cephe savaşçısını onurlu kılar, ama bir o kadar da omuzlarına sorumluluk yükler. Eğer bir savaşçı, Betül gibi son nefesinde bile “partim ve yoldaşlarım var, onları çok seviyorum” diyorsa, bunu çok net bir bilinç ve yürek açıklığı ile ifade ediyorsa, orada insanın en gelişmiş biçimini, yeni insanı görmek mümkündür.
Betül, yukarıda ifade ettiğimiz ölüm ve sevgi üzerine sözleri, tam da bu sözcüklerle partiyle paylaşırken, bu onuru ve sorumluluğu son nefesinde bile taşıyan partiliydi!
Şimdi o pırıl pırıl gözlerle, yüreğinin ve bilincinin en berrak biçimi ile bize bakıyor. Tıpkı, “ölmek yok, daha program ve manifesto yazacağım” dediği son günlerdeki gibi o gözlerle partiye ve yoldaşlarına bakıyor, denetliyor, hesap soruyor...
Yeniden inşa sürecinin geldiği aşamada ideolojik ve teorik alanda program ve manifesto çalışması günceldir ve tüm ideolojik-teorik çalışmaların ana eksenini oluşturmaktadır. Yeniden inşa sürecimiz, net ve tanımlanmış hedeflere sahiptir, kolektif değerlendirme ve muhasebe çalışmasında dillendirildiği gibi, bu stratejik hedefler için önemli mesafeler alınmış ama tam hedeflere ulaşılamamıştır. Hedefe ulaşmak için mesafe almak zorunludur ve zorluklarla dolu bir süreçte ciddi mesafeler alınmıştır. Yani, alınan mesafeler üzerinde bu sürecin tamamlanması, bunun üzerinde zafer yürüyüşümüzü hızlandırmak ana yönelimimizdir. Hiç kolay olmayacağını biliyoruz. Ama hem almış olduğumuz mesafelerin güveniyle, hem de ideolojik güvenimizle çok net ifade ediyoruz, bu süreci başarıyla tamamlayacağız. Hem muhasebe sürecinde, hem de bundan sonra alınacak yolda Betül fiziksel olarak yanımızda olmayacak ama her anında iradesi ve emeği olan bu süreç, Betül’le, onun yol göstericiliğinde tamamlanacaktır. Yani, politik alanda PASS’ı doğru ve iki ayakları üzerinde yaşamla buluşturmak, bu temelde devrimci atılım; ideolojik alanda partimizin iktidar yürüyüşünde, 21 yüzyılda kılavuzluk edecek iki temel belge, program ve manifesto’nun parti iradesi ile onayı; örgütsel alanda, P-C’nin inşası, alınan mesafeler üzerinde tamamlanacaktır.
Sadece program ve manifestonun somutlanmasında değil, bu ülkede gerçek bir komünist partinin inşasında da değil, emperyalistlerin bu ülkede “mekan” edindikleri o pencereden bayraklarımızın dalgalandığı anda da yanımızda, bizimle olacaksın!
Zafere kadar seninleyiz, zaferden sonra da...

.

 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19