Bir
süredir bu topraklarda şaşırtıcıymış gibi görünen
şeyler oluyor. 30 yıldır nerede Amerikan emperyalizmine
karşı bir eylem görseler ağızlarından salyalar
akıtarak saldırıya geçen, emperyalizme karşı savaşırken
şehit düşmüş devrimcilere ağız dolusu küfreden
faşistler, son zamanlarda sağda solda “bağımsızlık”
ve “ulusal onur” nutukları atıyorlar. Özellikle
gündeme “karikatür provokasyonu” gibi hazırlop
olaylar düştüğünde ya da başka bir Avrupalı emperyalist
ülkeyle ilgili bir sorun olduğunda bayraklarını
hazırlayıp sokaklara çıkıyorlar, gırtlaklarını
parçalayana dek “emperyalizme karşıyız” edebiyatını
tekrarlıyorlar. Örneğin, Orhan Pamuk gibi bir
yazar yargılandığında hemen üzerine atlıyorlar.
Adliye binasında bir hengâmedir yaratıp “Türk
yargısının bağımsızlığını”(!) koruyorlar, Patrikhane
ile ilgili bir diplomatik sorun çıksa soluğu kilise
kapısında alıp ellerinde bayraklarıyla tekbir
getiriyorlar. Kürtler söz konusu olduğunda ise
zaten söylemeye bile gerek yok, temel sloganları
belli: “Ya sev ya terk et!”
Böylece zaman zaman öyle bir kargaşa ortaya çıkıyor
ki, bildiğimiz ırkçılık ve yabancı düşmanlığı
ile “emperyalizme karşı olma” edebiyatı iç içe
geçiyor, emekçi insanlar da bu konuda kafa karışıklığı
yaşıyorlar.
MHP Nedir? Nasıl Kurulmuştur?
Faşistler Emperyalizme Karşı Olabilir mi?
Karışık gibi görünen bu durumu anlayabilmek için
öncelikle MHP’nin kuruluşuna bakmak gereklidir.
Esasında Türkiye’de ırkçı-turancı düşünceler yeni
değildir. Özellikle cumhuriyetin kuruluşundan
sonraki dönemde, ırkçı düşünceler zaten Kemalist
kadronun en üst kesimlerinde de yaygındır. Kürtlerin
yok sayılması ve neredeyse bütün dünya uluslarının
Türklerden türediğini iddia edecek kadar abartılı
tarih tezlerinin uydurulması bu döneme rastlar.
Şüphesiz bu süreçte Almanya ve İtalya’da yeni
gelişmeye başlayan faşist düşüncelerin de bizzat
M. Kemal başta olmak üzere devlet yöneticileri
ve üst düzey askerler arasında etkisi vardır.
Bir yandan komünizme karşı bir savunma kalkanı
yaratmak, diğer yandan da içerde “sınıfsız bir
toplum” adı altında işçi sınıfı hareketlerini
boğmak bakımından ırkçı-faşist düşünce Kemalist
iktidara eşi bulunmaz bir avantaj sağlamaktadır.
Daha sonra Hitler Sovyetlere karşı tarihin en
büyük saldırısını başlattığında ise, Türk ırkçılığı
yeni bir yükselişe geçer. Hitler’in Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetler Birliği’ni “dümdüz edeceğini” düşünen
Türk ırkçıları, böylece açılacak boşlukta Orta
Asya cumhuriyetlerini ve Kafkasya’yı içine alan
Büyük Turan Devleti’nin kolaylıkla kurulabileceği
hayalini kurmaktadırlar. Daha sonradan belgelerle
kanıtlandığı orduda ve üniversitelerde etkin olan
bu eğilim, bizzat Hitler’in Türkiye elçisi Von
Papen tarafından örgütlenmekte ve gelişmeleri
için Almanya’dan avuç dolusu para akıtılmaktadır.
Yani, içlerinde Alpaslan Türkeş’in de bulunduğu
bu kadro, (General Hüsnü Erkilet, Nihal Atsız,
vs.) kelimenin gerçek anlamıyla Alman ajanıdırlar;
hatta bunlardan bazıları bizzat Kafkasya’da Alman
ordusunun hizmetinde çalışmaktadırlar.
Kızılordu Stalingrad’ta Nazileri hezimete uğrattığında
ise bu ırkçı ajanların da bütün ümitleri Volga
sularına gömülür. Aynı günlerde savaşın yönünün
değiştiğini hisseden Türkiye hükümeti de, bu çeteyi
artık çok fazla hoşgörüyle karşılamamaktadır;
Batı’ya şirin görünmek isteyen hükümet bu süreçte
ırkçılara yönelik bazı tutuklamalar gerçekleştirir.
Ancak faşist hareketin bu durgunluk dönemi çok
uzun sürmez. Amerikan emperyalizminin gizli işgali
altındaki Türkiye 1960’lara doğru geldiğinde,
düzenin sahipleri, yani emperyalizm ve işbirlikçi
oligarşi, gelişen işçi hareketi ve devrimci güçlere
karşı saldırgan bir çeteye ihtiyaç duyarlar. Esasen
bu dönemde ABD emperyalizmi bütün yeni-sömürge
ülkelerde benzeri cinayet örgütlerine ihtiyaç
duymakta ve örgütlemektedir. Latin Amerika’daki
bütün kontrgerilla çeteleri tam da bu yıllarda
kurulmuşlardır. NATO bünyesinde ise Gladio gibi
“gizli” örgütler kurulmakta ve bunlar Avrupa’yı
bir ağ gibi sarmaktadır.
Tam da bu yıllarda, Türkiye’de Osman Bölükbaşı’nın
liderliğini yaptığı sağcı Cumhuriyetçi Köylü Millet
Partisi’nin kongresi yapılır. Kongre, Türkeş’in
hepsi de eski subaylardan oluşan ırkçı arkadaşlarının
ve “komando” diye anılan eli sopalı serserilerin
gölgesinde yapılır. Genel Başkan, tabii ki çetenin
şefi olan Türkeş’tir! Böylece CKMP, Milliyetçi
Hareket Partisi’ne dönüştürülür ve hemen ardından
birer birer “komando kampları”, “Ülkü Ocakları”
açılmaya başlanır. Yine CIA’nın ve MİT’in organize
ettiği “Komünizmle Mücadele Dernekleri” aynı yıllarda
bu partiye kanalize olur.
Süreç en baştan en sona dek CIA’nın kontrolü altındadır
ve faşist çeteye verilen görev, üniversitelerde
gelişen anti-emperyalist harekete ve işçi sınıfı
mücadelesine saldırmaktır. Bir yandan doğrudan
devlet ödenekleriyle, diğer yandan tekelci patronların
yüklü miktardaki “bağış”larıyla(!) büyüyen faşist
örgüt, kısa sürede cinayetler işlemeye, özellikle
devrimci öğrencileri öldürmeye başlamıştır. 1960’lar
ve 1970’ler boyunca Amerikan emperyalizmine karşı
mücadele eden devrimci güçler ve haklarını arayan
emekçiler, her zaman karşılarında MHP ve Ülkü
Ocakları’nı buldular. Bu faşist örgütlenme, binlerce
devrimci ve emekçinin kanına girmiş, Maraş başta
olmak üzere bir dizi kanlı katliamda başrolü oynamış,
sendika liderlerini öldürmek dahil her yolu kullanarak
işçi sınıfının örgütlenmesini engellemeye çalışmıştır.
Yani patron köpekliği ile Amerikan köpekliği,
faşist örgütlenmenin iç içe geçmiş iki önemli
görevidir. 6. Filo’ya karşı gösteri yapan devrimci
gençliğe saldıranlarla grev çadırlarını kurşunlayıp
emekçi mahallelerindeki kahvehanelerde katliamlar
düzenleyenler yine aynı çetedir. Burada söz konusu
olan şey, bilinen anlamıyla parlamenter bir sağcı
parti değildir; MHP, normal bir parti gibi tasarlanmamış,
işin başından beri silahlı bir cinayet örgütü
olarak kurulup geliştirilmiştir. Ayrıca bilindiği
gibi bu faşist örgüt içinden seçilen en kirli
elemanlar, daha sonra özel olarak kontrgerilla
örgütlenmesinde de yer almışlar ve Kürt ulusal
hareketine karşı geliştirilen kirli savaş yöntemlerinin
de uygulayıcısı olmuşlardır. Yani sonuçta, zaman
zaman bazı seçim başarıları elde etse de bu faşist
örgüt, hiçbir zaman klasik bir burjuva partisi
değildir, emperyalizmin ve oligarşinin sivil saldırı
gücüdür.
Sahtekârlık Faşistlerin Karakteridir
Böyle bir örgütlenmenin emperyalizme karşı nutuklar
atması elbette sahtekârcadır. Dünyanın dört bir
yanında bizzat ABD tarafından kurulup desteklenmiş
olan benzerleri gibi MHP de emperyalizmin hizmetindedir,
ona sadıktır. Ve dikkat edilirse eğer, arada sırada
yaptıkları “yabancı düşmanı” gösterilerde de hiçbir
zaman ABD ve İsrail hedefte değildir. Gazete arşivlerini
tarayan herkes Türkeş’in siyasi yaşamı boyunca
İsrail Elçiliği’nin baş davetlilerinden biri olduğunu
görür; Filistinlilere ve Araplara duyulan nefret
ise MHP’de en belirleyici unsurlardan biridir.
Buna karşın çoğunlukla yaptıkları şey, Kürt düşmanlığını
körüklemek, ulusal azınlıklara ve farklı dinlerin
mensuplarına saldırmaktır. Irkçı nefret, onların
en başta gelen özelliğidir. Orhan Pamuk davası
ya da Ermeni Konferansı gibi olaylarda olduğu
gibi zaman zaman Avrupalı emperyalist ülkelere
karşı ileri geri konuşsalar da, bu emperyalizme
karşı bir tutum değildir; asıl sorunları yine
emperyalistlerle değil Kürtlerle, Ermenilerledir.
Bütün işleri emperyalizme yaltaklanmak olanlar,
bu topraklarda kilometrelerce yer tutan Amerikan
üslerini görmezlikten gelenler, acınası bir aşağılık
kompleksiyle iki-üç Avrupalı parlamentere “yiğitlik”
taslamakta, ama aynı emperyalist ülkelerin içinde
olduğu NATO’ya, IMF’ye karşı gıklarını bile çıkarmamaktadırlar.
Üstünde yaşadığımız coğrafya bir ucundan öbür
ucuna, ekonomisinden siyasetine, kültürüne kadar
ABD emperyalizminin işgali altındayken bu uşaklar,
emekçi kitlelerin dikkatini bu gerçekten uzaklaştırmakta,
günlük bazı olaylar üzerinden yabancı düşmanlığı
ve kafatasçılıkla dini birbirine bulayıp tam bir
karmaşa yaratmaktadırlar. Kahramanları da emperyalizme
karşı tutumları gibi sanaldır, hayalidir. Gerçek
hayatta Amerikan parasıyla beslenerek emperyalizme
karşı savaşanları katledenler, beyaz perdede mafya
bozuntularını efsaneleştirmektedirler, ki bu da
doğaldır; çünkü pratikte her zaman her türlü uyuşturucu
ve haraç işinin altından “ülkücü mafya” çıkmakta,
bu parti zaten kirli işler dünyasıyla iç içe yaşamaktadır.
Bugünkü sahte Amerikan aleyhtarlığının kaynağı
ise gayet açıktır: Bugün Türkiye’deki milyonlarca
insan, ABD emperyalizmine karşı yoğun bir nefretle
doludur. Emekçiler, her şeyden önce bizzat kendi
yoksulluklarının bir nedeninin emperyalistlerin
direktifleriyle uygulanan ekonomi programları
olduğunu bilmekte, en azından sezmektedirler.
Herhangi bir tütün ya da pancar üreticisinden,
çalıştığı işyeri özelleştirilen emekçiye kadar
herkes bugünkü yıkım yaratan politikaların nihai
olarak IMF ve nihai olarak Amerikan emperyalizmi
tarafından emredildiğinin farkındadır.
Öte yandan, aynı insanlar, ABD’nin dünyanın her
köşesinde, özellikle de Ortadoğu’da halklara zulüm
ve kan getirdiğini her gün gözleriyle görmektedirler.
Herhangi bir emekçi herhangi bir haber kanalını
açtığı anda yüzüne korkunç bir adaletsizliğin
ve zalimliğin acısı tokat gibi vurmakta ve bu
haydutluğa yeterince müdahale edilemiyor oluşu
onun nefretini artırmaktadır. Bu duygunun kimi
zaman dini öğelere ya da milliyetçi motiflere
dayanması, onun sınıfsal özünü ortadan kaldırmaz;
çünkü sonuçta bu duygulara sahip insanlar toplumun
elit tabakası değildir, ezici bir çoğunluğu emekçilerden
oluşmaktadır.
Ama bu aynı zamanda acizlik duygusuyla dolu bir
nefrettir, ezik bir ruh halidir. Emekçi yığınları
bütün dünyaya zulmeden ve sömüren bu gücün kırılmasını
samimiyetle istemekte, bu yöndeki eylemleri en
azından haklı ve meşru bulmakta, ancak emperyalist
vahşetin bütün bunlara rağmen sürüyor olması karşısında
umutsuzluğa kapılmaktadır. Zaman zaman bu umutsuzluk,
emperyalizme bağımlı olmaktan kaynaklanan bir
dizi siyasi skandal ve utanç verici durumla birleştiğinde,
insanlar kendilerini “dünyanın en çok horlanan
ulusunun üyeleri” gibi hissetmekte, bu da daha
derin bir çöküntüye ve öfkeye yol açmaktadır.
İşte tam da bu noktada önümüze yabancı düşmanlığıyla,
ırkçılıkla bezenmiş bir sahtekarlık olarak faşist
hareket çıkıyor. Bir yandan Kürt ulusuna karşı
düşmanlığı kışkırtan faşistler, diğer yandan da
bulanık, ne idüğü belirsiz bir “emperyalizme karşı
olma” yalanını piyasaya sürüyorlar. ABD emperyalizmi
ve yerli işbirlikçilerine yönelik öfkenin dar
alanlarda kontrol altında tutulması için çaba
sarf ediliyor. Azınlık gruplara, farklı dinden
olanlara yönelik ucuz (ve tabii ki polisin de
kolaylaştırdığı) saldırılarla emekçi çocuklarının
anti-emperyalist duygularını köreltiliyor, saptırılıyor.
Faşist hareketin işlevi de tam olarak budur zaten:
Yalan, sahtekarlık, ucuz kabadayılıkların altında
gizlenen uşaklık ve tabii ki geride duran kanlı
bir cinayet mekanizması...
Faşist harekette ne bir inanç söz konusudur, ne
de en küçük bir samimiyet kırıntısı vardır. Düzenin
en kirli alanlarından derlenmiş olan bu sürü,
yalnızca ve yalnızca pis işler için kullanılan
bir araçtır. Bir kez olsun efendilerine karşı
başlarını kaldıramazlar. Bir kez olsun işbirlikçi
patronlara karşı seslerini yükseltemezler. Bütün
yaptıkları, genç emekçi çocuklarını mafyanın,
çetelerin aracı haline getirmek ve onların bilincini
ve hayatını karartmaktır.
Anti-emperyalist mücadelede idam sehpalarından
dağların doruklarına dek her alanda binlerce şehit
vermiş olan devrimci hareket, bu sürünün yalanlarını
mutlaka açığa çıkaracak ve efendileriyle birlikte
onları da tarihin çöplüğüne savurup atacaktır.
Özgür bir ülke ve insanca bir yaşam için mücadelemiz,
aynı zamanda genç emekçi çocuklarının bu kirli
çetelerin elinden kurtarılmasını da kapsamaktadır.
Bu yüzden sokaklardayız, bu yüzden emekçi kitlelerin
olduğu her yerde kök salmak, onları mücadelemizin
merkezine taşımak istiyoruz. Bu yüzden emperyalizme
karşı mücadele aynı zamanda onun uşakları olan
faşist çetelere karşı mücadele anlamına geliyor.
|