Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

43. Sayı - Ağustos 2006

Parti ve Kültür:
Kolektif Akıl Partinin Aklıdır

Deneyimi olanlar bilir: Uzun süredir cezaevinde olanlara göz doktorları çoğunlukla şöyle der: “Her fırsat bulduğunda geniş ufuklara bak, gözlerini mümkün olan en geniş ufka dikerek dakikalarca bakmaya çalış!”
Bunun kuşkusuz tıbbi bir anlamı var; çünkü çok uzun süre dar mekanlarda kalan insanın gözündeki optik mekanizma giderek kendisini bu kısa mesafeli bakışa ayarlamaya başlar ve aslında bir ölçüde sakatlanmış olur. Geniş ufuklara doğru baktığınızda ise mekanizma kendi ayarlarını yeniden yapmaya başlar ve yavaş yavaş normale dönersiniz.
Politik-örgütsel alanda da durum aynen böyledir. Kendi dar çalışma alanınızın, bölgenizin içinde çalışırken, sık sık genel tabloya, ufuk çizgisine ve perspektifler/hedefler bütünlüğüne bakmadığınızda, bir körelme gerçekleşir. Bütünlüklü bakış açısını kaybederiz ve her şeye daha zayıf ve sınırlı bir noktadan bakmaya başlarız.

***
Parti, bir devrim ve iktidar aracıdır; daha doğrusu işçi sınıfının iktidar mücadelesinin temel aracıdır; ama hepsi bu kadar değil. Hepsi bu kadar olsaydı, salt iktidar elde etmek için başka örgüt biçimleri de kullanılabilirdi ve tarih boyunca da kullanıldı zaten. Özellikle, bir politik ve toplumsal devrimden değil de yalnızca iktidarın bir elden diğerine geçmesinden söz ediyorsak eğer, bunun için komplo çeteleri, basit ya da karmaşık darbe grupları, vs. vs. yeterli olabilir. Değişik ülkelerde yüzbaşıların bile iyi bir ekiple darbe yapıp iktidar elde ettiği durumlar yok değildir.
Ama devrim başka bir şeydir, öncünün yol göstericiliğinde yığınların katıldığı ve katıldıkları hareket içersinde değişerek yeni insanlar oldukları bir süreçtir. Marks’ın dediği gibi bir devrim, yalnızca iktidar başka türlü elde edilemediği için değil, bugünkü toplumun insanlarının arınıp yenilenmesi için de gereklidir. Ve parti de aynı şekilde insanların içinde hareket ettikleri ve bu hareket sırasında bir yerden bir yere geldikleri, yeni nitelikler kazandıkları bir alandır. Öncü parti dediğimizde yalnızca yığınlara önderlik eden bir mekanizmayı anlamayız; bu mekanizmanın bizzat kendisi de insanlardan oluşan, o insanların değiştirip/değişerek yürüdükleri bir düşünsel/pratik alandır. Partili yaşam, bu yüzden her gün yeni bir şey öğrendiğimiz, bazen farkında bile olmadan değiştiğimiz bir zemindir. Bir çocuğun büyümesini nasıl her gün onunla birlikte olan anne babası fark edemezse, insanın kendisi de kendi gelişimini günlük hayatın içinde fark etmeyebilir. Bunu ancak .bir süre sonra geriye dönüp düşündüğümüzde anlarız ve örneğin bir somut olayla karşılaştığımızda kendimize şöyle deriz: “İki yıl önce olsaydı şöyle yapardım! Ama şimdi…”
Bütün bunlar bizim gelişmemizin, geldiğimiz yerin göstergeleridir.

***
Yani öncülük, biraz kendimize de öncülüktür…
Parti, sadece bir iktidar elde etme aracı olmadığı için onun militanlarının referans noktası da, iktidarın elde edildiği bir X zamanı değil, nihai olarak varmak istediğimiz komünizmdir. Ve o komünist toplum hedefi nasıl insanın bütün düşünsel/pratik yeteneklerinin açığa çıkarılması anlamına geliyorsa, nasıl bütünlüklü bir insansa o yaratmak istediğimiz, bugün de oradan kurarız kendimizi. Bu yüzden iktidara oynayan herhangi bir organizasyonun dar görevler talimatlar düzeni bizi kesmez. Bu yüzden yalnızca günlük işimizi yapmakla yetinemeyiz.
Kolektif ve bütünsel akıl, bir devrimcinin bu en temel özelliklerinin adeta doğal sonucu olarak ortaya çıkar ve çıkmalıdır. Bir devrimcinin varlığı, “salla başını al maaşını”, “gözlerimi kaparım vazifemi yaparım” deyimlerinin daha en baştan kesin biçimde reddidir. Yalnızca burnunun ucunu görmek, yalnızca kendi çalışma alanının sorunlarını algılamak ve geriye kalan bütün tabloyu “daha akıllı olanlara” emanet etmek, yaptığımız işin, varmak istediğimiz nihai hedefin doğasına terstir. Parti, bizim bakışımızın derinleştiği bir alandır ve bu derinlik ancak genel ufka bakarak kazanılabilir. Bu ufka bakmayı kaçırdığımızda, gözümüzün optiği bozulmaya başlamış demektir. Ve en önemlisi şu: Kendi dar alanı içine gömülerek genel gidişat üzerine düşünce üretmekten kopan militanın, bir süre sonra aslında o dar alandaki sorunlarda da zorlanmaya başlaması kaçınılmazdır. Çünkü o, bir süre sonra, bugün yapmakta olduğu işin, genel toplam içinde nereye denk düştüğünü, hangi genel perspektifin parçası olduğunu kavramaktan uzaklaşmaya başlayacaktır.

***
Devrimci sosyalist parti geleneğinin kendisine hiçbir zaman tabulaşmış önderlikler icat etmemiş olması rastlantı değildir; bu durum bu konudaki olumsuz örneklere duyulan tepkiden ya da “özgürlükçü” gevşeklik teorilerinden de kaynaklanmaz. Mesele bizzat marksizmin kendisiyle, Marksist-Leninist düşüncenin doğasında mevcut olan bilimsel bakışla ilgilidir. Partinin bütün aklının tek bir insanda yoğunlaşabileceğini düşünmek, bu bilimsel anlayışla izahı mümkün olmayan bir şeydir. Devrimci mücadelede her zaman hareketin insanlarının çok sevdiği ve saygı duyduğu insanlar olmuştur ve gelecekte de olacaktır. Bu özel olarak kötü bir şey değildir; hatta pratik mücadelede yararlıdır da. Ama parti önderliği ve parti aklı her zaman kolektiftir. Bunu söylerken, “kişiler gelir gider önemli değil” demiyoruz; mücadele süreçlerinde kişilerin bazen ne kadar önemli olduğunu da görmüşüzdür. Ama politik anlamıyla, kural olarak söylersek, evet, kişiler gerçekten gelir gider, geriye partinin kolektif belleği ve aklı kalır. Ve biz düşmanla giriştiğimiz savaşın her aşamasında tek tek insanların olağanüstü beyinlerine ve yeteneklerine kendimizi mahkum edemeyiz.
Bunun pratikteki anlamı, partinin düşünsel ilişkilerinin çok taraflı ilişkiler olmasıdır. Pratik kararların ve talimatların tartışmasız uygulanması kaçınılmazdır. fakat partinin düşünce dünyasının ve iradesinin biçimlenmesi süreci sadece bununla sınırlı değildir. Parti, bir yandan da düşüncelerin karşılıklı aktığı, birbirini büyütüp zenginleştirdiği bir kanallar toplamıdır. Bu, bir karşılıklı görevler ve sorumluluklar ilişkisidir. Sık sık kendi insanına dönmek, genel durum ve yürüyüşün ana çizgileri üzerine ona rapor sunmak, onun tepkilerini ve eleştirilerini, önerilerini almak bir yönetsel organın olmazsa olmaz görevlerindendir. Hiçbir “zorunluluk” ya da “sıkışma” bunun ertelenmesine gerekçe olamaz. RSDİP gibi partilerin kongrelerini ya da genişletilmiş kadro toplantılarını tam da mücadelenin en hareketli anlarında yapmaları hiç rastlantı değildir. Çok da akılcı bir davranıştır bu. Çünkü parti, tam da bu sıkışma ve karar anlarında militanlarına dönme ve onların aklına başvurma ihtiyacını hissetmektedir. Benzer biçimde Mahir’lerin de cezaevinden kaçtıktan Kızıldere’ye gidişe kadar geçen kısacık sürede bir dizi toplantıyı baskı koşullarında yapmayı göze alması önemlidir.
Öte yandan, parti içi ilişkiler burjuva parlamento seçimlerine benzetilerek yozlaştırılamaz. Yani siz, tam da tüzükte belirtilen tarihlerde kongreler yapabilirsiniz; ama bu, yine de bir parti ilişkisi olmayabilir. Eğer bütün partinin aklını ve enerjisini açığa çıkarmıyorsanız, parti güçlerinin tamamının fikirlerini bir araya getirmiyorsanız, bunun için gerekli kanalları açmıyor, genel geçer birkaç raporla yetiniyorsanız, ortaya çıkan şey kolektif akıl değildir. Eller kalkar ve iner, kişisel birkaç sürtüşme belirir ya da belirmez, ama gerçek bir işleyiş asla yakalanamaz.
Asıl önemli olan şey; bu ilişkinin bir politik kültür olarak kesintisizliğidir. Bu, birkaç güne sığdırılabilecek dar bir tartışma anlamına gelmez; bu, parti militanının sürekli bir politika üreticisi olma, partinin sahibi olma halidir. Sürecin her aşamasında her partilinin, hatta hareketin en dış çemberindeki herhangi bir sempatizanın bile genel gidiş üzerine eleştiri ve önerileri akıp gelmek ve şöyle ya da böyle bir karşılık bulmak zorundadır. Bu, bazen yanılgıyla düşünüldüğü gibi salt demokrasiyle ilgili bir sorun değildir; bu, merkezin gerçek bir merkez olmasıyla da ilgilidir. Yoksa bol Dimitrov alıntılı kadro tanımlarında kadronun inisiyatifinden ve partiyi sahiplenmesinden söz edebilirsiniz; ama onu bu doğrultuda eğitmiyorsanız, bunu yapabilmesi için gereken kanalları açmıyor ve somut girişimlerle, somut örneklerle bunun yolunu göstermiyorsanız, yine de öyle bir düşsel kadro tipine asla ulaşamazsınız. Çünkü sonuçta söz söylemek, bu sözün söyleneceği zeminleri şart koşar ve en önemlisi de söylenen sözün bir değer ifade ettiğinin kadro tarafından hissedilmesi halinde anlam kazanır.

***
Ama bu, parti aklı, ilgisiz parçaların uç uca eklendiği bir toplam değildir. Merkezsiz, odaksız, eksensiz bir düşünceler yığını hiç değildir. Bunun anlamı, “hadi bir araya gelelim, kıt akıllarımızı birleştirip ondan yeni bir akıl yaratalım” demek değildir. Ayrıca, salt oy çoğunluğundan mutlaka en doğru düşüncelerin doğduğu da oldukça kuşkuludur. Yani en çok tartışan, kendi içinde en çok konuşan yapıların en doğruyu buldukları önsel olarak söylenemez.
Leninist parti geleneğinin düşünce zenginliğinin önünü kestiği, buna karşın “özgürlükçü”, “çok kanatlı”, “en çok iç tartışma yapan” partilerin ya da örgütlerin en çok demokrasiye sahip oldukları tezi de aslında hiç kanıtlanmış bir tez değildir. Her şeyden önce, -eğer böyle tanımlamak doğruysa- örgüt içi despotizmin aslında birçok yüzü ve biçimi vardır! Eğer doğru dürüst çalışan, çok yönlü kanallarla bütün partiyi dipten doruğa hareket ettiren bir merkeziniz yoksa, çoğu kez pratikte görüldüğü gibi merkezin yokluğundan doğan boşluğu keyfiyet doldurur! Siz, çok tartıştık, çok konuştuk, öyleyse çok demokrasi talimi yaptık zannedersiniz ama gerçekte eninde sonunda politika yapmaya sıra geldiğinde, birilerinin aldığı kararları uygulamaktan başka bir şey yapmazsınız.
Kolektif akıl ise, canlı parti hayatının bir parçasıdır. Politik çalışmanın yürüdüğü, kararların ve talimatların birbirini izlediği, geleceği düşünme ile bugünün görevlerini yerine getirmenin birbirini doğal parçalar gibi tamamladığı, hayattan kopmayan bir tartışma ve akıl yürütmeden söz ediyoruz. Parti aklı, işsizlikten doğan parlak fikirlerin karmaşası değil, beş dakika sonra pratik işe gidecek olan militanın gitmeden önce yaptığı planları ve geldikten sonra oradan öğrendiklerini de katarak ürettiği bir şeydir. Suya yazı yazılmayan, bütün görüş ve düşüncelerin toparlanıp merkezi yönelimlere dönüştürüldüğü, yöntemli bir merkezi faaliyetten söz ediyoruz burada. En genel politik yorumlardan en pratik süreç raporuna dek bütün bilgi ve düşünce parçaları, bir araya gelerek bizim aklımızı oluşturur.

***
Artık devrimci sosyalist hareketin her insanı anlamaktadır; biz çok ciddi bir işe soyunmuş durumdayız. Bu, “sen ben bizim oğlan” ile bir araya gelinip, basit bir işbölümü ile kotarılan basit bir iş değildir. Bu, bir devrimci hareketin kendisini şöyle bir toparlayıp birkaç atak yaparak klasmanda orta sıralarda bir yer tutması harekatı değildir. Biz, bir devrim hareketi inşa ediyoruz. Yaptığımız iş, karışık ve komplike bir iştir; alanlarıyla, kurumlarıyla bir hareketin uyumu, temposu ve programatik geleceği üzerine konuşuyoruz. Ne bir “fedailer mangası” kuruyoruz, ne de sadece sığ sularda ayaklarını ıslatıp oyalanacak sıradan bir yapıyla yetiniyoruz. Sorular soruyoruz, yanıtlar alıyoruz, aklımızı bütünlüyoruz ve bütün bunları ileriye sıçramak için yapıyoruz. Geleceğimizin sağlamlığı, bugün attığımız adımların sağlamlığı ile ölçülecektir.
Parti, kolektif aklımızdır. Kolektif akıl, partinin ta kendisidir.Gözlerimizi yeniden ufka ayarlıyoruz şimdi; gözlerimizi ve adımlarımızı…

 

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19