TDH’de yaşanan tıkanmayı aşmanın, devrimci sosyalizmi
de içine alan örgütsel krizi aşmanın ilk ve temel
çıkış yolu, devrimci yenilenme ekseninde, 21 yüzyılın
ML partisini, yani Parti ve Cephe’yi yeniden inşa
etmektir. Bu anlamda devrimci sosyalizmin yaklaşık
4 yıl önce başlattığı bütünsel bir yenilenme eyleminin
belki de düğüm noktası budur. İdeolojik, politik,
kültürel her açıdan devrim ve sosyalizm ufkundan
kopmadan bir yenilenme eylemi, bu eylemin yeniden
inşası asıl olarak örgütsel aygıtta cisimleşecektir.
Bu anlamda, devrimci sosyalizmin “yeniden inşa”
olarak tanımladığı bu süreç, basit bir örgütsel
yapı oluşturma değil, her alanda bir anlayışın
içselleştirilip bunun çok yönlü ve sınıf mücadelesinin
sorunlarına yanıt üreten bir partiye ulaşması
sürecidir. Bu, TDH ve özellikle devrimci sosyalist
dinamiklerin tüm değerlerine sahip çıkan, uzun
yıllara yayılan ve TDH ayaklarına dolaşan örgütsel
krizine karşı yürütülen kapsamlı mücadeledir.
Bu hedef, 21. yüzyılın devrim ve sosyalizm mücadelesine
öncülük edecek proleterya partisidir.
Bu politik-örgütsel hedef, yani Parti ve Cephe’nin
yeniden inşası, devrimin program ve stratejik
sorunlarına net yanıtlar üreten ideolojik-teorik
hedefler ve devrimi yeniden siyasal gündemin merkezine
koyan politik hedeflerden bağımsız değildir. Dahası
tüm bu hedeflere sıradan bir anlayış ve yaklaşımla
değil, 21. yüzyılda yeniden kuruculuk ya da yeniden
üretimi gibi görevleri içeren, bu temelde kapsamlı
eleştiri ve red eylemi, bu eylemin kapsamlı yeniden
kurma eylemi ile bütünleşmesi ve tüm bunların
her ilişkiye ve adıma taşınmasını içermektedir.
Tüm bunlar örgütlü olarak ele alınır ve partide
en yüksek biçimine ulaşır. Bir yandan partide
tüm bunlar cisimleşirken, diğer yandan partinin
öncülüğünde marksizm-leninizmi ideolojik alanda
bir çekim merkezi haline getirmek, bunun ilk temel
belgelerini üretmek, devrimin yolunu belirleyen
bir stratejinin, PASS’nin sınıf savaşımında gerçek
karşılığını örgütlemek: İşte yeniden inşa sürecimizin
hedefleri bu kadar nettir, açıktır.
Büyük ve iddialı bir hedef... Ama bu büyüklükte
hedefi olmayanların bu ülkede devrimi güncel kılmak
ve zafere yürümek gibi bir kavgası olamaz. Devrim
büyük toplumsal eylemdir ve büyük hedef ve iddiaları
içerir.
Hedef ve iddia ile çok kez yaşam ve gerçek arasında
bir mesafe olur. Her şeyden önce kendine ve iradesini
temsil ettiği sınıfa, yani proleteryaya karşı
sorumlu olan bir parti, tam bir nesnellikle bu
mesafeyi sorgular, “sürecin neresindeyiz” sorusunu
sorar ve kolektif akıl ve güçle hedeflere ilerler.
Bu değerlendirme ve tartışma, yani alınan mesafeler
üzerinden sorgulanan süreç ve çıkarılan sonuçlar,
aynı zamanda bir partinin işleyişini, anlayışını
ve en önemliside kültürünü bir kez daha ortaya
çıkarır. Parti biraz da bunlar ile, farklı süreçlerde
gösterdiği tutumlar ile parti olur.
“Tıkanma” -bu kavram, son yıllarda çözüm arayışlarında
ilk elden bir durumu belirleme açısından temel
önemde bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. TDH
hem içsel zayıflıkları ve uzun yıllara yayılan
yenilgi süreci, hem de dünya ölçeğinde sosyalist
hareketin sorunları ve geriye düşme arasında bu
tıkanmayı yaşıyor. Devrimci sosyalist hareket,
bundan bağımsız değil, tam tersine bunun bir parçasıdır
ve bu süreçten çıkış için çözüm üretmek çabasındadır.
Devrimci çözüm için bir yol haritamız vardır.
Bu yolda adım adım ilerliyoruz. Bu adımlar henüz
küçük ve sınıf mücadelesinde büyük karşılıklar
bulmuyor. Büyük karşılıklar hemen olmuyor ama
bu hedeflere ulaşmak için küçük adımlar zorunludur.
Yüzmek için suya girmek zorunludur. Devrim uzun
bir maratondur, devrimci yenilenme eylemi ile
bu maraton koşulacaktır ve henüz ilk metrelerindeyiz.
Üstelik yolumuz uzun, bu uzun yolda yolumuzu kesmek
için sayısız güçler vardır. Bunları bilerek bu
maraton için ilk adımlar atılmıştır. Yürüyüşümüz
hızlandıkça, işte ilk elden, devrimci sosyalizmi
de içine alan tıkanma aşılacak, her engel bu özgüvenle
savaşılarak düzlenecektir.
Tıkanma, tek bir olgu üzerinden değil, sürece
karakterini veren bir çok olgudan kaynaklanıyor
ve ideolojik, politik, örgütsel ve kültürel alanlardan
besleniyor. İdeolojik açıdan en fazlasından “reel
sosyalizmi” tekrar eden hiç bir akım, bu süreci
aşamaz. Dünyada ve ülkemizde sanki hiç bir şey
olmamış gibi, kaba bir tekrarla yetinen hiç bir
akım ve anlayış bu süreci kavrayamaz ve aşamaz.
Politik ve örgütsel olarak, “az olsun benim olsun”
diyen, bu süreci aslında bir biçimde benimseyen,
“muhalif” olmaktan öte gidemeyen hiç bir akım
ve güç bu süreci aşamaz. Kaba ve sosyalist nitelikleri
oldukça geri bir kültürle de bu süreç aşılamaz.
Sol ve devrimci hareketin önemli bir kısmı tüm
bu özellikleri taşır; bundan dolayı bir kısmı
yaşanan tarihsel süreci anlamaktan uzak, bir kısmı
da şu veya bu düzeyde anlamaya çalışsa da bu bütünlükten
yoksundur. Bu çok net.
Bazı Temel Saptamalar
Ve tıkanma, belki de en çok, diğer alanların yanı
sıra, kitlelerle ilişkide, onların örgütlenmesinde
karşımıza çıkmaktadır.
Kitleler, sadece devrimci ve sol hareketin değil,
emperyalizm ve oligarşinin de gündemindedir, dahası
bu güçlerin yoğun baskını altındadır. Bu alanda
bir çok siyasal irade ve güç çatışır ve gelinen
aşamada bir tablo oluşur. Öncelikle bu noktada
bazı temel saptamalar yapmakta yarar vardır.
1) Genel olarak yeni sömürge ülkelerde, özel olarak
da ülkemizde, işçi ve emekçi sınıflar ile oligarşi
arasında suni bir denge vardır.(*) Emekçi sınıfların
düzene yönelik tepkisi ile oligarşinin baskısı
arasında kurulan bu denge, aslında bir dengesizlik
olup, oligarşi tarafından kitlelerin tepkisinin
kontrol edilebilir halini ifade eder. Bir dönem,
2. Paylaşım Savaşı sonrası geliştirilen yeni sömürgeciliğin
oturma sürecinde, suni dengenin oluşmasında, yeni
sömürgecilik zemininde, faşizmin baskı politikalarının
yanı sıra, bu süreçte kapitalizmin gelişmesi ve
“sosyal devlet” politikaları temel bir rol oynamıştır.
Ancak, 1970’lerde uç veren 1980’lerde başlıca
politikaya dönüşen ve “reel sosyalizmin” çözülmesi
ile tüm dünyada işçi ve emekçi sınıfları teslim
almaya yönelen yeni liberal politikalar, suni
dengenin oluşmasında yeni nitelikler ortaya çıkarmıştır.
Yeni tarihsel süreçte, esnek üretim temelinde
üretim süreci parçalanmış, yoğun kitle kültürü
içine postmodern kültür katılarak kitleler güçsüz
bırakılmış, bu süreçte devlet/faşizm yeniden örgütlenerek
açık ve gizli faşizm yöntemlerinin içiçe olduğu,
şiddeti ideolojik aygıtlarla besleyen, bunu yaşamın
her alanında örgütleyen mekanizmalar oluşmuştur.
Bu süreçte “sosyal devlet” politikaları bir yana
atılmış, yoğun emek sömürüsü ile yoksulluk hızlanmış,
kapitalist üretim değil, mali sermayenin spükalif
karına dayanan bir süreç işlemiş, emperyalizme
bağımlılık her alanda derinleşmiştir. Bu işçi
ve emekçi sınıfların nicel/sayısal olarak güçlenmesine
yol açmış, neo-liberal politikaların tüm sonuçları,
devrimin nesnel koşullarını büyütmüş, ama diğer
yandan yeni sömürgeci sistemin “düşük yoğunluklu
savaş” konseptine göre süreklileşen ve içselleşen
baskının yanı sıra, ideolojik ve kültürel pasifikasyon
araçları ile kitleler güçsüz bırakılıp teslim
alınmaya çalışılmıştır.
2) Bu durum temel bir olguyu yaratmıştır: Kendiliğinden
kitle hareketi önemli ölçüde geride kalmış, kitlelerin
örgütlenmesinde örgüt ve irade her dönemden daha
çok bu dönemde ön plana çıkmıştır. Tarihte ve
devrim yapmış tüm ülkelerde, başta Ekim Devrimi
olmak üzere, Çin vb. diğer devrimlerde işçi ve
köylü hareketinde yaşanan kendiliğindenci tepkiler
oldukça önemli yer tutar. Bu ülkelerde KP, işçi
ve köylülerin isyana ulaşan mücedelelerine önderlik
yaparak, kimi ülkelerde kısa süreli bir ayaklanma
ile kimi ülkelerde ise uzun süreli halk savaşı
ile zafere ulaşmıştır. Ülkemizde devrim hareketinin
en güçlü ve bu temelde kitlelerin aydınlanması
ve mücadelesinde en verimli dönemler, örneğin
kendiliğinden hareketlerin güçlü olduğu ve düzenin
sınırlarını zorladığı 1965-70 ve 1975-80 dönemleridir.
Ancak, 1989 işçi hareketini, 1995-96 Gazi ve 1
mayıs süreçlerini bir yana bırakırsak, son 25
yılda ciddi kendiliğinden kitle hareketinin olmadığını
ya da çok zayıf olduğunu görürüz. Bu süreçte,
Kürt coğrafyası mücedele ile ayağa kalkarken,
burada suni denge tuz buz olurken, Türkiye cephesinde
faşizmin yeniden yapılandırması ve kitlelerin
çürütülmesi sürecinde zayıf olan devrimci hareketten
de güç alarak suni denge adeta pekişmiştir. Doğal
olarak kendiliğinden bir kitle hareketinin açtığı
yoldan yürüme değil, örgütlü güçle kitle hareketini
canlandırma ve geliştirme önem kazanmıştır. Bu
devrimci hareketin gücü ve mücedelesine bağlıdır,
her ilerleme bir canlanmaya her gerileme bir geriye
düşüşe yol açmıştır.
3) Böylece, sol ve devrimci hareketin zayıflığı,
kendi dar gündeminden çıkamaması, sadece kitlelere
güven vermekten uzak bir durum yaratmakla kalmamış,
işçi ve emekçi sınıflar ile sol ve devrimci hareket
adete birbirinden kopmuş, iki farklı kanaldan
iki farklı gündemle kapanması çok yönlü ve uzun
mücedeleyi zorunlu kılan büyük bir mesafe açılmıştır.
İşte bu büyük ve sorunlu mesafe içinde kitlelerle
bağ kurmak zorundayız.
Devrimin Gücü Kitlelerdir
Kitlelerle ilişki kurmak ve örgütlemek her devrimin
temel amacıdır. “Kitlelerin gücünü örgütlemek
bir siyasettir” (Mao) sözü son derece doğrudur,
yol göstericidir. Çünkü devrim kitlelerin eseridir.
Devrim hangi aşamda olursa olsun ve hangi araçları
kullanırsa kullansın tüm süreçlerde her bir aracın
temel hedefi kitleleri etkilemek, onlarla siyasal
ve örgütsel bağ kurmak, onları devrime kazanmaktır.
Emperyalizm ve oligarşi neden binbir araç ve yöntem
kullanarak kitleleri teslim almak ve çürütmek
istemektedir? Mevcut sömürü düzenlerini sürdürmek
ve devrimi engellemek için. Her tarihsel dönem,
neden devrim için bir çok ve kendine özgü mücadele
araçlarını yaratır? Çünkü her tarihsel dönem kendine
özgü toplumsal-siyasal ve bu temelde sınıfsal
ilişki yaratır. Bu ilişkiler toplamı sınıf mücadelesi
için bir çok mücadele aracı yaratır, bu ihtiyaçlardan
haraketle devrimin önü açılır ve kitleler mücadele
içinde örgütlenir. Uzun bir evrimci çalışma içinde,
Iskra gibi bir yayının yol gösterciliğinde grev
okulunda kitleler hazırlanarak büyük Ekim Devrimi
bir genel silahlı ayaklanma ile zafere ulaşmıştır.
Bu ayaklanma sürecinde gerilla yan bir unsurdur.
Çin, Viatnam, Küba devrimlerinde işçi ve köylüler
her mücadele araçları ile eğitilmiş, gerilla ana
unsur olmuş ve tümünün bileşkesi ile devrim uzun
süreli halk savaşı ile zafere ulaşmıştır. Yani
ister politik mücadelenin en üst biçimi olarak
silahlı mücadele (öncü savaşı sürecinde SP), ister
politik mücadelenin diğer biçimleri olarak yayından
tutalım siyasal grevlere kadar, ister ekonomik
bir hak alma mücedelesinde ister ideolojik bir
mücadelede olsun tümünün en temel amacı kitleleri
kazanmak ve onları örgütlemektir. Buna hizmet
etmeyen hiç bir mücadelenin anlamı yoktur.
Biz biliyoruz ki, devrimin bu aşamasında kitleler
büyük birimler halinde, sovyet ya da halk meclisleri
biçiminde örgütlenemez. Çünkü kitleler emperyalizm
ve oligarşinin kuşatması altında bu siyasal düzeyde
değildir. Bu kuşatma, ancak uzun süreli ve bütünlüklü
bir mücedele ile kırılır. Bu kuşatmanın kırılmasında,
işçi ve emekçi sınıfların devrime kazanılmasında
proleterya partisinin öncülüğünde, gerilla ve
kitlelerin gücü temel önemdedir. Bu aşamada proleterya
partisi saflarında bileşik olarak örgütlenen devrimciler
emperyalizm ve oligarşiye karşı siyasal olarak
üstünlerdir, kitleler değil. Zaten uzun süreli
savaşın ilk temel aşaması olan öncü savaş, her
mücadele aracını bütünlüklü kullanarak kitleleri
devrime kazanmayı, emperyalizm ve oligarşiye karşı
siyasal açıdan üstünlük kurmayı hedefler. Her
adımda kitlelerle bağ kurulur, onlar örgütlenir,
maddi olarak güçlü düşmana karşı siyasal üstünlük
mücadelesi verilir. Bu süreçte kitleler her alanda
örgütlenmeye çalışılır, onlar büyük ve iktidar
organları olan halk meslislerine hazırlanır.
Mevcut yeni sömürge kapitalist düzen, emperyalizme
bağımlılık ve kapitasit sömürü biçiminin tüm sonuçları
açısından, devrim için adeta “patlayıcı maddeler”üretiyor.
İşçi ve emekçi sınıflar bu düzenden memmun değil,
ona karşı içten içe büyük bir öfke duyuyor. Emperyalizme
tam bağımlılık, savaş, işsizlik, yoksulluk, yabancılaşma
her açıdan kitlelere yansıyor ve bunlar kitlelerin
gündemi oluyor. Zaten bu zemin tepki üretirken,
emperyalizm ve oligarşi boş durmuyor, politik,
ideolojik vb. araçlarla kitleleri bir yandan çürütüyor
diğer yandan başta düzen partileri olmak üzere,
liberalizm, İslam, ulusallık vb. adı altında tekrar
düzene bağlamaya çalışıyor. Yani bu alanda büyük
irade ve güçler devreye giriyor.
O halde biz, her şeyden önce, yukarıda ifade ettiğimiz
“mesafeyi” ve bu mesafenin uzun süreli ve çok
yönlü mücadele ile kapanacağını bilmek zorundayız.
Bunu bilmek, kitle mücadelesine seyirci kalmak
demek değil, tam tersine kitleleri örgütlemenin
başlı başına bir politika olduğunu bilerek, kitlelerin
her talebine sahip çıkarak, bu talebi her alan
ve toplumsal kesimde özgünleştirerek, kitlelerin
gündemi ile bağlar kurmak zorundayız. Bu doğru
ve sürekli ajitasyon ve propoganda, kitleleri
aydınlatma mücadelesi anlamına gelir. Bu da yetmez,
bu siyasal teşhir sürecine mutlaka bir örgütlenme
unsuru katmak zorunludur.
Yani sen bir işsize, bir anti emperyalist yurtsevere,
bir emperyalist savaş karşıtına, bir ezilen ulus
bireyine, bir kadına, bir öğrenciye vb. sorunlarını
anlatmakla kalmamalı onun için bu temelde mücadele
etmenin aracını yaratmalısın. Ona kendi talebine
sahip çıkıp haykırmasının, o sorun için mücadele
etmesinin ve bunu örgütlü yapmasının yolunu ve
aracını göstermek gereklidir. Bunun yolu uzaktan
bir ajitasyon ve propoganda değil, onun yaşadığı
ve mücadele ettiği kendi alanında ilişkilenmekle
mümkündür. İşçi, fabrikada, atolyede, iş yerinde;
kadın evinde, üretimde bulunduğu alanda; öğrenci
okulunda, dershanede vb... Kitlelerin bulunduğu
alanlarla doğrudan bir bağ kurulmadan kitlelerle
ilişki kurulamaz. Demek ki kitlelerin bulunduğu
alanlarda, onların taleplerine sahip çıkarak,
onlarla mücadele içinde politik ve örgütsel bağ
kurup mücadele ve örgütlenmenin bir parçası haline
getirerek ilişki kurabiliriz.
Daha Somut Olarak...
Devrimimizin bu aşamasında, yeniden inşa sürecimizde
elbette tüm kitleleri örgütlemek mümkün değildir.
Çünkü nihayetinde örgütleyeceğimiz kesimler, unsurlar
hem devrim sürecimizin sorunları ile hem de kendi
örgütsel güç ve açılımlarımızla doğrudan orantılıdır.
Ama, devrimci bir halk hareketi, ki bunu yaratacağız,
öz gücümüzle yaratılacaksa, bu günden bunun en
temel dayanaklarını, ilk zemin çalışmalarını yapmak,
işçi ve emekçi sınıfların, kadınların ve gençliğin
öncü kesimini kazanmayı amaç edinmek zorundayız.
Bunun için, doğru bir politika ve bu politikanın
usta biçimde her kesimde özgünleşmesi, tutuğunu
koparan bir tarzla politik ve örgütsel açıdan
ilişkilenmek yaşamsaldır. Her yere dengesiz saldırmak
ve güçlerimizi bölmek, işlevsiz kılmak değil,
kitlelerin öncü kesimlerinin bulunduğu alanlarda,
fabrika, işyeri, okul, mahalle, çeşitli yöre dernekleri
vb.’de somut ve dengeli, sonuç alıcı çalışmalar
yapmak, güçlerimizi dengeli biçimde bu alanlarda
yoğunlaştırmak, tüm bunları yaparken kitleleri
kendi bulunduğumuz alan ve kurumlara çağırmak
değil, onların bulunduğu alana gitmek temel taktik
politikamız olmalıdır.
Zor ve zahmetli çalışmadır kitle çalışması. Bu
kuşatmada bu zorluk bir kaç kat daha artmaktadır.
Ama genel olarak TDH’ne egemen olan tıkanıklığa
karşı yeni kanallar açmak, özel olarak yeniden
inşa sürecimizin başarıya ulaşması, başka çalışmaların
yanı sıra kitlelerle daha sıkı ve ileri bağlar
kurup onları örgütlemekten geçer.
Kitlelerin, işçi ve emekçi sınıfların örgütlenmesi
başlı başına bir politikadır. O halde hücum ruhunu
donanarak, kitlelere...
(*) M. Çayan yoldaş tarafından formüle edilen
“suni denge” ile Che’nin Latin Amerika için kavramlaştırdığı
“kararsız denge” bire bir aynı değildir. Suni-denge
ve kararsız denge’nin yeni sömürgecilik temelinde
ortak paydaları vardır. Ama “suni denge” Osmanlı
toplum yapısı ve bu temelde oluşan kitle kültürünü
de dikkate alan bir kavramdır, yani özgün hali
içerir. Che’nin “kararsız denge”si ise, Latin
Amerika’nın anti sömürgeci mücadelele geleneğini
de ifade eden, yeni sömürgeciliğin oturmasında
kitlelerin mücadelesinin bize nazaran daha güçlü
olmasını içeren bir kavram olarak karşımıza çıkar.
Ülkemizde yeni sömürgecilik, Osmanlı imparatorluğu
ve Kemalist diktatörlüğün sonunda, işçi ve emekçi
sınıfların mücadelesinin nisbeten zayıf olduğu,
devletin “baba”olarak kutsandığı bir kültürün
üzerinde gelişmiştir. Türk burjuvazisi, tarihsel
birikimine paralel olarak, bu süreçte direnme
göstermemiş, tam tersine yeni-sömürgeciliğin koşullarını
gönüllü yaratmıştır. Latin Amerika böyle değil,
nispeten ulusal bir burjuvazi ilk başta bu sürece
direnmiş, tarihsel direniş dinamikleri oldukça
güçlüdür, gerilla mücadelesi canlıdır, vb. İşte
bunun üzerine ABD emperyalizmi tarafından geliştirilen
yeni sömürgecilik sorunsuz değil, çok daha karmaşık
bir süreçte oturmuştur. Che’nin “kararsız denge”
kavramı bu süreçte ve kitle hareketinin düzen
sınırlarını zorladığı bir aşamayı içerir.
|