Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

39. Sayı - Mart 2006

Bir süredir bu topraklarda şaşırtıcıymış gibi görünen şeyler oluyor. 30 yıldır nerede Amerikan emperyalizmine karşı bir eylem görseler ağızlarından salyalar akıtarak saldırıya geçen, emperyalizme karşı savaşırken şehit düşmüş devrimcilere ağız dolusu küfreden faşistler, son zamanlarda sağda solda “bağımsızlık” ve “ulusal onur” nutukları atıyorlar. Özellikle gündeme “karikatür provokasyonu” gibi hazırlop olaylar düştüğünde ya da başka bir Avrupalı emperyalist ülkeyle ilgili bir sorun olduğunda bayraklarını hazırlayıp sokaklara çıkıyorlar, gırtlaklarını parçalayana dek “emperyalizme karşıyız” edebiyatını tekrarlıyorlar. Örneğin, Orhan Pamuk gibi bir yazar yargılandığında hemen üzerine atlıyorlar. Adliye binasında bir hengâmedir yaratıp “Türk yargısının bağımsızlığını”(!) koruyorlar, Patrikhane ile ilgili bir diplomatik sorun çıksa soluğu kilise kapısında alıp ellerinde bayraklarıyla tekbir getiriyorlar. Kürtler söz konusu olduğunda ise zaten söylemeye bile gerek yok, temel sloganları belli: “Ya sev ya terk et!”
Böylece zaman zaman öyle bir kargaşa ortaya çıkıyor ki, bildiğimiz ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile “emperyalizme karşı olma” edebiyatı iç içe geçiyor, emekçi insanlar da bu konuda kafa karışıklığı yaşıyorlar.

MHP Nedir? Nasıl Kurulmuştur?
Faşistler Emperyalizme Karşı Olabilir mi?

Karışık gibi görünen bu durumu anlayabilmek için öncelikle MHP’nin kuruluşuna bakmak gereklidir.
Esasında Türkiye’de ırkçı-turancı düşünceler yeni değildir. Özellikle cumhuriyetin kuruluşundan sonraki dönemde, ırkçı düşünceler zaten Kemalist kadronun en üst kesimlerinde de yaygındır. Kürtlerin yok sayılması ve neredeyse bütün dünya uluslarının Türklerden türediğini iddia edecek kadar abartılı tarih tezlerinin uydurulması bu döneme rastlar. Şüphesiz bu süreçte Almanya ve İtalya’da yeni gelişmeye başlayan faşist düşüncelerin de bizzat M. Kemal başta olmak üzere devlet yöneticileri ve üst düzey askerler arasında etkisi vardır. Bir yandan komünizme karşı bir savunma kalkanı yaratmak, diğer yandan da içerde “sınıfsız bir toplum” adı altında işçi sınıfı hareketlerini boğmak bakımından ırkçı-faşist düşünce Kemalist iktidara eşi bulunmaz bir avantaj sağlamaktadır.
Daha sonra Hitler Sovyetlere karşı tarihin en büyük saldırısını başlattığında ise, Türk ırkçılığı yeni bir yükselişe geçer. Hitler’in Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni “dümdüz edeceğini” düşünen Türk ırkçıları, böylece açılacak boşlukta Orta Asya cumhuriyetlerini ve Kafkasya’yı içine alan Büyük Turan Devleti’nin kolaylıkla kurulabileceği hayalini kurmaktadırlar. Daha sonradan belgelerle kanıtlandığı orduda ve üniversitelerde etkin olan bu eğilim, bizzat Hitler’in Türkiye elçisi Von Papen tarafından örgütlenmekte ve gelişmeleri için Almanya’dan avuç dolusu para akıtılmaktadır. Yani, içlerinde Alpaslan Türkeş’in de bulunduğu bu kadro, (General Hüsnü Erkilet, Nihal Atsız, vs.) kelimenin gerçek anlamıyla Alman ajanıdırlar; hatta bunlardan bazıları bizzat Kafkasya’da Alman ordusunun hizmetinde çalışmaktadırlar.
Kızılordu Stalingrad’ta Nazileri hezimete uğrattığında ise bu ırkçı ajanların da bütün ümitleri Volga sularına gömülür. Aynı günlerde savaşın yönünün değiştiğini hisseden Türkiye hükümeti de, bu çeteyi artık çok fazla hoşgörüyle karşılamamaktadır; Batı’ya şirin görünmek isteyen hükümet bu süreçte ırkçılara yönelik bazı tutuklamalar gerçekleştirir.
Ancak faşist hareketin bu durgunluk dönemi çok uzun sürmez. Amerikan emperyalizminin gizli işgali altındaki Türkiye 1960’lara doğru geldiğinde, düzenin sahipleri, yani emperyalizm ve işbirlikçi oligarşi, gelişen işçi hareketi ve devrimci güçlere karşı saldırgan bir çeteye ihtiyaç duyarlar. Esasen bu dönemde ABD emperyalizmi bütün yeni-sömürge ülkelerde benzeri cinayet örgütlerine ihtiyaç duymakta ve örgütlemektedir. Latin Amerika’daki bütün kontrgerilla çeteleri tam da bu yıllarda kurulmuşlardır. NATO bünyesinde ise Gladio gibi “gizli” örgütler kurulmakta ve bunlar Avrupa’yı bir ağ gibi sarmaktadır.
Tam da bu yıllarda, Türkiye’de Osman Bölükbaşı’nın liderliğini yaptığı sağcı Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin kongresi yapılır. Kongre, Türkeş’in hepsi de eski subaylardan oluşan ırkçı arkadaşlarının ve “komando” diye anılan eli sopalı serserilerin gölgesinde yapılır. Genel Başkan, tabii ki çetenin şefi olan Türkeş’tir! Böylece CKMP, Milliyetçi Hareket Partisi’ne dönüştürülür ve hemen ardından birer birer “komando kampları”, “Ülkü Ocakları” açılmaya başlanır. Yine CIA’nın ve MİT’in organize ettiği “Komünizmle Mücadele Dernekleri” aynı yıllarda bu partiye kanalize olur.
Süreç en baştan en sona dek CIA’nın kontrolü altındadır ve faşist çeteye verilen görev, üniversitelerde gelişen anti-emperyalist harekete ve işçi sınıfı mücadelesine saldırmaktır. Bir yandan doğrudan devlet ödenekleriyle, diğer yandan tekelci patronların yüklü miktardaki “bağış”larıyla(!) büyüyen faşist örgüt, kısa sürede cinayetler işlemeye, özellikle devrimci öğrencileri öldürmeye başlamıştır. 1960’lar ve 1970’ler boyunca Amerikan emperyalizmine karşı mücadele eden devrimci güçler ve haklarını arayan emekçiler, her zaman karşılarında MHP ve Ülkü Ocakları’nı buldular. Bu faşist örgütlenme, binlerce devrimci ve emekçinin kanına girmiş, Maraş başta olmak üzere bir dizi kanlı katliamda başrolü oynamış, sendika liderlerini öldürmek dahil her yolu kullanarak işçi sınıfının örgütlenmesini engellemeye çalışmıştır.
Yani patron köpekliği ile Amerikan köpekliği, faşist örgütlenmenin iç içe geçmiş iki önemli görevidir. 6. Filo’ya karşı gösteri yapan devrimci gençliğe saldıranlarla grev çadırlarını kurşunlayıp emekçi mahallelerindeki kahvehanelerde katliamlar düzenleyenler yine aynı çetedir. Burada söz konusu olan şey, bilinen anlamıyla parlamenter bir sağcı parti değildir; MHP, normal bir parti gibi tasarlanmamış, işin başından beri silahlı bir cinayet örgütü olarak kurulup geliştirilmiştir. Ayrıca bilindiği gibi bu faşist örgüt içinden seçilen en kirli elemanlar, daha sonra özel olarak kontrgerilla örgütlenmesinde de yer almışlar ve Kürt ulusal hareketine karşı geliştirilen kirli savaş yöntemlerinin de uygulayıcısı olmuşlardır. Yani sonuçta, zaman zaman bazı seçim başarıları elde etse de bu faşist örgüt, hiçbir zaman klasik bir burjuva partisi değildir, emperyalizmin ve oligarşinin sivil saldırı gücüdür.

Sahtekârlık Faşistlerin Karakteridir
Böyle bir örgütlenmenin emperyalizme karşı nutuklar atması elbette sahtekârcadır. Dünyanın dört bir yanında bizzat ABD tarafından kurulup desteklenmiş olan benzerleri gibi MHP de emperyalizmin hizmetindedir, ona sadıktır. Ve dikkat edilirse eğer, arada sırada yaptıkları “yabancı düşmanı” gösterilerde de hiçbir zaman ABD ve İsrail hedefte değildir. Gazete arşivlerini tarayan herkes Türkeş’in siyasi yaşamı boyunca İsrail Elçiliği’nin baş davetlilerinden biri olduğunu görür; Filistinlilere ve Araplara duyulan nefret ise MHP’de en belirleyici unsurlardan biridir. Buna karşın çoğunlukla yaptıkları şey, Kürt düşmanlığını körüklemek, ulusal azınlıklara ve farklı dinlerin mensuplarına saldırmaktır. Irkçı nefret, onların en başta gelen özelliğidir. Orhan Pamuk davası ya da Ermeni Konferansı gibi olaylarda olduğu gibi zaman zaman Avrupalı emperyalist ülkelere karşı ileri geri konuşsalar da, bu emperyalizme karşı bir tutum değildir; asıl sorunları yine emperyalistlerle değil Kürtlerle, Ermenilerledir.
Bütün işleri emperyalizme yaltaklanmak olanlar, bu topraklarda kilometrelerce yer tutan Amerikan üslerini görmezlikten gelenler, acınası bir aşağılık kompleksiyle iki-üç Avrupalı parlamentere “yiğitlik” taslamakta, ama aynı emperyalist ülkelerin içinde olduğu NATO’ya, IMF’ye karşı gıklarını bile çıkarmamaktadırlar. Üstünde yaşadığımız coğrafya bir ucundan öbür ucuna, ekonomisinden siyasetine, kültürüne kadar ABD emperyalizminin işgali altındayken bu uşaklar, emekçi kitlelerin dikkatini bu gerçekten uzaklaştırmakta, günlük bazı olaylar üzerinden yabancı düşmanlığı ve kafatasçılıkla dini birbirine bulayıp tam bir karmaşa yaratmaktadırlar. Kahramanları da emperyalizme karşı tutumları gibi sanaldır, hayalidir. Gerçek hayatta Amerikan parasıyla beslenerek emperyalizme karşı savaşanları katledenler, beyaz perdede mafya bozuntularını efsaneleştirmektedirler, ki bu da doğaldır; çünkü pratikte her zaman her türlü uyuşturucu ve haraç işinin altından “ülkücü mafya” çıkmakta, bu parti zaten kirli işler dünyasıyla iç içe yaşamaktadır.
Bugünkü sahte Amerikan aleyhtarlığının kaynağı ise gayet açıktır: Bugün Türkiye’deki milyonlarca insan, ABD emperyalizmine karşı yoğun bir nefretle doludur. Emekçiler, her şeyden önce bizzat kendi yoksulluklarının bir nedeninin emperyalistlerin direktifleriyle uygulanan ekonomi programları olduğunu bilmekte, en azından sezmektedirler. Herhangi bir tütün ya da pancar üreticisinden, çalıştığı işyeri özelleştirilen emekçiye kadar herkes bugünkü yıkım yaratan politikaların nihai olarak IMF ve nihai olarak Amerikan emperyalizmi tarafından emredildiğinin farkındadır.
Öte yandan, aynı insanlar, ABD’nin dünyanın her köşesinde, özellikle de Ortadoğu’da halklara zulüm ve kan getirdiğini her gün gözleriyle görmektedirler. Herhangi bir emekçi herhangi bir haber kanalını açtığı anda yüzüne korkunç bir adaletsizliğin ve zalimliğin acısı tokat gibi vurmakta ve bu haydutluğa yeterince müdahale edilemiyor oluşu onun nefretini artırmaktadır. Bu duygunun kimi zaman dini öğelere ya da milliyetçi motiflere dayanması, onun sınıfsal özünü ortadan kaldırmaz; çünkü sonuçta bu duygulara sahip insanlar toplumun elit tabakası değildir, ezici bir çoğunluğu emekçilerden oluşmaktadır.
Ama bu aynı zamanda acizlik duygusuyla dolu bir nefrettir, ezik bir ruh halidir. Emekçi yığınları bütün dünyaya zulmeden ve sömüren bu gücün kırılmasını samimiyetle istemekte, bu yöndeki eylemleri en azından haklı ve meşru bulmakta, ancak emperyalist vahşetin bütün bunlara rağmen sürüyor olması karşısında umutsuzluğa kapılmaktadır. Zaman zaman bu umutsuzluk, emperyalizme bağımlı olmaktan kaynaklanan bir dizi siyasi skandal ve utanç verici durumla birleştiğinde, insanlar kendilerini “dünyanın en çok horlanan ulusunun üyeleri” gibi hissetmekte, bu da daha derin bir çöküntüye ve öfkeye yol açmaktadır.
İşte tam da bu noktada önümüze yabancı düşmanlığıyla, ırkçılıkla bezenmiş bir sahtekarlık olarak faşist hareket çıkıyor. Bir yandan Kürt ulusuna karşı düşmanlığı kışkırtan faşistler, diğer yandan da bulanık, ne idüğü belirsiz bir “emperyalizme karşı olma” yalanını piyasaya sürüyorlar. ABD emperyalizmi ve yerli işbirlikçilerine yönelik öfkenin dar alanlarda kontrol altında tutulması için çaba sarf ediliyor. Azınlık gruplara, farklı dinden olanlara yönelik ucuz (ve tabii ki polisin de kolaylaştırdığı) saldırılarla emekçi çocuklarının anti-emperyalist duygularını köreltiliyor, saptırılıyor.
Faşist hareketin işlevi de tam olarak budur zaten: Yalan, sahtekarlık, ucuz kabadayılıkların altında gizlenen uşaklık ve tabii ki geride duran kanlı bir cinayet mekanizması...
Faşist harekette ne bir inanç söz konusudur, ne de en küçük bir samimiyet kırıntısı vardır. Düzenin en kirli alanlarından derlenmiş olan bu sürü, yalnızca ve yalnızca pis işler için kullanılan bir araçtır. Bir kez olsun efendilerine karşı başlarını kaldıramazlar. Bir kez olsun işbirlikçi patronlara karşı seslerini yükseltemezler. Bütün yaptıkları, genç emekçi çocuklarını mafyanın, çetelerin aracı haline getirmek ve onların bilincini ve hayatını karartmaktır.
Anti-emperyalist mücadelede idam sehpalarından dağların doruklarına dek her alanda binlerce şehit vermiş olan devrimci hareket, bu sürünün yalanlarını mutlaka açığa çıkaracak ve efendileriyle birlikte onları da tarihin çöplüğüne savurup atacaktır. Özgür bir ülke ve insanca bir yaşam için mücadelemiz, aynı zamanda genç emekçi çocuklarının bu kirli çetelerin elinden kurtarılmasını da kapsamaktadır. Bu yüzden sokaklardayız, bu yüzden emekçi kitlelerin olduğu her yerde kök salmak, onları mücadelemizin merkezine taşımak istiyoruz. Bu yüzden emperyalizme karşı mücadele aynı zamanda onun uşakları olan faşist çetelere karşı mücadele anlamına geliyor.




 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19