Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

43. Sayı - Ağustos 2006

Ortadoğu yeniden ateşler içinde ve bu kez ateş öyle pek kolay sönecekmiş gibi görünmüyor. Direnişçi güçlere bir süre vurup kolunu kanadını iyice kırdıktan sonra “ortamı sakinleştirmek” adına müdahale edip “yeni bir Ortadoğu” yaratacak “süper” bir “yol haritası” dayatmak, emperyalistlere ilk bakışta belki mucizevi bir plan gibi görünüyordu. Ama onlar zaten hep aynı hatayı yaptılar ve yapmaya devam ediyorlar: Halkların muazzam direniş gücünü hesaplamamak!
Asıl “mucize” de zaten tam bu kaynaktan geliyor. Filistin ve Lübnan halkı, inanılmaz bir azimle, her gün çocuk cesetlerini mezarlıklara taşımak pahasına direniyor ve ikinci kez ülkelerinden sürülmeyi asla kabul etmeyeceklerini yeterince açık bir biçimde ve yeterince somut araçlarla ortaya koyuyorlar.
Beri yanda ise işbirlikçi oligarşinin istisnasız tüm bileşenleri şu ya da bu nüans farkıyla da olsa Filistin halkının yeminli düşmanları olduklarını bir kez daha kanıtlıyorlar. Belki politik arenanın ön cephesinde duranlar, yani kitlelerle seçim sandıklarında doğrudan muhatap olanlar biraz daha mızıldanıyor, emperyalist planlara sinsi kanallardan katılıyorlar. Onların durumu, rakip takımın tribününde maç izleyen adamın durumuna benziyor; ayağa kalkıp açıkça ve özgürce “tuttukları takımı” açıklayamıyorlar. Bunun yerine “felaketten kurtulan Lübnanlılara Türk yardımı” edebiyatını daha çok öne çıkarıyorlar.
Ama daha arkadakiler, Amerikancı generaller ve medya tekellerinin patronları, onların satılık kalemleri tam bir soğukkanlılık içinde katliamı izliyorlar.
Bu doğal sayılmalı; çünkü olup bitenlerde biraz da kendilerini buluyorlar. Kontr-gerilla çetelerine silah ve eğitim sağlayan müttefikleri İsrail’in yaptıklarından “dersler” çıkarıyorlar; Filistin ve Lübnan halklarının direnişi yükseldikçe de yüzleri buruşuyor. “Biz de İsrail gibi yapalım” çığlıkları atan kalemler belki uç örnekler gibi görülüyor ama aslında bu kesimin tercümanlığını yapıyorlar.
Bütün bunlar oligarşinin içerdeki politikaları ve savaş hazırlıklarından bağımsız değil. Geçtiğimiz ay türlü türlü dedikodulardan sonra oluşturulan TSK üst kademesi bu konuda yeterince fikir veriyor. 1970’li yılların son YAŞ toplantısında Kenan Evren Genelkurmay başkanı olduğunda “irticaya karşı kazandıkları zaferi” kutlayan CHP’lileri bugün anımsamamak elde değil; gerçi onların bazıları da sonraları cezaevlerinde sürünmüşlerdi ama olsun, sonuçta vatan kurtulmuştu! Şimdi de Büyükanıt ekibinin tam kadro Genelkurmaya yerleşmesi aynı havayla karşılanıyor. Ne kontr-gerilla, ne Şemdinli iddianamesi, ne “iyi çocuklar” hikayesi… Şovenist güruh ayakta alkışlıyor: Padişahım çok yaşa! Tümü de NATO garantili, tümü de Kürt savaşında “deneyimli” bir ekiple yeni bir dönem başlıyor!
Bombacı emekli general Altay Tokat’ın “bana bir şey olmaz” rahatlığı da bundadır zaten. Şu şu yerlere emir verip bomba attırdım diyen bir general, (ki tam da uygun bir yerde, MHP’dedir şimdi) büyük bir rahatlıkla ortalıkta geziniyor; Van savcısının akıbetinden “engin dersler” çıkarmış hukuk camiası da artık utanç bile duymuyor. Çünkü herkes biliyor ki, bu ordu, İncirlik’te Amerikalı çavuşun kelepçelediği subayına değil, Şemdinli’de kitapçı bombalayan JİTEM astsubayına sahip çıkar! Ve sırf bu yüzden, hiçbir hukuk kuralına dayanmayan “polis askeri gözaltına alamaz” genelgesi yayınlanır bu ülkede!
Sonuç olarak bir “savaş komitesi” oluşturulmuştur ve savaşın kime karşı yapıldığı, yapılacağı da ortadadır.
Savaşın hukuki altyapısı ise 12 Eylül’e rahmet okutacak bir “Terörle Mücadele Yasası” ile örülmüştür.
Arka planda ise büyük şatafatlarla Türk-ABD Stratejik Vizyon Belgesi vardır. Kibarlıkla söylenmiş her kelimenin ardında “hizaya getirme” sırıtıyor, en kişiliksiz uşaklık incecik yaldızların altında kendisini ele veriyor.
Haklarından ve özgürlük aşklarından asla vazgeçmeyen Kürt halkı elbette bu savaşın ilk hedeflerinden biridir. Sınır ötesi ya da sınır berisi, fark etmez, sonuç olarak inkâr ve imha politikası değişmedi, değişmiyor. Dağlara bomba, ormanlara ateş, serhıldana kurşun! Üstelik bu kez bütün bu işlerde “uzmanlaşmış” yeni bir “özel harpçi” ordu kademesiyle... Kürt halkı ise son derece kritik bir noktada, ideolojik-politik motivasyonlarını geriye çeken bir önderlikle sürece hazırlanmakta.
Neoliberal saldırının vahşi sonuçlarından kendisini korumak isteyen emekçiler de bu savaşın tarafıdır. Ordu’daki fındık isyanı bunun en tipik örneklerindendir. Başbakan’ın etrafındaki alavere dalavere ekiplerinin ötesinde sorun esasen IMF direktifleriyle ilgilidir ve isyanın hedefi de aslında orasıdır. Geçen sayımızda emekçi kitlelerin karmaşık durumundan söz ederken Seydişehir işçisini bir örnek olarak vermiştik; ama aslında Ordu fındıkçıları çok daha yetkin bir örnek olarak önümüze çıktılar. Bir yandan ellerinde bayraklarla PKK karşıtı slogan atan, diğer yandan polisle kıyasıya çatışan ve bu arada kamyon şöförleri dahil önüne kim gelirse öfkeyle sopadan geçiren karmakarışık bir kalabalık. Yönünü bulmakta zorlanan, yönünü bulmaması için bin bir türlü yalanla zehirlenen ama aslında tam da Türkiye devriminin sınıfsal altyapısını oluşturan yurdumuz insanı…
Üstelik neoliberal soygun, bazı acı meyvelerini daha yeni vermeye başladı. Örneğin özelleştirilmiş elektrik şebekesinin büyük kentleri ne hale getirebileceği ve şirketlerin canı zam çektiğinde hükümete bile nasıl şantaj yapabileceği artık daha iyi görülüyor.
Büyüme masalları da başka bir darboğazın işaretlerini artık gizleyemiyor. Rakam sistemleriyle, kategorilerle oynayarak hesaplanan enflasyon değerleri ile kitlelerin gerçek yaşamı arasındaki açının gitgide büyümesi kitlelerin tahammül gücünü de zorluyor. IMF’nin ikide birde üst perdeden verdiği “asgari ücreti düşürün” talimatları ise yalnızca fiziki tahammülü değil, sabrı da zorluyor.
Bin tane sınır ötesi harekât, bin çeşit sahte kabadayılık yapabilirsiniz; ama bunlar düzeninizin altında bir yerlerde işlemekte olan yıkım süreçleridir ve “İsrail yöntemi” de burada işe yaramaz. Daha doğrusu, “İsrail yöntemi” aslında şimdiye kadar binlerce kez kullanılmış, miting meydanları, varoşlar kana bulanmış ama yine de bu topraklardaki devrimci filizler yok edilememiştir.
Bugün sorun, bu filizlerin boy verip büyümesi ve kitlelerle kucaklaşması sorunudur. Bunun yolu da birçok kez üstüne basa basa söylediğimiz gibi devrimci hareketin kendi içine kapanmasından geçmiyor. Ayağımızı bastığımız, basmamız gereken şu iki yer, Ortadoğu ve emekçi mahalleleri, bu konuda sayısız örnekler ve olanaklar sunuyor. Türkiye devrimi, asla bir boşlukta ya da keyfi olarak belirlediğimiz özel alanlar üzerinde değil, tam da bu uçsuz bucaksız zemin üzerinde gelişecek, serpilecektir.
Devrimci sosyalist hareket, bütün dikkatini bu zemin üzerinde yoğunlaştırmak, bu zemini tanımak ve köklerini buraya salmak zorundadır. Bütün enerji ve irademizi tam da buraya vereceğiz. Daha yüksek bir tempo ve daha programlı bir çalışmayla yaratacağımız kesintisiz bir atılım kördüğüm gibi görünen karışıklıkları sadeleştirecek ve savaş komitelerinin bile önleyemeyeceği bir büyük gücü ayağa kaldıracaktır.
Bu inançla Filistin ve Lübnanlı kahramanları selamlayarak yürüyoruz.



 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19