Aşağıda,
Ernesto Che Guevara’nın 19 Ağustos 1960’ta
Havana’da Halk Sağlığı Bakarlığı’na bağlı
bir kuruluşun açılışında yaptığı bir konuşmayı
veriyoruz. Konuşma 1960 yılında Küba’nın
sürecini anlamak açısından önemli. Bir başka
açıdan bakıldığında ise konuşma tıp üzerinden
aslında bir sosyalizm anlayışı konusunda
da önemli pasajlar içeriyor.
|
“Yoldaşlar,
Küba halkının, özgürlüğünü, tam bir sanayileşme
yolunda gerçekleştirilen ilerlemeleri ve tüm devrimci
yasaların yarattığı gelişmeleri günden güne kutlamak
için düzenlediği yüzlerce toplantıdan biri olan
bu sade toplantının benim için özel bir önemi
vardır.
Yıllarca önce doktor olarak hayata atıldığımı
hemen hemen herkes bilir. Tıbba başladığımda,
öğrenimime başlarken, bugün sahip olduğum devrimci
düşüncelerin çoğu ideallerim arasında yoktu. Herkes
gibi ben de başarılı olmak istiyor, tanınmış bir
araştırmacı olmayı, sonunda tüm insanlığa hizmet
edecek, fakat o an için bana kişisel bir başarı
kazandıracak bazı şeyler bulmak için yorulmaksızın
çalışmayı düşlüyordum. Ben de hepimiz gibi çevremin
ürünüydüm.
Öğrenimimi bitirdikten sonra bazı özel ve karakterime
bağlı nedenlerle tüm Amerika’da bir yolculuğa
giriştim ve kıtayı tümüyle gezdim. Haiti ve Sen
Domingo dışında bütün diğer Amerika ülkelerini
bir bakıma ziyaret etmiş oldum. Yolculuğumun koşulları
nedeniyle, önce öğrenci, sonra da doktor olarak,
yoksulluğu, açlığı, hastalıkları, çaresizlikten
hasta bir çocuğu tedavi etmenin olanaksızlığını,
açlığın sebep olduğu geri zekalılığı ve bir insan
için, vatanımız Amerika’nın yoksul sınıflarında
sık sık görüldüğü şekilde önemsiz bir kaza sonucunda
oğlunu kaybetmek gibi sonu gelmez cezaları yakından
gördüm. O anlarda benim için ünlü bir araştırmacı
olmak ya da tıp bilimine önemli bir katkı getirmekten
daha büyük bazı şeylerin varolduğunu farkettim,
amacım herşeyden önce insanlara yardım etmekti.
Fakat yine de hepimiz gibi çevremin bir ürünü
olmaya devam ediyor ve bu insanlara kendi kişisel
gayretimle yardım etmek istiyordum. Çok yolculuk
yapmıştım, o sıralarda Arbenz’in Guatemala’sında
bulunuyordum, devrimci tıbbın koşullarına düzen
vermek için bazı notlar yazmaya başlamıştım. Devrimci
bir doktor olmak için gerekli olanları araştırmaya
başlıyordum. Fakat, United Fruit, Devlet Bakanlığı
ve Fosher Dulles -zaten bunların hepsi gerçekte
aynı şeydir- tarafından başlatılan saldırı patlak
verdi, bunların işbaşına getirdiği kuklanın adı
Castillo Armas idi.
Halk, Küba halkının bugünkü olgunluk derecesine
henüz ulaşmamış olduğundan saldırı başarılı oldu
ve ben günün birinde diğer birçokları gibi sürgün
yolunu tuttum yada daha doğrusu Guatemala’dan
kaçtım, çünkü bu ülke benim vatanım değildir.
Bunun üzerine çok önemli bazı şeylerin farkına
vardım: devrimci bir doktor olmak için, herşeyden
önce devrim yapmak gereklidir. Ayrı ayrı, bireysel
çabalar, saf idealler, soylu erekler uğruna tüm
bir hayatı feda etme arzusu, bütün bunlar tek
başına harekete geçilirse ve Amerika’nın bir köşesinde,
bir başına düşman hükümetlere ve ilerlemeye olanak
vermeyen toplumsal koşullara karşı mücadeleye
girişilirse hiçbir şeye yaramaz. Devrim yapmak
için, Küba’da olduğu gibi tüm bir halkın seferber
olması, silah kullanarak silahın değerini öğrenmesi,
savaşçı birliği uygulayarak halkın birliğinin
değerini anlaması gerekir.
Daha önceki sorunlar yeniden karşımıza çıkıyor.
Bir toplumsal refah çalışması etkili biçimde nasıl
yapılmalıdır? Kişisel çabayı toplumun ihtiyaçlarına
uydurmak için ne yapmalıdır?
Hepimiz geçmişimizi düşünelim, doktor olarak ya
da devrimden önce herhangi bir halk sağlığı hizmetindeki
çalışmamızda yaptıklarımızı ve düşündüklerimizi
hatırlayalım. Bunu derin bir eleştiri ruhu içinde
yapalım, bu geçmiş dönemde bütün duyduklarımızın
ve düşündüklerimizin artık bitmiş sayılması lâzım
geldiği ve yeni tip bir insan yaratmak gerektiği
sonucuna varırız. İçimizden herbiri, kendisiyle
ilgili alanda, bu yeni insan tipinin mimarı olursa,
herkes için bu insanı yaratmak daha kolaylaşacak
ve bu insan yeni Küba’yı temsil edecektir. Bu
toplantıda hazır bulunan sizlerin, Küba’da yeni
tip insanın doğmakta olduğu düşüncesine sahip
olmanız yerinde olur; başkentte bunun iyice farkına
varmak kolay olmuyor, fakat bu yeni insana ülkenin
her köşesinde rastlanılıyor. Aranızdan 26 Temmuz’da
Sierra Maestra’da bulunanlar daha önce hiç bilmedikleri
bir şeyle karşılaştılar: kazma-kürekli bir ordu.
Bu ordu, O-riente eyaletinde, milis askeri yoldaşları
ulusal bayramlarda tüfekle resmi geçit yaparken,
omuzlarında kazma-kürekle geçit resmine merasimine
Fakat yine sizler, kuşkusuz, hemen hemen onüç-ondört
yaşlarında olduğu halde sekiz-dokuz yaşlarında
görünen, vücut yapısı zayıf çocukları da gördünüz.
Bunlar Sierra Maestra’nın gerçek oğulları, her
türlü yoksulluk ve açlığın çocukları, kötü beslenmenin
evlâtlarıdır. Bu küçük Küba’da, dört ya da beş
televizyon kanalı, yüzlerce radyo istasyonu bulunduğu
halde, modern bilimin tüm ilerlemelerine rağmen,
bu çocuklar ilk kez olarak gece okula gelip elektrik
ışığını gördüklerinde, o akşam yıldızların çok
alçak Olduğunu söylediler. Aranızdan bazılarının
kuşkusuz görmüş olduğu bu çocuklar şimdi kollektif
okullarda yalnızca alfabenin ilk harflerini öğrenmekle
kalmıyor, bir meslek de kazanıyor ve hatta devrimci
olmanın zor bilimini de kavrıyorlar.
Küba’da doğmakta olan yeni insan tipleri işte
bunlardır. Bunlar ücra yerlerde, Sierra Maestra’nın
uzak köşelerinde, kooperatiflerde ve çalışma merkezlerinde
doğuyorlar. Bütün bunlar bugünkü tartışmamızın
konusuna yakından bağlıdır. Doktorun, tıp alanında
çalışan herhangi başka bir emekçi gibi devrimci
harekete katılmasıyla yakından ilgilidir; çünkü
bu çaba, yani orduyu eğitmek, kaçmış olan mülk
sahiplerinin topraklarını, meyvasını asla toplamaksızın
alnının teriyle hergün bu toprağı işlemiş olanlar
arasında paylaştırma çabası, toplumsal tıbbın
Küba’da şimdiye kadar yapmış oldukları arasında
en büyük eserdir.
Hastalıkları tedavi etmenin dayanması gerektiği
ilke, sağlam bir vücut yaratmaktır. Fakat bu sağlam
vücudu, bir doktorun zayıf bir organizma üzerinde
yaptığı sanatkârane bir çalışmayla değil, toplumsal
ortaklaşacılık temeli üzerinde tüm kollektivitenin
çalışmasıyla yaratmaktır. Tıp günün birinde hastalıkları
önleyen, kamuya kılavuzluk eden ve kamuyu tıbbi
görevlerini yerine getirmeye zorlayan, yaratmakta
olduğumuz bu yeni toplumun karakteristikleri arasında
eksik olan bir takım şeyleri tamamlamak yada cerrahi
bir müdahalede bulunmak için ancak son derece
acil hallerde müdahale eden bir bilim halini alacaktır.
Bu gün tıp.... (Durun bakalım! Ne oluyor orada?
Bu salonda bulunmayan biri de birisinin bayıldığını
sanır.) Devam edelim! Bugün Halk Sağlığı Bakanlığından
ve tüm bu tür örgütlerden istenen çalışma, halk
sağlığını, hastalık olarak beliren herşeyi önlemek
ve halka kılavuzluk etmek için elverdiğince büyük
sayıda insana yardım götürebilecek biçimde örgütlemektir.
Fakat bu örgütleme çalışması için bütün devrimci
çabalarda olduğu gibi, özünde bireye ihtiyaç vardır.
Devrim, bazılarının ileri sürdüğü gibi kollektif
iradeyi, kollektif inisiyatifi standartlaştırmak
eğiliminde değildir, tam tersine insanın bireysel
olanaklarını özgürlüğe kavuşturmaya yöneliktir.
Devrim, aynı zamanda bu olanaklara yön verir.
Bugünkü görevimiz tüm doktorların yaratıcı olanaklarını
toplumsal tıp çalışmalarına yöneltmektir. Bir
çağın sonuna gelmiş bulunuyoruz, hem de yalnız
burada Küba’da değil. Bunun tersi söylense ve
bazıları buna inansa da, tanımış olduğumuz kapitalizm
ve içinde büyüdüğümüz, acı çektiğimiz çevreye
benzer hayat biçimleri tüm dünyada yıkılıp gitmektedir.
Tekeller perişanlık içinde, kollektif bilim günden
güne yeni ve önemli zaferler kazanıyor. Amerika’da,
Afrika ve Asya gibi boyunduruk altındaki başka
kıtalarda uzun zaman önce başlamış olan bir kurtuluş
hareketinin öncüsü olmak onuru ve görevi bize
düştü. Bu derin toplumsal değişme insanların zihin
yapısında da köklü dönüşümler gerektiriyor.
Bir toplumsal çevre içinde bulunan bir kimsenin
tek başına eylemi anlamındaki bireycilik ortadan
kaybolmalıdır. Yarın, bireycilik, bireyin ortaklaşacılığın
mutlak çıkarma tam anlamıyla kullanılması olacaktır.
Fakat, bu bugünden anlaşılabilse de, söylediklerim
anlaşılsa da, herkes biraz bugünü, geçmişi ve
geleceğin nasıl olması gerektiğini düşünmeye hazır
olsa da, düşünme tarzını değiştirmek için büyük
iç dönüşümler geçirmesi ve özellikle toplumsal
alanda köklü dış dönüşümlere tanık olması gerekecektir.
Küba’da bu dönüşümler oluşmaktadır. Bu devrimi
tanımanın, halkın içinde ta derinlerde bulunan
ve o denli uzun zamandır uyutulmuş olan güçleri
keşfetmeyi öğrenmenin bir yolu da, Küba’yı, kooperatifleri
ve yaratılmakta olan çalışma merkezlerini ziyaret
etmektir. Tıp sorununun can damarına ulaşmanın
yollarından biri ise, yalnızca kooperatifleri
ve çalışma merkezlerini oluşturan insanları ziyaret
etmek değil, onların çektikleri hastalıkları da
araştırmak, neden acı çektiklerini öğrenmek, yıllar
boyunca ve kalıtsal olarak yüzyıllardır süren
tam bir baskı ve boyunduruk döneminden kalan yoksunluklarının
neler olduğunu görmektir.
Doktor ve tıp emekçisi, kitle içinde, kollektivite
içindeki insanın oluşturduğu yeni çalışmasının
can damarına gitmelidir.
Doktor daima, dünyada ne olursa olsun, çok önemli
ve toplumsal ilişkiler içinde sorumluluğu çok
büyük bir görev sahibidir, çünkü hastaya çok yakındır,
yapısını bütün derinliğiyle çok iyi bilir, acıya
yaklaşan ve onu yatıştıran kişiyi temsil eder.
Birkaç ay önce, Havana’da öğrenimini bitirmiş
ve diplomalarını almış olan bir grup öğrenci,
doktor olarak kırsal bölgelere çalışmaya gitmeyi
reddettiler. Oraya gitmek için bazı avantajlar
istiyorlardı. Geçmişin görüş açısından bakarsak,
bunun böyle olması akla uygundur, bunu çok iyi
anladığımı sanıyorum. Birkaç yıl önce benim ne
olduğumu ve ne düşündüğümü hatırlamam yeter. Bu
başkaldıran gladyatörün, kendine daha iyi bir
gelecek, daha iyi iş koşulları sağlamak ve kendisine
ihtiyaç duyulduğu gerçeğini değerlendirmek isteyen
yalnız bir savaşçının durumudur.
Peki, bunlar aileleri öğrenim yıllarının çoğunun
giderlerini karşılayabilmiş dokuz genç olmayıp
da, mucize eseri olarak yüksek öğrenimini bitirebilmiş,
anfilerde ders görebilmiş 200-300 köylü olsaydı
durum ne olacaktı? İşte bu köylüler, bütün heyecanlarıyla
kardeşlerine yardım etmeye koşacaklar, onlara
sağlanan öğrenim yıllarının boşa gitmediğini kanıtlamak
için en çok çalışma ve sorumluluk isteyen görevlere
talip olacaklardı. Böylelikle, altı - yedi yıl
sonra, işçi ve köylü sınıfının oğulları olan yeni
öğrenciler hangi tür meslekte olursa olsun unvanlarını
kazandıklarında meydana gelecek olan durumu şimdiden
görecektik. Fakat geleceğe kaderci bir gözle bakmamalı,
insanları işçi ya da köylü sınıfının çocukları
ve karşı - devrimciler olarak bölmemelidir; bu
basitliktir ve gerçek bu değildir. Çünkü bir insanı
devrimin içinde yaşamak kadar hiçbir şey eğitmez.
Çünkü içimizden hiçbirinin, Granma grubuyla ilk
gelenlerden ve Sierra Maestra’da yerleşip işçiler
ve köylülerle yaşayarak onlara saygı duymayı öğrenenlerden
hiçbirinin işçi ya da köylü geçmişi yoktu. Tabii
ki, aramızda çalışmak zorunda kalmış olan ve çocukluğunda
bazı güçlükler çekmiş olanlar eksik değildi. Fakat
hiçbirimiz açlığı, gerçekten açlık denilebilecek
şeyi görmemiştik, bunu Sierra Maestra’da geçirdiğimiz
uzun yıllar sırasında geçici olarak öğrendik.
Bundan sonra, birçok şey apaçık olarak gözlerimizin
önüne serildi. Başlangıçta zengin bir köylüye
yada hatta bir büyük toprak sahibine ait herhangi
birşeye dokunanları şiddetle cezalandıran bizler,
günün birinde 10.000 kesimlik hayvan ele geçirip
köylülere teslim ettik ve bunları yemelerini söyledik.
Köylüler, yıllardan ve yıllardan beri ilk defa,
bazıları ise hayatlarında ilk defa öküz eti yemiş
oldular.
10.000 öküzün pek kutsal mülkiyetine karşı duyduğumuz
saygı silahlı savaş sırasında kayboldu, tek bir
insan hayatının dünyanın en zengin adamının tüm
mülklerinden binlerce kez daha değerli olduğunu
gayet iyi anlamıştık. İşçi ya da köylü sınıfının
çocukları olmayan bizler bunu işte orada öğrendik.
Niçin yok yere ayrıcalıklı olduğumuzu ve Küba’da
geri kalan insanların aynı şeyi öğrenemeyeceğini
söyleyelim? Elbette ki bunu öğrenebilirler ve
üstelik de bugün, devrim, insanın, yakınında bulunanlara
yardım etmekten duyduğu gururun yüksek bir ücretten
çok daha önemli olduğunu, halkın minnet ve şükranının
biriktirilebilecek bütün paralardan çok daha tayin
edici ve uzun süreli olduğunu, her doktorun eylemi
yarıçapı içinde bu değerli hazineyi, yani halkın
şükranını elde etmesi gerektiğini anlamasını zorunlu
kılıyor.
Öyleyse, önce eski görüşlerimizi silmeli ve giderek
daha büyük bir eleştiri ruhuyla halka daha çok
yaklaşmalıyız. Eskiden yaklaştığımız gibi değil,
çünkü hepiniz şöyle diyebilirsiniz: “Yoo, ben
de halkın dostuyum. İşçilerle, köylülerle konuşmayı
çok severim, her pazar falan yere, filan şeyi
görmeye giderim.,, Bunu herkes yapar, fakat bugün
yapmak zorunda olduğumuz yardımseverlik dayanışma
şeklinde olmalıdır. Halka şunu demek için yaklaşmamalıyız:
“İşte geldik, sana yardımcı olacağız, bilimimiz
sayesinde seni eğiteceğiz, sana yanlışlarını,
kültürsüzlüğünü, bilgisizliğini göstereceğiz.”
Biz halka bir araştırıcı ruhuyla, alçak gönüllülükle
gitmeli halkın büyük bilgelik kaynağından feyz
almalıyız.
Çoğu kez, ne derece yanılmış olduğumuzu, basma
kalıp düşüncelerimizin sonunda kendimizden birer
parça ve refleksler halini almış olduğunun farkına
varacağız. Çoğu kez, yalnız genel, toplumsal ve
felsefi görüşlerimizi değil, tıp konusundaki görüşlerimizi
bile baştan aşağı değiştirmemiz gerekecektir.
Hastaların her zaman büyük şehirlerdeki hastahanelerde
herhangi bir hastalığın tedavi edildiği gibi tedavi
edilemiyeceğini anlayacağız; doktorun aynı zamanda
nasıl bir tarımcı olması da gerektiğini, nasıl
yeni besin bitkileri ekmeyi öğrenmesi, kırsal
bölgelerdeki çok sınırlı olan, potansiyel bakımından
dünyanın en zengin tarım bölgelerinden biri olduğu
halde bu ülkede öylesine fakir olan besinleri
çeşitlendirmeyi öğrenmesi gerektiğini göreceğiz.
O zaman, bu koşullarda, biraz eğitimci ve hatta
büyük ölçüde eğitimci ve politikacı da olmamız
lazım geldiğini, en başta yapmamız gereken şeyin,
bağıra çağıra bilimimizi ilan etmek değil, halkın
İçinde eğitileceğimizi, yeni bir Küba inşa etmek
gibi büyük ve güzel bir deneyi gerçekleştireceğimizi
kanıtlamak olduğunu göreceğiz.
Şimdiden çok ilerlemiş durumdayız. 1 Ocak 1959
la bugün arasındaki uzaklığı basit bir biçimde
ölçmemize olanak yoktur. Uzun zamandan beri, halkın
çoğunluğu, sadece bir diktatörün değil, tümüyle
bir sistemin yıkıldığını kabul ediyor. Şimdi,
zaten çözülmekte olan bir sistemin geride kalan
yıkıntıları üzerinde, halkın mutlak mutluluğunu
yaratacak olan yeni bir sistemin kurulmasının
zorunlu olduğunu halk artık anlamalıdır.
Geçen yılın ilk aylarında, yoldaş Guillen’in,
Arjantin’e gittiği zamanları hatırlıyorum. Bugün
olduğu gibi, o sırada da büyük bir şairdi. Şiirleri
yeni bir yabancı dile çevrilecekti, çünkü her
gün, şimdi olduğu gibi, o vakitlerde de dünyanın
bütün dillerini konuşan yeni okuyucular kazanmaktaydı,
fakat Guillen için halkın destanı olan şiirlerini
okumak güçtü, çünkü devrimin ilk yılı, yeni bir
dönemin başladığı ve ön yargıların egemen olduğu
bir zamandı. O sıralarda, hiç kimse şair Guillen’in
olağanüstü sanatçı yeteneğini tümüyle halkın ve
halkın davasının hizmetine adadığını farkedemiyordu.
İnsanlar, onun Küba’nın şanı, şerefi olduğunu
anlayamıyorlar, yalnızca onun tabu olan bir partinin
temsilcisi olduğunu biliyorlardı. Şimdi bütün
bunlar uzakta kalmıştır, ülkemizin bazı iç yapıları
konusunda düşünce tarzları arasında bölünme olamayacağını,
üzerinde anlaşmamız gereken şeyin ortak bir düşmanımız
olup olmadığı ve ortak bir amaca ulaşmayı deneyip
denemediğimiz olduğunu anlamamız gereklidir. Ortak
bir düşmanımız olduğunu hepimiz biliyoruz ve hepimiz
kesinlikle bu kanıdayız. Artık hiç kimse apaçık
biçimde: “Bizim ve bütün Amerika’nın en büyük
düşmanı Amerika Birleşik Devletlerinin tekelci
hükümetidir.,, derken kendisini birinin, bir yabancının
dinleyip dinlemediğini, civarda elçiliğin ajanı
bulunup bulunmadığını kontrol etmek için etrafına
bakınmıyor. Herkes düşmanın bu olduğunu bildiğine
ve bu düşmana karşı mücadele eden herhangi bir
kimsenin bizimle ortak bir yönü bulunduğunu anlamaya
başladığına göre, ortaya yeni bir sorun çıkmaktadır.
Burası, yani Küba için amaçlar nelerdir? Biz ne
istiyoruz? Halkın mutluluğunu istiyor muyuz, istemiyor
muyuz? Burada herhangi bir iç yada dış tedbir
almak sözkonusu olduğunda dünyanın büyük devletlerinden
hiçbirinin elçiliğine başvurmak zorunda kalmaksızın,
hiçbir savaşçı bloka ait olmaksızın, özgür ülkeler
arasında özgür bir ülke olmak için mücadele ediyor
muyuz, etmiyor muyuz? Hiçbirşeyi olmayanlara birşeyler
vermek için fazlasına sahip olanların elinden
zenginlikleri alıp yeniden dağıtmayı düşünüyorsak,
yaratma çabasını, bütün sevinçlerimizin günlük
dinamizm kaynağı haline getirmeyi düşünüyorsak
dayandığımız bir neden vardır. Aynı amaçlara sahip
olanlar bizim dostumuzdur. Bütün bunlar arasında,
dostumuz olan kimse başka düşüncelere sahipse,
şu ya da bu örgüte aitse, bunlar önemsiz tartışma
konularıdır. Büyük tehlike, büyük gerginlik ve
yaratıcılık anlarında, ancak büyük düşmanların
ve büyük amaçların önemi vardır. Amaçlar konusunda
anlaşmışsak, nereye gittiğimizi şimdiden kesinlikle
biliyorsak, canı isteyen beğenmesin, biz yine
de işe koyulmak zorundayız.
Devrimin olabilmesi için önce devrimci olmakla
başlamak gerektiğini daha önce söylemiştim. Devrimse
vardır. Uğrunda çalışmayı amaç edineceğimiz halkı
da tanımak gerekir, onu henüz yeterince iyi tanımadığımızı
sanıyorum, bu yolda henüz aşmamız gereken oldukça
büyük bir uzaklık bulunduğunu düşünüyorum. Halkın
tanınmasında ilerlememizi sağlayan yolların neler
olduğu bana sorulursa, yalnız ülkenin içlerine
değil kooperatiflere de gitmek ve orada çalışmak
gerekir derim -bunu herkes yapabilir, bir tıp
emekçisinin çok önemli olduğu pekçok yerler vardır-,
bu durumda Küba halkının dayanışmasının en belli
başlı alametlerinden birinin devrimci milisler
olduğunu, milislerin bugün hekime yeni bir işlev
kazandırdığını ve daha yakın bir geçmişte acı,
hattâ feci bir gerçek olan şeye, yani kısa bir
süre önce az daha büyük çapta bir silahlı saldırının
avı, ya da en azından kurbanları olabileceğimiz
gerçeğini kabule hazırlar.
Böyle bir devrimci milis askeri görevini üslenen
hekimin, yine hekim olarak kalması gerektiğini
de ısrarla belirtelim. Bizim Sierra’da işlediğimiz
hataya -eğer buna hata denilebilirse- düşülmemelidir.
Tüm hekim yoldaşlar bu yanlışın ne olduğunu bilirler,
her halükârda bir yaralı ya da hastanın başucun-da
beklemek bize şerefsizlik gibi görünüyor ve ne
pahasına olursa olsun tüfeğe sarılmaya ve ne yapmak
gerektiğini savaş alanında göstermeye çalışıyorduk.
Şimdi koşullar farklıdır ve ülkeyi savunmak için
oluşan yeni ordular farklı bir tekniğe sahip olmak
zorundadırlar; yeni ordu tekniğinde hekimin yeri
çok önemli olacaktır, hekim olarak kalmaya devam
edecektir çünkü bu en güzel görevlerden biridir,
savaşta daha da büyük bir önem kazanmaktadır.
Bu yalnız hekimler için değil, hasta bakıcılar,
laborantlar ve kendini bu derece insanca bir çalışmaya
adamış olan herkes için böyledir. Fakat tehlikenin
geçmeyip gizliden gizliye devam ettiğini bilmekle
ve atmosferde hâlâ varlığı sezilen saldırıyı püskürtmeye
hazırlanmakla birlikte, bunu düşünmeyi de bir
yana bırakmalıyız çünkü, savaş hazırlığını uğraşılarımızın
merkezi yaparsak istediklerimizi kuramayız ve
kendimizi yaratıcı bir çalışmaya adayamayız.
Bir savaş eylemine hazırlanmak için harcanan bütün
emekler, yatırılan bütün sermayeler, yitirilmiş
emek ve paralardır. Ne yazık ki, bunu yapmak gereklidir
çünkü, hazırlanan başkaları vardır, fakat, şerefli
bir asker olarak bütün namusumla sizi temin ederim
ki Ulusal Banka’nın kasalarından çıktığını görmekle
en büyük üzüntü duyduğum para, yıkıcı bir ordunun
kuruluşuna harcanacak olan paradır. Bununla birlikte,
milislerin barışçı bir rolü vardır, milisler,
meskûn merkezlerde halkı birleştiren ve tanınmasını
sağlayan bir silah olmalıdırlar. Burada, yoldaşlarımın
bana anlattığına göre hekim milisleri arasında
olduğu gibi, son derece büyük bir dayanışma olmalıdır.
Tüm Küba’da, bütün tehlike anlarında, ihtiyacı
olan herkesin sorunlarını çözmeye derhal gidilmelidir.
Bu, aynı zamanda, birbirini tanımanın, kardeşçe
ve üniforma altında tam bir eşitlik içinde, Küba’nın
tüm toplumsal sınıflarına ait insanlarla birlik
olarak, beraber yaşamanın yoludur. Biz tıp emekçileri
-uzun zamandır unuttuğum bu unvanı kullanmama
izin veriniz-, eğer bu yeni dayanışma silahını
kullanırsak amaçlarımızı bilirsek, düşmanlarımızı
tanır ve hangi yöne gideceğimizi saptarsak, geriye
aşılacak yolun günlük bölümlerini bilmekten başka
birşey kalmaz. Bu bölümleri ise bize kimse öğretemez,
bu bölümler her bireyin aşacağı kendi yoludur,
onun her gün yapacağı iştir, bireysel deneyiyle
elde edeceği üründür, halkın refahına kendini
adarken mesleki çalışmalarında kendinden verebilecekleridir.
Adalete doğru yol almak için tüm elemanlara sahip
olduğumuza göre, bugün pratik çalışmalarımda yararlanmadığım,
fakat daima uygulanması gereken, Marti’nin “Söylemenin
en iyi biçimi, yapmaktır.” şeklindeki sözünü hatırlayalım
ve Küba’nın geleceğine doğru ilerleyelim.
|