Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

44. Sayı - Eylül 2006

Geçtiğimiz ay Lübnan ve Filistin Siyonist İsrail saldırısını yaşarken Türkiye aslında dipten gelen bir başka dalganın ilk işaretlerine tanık oldu. On binlerce fındık üreticisinin Ordu’daki yol kesme ve polisle çatışma eylemi, hem ortaya koyduğu şiddetli öfke, hem de kendi iç çelişkileri ve karmaşası bakımından tipik bir halk hareketiydi. Uzun süredir kendi iç yaşantılarına kapanmış olan solun çok fazla öngöremediği bir öfke derinlerde bir yerde öylesine birikmiş olmalı ki, “durumun hassasiyeti”nden ötürü yerel polis güçleri bile başka yerlerde olduğu gibi pervasızca saldırmayı göze alamıyorlar ve fiili bir durumun saatlerce yaşanmasına seyirci kalıyorlardı. Sorunun bütün üretici kitleyi kapsayan yakıcılığı gerçekten de çok renkli ve çok öfkeli bir kitleyi bir araya getirmişti ve aslında bu öfke zaman zaman kontrolden çıksa da kendi hedefini biliyordu: AKP ve IMF! Fındık ve siyaset tüccarı Zapsu’nun elektrik direğinde sallanan maketi ve atılan sloganlar bunun en açık kanıtıydı.
Şimdilik her şey biraz durulmuş gibi görünüyor; belki Karadeniz’i tümden yitirme tehlikesini fark eden AKP birkaç küçük hamle yapıp durumu biraz kurtarmaya çalışacak, IMF kurallarını zorlayarak Toprak Mahsulleri Ofisi’ni alımlar için devreye sokması bunun bir örneği ama sorunun kendisi yalnızca fındıkta değil bütün tarım alanında giderek büyüyor ve derinleşiyor. Bu sonbahardaki sıkıntı atlatılsa bile, IMF-Dünya Bankası saldırısının somut sonuçları kırda giderek daha fazla öfke biriktirmeye devam edecektir.

Fındık Tüccarı Karanlık Bir Prens: Zapsu
Türkiye'deki neoliberal hükümetlerin en büyük özelliği bünyelerinde her zaman sivri zekalı bir hırsız-prens bulundurmaları. Çoğu kez aynı zamanda ABD ajanı olan bu danışman-uzman sürüsünün politikaların oluşumundaki rolü küçümsenemeyecek orandadır. Sonuçta partilerin yüzlerce milletvekili vardır ama asıl işler Lenin'in de dediği gibi her zaman "koridorlarda" biter.
AKP'nin karanlık prensi ise Cüneyd Zapsu… Hem asıl efendileri olan ABD emperyalistlerini, hem hükümeti idare eden, hem de kendi cebini düşünen bu "başbakanlık danışmanı" ihalelerde yabancı tekellerin takipçiliğini yapmaktan elçilerle toplantılar düzenlemeye kadar her işe burnunu sokmakla görevli.
1956 doğumlu olan Cüneyd Zapsu, ilk ve orta öğrenimini Almanya'da ve Türkiye'deki Alman okullarında tamamladı. İstanbul Üniversitesi ve Münih Ludwig Maximillian Üniversitesi'nde işletme eğitimi aldı. Almanya'da okurken babasının orada kurduğu tekstil şirketiyle işe başladı. Sonra ise fındık ihracatına girişti. 1985 yılında Balsu Gıda'yı, ardından Teksu'yu ve 1995 yılında da ucuzluk marketleri zinciri BİM'i kurdu.
AZİZLER Holding İcra Kurulu Başkanı Cüneyd Zapsu, AK Parti'nin kurucularından, AKP Merkez Karar ve Yürütme Kurulu (MKYK) Üyesi. Türk-Amerikan İş Konseyi Yönetim Kurulu üyesi ve TÜSİAD üyesi. Zapsu, İstanbul İhracatçılar Birliği Başkanlığı ile ABD fındık şikreti Hazelnut Council'in eş-başkanlığını yapıyor. AKP'deki işi ise belirsiz. Amerikalılarla görüşüyor, işler bağlıyor, Fiskobirlik'in çökertilmesi için canla başla çalışıyor. Kısacası parti içinde tam bir siyaset tüccarı olarak iş görüyor.

Fındık: Bolluğun Yokluğu…
Bu kadar öfkeye yol açan neydi peki? IMF ve hükümetin yaptıkları nasıl olmuştu da bu kadar kişiyi sokağa dökmüştü?
Her şeyden önce fındık, özellikle Karadeniz için hayati bir ürün ve adeta bölge ile bütünleşmiş halde. Karadeniz’de fındığın en az 25 yüzyıllık bir yaşantısı olduğu iddia ediliyor ve yüzyıllardır bu bölgede dünyanın en kaliteli ürünü yetiştiriliyor. Bu sayede yıllık 550-600 bin tonluk üretimiyle Karadeniz, dünya üretim ve ticaretinin yüzde 70-75’ini elinde tutuyor. Bir üründe bu kadar büyük bir üretime sahip olmak aslında tekel olmakla eşdeğer bir durum. Üstelik bu, son derece kötü verim düzeyi ve plansız üretime karşın böyle. Örneğin 1998-2002 dönemi ortalamasına göre Türkiye’de dekardan 100 kg fındık alınmışken, ABD’de 249 kg, Fransa’da 194 kg, İtalya’da 163 kg, Yunanistan’da 159 kg ve Gürcistan’da 143 kg fındık alınmıştır. Yani aslında Karadeniz fındığı üzerinde çalışılıp verimi artırılmış bir ürün değil. Buna karşın son derece plansız bir biçimde fındık dikim alanları her yıl artmakta ama IMF işbirlikçisi hükümetler ürüne destek vermemektedirler. 1960’ların başlarında 200 bin hektar dolayında olan üretim alanları, 2005 yılında ise 580 bin hektara ulaşmıştır.
Bugün Karadeniz’de yaklaşık 400 bin aile fındık tarımı ile uğraşıyor ve Türkiye genelinde 7-8 milyon kişi doğrudan ya da dolaylı olarak Fındık üretimiyle ilgili. 2005 yılı itibariyle Türkiye’nin fındık ihracatı 2 milyar dolar ve tarımsal ihracattaki payı yüzde 23.

Tarımda Çöküşün Sonucu: Yeni Göç Dalgaları
Fındıktan üzüme, tütüne ve pancara kadar bütün tarım alanlarındaki emperyalist tahribatın doğrudan sonuçlarından biri, yüz binlerce insanın tarımdan koparak kentlere savrulmasıdır. Yalnızca 2000-2005 yılları arasında tarımdan kopanların sayısı resmi rakamlara göre 1,3 milyona ulaşmıştır. Üstelik bu durum, klasik bir gelişme temposunun eseri de değildir. Yani aynı sürede kentlerde bu nüfusu istihdam edebilecek iş kapasitesi oluşmamıştır. Bu, kentlerin çekimi değil, kırların itmesidir. Tarım sektöründe çözülme ve kentlere göç yakın gelecekte de devam edecek gibi görünüyor; çünkü geçmiş dönemde uygulanan ve küçük aile işletmelerinin ayakta kalmasına yardımcı olan tarımsal desteklemeler sona ermekte ve çözülme giderek artmaktadır.
2000'li yılların başından beri uygulanan tarım politikalarının sonucunda tarıma yönelik destekler milli gelirin yüzde 3'ünden yüzde 0,7'sine geriletilmiş, tarımsal örgütlenmeler, Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri zayıflatılmış, tarım özellikle son üç yılda net ithalatçı konumuna getirilmiştir. Böylece, milli gelirdeki payını son derece hızlı bir şekilde yitiren tarım sektörü daha da hızlı bir şekilde istihdam kayıpları yaşamakta, aynı zamanda da kırsal göç ve kentsel/kırsal işsizlik oranları yükselmektedir.

Fındıkçı Yoksulluk Sınırında
Bu kadar göz kamaştıran rakamlara karşın fındık üreticisi küçük köylülerin tuzu kuru değil. Tam tersine gitgide yoksullaşıyorlar, dünyada az bulunur bir doğa harikasına karşın bir türlü ayağa kalkamıyorlar.
Her şeyden önce üretim küçük çapta yetersiz arazilerden oluşuyor ve fındığın yetiştiği coğrafya çok zor bir coğrafya. Araştırmalara göre fındık tarımında bir çiftçi ailesinin yıllık yeterli geliri sağlayabilmesi için en küçük arazi büyüklüğü, coğrafi yapıya göre 22 ile 45 dekar arasında olmak zorunda. Oysa Karadeniz’de ortalama fındık alanı büyüklüğü 14 dekardır. Üstelik, çiftçilerin %48’inin bahçe büyüklüğü 6.2 dekar, %18’inin ise 3.5 dekardır.
Bütün bunların üzerine IMF baskısı ve fiyatların düşüklüğü eklendiğinde ise fındık üreticilerinin yarısı yoksulluk sınırını yaşamaktadır. Üreticiyi tarımdan vazgeçirmek için verilen Doğrudan Gelir Desteği ile birlikte düşünüldüğünde bile şu anda çitçilerin %50’sinin fındıktan sağladığı gelir günlük 2 doların altındadır. Üstelik bütün bunlar girdilerin gitgide daha pahalı olduğu bir ortamda gerçekleşmektedir.

Tütün’de Zirveden Dip Noktaya...
IMF-DB politikalarının en sert darbe vurduğu alanlardan biri de, tütündür. Büyük uluslar arası tekellerin tütünden elde ettikleri kâr başka hiçbir ürünle kıyaslanamaz. Bu yüzden tütündeki saldırı çok kapsamlı olmuştur. Bir yandan üretim ciddi biçimde azaltılmış, diğer yandan ise bu alanda çalışan kârlı devlet işletmeleri yok pahasına satılarak tekellere hazır zemin sağlanmıştır. Sonuç, tam bir felakettir.
9 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe giren 4733 sayılı Tütün Kanunu ile tütünde destekleme alımları kaldırılarak sözleşmeli üretim sistemine geçilmiştir. Tütün üreticisinin örgütsüz olması nedeniyle bu sistemde fiyatlar alıcı firmalar tarafından belirlenmekte; üretici bu durumda sektörden kopmak zorunda kalmaktadır. Öyle ki, 1999 yılında 251 bin ton olan tütün üretimi 2004 yılında 129 bin tona; 578 bin olan ekici sayısı ise 274 bin kişiye düşmüştür. Aynı şekilde TEKEL'in destekleme alımlarının toplam üretimdeki payı 1999'da yüzde 72 iken, 2004'te sözleşmeli alımdaki payı yüzde 28'e inmiştir.
Şu anda bile Oriental (şark) tipi tütün üretiminde 2003 yılı itibariyle 148 bin 207 ton ile Türkiye dünyanın birinci sırasındadır. Genel tütün üretiminde de Türkiye, 2004 yılında 152 bin ton üretimiyle dünyada 6. sıradadır. Ancak uygulanan politikalar sonucunda, 1960 yılı öncesinde Türkiye'nin ihracat gelirinin yaklaşık %25-40'nı karşılayan tütünün son yıllarda genel ihracat içindeki payı % 2'ye kadar gerilemiştir.
2000 yılında, -yani "Tütün Yasası" çıkmadan önce- bu alanda 583 bin 474 üretici bulunuyordu. Aileleriyle birlikte hesaplandığında neredeyse 3 milyona yakın insan bu ürünle geçiniyordu. Oysa IMF politikalarıyla üretici sayısı 2004 yılında 285 bine, aileleriyle birlikte 1,5 milyon kişiye gerilemiştir Yani, yaklaşık üç-dört yılda, tütün üretimiyle uğraşan 1,5 milyon kişi kentlerin varoşlarına yeni işsizler ve yoksullar olarak katılmıştır. Bütün bu açılardan bakıldığında tütünün öyküsü, aslında tam da yeni sürecin neoliberal soygununun öyküsüdür.

IMF-Dünya Bankası: Tarımın Can Düşmanları
Peki %75’lik dünya pazarı gibi tekel sayılabilecek muazzam bir zenginliğe karşın fındık üreticisi neden bu durumda?
Bu sorunun yanıtı, yalnızca fındıkta değil bütün tarım alanlarında uygulanan emperyalist politikalara sıkı sıkıya bağlı. S. Barikat’ın daha önceki sayılarında da ayrıntılı olarak incelediğimiz gibi IMF-Dünya Bankası ikilisi, uzun süredir tarıma el atmış haldedir.
Türkiye, 24 Ocak 1980 kararlarından bu yana tarımda ve her alanda emperyalistler tarafından emredilen politikaları uyguluyor. Bu kararlar, 1970’li yıllarda belirginleşen neo-liberal politikaların IMF ve Dünya Bankası aracılığıyla azgelişmiş ülkelere dayattığı mali ve yapısal uyum programlarının bir ürünüdür.
1980’den beri gelişen bu süreç özellikle 9 Aralık 1999’da IMF’ye verilen niyet mektubuyla birlikte somut uygulamalara dönüşmüştür. 1997 yılının sonlarına Türkiye’ye gelen Dünya Bankası heyeti başkanı John Nash’ın raporu bu konuda belirleyicidir. Rapora göre, “Türkiye’de uygulanan tarımsal destekleme politikaları mali açıdan pahalı ve ekonomik olarak verimsizdir. Sistem vergi yükümlüleri ve tüketicilere önemli yükler getirmektedir.” Bu rapora uygun olarak hazırlanan sözde “reform” programı, neredeyse Nash’ın sözlerinin birebir tekrarı gibidir: “Tarım ürünleri fiyatları, dünya fiyatları düzeyine çekilecek, fiyat destekleri ya da sübvansiyonlar kaldırılarak Doğrudan Gelir Desteği (DGD) sistemine geçilecek, gübre ve kredi sübvansiyonlarına son verilecek, tarım satış ve kredi kooperatiflerinin avantajları kaldırılacak, bütün tarımsal KİT’ler özelleştirilecek.” 9 Aralık 1999’da IMF’ye verilen niyet mektubu ve 10 Mart 2000’de Dünya Bankası’na verilen kalkınma politikası mektupları aynen bunları içermektedir. Daha sonra paraşütle gelen Kemal Derviş’in ünlü tütün, şeker, vb. yasaları ise biliniyor. Böylelikle Türkiye’de tarım ve hayvancılığı çökerterek, ülkeyi küresel gıda şirketlerinin pazarı haline getirmek için IMF ve Dünya Bankası’nca dayatılan program adım adım uygulamaya konulmuştur.
Bu programa teslim olunduktan sonra 2001-2004’te, bütçeden tarıma ayrıldığı belirtilen tüm ödemeler, artık milli gelirin yüzde 1’inin altındadır ve bu miktarın da %70’i de zaten çiftçiyi tarımdan vazgeçirmek için verilen DGD’dir.
Sonuç, tarım üretimi bakımından tam bir felakettir. Bizzat Dünya Bankası bile 9 Mart 2004 tarihli raporunda bunu kabul etmektedir. Rapora göre, 1999-2002 döneminde, tarıma verilen desteğin GSMH’ye oranı yüzde 3,2’den yüzde 0,5’e düşmüştür.
Aynı dönemde tarımsal gelir 27 milyar dolardan 22 milyar dolara gerilemiş, böylece çiftçiler yaklaşık 4 milyar dolar zarara uğramışlardır. 2002-2003 arasında gübre ve ilaç kullanımı yüzde 25-30 azalmış, kredi alan çiftçiler, borçlarını, tarımsal gelirdeki azalmalar ve yüksek reel faiz oranları nedeniyle ödeyememişler ve sonuçta 1999-2001 arasında, Türkiye’de üretilen başlıca tarım ürünlerinin brüt değeri, reel olarak yüzde 16 oranında azalmıştır.
1997-2002 döneminde, ihracat ve ithalat tüm ürün çeşitlerinde artış gösterirken, tarım ve gıda ürünlerinin toplam ihracat ve ithalattaki payı düşmüştür. Hektar başına meyve değeri yüzde 29 azalırken, hububat ve sebze değeri sırası ile yüzde 22 ve yüzde 23 düşmüştür. Bunun sonucu olarak aynı süreçte çiftçi, 450 bin hektar alanı ekmekten vazgeçmiştir.
Yine 1999-2001 arasında tarım ürünleri fiyatları yüzde 40 oranında gerilemiş, DGD programı ise çiftçilerin uğradığı net gelir kaybının ancak yüzde 35-45’ini karşılayabilmiştir. DGD programından fiilen yararlanamayanlar için, bu durum dahi söz konusu değildir.
Dünya Bankası programı sürecinde hayvan varlığındaki erime de devam etmiş; 1990-2005 yılları arasında koyun sayısı 40,6 milyon baştan 25,3 milyon başa, sığır sayısı 11,4 milyon baştan 10,5 milyon başa gerilemiştir. Süt üretimi yalnızca yüzde 13 dolayında artmıştır. Denetim altındaki mezbaha ve kombinalarda kesilen toplam sığır, koyun ve keçi sayısı 9 milyondan 6,5 milyon başa gerilemiştir. Böylelikle kırmızı et üretimi ise yüzde 19’luk bir gerilemeyle 507 bin tondan 409 bin tona düşmüştür.
Bütün bunlar, yüz binlerce insanın tarımdan kopması ve kentlere yığılması anlamına gelmektedir.

Şeker Yerine Tatlandırıcı, Şeker Pancarı Yerine Mısır!

IMF-DB programlarından en büyük darbeyi alan ürün şeker pancarı oldu. Cargill gibi büyük tatlandırıcı tekellerinin hazırlayıp IMF aracılığıyla dayattığı Şeker Yasası nedeniyle 125 bir şeker pancarı üreticisi tarımdan koparılarak yoksulluğa itildi. 2000 yılında 18,8 milyon ton olan şekerpancarı üretimi, IMF'ye verilen ekim alanlarının daraltılması taahhüdü ve 4 Nisan 2001'de "Derviş Yasası" olarak çıkarılan 4364 sayılı Şeker Kanunu hükümleri doğrultusunda 2004 yılında 13,5 milyon tona gerilemiştir.
Tatlandırıcıların hammaddesi olan mısırın %73'ünü ise Türkiye dışardan ithal ediyor. Yani tatlandırıcılarda hammadde olarak da dışa bağımlılık var. Oysa şekerpancarı Türkiye'de üretiliyor ve üstelik üretim yeterliydi. Şimdi yine bu tatlandırıcı firmalarının hükümete baskı yapmasıyla halen %10 olan tatlandırıcı izni yüzde 15'e çıkarılmak isteniyor. Bu da 50 bin şekerpancarı üreticisinin daha üretimden koparılması anlamına geliyor.
Bu arada, tatlandırıcılardan üretilen şekerin ne kadar sağlıklı olduğu, kanserojen özellikleri ise hala tartışılıyor.

Fındıkta Neler Oluyor?
Özel olarak fındık tarımında olanlar ise birkaç madde halinde sıralanabilir:

1) Tekeller Piyasayı Belirliyor
Birincisi, Türkiye dünya üretim ve ticaretinin yüzde 70-75’ini elinde tutsa da asıl belirleyici olan alıcı tekellerdir. Yılda yapılan yaklaşık 210 bin ton iç fındık (420 bin kabuklu fındığa eşdeğer) düzeyindeki ihracatın yüzde 80-85’i AB ülkelerine yapılmaktadır ve bu ülkelerin başında da 65-70 bin ton ile Almanya gelmektedir. Alman gıda tekelleri bu alanda egemen durumdadır ve çoğu kez fiyatları da onlar yönlendirmektedir. Yani işbirlikçi yönetimlerin elinde Türkiye tarımının ve özel olarak fındığının bir şansı bulunmamaktadır; çünkü emperyalizmin uşaklığını yapan hükümetler ülkenin tarım üretiminin gelişmesini ve insanların gelir seviyesinin yükselmesini değil, emperyalist gıda tekellerinin çıkarlarını kollamaktadırlar. Fiskobirlik’e desteği kaldırarak fiyatları aşağı çekmek, hatta yok pahasına kaldırmak hükümetlerin başta gelen görevidir.
2) Hükümetler Niyet Mektubu Uyguluyor
Bu doğrultuda bütün IMF-Dünya Bankası programlarını gözü kapalı kabul eden oligarşi, kendi eliyle hazırladığı niyet mektuplarıyla emperyalistlere tarımı ve özel olarak fındığı çökertme sözü vermiş ve bunu uygulamaktadır.
Bu amaçla aşama aşama tarımsal kredilere uygulanan destekler kaldırılmış, gübre ve diğer girdilere ilişkin desteklemeler 2002 başında tümüyle yok edilmiş ve 2002 yılından itibaren fındıkta destekleme alım fiyatı açıklanmayacağı ilan edilmiştir.
Aynı süreçte, IMF emriyle çıkarılan tarım satış kooperatif ve birlikleri (TSKB) yasası ile Fiskobirlik’e (ve diğer Tarım-Satış birliklerine) devlet ya da diğer kamu tüzel kişilerinden mali destek sağlanması yasaklanmış, Fiskobirlik’in fındık alımlarına sınırlama getirilmiştir (Dünya Bankası’nca hazırlanan raporda Fiskobirlik’in 50 bin tondan fazla fındık alamayacağı belirtildi).

3) Neoliberalizmin Önündeki Pürüzler Temizleniyor
Aynı operasyonun bir başka ayağı da, tarımsal alanda tekellerin önünü kısmen tıkayan birkaç büyük kurumdan biri olan Fiskobirlik’in etkisizleştirilmesi, giderek yok edilmesi planı devreye sokulmuştur. Önce IMF emri uyarınca Fiskobirlik’in fındık alım miktarı sınırlanmış ve Birlik tamamen devlet desteğinden yoksun bir ticari işletme haline getirilmiştir.
İkinci aşama ise Birlik’in yönetim kademelerinin tümüyle değiştirilerek genel politikalara uyumlu hale getirilmesi için baskı olmuştur.
Bütün bunlar tekeller için önemlidir. Çünkü, bütün yolsuzluklarına, skandallarına rağmen Fiskobirlik onlar için zararlı bir iş yapmakta ve piyasadan çok miktarda fındığı az çok belirli fiyatlarla çekmektedir. Depolama olanakları olmayan ve iklimden ötürü elindeki ürünü koruyamayan Fındık üreticisinin tamamen çaresiz kalarak her türlü fiyata razı olmasını isteyen tekeller bu alanda bu büyüklükte bir alım garantisinin bulunmasından hiç hoşlanmamaktadırlar. Böylece biraz soluk alabilen üretici, elindeki fındığı kısa süre de olsa elinde tutabilmektedir. Örneğin bu yıl Fiskobirlik’in açıkladığı 7 YTL’lik fiyat, tekeller için tam bir felakettir ve bu yüzden Birlik’i zor duruma düşürmek için elden gelen her şey yapılmıştır. Ve tabii bunun da ötesinde asıl sorun, neoliberalizmin mantığı gereği herhangi bir piyasada sermaye hareketinin tümüyle özgür olması arzusudur. Tekeller, fiyatları istedikleri gibi oluşturma konusunda hiçbir engel istememektedirler. Bu yüzden de bir yandan hükümet üzerinden borç baskısı yaparak, diğer yandan alım miktarına sınırlamalar koyarak Fiskobirlik’i tamamen bitirmek en önemli hedefleridir.

Pamukta İhracattan İthalata

Eskiden pamuk üretimi kendine yeterli olan, hatta ihraç bile eden Türkiye, on yılda 1 milyon 300 bin tondan 850 bin ton üretime düştü. Bunun sonucu olarak her yıl 500 bin ton pamuk 600 milyon dolar ödenerek ithal ediliyor. Elbette bu da yabancı tekellerin pamuk üretimini baltalayan politikalarına ve hükümetlerin düşük fiyatlarla üreticiyi tarımdan uzaklaştırmasına bağlı olarak gerçekleşti. Desteklerin kesilmesi, maliyeti bile karşılamayan fiyatlarla üreticinin canından bezdirilmesi, bu alanda da en çok kullanılan yöntemlerdi.

***

Buğdayda İthalat: Akıldışı Bir Durum
Yerli üretimi caydırıp ithalatı artırmak en klasik tarım ürünü olan buğdayda da geçerlidir. Örneğin 1994'te 9,8 milyon hektar olan buğday ekim alanı 2003 yılında 9,3 milyon hektara gerilemiştir. Üretim ise son (nüfus artışına karşın) 10 yıllık dönemde 19 milyon tonda sabitlenmiş gözükmektedir. Bunun sonucu olarak tipik bir buğday ülkesi olan Türkiye, 2004 yılında 1 milyon 500 bin ton buğday ithal ederken bu ithal buğdayın kilosuna 375 bin TL ödemiştir. Oysa aynı yıl, Tarım Bakanı buğday fiyatını 315-325 bin TL olarak açıklamıştı. Yani bakanlığın fiyatı, ithal edilen buğdayın fiyatından bile daha düşüktü.


***


Çiftçi Hızlı Bir Şekilde Yoksullaşıyor
Yoksulluk, ülke kırsal yaşamının kendini yeniden üretme kapasitesini tehdit eder bir boyuta ulaşmıştır. Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) yaptığı Yoksulluk Çalışması'na göre; Türkiye'de en yüksek yoksulluk kırsal kesimde yaşayanlar arasında gözleniyor. 2002 yılında yüzde 35,5 olarak hesaplanan kırsal kesimde yaşayanlar arasındaki yoksulluk oranı 2003 yılında yüzde 37,1'e, 2004 yılında ise yüzde 40'a ulaştı.
İktisadi faaliyet koluna göre en yüksek yoksulluğun yaşandığı tarım sektöründe 2002 yılında yüzde 36,4 düzeyinde bulunan yoksulluk oranı 2003 yılında yüzde 39,9'a, 2004 yılında ise yüzde 40,9'a çıktı.
Öte yandan, kırsal kesimde tarımla uğraşanların 2002 yılında yüzde 36,8'i yoksul iken, bu sayı 2003 yılında yüzde 40,9'a, 2004 yılında ise yüzde 42,3'e yükseldi.

4) Ürün Ucuza Kapatılmak İsteniyor
Böylece, bölgede “alivreci” denilen tüccarların önü açılmaktadır. Ürün daha tarladayken üreticiye kapora vererek fındığın kendisine teslim edilmesi için anlaşma yapan alivreci, fındık piyasasının ucuz oluşması için tüm politik gücünü kullanmaktadır; çünkü, aynı tüccar mahsul piyasaya çıkmadan 8 ay önce, daha ocak ayında, Avrupalı alıcıya Eylülde hangi fiyattan satacağını bildirmektedir. Bu, şüphesiz mümkün olan en ucuz fiyattan fındığı almak isteyen tekellerin en sevdiği yöntemdir. Fındık tüccarı Başbakan danışmanı Cüneyt Zapsu’nun da bütün derdi budur. Piyasadaki denge sağlayıcı kurumları çökerterek hem IMF emirlerini uygulamak, hem de kendi temsilcisi olduğu Amerikan fındık tekelinin çıkarlarını korumak ve tabii bu arada kesesini doldurmak…

5) Ve Dünya Bankası Buyuruyor:
Fındık Ağaçlarını Sökün! Sökmüyorsanız Canınızdan Bezdiririz!

Ve nihayet, bütün bunların da ötesinde asıl sorun, bizzat fındık üretiminin kendisini sınırlamak, bu kadar verimli bir alanı daraltarak buğdaydan tütüne dek her üründe olduğu gibi Türkiye’nin tarım ve gıda sektörünü tümüyle emperyalist tekellerin denetimine bağlamaktır. Örneğin Dünya Bankası, 12 Temmuz 2001’de yapılan bir anlaşma ile 100 bin hektar fındık bahçesinin 5 yıl içinde sökülmesi koşuluyla 600 bin dolarlık kredi vermektedir. İşbirlikçi yöneticiler tarafından memnuniyetle kabul edilen bu görev henüz yerine getirilebilmiş değildir, çünkü alternatif ürünler konusundaki bütün teşviklere rağmen fındık üreticisi toprağından ve ürününden vazgeçmemektedir.
İşte tam bu noktada Fiskobirlik çökertilerek, fiyatlar düşürülerek yapılmak istenen şey, çiftçiyi canından bezdirmek, üretmemeyi üretimden daha kârlı duruma getirmektir. Maliyeti bile karşılamayan komik fiyatların öne sürülmesinin ardından yatan gerçeklerden biri de budur.
Özetle, “madem ki fındıktan vazgeçmiyorlar, öyleyse aç kalarak emerlerimizi uygulasınlar” denilmektedir.
Sonuç olarak denilebilir ki, Fındıkta olup bitenler, genel olarak son süreçte uygulanan emperyalist politikaların bir tablosudur. Bütün bu açılardan bakıldığında fındığın hikayesi, emperyalist tekellerin dayatmasının ne kadar akıldışı bir noktaya kadar ulaştığını gösteriyor. Zapsu’nun kendi şirketleri için çevirdiği dalavereler bir yana, bir ülkenin dünya çapında tekel oluşturan ürününün böylece yok edilmek istenmesini “ihanet” dışında bir sözcükle açıklamak mümkün değildir. Bunun için gerekçe olarak öne sürülen “ürünün çokluğu” ise ancak neoliberal vahşilerin anlayabileceği bir gerekçedir. Fındık gibi yararlı bir ürünün bolluğu, hem üreticiler hem de bütün insanlar için bir mutluluk kaynağı olması gerekirken, tekeller tam tersini düşünüyor ve ürünün azaltılmasını istiyor. Üstelik bu, milyonlarca insanın yetersiz beslendiği bir ülkede söylenebiliyor.
Bütün diğer tarım alanlarında olduğu gibi asıl amaç, uluslararası tarım ve gıda tekellerinin önünü açmak, milyonlarca insanın yoksulluğu pahasına kendi kasalarını doldurmaktır. Ordu’da olanlar da tam bu vahşi politikaların yarattığı bir sonuçtur; Karadeniz’in can damarını kesmek yolundaki girişim büyük bir tepkinin önünü açmıştır.
Belki bugünkü patlamalar gelip geçicidir ama genel olarak tarımdaki sarsıntı, önümüzdeki yıllarda çok daha geniş kesimlerin canını yakacak ve daha büyük eylemlerin önünü açacaktır. Bu yüzdendir ki, devrimci hareket, gözünü bu alana daha dikkatle çevirmeli, mevcut örgütlenme deneyimlerini incelemeli ve yeni biçimlerle sürece katılmalıdır.


 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münif Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/ No:29 Adana
Tel: (0322) 352 17 92