Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

45. Sayı - Kasım 2006

TDH’de yaşanan tıkanmayı aşmanın, devrimci sosyalizmi de içine alan örgütsel krizi aşmanın ilk ve temel çıkış yolu, devrimci yenilenme ekseninde, 21 yüzyılın ML partisini, yani Parti ve Cephe’yi yeniden inşa etmektir. Bu anlamda devrimci sosyalizmin yaklaşık 4 yıl önce başlattığı bütünsel bir yenilenme eyleminin belki de düğüm noktası budur. İdeolojik, politik, kültürel her açıdan devrim ve sosyalizm ufkundan kopmadan bir yenilenme eylemi, bu eylemin yeniden inşası asıl olarak örgütsel aygıtta cisimleşecektir. Bu anlamda, devrimci sosyalizmin “yeniden inşa” olarak tanımladığı bu süreç, basit bir örgütsel yapı oluşturma değil, her alanda bir anlayışın içselleştirilip bunun çok yönlü ve sınıf mücadelesinin sorunlarına yanıt üreten bir partiye ulaşması sürecidir. Bu, TDH ve özellikle devrimci sosyalist dinamiklerin tüm değerlerine sahip çıkan, uzun yıllara yayılan ve TDH ayaklarına dolaşan örgütsel krizine karşı yürütülen kapsamlı mücadeledir. Bu hedef, 21. yüzyılın devrim ve sosyalizm mücadelesine öncülük edecek proleterya partisidir.
Bu politik-örgütsel hedef, yani Parti ve Cephe’nin yeniden inşası, devrimin program ve stratejik sorunlarına net yanıtlar üreten ideolojik-teorik hedefler ve devrimi yeniden siyasal gündemin merkezine koyan politik hedeflerden bağımsız değildir. Dahası tüm bu hedeflere sıradan bir anlayış ve yaklaşımla değil, 21. yüzyılda yeniden kuruculuk ya da yeniden üretimi gibi görevleri içeren, bu temelde kapsamlı eleştiri ve red eylemi, bu eylemin kapsamlı yeniden kurma eylemi ile bütünleşmesi ve tüm bunların her ilişkiye ve adıma taşınmasını içermektedir. Tüm bunlar örgütlü olarak ele alınır ve partide en yüksek biçimine ulaşır. Bir yandan partide tüm bunlar cisimleşirken, diğer yandan partinin öncülüğünde marksizm-leninizmi ideolojik alanda bir çekim merkezi haline getirmek, bunun ilk temel belgelerini üretmek, devrimin yolunu belirleyen bir stratejinin, PASS’nin sınıf savaşımında gerçek karşılığını örgütlemek: İşte yeniden inşa sürecimizin hedefleri bu kadar nettir, açıktır.
Büyük ve iddialı bir hedef... Ama bu büyüklükte hedefi olmayanların bu ülkede devrimi güncel kılmak ve zafere yürümek gibi bir kavgası olamaz. Devrim büyük toplumsal eylemdir ve büyük hedef ve iddiaları içerir.
Hedef ve iddia ile çok kez yaşam ve gerçek arasında bir mesafe olur. Her şeyden önce kendine ve iradesini temsil ettiği sınıfa, yani proleteryaya karşı sorumlu olan bir parti, tam bir nesnellikle bu mesafeyi sorgular, “sürecin neresindeyiz” sorusunu sorar ve kolektif akıl ve güçle hedeflere ilerler. Bu değerlendirme ve tartışma, yani alınan mesafeler üzerinden sorgulanan süreç ve çıkarılan sonuçlar, aynı zamanda bir partinin işleyişini, anlayışını ve en önemliside kültürünü bir kez daha ortaya çıkarır. Parti biraz da bunlar ile, farklı süreçlerde gösterdiği tutumlar ile parti olur.
“Tıkanma” -bu kavram, son yıllarda çözüm arayışlarında ilk elden bir durumu belirleme açısından temel önemde bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. TDH hem içsel zayıflıkları ve uzun yıllara yayılan yenilgi süreci, hem de dünya ölçeğinde sosyalist hareketin sorunları ve geriye düşme arasında bu tıkanmayı yaşıyor. Devrimci sosyalist hareket, bundan bağımsız değil, tam tersine bunun bir parçasıdır ve bu süreçten çıkış için çözüm üretmek çabasındadır. Devrimci çözüm için bir yol haritamız vardır. Bu yolda adım adım ilerliyoruz. Bu adımlar henüz küçük ve sınıf mücadelesinde büyük karşılıklar bulmuyor. Büyük karşılıklar hemen olmuyor ama bu hedeflere ulaşmak için küçük adımlar zorunludur. Yüzmek için suya girmek zorunludur. Devrim uzun bir maratondur, devrimci yenilenme eylemi ile bu maraton koşulacaktır ve henüz ilk metrelerindeyiz. Üstelik yolumuz uzun, bu uzun yolda yolumuzu kesmek için sayısız güçler vardır. Bunları bilerek bu maraton için ilk adımlar atılmıştır. Yürüyüşümüz hızlandıkça, işte ilk elden, devrimci sosyalizmi de içine alan tıkanma aşılacak, her engel bu özgüvenle savaşılarak düzlenecektir.
Tıkanma, tek bir olgu üzerinden değil, sürece karakterini veren bir çok olgudan kaynaklanıyor ve ideolojik, politik, örgütsel ve kültürel alanlardan besleniyor. İdeolojik açıdan en fazlasından “reel sosyalizmi” tekrar eden hiç bir akım, bu süreci aşamaz. Dünyada ve ülkemizde sanki hiç bir şey olmamış gibi, kaba bir tekrarla yetinen hiç bir akım ve anlayış bu süreci kavrayamaz ve aşamaz. Politik ve örgütsel olarak, “az olsun benim olsun” diyen, bu süreci aslında bir biçimde benimseyen, “muhalif” olmaktan öte gidemeyen hiç bir akım ve güç bu süreci aşamaz. Kaba ve sosyalist nitelikleri oldukça geri bir kültürle de bu süreç aşılamaz. Sol ve devrimci hareketin önemli bir kısmı tüm bu özellikleri taşır; bundan dolayı bir kısmı yaşanan tarihsel süreci anlamaktan uzak, bir kısmı da şu veya bu düzeyde anlamaya çalışsa da bu bütünlükten yoksundur. Bu çok net.

Bazı Temel Saptamalar
Ve tıkanma, belki de en çok, diğer alanların yanı sıra, kitlelerle ilişkide, onların örgütlenmesinde karşımıza çıkmaktadır.
Kitleler, sadece devrimci ve sol hareketin değil, emperyalizm ve oligarşinin de gündemindedir, dahası bu güçlerin yoğun baskını altındadır. Bu alanda bir çok siyasal irade ve güç çatışır ve gelinen aşamada bir tablo oluşur. Öncelikle bu noktada bazı temel saptamalar yapmakta yarar vardır.
1) Genel olarak yeni sömürge ülkelerde, özel olarak da ülkemizde, işçi ve emekçi sınıflar ile oligarşi arasında suni bir denge vardır.(*) Emekçi sınıfların düzene yönelik tepkisi ile oligarşinin baskısı arasında kurulan bu denge, aslında bir dengesizlik olup, oligarşi tarafından kitlelerin tepkisinin kontrol edilebilir halini ifade eder. Bir dönem, 2. Paylaşım Savaşı sonrası geliştirilen yeni sömürgeciliğin oturma sürecinde, suni dengenin oluşmasında, yeni sömürgecilik zemininde, faşizmin baskı politikalarının yanı sıra, bu süreçte kapitalizmin gelişmesi ve “sosyal devlet” politikaları temel bir rol oynamıştır. Ancak, 1970’lerde uç veren 1980’lerde başlıca politikaya dönüşen ve “reel sosyalizmin” çözülmesi ile tüm dünyada işçi ve emekçi sınıfları teslim almaya yönelen yeni liberal politikalar, suni dengenin oluşmasında yeni nitelikler ortaya çıkarmıştır.
Yeni tarihsel süreçte, esnek üretim temelinde üretim süreci parçalanmış, yoğun kitle kültürü içine postmodern kültür katılarak kitleler güçsüz bırakılmış, bu süreçte devlet/faşizm yeniden örgütlenerek açık ve gizli faşizm yöntemlerinin içiçe olduğu, şiddeti ideolojik aygıtlarla besleyen, bunu yaşamın her alanında örgütleyen mekanizmalar oluşmuştur. Bu süreçte “sosyal devlet” politikaları bir yana atılmış, yoğun emek sömürüsü ile yoksulluk hızlanmış, kapitalist üretim değil, mali sermayenin spükalif karına dayanan bir süreç işlemiş, emperyalizme bağımlılık her alanda derinleşmiştir. Bu işçi ve emekçi sınıfların nicel/sayısal olarak güçlenmesine yol açmış, neo-liberal politikaların tüm sonuçları, devrimin nesnel koşullarını büyütmüş, ama diğer yandan yeni sömürgeci sistemin “düşük yoğunluklu savaş” konseptine göre süreklileşen ve içselleşen baskının yanı sıra, ideolojik ve kültürel pasifikasyon araçları ile kitleler güçsüz bırakılıp teslim alınmaya çalışılmıştır.
2) Bu durum temel bir olguyu yaratmıştır: Kendiliğinden kitle hareketi önemli ölçüde geride kalmış, kitlelerin örgütlenmesinde örgüt ve irade her dönemden daha çok bu dönemde ön plana çıkmıştır. Tarihte ve devrim yapmış tüm ülkelerde, başta Ekim Devrimi olmak üzere, Çin vb. diğer devrimlerde işçi ve köylü hareketinde yaşanan kendiliğindenci tepkiler oldukça önemli yer tutar. Bu ülkelerde KP, işçi ve köylülerin isyana ulaşan mücedelelerine önderlik yaparak, kimi ülkelerde kısa süreli bir ayaklanma ile kimi ülkelerde ise uzun süreli halk savaşı ile zafere ulaşmıştır. Ülkemizde devrim hareketinin en güçlü ve bu temelde kitlelerin aydınlanması ve mücadelesinde en verimli dönemler, örneğin kendiliğinden hareketlerin güçlü olduğu ve düzenin sınırlarını zorladığı 1965-70 ve 1975-80 dönemleridir. Ancak, 1989 işçi hareketini, 1995-96 Gazi ve 1 mayıs süreçlerini bir yana bırakırsak, son 25 yılda ciddi kendiliğinden kitle hareketinin olmadığını ya da çok zayıf olduğunu görürüz. Bu süreçte, Kürt coğrafyası mücedele ile ayağa kalkarken, burada suni denge tuz buz olurken, Türkiye cephesinde faşizmin yeniden yapılandırması ve kitlelerin çürütülmesi sürecinde zayıf olan devrimci hareketten de güç alarak suni denge adeta pekişmiştir. Doğal olarak kendiliğinden bir kitle hareketinin açtığı yoldan yürüme değil, örgütlü güçle kitle hareketini canlandırma ve geliştirme önem kazanmıştır. Bu devrimci hareketin gücü ve mücedelesine bağlıdır, her ilerleme bir canlanmaya her gerileme bir geriye düşüşe yol açmıştır.
3) Böylece, sol ve devrimci hareketin zayıflığı, kendi dar gündeminden çıkamaması, sadece kitlelere güven vermekten uzak bir durum yaratmakla kalmamış, işçi ve emekçi sınıflar ile sol ve devrimci hareket adete birbirinden kopmuş, iki farklı kanaldan iki farklı gündemle kapanması çok yönlü ve uzun mücedeleyi zorunlu kılan büyük bir mesafe açılmıştır. İşte bu büyük ve sorunlu mesafe içinde kitlelerle bağ kurmak zorundayız.

Devrimin Gücü Kitlelerdir
Kitlelerle ilişki kurmak ve örgütlemek her devrimin temel amacıdır. “Kitlelerin gücünü örgütlemek bir siyasettir” (Mao) sözü son derece doğrudur, yol göstericidir. Çünkü devrim kitlelerin eseridir. Devrim hangi aşamda olursa olsun ve hangi araçları kullanırsa kullansın tüm süreçlerde her bir aracın temel hedefi kitleleri etkilemek, onlarla siyasal ve örgütsel bağ kurmak, onları devrime kazanmaktır. Emperyalizm ve oligarşi neden binbir araç ve yöntem kullanarak kitleleri teslim almak ve çürütmek istemektedir? Mevcut sömürü düzenlerini sürdürmek ve devrimi engellemek için. Her tarihsel dönem, neden devrim için bir çok ve kendine özgü mücadele araçlarını yaratır? Çünkü her tarihsel dönem kendine özgü toplumsal-siyasal ve bu temelde sınıfsal ilişki yaratır. Bu ilişkiler toplamı sınıf mücadelesi için bir çok mücadele aracı yaratır, bu ihtiyaçlardan haraketle devrimin önü açılır ve kitleler mücadele içinde örgütlenir. Uzun bir evrimci çalışma içinde, Iskra gibi bir yayının yol gösterciliğinde grev okulunda kitleler hazırlanarak büyük Ekim Devrimi bir genel silahlı ayaklanma ile zafere ulaşmıştır. Bu ayaklanma sürecinde gerilla yan bir unsurdur. Çin, Viatnam, Küba devrimlerinde işçi ve köylüler her mücadele araçları ile eğitilmiş, gerilla ana unsur olmuş ve tümünün bileşkesi ile devrim uzun süreli halk savaşı ile zafere ulaşmıştır. Yani ister politik mücadelenin en üst biçimi olarak silahlı mücadele (öncü savaşı sürecinde SP), ister politik mücadelenin diğer biçimleri olarak yayından tutalım siyasal grevlere kadar, ister ekonomik bir hak alma mücedelesinde ister ideolojik bir mücadelede olsun tümünün en temel amacı kitleleri kazanmak ve onları örgütlemektir. Buna hizmet etmeyen hiç bir mücadelenin anlamı yoktur.
Biz biliyoruz ki, devrimin bu aşamasında kitleler büyük birimler halinde, sovyet ya da halk meclisleri biçiminde örgütlenemez. Çünkü kitleler emperyalizm ve oligarşinin kuşatması altında bu siyasal düzeyde değildir. Bu kuşatma, ancak uzun süreli ve bütünlüklü bir mücedele ile kırılır. Bu kuşatmanın kırılmasında, işçi ve emekçi sınıfların devrime kazanılmasında proleterya partisinin öncülüğünde, gerilla ve kitlelerin gücü temel önemdedir. Bu aşamada proleterya partisi saflarında bileşik olarak örgütlenen devrimciler emperyalizm ve oligarşiye karşı siyasal olarak üstünlerdir, kitleler değil. Zaten uzun süreli savaşın ilk temel aşaması olan öncü savaş, her mücadele aracını bütünlüklü kullanarak kitleleri devrime kazanmayı, emperyalizm ve oligarşiye karşı siyasal açıdan üstünlük kurmayı hedefler. Her adımda kitlelerle bağ kurulur, onlar örgütlenir, maddi olarak güçlü düşmana karşı siyasal üstünlük mücadelesi verilir. Bu süreçte kitleler her alanda örgütlenmeye çalışılır, onlar büyük ve iktidar organları olan halk meslislerine hazırlanır.
Mevcut yeni sömürge kapitalist düzen, emperyalizme bağımlılık ve kapitasit sömürü biçiminin tüm sonuçları açısından, devrim için adeta “patlayıcı maddeler”üretiyor. İşçi ve emekçi sınıflar bu düzenden memmun değil, ona karşı içten içe büyük bir öfke duyuyor. Emperyalizme tam bağımlılık, savaş, işsizlik, yoksulluk, yabancılaşma her açıdan kitlelere yansıyor ve bunlar kitlelerin gündemi oluyor. Zaten bu zemin tepki üretirken, emperyalizm ve oligarşi boş durmuyor, politik, ideolojik vb. araçlarla kitleleri bir yandan çürütüyor diğer yandan başta düzen partileri olmak üzere, liberalizm, İslam, ulusallık vb. adı altında tekrar düzene bağlamaya çalışıyor. Yani bu alanda büyük irade ve güçler devreye giriyor.
O halde biz, her şeyden önce, yukarıda ifade ettiğimiz “mesafeyi” ve bu mesafenin uzun süreli ve çok yönlü mücadele ile kapanacağını bilmek zorundayız. Bunu bilmek, kitle mücadelesine seyirci kalmak demek değil, tam tersine kitleleri örgütlemenin başlı başına bir politika olduğunu bilerek, kitlelerin her talebine sahip çıkarak, bu talebi her alan ve toplumsal kesimde özgünleştirerek, kitlelerin gündemi ile bağlar kurmak zorundayız. Bu doğru ve sürekli ajitasyon ve propoganda, kitleleri aydınlatma mücadelesi anlamına gelir. Bu da yetmez, bu siyasal teşhir sürecine mutlaka bir örgütlenme unsuru katmak zorunludur.
Yani sen bir işsize, bir anti emperyalist yurtsevere, bir emperyalist savaş karşıtına, bir ezilen ulus bireyine, bir kadına, bir öğrenciye vb. sorunlarını anlatmakla kalmamalı onun için bu temelde mücadele etmenin aracını yaratmalısın. Ona kendi talebine sahip çıkıp haykırmasının, o sorun için mücadele etmesinin ve bunu örgütlü yapmasının yolunu ve aracını göstermek gereklidir. Bunun yolu uzaktan bir ajitasyon ve propoganda değil, onun yaşadığı ve mücadele ettiği kendi alanında ilişkilenmekle mümkündür. İşçi, fabrikada, atolyede, iş yerinde; kadın evinde, üretimde bulunduğu alanda; öğrenci okulunda, dershanede vb... Kitlelerin bulunduğu alanlarla doğrudan bir bağ kurulmadan kitlelerle ilişki kurulamaz. Demek ki kitlelerin bulunduğu alanlarda, onların taleplerine sahip çıkarak, onlarla mücadele içinde politik ve örgütsel bağ kurup mücadele ve örgütlenmenin bir parçası haline getirerek ilişki kurabiliriz.

Daha Somut Olarak...
Devrimimizin bu aşamasında, yeniden inşa sürecimizde elbette tüm kitleleri örgütlemek mümkün değildir. Çünkü nihayetinde örgütleyeceğimiz kesimler, unsurlar hem devrim sürecimizin sorunları ile hem de kendi örgütsel güç ve açılımlarımızla doğrudan orantılıdır. Ama, devrimci bir halk hareketi, ki bunu yaratacağız, öz gücümüzle yaratılacaksa, bu günden bunun en temel dayanaklarını, ilk zemin çalışmalarını yapmak, işçi ve emekçi sınıfların, kadınların ve gençliğin öncü kesimini kazanmayı amaç edinmek zorundayız.
Bunun için, doğru bir politika ve bu politikanın usta biçimde her kesimde özgünleşmesi, tutuğunu koparan bir tarzla politik ve örgütsel açıdan ilişkilenmek yaşamsaldır. Her yere dengesiz saldırmak ve güçlerimizi bölmek, işlevsiz kılmak değil, kitlelerin öncü kesimlerinin bulunduğu alanlarda, fabrika, işyeri, okul, mahalle, çeşitli yöre dernekleri vb.’de somut ve dengeli, sonuç alıcı çalışmalar yapmak, güçlerimizi dengeli biçimde bu alanlarda yoğunlaştırmak, tüm bunları yaparken kitleleri kendi bulunduğumuz alan ve kurumlara çağırmak değil, onların bulunduğu alana gitmek temel taktik politikamız olmalıdır.
Zor ve zahmetli çalışmadır kitle çalışması. Bu kuşatmada bu zorluk bir kaç kat daha artmaktadır. Ama genel olarak TDH’ne egemen olan tıkanıklığa karşı yeni kanallar açmak, özel olarak yeniden inşa sürecimizin başarıya ulaşması, başka çalışmaların yanı sıra kitlelerle daha sıkı ve ileri bağlar kurup onları örgütlemekten geçer.
Kitlelerin, işçi ve emekçi sınıfların örgütlenmesi başlı başına bir politikadır. O halde hücum ruhunu donanarak, kitlelere...

(*) M. Çayan yoldaş tarafından formüle edilen “suni denge” ile Che’nin Latin Amerika için kavramlaştırdığı “kararsız denge” bire bir aynı değildir. Suni-denge ve kararsız denge’nin yeni sömürgecilik temelinde ortak paydaları vardır. Ama “suni denge” Osmanlı toplum yapısı ve bu temelde oluşan kitle kültürünü de dikkate alan bir kavramdır, yani özgün hali içerir. Che’nin “kararsız denge”si ise, Latin Amerika’nın anti sömürgeci mücadelele geleneğini de ifade eden, yeni sömürgeciliğin oturmasında kitlelerin mücadelesinin bize nazaran daha güçlü olmasını içeren bir kavram olarak karşımıza çıkar. Ülkemizde yeni sömürgecilik, Osmanlı imparatorluğu ve Kemalist diktatörlüğün sonunda, işçi ve emekçi sınıfların mücadelesinin nisbeten zayıf olduğu, devletin “baba”olarak kutsandığı bir kültürün üzerinde gelişmiştir. Türk burjuvazisi, tarihsel birikimine paralel olarak, bu süreçte direnme göstermemiş, tam tersine yeni-sömürgeciliğin koşullarını gönüllü yaratmıştır. Latin Amerika böyle değil, nispeten ulusal bir burjuvazi ilk başta bu sürece direnmiş, tarihsel direniş dinamikleri oldukça güçlüdür, gerilla mücadelesi canlıdır, vb. İşte bunun üzerine ABD emperyalizmi tarafından geliştirilen yeni sömürgecilik sorunsuz değil, çok daha karmaşık bir süreçte oturmuştur. Che’nin “kararsız denge” kavramı bu süreçte ve kitle hareketinin düzen sınırlarını zorladığı bir aşamayı içerir.




 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19