Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

44. Sayı - Eylül 2006

Geçtiğimiz günlerde Sağlık Bakanı Recep Akdağ, “büyük” ve “önemli” ama kime nasıl yaptırıldığı belli olmayan Kanser Raporu’nu açıkladı ve böylece hepimiz Çernobil kazasının, herhangi bir egzoz patlamasından daha önemli olmadığını öğrendik ve özellikle sigaranın zararları konusunda çok değerli öğütler aldık.
Ama bu arada Akdağ’ın cümlelerinin son bölümü, çok önemsenmedi ya da arada kaynayıp gitti. Şöyle diyordu Bakan son cümlelerinde: “Bu konuda vatandaşlarımızı, hastalarımızı ve özellikle gereksiz tetkikler konusunda hekim meslektaşlarımızı uyarmayı görev addediyorum.”
Ne anlamalıyız şimdi sözlerden? Yani şimdi siz bir hekim olsanız ve önünüze aşırı kilo kaybı olan ve ağrılar çeken bir hasta gelse, ne yapmanız gerekir? Makul bir düşünme tarzına göre, örneğin akciğer kanseri kuşkunuz olabilir ya da en azından ortada ciddi bir sorun olabileceğini varsayarsınız. Bütün bunları anlamak için yapabileceğiniz en iyi şey, (kişinin yüzüne bakarak teşhis koyma marifetine sahip değilseniz eğer!) hastayı radyoloji ve mikrobiyoloji servislerine sevk etmek ve sonuçları aldıktan sonra da bir karar vermektir. Kasaplık değil de hekimlik yapıyorsanız eğer, hangi tetkikin gerekli olup hangisinin gereksiz olduğuna karar verebilmek için kuşku bile yeterlidir; çünkü sonuçta bu hastanın hayatı ile ilgili bir sorundur.
Ama işte tam burada devreye Bakan Akdağ giriyor! Canı istediği ilacı canı istediğinde sigorta listelerinden çıkararak “tasarruf önlemleri”(!) almakla ün yapmış Bakan, size yine IMF’nin “tasarruf önlemlerini”(!) anımsatıyor: Gereksiz tetkiklerden kaçınınız!

Çernobil’de Bir Şey mi Olmuş?
Ne olmuştu peki Çernobil’de? Daha doğrusu şöyle sormak gerekiyor artık belki: Çernobil diye bir yer var mıydı gerçekten? Orada bir kaza olmuş muydu?
Belki de kaza olmuştu da radyasyon yayılmamıştı ortalığa! Ya da belki şöyle olmuştu: Kazanın ardından yayılan radyasyon bulutları, TC sınırına geldiğinde büyük bir korku ve hürmet duygusuyla geriye dönmüş, asla içeriye girmeye heves etmemişti!
Ya da, en gerçekçi varsayım, radyasyonun TC sınırlarından içeriye girmiş ama Türk milletinin bünyesine etki etmemiş olmasıydı.
Öyle görünüyor ki, Sağlık Bakanı, bu sonuncu ihtimalin daha akla yakın olduğunu düşünüyor. Böylece o, “devletin devamlılığı” kuralı çerçevesinde aslında cunta şefi Evren ve Çernobil günlerindeki çanak yalayıcılarının yolundan gidiyor.
Peki ama gerçekten ne olmuştu Çernobil’de?
26 Nisan 1986 tarihinde Ukrayna’nın Çernobil nükleer santralinde gerçekleşen patlama artık yakın dünya tarihinin bir parçası. Ortaya çıkan facianın boyutları da biliniyor artık. Patlamayla açığa çıkan radyasyon miktarının toplamda Hiroşima ve Nagazaki’den daha fazla olduğu uzmanlar tarafından belirlenmiş durumda. Tehlikenin çevre ülkeler için boyutları ise tartışmasız biçimde ortada. Daha patlamadan birkaç gün sonra İsveç’te bile radyoaktif kirlilik 15 kat artmıştı.
Sonuç olarak uzmanlara göre, süreç içinde 5 milyonu aşkın insan yüksek düzeyde radyasyona maruz kalmış durumda. Radyasyonun yüzde 40’lık bölümü Ukrayna, Sovyetler Birliği ülkeleri ve Batı Avrupa’yı etkisi altına aldı. Temizleme çalışmalarına katılan gönüllüleri temsil eden Çernobil Sendikası, kaza sonucu ölenlerin sayısının 15.000’i bulduğunu ve yaklaşık 50.000 kişinin de sakat kaldığını belirtiyor.
Dahası bu rakam katlanarak artmaya da devam ediyor. Ukrayna Sağlık Bakanlığı, üçte birini çocukların oluşturduğu 3,5 milyon kişinin ciddi rahatsızlıklarla pençeleştiğini açıklıyor. Çernobil’in çevre yerleşimlerindeki kanser hastalarının oranı, ulusal ortalamanın on kat üzerinde.
Kazadan bu yana, Ukrayna’da tiroit kanserine yakalananların sayısı yine on kat artmış. Üstelik, radyasyon sinsice zarar veriyor ve olaydan 10 yıl sonra tanımlanamayacak hastalıklarla ortaya çıkıyor. 20 yıl sonra bile kötü huylu tümöre ya da tiroit kanserine yol açabiliyor. Dünya Sağlık Örgütü bilim adamları, Beyaz Rusya’daki Gomel’de, kaza günü dört yaşın altında olan çocukların yüzde 36,4’ünün tiroit kanserine yakalandığını açıklıyorlar.
Beyaz Rusya’da yaşayan kadınların yaşam süreleri 74 yıldan 58’e inmiş durumda. 9 yıl içinde sakat doğan çocuk sayısı yüzde 20’lere ulaştı. Beyaz Rusya Sağlık Bakanlığı’nın verdiği bilgilere göre, ülkedeki çocukların yüzde 29’u kronik hasta.
BM Genel Sekreteri Kofi Annan, 2000 yılında yayımlanan BM Çernobil Raporu’nda, 7,1 milyon insanın gelecekte ciddi sağlık sorunları yaşayacağını belirterek korkunç patlamayla yayılan radyoaktivitenin etkilerinin tamamını 2016 yılına kadar anlamanın zor olduğunu ifade ediyor.

Bize Bir Şey Olmaz mı?
Kısacası Manzara Böyle… Durumun ciddi olduğu konusunda bütün uzmanlar hemfikir. Bu tehlikeli sürecin daha yıllarca devam edeceği konusunda da kimsenin kuşkusu yok. Sağlık Bakanı Recep Akdağ hariç!
O, sorunun bizi etkilemediğinden ve etkilemeyeceğinden çok emin. Gayet net bir ifadeyle “Çernobil, Türkiye’de riskli olduğu düşünülen bölgelerde kanser sayısında artışa neden olmamıştır” diyor. O, toplumda “Çernobil kazasının Türkiye üzerinde çok önemli etkileri olduğu, devletin buna seyirci kaldığı ve hatta gerçekleri görmezden geldiği’’ şeklinde bir inanış olduğunu, ancak bunun yanlış olduğunu söylüyor. Böylece Karadeniz’de radyoaktivite ile kanser arasında bir ilişkinin olmadığı sonucuna varıldığını belirten Akdağ, “Ancak özellikle biyolojik doz tayini verileri bizlere hazır gıda, sigara kullanımı, medikal uygulamalar, ilaç kullanımı, suni gübreler, tarım ilaçları, evsel atıklarla gelen deterjan kalıntıları, petrol ve türevleri gibi çevresel etkilere yönelik çok daha dikkatli olunması gereğini ortaya koymaktadır” diye ekliyor.
Bütün bu sayılan kirlilik biçimlerinin, örneğin tarım ilaçları, suni gübreler, petrol ve türevleri, vb. kim tarafından denetlenmesi gerektiği ayrı bir soru. Bir hükümet üyesinin halkı zararlı maddelere karşı uyarması komik elbette ama bütün bunlar yine de Çernobil’in üzerini örtmüyor. Bütün bölgenin risk altında olduğunu söyleyen uluslararası raporlara karşın nasıl olup da aynı tehlikenin Türkiye sınırları içinde etkisiz kaldığı bir türlü anlaşılamıyor. Örneğin Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) Çernobil araştırmasında “Artvin Hopa’da son 3 yılda meydana gelen ölümlerin yüzde 47.9’unun nedeninin kanser olduğunun belirlendiği” açıklansa da bu, bakanlığı hiç etkilemiyor.

Nükleer Santral İçin Lobi Çalışması
Aslında bunun anlaşılabilir bir tarafı var!
Onu da Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Başkanı Köksal Aydın ve TTB üyesi Orhan Odabaşı, geçtiğimiz günlerde açıkladılar. Aydın ve Odabaşı, Karadeniz ve Trakya’da Çernobil’in hiç etkisi bulunmadığına dair Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı çalışmanın, Nükleer santral kurulmasına zemin hazırlamayı amaçladığını ortaya koydular. Akkuyu ve Sinop’ta nükleer santral kurulma hazırlıkları bulunduğunu anımsatan Aydın ve Odabaşı, “Sağlık Bakanlığı Çernobil’in etkileri konusunda vatandaşları kandırarak, nükleer santrale bölgeden gelecek tepkileri azaltmaya ve bu santrallerin kurulmasına zemin hazırlamaya çalışıyor” diyorlardı.
Kısacası yeni bir Kenan Evren-Cahit Aral olayıyla karşı karşıyayız. Yine birileri karşımıza geçip gösteriler yaparak bizi kandırmaya çalışıyor, yine birileri buna itiraz eden bilim adamlarını “hainlikle” suçluyor. Öyle ki, felaketten sonra İngiltere’de bile bebek ölümlerinin olağanüstü düzeyde arttığı açıklanırken Türkiye’nin yöneticileri “bize bir şey olmaz” demeyi sürdürüyorlar.
Bütün bunların çok ağır bir insanlık suçu oluşturduğu kesindir. Ama herhalde bu suçlar içinde en ağırı, bir sağlık bakanının hekimleri “gereksiz tetkik yaptırmamaları” için tehdit etmesidir. Türkiye halkları bu isimleri asla unutmamalı, hesap defterine bir bir kaydetmelidir. Halkın belleği ise kuşkusuz devrimci harekettir.


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19