Geçtiğimiz günlerde Sağlık Bakanı Recep Akdağ,
“büyük” ve “önemli” ama kime nasıl yaptırıldığı
belli olmayan Kanser Raporu’nu açıkladı ve böylece
hepimiz Çernobil kazasının, herhangi bir egzoz
patlamasından daha önemli olmadığını öğrendik
ve özellikle sigaranın zararları konusunda çok
değerli öğütler aldık.
Ama bu arada Akdağ’ın cümlelerinin son bölümü,
çok önemsenmedi ya da arada kaynayıp gitti. Şöyle
diyordu Bakan son cümlelerinde: “Bu konuda vatandaşlarımızı,
hastalarımızı ve özellikle gereksiz tetkikler
konusunda hekim meslektaşlarımızı uyarmayı görev
addediyorum.”
Ne anlamalıyız şimdi sözlerden? Yani şimdi siz
bir hekim olsanız ve önünüze aşırı kilo kaybı
olan ve ağrılar çeken bir hasta gelse, ne yapmanız
gerekir? Makul bir düşünme tarzına göre, örneğin
akciğer kanseri kuşkunuz olabilir ya da en azından
ortada ciddi bir sorun olabileceğini varsayarsınız.
Bütün bunları anlamak için yapabileceğiniz en
iyi şey, (kişinin yüzüne bakarak teşhis koyma
marifetine sahip değilseniz eğer!) hastayı radyoloji
ve mikrobiyoloji servislerine sevk etmek ve sonuçları
aldıktan sonra da bir karar vermektir. Kasaplık
değil de hekimlik yapıyorsanız eğer, hangi tetkikin
gerekli olup hangisinin gereksiz olduğuna karar
verebilmek için kuşku bile yeterlidir; çünkü sonuçta
bu hastanın hayatı ile ilgili bir sorundur.
Ama işte tam burada devreye Bakan Akdağ giriyor!
Canı istediği ilacı canı istediğinde sigorta listelerinden
çıkararak “tasarruf önlemleri”(!) almakla ün yapmış
Bakan, size yine IMF’nin “tasarruf önlemlerini”(!)
anımsatıyor: Gereksiz tetkiklerden kaçınınız!
Çernobil’de Bir Şey mi Olmuş?
Ne olmuştu peki Çernobil’de? Daha doğrusu şöyle
sormak gerekiyor artık belki: Çernobil diye bir
yer var mıydı gerçekten? Orada bir kaza olmuş
muydu?
Belki de kaza olmuştu da radyasyon yayılmamıştı
ortalığa! Ya da belki şöyle olmuştu: Kazanın ardından
yayılan radyasyon bulutları, TC sınırına geldiğinde
büyük bir korku ve hürmet duygusuyla geriye dönmüş,
asla içeriye girmeye heves etmemişti!
Ya da, en gerçekçi varsayım, radyasyonun TC sınırlarından
içeriye girmiş ama Türk milletinin bünyesine etki
etmemiş olmasıydı.
Öyle görünüyor ki, Sağlık Bakanı, bu sonuncu ihtimalin
daha akla yakın olduğunu düşünüyor. Böylece o,
“devletin devamlılığı” kuralı çerçevesinde aslında
cunta şefi Evren ve Çernobil günlerindeki çanak
yalayıcılarının yolundan gidiyor.
Peki ama gerçekten ne olmuştu Çernobil’de?
26 Nisan 1986 tarihinde Ukrayna’nın Çernobil nükleer
santralinde gerçekleşen patlama artık yakın dünya
tarihinin bir parçası. Ortaya çıkan facianın boyutları
da biliniyor artık. Patlamayla açığa çıkan radyasyon
miktarının toplamda Hiroşima ve Nagazaki’den daha
fazla olduğu uzmanlar tarafından belirlenmiş durumda.
Tehlikenin çevre ülkeler için boyutları ise tartışmasız
biçimde ortada. Daha patlamadan birkaç gün sonra
İsveç’te bile radyoaktif kirlilik 15 kat artmıştı.
Sonuç olarak uzmanlara göre, süreç içinde 5 milyonu
aşkın insan yüksek düzeyde radyasyona maruz kalmış
durumda. Radyasyonun yüzde 40’lık bölümü Ukrayna,
Sovyetler Birliği ülkeleri ve Batı Avrupa’yı etkisi
altına aldı. Temizleme çalışmalarına katılan gönüllüleri
temsil eden Çernobil Sendikası, kaza sonucu ölenlerin
sayısının 15.000’i bulduğunu ve yaklaşık 50.000
kişinin de sakat kaldığını belirtiyor.
Dahası bu rakam katlanarak artmaya da devam ediyor.
Ukrayna Sağlık Bakanlığı, üçte birini çocukların
oluşturduğu 3,5 milyon kişinin ciddi rahatsızlıklarla
pençeleştiğini açıklıyor. Çernobil’in çevre yerleşimlerindeki
kanser hastalarının oranı, ulusal ortalamanın
on kat üzerinde.
Kazadan bu yana, Ukrayna’da tiroit kanserine yakalananların
sayısı yine on kat artmış. Üstelik, radyasyon
sinsice zarar veriyor ve olaydan 10 yıl sonra
tanımlanamayacak hastalıklarla ortaya çıkıyor.
20 yıl sonra bile kötü huylu tümöre ya da tiroit
kanserine yol açabiliyor. Dünya Sağlık Örgütü
bilim adamları, Beyaz Rusya’daki Gomel’de, kaza
günü dört yaşın altında olan çocukların yüzde
36,4’ünün tiroit kanserine yakalandığını açıklıyorlar.
Beyaz Rusya’da yaşayan kadınların yaşam süreleri
74 yıldan 58’e inmiş durumda. 9 yıl içinde sakat
doğan çocuk sayısı yüzde 20’lere ulaştı. Beyaz
Rusya Sağlık Bakanlığı’nın verdiği bilgilere göre,
ülkedeki çocukların yüzde 29’u kronik hasta.
BM Genel Sekreteri Kofi Annan, 2000 yılında yayımlanan
BM Çernobil Raporu’nda, 7,1 milyon insanın gelecekte
ciddi sağlık sorunları yaşayacağını belirterek
korkunç patlamayla yayılan radyoaktivitenin etkilerinin
tamamını 2016 yılına kadar anlamanın zor olduğunu
ifade ediyor.
Bize Bir Şey Olmaz mı?
Kısacası Manzara Böyle… Durumun ciddi olduğu konusunda
bütün uzmanlar hemfikir. Bu tehlikeli sürecin
daha yıllarca devam edeceği konusunda da kimsenin
kuşkusu yok. Sağlık Bakanı Recep Akdağ hariç!
O, sorunun bizi etkilemediğinden ve etkilemeyeceğinden
çok emin. Gayet net bir ifadeyle “Çernobil, Türkiye’de
riskli olduğu düşünülen bölgelerde kanser sayısında
artışa neden olmamıştır” diyor. O, toplumda “Çernobil
kazasının Türkiye üzerinde çok önemli etkileri
olduğu, devletin buna seyirci kaldığı ve hatta
gerçekleri görmezden geldiği’’ şeklinde bir inanış
olduğunu, ancak bunun yanlış olduğunu söylüyor.
Böylece Karadeniz’de radyoaktivite ile kanser
arasında bir ilişkinin olmadığı sonucuna varıldığını
belirten Akdağ, “Ancak özellikle biyolojik doz
tayini verileri bizlere hazır gıda, sigara kullanımı,
medikal uygulamalar, ilaç kullanımı, suni gübreler,
tarım ilaçları, evsel atıklarla gelen deterjan
kalıntıları, petrol ve türevleri gibi çevresel
etkilere yönelik çok daha dikkatli olunması gereğini
ortaya koymaktadır” diye ekliyor.
Bütün bu sayılan kirlilik biçimlerinin, örneğin
tarım ilaçları, suni gübreler, petrol ve türevleri,
vb. kim tarafından denetlenmesi gerektiği ayrı
bir soru. Bir hükümet üyesinin halkı zararlı maddelere
karşı uyarması komik elbette ama bütün bunlar
yine de Çernobil’in üzerini örtmüyor. Bütün bölgenin
risk altında olduğunu söyleyen uluslararası raporlara
karşın nasıl olup da aynı tehlikenin Türkiye sınırları
içinde etkisiz kaldığı bir türlü anlaşılamıyor.
Örneğin Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) Çernobil
araştırmasında “Artvin Hopa’da son 3 yılda meydana
gelen ölümlerin yüzde 47.9’unun nedeninin kanser
olduğunun belirlendiği” açıklansa da bu, bakanlığı
hiç etkilemiyor.
Nükleer Santral İçin Lobi Çalışması
Aslında bunun anlaşılabilir bir tarafı var!
Onu da Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası
(SES) Başkanı Köksal Aydın ve TTB üyesi Orhan
Odabaşı, geçtiğimiz günlerde açıkladılar. Aydın
ve Odabaşı, Karadeniz ve Trakya’da Çernobil’in
hiç etkisi bulunmadığına dair Sağlık Bakanlığı’nın
yaptığı çalışmanın, Nükleer santral kurulmasına
zemin hazırlamayı amaçladığını ortaya koydular.
Akkuyu ve Sinop’ta nükleer santral kurulma hazırlıkları
bulunduğunu anımsatan Aydın ve Odabaşı, “Sağlık
Bakanlığı Çernobil’in etkileri konusunda vatandaşları
kandırarak, nükleer santrale bölgeden gelecek
tepkileri azaltmaya ve bu santrallerin kurulmasına
zemin hazırlamaya çalışıyor” diyorlardı.
Kısacası yeni bir Kenan Evren-Cahit Aral olayıyla
karşı karşıyayız. Yine birileri karşımıza geçip
gösteriler yaparak bizi kandırmaya çalışıyor,
yine birileri buna itiraz eden bilim adamlarını
“hainlikle” suçluyor. Öyle ki, felaketten sonra
İngiltere’de bile bebek ölümlerinin olağanüstü
düzeyde arttığı açıklanırken Türkiye’nin yöneticileri
“bize bir şey olmaz” demeyi sürdürüyorlar.
Bütün bunların çok ağır bir insanlık suçu oluşturduğu
kesindir. Ama herhalde bu suçlar içinde en ağırı,
bir sağlık bakanının hekimleri “gereksiz tetkik
yaptırmamaları” için tehdit etmesidir. Türkiye
halkları bu isimleri asla unutmamalı, hesap defterine
bir bir kaydetmelidir. Halkın belleği ise kuşkusuz
devrimci harekettir.
|