Deneyimi olanlar bilir: Uzun süredir cezaevinde
olanlara göz doktorları çoğunlukla şöyle der:
“Her fırsat bulduğunda geniş ufuklara bak, gözlerini
mümkün olan en geniş ufka dikerek dakikalarca
bakmaya çalış!”
Bunun kuşkusuz tıbbi bir anlamı var; çünkü çok
uzun süre dar mekanlarda kalan insanın gözündeki
optik mekanizma giderek kendisini bu kısa mesafeli
bakışa ayarlamaya başlar ve aslında bir ölçüde
sakatlanmış olur. Geniş ufuklara doğru baktığınızda
ise mekanizma kendi ayarlarını yeniden yapmaya
başlar ve yavaş yavaş normale dönersiniz.
Politik-örgütsel alanda da durum aynen böyledir.
Kendi dar çalışma alanınızın, bölgenizin içinde
çalışırken, sık sık genel tabloya, ufuk çizgisine
ve perspektifler/hedefler bütünlüğüne bakmadığınızda,
bir körelme gerçekleşir. Bütünlüklü bakış açısını
kaybederiz ve her şeye daha zayıf ve sınırlı bir
noktadan bakmaya başlarız.
***
Parti, bir devrim ve iktidar aracıdır; daha doğrusu
işçi sınıfının iktidar mücadelesinin temel aracıdır;
ama hepsi bu kadar değil. Hepsi bu kadar olsaydı,
salt iktidar elde etmek için başka örgüt biçimleri
de kullanılabilirdi ve tarih boyunca da kullanıldı
zaten. Özellikle, bir politik ve toplumsal devrimden
değil de yalnızca iktidarın bir elden diğerine
geçmesinden söz ediyorsak eğer, bunun için komplo
çeteleri, basit ya da karmaşık darbe grupları,
vs. vs. yeterli olabilir. Değişik ülkelerde yüzbaşıların
bile iyi bir ekiple darbe yapıp iktidar elde ettiği
durumlar yok değildir.
Ama devrim başka bir şeydir, öncünün yol göstericiliğinde
yığınların katıldığı ve katıldıkları hareket içersinde
değişerek yeni insanlar oldukları bir süreçtir.
Marks’ın dediği gibi bir devrim, yalnızca iktidar
başka türlü elde edilemediği için değil, bugünkü
toplumun insanlarının arınıp yenilenmesi için
de gereklidir. Ve parti de aynı şekilde insanların
içinde hareket ettikleri ve bu hareket sırasında
bir yerden bir yere geldikleri, yeni nitelikler
kazandıkları bir alandır. Öncü parti dediğimizde
yalnızca yığınlara önderlik eden bir mekanizmayı
anlamayız; bu mekanizmanın bizzat kendisi de insanlardan
oluşan, o insanların değiştirip/değişerek yürüdükleri
bir düşünsel/pratik alandır. Partili yaşam, bu
yüzden her gün yeni bir şey öğrendiğimiz, bazen
farkında bile olmadan değiştiğimiz bir zemindir.
Bir çocuğun büyümesini nasıl her gün onunla birlikte
olan anne babası fark edemezse, insanın kendisi
de kendi gelişimini günlük hayatın içinde fark
etmeyebilir. Bunu ancak .bir süre sonra geriye
dönüp düşündüğümüzde anlarız ve örneğin bir somut
olayla karşılaştığımızda kendimize şöyle deriz:
“İki yıl önce olsaydı şöyle yapardım! Ama şimdi…”
Bütün bunlar bizim gelişmemizin, geldiğimiz yerin
göstergeleridir.
***
Yani öncülük, biraz kendimize de öncülüktür…
Parti, sadece bir iktidar elde etme aracı olmadığı
için onun militanlarının referans noktası da,
iktidarın elde edildiği bir X zamanı değil, nihai
olarak varmak istediğimiz komünizmdir. Ve o komünist
toplum hedefi nasıl insanın bütün düşünsel/pratik
yeteneklerinin açığa çıkarılması anlamına geliyorsa,
nasıl bütünlüklü bir insansa o yaratmak istediğimiz,
bugün de oradan kurarız kendimizi. Bu yüzden iktidara
oynayan herhangi bir organizasyonun dar görevler
talimatlar düzeni bizi kesmez. Bu yüzden yalnızca
günlük işimizi yapmakla yetinemeyiz.
Kolektif ve bütünsel akıl, bir devrimcinin bu
en temel özelliklerinin adeta doğal sonucu olarak
ortaya çıkar ve çıkmalıdır. Bir devrimcinin varlığı,
“salla başını al maaşını”, “gözlerimi kaparım
vazifemi yaparım” deyimlerinin daha en baştan
kesin biçimde reddidir. Yalnızca burnunun ucunu
görmek, yalnızca kendi çalışma alanının sorunlarını
algılamak ve geriye kalan bütün tabloyu “daha
akıllı olanlara” emanet etmek, yaptığımız işin,
varmak istediğimiz nihai hedefin doğasına terstir.
Parti, bizim bakışımızın derinleştiği bir alandır
ve bu derinlik ancak genel ufka bakarak kazanılabilir.
Bu ufka bakmayı kaçırdığımızda, gözümüzün optiği
bozulmaya başlamış demektir. Ve en önemlisi şu:
Kendi dar alanı içine gömülerek genel gidişat
üzerine düşünce üretmekten kopan militanın, bir
süre sonra aslında o dar alandaki sorunlarda da
zorlanmaya başlaması kaçınılmazdır. Çünkü o, bir
süre sonra, bugün yapmakta olduğu işin, genel
toplam içinde nereye denk düştüğünü, hangi genel
perspektifin parçası olduğunu kavramaktan uzaklaşmaya
başlayacaktır.
***
Devrimci sosyalist parti geleneğinin kendisine
hiçbir zaman tabulaşmış önderlikler icat etmemiş
olması rastlantı değildir; bu durum bu konudaki
olumsuz örneklere duyulan tepkiden ya da “özgürlükçü”
gevşeklik teorilerinden de kaynaklanmaz. Mesele
bizzat marksizmin kendisiyle, Marksist-Leninist
düşüncenin doğasında mevcut olan bilimsel bakışla
ilgilidir. Partinin bütün aklının tek bir insanda
yoğunlaşabileceğini düşünmek, bu bilimsel anlayışla
izahı mümkün olmayan bir şeydir. Devrimci mücadelede
her zaman hareketin insanlarının çok sevdiği ve
saygı duyduğu insanlar olmuştur ve gelecekte de
olacaktır. Bu özel olarak kötü bir şey değildir;
hatta pratik mücadelede yararlıdır da. Ama parti
önderliği ve parti aklı her zaman kolektiftir.
Bunu söylerken, “kişiler gelir gider önemli değil”
demiyoruz; mücadele süreçlerinde kişilerin bazen
ne kadar önemli olduğunu da görmüşüzdür. Ama politik
anlamıyla, kural olarak söylersek, evet, kişiler
gerçekten gelir gider, geriye partinin kolektif
belleği ve aklı kalır. Ve biz düşmanla giriştiğimiz
savaşın her aşamasında tek tek insanların olağanüstü
beyinlerine ve yeteneklerine kendimizi mahkum
edemeyiz.
Bunun pratikteki anlamı, partinin düşünsel ilişkilerinin
çok taraflı ilişkiler olmasıdır. Pratik kararların
ve talimatların tartışmasız uygulanması kaçınılmazdır.
fakat partinin düşünce dünyasının ve iradesinin
biçimlenmesi süreci sadece bununla sınırlı değildir.
Parti, bir yandan da düşüncelerin karşılıklı aktığı,
birbirini büyütüp zenginleştirdiği bir kanallar
toplamıdır. Bu, bir karşılıklı görevler ve sorumluluklar
ilişkisidir. Sık sık kendi insanına dönmek, genel
durum ve yürüyüşün ana çizgileri üzerine ona rapor
sunmak, onun tepkilerini ve eleştirilerini, önerilerini
almak bir yönetsel organın olmazsa olmaz görevlerindendir.
Hiçbir “zorunluluk” ya da “sıkışma” bunun ertelenmesine
gerekçe olamaz. RSDİP gibi partilerin kongrelerini
ya da genişletilmiş kadro toplantılarını tam da
mücadelenin en hareketli anlarında yapmaları hiç
rastlantı değildir. Çok da akılcı bir davranıştır
bu. Çünkü parti, tam da bu sıkışma ve karar anlarında
militanlarına dönme ve onların aklına başvurma
ihtiyacını hissetmektedir. Benzer biçimde Mahir’lerin
de cezaevinden kaçtıktan Kızıldere’ye gidişe kadar
geçen kısacık sürede bir dizi toplantıyı baskı
koşullarında yapmayı göze alması önemlidir.
Öte yandan, parti içi ilişkiler burjuva parlamento
seçimlerine benzetilerek yozlaştırılamaz. Yani
siz, tam da tüzükte belirtilen tarihlerde kongreler
yapabilirsiniz; ama bu, yine de bir parti ilişkisi
olmayabilir. Eğer bütün partinin aklını ve enerjisini
açığa çıkarmıyorsanız, parti güçlerinin tamamının
fikirlerini bir araya getirmiyorsanız, bunun için
gerekli kanalları açmıyor, genel geçer birkaç
raporla yetiniyorsanız, ortaya çıkan şey kolektif
akıl değildir. Eller kalkar ve iner, kişisel birkaç
sürtüşme belirir ya da belirmez, ama gerçek bir
işleyiş asla yakalanamaz.
Asıl önemli olan şey; bu ilişkinin bir politik
kültür olarak kesintisizliğidir. Bu, birkaç güne
sığdırılabilecek dar bir tartışma anlamına gelmez;
bu, parti militanının sürekli bir politika üreticisi
olma, partinin sahibi olma halidir. Sürecin her
aşamasında her partilinin, hatta hareketin en
dış çemberindeki herhangi bir sempatizanın bile
genel gidiş üzerine eleştiri ve önerileri akıp
gelmek ve şöyle ya da böyle bir karşılık bulmak
zorundadır. Bu, bazen yanılgıyla düşünüldüğü gibi
salt demokrasiyle ilgili bir sorun değildir; bu,
merkezin gerçek bir merkez olmasıyla da ilgilidir.
Yoksa bol Dimitrov alıntılı kadro tanımlarında
kadronun inisiyatifinden ve partiyi sahiplenmesinden
söz edebilirsiniz; ama onu bu doğrultuda eğitmiyorsanız,
bunu yapabilmesi için gereken kanalları açmıyor
ve somut girişimlerle, somut örneklerle bunun
yolunu göstermiyorsanız, yine de öyle bir düşsel
kadro tipine asla ulaşamazsınız. Çünkü sonuçta
söz söylemek, bu sözün söyleneceği zeminleri şart
koşar ve en önemlisi de söylenen sözün bir değer
ifade ettiğinin kadro tarafından hissedilmesi
halinde anlam kazanır.
***
Ama bu, parti aklı, ilgisiz parçaların uç uca
eklendiği bir toplam değildir. Merkezsiz, odaksız,
eksensiz bir düşünceler yığını hiç değildir. Bunun
anlamı, “hadi bir araya gelelim, kıt akıllarımızı
birleştirip ondan yeni bir akıl yaratalım” demek
değildir. Ayrıca, salt oy çoğunluğundan mutlaka
en doğru düşüncelerin doğduğu da oldukça kuşkuludur.
Yani en çok tartışan, kendi içinde en çok konuşan
yapıların en doğruyu buldukları önsel olarak söylenemez.
Leninist parti geleneğinin düşünce zenginliğinin
önünü kestiği, buna karşın “özgürlükçü”, “çok
kanatlı”, “en çok iç tartışma yapan” partilerin
ya da örgütlerin en çok demokrasiye sahip oldukları
tezi de aslında hiç kanıtlanmış bir tez değildir.
Her şeyden önce, -eğer böyle tanımlamak doğruysa-
örgüt içi despotizmin aslında birçok yüzü ve biçimi
vardır! Eğer doğru dürüst çalışan, çok yönlü kanallarla
bütün partiyi dipten doruğa hareket ettiren bir
merkeziniz yoksa, çoğu kez pratikte görüldüğü
gibi merkezin yokluğundan doğan boşluğu keyfiyet
doldurur! Siz, çok tartıştık, çok konuştuk, öyleyse
çok demokrasi talimi yaptık zannedersiniz ama
gerçekte eninde sonunda politika yapmaya sıra
geldiğinde, birilerinin aldığı kararları uygulamaktan
başka bir şey yapmazsınız.
Kolektif akıl ise, canlı parti hayatının bir parçasıdır.
Politik çalışmanın yürüdüğü, kararların ve talimatların
birbirini izlediği, geleceği düşünme ile bugünün
görevlerini yerine getirmenin birbirini doğal
parçalar gibi tamamladığı, hayattan kopmayan bir
tartışma ve akıl yürütmeden söz ediyoruz. Parti
aklı, işsizlikten doğan parlak fikirlerin karmaşası
değil, beş dakika sonra pratik işe gidecek olan
militanın gitmeden önce yaptığı planları ve geldikten
sonra oradan öğrendiklerini de katarak ürettiği
bir şeydir. Suya yazı yazılmayan, bütün görüş
ve düşüncelerin toparlanıp merkezi yönelimlere
dönüştürüldüğü, yöntemli bir merkezi faaliyetten
söz ediyoruz burada. En genel politik yorumlardan
en pratik süreç raporuna dek bütün bilgi ve düşünce
parçaları, bir araya gelerek bizim aklımızı oluşturur.
***
Artık devrimci sosyalist hareketin her insanı
anlamaktadır; biz çok ciddi bir işe soyunmuş durumdayız.
Bu, “sen ben bizim oğlan” ile bir araya gelinip,
basit bir işbölümü ile kotarılan basit bir iş
değildir. Bu, bir devrimci hareketin kendisini
şöyle bir toparlayıp birkaç atak yaparak klasmanda
orta sıralarda bir yer tutması harekatı değildir.
Biz, bir devrim hareketi inşa ediyoruz. Yaptığımız
iş, karışık ve komplike bir iştir; alanlarıyla,
kurumlarıyla bir hareketin uyumu, temposu ve programatik
geleceği üzerine konuşuyoruz. Ne bir “fedailer
mangası” kuruyoruz, ne de sadece sığ sularda ayaklarını
ıslatıp oyalanacak sıradan bir yapıyla yetiniyoruz.
Sorular soruyoruz, yanıtlar alıyoruz, aklımızı
bütünlüyoruz ve bütün bunları ileriye sıçramak
için yapıyoruz. Geleceğimizin sağlamlığı, bugün
attığımız adımların sağlamlığı ile ölçülecektir.
Parti, kolektif aklımızdır. Kolektif akıl, partinin
ta kendisidir.Gözlerimizi yeniden ufka ayarlıyoruz
şimdi; gözlerimizi ve adımlarımızı…
|