Betül yoldaşın aramızdan ayrılması, sadece Partimiz
için değil, onu tanıyan tüm devrimcilerin ortak
değerlendirmelerinde olduğu gibi,TDH açısından
da önemli bir kayıptır. Betül, hem 12 Eylül yenilgisi
ve bu yenilginin uzun yıllara yayılması, hem de
dünya ölçeğinde sosyalizmin büyük geriye düşüşünün
tüm sonuçlarının yaşandığı bir süreçte, düzene
ve düzen içi yaşama karşı, devrim ve sosyalizm
kavgasını seçmiştir. Yani bir başka değişle o,
devrimci hareketin yükselme ve devrimciliğin “moda”
olduğu bir tarihsel süreçte değil, devrimciliğin
en zorlu olduğu, sosyalist hareketin genel yenilgisinin
ülke içi gerileme dinamikleriyle buluştuğu ve
bu koşullarda, bir dizi öznel ağırlıklarla, yeni
bir devrimci dalganın yaratılmasının zor olduğu,
bu zorlukların her alanda yaşandığı, adeta akıntıya
karşı kürek çekildiği koşullarda, zor ve bir o
kadar da onurlu yaşamı seçmiştir. Betül’ün kişisel
devrimci tarihi, tam da bu zorluklara karşı, büyük
bir irade, bilinçle mücadele ve evrensel boyutları
olan devrimci yenilenme eylemiyle tarihsel ve
siyasal birikim üzerinden yeni bir devrimcilik
biçiminin yaratılması tarihidir.
12 Eylül süreci, bunun üzerine düşen “reel sosyalizm”in
çözülüşü ve genel gerileme, devrimimiz için adeta
yıllara yayılan yenilgi ortamını yaratmıştır.
Özellikle kendiliğinden nitelikleri ön planda
olan Zonguldak işçi direnişi ve bu süreçte devrimci
hareketin örgütsel zeminde sınırlı toparlanmasını
bir yana bırakırsak,1996 bu toparlanmada bir kilometre
taşıdır. TDH ve onun bir parçası olarak Partimiz,
genel yenilgi ortamını dağıtmak için sınırlı bir
toparlanmayı 1991-96 sürecinde yaşamış, ama bu
süreç, en başta ciddi ve bütünsel bir yenilenme
eyleminden yoksun olduğu için, 96 1 Mayıs ve ÖO
sürecini bir “zirve” olarak tanımlarsak, bundan
sonra hızla geriye düşmüş, devrimci hareketin
almış olduğu örgütsel darbeler, genel gerilemenin
önünü açmıştır. Bu sınırlı toparlanma ve sürekli
geriye düşüş kısır döngüsü, son olarak 19 Aralık
genel saldırısı ve büyük ÖO süreci ile devam etmiştir.
Bir anlamda 19 Aralık genel saldırısı ve büyük
ÖO direnişi, 12 Eylül’den bu yana yaşanan yenilgi
sürecinin tam bir resmidir. Bir yandan her şeye
rağmen tarihsel ve siyasal kökleri olan direniş
dinamiği, diğer yandan eskiyi tekrar ile yetinen
ve kısırlaşan devrimcilik biçimi ve hızla düzen
içine kayma, postmodern reformizm... Ülke dinamikleri
devrim için nesnel koşulları hızla yaratırken,
ne sosyalizmin geriye düşüşünden cesaret alıp
devrimi gündeminden çıkaran reformizm, ne de siyasal-teorik,
örgütsel, kültürel her alanda kaba tekrarla yetinen
bir devrimcilik çözüm üretemez. En son,19 Aralık
ve büyük ÖO direnişi süreci, bunların çözüm olamadığını,
bu anlamda bir sürecinde, “muhalefet” olma ile
yetinen ve bunu düzene eklenerek yapan “solculuk”
ve sadece direnişle yetinen bir devrimcilik biçiminin
kapandığını ifade eder.
Betül yoldaş, bu gerileme sürecinde devrimciliği
seçti; tüm düzen içi arayışları, “yeni” adına
eskimiş reformist anlayışları ve geri, kendini
tekrarlayan kaba bir devrimciliği eleştirerek,
devrimci sosyalist hareketle buluştu.
Doğrusunu ifade etmek gerekirse, Betül ile Partimizin
buluşması, Betül’ün Parti saflarında mücadeleye
atılması, Partimizin en zorlu süreçlerinden birinde
yaşandı. 1996 1 Mayıs’ı yenilgi sürecinin sürekliliği
içinde sınırlı bir toparlanmaysa, bundan sonrası
ise hızla bu noktadan geriye kaymadır. Partimizde
de bu “geriye kayma” bize özgü ilişkilerle yaşanmış,
bu süreçte Partimiz hızla ve adım adım küçülmüş,
en ciddi birikim ve güç biriktirdiği alanlar başta
olmak üzere, her alanda doğal bir tasfiye süreci
yaşanmıştır. İdeolojik alanda, belki TDH’in en
diri hareketiyiz ve yenilenme dinamikleri, eleştirel
yaklaşım tutumumuz hiç de küçümsenecek düzeyde
değildir; ama bunu kendi içinde sistemli ve bütünsel
bir yenilenme hareketine bağlamakta zorlanmaktayız.
Örgütsel alanda hızla kan kaybetmekteyiz, hiç
bir alanda bütünlüklü ve sistemli faaliyet kalmamış,
adeta “örgütlü örgütsüzlük” yaşanmaktadır. Politik
alanda ise, tam da buna paralel son derece geri
bir noktada, adeta kendi dışımızda akıp giden
sürece takılmakta, ondan kopmama mücadelesi vardır.
İdeolojik, örgütsel ve kültürel karakteri olan
parti tarzı ve duruşu, tarihsel zaaflardan da
beslenerek bu süreçte bozulmuş, bütünlükten yoksun
hale gelmiştir. Böylece, adata bir ideolojik grup,
hatta bir çevreler toplamına dönüşmüştür.
Aynı süreçte sol ve devrimci hareket bizden farklı
değildir. Bir yanda reformizm hızla kendi alanını
açmakta, sosyalizmden uzak, demokrasi, yani burjuva
demokrasisi ile yetinen bir bakış, “sol”dan düzeni
onaran bir anlayış egemen olmaktadır. Demokratizm,
reformizmde içseldir; siyasal olarak Kemalizm’den
beslenerek Kürt hareketine karşı sosyal şoven
bir tutum, örgütsel alanda “açık parti” adı altında
yeraltı çalışmalarını bir yana atarak legalizm
her şeyi yapma ortak eksendir. EP, SİP(TKP) ve
ÖDP’de ifadesini bulan anlayış ve yapılanmalar
tam da bunlardır. Devrimci kesim ise, reformizmle
aynı kanaldan, demokratizmden beslenmekte, en
ilerisinden, yıllara yayılan siyasal ve teorik
geriliği tekrarlamakta, direniş dinamiğini siyasal
yenilenme ile bütünleştirememekte, ufalanma ve
bölünme yaşamaktadır. Bu süreçte, emperyalizmden
çözüm bekleme ve arayışları olsa da Kürt hareketi
hala devrimcidir ve siyasal öznedir. Devrimci
hareket, bu dönemde giderek siyasal süreçten kopmakta,
Kürt devrimci dinamiğinin gölgesinde kalıp kendi
yolunu açamamaktadır. Dahası devrimci harekette
içselleşen çocukluk hastalığı her alana ve ilişkiye
yansımakta, sol içi şiddet çeşitli uyduruk, şiddeti
meşrulaştıran gerekçelerle savunulmakta, rekabet
ve nispeten örgütsel alanda toplu olanlar (siz
bunu cezaevinde sayısal olarak fazla olanlar olarak
okuyun) kendini dünyanın “merkezi” sanmakta, hatta
özelikle bir direniş dinamiği olan cezaevlerinde
devrimci hareketi keyfi ve öznel biçimde çeşitli
kategorilere ayırma ve bölme cesaretini göstermektedir.
Başkalarının zayıflığını kendisi için güçlülük
olarak gören, ilkesel ve genel devrimci yaklaşımı
bir yana atıp günü kurtarmak için pragmatizmin
en yoz türünü yaşam biçimine dönüştüren, değil
yarını, içinde bulunduğu süreci bile değerlendirmekten
uzak bu devrimcilik biçimi, devrimimiz ve sosyalizmin
devası sorunlarına çözüm üretemez.
Betül, işte bu siyasal ortamda net biçimde devrimciliği
ve bu devrimciliği de partimizde yapmayı tercih
etti. Yukarıda da vurguladığımız gibi, partimizin
en olumsuz koşullarında, adeta bir ideolojik grup
olmaktan bile hızla uzaklaşan örgütsel yapımızda,
tüm yokluk ve yoksunluklara karşı kesin bir inançla
göreve başladı. Doğal olarak bu süreç, bir yandan
hızla devrimciliği en iyi biçimde yapmak, ama
bunu yaparken eski yaşam biçimi ile keskin bir
hesaplaşma içinde olmayı gerektirmektedir. Betül,
net biçimde devrimcilik yaparken, hatta egemen
ideoloji ve burjuva yaşama karşı dururken, bu
duruş, her genç devrimcide olduğu gibi, kimi zaman
sekterlik, kimi zaman sol ve devrimci hareketin
yanlışlarına karşı tepki biçiminde kendini dışa
vurmaktaydı. Kendine özgü doğrusu olmayanların,
özgünlüğü olmayanların, yenilenerek doğru, ML
bir kalıpta biçimlenmesi mümkün değildir. Betül,
bu tip hatalar içindeyken bile kendi doğruları
olan yoldaşımızdı ve özellikle devrimci yenilenme
ekseninde yeniden inşa sürecimizde hızla olgunlaştı,
kendini her gün aştı ve partimizin tartışmasız
hep parlayan yıldızı oldu. Her göreve talip oldu,
verilen her görevi başarı ile yerine getirdi.
Çok hızlı ve güçlü olarak, özellikle ideolojik
alanda gelişti, bunun için gece gündüz okudu,
özelikle Lenin’i okumak onun için bir aşktı. İdeolojik
gelişim için sistemli okumak ve tartışmak bir
yöntemdir, ama bununla yetinilemez, bunu yazarak,
hatta bu üretimi kolektif parti üretimine dönüştürmek
de oldukça önemlidir. Betül, kendi birikimini
ortak parti birikimine dönüştüren nadir yoldaşlardan
biriydi. Partinin tüm yayınlarını takip etti ve
bir devrimci kurtuluşçu, partili olarak her konuda,
eleştirileri ve önerilerini partiye bildirdi.
Rapor sistemi, parti yaşamının en temel, olmazsa
olmaz kuralıdır. Betül bunu en iyi kavrayan yoldaşlardan
biriydi ve tüm faaliyetlerini düzenli raporlar
haline dönüştürdü, bunları Partiye sundu. Bu raporlardan
Parti çok şey öğrendi, politikalarını oluşturmasında
bu raporların katkısı oldu. Parti yaşamı ve düzenli
bir faaliyet için zorunlu olan toplantılara, niteliği
ne olursa olsun, ister bir eğitim çalışması, ister
bir komite toplantısı, o hep düzenli ve hazır
geldi. O, tüm bunları sadece bir partili olarak,
parti yaşamının bir parçası olarak değil, kendini
her gün yeniden örgütlemek ve ideolojik gelişme
açısından da yapıyordu. Dosta ve düşmana tavrı
netti ve partili kimlik ve duruş sahibiydi. Sayısız
gözaltılarda net ve sorumlu tavrı ile partiyi
temsil etti. Cezaevlerinde 19 Aralık ve büyük
ÖO direnişinde hep yoldaşlarının yanında oldu,
direnişin dışarıdaki bir parçası, örgütleyicisi
oldu. Devrimci dostlarla ortak kavga sürdürdü,
yaşamında devrimci olmayan her şeyi, özel yaşamının
bazı unsurları dahil, elinin tersi ile iteledi.
Tüm bunlardan dolayı, devrimci yenilenme ekseninde
yeniden inşa sürecimizde, önemli bir adım olan
parti çalışmalarına tüzel kimlik kazandırma sürecinde
“kim partili olacak” sorusunda ilk ve tartışmasız
akla gelen yoldaş oldu ve tüm yaşamını parti,
devrim ve sosyalizm için adayacağının andını içti,
partili olma onurunu yaşadı.
Betül yoldaş için, “en temel özelliği nedir” diye
bir soru sorulsa, onu tanıyan herkes için ilk
akla gelen, yoldaşlarını ve partiyi çok sevmesi,
sınırsız bağlılığıdır. Bu bağlılık, bir İslamcının
tanrıya, bir aşığın sevgiliye, bir çocuğun anne
ve babasına vb. gibi bir bağlılık değil, ideolojik,
örgütsel, kültürel ve politik boyutları olan bir
bağlılıktı. Yani o, parti ve yoldaşları ile ilişkisini
sadece duygusal ve insani düzeyde değil, ideolojik,
örgütsel, politik ve kültürel düzeyde, bu düzeylerin
getirdiği bin bir bağla kuruyordu. Ya da tam tersi,
yani o, bu bağları, aynı ideolojik ve örgütsel
sürecin bir parçası olarak değil, bu temelde bir
görev ve ilişkiler sistemi içinde değil, aynı
zamanda bir insan olarak en yüce duygular içinde
bunu yaşıyordu. Bundan onun parti ve yoldaşları
ile kurduğu ilişki, kendini onlardan koparmayan,
her şeyi paylaşan, parti denilen ailenin içinde
bir özne olarak, bu aidiyet duygusu içinde yaşamını
ve mücadeleyi örgütlüyordu.
Her kim, parti yaşamında, özel mülkiyet ve onun
en gelişmiş biçimi olarak kapitalizmden, insana
yabancılaşmış kimlik ve yaşam biçimlerinden soyut
ilişkiler bütünü olacağını düşünüyorsa o yanılıyor.
Parti yaşamı, özel mülkiyet ve yabancılaşmanın
her zerresini reddeder ve kendini komünizm temelinde
kurgular. Bu bir zirvedir, ama insanların, parti
sempatizanları, üyeleri ve kadrolarının her düzeyde
bunlardan arındığı söylenemez. Arınma, mücadele
içinde, her düzeyde bütünsel gelişme ile yaşanır
ve Che’nin tanımlaması ile “yeni insan”a, komünist
kimliğe ulaşılır. Şu veya bu nedenle devrim ve
parti saflarında mücadeleye atılan insanlar, devrim
sempatizanları, yeni bir dünya için mücadele ederken,
bu yeni dünyayı kendi ilişkilerinde yaratırlar
ama doğal olarak eski dünyanın özel mülkiyet ve
onun en gelişmiş biçimi olan kapitalizmin ve ona
ait yaşam ve kültürel özelliklerinden tam kopamazlar.
Bencillik, rekabet, yalan, dedikodu, hırs, kendini
her şeyin merkezine koyma, ahlaki yozlaşma vb.
içinde yaşanılan sistemin birer unsuru olarak
parti yaşamına sızar ve her vesile ile yeniden
kendini üretir. Eğer partili birey, günlük yaşam
ve mücadele içinde sürekli kendini yenileyip örgütleyemezse,
bu insanı körelten ve zehirleyen unsurlar bir
biçimde, bazen de hiç farkına varılmadan kendiliğinden
ürer, yaşamımıza olumsuz katkı sunar. Partimizin
ve başka partilerin düşmandan daha çok bu alanda
mücadele etmesi boşuna değildir ve bu mücadele
zorunludur. Bu mücadelede yol alamayan, bu mücadeleyi
sürekli ve sistemli yapamayan bir partinin başarılı
olması mümkün değildir. Bundan dolayı, devrim
ve sosyalizm için mücadelede, komünizm temelinde
kendini kurgulayan parti yaşamında, kimileri bunu
zirvede yaşar, kimileri ise çeşitli düzeyde özel
mülkiyet ve yabancılaşmayı partiye taşır. Betül,
bunu zirvede yaşayan yoldaştı ve parti yaşamını
aşağı çeken her ilişkiyi reddeden,ona karşı sistemli
mücadele eden bir özelliğe sahipti.
Hem partiyi ve yoldaşları sınırsız, hesapsız seveceksin,
hem de parti yaşamına sızan geri ve düzen içi
unsurlarla, sürekli mücadele edeceksin. Burada
bir çelişki yoktur, diyalektik ilişki vardır.
Betül, bu ilişkiyi, ideolojik sağlamlık, örgütsel
alanda sistemli çalışma ve politik kararlılık
içinde kurar, örneğin sık sık karşımıza çıkan,
“iki arada bir derede”, bir gün “en kararlı savaşçı”,
diğer gün kafası karmakarışık “bunalım” üreten
tiplerle arasına mesafe koyardı.
Ağır ve sorumluluk isteyen yeniden inşa sürecimiz
adeta “eksi” düzeylerde başlarken o, bu süreci
ilk adımlayan, bu sürecin bir granit gibi ardında
olan yoldaştı. Betül yoldaşın da önemli katkıları
ile bu süreç adım adım ilerledi. Her ilerleme
yeni sorunlar yarattı ve her adım bir başka adımla
tamamlandı. Adeta akıntıya karşı kürek çekiliyordu
ve tüm bunlarla mücadelede güçlü bir silahımız
olan ideolojik çizgimiz ve kararlılığımızdan başka
olanaklara sahip değildik. Yani bu süreç başarılacaktı
ve bunu başarmak kolay günlerin, her şeyi partiden
bekleyen, yürüyen arabaya bir “omuz vermek”le
kendini sınırlayan devrimci tiplerin işi değildi.
Doğrusu, hareketimizin gerilemesine paralel olarak
1996-2002 sürecinde, aslında bu geri statükoya
alışmış, ona dayanarak bir yandan en keskin laf
eden ama bir gram bir şey üretmeyen “yarım devrimciler”
parti saflarında hiç de az değildi. Betül bunlardan
değil, bu süreci ilk omuzlayanlardandı. Açlık,
olanaksızlık, dağılan örgütsel işleyiş, vb. içinde,
en küçük işlerin bile yürütülmesinde binbir zorluk
içinde bu süreç adımlanacaktı; Betül bunu en önde
göğüsleyen yoldaştı. Bir gün bile sızlanmadı,
bir gün bile “şu yok, bu iş olmaz” demedi. Her
adımı büyük bir coşku ile karşılar, her hata ve
geri kaymalarda sorumluluğu paylaşır ama bir annenin
çocuğunu rahminde besleyip doğurması, bu çocuğun
her gün büyütülmesi gibi, bu sürece sahip çıkardı.
Hastalığı, devrimci görevlerini son dönemde aksatıyordu.
O başka hastalıklarla kavga ederken, tümden güçten
düştüğü günlerde, “en kötü” hastalığı öğrendi.
Tanımı zor günler... Büyük bir direniş...Umut
ve umutsuzluk...Çaresizlik ve acı... Her şey iç
içe, karmakarışık. Tüm yoldaşlarda sahiplenme
var, parti Betül’ün yanında. O, bunu biliyor ve
direniyor. Ölüm ve o tanımı zor sınırsız sevgi
adeta aynı mecrada akıyor. Betül, ölüm ile sınırsız
sevginin tam merkezinde yine özne ve herkesten
daha güçlü. Doktorlar buna şaşırıyor, “çok güçlü”
diyorlar. Onlar bu gücün kaynağını tam anlayamıyorlar,
ama Betül de, parti de bunun farkında. Betül parti
oluyor, parti Betül...
Ölüm ne ki? Ölümü kaç kez, ezilenlerin tarihinde,
Spartaküs’lerden bu yana rezil etmedik mi? Mahir
Kızıldere’de, Atilla ve Tamer Haziran günlerinde,
Kadir ve Ahmet idam sehpalarında, Serpil heval
ateşin içinde, Alp Ata 19 Aralık direnişinde kurşunlara
karşı ölümü yenmediler mi? Sadece bunlar mı, M.
Suphiler, Denizler, İbrahimler, şehir ve kırda
kuşatma altında binlerce şehitlerimiz, ÖO şehitleri,
yani baştan başa kızıl bir şerit gibi devrim ve
sosyalizm tarihimiz, ölümü yenme tarihi değil
mi? Ölümün yüzü soğuktur, bizler ölmek için değil
daha aydınlık, özgür bir gelecek için savaşırız.
Ama bu mücadelede ölüm, adeta yanı başımızda olur,
her gün onunla dans ederiz. Bilinç ve cesaretle
ölümle yüzleşiriz ve onu, aslında devrimciliğimizin
en onurlu günlerinde, çoğu kez yaşarken kafamızda
yeneriz. Yine de ölüm soğuktur, ölümü düşünürken
onu kafamızda ve yüreğimizde yensek de bizi rahatsız
eder. Neden? Çünkü, her ne olursa olsun, devrim
ve sosyalizm için, bunlar partide cisimleştiği
için, parti ve cephe için, kendimizi bu mücadeleye
daha çok katmak için acı çekeriz.
Ya sevgi?
İnsanın insanlaşmasında en güçlü duygu biçimi
sevgidir. Her sorun ve olguda olduğu gibi, sevgi
de sınıfsaldır. Soyut bir insan sevgisi değil,
insanın sınıfsal konumu ve bu ilişkiler içinde
yarattığı sevgi somut olandır. Bu yüzden biz,
tüm insanlığın kurtuluşu için, tüm insanlığı birikimine
dayanarak proletaryanın kurtuluşunu, buradan tüm
insanlığın kurtuluşunu savunuruz. Sevgi, emekle
oluşan ve öznesine göre değişik biçim alan duygu
biçimidir. Eğer sen insanlığın kurtuluşu için
devrim ve sosyalizm kavgasında, özgür iradenle,
hiç bir çıkar gözetmeksizin, proletaryanın çıkarından
başka hiç bir çıkar tanımadan bir kavgaya atılmışsan,
bu kavga kendi sevgi biçimini yaratır. Bu sevgi,
parti sevgisidir, bu ilişkiler içinde kurulan
yoldaşlık sevgisidir. Özel mülkiyetin her biçimini
reddeden, her adımı emek olan, ortak amaç için,
ortak kavgada her şeyi paylaşıma dayanan bu sevgi,
tüm ezilen sınıfların birikimini temsil eder.
Tanımadığın halde, bu ilişkiler içinde, ama aynı
biçimde düşünen, aynı kaygıları ve zorlukları
paylaşan, aynı kavganın insanları birbirine bu
sevgi ile bağlanır. Bir sevgi, ne kadar yüce hedeflere
bağlanırsa o kadar büyür. Komünizm gibi insanın
insanı sömürmediği, tüm eşitsizliklerin toplumsal
eşitlikle yok olduğu, insanın çok yönlü gelişmesi
içinde tüm baskılardan kurtulduğu bir toplumsal
düzen için savaşıyorsan, bu temelde yaratılan
sevgi de bir o kadar yüce olur. Bu sevgide mülkiyetin,
çıkarın, bencilliğin, rekabetin, iki yüzlülüğün,
basit hesapların, insana yabancı her şeyin zerresi
yoktur; hesapsız, çıkarsız, toplumsallaşmış bir
sevgi insanı insanlaştırır, onu tüm prangalarından
kurtarır. Bu sevgi, insan için, devrim ve sosyalizm
savaşçısı için bir iç dünya zenginliğidir, yaşama
bağlılık ve yaşamı üretme kaynağıdır. Başka unsurların
yanı sıra, bu sevgi ile en zor anlarda, örneğin
işkencede tek başımıza tüm işkencecileri kendi
mekanında yeneriz, zindanlarda direnişi bir yaşam
biçimine dönüştürürüz. Bu sevgi ile, paylaşma
ve dayanışma gerçek anlamını bulur, düşmana işkencede,
o bazı faaliyetlerimizi tespit etse bile, tek
bir kelime sır vermeyiz, yoldaşlarımızı ve parti
sırlarını yaşamımız pahasına koruruz. Bize, “önce
yoldaşlar ve parti” dedirten budur. Neden bazı
çalışmalarda, didişme, dedikodu, emek cimriliği,
yozlaşma vb. karşımıza çıkar? Elbette, başka ve
her somut durumda özgün nedenler vardır ama bunların
yanı sıra tam da bu sevgi yoksunluğu vardır. Bu
sevgiyi taşımak büyük bir sorumluluktur. Bu sevgi,
insanı devrim ve sosyalizm için mücadele eden
parti-cephe savaşçısını onurlu kılar, ama bir
o kadar da omuzlarına sorumluluk yükler. Eğer
bir savaşçı, Betül gibi son nefesinde bile “partim
ve yoldaşlarım var, onları çok seviyorum” diyorsa,
bunu çok net bir bilinç ve yürek açıklığı ile
ifade ediyorsa, orada insanın en gelişmiş biçimini,
yeni insanı görmek mümkündür.
Betül, yukarıda ifade ettiğimiz ölüm ve sevgi
üzerine sözleri, tam da bu sözcüklerle partiyle
paylaşırken, bu onuru ve sorumluluğu son nefesinde
bile taşıyan partiliydi!
Şimdi o pırıl pırıl gözlerle, yüreğinin ve bilincinin
en berrak biçimi ile bize bakıyor. Tıpkı, “ölmek
yok, daha program ve manifesto yazacağım” dediği
son günlerdeki gibi o gözlerle partiye ve yoldaşlarına
bakıyor, denetliyor, hesap soruyor...
Yeniden inşa sürecinin geldiği aşamada ideolojik
ve teorik alanda program ve manifesto çalışması
günceldir ve tüm ideolojik-teorik çalışmaların
ana eksenini oluşturmaktadır. Yeniden inşa sürecimiz,
net ve tanımlanmış hedeflere sahiptir, kolektif
değerlendirme ve muhasebe çalışmasında dillendirildiği
gibi, bu stratejik hedefler için önemli mesafeler
alınmış ama tam hedeflere ulaşılamamıştır. Hedefe
ulaşmak için mesafe almak zorunludur ve zorluklarla
dolu bir süreçte ciddi mesafeler alınmıştır. Yani,
alınan mesafeler üzerinde bu sürecin tamamlanması,
bunun üzerinde zafer yürüyüşümüzü hızlandırmak
ana yönelimimizdir. Hiç kolay olmayacağını biliyoruz.
Ama hem almış olduğumuz mesafelerin güveniyle,
hem de ideolojik güvenimizle çok net ifade ediyoruz,
bu süreci başarıyla tamamlayacağız. Hem muhasebe
sürecinde, hem de bundan sonra alınacak yolda
Betül fiziksel olarak yanımızda olmayacak ama
her anında iradesi ve emeği olan bu süreç, Betül’le,
onun yol göstericiliğinde tamamlanacaktır. Yani,
politik alanda PASS’ı doğru ve iki ayakları üzerinde
yaşamla buluşturmak, bu temelde devrimci atılım;
ideolojik alanda partimizin iktidar yürüyüşünde,
21 yüzyılda kılavuzluk edecek iki temel belge,
program ve manifesto’nun parti iradesi ile onayı;
örgütsel alanda, P-C’nin inşası, alınan mesafeler
üzerinde tamamlanacaktır.
Sadece program ve manifestonun somutlanmasında
değil, bu ülkede gerçek bir komünist partinin
inşasında da değil, emperyalistlerin bu ülkede
“mekan” edindikleri o pencereden bayraklarımızın
dalgalandığı anda da yanımızda, bizimle olacaksın!
Zafere kadar seninleyiz, zaferden sonra da...
.
|