Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

44. Sayı - Eylül 2006

“Bunlar maalesef madencilikte olagelen kazalar. Maalesef, bu madenciliğin tabiatı icabı olabiliyor.”
Bu sözleri, Balıkesir’in Dursunbey ilçesinde 1 Haziran’da gerçekleşen 17 ölümlü maden kazasından sonra Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler söylüyordu. Ve tabii hiç duraksamadan ekliyordu Bakan Güler, “denetimlerde bir eksiklik yoktur.”
Artık buna alışkınız. Çernobil’de de böyle, Şarbon’da, Deli Dana’da da, Kolera’da da… Her Türk bakanının birinci vazifesi, hata kabul etmemek, son Türk devletini sonuna kadar savunmaktır. Biraz daha ileri giderseniz de, her an “Türk madenciliğini çökertmek isteyen vatan hainleri” kategorisine girebilirsiniz.
Peki ama gerçekten durum böyle mi? Gerçekten ortada bir hata yok da, bütün bunlar aslında madenciliğin cilveleri mi?
Sadece Dursunbey olayında bile durum böyle değil aslında. Olaydan hemen sonra ocakta inceleme yapan Maden Mühendisleri Odası’nın raporu, bunu açık bir biçimde ortaya koyuyor. “Kaza”nın metan gazının oksijenle birleşmesi sonucu oluşan grizu patlamasıyla gerçekleştiği kesin ve bu kadarı bile ocakta havalandırmanın yetersiz olduğunu en baştan gösteriyor. Ayrıca, ocakta 5 ay önce yapılan incelemelerde, kullanılan makina ve teçhizat ile elektrik donanımının, yeraltı kömür ocakları için mevzuat ile belirlenen niteliklere uygun olmadığı tespit edildiği ve buna rağmen hiçbir şey yapılmadığı da çok açıkça ortada. Zaten yapılsa da önemli değil, çünkü bütün yapılabilecek olan şey, bir miktar para cezası kesmekten ibaret.
Öte yandan “işletmede son derece zorlu üretim koşulları ve yüksek grizu riski bulunmaktayken, deneyimsiz ve eğitimsiz personelin istihdam edildiği” hatta ölenlerden iki işçinin o gün işe başladığı” da aynı raporda yer alıyor. Ve tabii, vahşi kapitalist koşullar gereği işçilerin örgütsüz, sendikasız olduklarını ve düşük ücretlerle çalıştırıldıklarını bilmek için kahin olmaya gerek yok.

Özelleştirmenin Vahşete Dönüştüğü Alan: Madencilik…
Peki bunlar rastlantı mı? Dursunbey’de öyle diyelim, ya diğerleri? Hepsi “madenciliğin tabiatı icabı” mı?
Türkiye’de maden işçileri için göçük ve grizu gibi sözcüklerin adeta bir kader gibi olduğu biliniyor. Bu, uzun yıllardır böyle gidiyor, özelleştirme öncesinde de, sonrasında da. Örneğin Zonguldak, bir maden şehridir evet, ama aynı zamanda büyük bir işçi mezarlığıdır da her zaman. “Takdir-i ilahi” değil elbette, Türkiye Cumhuriyeti devleti herhangi bir işçinin hayatına ne kadar önem veriyorsa, bir madencinin değeri de o kadardır. İşe maden köleliği ile başlayan Zonguldak şehri, aslında daha sonrasında da bir tür kölelikle ocaklara bağlanmıştır ve insanların yaşamı da ölümü de bir şekilde kömürle ilgilidir.
Ama öte yandan, Zonguldak tipi madencilikte, şöyle ya da böyle uç uca eklenen bir deneyim birikimi, az çok oturmuş eski kadroların pratik tecrübe ile yarattıkları bir ortam vardır. Yani aslında yıllar yılı onca “maden katliamı” yaşansa da, durumun tümden bir kıyıma dönüşmemesinin tek nedeni, ustalıkla, acı deneyimlerle elde edilen bu birikimdir.
Neoliberal sürecin en ağır darbeyi vurduğu alan da tam burasıdır zaten. 1980’ler sonrası başlayan özelleştirme furyası, “devlet madeni bırakmayacağız” diye ant içen özelleştirme şampiyonları, her şeyden önce, kurulu düzeni alt üst etmişlerdir.
Maden Mühendisleri Odası’nın belirlemelerine göre; “Madencilik, doğası gereği içerdiği riskler nedeni ile özellik arz eden, bilgi, deneyim, uzmanlık ve sürekli denetimi gerektiren dünyanın en ağır iş kollarından birisidir. Söz konusu deneyim ve uzmanlık, uzun yıllar hatta nesiller gerektirmektedir. Son 25 yıldır devletin küçültülmesi, kamunun faaliyet alanının daraltılması ile iktisadi etkinlik ve verimliliğin sağlanacağı savı ile uygulanılmaya çalışılan girişimler sonucu, ülkemiz madencilik sektörü yarı yarıya küçültüldüğü gibi, nesillerin bilgi ve deneyim birikimi de darmadağın edilmiş, edilmektedir.
Bir yandan ülkemiz madencilik kuruluşlarındaki mevcut birikimin yok edilerek, madencilik üretimlerinin yetersiz, donanımsız ve deneyimsiz kişi ve kuruluşlara bırakılması, bu yapılırken bir yandan yetersiz, liyakatsiz kişilerin siyasal atamaları ve diğer yandan kamusal denetimin iyice gevşetilmesi böylesi kazaların kaçınılmaz olmasına neden olmaktadır.”
Öte yandan, yine odanın raporunda belirtildiği gibi, bu alan sürekli yatırım yapılarak koşulların geliştirilmesi gereken bir alandır.
“Böylesine zor ve riskli bir işkolunda” diyor MMO, “çalışanların sağlığı ve güvenliği, alınacak önlemler ve yapılacak yatırımlar son derece önemlidir. Ülkemiz madencilik sektöründe meydana gelen iş kazalarının ana nedenlerinden biri, iş güvenliğiyle ilgili gerekli yatırımların yeterince yapılmamasıdır. Kısa sürede yüksek kar sağlamak amacıyla yapılan üretim projeleri, hızlı ve yüksek kazanç için üretim zorlamaları, böylesi kazalara davetiye çıkarmaktadır.”
Bütün bunları okudukça doğal olarak aklımıza ilk gelen “özelleştirme” oluyor. Örneğin Dursunbey’deki ocak, Şentaş Madencilik diye bir özel şirkete aittir. Daha doğrusu 1978’de devletleştirilen maden, 1980’li yıllarda yeniden özel sektöre devredilmiş ve daha sonra da bu biçimde devam etmiştir. Aynı şekilde 7 Temmuz’da işletmeci ve bir mühendisin öldüğü Kastamonu-Azdavay maden ocağı, önce Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) tarafından maliyetlerin yüksekliği ve verimsizlik gerekçeleriyle kapatılmış, daha sonra rödovans (kiralama) ihalesine çıkılarak ruhsatı TTK’da kalmak üzere özel sektöre devredilmiştir. Büyük kazaların yaşandığı diğer ocaklar da aynı durumdadır.

Bir tür taşeronluk Biçimi: Rödovans…
Rödovans diye anılan uygulama ile, kamu kuruluşlarının kuruluş amaçları gereği kendi yapmaları gereken hizmetleri deneyim ve uzmanlık bakımından yetersiz firmalara yaptırmakta, böylelikle hem çok sayıda ölümlü iş kazasına, hem de maden kaynaklarının uygun olmayan üretim yöntemleriyle heba edilmesine yol açılmaktadır. Bu alanda bir denetim ve iş güvenliği kontrolü de aslında yok gibidir. Son derece düşük ücretlerle eğitimsiz, deneyimsiz ve sendikasız işçi çalıştırmaya müsait olan rödovans sistemi, yasadışı uygulamalara ve cevher kaçakçılığına da yol açabilmektedir. Yani sonuçta, bütün diğer alanlardaki taşeron uygulamaları gibi üretimi yürüten ve kârı cebe indiren ama üretimin kendisinden sorumlu olmayan bir hırsız tipi yaratılmakta ve devlet eliyle güçlendirilmektedir.

İş Güvenliği: O da neymiş ki?
Aslında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın madencilikten sorumlu birimi olan Maden İşleri Genel Müdürlüğü, yasal olarak “madencilik faaliyetlerinin iş güvenliği ve işçi sağlığı ilkelerine uygun yürütülmesini takip etmek”le görevli. Ancak, söz konusu Genel Müdürlüğün 230 civarında personeli var ve Türkiye’deki ruhsatlı maden sahası 24 bin! Bu arada, her yıl üniversitelerin Maden Mühendisliği bölümlerinden mezun olanların nereye kaybolup gittiği de meçhul! MMO’ya göre madencilikteki en önemli sorun nitelikli mühendislik hizmetinin yokluğu ve bunun yerine en ucuz yolların tercih edilmesi; ama maden mühendisleri yine de işsiz. Çünkü, madencilik alanındaki kurulu ve çalışan kamu kurum ve kuruluşları 1980 den sonra uygulanan politikalar nedeniyle giderek küçültülüyor ve işlevsiz bırakılıyor…
Öte yandan denetim de pek anlam ifade etmiyor. 2005 yılında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (teknik) iş müfettişlerinin 44 ildeki yeraltı ve yerüstü madeninde yaptığı denetimlere göre, 772 işletmeden yalnızca 47’si kurma iznine, 87’si de işletme belgesine sahip… Diğerleri ise düpedüz kaçak!
Müfettiş raporları, olası bir patlama ve yangından sonra işçilerin kurtarma ve tahliye konusunda karşı karşıya bulundukları tehlikeyi de gözler önüne seriyor. Yapılan açıklamaya göre, işyerlerinden 116’sında havalandırma yetersiz, 78 işyerinde işçilerin tehlike anında kaçabileceği alternatif yol yok, 145 işyerinde ilkyardım ekibi, 105’inde kurtarma istasyonu, 66 işyerinde ise ilkyardım malzemesi bile yok! Tahkimata özen gösterilmiyor, karbonmonoksit maskesi takmadan ocağa giriliyor, yangın ve patlama tehlikesi bulunan ortamlarda sigara içiliyor, muhtemel kazalara karşı ilkyardım ekibi ve kurtarma planı filan da yok.
469 işyerinde işçilerin sağlık raporları tutulmuyor ve “Ağır ve Tehlikeli İşler Yönetmeliği”ndeki unsurlar kulak ardı edilerek 428 işyerinde periyodik sağlık gözetimleri yapılmıyor. İşçilere genel çalışma şartlarıyla ilgili eğitim verilmeyen işyeri sayısı ise 222’yi buluyor.
Peki sonuç ne? Denetimler sonucu 5 işyeri kapatılıyor ve 31 işyerine de para cezası veriliyor!

Kesintisiz Cinayet: Maden Kazaları
Zonguldak’taki taş kömürü ocaklarının faaliyete geçtiği 1848 yılından bu yana madenlerde yaklaşık 4 bin 500 kişi hayatını kaybetmiş.
TTK verilerine göre 1955-2006 yıllarındaki iş kazalarında ise 2 bin 668 işçi ölmüş, 318 bin 654 işçi de yaralanmıştır. Bütün bu rakamlar üzerine çok şey söylenebilir; çok bilmiş uzmanlar madencilikte bu kadar insan kaybının doğal olduğunu da söyleyebilirler; ama bugün 1848’lerde yaşanmadığı kesindir. Daha 1992’lerde Kozlu’da bir tek göçükte 263 kişi birden ölüyorsa, bunun “madenciliğin tabiatı” ile açıklanabilir bir tarafı yoktur.
Grizu diye anılan en yaygın patlama biçimi de dünyanın birçok yerinde artık nadiren yaşanmaktadır. Kömürden metan gazının çıktığı ve bu gazın oranının havalandırma yoluyla düşürüldüğü bilinmeyen şey değildir. Üstelik artık el fenerlerinin yerine bütün sahada ölçüm yapabilen sistemlerin kurulduğu ve böylece patlama riskinin çok azaltıldığı da biliniyor. Bütün bunlara karşın grizunun hala onlarca can alması, gözünü kâr hırsı bürümüş işletmecilerin gereken yatırımları yapmamasından kaynaklanmaktadır.

Maden İşçisi: Sigortasız, Sendikasız ve Düşük Ücretli…
Özelleştirme sonrası dönemin en önemli özelliklerinden biri de sigortasız-sendikasız işçilerin düşük ücretlerle çalıştırılmasıdır. Genelde kırsal yörelerde kurulu olan maden ocaklarında sendika en büyük tehlike olarak görülüyor. Bir yandan bölgenin insanı düşük ücretlere mecburen razı olurken, diğer yandan da yerel yetkililer, sendikaları, yöreye gelen yatırımlara engel olarak görüyor. Böylece çalışma saatleri artıyor, güvenlik sıfıra iniyor ve ücretler düştükçe düşüyor.
Oysa özellikle maden alanında sendikanın en önemli işlevlerinden biri de bir tür “iş okulu” olarak deneyim aktaran kurumlar olmasıdır. Türkiye Devrimci Maden Arama ve İşletme İşçileri Sendikası Genel Başkanı Çetin Uygur’un dediği gibi, “Sendikanın temel görevi, işçilerin ücretlerinden de önce, işyerindeki güvenli çalışma ortamının yaratılmasıdır. Ayrıca işçilerin okulu olmak ve kendi meslekleriyle ilgili tüm bilgileri vermek gibi bir görevi de vardır. Güvenlikle, sağlıkla ilgili yönetmelikleri işçilere aktarır, işverenden bunlara uymasını ister.”
Ama sendikalar, iş güvenliğini sağlasalar da, “kâr güvenliği” konusunda bir tehdit oluştururlar ve bu yüzden maden ocaklarına sendika ya hiç giremez ya da mümkün olan en “sarı” renkte olanları tercih edilir!
Bunu kolaylaştıran en önemli neden kuşkusuz işsizliktir. En son kazalardan sonra bile, geçtiğimiz aylarda yeraltı işçisi olarak çalışacak 1.120 işçinin alınacağı haberi Zonguldak’ta bir heyecan yaratmış, haberi alan yaklaşık 40 bin kişi, gecenin 03’ünden itibaren Karadon, Üzülmez, Kozlu ve Armutçuk’taki maden ocaklarının önünde sıraya girmiştir. Yeraltı maden işçiliğinde aranan eğitim şartının sadece ilkokul olmasına rağmen, iş için başvuran gençler arasında yaklaşık 700 üniversite mezunu da vardır.
Sonuç olarak böylece sigortasız, örgütsüz bir işçi kitlesini çalıştıran maden patronları, her an gerçekleşebilecek yeni Kozlu katliamlarına davetiye çıkarmaya devam ediyorlar. Onların işi kan üzerinden para kazanmak, bakanların işi ise bütün bu cinayetleri “madenciliğin tabiatı” diyerek aklamak… Bu işbölümünde biz emekçilere düşen ise, gayet basit: Hayatta kalmaya çalışmak!
Bu yüz kızartıcı denklemin kırılmasının tek yolu, örgütlenmekten geçiyor. Öyle ki, maden işçisi açısından örgütlenmek, ücretlerin ve diğer hakların dışında sağ kalmak açısından da büyük önem taşıyor.
Ölmek ya da ölmemek için örgütlenmek! Bütün mesele bu!
Yalnızca maden ocaklarında değil, hayatın bütün diğer alanlarında da…


 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münif Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/ No:29 Adana
Tel: (0322) 352 17 92